Jump to content

İslam ve Reenkarnasyon


Recommended Posts

Bak mesela Tahrim 3 ün girişinde Peygamber eşlerine gizlice bişey söyledi diye mealleyerek başlarlar. Orada bile Kuran'ın ikişerli sistemi anlatılıyor. Ortada peygamber hanımı falan yok orada. Söylemek diye bir fiil de yok. Elçi / beynin aktarım EŞLERİNİN birini gizledi ! diyor. Orada bile Kuran bu yapılsal özelliğini anlatıyor. Çünkü Kuran iki şey arasında ki cereyanda ortaya çıkıyor. Biri VARLIK diğeri AKIL Bu nedenle iki kaynaktan anlatım yapıyor. Bir varlığın yanından gösteriyor, bir aklın yanından gösteriyor. Bu nedenle birbirine bağımlı ve uygun iki anlatım doğuyor. Bunların bir kısmı müteşabih / varlık tarafından anlatım. Bir kısmı muhkem, akıl tarafından anlatım oluyor. Bu iki anlatım aynı olayı iki sahneden anlatıyor. O nedenle sen Süleyman ile Zülkarneyn'i ayrı ayrı okursan meseleyi ancak yarım anlarsın arkadaş. vs vs vs.

Bu kadar bilgi yeter. Anlamaya niyet yok çünkü sizde. Anlayacak alt yapıda yok. Ama sorun şu ÇABA YOK !

Tahrim/3. Hani peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu peygambere bildirince, peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber, bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdar olan Allah haber verdi” dedi.

Tahrim/4-5. (Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar. Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.

Tahrim/3'ün bir de devamına bak.

Neyse, bakma, boşver en iyisi, o kadar saçmalıyorsun ki, sana cevap vermeye bile değmez. Her saçmalayanın iddialarını ciddiye alırsak işimiz var demektir. Sen kendi kafana göre takıl en iyisi.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 48
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Ölmekten kasıt Ölmeden önce ölmedir.Yani Basu badel mevt .Dirilmek ise aklı gönülde olan ruhani bir durumdur.Onada tasavvufta" Muti kalbe ente muti" deniyor.Yani Gönüldeki diriliş.Nedir bunlar?Yaşamda yenilen ağır darbeler sonucu Ruhen uğranılan Bedbinliklerden kurtulmak doğrulmak ve tekrar yaşama dört elle sarılmaktır.

Pir Sultan Abadalın dediği gibi

Bu kaçıncı ölümüm kaçıncı dirilişim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Cihangir dostum, getmişsin, arkandan konuşmayayım.

Tasavvufu islamla bağdaştırmak ne kadar olasıdır, oda tartışılır. İslamın tanrı anlayışı ile anadolu tasavvufunun tanrı anlayışı ne kuranın yazdıklarıyla, ne uygulamalardaki gerçekle örtüşmez . Öyle ayrımsız herkese hoşgörü, veya nefsini terbiye etmek , her insana insan ortak paydasıyla yaklaşmak,bedensel arzulardan feragat(cinsel, yeme, içme gibi) hiçte islamın iç dünyasında insandan beklentisi değil. Oruç diyen çıkabilir, Orucun kuranda tasavvufi anlamda bir içeriği olduğu söylemek mümkün müdür?

Bunuda pek olası görmüyorum. Reenkarnasyon dahi metafizik bir kabul olmasına rağmen, islamla ilişkisini kurmak güç. Neyse her ikiside ispatlanamaz kabullerden oluşuyor, birbirlerine uyup uymamaları ne derece önemli taktir meselesi.

Sevgi saygımla...

tarihinde e-teist tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Cihangir dostum, getmişsin, arkandan konuşmayayım.

Tasavvufu islamla bağdaştırmak ne kadar olasıdır, oda tartışılır. İslamın tanrı anlayışı ile anadolu tasavvufunun tanrı anlayışı ne kuranın yazdıklarıyla, ne uygulamalardaki gerçekle örtüşmez . Öyle ayrımsız herkese hoşgörü, veya nefsini terbiye etmek , her insana insan ortak paydasıyla yaklaşmak,bedensel arzulardan feragat(cinsel, yeme, içme gibi) hiçte islamın iç dünyasında insandan beklentisi değil. Oruç diyen çıkabilir, Orucun kuranda tasavvufi anlamda bir içeriği olduğu söylemek mümkün müdür?

Bunuda pek olası görmüyorum. Reenkarnasyon dahi metafizik bir kabul olmasına rağmen, islamla ilişkisini kurmak güç. Neyse her ikiside ispatlanamaz kabullerden oluşuyor, birbirlerine uyup uymamaları ne derece önemli taktir meselesi.

Sevgi saygımla...

Sadece oruç hakkında görüş bildireceğim.Oruç sadece Kuranda geçmez.Tevrattada geçer.Yunus bahsi ile Davutun Gayrımeşru ilişkisini incelerseniz görürsünüz.Ve Orucun nasıl yapılacağı Sunni İslamdan çok farklı olduğu gibi Alevi ve Bektaşilerin Muharrem oruçlarıda farklıdır.Oruç Ramazanda tutulur.Nedir ramazan? En sıcak gün değilmi? Ama neyin en sıcağı yada hangi gün?Bu Dünyevi bir gün değildir.Ruhani bir gündür.Ruhunuzun ay başısıdır.Yani en çok moralinizin bozuk olduğu kendinizi çok kötü hissettiğiniz halinizdir.Genelliklede bu hale kendi hatalarınızdan dolayı düşersiniz.Zaten Ramazandan öncede ŞABAN:)) gelmezmi? Yani Şabanlığın sonunda Ramazan vardır.İşte O halinizden kurtulmak için yaptığınız her şey aslında oruçtur.Oruç silkinmedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş






Bazı fikir ve inançların kaynağı acaba gerçekten insanlar mıdır?

Yoksa insanların fikirlerini köreltmek amacıyla bir takım kötü ruh varlıklar tarafından mı verilmişlerdir?

Alıntı:

"...
R: Takip edeceğimiz üç tane ilke var. “LUSİFER, İNSANLARI ŞEYTAN’IN VE MELEKLERİNİN OLMADIĞINA İNANDIRMALIYIZ” dedi. (“Lucifer says, we have make sure that humans get to belive, that Satan and his angels do not exist.”)

S: Bu ilginç Roger, çünkü ülke çapında yapılan yeni okuduğum bir araştırmada, insanların % 75’nin gerçek ve somut bir Şeytan’a inanmadığını belirtmişti. Ama öyle biri var?

R: Evet.

R: Bu üç ilkeden ikincisi, insanların akıllarına hükmetmenin bir yolu olan hipnotizmi gizlilikten çıkarıp, insanlığın yararına yeni bir bilim olarak sunmaktı. (MIND CONTROL – HİPNOZ – MEDİTASYON – RABITA -YOGA) Hipnotizmi gizlilikten çıkarıp, insanların yararına bir bilim olarak tanıttıklarında, ünlülere, öğretmenlere, kabiliyetli insanlara harika şeyler yaptırarak, örneğin sözüm ona insanları zamanda geri gönderip önceki hayatlarını göstererek kullanacaktı. (REENKARNASYON) Tabii seans bittiğinde söz konusu kişi kadim tarih hakkında hiçbir şey bilmeyecek ve transta bahsettiği kişiler 2-4000 sene evvel bir şeyler yapmış olacaktır. Ancak bu onların planıydı. BU SAYEDE TOPLUMDA BÜYÜK ALDATMAYA KARŞI SARSILMAZ BİR GÜVEN OLUŞTURACAKLARDI. (REENKARNASYONA SARSILMAZ BİR GÜVEN) Mistisizmle batıyı Hıristiyanlıktan uzaklaştıracaklar…
..."

http://illuminatisir...-simgeleri.html
Link to post
Sitelerde Paylaş

ben şahsen reenkarnasyona inanıyorum ve şöyle düşünüyorum evrendeki herşey geri dönüşüme uğruyorsa biz niye dönüşmeyelim?

Ama o zaman Dünyadaki insan sayısının sabit olması gerekirdi.Yalnız şu vardır Ruh dediğimiz şey bir gen bütünlüğüdür.Ölen insanların genleri ırsıyiyetle birbirine geçer.Zaten hepimiz aynı zamanda bir gen havuzu değilmiyiz?

Link to post
Sitelerde Paylaş

RUH - BİR ENERJİ TÜRÜ

http://illuminatisir...-simgeleri.html

Alıntı:

"...

Dünya Egemenliği

Ruh kavramını "İlluminati nedir?" sayfasında ayrıntılarıyla açıklamıştım. Yine aradaki farkları biraz daha açalım.

Ruh sözcüğü GENEL BİR TANIMDIR. Tıpkı madde sözcüğü gibi. Nasıl ki maddelerin türlü türlü çeşidi varsa, ruhun da çeşitlerini vardır. Bunların kaç çeşit olduğunu bilemeyiz, ama en azından iki çeşidinin olduğunu anlıyoruz. Bunlardan biri insanların ve aynı zamanda hayvanların yaşamalarını sağlayan ruh çeşididir. Bir diğeri ise, melekler olarak adlandırdığımız varlıkların yapısını oluşturan ruh çeşididir. Kitaba göre ise her ikisi de "RUH - RUAH" sözcükleriyle açıklanır. Bu sözcük çok genel bir ifadedir. Örneğin "SIVI" sözcüğü tıpkı "RUH" sözcüğü gibi genel bir ifadedir. Su bir sıvıdır ve başka sıvı çeşitleri de vardır. Ama bunlar farklı maddeler olsalar da, yine de hepsi sıvı olarak değerlendirilir. Ya da ışık terimi de benzerdir. Işığın dalga özelliğine göre birçok çeşidi vardır. Demek istediğim RUH sözcüğü hem insanların (ve hayvanların), ruhunu, hem de melekleri kapsıyor. Burada "meleklerin ruhu" demiyoruz, çünkü meleklerin kendileri zaten ruhturlar.

Kısaca tekrarlamak gerekirse RUH = ENERJİ dir.

Enerjinin ise çok çeşitleri vardır. Bunlardan bazıları gözümüze ışık olarak geldiğinde farkına vardığımız enerji türleridirler. Bazılarının ise, gözümüzle farkına varmasak da, teknik aygıtların yardımıyla var olduklarını anlarız. Örneğin alevi gözümüzle görebilirken, elektriği göremeyiz. Hatta bazen ateşi bile her zaman göremeyiz. Örneğin sobanın içindeki ateşi görebiliriz ama sobanın demirindeki ateşi gözümüzle göremeyiz. Ateşin enerjisi sobanın demirine işlemiştir ve bunun yalnızca sıcaklığını duyarız. Bizler gerçek anlamda RUHU tarif edebilecek durumda değiliz. Ama yine de bilginin çok arttığı bir çağda yaşadığımız için, geçmiş devirlerde yaşamış insanlara göre çok daha rahat anlayabiliriz. Az öz söylemek gerekirse, EVRENDEKİ HER ŞEY ENERJİDEN YAPILMIŞTIR. MADDE DE ÖZÜNDE ENERJİDEN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR. ASLINDA BİZLER DE ENERJİYİZ.

Biz insanlar enerjinin maddeleşmiş şekliyiz. Ve madde olan bedenimizi hareket ettirebilmek için, yine de madde olmayan enerjilere ihtiyaç duyarız. Örneğin beynimiz ve bütün sinirlerimizin iletişimi elektrik enerjisiyle yapılır. Ya bütün bedenimizi çalıştıran nedir? Aslında bedenimiz ne kadar karmaşık bir yapıda olsa da, temelde RUH adı verilen başka bir enerji türüyle çalışır. Ama burada dikkat edilmesi gereken nokta bu enerji türü elektrikle aynı olmadığıdır ve bu enerji türü (RUH) OKSİJEN VE KARBONA ihtiyaç duyar. Ama melekler ruh oldukları halde, onların ruhu farklı bir enerji türünden olduğu için böyle şeylere ihtiyaç duymazlar. Tıpkı uzaya gönderilen araçlarda oksijene ihtiyaç duymayan enerjilerin kullanılma zorunluluğu gibi. Çünkü uzayda oksijen yoktur ve karbon özellikli yakıtlar kullanılamaz.

İnsan Ruhu: Hücreleri yaşatır. Hücrelere enerji verir. Bu ruh bir mumun alevi gibi hücrelerde varlığını sürdürür. Ancak bunu yapabilmek için, solunum yoluyla OKSİJENE ve sindirim yoluyla da KARBONA ihtiyaç duyar. Kan dolaşımı bütün gerekli maddelerin yanı sıra, bu İKİ GAZI hücrelere kadar götürür. Bu arada hücrelerde alev şeklinde göremesek de, bir RUH (ENERJİSİ) vardır ve yanmaktadır.

Hücrelerde yanan RUH ile bir mumda yanan ALEV birbirine benzer.

Bir mumun alevinin sönmeden yanmaya devam edebilmesi için KARBON ve OKSİJEN gereklidir. Mum karbonu kendi gövdesinden harcar. Oksijeni de havadan alır. Böylece alev sönmez.

Adsız says:

Dünya Egemenliği

Bir mum yalnızca KARBON ve OKSİJEN ile yanmaz. Yanmanın olabilmesi için önce mumun yakılması gereklidir. Yani bir ilk ATEŞ gerekir. Mum yakılırken önce ATEŞ başka bir kaynaktan getirilir ve daha sonra muma aktarılır. Örneğin bir kibritin aleviyle içinde karbon olmayan demiri yakamayız. Fakat mum yanar, çünkü mumun gövdesi KARBON gazıyla doludur. Ama yanma için ayrıca OKSİJEN de gereklidir. Oksijen gazı havadan kolayca alınır ve MUMUN ALEVİ YANMAYA DEVAM EDER. Eğer mum bir şişenin içinde yanıyorsa ve dışarıdan hava giremiyorsa, oksijen tükendikçe ALEV DE SÖNMEYE BAŞLAR. Oysa hala daha mumun gövdesi tükenmemiştir. Yani gövdesinde hala daha KARBON bulunmaktadır. Öyleyse yanma için üç unsur bir araya gelir:

ALEV + OKSİJEN + KARBON

Bunlar biraraya geldiğinde YANMA OLUŞUR.

Yanma esnasında ALEV, karbondaki enerjiyi ortaya çıkararak, kendi varlığını sürdürebilmek için kullanır. Yalnız bunun meydana gelebilmesi için mutlaka oksijen gereklidir. Bu olay gerçekleştiğinde, karbonun içindeki enerji alınmış olur. Artık karbon eski karbon değildir. Bu işlemler sonucunda oksijenle karbon birleşmiş olurlar ve ortaya KARBONDİOKSİT GAZI çıkar. Bir mumun bu gazı havaya vermesi için kan dolaşımına ve solunum sistemine ihtiyacı yoktur. Mum bu karbondioksit gazını doğrudan havaya verir.

İnsanın hücreleri de benzer şekilde çalışırlar. Tıpkı bir mumun yanması için, başlangıçta dışardaki bir kaynaktan ateşin verilmesi gerektiği gibi, insanların bedenlerindeki ruhun da ilk olarak dışarıdan verilmesi gereklidir. Fakat bir mum tek bir kibritle yakıldığında, artık ortaya çıkan alevle başka mumlar da yakılabilir ve başka bir kibrite ihtiyaç duyulmayabilir. Benzer şekilde insanların ilk atası Adem'e DIŞARIDAN BİR İLK ATEŞ yani RUH verilmesi gerekiyordu. Tanrı önce Adem'in bedenini topraktan yarattı. Bunu bir mumun gövdesine benzetebiliriz. Daha sonra da Adem'in içine RUHU (ATEŞİ-YAŞAM ENERJİSİNİ-YAŞAM SOLUĞUNU) üfledi ve Adem "YAŞAYAN VARLIK" oldu.

Yaratılış 2:7 RAB Tanrı Adem'i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu (RUH-RUAH) üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu (NEFEŞ: Nefes alıp veren).

Öyleyse ilk ateş olmadan beden nefes alıp veremez. Yani bedende karbon olsa da (karbonhidrat-şeker), bu kullanılamaz. Beden bu durumdayken ölüdür. Ayrıca havada bol bol oksijen olmasına rağmen, RUHSUZ durumdaki beden bunu da kullanamaz.

ATEŞ: Ateş olmadan yanma olmaz. Bu enerji dışardan verilir. Mum bir kez yandığında sistem kendiliğinden çalışmaya başlar. Mumun ALEVİ yanarken mumdaki KARBONU ve havadaki OKSİJENİ kullanır. Ortaya çıkan KARBONDİOKSİT gazı da doğrudan havaya verilir.

İnsan da durum benzerdir. Yalnızca biraz daha karmaşık sistemlere ihtiyaç duyar. Bunları sindirim, solunum ve kan dolaşımı olarak özetleyebiliriz. Sindirim yoluyla KARBON, solunum yoluyla OKSİJEN alınır ve kan dolaşımıyla da hücrelere götürülür. Burada zaten bir RUH VARDIR. Nasıl vardır? İnsanlar ilk ataları Adem'den beri bu ilk RUH ENERJİSİNİ almışlardır. Yani bir kişi daha doğmadan önce de bu RUHA sahiptir ve bunu ana babasından almıştır. Bu ruh olmasaydı zaten cenin ölü olurdu!

Bir hücre canlıysa, RUH vardır demektir.

Bir hücre canlı değilse RUH yoktur demektir.

Bir canlının ana rahminde gelişmesi için, taa BAŞINDAN İTİBAREN RUHUNUN OLMASI GEREKİR. Ruhun olmadığı anda beden ölür. Aynı şekilde bir cenin de ölür. Çünkü RUH OLMADAN HÜCRELER CANLI KALAMAZ, ÖLÜR!

Eğer böyleyse, CENİNLERE BİRKAÇ AY SONRA RUHUN ÜFLENDİĞİ KONUSU GERÇEK DEĞİLDİR.

Adsız says:

Dünya Egemenliği

Herhalde anlaşılmıştır. Bazı şeyleri yine de tamamlayalım ki, iyi anlaşılsın.

Karbon gazını yediğimiz bazı yiyeceklerle alıyoruz. Bunlara çeşitli adlar verilebilir. Biz kısaca karbonhidrat desek yeterlidir. Karbonhidrat ta temelde hububat türleridir, yani bildiğimiz ekmek vs. Biz burada bir hücrenin karmaşık yapısını anlatmıyoruz ve anlatamayız da. Yalnızca ruhla ilişkisi bakımından değiniyoruz. Elbetteki insan yalnızca karbonhidratla yaşayamaz. Buradaki karbonhidrata (hidrat: su) ihtiyaç duyan asıl şey RUHTUR. Ruh ta dediğimiz gibi bir tür yaşam enerjisidir. Tıpkı bir mumun yandığında ortaya KARBONDİOKSİT gazı çıktığı gibi, insanda da aynısı olur. Ruh ta yine yanarken ortaya KARBONDİOKSİT gazını çıkarır ve bu solunum yoluyla bedenden (hücrelerden) dışarı atılır.

Demek ki, bir mumun alevi ile ruhun işlevleri hemen hemen aynı şeydir.

MUMUN ALEVİ: YANARAK ENERJİ VERİR.

İNSANIN RUHU: YANARAK ENERJİ VERİR. (HÜCRELERE)

MUMUN ALEVİ: YANMA İÇİN KARBON VE OKSİJEN KULLANIR.

İNSANIN RUHU: YANMA İÇİN KARBON VE OKSİJEN KULLANIR.

MUMUN ALEVİ: YANMA SONUCU ORTAYA KARBONDİOKSİT ÇIKAR.

İNSANIN RUHU: YANMA SONUCU ORTAYA KARBONDİOKSİT ÇIKAR.

Bu benzerliği bir arabanın motoruyla da yapabiliriz. Örneğin karbon yakıtla çalışan bir motorun çalışabilmesi için, yine üç unsura ihtiyaç duyulur. Bunlar yine ATEŞ, KARBON ve OKSİJEN dir. Buradaki karbonun türü ise BENZİN dir. Bir motorun yanma odasına bir miktar benzin (sıvı KARBON) püskürtülür ve yine gerektiği kadar OKSİJEN verilir. Akü ise gereken kıvılcımı göndererek ateşlemeyi (ATEŞ) sağlar. Burada bir patlama, bir yanma olur ve ortaya bir güç çıkar. Motor bu güçle HAREKET EDER (CANLANIR). Yine bu yanma esnasında ortaya KARBONDİOKSİT gazı çıkar ve bu gaz egsozdan dışarıya verilerek atılır.

Bir örneği de odundan yaparsak, bu olayın başka bir yönünü daha görmüş oluruz. Bir odunun yanması da tıpkı bir mumun yanması gibidir. Odunun kendisinde KARBON vardır. Bir odun yanarken yine aynı maddeleri kullanır ve havaya aynı gazı verir. Bazen odunlar yanarken alevlerinin kaybolduğu görülür. Bu durumda odunun tekrar alev alabilmesi için, oduna doğru üflenerek hava verilir. Gerçekte odunun ihtiyaç duyduğu şey OKSİJEN dir. Bir odunun alevi sönmüş olsa bile, alev yanarken odunu oldukça sıcak hale getirmiş olduğundan, bu alev yeniden canlanabilir. Aynı şekilde bir insanın da kalbi durduğunda solunumu da durmuş olur ve hücrelere OKSİJEN gitmez. Ve bu hücrelerdeki RUH yavaş yavaş sönmeye başlar, tıpkı bir odunun alevini yitirmesi gibi. Ama odunun kendisinde hala bir miktar ATEŞ enerjisi olduğundan sıcak olduğu gibi, insanın bedeninde de RUH enerjisi tamamen kaybolmamıştır. Böyle bir durumda kalbi duran kişiye OKSİJEN verilmeye çalışılır. Ama bu yetmez, çünkü oksijenin hücrelere kadar gitmesi de gerekir. Bu yüzden ayrıca dönüşümlü olarak kalp masajı da yapılır. Solunum ve kan dolaşımı sistemleri çalışmaya başlarsa gerekli OKSİJEN hücrelere kadar gider ve HENÜZ TAM OLARAK SÖNMEMİŞ RUH ENERJİSİ-YAŞAM SOLUĞU TEKRAR GÜÇLENMEYE BAŞLAR. Tıpkı bir odunun kaybolmaya yüz tutan alevinin yeniden canlanması gibi RUH ta yeniden gücünü kazanır ve hücreyi canlı tutmaya devam eder.

Bir motorun yanma dolayısıyla ısınması gibi, RUH ENERJİSİ DE bedende yanarken aynı şekilde BEDENİ ISITIR. Böylece insanların ve hayvanların bedenleri, RUHUN YANMASIYLA CANLIYKEN SICAK VE ÖLDÜKLERİNDE DE SOĞUKTURLAR. ÇÜNKÜ ARTIK RUH SÖNMÜŞTÜR VE HÜCRELERDE YANMA OLAYI DURMUŞTUR.

Adsız says:

Dünya Egemenliği

Bunu bir de doğadaki GÜNEŞ-BİTKİ-İNSAN ilişkileriyle tamamlayalım:

Dünya'daki yaşam güneş enerjisine bağlıdır. Biz insanlar güneş enerjisiyle çalışıyoruz ama bu enerjiyi doğrudan güneşten almıyoruz. Yani güneş enerjisini elektriğe çeviren sistemlerden farklı bir yapıdayız. BEDENİMİZİN ÇALIŞMA SİSTEMİ GÜNEŞ ENERJİSİ PANELLERİNDEN FARKLI ÇALIŞIYOR. BİZLER ELEKTRİĞE DEĞİL KARBONA İHTİYAÇ DUYUYORUZ.

Önce bitkiler fotosentez yoluyla bu güneş enerjisini kendi bünyelerine alıyorlar. Örneğin bir ağaç güneşten aldığı enerjiyi gövdesinde KARBON olarak topluyor. Ve bu ağaç daha sonra yakıldığında ortaya çıkan şey, aslında daha önce güneşten alarak KARBON şeklinde depoladığı GÜNEŞ ENERJİSİDİR. Bir bitkinin bunları yaparken yaptıkları karmaşık olsa da, yine de biz basit olarak şöyle diyebiliriz:

Güneş ışığını (ateşi-enerjiyi) verir. Bitki bunu KARBON olarak depolamak için havadan KARBONDİOKSİT gazını alır. Bu arada yanmanın karşılığı gibi görebileceğimiz bir süreç işler. Buna fotosentez deniliyor. Fotosentezle KARBONDİOKSİT gazı İKİ FARKLI GAZA AYRILIR. Ortaya KARBON ve OKSİJEN çıkar. Bitki bu iki gazdan KARBONU kendi gövdesinde depolar ve kendisine gereksiz bir gaz olan OKSİJENİ atık gaz olarak havaya verir. Buna göre bitkilerin yaptığı şey, insan ve hayvanların yaptığının tam tersidir diyebiliriz. Bu bilgileri aslında hemen herkes biliyor elbette, ve konumuz "ilkokul hayat bilgisi" değil tabiiki. Ancak bu ayrıntılara bakarak bizler RUHLA ilgili konuyu daha iyi kavrayabiliriz herhalde.

Öyleyse şu çevrimler var:

BİTKİ: FOTOSENTEZ İÇİN GÜNEŞ ENERJİSİ + KARBONDİOKSİT (Su karbon-HİDRAT-SU için gereklidir) KULLANIR.

BİTKİ: FOTOSENTEZ ESNASINDA ORTAYA OKSİJEN VE KARBON ÇIKAR.

BİTKİ: OKSİJENİ HAVAYA VERİR.

BİTKİ: KARBONU GÖVDESİNDE TOPLAR. (Güneş enerjisi)

İNSAN: YAŞAMAK İÇİN OKSİJEN + KARBON + RUH KULLANIR.

İNSAN: YANMA ESNASINDA ORTAYA KARBONDİOKSİT GAZI ÇIKAR.

İNSAN: KARBONDİOKSİT GAZINI HAVAYA VERİR.

İNSAN: KARBONU (Güneş enerjisi) YAKIT OLARAK KULLANIR.

Demek ki, özünde insanlar ve hayvanlar güneş enerjisiyle yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu arada bitkiler insanlara aracılık ederek güneşin enerjisini veriyorlar. Yalnız bu enerji KARBON ŞEKLİNDE olduğundan doğrudan kullanılamıyor. Önce karbonun yakılması gerekiyor. Bunun yapılabilmesi için de ATEŞE ihtiyaç var. Odun ve mumda buna ATEŞ denirken, insanda bu ATEŞE RUH deniyor. Ama işlevler aynıdır. Sonuçta insanlar karbonla çalışıyorlar. Güneş enerjisini elektriğe çeviren paneller gibi bir ELEKTRİĞE DAYALI BİR SİSTEMLE ÇALIŞMIYORLAR. Bu yüzden KARBONU YAKACAK BİR RUHA İHTİYAÇ DUYULUYOR.

Demek ki neymiş? Bütün kitaplar aynı şeyi söylüyormuş? İlkokul hayat bilgisi kitabı da aynı şeyi söylüyormuş da, meğer biz tembellik edip dersimizi iyi çalışmıyormuşuz. Halbuki çalışsak öyle demezdik!
:)
Öyleyse herkes defterine "BEDEN ÖLÜR, RUH TA ÖLÜR" diye yazacak.

- Ama herkes öyle demiyor?

- Öyleyse onlar tahtaya kalkıp tek ayak üstünde duracaklar. Ya da bize rüyalarını ve astral seyahatlerini anlatacaklar.
:)

Adsız says:

Dünya Egemenliği

Bunlara yine cevap vereceğim:

--------------

Adsız says:

16 Mayıs 2013 15:10

peki neden Ra yı sembol olarak kullanıyorlar şeytanla ne ilgisi var

--------------

Adsız says:

16 Mayıs 2013 15:25

cinlerin ve şeytanın kendileri gibi insanların da sonunda yok olmaları için uğraştıklarını bahsediyorsunuz sonrada ruhlar ölümsüz değil zaten diyorsunuz ölümden sonra hayatın olmadığını söylüyorsunuz benim kafam karıştı tam olarak hangisini savunduğunuzu pek anlayamadım

-------------

Bu soruları biraz açalım:

Şeytan ve Cinleri insanların yok olmaları için uğraşıyorlar.

İnsan ölünce toprağa dönüyor ve ruhu yaşamıyor, yok oluyor.

Bu iki cümle bir çelişki gibi görünmüş anlaşılan. Burada bir çelişki yok. Çünkü ÖLEN İNSANLARIN TÜMÜ TANRI'NIN BELLEĞİNDELER. ÖLENLER BU NEDENLE TAMAMEN YOK OLMUŞ DEĞİLLER.

Ölen kişi kendine ait neleri kaybediyor?

1- Ölen kişinin BEDENİ çürüyüp toprağa karışıyor.

2- Ölen kişinin RUHU (yaşam enerjisi) sönüp kayboluyor.

3- Ölen kişinin bütün BELLEĞİ kayboluyor.

4- Ölen kişinin bütün BİLİNCİ kayboluyor.

Ölen kişiden geriye ne kalıyor?

1- Tanrı ölen kişinin BEDENİNİ tanımlayan bilgileri belleğinde tutuyor.

2- Tanrı ölen kişinin ZİHNİNDEKİ BİLGİLERİ VE KİŞİLİĞİNİ belleğinde tutuyor.

3- Tanrı ayrıca ölen kişinin NASIL BİR İNSAN olduğunu zihninde tutuyor. Bu bilgi ölen kişinin diriltilip diriltilmeyeceğiyle ilgili.

Tanrı ölen kişilerin çoğunu YENİDEN bu bilgilere göre diriltmeyi vaat ediyor. Tıpkı insanların verileri bilgisayara kaydettikleri gibi, Tanrı da bütün insanlara ait bilgileri kendi belleğinde saklıyor. İnsan ölünce yok olsa da, gerçekte Tanrı'nın belleğinde hala varlar.

Zamanı gelince layık gördüğü insanları bu bilgilere göre yeniden biçimlendirip yaşam vereceğini vaat ediyor. Öte yandan yeniden yaşam vermeye layık görmediği insanlar da var ve bunlar kötüler olarak tanımlandırılıyorlar. Bu kişiler kesinlikle yeniden diriltilmeyecekler.

Özetle şudur:

- Ölen kişi varlıktan siliniyor ve dünyaya gelmeden önceki durumuna dönüyor.

- Tanrı bu kişiye ait bilgileri biliyor. İstediklerini bu bilgiye göre yeniden diriltmeyi vaat ediyor.

Bu durumda ölenler iki gruptur.

Diriltilecek olanlar: DOĞRULAR VE DOĞRU OLMAYANLAR

Diriltilmeyecek olanlar: KÖTÜLER

Elçilerin İşleri 24:15 Aynı bu adamların kabul ettiği gibi, hem DOĞRU kişilerin hem DOĞRU OLMAYANLARIN ölümden dirileceğine dair Tanrı'ya umut bağladım.

Bunları daha sonra biraz daha açıklamak gerekiyor herhalde.

Mezmurlar 37: (Davut'un mezmuru)

27 Kötülükten kaç, iyilik yap;

Sonsuz yaşama kavuşursun.

28 Çünkü RAB doğruyu sever,

Sadık kullarını terk etmez.

Onlar sonsuza dek korunacak,

Kötülerinse kökü kazınacak.

29 Doğrular yeryüzünü miras alacak,

Orada sonsuza dek yaşayacak.

(Ülke: Dünya-Yeryüzü)

Dünya Egemenliği

İnsanlar ruhun ceninlere ana rahmine düştükten birkaç ay sonra üflendiğine inanıyorlar. Bir ceninin bu aradaki gelişmesinin bir bitki gibi olduğu inancı var. Oysa bitki ile insan farklı yapılardaki varlıklardır. Bitki FOTOSENTEZ ile çalışan apayrı bir sisteme sahip bir canlıdır ve ne insanla ne de hayvanla karşılaştırılamaz.

Herşeyden önce RUH hücreleri yaşatan bir enerji olduğundan, BİR CENİNİN BU RUHA EN BAŞINDAN İTİBAREN SAHİP OLMASI GEREKİR. Ve zaten böyledir de. Yaratıcı gerçekte hiçbir cenine ruh üflemez, ne de bunu bir melek yapar. Yaratıcı bunu bir kez ADEM İÇİN YAPTI. Ondan sonraki bütün insanlar aynı ruhu Adem'den almış oldular ve buna Havva bile dahildir. Havva'ya bile ayrıca ruhun üflenmesi gerekli değildi.

Bir mum tek bir kibritle yakıldıktan sonra, o mumun ateşi başka mumlara da aktarılabilir. İnsanlar bunu genellikle sigarayla yapıyorlar. Bazen birbirlerinin sigaralarıyla kendi sigaralarını yakıyorlar. Adem'e ruh verildikten sonra, Adem'in çocukları bu ruh enerjisini daha ana rahminde döllenmeden önce bile sahiptiler. Tıpta canlı olmayan ölü spermlerden sözedilir. Canlı olmayan bir spermde ruh yoktur. Ruhun olmadığı bir hücre ölüdür. İnsanın oluşması için RUHUN OLDUĞU BİR SPERM ile RUHUN OLDUĞU BİR YUMURTA gereklidir. Her ikisinde de ruh bunları oluşturan hücreleri yaşatmak için VAR OLMALIDIR. Aksi takdirde değil ana rahminde gelişmeyi, daha ana rahmine düşmeden öncesinde bile CANLI OLAMAZLAR. Hücrelerin faaliyeti için RUH gerekir ve bu ruha bir cenin de muhtaçtır.

Sözde ruhun daha sonra cenine üflenmesi konusu gerçeği yansıtmamaktadır. Üstelik bu inanç doğmamış küçük ceninleri yalnızca kişiliği olmayan BİR ET PARÇASI gibi görülmesine yol açabilir. Oysa canlı bir varlığın kişiliği onun ruhunda değildir. Canlı bir varlığın tüm özellikleri hücrelerin içinde taa en başından beri var olan DNA denilen programlanmış planlarda yatmaktadır. Bir ceninin gelişmesine izin verildiğinde bu plan aşama aşama bu plana göre canlıyı inşa eder. Ama bütün bu inşa sürecinde yalnızca DNA gibi bir planın olması yeterli değildir. Nasıl bir inşaatın yapımında tuğla, demir, çimento gibi malzemeler gerekiyorsa, aynı şekilde bir ceninin gelişimi için de hücreleri oluşturan proteinler, yağlar, mineraller, vitaminler vs. gereklidir. Ve bütün bunlarda yeterli değildir. Bir inşaatı yaparken bu malzemeler olsa bile İŞÇİLİK gereklidir. Yani FAALİYET-EYLEM olmadan inşaat olmaz. Faaliyetin olabilmesi için de ENERJİ gereklidir. Bu enerji kısmen insanlardan, kısmen de makinalardan sağlanır. Onlar da enerjilerini sonuçta Güneş enerjisine borçludurlar.

Aynı şekilde bir ceninin gelişiminde de vitaminler, proteinler, mineraller vs. birer yapı malzemeleridirler. Ancak bunların bir FAALİYET sonucu biraraya getirilmeleri gerekir. Yine bu faaliyetin, eylemin olabilmesi için bir ENERJİYE ihtiyaç vardır. Bu enerji olmadan DNA planı tıpkı bir mimarın elindeki yapı çizim planı gibidir. Hücrelerin planı uygulayabilmesi için gerekli enerjiyi RUH verir. Ruh ta zaten sonuçta kendi enerjisini Güneş enerjisinden sağlamaktadır.

RUH TEK BİR KEZ ADEM'E ÜFLENDİ

HAVVA BU RUHU TANRI'DAN DEĞİL ADEM'DEN ALDI

BÜTÜN İNSANLAR RUHU ANA BABALARINDAN ALDILAR

BÜTÜN ATALAR AYNI RUHU ADEM'LE HAVVA'DAN ALDILAR

DNA bir yapının projesinin planını oluşturan bir kitaba benzer.

Mezmurlar 139:13-16

İç varlığımı sen yarattın,

Annemin rahminde beni sen ördün.

Sana övgüler sunarım,

Çünkü müthiş ve harika yaratılmışım.

Ne harika işlerin var!

Bunu çok iyi bilirim.

Gizli yerde yaratıldığımda,

Yerin derinliklerinde örüldüğümde,

Bedenim senden gizli değildi.

HENÜZ DÖL YATAĞINDAYKEN GÖZLERİN GÖRDÜ BENİ;

Bana ayrılan günlerin hiçbiri gelmeden,

HEPSİ SENİN KİTABINA YAZILMIŞTI.

---

Ama yine de bu konuda farklı düşünceler bulunuyor. Birçok insan ruhun insanın kendisi olduğuna inanıyorlar. Ve bu ruhun bazı durumlarda bedeni terkederek bir yolculuk yapabildiğine inanıyorlar. Astral Seyahat adı verilen ruhun yolculuğu inancı da yine bu anlayışa dayanır.

http://www.youtube.com/watch?v=7Lug_-in-S8

..."

http://www.jw.org/tr...rede-Bulunuyor/

http://www.jw.org/tr...erçek-Bir-Ümit/

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...