Jump to content

Recommended Posts

bizim dış dünyayı öğrenmek için gerçeği bulmak için mutlaka algılarımızı kullanmamız gerek...

Algılarımızdan gelen verileri değerlendirerek dışarıyı tanıyoruz...

Gelen verilerİn azlığı karmaşıklığı gibi sebebler yüzünden değerlendirmemizde hatalar ortaya çıkabilİr...

Ama hataları azaltmak için daha çok veri elde etmeye bakarız...

Başka yolu yok...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 95
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

ikinizde konunun k'sinden haberiniz olmadan yazıyorsunuz..

Doğru, tek bir ileti bile okumadım. Başlığa baktım direk girip o iletyi yazdım.

İleti amacına ulaşmış görünüyor yinede.

Herkesin kendince inançları var, algılardan sıyrılıp salt gerçekliğe ulaşamadığımız için hangimizin inancı gerçeğe en yakın asla bilemeyiz.

Ama test etmenin bir yolu var.

En azından inançlarımızın kaynağı gerçekten mantıksal mı yoksa ''isteksel'' mi bunu anlayabiliriz.

Bunu yapmanın yolu sahip olduğun inancın tam tersini, hatta senin en çok ''gerçek olmasından korktuğun'' tersini gerçekmiş gibi düşünmek ve bu gerçeği kabullenebiliyormusun kabullenemiyormusun görmektir.

Sen inandığın herşeyin tam tersi gerçek olsa, bu gerçekliği kabullenebilirmiydin?

Senin gibilerin en büyük korkusu gerçek dış dünyanın tamamen algıladığımız gibi olması, algıların ötesinde avunacak hiçbir hayal olmaması.

Quantum? Gerçekten anlamadığım bir konu, anlamak da istemem.

Bunu anlamak isteyenler de sadece hayatlarına ''kuantum düşünce ile hayatınızı değiştirin'' gibi saçma sapan kişisel-tatmin kitaplarında bahsedildiği gibi bir değişiklik katmak isteyenler -konuyla ilgili olan bilim insanları hariç.

Yoksa kuantım sana ne katıyor? Algıların ötesindeki dünya neyine yaryor?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Doğru, tek bir ileti bile okumadım. Başlığa baktım direk girip o iletyi yazdım.

İleti amacına ulaşmış görünüyor yinede.

Sana verdiğim cevabı da okumadın mı yoksa onu da mı anlamıyorsun? Çünkü hala saçmalıyorsun..

Sen inandığın herşeyin tam tersi gerçek olsa, bu gerçekliği kabullenebilirmiydin?

Senin gibilerin en büyük korkusu gerçek dış dünyanın tamamen algıladığımız gibi olması, algıların ötesinde avunacak hiçbir hayal olmaması.

Bak hala aynı saçmalığı dile getiriyorsun, böyle bir ihtimal yok, dış dünya asla algıladığımız gibi olamaz. Bunun inançla alakası da yok, bilimsel bir gerçek bu..

Quantum? Gerçekten anlamadığım bir konu, anlamak da istemem.

Bunu anlamak isteyenler de sadece hayatlarına ''kuantum düşünce ile hayatınızı değiştirin'' gibi saçma sapan kişisel-tatmin kitaplarında bahsedildiği gibi bir değişiklik katmak isteyenler -konuyla ilgili olan bilim insanları hariç.

Yoksa kuantım sana ne katıyor? Algıların ötesindeki dünya neyine yaryor?

Agnostisizm konusunda olduğu gibi hala aynı teraneyi çalıyorsun.

Bir gerçekliği dile getirmek için illaki bunun bizim ''günlük hayatımızda işimize yaraması'' mı lazım?

Gerçekler acı da olsa işlevsiz de olsa gerçektirler..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Richard Dawkins

Bir hayvan için "gerçek", beynin hayvanın hayatta kalması için ihtiyacı neyse odur, farklı türler farklı dünyalarda yaşadıkları için de, rahatsız edecek kadar çeşitli "gerçek"ler ortaya çıkar.

Gerçek dünya olarak gördüğümüz şey yalın dünya değil, dünyanın, algının sağladığı verilerle düzenlenen ve ayarlanan bir modelidir, fakat gerçek dünyayla başa çıkmakta faydalı olacak şekilde inşa edilmiştir.

Modelin doğası nasıl bir hayvan olduğumuza bağlıdır.

Uçan bir hayvan, yürüyen, tırmanan ya da yüzen bir hayvandan farklı bir modele ihtiyaç duyar.

Bir maymunun beyni yazılımsal olarak ağaç gövdeleri ve dalların üç boyutlu simülasyonunu yapabilir olmalıdır.

Bir köstebeğin dünyayı modelleyen yazılımı, yeraltı kullanımı için uyarlanmış olur.

Bir su sineğinin beyninin üç boyutlu modellemeye ihtiyacı yoktur, çünkü Edwin Abbott'un yaylasındaki bir göletin yüzeyinde yaşar.

Yarasaların renkleri kulakları ile görebileceğini ortaya atmıştım.

Yarasaların üçüncü boyutta hareket etmek ve böcek yakalamak için ihtiyaç duyduğu dünya modeli, kırlangıç gibi gündüz uçan bir kuşun benzer işleri gerçekleştirmek için oluşturduğu modele epeyce benzer olmalıdır.

Serçe modelinin girdileri olarak ışığı kullanırken, yarasanın zifiri karanlıkta ekoları kullanıyor olması tesadüfidir.

Yarasaların, ekoları kullanışlı şekilde etiketlemek için, algıladıkları renk tonlarını kullanıyor olduklarını da ortaya atmıştım, -- bunlar belki yüzeylerin akustik dokuları; tüylü, pürüzsüz gibi -- aynen kırlangıçların ve tabi bizim algıladığımız renk tonlarını -- kırmızılık ve mavilik gibi -- ışığın uzun ve kısa dalga boylarını etiketlemekte kullanışımız gibi.

Kırmızının doğasında, onu uzun dalgaboylu yapan hiç bir şey yok.

Ortanca Dünya, -- sezgisel olarak rahat hissedecek şekilde evrildiğimiz büyüklükler ve hızlar -- elektromanyetik tayfın, ışığı çeşitli renkler olarak gördüğümüz dar aralığı gibidir.

Bir takım araçlardan yardım almadığımız sürece, bu aralığın dışında kalan frekanslara körüz.

Ortanca Dünya, gerçekliğin, çok küçük, çok büyük ve çok hızlı olanın tuhaflığı aksine "normal" kabul ettiğimiz dar bir aralığı.

Olasılıksızlıkların benzer bir ölçeklendirmesini yapabilirdik; hiçbir şey tamamen imkansız değil.

Mucizeler, muazzam düşük olasılıklardan başka bir şey değiller.

Mermer bir heykel bize el sallayabilirdi; kristal yapıyı meydana getiren atomlar, zaten hali hazırda ileri geri titreşiyorlar.

Çok fazla oldukları için ve tercih ettikleri hareket yönüne dair bir anlaşmaları olmadığı için, Ortanca Dünya'da gördüğümüz mermer, kaya gibi hareketsiz.

Fakat eli oluşturan atomlar aynı anda aynı yöne tekrar tekrar hareket etselerdi, Ortanca Dünya'da elin hareket ettiğini ve bize el salladığını görürdük.

Elbette bunun olma ihtimali çok çok düşük, öyle ki, virgülden sonraki sıfırları yan yana yazmaya evren oluştuğu anda başlamış olsaydınız, bu gün, halâ yazıyor olurdunuz.

Steve Grand, "Creation: Life and How to Make It" isimli kitabında maddenin kendisi ile ilgili meşguliyetimizi emin bir şekilde yaralıyor.

Yalnızca katı, maddi şeyleri gerçek şeylerden saymaya dair bir eğilimimiz var.

Bir boşluk içerisindeki elektromanyetik dalgalar bize gerçek dışı görünüyor.

Muhafazakarlar dalgaların bir şekilde maddesel bir ortam içinde olmak zorunda olduğunu düşündüler -- eter (beşinci element).

Fakat biz gerçek maddeyi sadece, maddenin faydalı bir kurgu olduğu Ortanca Dünyada evrildiğimiz için konforlu buluyoruz.

Grand'e göre bir anafor, bir kayanın sahip olduğu kadar gerçekliğe sahiptir.

Dolayısıyla "gerçekten", yalın bir güven ile kullanabileceğimiz bir kelime değil.

Eğer nötrinonun, nötrino-boy atalarından evrilmiş bir beyni olsaydı, kayaların gerçekten boşluktan ibaret olduğunu söylerdi.

Bizim, taşların içinden yürüyemeyen, orta-boy atalarımızdan evrilmiş beyinlerimiz var.

Ölçeğin diğer ucuna gittiğimizde, atalarımız hiçbir zaman kainat içerisinde ışık hızına yakın hızlarla hareket etmek zorunda kalmadı.

Kalmış olsalardı, beyinlerimiz Einstein'ı anlamakta çok daha iyi olurlardı.

İçinde hareket etme becerisine sahip olacak şekilde evrildiğimiz orta ölçekli ortama "Ortanca Dünya" adını vermek istiyorum.

Ortanca Dünya'nın sakinleri olarak evrildik ve bu da ne hayal edebileceğimizi kısıtlıyor.

Bir tavşanın, diğer Ortanca Dünya tavşanları ve objeleri gibi ortalama bir hızla hareket edişini, bir diğer Ortanca Dünya objesine, mesela bir kayaya çarpışını kolayca kavrayabilir, hayal edebilirsiniz.

Ortanca Dünya'da yetişmiş ham insan sezgisi, Galileo, havanın sürtünmesi yok sayıldığında ağır ve hafif bir obje yere aynı anda düşer dediğinde, buna inanamaz.

Çünkü Ortanca Dünya'da havanın sürtünmesi hep oradadır.

Eğer boşluk içerisinde evrilmiş olsaydık, yere aynı anda çarpmalarını beklerdik.

Eğer bakteri olsaydık, ve sürekli moleküllerin termal hareketleri ile boğuşsaydık durum farklı olurdu, fakat biz Ortanca Dünyalılar Brownian hareketini fark etmek için çok büyüğüz.

Aynı şekilde hayatlarımız yer çekiminin tahakkümünde, fakat yüzey geriliminden neredeyse habersiziz.

Küçük bir böcek bu öncelikleri tersine çevirirdi.

Bilim, tüm önsezilerimize karşın, kristaller ve kayalar gibi katı cisimlerin dahi neredeyse tamamen boşluklardan ibaret olduğunu öğretti.

Ve bildik bir örnek de bir atomun çekirdeğinin bir stadyumun ortasındaki sinek olduğu, sonraki atomun ise bir diğer stadyum olduğu.

Dolayısıyla en sert, en aralıksız, en yoğun kaya bile gerçekten de neredeyse tamamen birbirinden uzak küçük parçacıklar tarafından bozulan bir boşluktan ibaret.

Öyleyse kayalar neden sert ve içinden geçilemez görünüyor ve hissediliyor?

Bir evrim biyoloğu olarak şöyle derdim: beyinlerimiz, vücutlarımızın iş gördüğü büyüklük ve hız koşullarında hayatta kalmamızı sağlayacak şekilde evrildi.

Hiçbir zaman atomların dünyasında hareket edecek şekilde evrilmedik.

Öyle olmuş olsaydı muhtemelen beyinlerimiz kayaları boşluk ile dolu olarak algılardı.

Kayalar ellerimiz tarafından sert ve içine girilemez hissediliyor, çünkü kayalar ve eller gibi cisimler birbirlerinin içlerine giremezler.

Dolayısıyla beyinlerimizin "sertlik" ve "nüfuz edilemezlik" gibi kavramlar inşa etmiş olması faydalı,

çünkü içinde hareket etmemiz gereken orta boy dünyada, vücutlarımızı hareket ettirebilmemize bu gibi kavramlar yardım ediyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Öyle yada böyle beyin olarak gelişmiş birer primat olarak çevremize uyum sağlamak adına algılarımıza ihtiyacımız var. Evet bazen beynimiz bizi yanıltabilir. Ama bunu yine duyularımızla elde edilen verileri yorumlayarak ''algılıyoruz'' değil mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bak hala aynı saçmalığı dile getiriyorsun, böyle bir ihtimal yok, dış dünya asla algıladığımız gibi olamaz. Bunun inançla alakası da yok, bilimsel bir gerçek bu..

Ben diyorum tren geldi geçti, sen diyorsun tren algıladığımız gibi olmaz.

İnsan bu kadar mı mal olur.

Korkular akla böyle ket vurur işte.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben diyorum tren geldi geçti, sen diyorsun tren algıladığımız gibi olmaz.

İnsan bu kadar mı mal olur.

Korkular akla böyle ket vurur işte.

Hala saçmaladığına göre, sen sadece kuantum dünyasından değil, makro dünyadan da çakmıyorsun.

Onca şey yazdık, Dawkins'in sözlerini alıntıladık ama hala öküzün trene baktığı gibi konuya bakıyorsun.

Tren dediğin şeye dair ortaya koyduğun renk, koku, tat, ısı, sertlik, şekil ve boyut algılarının hiçbiri gerçek değil diyoruz.

Bunun nasıl böyle olduğunu sayfalarca izah ediyoruz.

Sen hala ''gerçekte de aynen algıladığımız gibi bir tren var'' diyorsun.

Anlamadığın konulara niye atlıyorsun ki? Sen git amanda allah şöyle böyle demeye devam et...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Anladigimiz...

gerceklerimizdir.

Mesela bagzi insanlarin gözleri her seyi normaldan daha kücük gösteriyor olsaydi, bu insanlarin dünyalari(gercekleri) bizimkinden daha kücük olurdu. Hic bir sey degismedigi halde.

Büyük bir sistemde görebildiklerimiz, ölcebildiklerimiz, hesaplayabildiklerimiz vs. sayesinde anladiklarimiz bizim gerceklerimiz.

Ama GERCEGI bilmiyoruz.

Din ise inanc, gercekle hic bir ilgisi yok.

bence

tarihinde poiuz tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...