Jump to content

KURAN DEĞİŞTİRİLDİ Mİ? GERÇEKLİĞİNDEN EMİNMİYİZ?


Recommended Posts

KURAN DEĞİŞTİRİLDİ Mİ? GERÇEKLİĞİNDEN EMİNMİYİZ?

Kuranı kerim Müslümanların kutsal kitabı. Günümüzde her Müslüman’ın gerekirse canını verebilecek kadar bağlı oldukları bu kitap gerçekten Allahın sözümü? Ve ilk Müslümanlarda bu kitaba bu kadar değer vermişlerimidir?

1400 senelik bir geçmişi olan ve ne zaman nerede kaleme alındığı tam olarak bilinmeyen bu kitabın gerçek olduğundan ne kadar emin olabiliriz.

Allahın hata yapmayan olması gerekir. Hata yaratıcı için söz konusu olamıcak kadar kritik bir konudur. Yaptığı her şey kusursuz olmalı değil mi? Bunu bütün teistler asla inkar edemicektir. Olması gerekendi pek tabiî ki budur.

Peki ya Müslümanların kitabı kuranı kerim? Yani Allahın bu dünyaya gönderdiği ve kendisinin koruyacağını taahhüt ettiği bu kitap hatasız mıdır?

NİSA-82. Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.

Bakın ne kadar güzel söylemiş yüce yaratan. Şim di bakalım kusursuz olması gereken bu tanrı kitabında çelişkiler varmıdır.

İLK MÜSLÜMAN KİMDİR ÇELİŞKİSİ.Sizce ilk Müslüman kimdir?

Enam-163. O’nun hiçbir ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.” Yukarıdaki ayet, Muhammed hazretlerinin ilk Müslüman olduğunu belirtir ama hükümsüzdür.

Araf-143. “Sen sübhansın”, “tevbe ettim, sana döndüm ve ben müminlerin ilkiyim,” dedi.

Yukarıdaki ayet de Musa‘nın ilk Müslüman olduğunu belirten ayettir ve o da hükümsüzdür.

Her iki ayeti de hükümsüz kılan ayet:

Ali İmran- 67. İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyandı. Fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden de değildi.

İbrahim, Muhammed’den de, Musa’dan da önce yaşadığına göre Müslümanlığı onlardan öncedir. Adem, İdris, Nuh gibi İbrahim’den önce yaşamış olan peygamberlerin Müslümanlık sırasının ise hesaba katılmadığını görüyoruz.

İSLAMIN HOŞGÖRÜSÜ-HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜ

"Islâm'da zorlama yoktur" (K. Bakara 256) seklindeki hükümlere dayanarak "Islâm hoşgörü dinidir" diye konuşur

Zorlamayı öngören ve hoşgörü’yü kökünden yok eden hükümlere dayalı olarak farklı din ve inançta olanlara karsı düşmanlık beslemekten geri kalmaz ve örneğin Kurban’daki "İslâm’dan gayri bir dine yönelenler sapıktır!” (K. İmrân 85; Teybe 33 ),

Ya da “Müşrikleri nerede görürseniz öldürün!” (K. Tevbe, 5

Ya da “Islâm'a aykırı bir inanışta ise analarınız, babalarınız, yakınlarınız için mağfiret dilemeyin, onların namazını kılmayın vs..." (örnegin K. Tevbe 23, 84, 113; Ahzâb 60-61) seklindeki nice buyruklarla da uymayı doğal sayar.

BİR TARAFTAN ÖZGÜR DÜŞÜNEBİLİRSİNİZ DİĞER TARAFTAN İSE SİZİN ADINIZA ALLAH DÜŞÜNÜR ÇELİŞKİSİ

Yine bunun gibi, bir yandan Kur'ân'in: "Basınıza gelen her hangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı isler yüzündendir" (Sûra 30; Nisha 79 vs...);

ya da:"Yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz" (al-Nahl 93) seklinde olan ve “irâde serbestisi”ne ve “kişi’nin sorumluluğu”na yer verir gibi görünen âyet'lerine sarilirak "İslâm akil dinidir, özgürlük dinidir" diye konuşurken,

diger yandan Kur'ân'in bu hükümleriyle çatışan, örneğin:"Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir" (K. al-Nahl 36, 93: Fâtir 8; Müddessîr 31, 42, vs); ya da: "Tanrı dilediğinin gönlünü açar onu Müslüman yapar... dilediğinin kalbini dar kilar (kâfir yapar)" (K. En'âm 125); ya da: "Allah isteseydi puta tapmazlardı..." (K. En'âm 107) seklinde olan hükümlerini benimseyerek, gerçeklere “irâde serbestisiyle”, yâni “akilci düşünce” yolu ile değil fakat gökten indiği söylenen Kur'ân hükümleriyle gidilebileceğini savunur. Bundan dolayıdır ki İslâm dünyasının "büyük bilgin ve düşünür" diye bildiği nice kişiler "Ben aklimi kullanmam, kullanmamakla iftihar ederim" diyebilecek kadar kendilerini vahi”lerin egemenliğine terk etmişlerdir.

Birileri bizimle 1400 yıl dalga geçmiş …

İslam kaynaklarından öğrenmekteyiz ki, Kuran’daki çelişkiler, İslamcın daha ilk anlarından itibaren fark edilir olmuştur. Ö kadar ki, Muhammed’in verdiği emirlerin birbirini tutmaması ve örneğin bir gün “helal” bilip izin verdiği şeyi, bir başka gün “haram” sayması ya da yasaklaması, çevrede dedikodu konusu olmuştur. Birtakım kişiler açıkça şöyle konuşmaya başlamışlardır: “Muhammed bugün emrettiğini yarın yasaklayarak ashabıyla alay ediyor.” Bunu söylerlerken Muhammed’i “iftiracı” olarak tanımlamışlardır.1 Muhammed, o dönemde henüz güçlü durumda olmadığı ve bu nedenle bu gibi kişilere karşı şiddet yoluna başvuramayacağını bildiği için, buyrukların Tanrı tarafından konup, gerektiğinde Tanrı tarafından kaldırıldığına dair Kuran’a ayetler koymuştur. Bunlardan biri şöyledir:

“Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman —ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- ‘Sen ancak bir iftiracısın’ dediler…”(Nail Suresi, ayet 101).

Yazdıklarım meşhur Allah kitabında olan çelişkilerden sadece bazıları idi daha bir çok örnek verilebilir bu konuda. Ayrıca kuranda hükmü kaldırılan ancak bizim bunların hangileri olduğunu bilmediğimiz ve asla bilemiceğimiz ayetlerde mevcuttur.

bakara106;Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (Diyanet)

yani iyi bir Müslüman olsak bu kitaba harfiyen inansak dahi içinde bazı hükümlerin Allah tarıfından kaldırıldığı açık. Ama biz bunu bilemiyoruz.

Pekala her şeye tamam dedik peki eminmiyiz Allahın sözünün bu günlere değiştirilmeden geldiğinden? Allahın peygamberine ilettiği bu kitap peygamberin zamanında dahi kitap haline gitrilememiştir oysa Allah bunun taahhütünü daha peygamber hayattayken vahy yolu ile vermiştir lakin peygamber dinlememiş kaale almamış sanırım.

"Onu toplamak ve okutmak bize aittir. O halde biz onu sana okuduğumuz zaman okunuşunu takip et." (Kıyâme,75/17-18) ne yazık ki toplamak ve kitap haline getirmek Allah kendi işi olduğunu söylesede bu anca peygamberin ölümünden sonra mümkün olmuştur.

Biliyoruz ki peygamber kuranı bir kitap haline getirtmemiş ve kendi ölümünden sonra yok olmaya terk etmiştir. Bunun sebebi sanırım dünyevi hayata düşkünlüğünden ve tek isteğinin kendi krallığını yaşatmak istemesinden olmuş olsa gerek.

Bakalım Allahın kitabı asla değiştirilmemiş ve değiştirilmicek olması gereken ve bu konuda çelişkili durumlara mahal vermemesi gereken bu kusursuz kitap nasıl derlenmiştir.

Peygamber vefatından sonra Yemame Savaşı gibi yetmiş kadar hafızın şehit olması ve benzeri olaylar Kur'an'ın müstakil bir cilt halinde derlenmesi zaruretini ortaya çıkardı.

Ebû Bekir in halifeliği günlerinde bu görev vahiy kâtiplerinden Zeyd bin Sâbit'e verildi. Zeyd de çeşitli maddeler üzerine yazılan Kur'an ayetlerini topladı, hepsini bir araya getirdi. İşte ilk defa meydana getirilen bu Kur'an'a "Mushaf" ismi verildi.

"Ne var ki, bu hafızların bir bölümü cihatlarda şehit olunca bazı boşluklar baş gösterdi. Muhammed’den sonra, halife Ebubekir, Kur’an surelerini toplattı, yazılı olmayanları yazdırdı. Kur’an’ın ilk yazılı biçimi kağıt ya da deri üzerindeydi; bunlara suhuf (sayfalar deniliyordu).

Kur’an’ın ilk orijinali: Küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazılıydı. Yakıldı.

Kur’an’ın ikinci orijinali: Ebubekir döneminde yapılan derleme. Yakıldı.

Kur’an’ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan “azmalar”. Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yok.

Kur’an’ın üçüncü orjinali üzerine:

Osman döneminde mushaflaştırılan Kur’an’ın orjinalinin bulunmayışı çok tuhaftır. Osman döneminden kalan orjinal bir Kur’an mushafı yoktur, ama Osman’ın dönemindeki kur’an’ın kopyaları -ki en iyimser rakamla 8.yy’a ait bir kopya vardır elimizde(1)- kendi zamanından çok sonrasına aittir.

Peki Osman ne zaman halifelik yapmıştı?

644 yılından 656′daki ölümüne kadar, 12 yıl boyunca, halifelik yapmıştır.

Elimizde ki en eski mushaf en iyimser rakamla 8.yy’la aittir. 8.yy,701-800 tarihleri arasındaki zaman dilimini temsil eder. Osman 644-656 yılları arasında halifelik yapmıştır. Elimizde ki o mushafa göre ve Osmanın halifelik yaptığı zamanı kıyaslarsak; elimizde ki mushafın Osman’ın döneminden daha sonra yazılmış olduğuna varırız. O halde Osman zamanında ki mushafın orjinali yeryüzünde yoktur. Elimizde ki en eski mushaf’ın Osman’ın döneminde ki orjinalin kopyası olduğunu düşünsek bile ortaya bir kaç sorun daha çıkıyor ;

Elimizde ki mushaf’ın Osman döneminde ki orjinal mushaf’tan kopya edildiğini düşünürsek en iyimser rakamla yaklaşık 50 sene fark var. Orjinal’den kopya edilmiş olsa bu eser neden 50 sene sonrasında kopya ediliyor?

Cevabı kimse bilmiyor aslında. Elimizdeki verilere göre bir mantık yürütürsek: Kur’an ın orjinali ve/ya orjinalinden kopya edilmiş saf haliyle bir Kur’an mushafı elimizde yoktur. O halde Kur’an ın tek harfi bile değiştirilmemiş bir kitap olması bir yana tamamının değiştirilmiş olması bile söz konusudur.

1- Kur’an Muhammed’den çok sonra yazılmıştır ki bu konuda islam’da aynı şeyi söyler.

2- Elimizde osman zamanından kalma orjinal ve/ya kopya herhangi bir mushaf yeryüzünde bulunmamaktadır.En eski Kur’an mushafı –ki islami çevre Osman zamanından kalma olduğunu iddia eder,matematiksel ve mantıksal süzgeçten geçirdiğimizde bunun olamıyacağını ve olması dahilinde ortaya başka sorunların çıkabilceğini yazdım- 8. yy ‘a ait ve şu an Özbekistan-Taşkentte bulunan koruma altında ki mushaftır.

3- Kuran’ın tek harfi bile değişmedi iddia’sının sav dahi olamayacağını ve eldeki verilere göre geçersiz bir iddia olduğunu anlamış bulunmaktayız..

Şimdiye kadar ki araştırma yazımda Kur’an’ın orjinalinin bulunmadığını ve elimizde ki en eski Kur’an mushafının 8.yy’la ait bir el yazması olduğunu yazdım. Oysaki güvenlik ve sağlam kalması açısından Muhammed yaşarken kur’an’ı düzgün bir biçimde vahiyin gelme sırasına göre dizmeliydi, ama dizmedi.

Peki Muhammed bunu akıl edemediyse,Allah’ta mı akıl edemedi?

Böylesi önemli bir noktayı gözden kaçırmış olamazlar. Bu sorundan bile çıkarılabilcek bir sonuç vardır aslında. Muhammed’in Kur’an’ı kendi yazmış olması ve önemsememesi.

Oysaki gerçekten Allah’ın sözleri olsaydı, Allah bu önemli noktayı atlamazdı.Hak din olduğunu iddia ettiği İslam’ın en önemli kaynağını yani Kur’an’ın düzgün bir biçimde kayda geçirilmesini Muhammed’e emretmesi gerekirdi.Ama böyle bir emir(ayet) yada başka bir şey yoktur. Buda bize Kur’an’ın tanrısının(Allahın) Kur’an’ın gelecek nesillere ulaşmasını umursamadığını göstermektedir. Ne tuhaftır ki üstelik son din olduğunuda önemle vurguluyor.

Sonuç: Kur’an’ın tek harfi bile değişmediği iddiası mantıksal ve bilimsel verilerle çelişen, yanlışlanan geçersiz bir iddiadır. Kur’an’ın tek harfi’nin değişmediği bir yana büyük bir kısmının değişmiş olabilceği ihtimali vardır. Çünkü elimizde orjinal bir Kur’an yoktur. Orjinalden kastım Muhammed zamanından kalma bir mushaf yoktur. Muhammed öldükten sonra kitaplaştırma çalışmaları olmuştur ama elimizde yine yoktur ki Ebubekir zamanında ki mushafın yakıldığını hadislerden öğreniyoruz.

İslam dininin tüm kaynakları sağlam temellere dayanmamaktadır. Böylesi bir inanca körü körüne bağlanmak ne demektir artık orası sizin sorgulama yeteneğinize kalmıştır.

Saat geç oldu şimdilik bu konuda söyleyebileceğim bir şeyde kalmadı zaten. Bundan sonra bu konu hakkında söylenmesi yazılması gereken ne varsa tartışırız hep birlikte.

Yazımı ömer tarafından söylendiği belirtilen bir rivayet ile bitirmek istiyorum;

‘’İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)’’

Link to post
Sitelerde Paylaş

kuranı kerim değişmemiştir çelişkide yok. iyi düşünün

İslam dini İlk insan olan Ademden kıyamete kadar, İnsanlardan bu dini kabul edenlerin Müslüman olarak isimlendirildiği bir dindir, bu süreçte İlk Müslüman’ın Adem olması kaçınılmazdır, İslam dininde sayısal sıralama da Müslüman olan kimsenin kaçıncı Müslüman olduğu, İslam dinini açısından bir üstünlük olarak kabul edilmez, sayısal olarak ilk olma İslam dini açısından kabul edilmiş olursa Bir no.lu Müslüman olarak ademin veya Bir no.lu Müslüman olarak eşinin en üstün olması ve sırasıyla ondan sonra gelen çocuklarının üstünlüğü paylaşmaları, son peygamber olan Muhammed in en düşük dereceli olması gerekir, bu tür mantığın İslam dininde bir değeri yoktur, İslam dininde dereceler sayısal sıralamaya göre değil takvaya göredir, durum böyle olanca, Müslümanların ilkiyim veya Müminlerin ilkiyim diyenler ne demek istemektedirler, bu sözü söyleyenlerin anlatmak istediği, en tereddütsüz olarak inananların başında geldiğini onlardan biri olduğunu anlatmasıdır, bu tür bir kabul doğrudan takvayla ilgili olduğundan derece bakımından değer taşır, İman etmede en başta gelenlerden olmanın önemi açık tır, bunlar bir gurup olmakla beraber, bunlarında en başında olduğunu söyleyen kimse iman edenlerin en iman edeniyim veya Müslümanların en Müslüman olanıyım ifadesiyle nefsinde kabul ettiği en yüksek kabulü vurgulamaya çalışan bir kimsedir, bu iman veya Müslüman olma ikrarının kabulünün bir çeşididir, bunu söyleyen kimse bununla, her hangi bir Mümin veya Müslüman dan üstün olduğunu söylememektedir, sadece imanda kabul derecesini ifadelendirmektedir

ben müslümanların ilkiyim tereddütsüz inandım en tereddütsüz olarak inananların başındayım demek

Link to post
Sitelerde Paylaş

bu ayetler arasında kesinlikle çelişki yoktur. Bunu şöyle bir örnekle anlatalım: Bir komutan askerlerine şu emirleri vermiş olsun:

— Siz insanları barışa davet edin, bu konuda zorlayıcı olmayın.

— Size karşı savaşırlarsa siz de onlarla topyekûn savaşın, aşırı gitmeyin.

— Eğer sizinle anlaşma yapmak isterlerse onlarla anlaşın.

— Anlaşmaya sadık kalmayıp bozarlarsa onları nerede bulursanız öldürün.

Şimdi düşünelim, bu emirler arasında çelişki var mı? Elbette ki yok. Ama T. Dursun gibi bu emirleri Bektaşi mantığı ile alırsanız sonuç şöyle olur:

— İnsanları barışa davet edin

— Onlarla topyekûn savaşın

— Onları nerede bulursanız öldürün

Görülüyor ki verilen emirlerden yukarıdaki gibi bir seçimde bulunursanız emirler arasında bir çelişki olduğu zannedilir. Ancak her emrin veriliş nedeni zamanı ve şartları dikkate alınırsa, hiçbir çelişki olmadığı görülür. Şimdi bu konudaki Kur’an ayetlerini değerlendirelim:

Peygamberimizin hayatını ve Kur’an ayetlerinin iniş sırasını incelediğimizde inkârcılara karşı takınılan tavrı şu safhalar içinde değerlendirmek mümkündür.

a) Davet ve tebliğ safhası

B) Savaş veya anlaşma safhası

c) Anlaşmaya uyulmadığı durumda ültimatom ve topyekun savaş safhası

işte inen ayetlerin hepsi de bu şart ve ortamlar içinde geçerlidirler. Aralarında bir çelişki yoktur.

2) “Sizden sabreden 20 kişi olsa ikiyüzü (düşmanı) yenerler. Sizden sabreden 100 kişi olsa kâfirlerden 1000 kişiyi yenerler.” (8:65)

“Şimdi Allah sizden yükü hafifletti sizdeki zaafı gördü. Sizden sabreden 100 kişi olsa 200′ü yenerler. Eğer sizden 1000 kişi olsa Allah’ın izniyle 2000’i yenerler.” (8:66)

İlk ayette mü’minlerin karşı koyabilecekleri düşman sayısı oranı 1/10 iken ikinci ayette bu oranın 1/2 olduğu görülmektedir. T. Dursun bunun bir çelişki olduğunu söylemektedir. Hâlbuki ayetler sebep sonuç ilişkisi açısından incelendiğinde ayetlerde çelişki olmadığı görülür. Şöyle ki: Önce iki ayette geçen sayıları karşılaştıralım, birinci ayette 20 ve 100, ikinci ayette ise 100 ve 1000 mü’minden bahsedilmektedir. İkinci ayetteki sayı artışından anlıyoruz ki Müslümanlar çoğalmıştır. Müslümanların sayıca artışına karşılık nitelik (güç ve kararlılık vs.) aynı oranda gelişmemiştir. Yani nicelik artmış fakat ortalama nitelik azalmıştır. Bu nedenle ilk ayette Müslümanlarda zaaftan bahsedilmemekte, İkinci ayette ise onlarda zaaf olduğundan söz edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında ilk Müslümanlar güçlü olduklarından dolayı biri on düşmana karşı gelebilirken yeni Müslümanlardan her biri zaaftan dolayı iki düşmana karşı ancak savaşabilirdi. Görülüyor ki ayetler arasında çelişki yoktur. Aksine burada sosyolojik bir kanundan bahsedilmektedir. İddia edildiği gibi haşa Allah bilmediği şeyi öğrenip yanılgı sonucu görüşünü değiştirmiş değildir.

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki, söz konusu ayetlerin her biri ayrı şartlarda geçerlidir. Müslümanlar birlik içinde kuvvetli bir imana sahiplerse birinci ayetle, bu konuda zaafları varsa ikinci ayetle amel edeceklerdir. Allah’ın sözünde (prensiplerinde, adaletinde ve merhametinde) değişme yoktur. Değişiklik toplumsal değişmeye bağlı olarak pratiklerde olur

http://gercekdinbudur.wordpress.com/

tarihinde Mikelanjo tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

ayrıca peygamberimizin sanıldığı gibi mal mülkü yoktu çoğunluklu açtı

-Hz Hatice:40 yaşlarında iki çocuklu, dul.

1.1–25 yaşında genç, ahlaklı, namuslu, yakışıklı, Mekke’de aristokrat sayılan bir sülaleye mensup ve asil birisi olan Hz. Peygamber daha gençliğinde iken sadece zenginlerin üye olabildiği “Hılfu’l-fudul” derneğine zengin olmadığı halde dürüstlüğünden, asaletinden ve haksızlıklara karşı oluşu nedeniyle kabul edilmişti, isteseydi genç, zengin birçok kızla evlenebilirdi. Eğer gayesi zenginlik, cinsellik, makam ya da bunların dışında bir şey olsaydı, ilk evliliğini niye Hz. Hatice gibi kendisinden büyük, iki defa evlenmiş dul ve iki çocuklu, yaşça kendisinden büyük birisiyle yapsın?

1.2-Eğer Hz. Muhammed a.s. Hatice ile sadece zengin olduğu için onunla evlenmişse, niye eşi tarafından kendisine hediye edilen köle Zeyd’i bile azat edip, onu üvey evlatlığa kabul etsin?

1.3-O toplumda, eşi Hatice’nin malını istediği gibi harcamak hakkına sahipken niye lüks ve israf içerisinde yaşamayı tercih edip sosyete içerisine katılmasın?

(Not: Hz. Muhammed a.s. ı zengin bir kadın olan Hz.Hatice ile evlenmekle ve onun parasını davası için kullanmakla itham eden dinsizler önce Marx’ın hayatını iyicene bir okusunlar. Marxı’n alman bir tekstilcinin büyük oğlu olan arkadaşı Engels’ten dava(!) adına özellikle İngiltere sürgününden sonra nasıl faydalandığını bir araştırsınlar.)

1.4-Ramazan ayı boyunca, Nur dağında ki Hira mağarasına çekilip murakabeye dalıp yanında götürdüğü azıkla yetinsin va genelde ömrü bu çerçevede geçsin?

1.5-Eğer eşinin parasını yemek için onunla evlendiyse, Saib’le niye iş ortaklığı yapsın, evlendikten sonra niye ticaretle uğraşmaya devam etsin?

1.6-Peygamber efendimiz, peygamberliğini ilan ettiği zaman Mekkeli müşrikler, amcası Ebu Talib aracılığıyla peygamberimize şu teklifte bulunurlar: ‘Ey Muhammed eğer sen para istiyorsan sana para verelim, başımıza başkan olmak istiyorsan seni başkan yapalım, eğer istiyorsan seni kabilemizin güzel kızlarıyla evlendirelim. Yeter ki sen bu davadan (yani İslam’ı anlatmaktan) vazgeç. Peygamberimiz onlara şu cevabı verir:

“Bir elime ayı, bir elime güneşi koysanız ben bu davadan vazgeçmem”. Demiştir.

Mekke dönemi işkence ve zorlukla geçen Peygamber (a.s) Mekkelilerin “Seni başkan yapalım bu davadan vazgeç” tekliflerini niye kabul etmesin?

Hâlbuki bu teklifi kabul etseydi Mekke şehir devleti başkanı sıfatıyla istediği her şeye kolayca ulaşabilirdi. Ne kendisi ne de kendisine tabi olanlar ileride sıkıntı çekmezdi.

Kadın düşkünü olduğu iddia edilen Peygamber (a.s) “Seni kabilemizin güzel kızlarıyla evlendirelim” teklifini kabul etseydi, istediğine çok daha kolay ulaşmaz mıydı?

1.7-Hz. Peygamber, Hz. Hatice’nin tüm malını ve kendisinin ticaretten kazandığını Allah yolunda dağıtmış, daha sonra kendisine gönderilen hediye ve altınları da fakirlere dağıtacaktır.

1.8- Kadını düşkünü(!) olduğu iddia edilen Hz. Peygamber, niye Hz. Hatice ile 25 sene yaşasın?

1.9- Hz. Hatice ile peygamberimiz 25 sene evli kalırlar. Hz. Hatice, peygamberimize : “Ey Muhammed ben yaşlandım, artık başka hanımla evlen” deyince “Böyle söyleme Hatice, üzülürüm.” Diyen Peygamber o zaman niye evlenmesin?

1.10-Hz. Peygamberin ölümünden sonra miras olarak bıraktığı tek şey “Fedek” arazisidir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamberin “Biz Peygamberler miras bırakmayız” hadisini naklederek o araziyi de devlet hazinesi olan “Beytü’l–Mâl”e almış ve halkın menfaatine sunmuştur.

1.11-Bir devlet başkanı olan ve zenginlik içinde yaşadığı ima edilmeye çalışılan Hz. Peygamber, vefat ettiğinde canı kadar sevdiği ve hayattaki tek kızı olan, Hz. Fatıma’ya niye hiç miras bırakmasın?

1.12-Hz. Fatıma’nın çeyizi: üç minderden başka, Saçaklı bir halı, İçi, hurma lifi ile doldurulmuş bir yüz yastığı, iki tane el değirmeni, Bir tane su tulumu (kırba),Topraktan yapılmış bir su testisi, Meşinden yapılmış bir su bardağı, Bir elek, Bir havlu, Tabaklanmamış bir koç postu, Eskiyip tüyü dökülmüş Yemen dokuması alacalı bir kilim, Hurma yaprağından örülmüş bir sedir, Yemen işi alacalı iki elbise, Bir kadife yorgan, dan ibaretti.

Geceleri; üzerinde uyudukları, gündüzleri de, biraz kestirip uykusuzluklarını giderdikleri döşekleri, koç postu idi. (İslam Tarihi, Asım KÖKSAL, 9/ 258, ibn-l Sa’d-Tabakat, c. 8, s. 8-25, Diyarbekrî-Hamîs, c. 1, s. 463,) Kendi öz kızını Hz. Ali ile evlendiren Hz. Peygamberin kızına verdiği çeyiz bunlardan ibarettir.

1.13-“Genç yaşta yaşlı ama zengin Hatice’yle evlendi ve onun parasını yedi” diyenler için şu örnekler onun yaşantısını anlamaya yeter mi bilemeyiz:

Devlet başkanı sıfatıyla kendisine verilenler bir gün dahi kalmaz fakir ve ihtiyacı olanlara dağıtılırdı. Bunun örnekleri sayılamayacak çoktur.

Hazret-i Âişe’nin gelin olarak girdiği ve hayatının sonuna kadar yaşadığı hücre, Mescid-i Nebevî’nin Şam tarafına düşen, kapısı Mescide açılan, genişliği 6-7 arşından, duvarları kerpiçten, tavanı hurma bölmeleri ve yapraklarından ibaret, uzunca bir adam boyu yüksekliğinde bir kulübe idi. Yağmurun sızmasına mani olmak için tavanın üzerine yün tortusu örtülmüştü. Kapısı ardıç veya sac denilen bir ağaçtan veya örtüdendi. (Edebü’l-Müfred S. 202).

Bu mütevazı hücredeki eşya da: Bir sedir, bir hasır, bir kat yatak, bir yastık, un ve hurma koymak için iki çanak, bir su kabı, bir su bardağından ibaretti.

Ehl-i beyt’in üç gün arka arkaya muntazam bir yemek yediği de vâki değildi. Ekseriya hurma ve su ile geçinirlerdi. (Sünnen-i İbn-i Mâce C. 2, S. 536).

Bazan ay geçer de bu mutavâzı hücrenin kandilinin ışıldadığı, baca­sının tüttüğü görülmezdi. (Müsned – İbn-i Hanbel C. 6, S. 217).

Rasûl-i Ekrem, Hazret-i Âişe’nin hücresinde bulunduğu zaman yiyecek bir şey bulunup bulunmadığını sorar, o da hiç bir şey bulunmadığını söylediği vakit o günü oruçlu geçirirler, yahut Medine’li müslümanlardan biri bir miktar süt gönderir ve bu sütle iktifa olunurdu. (Müsned – İbn-i Han­bel C. 6, S. 49- 244).

Rasûl-i Ekrem’in irtihal buyurduğu gün, Hazret-i Âişe’nin evinde bir günlük yiyecek bile yoktu.

Hz. Âişe, iki kız çocuğu ile bir şey istemeğe gelen fakir bir kadına bir tek hurmadan başka verecek bir şey bulamamış, onu da, ona vermiş­tir. (Edebü’l-Müfred S. 45).

Hicretin 9 uncu senesinde Medine’ye gelen mallar ve ganimetler son derece çoktu. Her taraftan Medine’ye zahire gönderiliyordu. Buna rağmen Rasûl-i Ekrem’in evindeki hayat tarzı değişmemiş, de­ğiştirilmemiştir.

Hayber’in fethinden sonra eşlerine tahsis olunan erzak dahi fakirlere tasadduk ve misafirlere ikram dolayısıyla vaktinden evvel tükenir, bazı günler ehl-i beyt aç kalırlardı.

Ehl-i beyt arasında emir ve reis kızları vardı. Bunlar, baba­larının veya eski kocalarının evlerinde müreffeh bir hayat geçirmişlerdi. Medine’de herkes az çok refah içinde yaşarken bunlar, kendilerinin sıkıntı içinde bırakılmalarına dayanamamışlar, başkaları kadar olsun müreffeh yaşatılmalarım istemişlerdi. Başkaları İçin hoş görülebilecek olan bu taleb ehl-i beyt için hoş görülemezdi. Onlar, maddî hayatın geçici zevklerinden kendilerini uzak tutabilecek dereceye yükselmekle mükellef birer fazilet ve feragat timsali idiler. Bunun için iki şıktan birini seçmekte serbest bırakıldılar: Ya dünyayı tercih edip Rasûl-i Ekrem’den ayrılacaklar yahut âhireti tercih ederek Hz. Peygamberin evinde kalacaklar, ikisini bir araya getiremeyeceklerdi.

Yüce Allah bunu Peygamberine, Ahzâb Sûresi’nin : “Ey Peygamber. Zevcelerine deki: Eğer sîz dünya hayatını ve zînetini istiyorsanız, geliniz size talak hakkınızı vereyim de hepinize güzel bir tarzda yol vereyim. Şayet Allah’ı ve Peygamber’inî ve âhiret yurdunu is­tiyorsanız şüphe yok ki Allah, sizden iyilik eden kadınlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.” Mealindeki 28 ve 29 uncu âyetleriyle tebliğ etti.

Hz. Peygamber, bu hususu Hazret-i Âişe’ye açıklayıp anne-babasına danışmadan karar vermemesini hatırlattığı zaman Hazret-i Âişe’nin cevabı şu idi: Ya Rasûlallah; ben, Allah’ı ve Rasûlullah’ı tercih ediyorum. (Tabakat’ı İbn-i Sâd C. 8, S. 47; Müsned C. 6, S. 185, Caetanin’nin İsnad ve İftiralarına cevap, A.KÖKSAL, s.52–53)

Batılı yazarlar, “Hz. Peygamber@ Mekke Dönemi’nde Peygamber’di. Medine’ye geldikten sonra ise hükümdar oldu” demektedirler. Ama gerçek şudur ki, bütün Arapları boyun eğdirip idaresine aldıktan sonra da Hz. Peygamber@ dünya nimetlerinden uzak kalmış, aç kalmış, her türlü imkân bulunmasına rağmen hükümdarlar gibi davranmamış, kendine dünya servetinden en ufak bir pay çıkarmamıştır. Sahih-i Buhari’nin Cihad bölümünde şöyle bir rivayet vardır: “Hz. Peygamber@ vefat edeceği sırada zırhı bir yahudinin evinde, üç ölçek arpa karşılığında rehin duruyordu. Vefat ettiği sırada üzerinde bulunan elbiseler de yamalıydı. Bu, öyle bir zaman, bu fırsat ve imkânlar öyle arkası kesilmeyen fırsat ve imkânlardı ki, bunlara normal devletler her zaman sahip olamazlardı. Suriye sınırlarından başlayarak Aden’e kadar bütün Arabistan fethedilmiş, Medine meydanı, altın ve gümüş akınına uğramıştı.”

Evde genellikle aç dururdu ve geceleyin çoğu kere Hz. Peygamber@ ve bütün ev halkı aç yatarlardı. “Hz. Peygamber@ peş peşe birçok geceyi aç geçirirdi. 0 ve ev halkı akşam yemeği bulamazlardı.”

Peş peşe her gün iki ay boyunca evinde ateş yanmadığı olurdu. (Hicretin yedinci yılında oruç farz kılındı diyerek Hz. Peygamberin fazla oruç tutmadığını ima eden cahillere ithaf olunur.) Hz. Aişe (ra) bir gün bu durumu anlatırken Urve b. Zübeyr, “Peki neyle geçiniyordunuz?” diye sorunca Hz. Aişe (ra), “Su ve hurmayla. Komşularımız ara sıra keçi sütü gönderirlerdi de içerdik” dedi. Hz. Aişe (ra) şöyle der: “Hayatı boyunca yani Medine’ye gelişinden vefat edinceye kadar geçen dönemde Hz. Peygamber@ hiçbir zaman üst üste iki vakit iyice doyarak yemek yemedi.”

Fedek, Hayber ve diğer savaşları anlatan hadisçiler ve siyer uzmanları, Hz. Peygamber @, buralardan gelen gelirlerden yıllık masraflarını alırdı, diye yazmaktadırlar. Bu rivayetlerin zahiri ile Hz. Peygamber’in@ yokluk içinde yaşaması çelişiyor gibi görünmesine rağmen her ikisi de doğrudur. Şüphesiz Allah Resulü @ gelirlerden geçimini temin edecek miktarı alıyor, geri kalanları fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine veriyordu. Hatta kendisi için ayırdıklarını da daha sonra ihtiyaç sahiplerine veriyordu. Hz. Peygamber’in @ açlık çektiği ve elinde avucunda hiçbir şey olmadığıyla ilgili olaylar hadislerde sıkça geçmektedir. Bir kaçı daha:

Bir gün Hz. Peygamber’in@ huzuruna bir adam geldi ve “Çok açım” dedi. Hz. Peygamber @ mübarek eşlerinden birine; ” Yiyecek bir şeyler gönder ” diye haberci gönderdi. Giden kişi döndüğünde, evde sudan başka bir şey olmadığı haberini getirdi. Hz. Peygamber @ diğer eşinin evine haber gönderdi, oradan da aynı cevap geldi. Kısacası sekiz-dokuz evden, sudan başka bir şeyin olmadığı haberi geldi.

Enes (ra) anlatır: “Bir gün Hz. Peygamber’in@ mübarek huzuruna geldiğimde Hz. Peygamber’in@ karnını bir kuşakla çok fazla sıktırarak bağlamış olduğunu gördüm. Sebebini sorduğumda oradakilerden biri, “Fazla acıktığı için” dedi.

Ebu Talha (ra) şöyle der: “Bir gün ben Hz. Peygamber’in @ mescidde kuru toprağa uzanmış, açlıktan kıvranarak bir o tarafına bir bu tarafına döndüğünü gördüm.”

Bir keresinde sahabe, Hz. Peygamber’in @ huzuruna gelip açlıktan yakındılar ve karınlarını açarak kuşaklarının altına bağladıkları taşları gösterdiler. Hz. Peygamber @ bunun üzerine açlıktan dolayı kendi karnına bir değil iki taş bağlamış olduğunu gösterdi.

Çoğu kere açlıktan dolayı sesi o kadar kısılırdı ki, sahabe durumunu anlarlardı. Bir gün Ebu Talha (ra) eve geldi ve eşine; “Yiyecek bir şey var mı? Az önce Hz. Peygamber’in @ açlıktan sesinin kısıldığını gördüm” dedi.

Bir gün çok acıkmış olarak tam öğle vakti evden çıktı. Yolda Ebu Bekir ve Ömer (ra) ile karşılaştı. 0 ikisi de açlıktan bitkin düşmüşlerdi. Allah @ hepsini alarak Ebu Eyyüb el-Ensari’nin (ra) evine gitti. Ebu Eyyüb el-Ensari, Hz. Peygamber @ için daima hazır süt bulundururdu. 0 gün gelmesi gecikince sütü çocuklara içirmişti. Eşi haber alınca dışarı çıktı ve “Allah Resulü hoş geldi” dedi. Allah Resulü, Ebu Eyyüb’un nerede olduğunu sordu. Hurmalık yakın olduğu için Ebu Eyyüb el-Ensari sesi duyarak koştu geldi ve “Hoş geldiniz” dedikten sonra “Bu vakit, Allah Resulü’nün geldiği vakit değil” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber @ durumu anlattı. Ebu Eyyüb el-Ensari hurmalığa giderek bir salkım hurma koparıp getirdi ve “Şimdi et hazırlatıyorum” dedi. Hemen bir keçi kesti, yarısını tas kebap şeklinde yarısını da ateşte kızartarak pişirdi. Yemeği Hz. Peygamber’in @ önüne koyunca Allah Resulü @: ” Bir parça ekmek üzerine az miktarda et koyarak Fatıma’ya gönder. Birkaç günden beri bir şey yemek nasip olmadı ” buyurdu. Sonra ashabıyla birlikte yemeği yedi. Birkaç çeşit yemeği görünce gözlerinden yaşlar boşandı ve: “Allah Teala’nın: “(Verdiğim) nimetlerden Kıyamet günü hesaba çekileceksiniz ” (Tekasür 102/8) buyurduğu işte bunlardır ” buyurdu.

Çoğu kere öyle olurdu ki, Hz. Peygamber @ sabahleyin mübarek eşlerinin yanına gelir ve “Bugün yiyecek bir şeyler var mı ?” diye sorardı. Onlar, “Yok” derlerse Hz. Peygamber @, “Öyleyse ben de oruçluyum” buyururdu.(Son Peygamber, Nedvi, 621–623)

İnsanlar, inanmak ya da kâfir olmakta serbesttir ama hiç kimsenin kendini alleme-i cihan gibi gösterip, olayları olduğundan daha farklı göstererek, hatta çarpıtarak, cehennemde kendisine dostluk(?) yapacak insan sayısını artırma hakkı yoktu

Link to post
Sitelerde Paylaş

Vah, vah insanın neredeyse acıyacağı geliyor, evet, Medine'ye kaçtıktan sonraki ilk zamanlar pek varlık içinde geçmemiş ama daha talan ve yağmadan 5'te 1 pay almaya başladıktan sonra durumu düzelmiştir.

Enfal/41. Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun (Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Vah, vah insanın neredeyse acıyacağı geliyor, evet, Medine'ye kaçtıktan sonraki ilk zamanlar pek varlık içinde geçmemiş ama daha talan ve yağmadan 5'te 1 pay almaya başladıktan sonra durumu düzelmiştir.

Enfal/41. Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun (Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

bu ayet aslında büyük bi inceliğe dikkat çekiyor .. genelde savaşlara güçlü kuvvetli savaşa katılabilecek kapasitede kişiler gider.Ancak onlar ALLAH için bi savaşa gittikleri zaman geride kalan akrabalar yetimler yoksullar ,yolda kalmışlarında bu ganimetten payları vardır demek istiyor .. daha fazlasınıda alabilir ama bakın beşte biri diyor ve oda sadece kendine değil yoksul olanlarada ve zekat vermenin haram olduğu akrabalarına..

Link to post
Sitelerde Paylaş

bu ayet aslında büyük bi inceliğe dikkat çekiyor .. genelde savaşlara güçlü kuvvetli savaşa katılabilecek kapasitede kişiler gider.Ancak onlar ALLAH için bi savaşa gittikleri zaman geride kalan akrabalar yetimler yoksullar ,yolda kalmışlarında bu ganimetten payları vardır demek istiyor .. daha fazlasınıda alabilir ama bakın beşte biri diyor ve oda sadece kendine değil yoksul olanlarada ve zekat vermenin haram olduğu akrabalarına..

Enfal/1. (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”

Beşte bir demek zorunda kalıyor, başta hepsine konmak istedi ama ganimet için Muhamed'in peşine takılanlar yedirirler mi ganimeti tek başına Muhammed'e.

2152 - Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Huneyn dönüşü yol alırken bedevîler ısrarla (ganimetin taksimini) taleb ediyorlardı. Öyle ki bir ara, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bir semure ağacına doğru sıkıştırdılar ve ridasını kaptılar. Bunun üzerine durup şunu söyledi: "Ridâmı verin, şu taşlar sayısınca koyun olsa, ben yine de onu aranızda taksim ederdim. Ve sonra görürdünüz ki, ben ne cimriyim, ne yalancıyım, ne de korkağım."

Buhârî, Cihâd 24, Humus 19.

Adamlar ganimeti paylaştırmadı neredeyse Muhammed'e temiz bir dayak bile atacaklarmış, böyle adamlar hiç Muhammed'e ganimetin hepsini bırakır mı? Eğer bu ganimet, talan ve yağma işi olmasaydı, İslam yerel bir din olmaktan öteye gidemezdi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

1 Siz insanları barışa davet edin, bu konuda zorlayıcı olmayın.

2 Size karşı savaşırlarsa siz de onlarla topyekûn savaşın, aşırı gitmeyin.

3 Eğer sizinle anlaşma yapmak isterlerse onlarla anlaşın.

4 Anlaşmaya sadık kalmayıp bozarlarsa onları nerede bulursanız öldürün.

mikelanjo şimdi bu kuralların söylendiği tarihlere ve o tarihlerdeki islamiyetin gelişim durumunu incelemeni öneririm.

1. madde islamiyetin ilk yıllarında savunuluyordu ve hatta islamı kabul edenlerin ezilerek zulme uğradıkları yıllardı bunlar ve islam ordusu güçlenmeye başladıkça diğer maddeler kaçınılmaz oldu ne yazık ki.

ayrıca güçlenen islam ordusu savaşlara bedava gitmiyorlardı pek tabiki. yağma ganimet onları bekliyordu. ne kadar çok güçlenirlerse o kadar büyük ganimet sahibi oluyorlardı. zaten bu meseleyide sağduyu açıklamaya çalışmış.

ayrıca ELİMİZDE KARŞILAŞTIRALARAK İNCELENECEK MÜSHALAR olmadığı sürece bu kitabın orjinalliğinden söz etmek imkansızdır. sizin elinizde de değiştirilmediğine dair tek delil yine aynı kitabın içinde yazan ayetlerdir.

kuran değiştirilmedi

nerden biliyorsun

kuranda yazıyor.

ve en basit söylemle gerçekten değiştirilmemiş olsa idi ve peygamberden hemen sonra islamı yönetenler başta ebubekir, peygambere değer veriyo olsalardı kuranın yazılan bazı orjinal nushaları kutsal bir emanet gibi halen günümüzde saklanıyo olurdu.

ve ayrıca biliyoruz ki o dönemde bütün ayetler yazılmayıp ezbercilere ezberletilmiştir. toplamda 23 senede tamamlanan bir kitabın her bölümü ne kadar ezbere kalabilir ki?

ve ayrıca ahzap süresinin bazı ayetlerinin hiç bir zaman kurana eklenemediğini sizin en güvendiğiniz hadislerden biliyoruz.

yani her manada değişmediğini kabul etsenizde ne yazık ki eksiktir bu durumda.

Link to post
Sitelerde Paylaş

bu ayet aslında büyük bi inceliğe dikkat çekiyor .. genelde savaşlara güçlü kuvvetli savaşa katılabilecek kapasitede kişiler gider.Ancak onlar ALLAH için bi savaşa gittikleri zaman geride kalan akrabalar yetimler yoksullar ,yolda kalmışlarında bu ganimetten payları vardır demek istiyor .. daha fazlasınıda alabilir ama bakın beşte biri diyor ve oda sadece kendine değil yoksul olanlarada ve zekat vermenin haram olduğu akrabalarına..

Bir ülke ile savaşıyorsun, yenince değerli ne varsa ganimet diye topluyorsun, kadınları cariye, erkekleri köle yapıyorsun ama bir kısmını savaşa katılmayanlara dağıtınca incelik yapmış oluyorsun. İyiymiş.

Link to post
Sitelerde Paylaş

benim anlamadığım bir diğer konu daha bu islamın saçma kurallarının dünyaya huzur barış ve mutluluk getirmesi olayı var.

kuranın içinde savaşla cihadla ilgili ayetleri şimdi buraya çıkartıp yapıştırmaya gerek yok aslında kuranı eline alıp okumamış adamın ne işi var zaten bu forumda :) yani bu tip ayetlerin emirlerin olduğunda herkez hem fikirdir sanıyorum.

merak ettiğim bu barış dini savına nasıl varılıyor. islam dinin şu dünyaya barış ve mutluluk getirdiği herkezin müslümanlara imrenerek baktıkları bir çağ varmıdır benim bilmediğim?

bu islamın tanrısı nasıl bir iyi tanrı ki hep kan hep savaş hep zulüm verdi bu dünyaya.

ne kadar güzel bir dindir bu böyle kuruluş yıllarından günümüze kadar barışa eremediler bir türlü.

söylemeden geçilmemeli ki yayılmasıda pek kanlı olmuştur bu dinin.

yani mutlak iyi olan bir tanrının son gerçek ve değişmemiş dini bu dünyaya daha barışçıl yayılmalıydı diye düşünüyorum ve müslümanlar bu konuya birazcık takılsalar iyi olabilir.

Müşrikleri nerede görürseniz öldürün! yerine müşriklere inanmalarını önerin inanmamakta ısrar ederlerse ceza olarak onlara 5 dünya yılı süresince dini eğitim verin belki böle konuşan bir tanrı daha şık olabilirdi iyilik açısından. lakin tek sorun ozamanda ganimet olmazdı tabiki

tarihinde Cresi tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 years later...

Kuran'da nesih ve mensuh ayetleri ibadet yaparken kullanamazsınız.
Kıblenin değiştirilmesi öncesindeki müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa - Jerusalem nesih'dir.
Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevirin çünkü allah, Yahudilerin kıblesinden döndürüp yüzünüzü kabe'ye çevirmenizi arzu ediyor.
Allah dedi önceki kıbleye yönelme ayeti mensuh oldu, nesih geçmişte kaldı ama ayet kuran'da duruyor.
Kuran'da neshe delil mensuh ayetlerin sayısı 7 tanesi kesindir, absolute'dur.
İslam alimlerinin ittifakla mensuh olduğunu belirttikleri ayet sayısı yedi tanedir.
7 ayetin süs olarak kuran'da geçersiz durması, kuran'ın değiştirilmesinden daha ağır bir ayıp değil midir?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 year later...

Yaydı,döşedi diye yazan kuranla,yuvarlattı diye yazan kuran aynı betik değildir.(Naziyat 30)
Kadınlarınızı dövün yazan kuranla,uzaklaştırın,ayrılın diyen kuran aynı betik değildir.
Maide 33te geçen yusallebu sözcüğüne asılma anlamı verilen kuranla,çarmıha germe anlamı verilen kuran aynı betik değildir.
Hırsızın elini kesin diyen kuranla,hırsızın elindeki gücü kesin diyen kuran aynı betik değildir.
Zariyat 47de bildiğimiz gökten söz ediyor dersen o başka bir betik olur,gök evren anlamında kullanılmıştır dersen,o başka bir betik olur.(Tabi kuranda evren anlamında bir sözcük kullanılmadığı için,gök sözcüğüne işine geldiği gibi anlam verip,burada evrenden söz ediyor demen de şu sorunu ortaya çıkarır.Kuran apaçık,anlaşılır değildir.Kuran apaçık,anlaşılırsa eğer  gök sözcüğünü evren anlamında kullanamaz,sen de kuranın apaçık,anlaşılırdır diyorsan da,gök sözcüğü evren anlamında kullanılmıştır diyemezsin)
Sonuç olarak kuran şu durumda değiştirilmiştir,değiştirilmektedir.Elde birden fazla kuran vardır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 weeks later...
On 14.09.2013 at 01:55, Cresi yazdı:

....Oysaki güvenlik ve sağlam kalması açısından Muhammed yaşarken kur’an’ı düzgün bir biçimde vahiyin gelme sırasına göre dizmeliydi, ama dizmedi.

Peki Muhammed bunu akıl edemediyse,Allah’ta mı akıl edemedi?

Böylesi önemli bir noktayı gözden kaçırmış olamazlar. Bu sorundan bile çıkarılabilcek bir sonuç vardır aslında. Muhammed’in Kur’an’ı kendi yazmış olması ve önemsememesi.

Oysaki gerçekten Allah’ın sözleri olsaydı, Allah bu önemli noktayı atlamazdı.Hak din olduğunu iddia ettiği İslam’ın en önemli kaynağını yani Kur’an’ın düzgün bir biçimde kayda geçirilmesini Muhammed’e emretmesi gerekirdi.Ama böyle bir emir(ayet) yada başka bir şey yoktur. Buda bize Kur’an’ın tanrısının(Allahın) Kur’an’ın gelecek nesillere ulaşmasını umursamadığını göstermektedir.

 

 

"çıkarılabilcek bir sonuç vardır aslında" demişsin. Ama hayır. bir ihtimal daha var.

Zaten aslında bunu sen de yazmışsın yukarıda.

" Kur’an’ın düzgün bir biçimde kayda geçirilmesini Muhammed’e emretmesi gerekirdi.Ama böyle bir emir(ayet) yada başka bir şey yoktur."

 

Evet doğru. Gelen vahyi yaz, sonra da kitaplaştır diye bir emir yok. böyle bir rivayet yok.

Peygamberler kendilerine verilen görevi yerine getirmeden ölmezler. bu mantığa ters.

Demekki tanrı peygamberine bunu yaz ve kitaplaştır diye bir emir vermedi. verseydi ölmeden önce mushaf haline getirilirdi.

Mushaflaşma sürecini incelerseniz, aksine bunun yapılmasından çekiniliyor.

Zeyd, Hz.Ömer'e "peygamberin yapmadığı bir şeyi ben nasıl yaparım" diyor.

Daha sonra ikna oluyor.

Savaşta hafızlar ölünce akıllarına geliyor. Yani demek ki hafızlar ölmese mushaflaşmayacak belkide...

Yani Kuran aslında bir sözlü mesaj olmasın...?

Vahiylerin yazıya dökülmesi peygamberin kendi insiyatifiyle yaptığı bir iş olmasın...?

Belki de tüm iyi niyetiyle arap toplumu bunları yapsın diye yazdırdı.

Ayrıca unutmayalım, o gün mekke medine'de yaklaşık 100 bin insan var, bunların sadece 2-3 tanesinde özel mushaf var.

O da peygamber öldükten sonra.. Yani peygamber yaşarken kimsenin elinde-evinde bir mushaf yok.

Millet ona bakarak okuyarak yaşamıyor. Binlerce insandan söz ediyoruz ve sadece konuşarak (sözel) insanlarla iletişim kuran ve 

onlara vahiyleri okuyan bir insandan bahsediyoruz.

vahiy gelince bunu hemen bir a4 kağıda yazıp fotokopide 100 bin tane bastırıp millete dağıtılmıyor.

Belki bazılarının hatta çoğunluğunun vahiy gelip gelmediğini haber aldığı bile şüpheli.

Belki bir kaç gün sonra "duydun mu 2 gün önce peygambere vahiy gelmiş yine"

"aaa duymadım neymiş vahiy" şeklinde diyaloglar bile olmuş olabilir.

 

O vahiyler peygamberin her insanı ama "özellikle" arap toplumunu adam etmek için

tanrıdan aldığı ilahi enerjiyle dilinden dökülen arapça kelimelerdi belki...?

Tanrının lisanı olmaz. İlahi Vahyi arapçaya (insan lisanına) çeviren peygamberdir.

 

Suyûti, Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Kimde resulullahtan yazdığı kuran ayetleri varsa getirsin" çağrısında bulundu. 
sahabe bunları, deri, kemik ve hurma dalları üzerine yazıyordu.
o, iki şahit getirmedikçe, kimseden hiçbir şey kabul etmiyordu. 
zeyd de ayetin yazılı metni olmaksızın sadece ezberle yetinmiyordu."

şayet vahiy kâtiplerinin tüm yazdıkları, hz. peygamber'in evine konulmuş ve tamamı orada bulunmuş olsaydı, 
Ebu bekir'in emriyle mushafı toplayan komisyonun: "kimde kur'an varsa getirsin!" demesi 
ve kur'an ayetlerini sahabelerden toplamaya teşebbüs etmesi saçma olurdu.

Demek ki bir eksiklik şüphesi vardı.

 

 

tarihinde nefes tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

aslında kuranın değiştirilip değiştirilmediğinin yada başka bir ifade ile içindeki ifadelerin hepsinin aynen tanrının ifade ettiği gibi olup olmadığının sağlamasını yapmak çok kolay değil...

 

ha tanrıya bizzat sorma imkanımız olsa buradaki ifadeler  size mi aittir o da dese ki evet şurası aynen dediğim gibi ama burada bazı hatalar var filan ....

 

o zaman farklıydı belki ama maalesef öyle bir imkanımız pek yok gibi görünüyor...

 

aradan bin beş yüz sene geçmiş elde de bu konuyla ilgili rivayetlerden başka pek fazla verimiz yok...

 

kuranın dünyanın her yerindeki örneklerinin tıpatıp aynı olması onun değiştirilmediğine kesin bir kanıt olabilir mi...

 

ilk kuran değiştirildiyse  ve bütün kuranlar buradan çoğaldıysa ....

Link to post
Sitelerde Paylaş

Peygamber sonrasında iktidar kavgaları, ridde savaşı vs. ortalık toz duman...

Keza mushaflaşma sürecine dair bir sürü soru işareti var..

Şahsen karanlık bir kütüphaneden tozlu raflar arasında 6. hissimle hakikati aramaya çalışıyorum.

Ama aslolanın bulmak değil de aramak olduğunu düşünüyorum. belki de hakikat = aramaktır. bulmak değil.

Mushafa, incile tevrata hindu budist metinlerine ibni arabi mevlanaya vs. bakınca hakikat bunların çevresinde dolanıp duruyor belliki.

ama tam olarak elimize alıp tutamıyoruz. Ama hakikatin yakınlarında olduğu biliyorum,  ben o yakınlarında olma halini seviyorum.

tarihinde nefes tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
On 02.10.2017 at 00:55, nefes said:

Peygamber sonrasında iktidar kavgaları, ridde savaşı vs. ortalık toz duman...

Keza mushaflaşma sürecine dair bir sürü soru işareti var..

Şahsen karanlık bir kütüphaneden tozlu raflar arasında 6. hissimle hakikati aramaya çalışıyorum.

Ama aslolanın bulmak değil de aramak olduğunu düşünüyorum. belki de hakikat = aramaktır. bulmak değil.

Mushafa, incile tevrata hindu budist metinlerine ibni arabi mevlanaya vs. bakınca hakikat bunların çevresinde dolanıp duruyor belliki.

ama tam olarak elimize alıp tutamıyoruz. Ama hakikatin yakınlarında olduğu biliyorum,  ben o yakınlarında olma halini seviyorum.

Belki de kitapları  bizzat tanrıya sorup onun onayını alarak doğrusunu eğrisini seçmenin bir yolu vardır...

 

Bence vicdanın sesi tanrının içimizdeki sesi yankısıdır ve bu bize her şeyi onunla ölçme biçme imkanı verebilir...

 

Vicdana uygun olan bölümler yada yorumlar tanrıdandır ya da tanrının ilhamı esini  vahyidir gerisi değildir diyebiliz diye düşünüyorum....

Link to post
Sitelerde Paylaş

Nüzul sırasına göre sıralanmamış olmasını açıklarken "peygamber öyle emretmiş yerlerini göstermişti" denildiği rivayet edilir.

İyi ama bunun hikmeti sebebini anlayamayacaksak bu sıralamanın bize ne faydası var?

 

Maide suresi 3.ayette haram kılınanların arasına konuyla hiç ilgisi olmayan "inen son ayet diye bilinen cümle girmiş, sonra haram yiyecekler hakkındaki konu devam etmiş..

Şimdi bunun hikmeti sebebi nedir diye sormak günah mı ayıp mı?

Maide - 3:

Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah’tan başkasının adı anılmış, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canı üzerineyken yetişip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmış ve dikili adak taşları üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız… Bütün bunlar birer sapıştır. Küfre batmış olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı/Allah’a teslim olmayı seçtim. Şu da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm’dir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...