Jump to content

"Hele kurulsun Ermenistan, Kürtlerden tek kişi kalmaz!"


Recommended Posts

Osmanlı döneminde Kürt ermeni sorunu, çatışmaları üzerine bir yazı. Nedense Osmanlı döneminde yaşanan bu olayların çok bilinmemesi ve tartışılmaması sebebiyle okunulmasında, tartışılmasında, ihaleyi olaylar Cumhuriyetten önce yaşanmasına rağmen Cumhuriyete yıkmaya çalışanların görmesinde fayda görüyorum.

Osmanlı severlerin de yorumlarını almak güzel olabilir.

--------------------------------------------------------------------------------------------------

Brüksel’de 29-30 Haziran tarihlerinde gerçekleşen Barış ve Demokrasi Konferansı’nda, Ermeni, Süryani ve Ezidi diyasporasının temsilcileri, ‘Barış Süreci’ne ilişkin görüşlerini dile getirdi. Ermeni Demokratlar Derneği (EDD) adına konuşan Hovsep Hayreni konuşmasının bir yerinde “Kürt aydın ve siyasetçileri sorunun etik bir boyutu olduğunu da görmeli ve soykırım öncesi Osmanlı’nın doğu vilayetlerinden bahsederken Batı Ermenistan-Kuzey Kürdistan bileşkesi olduğu gerçeğine saygılı bir dil tutturmalılar” dedi. Bu yazı, Hovsep Hayreni’nin ne demek istediğini merak edenler için.

Ermeniler, Osmanlı egemenliği altına girdikleri tarihten itibaren ağırlıklı olarak Vilayet-i Sitte denilen çok etnisiteli altı eyalette (Erzurum, Van, Diyarbakır, Sivas ve Mamuretü’l-Aziz) yaşıyordu. Buralar aynı zamanda Kürtlerin de yurduydu. İmparatorluğun bütün vilayetlerinde hatırı sayılır Ermeni nüfusu olmasına karşın, Kürtler Dersim ve Kürdistan dışında sadece İstanbul’da büyükçe bir grup oluşturuyordu.

Ermenilerin çifte vergi yükü

II. Mahmut döneminde (1808-1839) devlet asker ve vergi toplama usullerini değiştirdiğinde Doğu vilayetlerinde huzursuzluk arttı. Ermeniler görece varlıklı oldukları için vergilerini ödemekte sorun yaşamıyordu ama Kürt beyleri kendi vergilerini de Ermenilerden aldıkları haraçlarla ödemeye yönelince Ermeniler çifte vergi ödeme zorunluluğu ile karşı karşıya geldi. Bu durum yıllar içinde ciddi bir sorun halini almış olmalı ki, 1868’de Geghi (Kiğı) kasabasını ziyaret eden Herman N. Marnum adlı bir misyoner şöyle yazmıştı raporuna: “… Bu yöreyi Kürtler tamamen istila etmiş durumda. Kürtler Hıristiyanlara her türlü kötülüğü yapıyorlar, gözlerini kırpmadan cinayet işliyorlar. Yerel makamlar, merkezi idareden çok uzak bir yerde oldukları için çok yozlaşmışlar...”

Aynı şekilde, 1872’de Ermeni Cismani Meclisi tarafından Bab-ı Âli’ye sunulan bir raporda Kürtlerin ve Çerkezlerin Ermenilere ve bölgedeki diğer etnik gruplara yönelik saldırılarından şikâyet ediliyor, bu grupları etkisiz bırakmak için bazı önlemler alınması isteniyordu. Bunlar arasında Osmanlı-İran sınırına ve Kürdistan’ın bazı bölgelerine kışlalar inşa edilmesi de vardı.

1878 Berlin Antlaşması

II. Abdülhamit’in tahta geçişinden bir yıl sonra patlak veren 1877- 1878 Osmanlı Rus Savaşı (‘93 Harbi’) Kürt-Ermeni ilişkilerini daha da gerginleştirdi. Savaş, Kürdistan’da büyük bir yıkım yarattı. Yetişkinlerin savaşa alınması, ağır vergiler ve ardından gelen yenilgi ekonomik yıkıma, açlığa ve sefalete sebep oldu.

Bütün bunların sonucu Şemdinanlı Şeyh Ubeydullah’ın isyanı oldu. Şemdinanlar Nakşibendiliğin Halidiye koluna bağlıydı. Şeyh Ubeydullah’ın huzursuzluğunu pekiştiren olaylardan biri bölgede bir Ermeni devletinin kurulacağı söylentisiydi. Bu korkunun temeli 93 Harbi’nden sonra imzalanan iki anlaşmaydı. Bu anlaşmalara göre Osmanlı İmparatorluğu Ermenilerin yoğun olduğu eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti ediyordu. Ermeniler bu maddelerden memnundu ancak Kürtlerin hissiyatını Heci Kadir Hoyi adlı bir şair şöyle dillendirmişti: “Cizre ve Botan yani Kürtlerin yurdunu/Ermenistan yapacaklar, yüzlerce kez yazık/Kuran’a yüz kez ahd olsun ki hiç gayret kalmamış/Hele kurulsun Ermenistan, Kürtlerden tek kişi kalmaz…”

Şeyh Ubeydullah’ın bir Osmanlı memuruna serzenişi de bu ruh halini açıkça yansıtıyordu: “Bu duyduklarım da ne? Ermeniler Van’da bağımsız bir devlet kuracaklarmış ve Nasturiler de kendilerine İngiliz tebaası ilan edip İngiliz bayrağını yükselteceklermiş. Kadınları silahlandırmak zorunda kalsam da buna asla izin vermeyeceğim.”

Şeyh Ubeydullah isyanı

1879’da kötü geçen hasadı bahane eden Şeyh, önce vergi sistemini değiştirmek için devletle pazarlığa başladı, istekleri yerine gelmeyince Nasturilerin de desteğini alarak hem Osmanlı Devleti’ne hem de İran’daki Kaçar Devleti’ne isyan ettiğini açıkladı.

İsyan sırasında bağımsızlık hayaline kapılan bazı Ermeniler, Kürtlerle merkezi devlete karşı ortak mücadele için bazı adımlar attılar ama ittifak kurulamadı. Albay Everett 25 Haziran 1880 tarihli mektubunda şöyle anlatıyordu durumu: “Bir Kürt-Ermeni ittifakını uzun süre reddettim. Birbirine bu kadar düşman görünen iki ırk arasında uyum olması bana olmayacak bir şey gibi geliyordu, ama ticaret bahanesi kullanılarak Dersim Kürtleriyle ve Mirza Bey’den başkasının olmayacağını düşündüğüm, Muş yöresinde güçlü bir aşiret reisiyle görüşmeler sürdürülüyor. Bir aydan süredir Şeyh Ubeydullah’la ilişkiler kurulmuş durumda.”

Kürt-Ermeni ittifakı kurulamamıştı ama Şeyh Ubeydullah’ın kendi kuvvetlerine, harekât sırasında Ermenilere ve Süryanilere dokunulmamasını emretmesi bir Hıristiyan kıtalini önlemişti. Sonuçta Kürtler Osmanlı ordularına karşı direnemedi. Uzun bir pazarlıktan sonra Şeyh Ubeydullah hac bahanesiyle Medine’ye sürgüne gönderildi. Şeyhin yenilgisi, Kürt toplumunda yeni bir iktidar boşluğu doğurdu. İktidar boşluğu daha büyük düzensizlik, kanunsuzluk ve kargaşaya sebep oldu.

İlk Ermeni partileri

Aynı yıllarda Ermeni toplumu da huzursuzdu. 1888’de bir misyoner şöyle yazmıştı: “Açgözlü bir idarenin (İstanbul’un) sürekli artan talepleri ile yağmacı (Kürt) komşuların acımasızlığı arasında sıkışıp kalmış olan bu köylüler...” Sonunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni tebaasına verildiği sözleri yıllardır yerine getirmediğini ileri süren bazı genç Ermeniler, Cenevre ve Tiflis’te ilk devrimci derneklerini kurdu. Ardından 1885’te Armenakan, 1887’de Devrimci Hınçak, 1890’da Taşnaksütyun partileri kuruldu.

1894 Sason Olayları

İşte bu tarihlerde, II. Abdülhamit’in önünde duran en önemli sorun Doğu vilayetlerinde düzeni yeniden tesis etmekti. Tanzimat’ın ‘Aydınlanmacı’ ideolojisini terk eden Abdülhamit, Sünni İslam dairesinde oldukları için doğal müttefik kabul edilen Kürtleri ‘eğiterek’ ve ‘örgütleyerek’ devleti eski gücüne kavuşturmayı planlıyordu. Eğitim işi, 1892’de kurulan Aşiret Mektepleri, örgütlenme işi de 1891’de Rusya’daki Kazak alaylarından esinlenerek kurulan Hamidiye Hafif Süvari Alayları aracılığıyla yapılacaktı.

Alayların kurulduğu yıl Hınçak militanlarından Mihran Damadyan nüfusun yarısının Kürt, yarısının Ermeni olduğu Bitlis yöresine giderek 1878 Berlin Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun yapmaya söz verdiği Ermeni Islahatı’nı bir türlü başlatmamasından şikâyetçi olan Ermeniler arasında çalışmaya başladı. Hamidiye Alayları ve yerel Kürt çeteleri Ermeni mallarını ve mülklerini gasp ediyor, ailelerini taciz ediyordu. Kısacası ortam barut fıçısı gibiydi, iş kıvılcımı çakmaya kalmıştı. 1894’te, Sason’da (o zamanlar Bitlis’e bağlıydı, bugün Batman’a bağlı) başlayan toplumlararası çatışmalar, Hınçakların katkısıyla kısa sürede tüm bölgeye yayıldı. Ama nüfusun çoğunluğunu oluşturan, askeri birlikler halinde örgütlenmiş ve silahlı olan Kürtler ve merkezi ordular işbirliği halinde Ermenileri ezmeyi başardı. Olaylarda binlerce Ermeni hayatını kaybetti. Ölümlerin hepsi çatışmalar sonucu olmamıştı. Açlık, hastalık ve yokluk nedeniyle de ölenler pek çoktu ama cesetlerin çukurlara doldurulup benzinle yakılması yüzünden hiçbir zaman gerçek sayı ortaya çıkmadı. Ermeni kayıplarını 80 bin olarak gösteren Kayzer II. Willhelm gibi II. Abdülhamit dostu kaynakların yanı sıra, 100 bin ila 200 bin arasında ölü olduğunu söyleyen Britanya ve Fransız konsolosluk raporları vardı. (Ermeni Patrikhanesi’nin rakamı 300 bine çıkarması ile eski diplomat-yazar Kamuran Gürün’ün 8.700 Ermeni ile 1.800 Müslüman’ın öldüğünü söylemesi ise uç örnekler olarak kabul ediliyor.)

Mayıs 1895’te, İngiltere, Rusya ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’na bir nota vererek, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi uyarınca, Vilayat-ı Sitte’ye gayrimüslim tebaadan yöneticilerin atanmasını istedi. Bu talepler gönülsüzce de olsa yerine getirildi. Ama Ermenilerin çilesi bitmemişti. Harput’taki misyoner kolejinin yöneticisi “Kürtler köyleri yağmalıyor... Kürtler bütün yaptıkları için devletin onayının ve otoritesinin arkalarında olduğunu iddia ediyorlar” diyordu.

Bir süredir toplumlararası çatışmaların sürdüğü Van’da, 18-21 Haziran 1896 günlerinde şehrin Ermeni erkekleri üç bölüğe ayrıldı ve sınıra doğru yürüyüşe geçirildi. Grup Xanasor mevkiinde Kürt Mazrik aşiretinin silahlı adamları tarafından kuşatıldı. Büyük kayıplar veren Ermeniler bu olayın intikamını almakta gecikmedi. Haziran 1897’de Taşnak ve Hınçak komitacıları Van’daki katliamlardan sorumlu tuttukları Mazrik aşiret lideri Şeref Bey’in obasına bir gece baskını yaptı. Ermeni çetecilerinin gece yarısı kör ateşinde sadece kadınlar ve çocuklar öldü, çünkü Şeref Bey ve adamları baskını haber alıp kaçmıştı.

Naci Kutlay’a göre 1894-96 yıllarındaki baskılar ve öldürme olayları özellikle Kürt aydınlarını harekete geçirmişti. İTC’deki Kürt aydınlardan Abdullah Cevdet’in ‘Dr. S.’ imzasıyla 8 Haziran 1898 tarihli Troşak’ta yayımlanan ‘Kürtlere Çağrı’ başlıklı yazısında “Ey Kürtler! Bu asır bilim asrıdır, dağlar içinde bilgisizliğin vakti geçmiştir (…) Sultan Hamid ne halifedir ve ne de padişahtır. O bir caniden başka bir şey değildir ve bu cani size Ermenileri öldürün diyor, fakat siz niçin ‘biz komşularımızı öldürmeyiz’ diyemiyorsunuz? (….) Ermeniler zülme karşı çıkmakta ve bu uğurda kanlarını dökmektedirler. Peki siz niçin halen hareketsiz duruyorsunuz? (…) Ermeniler sizin dostunuzdur. Siz onlarla birlikte 2000 senedir yaşamaktasınız. Bunun için Ermeniler size dost komşulardır…” diyordu.

İşte Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edildiği 1908’in arifesinde Batı Ermenistan-Kuzey Kürdistan coğrafyasında durum böyleydi. Hovsep Hayreni’nin ‘etik sorun’ olarak kodladığı Kürt-Ermeni ilişkilerinin 1915’te aldığı hali de önümüzdeki hafta anlatmaya çalışacağım.

Özet Kaynakça: Hans-Lukas Kieser, Iskalanmış Barış, İletişim Yayınları, 2010; Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıl’dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, Çeviren: Bedros Zartaryan, Med Yayınları, 1992; Ermeni Katliamları Raporu 1894-1895, İstanbul’da Görevli Altı Büyükelçiliğin Ortak Hazırladığı İstatistik, Hazırlayan P. F. Charmetant, Peri Yayınları, 2012; Naci Kutlay

http://www.radikal.c..._kalmaz-1141699

tarihinde katalan tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu yazıdan çıkarılacak dersler. 1- Osmanlı gibi güçlü siyasi bir çatı zayıflarsa alttaki daha küçük ayrı benlikler hemen baş kaldırmaya başlar. 2- 2000 yıl aynı topraklarda komşu olarak yaşayan Ermeni ve Kürtler hiçbir ortak benlik geliştiremediklerinden Osmanlı çatısı zayıflayı zayıflamaz kardeşliği geçtik komşu hukukuna bile sığmayacak şekilde birbirlerini kıtır kıtır keser, yakar, gasp eder ve tecavüz ederler. 3- Ermeniler binlerce yıldır Türklerle birlikte yaşadıkları halde hiçbir ortak benlik geliştiremediklerinden taa binlerce km uzaklıktaki İngilizleri Türklerden daha yakın hissetmişlerdir kendilerine. 4-Siyasi otorite gidi gitmez her tarafta ciddi anlamda anarşi baş göstermeye başlamış. 5- Kürtler 2000 yıldır Ermenilerle beraber yaşamışlarsa da İslam dini benliğinden dolayı Kürtler Türkleri Ermenilere tercih etmişlerdir. 6- Bir yazar ne kadar tarafsız olmaya çalışsa da Türk benliğine bir gıcıklığı varsa yazısına bu siniyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu yazıdan çıkarılacak dersler. 1- Osmanlı gibi güçlü siyasi bir çatı zayıflarsa alttaki daha küçük ayrı benlikler hemen baş kaldırmaya başlar.

1) Güçlü siyasi yapı ne zaman çatırdamaya başlamıştır.

2) Burada güçlü siyasi yapıdan kastınız nedir?

3) Bu genellemeyi yapmadan önce dünya tarihi üzerinde yeterince düşündünüz mü?

4) Sorun güç veya güçsüzlüğün ötesinde adalet, eşitlik vb uygulamalar belirleyici olabilir mi?

Not: Bazı soruların cevabını bilmiyorum :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

1) Güçlü siyasi yapı ne zaman çatırdamaya başlamıştır.

2) Burada güçlü siyasi yapıdan kastınız nedir?

3) Bu genellemeyi yapmadan önce dünya tarihi üzerinde yeterince düşündünüz mü?

4) Sorun güç veya güçsüzlüğün ötesinde adalet, eşitlik vb uygulamalar belirleyici olabilir mi?

Not: Bazı soruların cevabını bilmiyorum :)

Şu şöyle yaptı, bu böyle yaptı, o haksızdı yok ben haklıydım o benim kafama taş attı aslında ben düzgünce yolumda yürüyordum, hayır efendim o aslında bana küfretmişti. falan filan. Bunlar hep ıvır zıvır mahalle ağızıdır. Bunlar olayların gerçek nedenlerini açıklamaz. Bu yazıda da anlatılan olayların gerçek nedeni şudur. Yani büyük resme bakalım. Güçlü Osmanlı batı karşısında her geçen gün daha güçsüz duruma düşmüştür son 300 yılda. Çünkü batıda bu gün hepimizin bildiği bilim ortaya çıkmıştır. Osmanlı İslamiyet' den dolayı bilime karşı gelmişlerdir. Sonuçta bilim ve onun yarattığı teknik ve medeniyetten yediği dayaklardan dolayı Osmanlı abandone olmuştur. Siyasi çatının gücü azalınca doğal olarak en güçlü benliklerden olan milli benlikler canlanmıştır. Onlarda canlanıp büyümek istemiştir (Tüm benliklerin özelliği budur). Bu benlikler yüzlerce yıldır Osmanlı çatısı altında kaldıkları halde zayıflamayı hemen fırsat bilmişlerdir ayrılığa yönelmişlerdir. Her benlik diğer benliklere karşı çok acımasız olabilir ve hep kendini haklı görür.

Link to post
Sitelerde Paylaş

"İsyan etmeyen var mı" anlamında sormak istemiştim ama becerememişim

Müslüman ve Türk olanların isyanı, Müslüman ama Türk olmayanların isyanı , Müslüman olmayan ve aynı zamanda Türk olmayanların isyanları arasında farklılıklar var. Müslüman ve Türk olanlar, elde ettikleri yerel iktidarlarını biraz daha güçlendirmek tarzında olur iken, Müslüman olmayan ve aynı zamanda Türk olmayanların isyanları tamamen kopma hatta Türkleri ve Müslümanları yani Osmanlıyı yok etme şeklinde olmuştur.
Link to post
Sitelerde Paylaş

kürtlüğümle gurur duyuyom

İçi boş bir gurur.

Nesinden gurur duyuyorsun?

Ben Türklüğümden gurur duymuyorum.

Çünkü Türklerin kurduğu uygarlıklardan çok daha ileri uygarlıklar var dünyada.

İnsanların kendi etnik niteliklerinden gurur duymaları için bazı nedenler olmalı.

Sen Kürtlüğü seçmiş değilsin. Kürt olarak doğmuşsun.

Bir şeyden gurur duymak değerler arasından seçim yapmaktır. Senin seçim yapma olanağın bile yok.

Kürt doğmuşsun, Kürt öleceksin.

Ne Kürt doğmak, ne de doğmamak elinde değil.

Kürtlüğünle gurur duyacağına, ona gurur duyulacak bazı değerler kazandırmaya çalış.

Senin gibi bir cahilin ben Kürtlüğümle gurur duyuyorum demesi Kürtlüğü yüceltmez. Küçültür.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ermenilerin neden ırkçı, insanlık düşmanı, kindar, bencil, sapık, s.o.b. olduklarını bilmek ister misiniz?

Onlara bu suçlamalarla saldırmak haksızlık gibi duruyor, değil mi?

Haksızlık olup olmadığını bir zahmet siz araştırın.

Ermenisten adında bir ülke var.

O ülkede kaç Türk ve Kürt ailesi yaşıyor?

Eğer cevabınız sıfır ise, Ermeniler için yukarda yazdığım suçlamalar doğrudur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

kürtlüğümle gurur duyuyom

Gurur duyacak nesi var?

Kürdün kürdü ezdiği kadar yeryüzünde başka bir millet olmadığı için mi gurur duyuyorsun?

Dönde şöyle bir PKK gerçeğine bak. PKK Kürtleri yıllarca kandırdı ve doğu'da; eğitim, sanayii, gelişim, iş, aş her şeyi bitirdi. İşte bunu kürtlere kürtler yaptı.

Gurur duyacak neyin var?

Piyasaya çıkıp kürtlere özerklik diye bağıran ancak batıda iş yatırımları yapan kürt millet vekilleri veya kürt iş adamlarıyla mı gurur duyuyorsun?

Hep söylemişimdir türk, kürt, ingiliz, amerikalı diye bir şey yoktur, gerçekte yalnızca tek bir insan ırkı vardır. İnsanlara taraf ve ırk yakıştırması yapmanın anlamı bir topluluk oluşturup o topluluğu kullanmak ve sömürmektir.

Doğuluysan bilirsin, koyunu olanlar koyunlarının sırtına farklı renklerde boyalar sürerler ya da kulaklarını keserek "en" denilen işaret şekli belirlerler. Bunun anlamı şu renkli veya şu işaretli koyunlar benimdir. Bu olay koyunlarda olduğu gibi insanlarda da aynıdır, bunun için insanlara ırk, kültür, inanç gibi ayırt edici enleri veya işaretleri kabul ettirmen yeterlidir. Olanda budur zaten. Ancak insanlar akıllandıkları zaman evrimlerinde üçündü dönüşümünü tamamlamış olacaklardır, itibariyle insanlar gerçekte tek bir toplum olduklarını kabul edecekler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ermenilerin neden ırkçı, insanlık düşmanı, kindar, bencil, sapık, s.o.b. olduklarını bilmek ister misiniz?

Onlara bu suçlamalarla saldırmak haksızlık gibi duruyor, değil mi?

Haksızlık olup olmadığını bir zahmet siz araştırın.

Ermenisten adında bir ülke var.

O ülkede kaç Türk ve Kürt ailesi yaşıyor?

Eğer cevabınız sıfır ise, Ermeniler için yukarda yazdığım suçlamalar doğrudur.

Seni destekliyor ve sana katılıyorum.

Sevgili Hacı'nın delilleri:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ermenistan_Azerileri

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...