Jump to content

Evrimsel çıkmaz


Recommended Posts

BAK şu KERTENKELE hakkında soru soruyorum.....unuttuysan belki ???

allah diyor ya hani : " HER canlıdan 1 çift (erkek+dişi) yarattım" diye......

bak bu KERTENKELENİN erkeğini yaratmayı UNUTMUŞ ALLAH.....sadece DİŞİLERDEN oluşan bir KERTENKELE TÜRÜ BUNLAR...

.

Cnemidophorus isimli kertenkelerde erkek yoktur ve bunlar lezbiyen bir aşkın ürünü olan canlılardır. Rock lizzards kertenkelesi de benzer şekilde lezbiyenlikten başka bir cinsiyetin olmadığı türdür. Dişi kertenkeleler pseude seks yapma suretiyle birbirlerine sürtünürler ve erkeği imite ederler. Sonucunda herhangi bir döl alışverişi olmadan dişilerde yumurta oluşumu meydana gelir.

http://www.mucizeyal...taki-ciftler/#5

.

lezbiyen kertenkelelER ALLAHINIZA KARŞI GELİYORLAR hem de APAÇIK SAPIKLIK İÇİNDELER ?????

.

nasıl çift olayını gerçek dışı yapmaz?? bal gibi de yapar....dediğim kertenkele türü sadece DİŞİLERDEN oluşmaktadır ve ERKEKLERİ yoktur.......bu da herşeyin ÇİFT yaratıldığı iddiasını KÖKÜNDEN silip atmaktadır.....ALLAH yanılmıştır - yahut YALAN sölemiştir....

bu örneğe gerek yoktu ki amipleride örnek versen yeterdi bölünerek çoğalılrlar şimdi öyle bir absurd örnek verdin ki yaradanın genel olarak söylediği bir örneği aldın kertenkeleye dayadın :)

kuran bir bilim kitabı değil herşeyden önce bunu bilmek lazım ancak bilimsel olarak bazı argümanlarında eklenmiş olduğu ancak ana mantık olarak insanların nasıl yaşaması gerektiğini bildiren bir kitap.

al işte kertenkeleyi atmışlar ortaya sanki yaradan her canlıyı ayrı ayrı açıklayacakta ona kalırsa bilmediğimiz daha nice şeyleride yarattığını söylüyor mesele şu kurana fizik veya fen kitabı gibi bakamazsın orda yaradan bir örneklemede bulunmuş ki kesinlikle mükemmel bir örnek amiple kertenkeleyle cebelleşmene gerek yok kadın ve erkek olarak hem bizi hemde doğadaki diğer canlıları yaratmış 4-5 tanesinin farklı olması bişey ifade etmez sonuçta birde insanlar için arada olanlar var bunlarıda neden söylememiş diyebiliriz kadın - erkek ve açısı 360 derece olanlar :)

yani sen ufak tefek ayrıntılara bakıyorsun ancak geneli kaçırıyorsun genel mesajlara bak dostum evrensel mesajlara.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 950
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

bu örneğe gerek yoktu ki amipleride örnek versen yeterdi bölünerek çoğalılrlar şimdi öyle bir absurd örnek verdin ki yaradanın genel olarak söylediği bir örneği aldın kertenkeleye dayadın :)

kuran bir bilim kitabı değil herşeyden önce bunu bilmek lazım ancak bilimsel olarak bazı argümanlarında eklenmiş olduğu ancak ana mantık olarak insanların nasıl yaşaması gerektiğini bildiren bir kitap.

al işte kertenkeleyi atmışlar ortaya sanki yaradan her canlıyı ayrı ayrı açıklayacakta ona kalırsa bilmediğimiz daha nice şeyleride yarattığını söylüyor mesele şu kurana fizik veya fen kitabı gibi bakamazsın orda yaradan bir örneklemede bulunmuş ki kesinlikle mükemmel bir örnek amiple kertenkeleyle cebelleşmene gerek yok kadın ve erkek olarak hem bizi hemde doğadaki diğer canlıları yaratmış 4-5 tanesinin farklı olması bişey ifade etmez sonuçta birde insanlar için arada olanlar var bunlarıda neden söylememiş diyebiliriz kadın - erkek ve açısı 360 derece olanlar :)

yani sen ufak tefek ayrıntılara bakıyorsun ancak geneli kaçırıyorsun genel mesajlara bak dostum evrensel mesajlara.

HER CANLIYI ÇİFT YARATTIK demeseydi o zaman allah......

madem AYRINTILI ANLATMAYACAK - derine inmeyecek.......EVRENSEL - GENEL anlatacak

canlıları da biz yarattık deseydi ?

tarihinde Zavallı tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Demek evrimsel çıkmaz bir değil sürüyle öylemi o zaman balinanın münasip bir tarafındaki ayak kemiğini tanrın neden koymuş açıklayıver bir, belki bir gün yürüsün diye mi veya ilk olkulda öğretmenlerin sana orta asyadan geldik dedi ama daha eskisi afrikaydı kendine yakıştıramadınmı

Balinanın ayaklarının olması yada olmaması, Allah'ın yokluğu yada varlığına bir delil midir?

Evrim, değişimdir, süreçtir, başkalaşımdır. Bu değişimi, sizler yaratıcısız bir kainat modeline nasıl uyarlayabiliyorsunuz?

Yokluktan varlığa gel, buna birşeyler söyle, balina ile, maymun ile birşey ifade edemezsin.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yokluktan allah çıkaran sizlersiniz

Bizler yokluktan birşey çıkarmıyoruz. Mantıklı her insan gibi olmayan birşeyin hiçbirşey var edemeyeceğini söylüyoruz. Sizler aksini savunuyorsunuz. Buyur mantıklı tek bir cümle kuraar mısın.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet profesör şimdi gidip modern bilimi çürütebilirsiniz. Nasılsa 200 yıldır teknoloji ve bilimi bu noktaya getiren sizin o engin düşünce yapınızdı. Şu serserilere haddini bildiriniz.

Estafurullah, bu forumda proflar siz ate'lersiniz. Hepiniz dünyanın ilim adamlarısınız, hepinizin sözleri genel doğrulardır.

Şimdi sayın uzman, yazdığım yazıya bir yanıt verir misiniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Balinanın ayaklarının olması yada olmaması, Allah'ın yokluğu yada varlığına bir delil midir?

Evrim, değişimdir, süreçtir, başkalaşımdır. Bu değişimi, sizler yaratıcısız bir kainat modeline nasıl uyarlayabiliyorsunuz?

Yokluktan varlığa gel, buna birşeyler söyle, balina ile, maymun ile birşey ifade edemezsin.

EVRİM var dersen - ALLAH yaratmamış oluyor....evrimleşerek oluşmuş oluyor :D

Link to post
Sitelerde Paylaş

EVRİM var dersen - ALLAH yaratmamış oluyor....evrimleşerek oluşmuş oluyor :D

neden öyle diyorsun insanın doğumuda evrimleşerek gerçekleşmiyormu?

veya bir tırtılın kelebek olması hatta kadının dahi erkekten yaratılması dahi bir evrim değilmidir aslında yani evrim var veya yok diye Yaratıcıyı inkar edemezsin.

ancak başlangıç burda önem kazanır ki xerşan arkadaşın söylediği çok mantıklı gerçi bir amipin ben evrimleşerek koskoca bir dinazor olabileceğine yinede inanmıyorum ama bu ispatlansa dahi bir itici güç ararım daha düne kadar evrim herşeyi düz ve sabit olarak kabul ederdi bigbangi kabul etmezdi ancak bugün artık kendileride bigbangi kabul ediyor sonuçta evrim teoriside yanılgıya düşebilir ki gayette normaldir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

neden öyle diyorsun insanın doğumuda evrimleşerek gerçekleşmiyormu?

veya bir tırtılın kelebek olması hatta kadının dahi erkekten yaratılması dahi bir evrim değilmidir aslında yani evrim var veya yok diye Yaratıcıyı inkar edemezsin.

ancak başlangıç burda önem kazanır ki xerşan arkadaşın söylediği çok mantıklı gerçi bir amipin ben evrimleşerek koskoca bir dinazor olabileceğine yinede inanmıyorum ama bu ispatlansa dahi bir itici güç ararım daha düne kadar evrim herşeyi düz ve sabit olarak kabul ederdi bigbangi kabul etmezdi ancak bugün artık kendileride bigbangi kabul ediyor sonuçta evrim teoriside yanılgıya düşebilir ki gayette normaldir.

bebeğin gelişimi evrim ?

kelebeğin olması evrim ?

:D :D

Neden günümüzdeki MAYMUNLAR insan olmuyooorrr ????

neyse yaw evrimi bilmeyen TEİST ile evrim ancak bu kadar konuşulabiliyor.....amip - DİNAZOR olmuş ? :D :D neyse yawe...hakkaeten evrimden ZERRE bilginiz YOK....

KURANDA varmıdır EVRİM ??

YOKTUR.....allah bi anda PÜF diye yaratır herşeyi ne iş ?????????????

tarihinde Zavallı tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Estafurullah, bu forumda proflar siz ate'lersiniz. Hepiniz dünyanın ilim adamlarısınız, hepinizin sözleri genel doğrulardır.

Şimdi sayın uzman, yazdığım yazıya bir yanıt verir misiniz.

Çok şeyler yazılmış lütfen cevap vermemi istediğiniz yazıyı tekrar yazın profesör. Eğer benim alıntıladığım yazıyı kastediyorsanız binlerce hayatını bilime adamış dahiye göre dediklerinizde doğru olan bir cümle bile yok. Tabi ki hayatını bir dogma yaratmaya adamış 1400 yıl önce ki ''bir'' insana göre bu yanlış olabilir, tartışmaya açık mı ona da siz karar verin profesör.
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bizler yokluktan birşey çıkarmıyoruz. Mantıklı her insan gibi olmayan birşeyin hiçbirşey var edemeyeceğini söylüyoruz. Sizler aksini savunuyorsunuz. Buyur mantıklı tek bir cümle kuraar mısın.

Olmayan bir şeyden Allah nasıl var oldu ki o zaman? Yoksa o ezeliyetten beri var mıydı? Eee benim Gök Tanrımda ezeliyetten beri vardı(koskoca kamlar söylüyor bunu yanii binlerce yıldır) şimdi nolacak?

(özür dilerim gene haddimizi aştık profesör)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sonsuzluk aklen zorunludur. Son tayin edemeyeceğimiz için. Şurada başlar veya biter diyemeyeceğimiz için. Çünkü o son dediğimiz noktadan sonrası niye olmasın? Sınırı oraya koymak için bir neden olabilir mi? Olamaz. O halde sınır koyamayız.

Sonsuz olan şey bilinçli bir tasarımcı olamaz. Çünkü bu organize olmuş karmaşık ve düzenli bir yapılanma gerektirir. Beynimizdeki nöron ağ bağlantıları gibi. Böyle bir yapı kendiliğinden hep var olamaz. Evren tasarlandı düzenlendi olsa, bu işi yapacak akıl tasarlanmaya düzenlenmeye daha çok muhtaç olur.

Çözüm evrimdir. Öyle zart diye bilinç ortaya çıkmaz. Evrimleşerek oluşur. O da bizim bilincimizdir. Öyle hep var olan filan düzenli yapı olmaz. Düzenli yapılar evrimle oluşur.

Hep var olan bir şeyler var ama bu tanrı değil. Enerji, sicimler gibi kuantumsal şeyler... Evrim bunlardan başlıyor ve periyodik olarak tekrarlanıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yanlış analojilerle yanlış çıkarımlarda bulunuyorsun. Her biri farklı classiste yaşayan türleri kıyaslamak ile güç kavramını nasıl izah edebilirsin. Hamsi ve köpekbalığını aynı sularda kıyaslarsan belki biraz etkili olur da hamsi mi güçlüdür köpekbalığımı dersem ne diyeceksin.

Yüce Allah her türü ortamına göre yaratmıştır. Hiçbir bitki veya hayvan bunu kendisi tasarlamamıştır.

En basitinden "Mimikri" davranışını bilim henüz tam anlamıyla açıklayamamaktadır. Bunun güçle hiçbir alakası yok, tamamen doğal dengenin korunması için Yüce Allah tarafından türler çeşitli cihazlarla donatılmışlar.

Bana bu canlının bu işi nasıl başardığını evrimle açıklarmısın?

5498482863_f89b2e939b_z.jpg

http://en.wikipedia.org/wiki/Phylliidae

Ayrıca katır neden kısırdır? Verdiğin diğer örnek gibi bunu da evrimle yorumla.

Tüm türler olmaları gerektiği zamanda olmaları gerektiği yerdeler.

Bu kadar yazı yazmadan evvel bir tane modern biyoloji kitabı açıp okumuş olsanız kendinize de buradaki herkese de bir iyilik etmiş olurdunuz.

Aslan ile hamsi olayında anlatmak istediğimiz şey en uyumlu olmayı anlatmak içindir. Bunu dahi anlayamamış yine tuhaf tuhaf içi boş sorular sormuşsunuz. Farklı klasta olmalarının sebeplerinden biri de farklı ortamlarda birinin diğerinden daha güçlü olduğunu kavramanız içindir. Zira canlılar bulundukları ortama karşı uyumuyla hayatta kalır.

Mesela insanlar arasında bile tedavisi olmayan bir hastalık ortaya çıktığında hastalığa karşı dirençli gene sahip olanlar hayatta kalacaktır. Buradaki güçlü kavramı budur. Yani sırf genleri var diye bir bebek bile hayatta kalıp, kocaman kaslı bir adam ölebilir aynı hastalık yüzünden.

En güçlü = En uyumlu, duruma en iyi adapte olan.

Şu an dünya üzerindeki evrim insanların etkisiyle de oluşuyor. Mesela denizlere dökülen kimyasal atıklar kimi türleri ortadan kaldırabiliyor ama o tür içinde o kimyasala dirençli gene sahip olanlar hayatta kalırken diğerleri ölüyor. Bunun gibi. Yani uyum çevreye göredir.

Bu uyum olayını kendi iş hayatınızda bile görebilirsiniz. Mesela ben ilk çalıştığım yerde el üstünde tutulurdum ve çok iyi bir mühendis olarak bilinirdim. İş değiştirip başka bir iş yerine gittiğimde ise oranın çalışma saatlerine, insanlarına ve davranış biçimlerine alışamadım ve uyum sağlayamadım. Oradan çabucak ayrılmak durumunda kaldım. Oradakiler de beni iyi bir mühendis olarak bilmezler. Orada uyumlu değildim çünkü.

Dünya ve bilim çevreleri evrim olgusunu kabullenmeyi bırak artık onunla ilaç, araştırma ve bilim yapıyor. Trilyonlar harcıyorlar evrim dolayısıyla. Daha önce de dediğim gibi bu trilyonları harcamadan önce keşke size gelip sorsalardı, yazık olmuş o paralara değil mi? :)))

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrim Teorisini Temelden Yıkan Soru: Cansız Moleküller……

Aslında evrim teorisi daha yolun en başında, yani “hayat nasıl başladı?” sorusu karşısında çökmüştür. Fosiller veya türlerin oluşumu hakkında sayısız spekülasyonlar yapan, sayfalarca hikayeler anlatan evrimciler, “Hayat nasıl başladı?” sorusu karşısında hayali senaryolar dahi üretemeyerek, tamamen sessizliğe bürünmektedirler. Çünkü tek bir protein molekülünün dahi kendiliğinden, tesadüfler sonucunda nasıl meydana geldiğini açıklamalarına imkan yoktur; cansız moleküllerin nasıl olup da canlı bir organizmaya dönüştüğü sorusuna verebilecekleri bir yanıt bulunmamaktadır.

Evrimcilerin en güvendikleri kaynak olan Nature dergisinin online sayfasında, 13 Şubat 2012 tarihli, Brian Switek imzalı bir yazıda bu çaresizlikleri şöyle ifade edilmektedir:

Hayatın nasıl başladığı doğanın en kalıcı gizemlerinden biridir. Fosiller ve biyolojik ipuçlarına bakarak bilim adamları ilk hücrenin yeryüzünde dört milyar yıl önce ortaya çıktığını tahmin etmektedirler. Ancak ortaya çıkışlarını tam olarak neyin katalize ettiği konusu anlaşılmaz kalmıştır.

Hayatın kökenine dair araştırmalar yapan bilim adamları, yaklaşık 50 yıl önce ilk başarısız deneyini gerçekleştiren Stanley Miller’dan daha fazla bilgi edinmiş değiller.

Fizik profesörü ve yazar Paul Davies bu konuya Beşinci Mucize: Hayatın Kökeni ve Anlamı Araştırması adlı kitabında şöyle yer vermektedir:

Bu kitabı yazmaya başladığımda bilimin hayatın kökeni gizemini çözmeye yaklaştığına inanmıştım… Fakat bu alanda bir-iki sene araştırma yaptıktan sonra şu anda anlayışımızda müthiş büyük bir boşluk olduğu kanaatindeyim… Anlayışımızdaki bu boşluk sadece belli teknik detaylar hakkındaki cehaletimiz değil; önemli bir kavramsal boşluk.

Colorado State Üniversitesi’nden hücre biyoloğu Franklin Harold da hayatın kökeni konusunun “bilimin çözülmemiş gizemlerinden” biri olduğunu söylemektedir.

Harvard Üniversitesi biyologlarından Andy Knoll ise, hayatın kökeninin evrim teorisi ile açıklanamadığını şöyle kabul etmektedir:

Eğer Yeryüzündeki yaşamın derin tarihi, kökeni, bugün çevremizde gördüğümüz biyolojiyi oluşturan aşamalar hakkında bildiklerimizi özetlemeye çalışırsak, burada net bir görüntümüz olmadığını itiraf etmek durumundayız sanırım. Yaşamın bu gezegen üzerinde nasıl başladığını bilmiyoruz. Tam olarak ne zaman ve hangi koşullar altında başladığını bilmiyoruz.

Bu açıklamalar, konuyu gazetelerden veya TV programlarından takip eden insanları şaşırtmaktadır. Çünkü insanların büyük bir kısmı, hatta bunun içinde bilim adamları da bulunmaktadır, evrim teorisinin hayatın kökenine dair bir açıklaması olduğunu zannetmektedir. Hatta haber programlarında veya gazete köşelerinde fikirlerine yer verilen, evrim teorisini ateşli bir şekilde savunan bazı “acemi evrimciler”, evrim teorisinin ilk canlılığın nasıl oluştuğunu açıkladığını iddia etmekte, hatta bunun örneklerini laboratuvarda her gün gördüklerini söyleyecek kadar ileri gidebilmektedirler. İşte bu kişiler, hiçbir bilimsel delile dayanmadan, evrim teorisini körü körüne, ideolojik nedenlerle savunan, bilim ve akılcılıktan uzak kimselerdir. Oysa evrim teorisinin, cansız atomların nasıl olup da canlandığına, canlı organizmalara nasıl dönüştüklerine dair en küçük bir açıklaması yoktur. Evrimciler de bunu gayet iyi bilmekte, ancak büyük çoğunluğu bu gerçeği itiraf edememektedir. Özellikle Türkiye’deki evrimciler uğradıkları hezimetin şiddetiyle, tamamen gerçekten uzak iddialarla teorilerini savunma gayretine girmektedirler.

Paul Davies, halkın bu gerçekten neden habersiz olduğunu, bilim adamlarının evrim teorisinin hayatın kökenini açıklamaktan çok uzak olduğunu neden ifşa etmediklerini şöyle açıklamaktadır:

Kapalı kapılar arkasında kafalarının karıştığını açık açık kabul etmelerine rağmen pek çok araştırmacı halka hayatın kökeninin hala anlaşılamadığını söylemekten rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlıklarının iki nedenden kaynaklandığı görülüyor. Öncelikle bunun dini açıklamalara…. kapı açtığını hissediyorlar. İkincisi cehaletlerini açık açık kabul ederlerse ellerindeki fonları kaybedeceklerinden endişeleniyorlar.

Davies’in de belirttiği gibi, cansız atomların şuursuzca, tesadüfler sonucunda bir araya gelerek canlılığın en küçük yapıtaşları olan proteinleri dahi meydana getirmelerinin imkansızlığının farkında olan evrimciler, hayatı üstün bir Akıl ve İlim sahibi olan Allah’ın yarattığı gerçeğini gizleyebilmek için yaptıkları araştırmaların başarısızlıklarını insanlardan saklamaktadırlar.

Darwin de, Türlerin Kökeni adlı kitabında sözde türlerin birbirlerine nasıl evrimleştiklerine dair spekülasyonlar üretmiş olmasına rağmen, ilk canlılığın nasıl başladığına dair spekülasyon dahi üretememiş, hayatın kökeniyle ilgili bir kitap veya makale yazmamıştır.

Darwin’den sonra da hiçbir evrimci canlılığın ilk olarak nasıl başladığını, ilk hücrenin, hatta ilk proteinin dahi tesadüfler sonucunda kendiliğinden nasıl oluşabildiğine dair bir açıklama getirememiştir.

Günümüzde evrim teorisinin en önde gelen savunucularından olan Richard Dawkins dahi, ilk proteinin tesadüfen oluşmasının elbette ki imkansız olduğunu itiraf ederek, yaşamın uzayda bir yerde, ÜSTÜN BİR AKIL tarafından yaratıldığını söylemektedir.

Bir bilim adamının, proteinler gibi olağanüstü komplekslikteki bir Yaratılış harikasını “uzaylıların yaptığı” gibi akıl almaz bir iddiayla ortaya çıkması, elbette ki Darwinist bilim dünyası açısından içler acısıdır. Fakat çok daha mantıksız bir iddianın –tesadüflerin- savunuculuğunu yapmaktansa, canlı varlıkların uzayda üstün bir akıl tarafından var edildiği iddiasını savunmak, Dawkins’in gözünde de Darwinizm’in bittiğinin göstergesidir. Zaten eldeki muhteşem Yaratılış delilleri karşısında hala Darwinizm’i savunuyor olmak aklı başında ve dürüst bir insan için mümkün değildir.

“İlk canlı organizma çok basitti” iddiası nasıl çürüdü?

Yukarıdaki satırlarda da bahsettiğimiz gibi, evrimciler, ilk canlılık nasıl oluştu sorusuna bilimsel bir yanıt veremezler; ilk canlılığın sözde “ilkel”, “basit” yapılı bakteriler olduğunu söyleyerek, sanki cansız maddelerin tesadüfler sonucunda bir araya gelip bu sözde ilkel organizmaları oluşturmalarının çok kolay olduğu izlenimi oluşturmaya çalışırlar.

Ne var ki, biyokimya, moleküler biyoloji, genetik gibi alanlardaki hızlı gelişmeler, evrimcilerin bu iddialarının da bilimsel hiçbir tutarlılığı ve geçerliliği olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Örneğin bazı bilim adamları, genom araştırmaları kapsamında, yaşam için gereken minimum gen gerekliliğini hesaplayan çalışmalar yaptılar. Yani bir organizmanın canlı özelliği kazanması için en az kaç proteine veya hangi kimyasal süreçlere ihtiyacı olduğunu hesapladılar. Bu araştırmacıların büyük bir kısmı, kendilerince, ilk canlı organizmanın aslında kompleks olmasına gerek olmadığını, tesadüfen oluşabilecek kadar “basit” özelliklere sahip olduğunu göstermeyi umdular. Ne var ki elde ettikleri sonuçlar bu umutlarını da yok etti. Yaşam için gereken minimum özelliklerin dahi son derece kompleks ve tesadüfen elde edilemez olduğunu bir kez daha gördüler.

Söz konusu bilim adamları öncelikle en az kompleksliğe sahip olduğu bilinen prokaryot (tek hücreleri) canlılara yöneldiler. Biyokimyacılar, bir organizmanın genom büyüklüğünü o türün kompleksliğinin ölçümü için kullanmaktadırlar. (Genom, DNA’nın nükleotid dizileri (harfleri) ile yazılmış organizmanın tüm kalıtımsal bilgisidir.) Bir organizmanın genomunda bulunan bilgiler, hücredeki makinaların protein yapmak için kullandıkları talimatlardır.

Proteinler, hücrenin hem yapısında hem de tüm işlevlerinde yer alırlar. Bir organizmada bulunan proteinlerin sayısını ve türünü belirlemek, biyokimyacılara bu organizmanın yapısı, işlevleri ve dolayısıyla kompleksliği hakkında önemli bilgiler verir.

Prokaryotlarda genellikle bir gen bir protein üretir. Bu nedenle prokaryotların genomunda bulunan genlerin sayısı ve türü, bu organizmada bulunan proteinlerin sayısını ve türünü bize verir. Ve bu ilişki nedeniyle genom büyüklüğü, bir prokaryot hücrenin biyolojik kompleksliğinin önemli bir kriteridir.

Yaşam için gerekli olan minimum komplekslik

Biyokimyacılar, yaşamın minimum kompleksiliğini anlamak için tespit edilen genom dizilerine baktılar ve bugüne kadar tespit edilen en az kompleksliğe sahip organizmanın Pelagibacter ubiqueadlı bakteri olduğu belirlendi. Bu bakteri 1354 gen ürününe, yani protein, ribozomal ve transfer RNA gibi fonksiyonel RNA’lara sahiptir.

Bu durumda açıkça görülmektedir ki, evrimcilerin sözde en basit organizmalar dedikleri canlılar dahi son derece komplekstirler. Yani evrim teorisinin iddia ettiği gibi, cansız maddeler kendi aralarında bir şekilde organize olup canlılığı oluşturmuş olamazlar. Evrim teorisi tek bir proteinin dahi nasıl oluştuğunu açıklayamazken, yaklaşık 1350 proteinin oluşup, bir şekilde bir araya gelip ilk canlı organizmayı oluşturduğunu açıklamak zorundadır. Bunun imkansızdan da öte olduğu son derece açıktır.

Artık bilinmektedir ki, yeryüzünde meydana gelen ilk yaşam kimyasal açıdan son derece kompleksti. Araştırmacılar hayatın en minimal formunda dahi, hücre içerisinde organize olmuş şaşılacak sayıda protein bulunduğunu keşfetmiş oldular.

Evrim teorisi tek bir proteinin daha nasıl oluştuğunu açıklayamazken, “ilkel” olduğunu iddia ettiği ilk tek hücreli canlıda bulunan yüzlerce proteinin nasıl var olduğunu ve bir araya gelerek kusursuz bir sistemi nasıl tesadüfler sonucunda oluşturabildiğini kesinlikle açıklayamaz. Kaldıki yaşam tarihi incelendiğinde en küçük genoma sahip olan Pelagibacter ubique’in yaratılmış ilk canlı olmadığını yaşama ilk başlayanların bakteriler aleminin en kompleks üyesi olarak nitelendirilen siyanobakteriler olduğu görülmektedir. Zira hayat kaynağımız oksijen ve bitkilerdeki azotun tedarikçisi olan bu bakteriler, yaşam çevriminin ilk basamağını oluşturmaktadırlar.

Evrim teorisinin içinde bulunduğu bu son derece açık açmazı daha da iyi anlamak için, tek bir protein molekülünün oluşması için hücre içinde gerçekleşen olaylar zincirini hatırlatmakta fayda vardır. Proteinleri proteinlere ürettiren bu muhteşem sistemin, sonsuz bir ilim ve akıl sahibi olan Yüce Allah tarafından yaratıldığı son derece açıktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

bebeğin gelişimi evrim ?

kelebeğin olması evrim ?

:D :D

Neden günümüzdeki MAYMUNLAR insan olmuyooorrr ????

neyse yaw evrimi bilmeyen TEİST ile evrim ancak bu kadar konuşulabiliyor.....amip - DİNAZOR olmuş ? :D :D neyse yawe...hakkaeten evrimden ZERRE bilginiz YOK....

KURANDA varmıdır EVRİM ??

YOKTUR.....allah bi anda PÜF diye yaratır herşeyi ne iş ?????????????

bak şimdi dostum senin evrim anlayışınla benim evrim anlayışım farklı olabilir sen bir yere bağlı kalırken ben farklı ve özgür bir bakış açısı getirebilirim sen evrim bilimi olmadan yapamazsın ona mecbursun farklı bir bakış açısı getiremezsin çünki onunla inkar etmek istediklerini inkar ediyorsun.

o kertenkele örneği mesela o zaman o bile bir yaratıcının ispatı olmuyormu.

madem doğa tek erkekten veya dişiden çoğalan yaratıklar türetebiliyorda o zaman neden dişi ve erkeğe gerek duydu madem öyle dişisiz ve erkeksiz tek cinsiyetle üremeyi ve çoğalmayı sağlasaydı ya bu daha basit olmazmıydı doğa için?

nerden tutarsan tut elnde kalıyo aslan parçası :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

orda yanlış anlaşılma var galiba :)

"ancak bilimin Allahın varlığını ispatlamaya çalışıp çalışmadığı konusunda sizinle kesinlikle aynı fikirde değilim sizin dediğinizi doğru saysak bile bilimin zamanımızdaki mucizelerinden biri olan stephen hawking televizyonlarda Allah varmı yokmu tartışmasına girmezdi."

girmezdi derken girdiğini söylemeye çalışmıştım ancak yanlış anlaşıldım.

yani burda şunu ispatlamaya çalışıyorum insanlığın ve bilim adamlarının gözü aslında kabul etsekte etmesekte Allahın varlığı veya yokluğuna kitlenmiş durumda ve gittikçe sonuca yaklaşılıyor gibi duruyor.

yoksa hawkingse bile devamlı sorulan soru Allahın varlığının olup olmadığıdır ki sonunda kendiside olabilir diye fikir vermiştir belki gaz alma belki gerçekten inandığı için ancak insanlık Allah kavramının ispatlanıp ispatlanamayacağını dörtgözle bekliyor.

not:burda mesele hawkingin olabilir demesi değil size ispatlamaya çalıştığım şu "Allahın varlığı sadece bizlerin değil dünya bilim dünyasınında tartıştığıdır"

ayrıca diğer konuya gelince psikolojiye göre tümden gelim yapabilirim şöyle düşünelim bir insan katilse bu sonuca göre nedenlerini araştırabilirsin yani bu kişi neden katil oldu?

yada katil olduğunu biliyormuyuz?

evet bir kişiyi öldürmüş

işte burda başlarız sorgulamaya nedenleri sorgularız ve nedenlerin nedenlerini taaa ki ilk nedeni bulana kadar.

ancak tüme varımda yapabiliriz ancak o zaman girdi miktarı artar ve karışıklık olabilir.

burda en uygunu tümden gelmedir ki genelde mesela resimden veya bir sanatçının oluşturduğu bir sanat eserinden karakter analizi yapmak daha mantıklıdır.

dikkat ederseniz ben burda fiziksel veya kimyasal bilimden bahsetmiyorum ancak aynı zamanda karakter analizinde kullandığım şey genelde hem insanların hem hayvanların hemde doğanın davranış şekilleri ben bunların üzerinde yoğunlaşıyorum.

sizinle benim baz aldığımız argümanlar birbirlerinden çok farklı.

Daha sonra aldığım sonuçlarla Tanrı(lar) olması gerektiği sonucuna varıyorum ve sonrasında elemeden geçip kafamda sadece bir bir tek Tanrı profili belirliyorum ve diyorum ki eğerki Tanrı varsa böyle bir Tanrı olmalı işte ondan sonrası benim için kitapları araştırmamı gerektiriyor ve belirlediğim o profile en çok uyan Tanrı olarakta karşıma Allah profili çıkıyor ve onu kabul ediyorum.

ancak az önceki konumdada dediğim gibi belki bunları yapmasaydımda gene Allaha inanacaktım çünki dna larla zaten belirlenmiş bir olay her halikarda inanmak zorundayım ki bilinçaltımla çarpışmadan yaşabileyim...

bizim ortak noktada buluşmamız mümkün değil çünki siz ve ben farklı bilim dallarını kullanıyoruz.ve ona göre mantık yürütüyoruz ancak evrimi ve mantığını araştırırsam o zaman sizinle daha sağlıklı bir tartışma yapabilirim sizin sahanızda ancak o zamana kadar yapabileceğim şey evrim konusunda sizin bilgilerinizden faydalanmak olur benim için.

Hawkingin kendi görüşlerini belirtmesi, onun bilim dünyasında tartışıldığını göstermez. Bir kimse bilim insanı diye, bazı konularda kendi görüşlerini belirtemez mi ? Hatta bilim insanlarının inançları dahi olabilir. Ancak değişmez bir kesin vardır. Bir bilim insanı, bilim yaparken inançlarını bir kenara bırakmak zorundadır. Bu açıdan bilim dünyasında din-tanrı tartışması olmaz. Bilim dünyasında bilimsel olan tartışılır. Ancak elbette her birey kendi fikirlerini bilimden bağımsız olarak ifade edebilir. Bilim insanları robot değil sonuçta.

Ayrıca hawking orada agnostik bir argüman kullanıyor. Sanıldığı gibi tanrıyı kabul etmiyor.

1. Evrenin oluşumu için tanrıya gerek yoktur.

2. Evrenin kendiliğinden oluşabiliyor olması, bir tanrı olmadığını göstermez.

Hawkingin kullandığı iki farklı ifade bunlar. İkisi birbirine zıt değil. Geçen mesajımda belirttiğim mantık hatasına düşmemek için böyle söylüyor.

1. Tanrı yoksa, evren kendiliğinden olmuştur.

2. Evren kendiliğinden oldu.

3. Öyleyse tanrı yoktur.

Bu da yanlış bir önerme. Evrenin kendiliğinden oluşmuş olması, tanrının yokluğunu ispatlamaz. Hawking de işte bunu söylüyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrim teorisi tümden yıkılmış :( dağılılalım beyler.

Müslümler işi çoktan çözdü. Evrim yanlışmış. Meğer gerçek evrim kuranda yazıyormuş. Allah cumartesi (sebt) yasağını çiğneyen isyankarlara "aşağılık maymunlar olun ulan" demiş. Böylece insan maymundan değil, maymun insandan gelmiş!

İnatçı inkarcı bilimciler müslümlere bu büyük buluşlarından dolayı inadına Nobel vermiyorlar. Muannid kafirler bunlar. İlla allahın olmadığını söyleyen inkarcı bilimcilere Nobel verecekler! Şartlanmışlar!

Belirteyim ki bu "evrim teori" :D sini ciddi cidi savunan müslümlerin sayısı hiç az değil! Şimdi şurda "tabii ya, maymun insandan geldi, allah bildirmiş, Darwin de evrimi kurandan çalmış ama şeytanla anlaşma yapıp ters çevirip insanlara sunmuşlar" diyen çıkarsa hiç şaşırmayın... Müslümlerin söylediği en acayip komik iddiaya şaşırmak islamı bilmemek demektir.

tarihinde democrossian tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrim Teorisini Temelden Yıkan Soru: Cansız Moleküller……

Aslında evrim teorisi daha yolun en başında, yani “hayat nasıl başladı?” sorusu karşısında çökmüştür. Fosiller veya türlerin oluşumu hakkında sayısız spekülasyonlar yapan, sayfalarca hikayeler anlatan evrimciler, “Hayat nasıl başladı?” sorusu karşısında hayali senaryolar dahi üretemeyerek, tamamen sessizliğe bürünmektedirler. Çünkü tek bir protein molekülünün dahi kendiliğinden, tesadüfler sonucunda nasıl meydana geldiğini açıklamalarına imkan yoktur; cansız moleküllerin nasıl olup da canlı bir organizmaya dönüştüğü sorusuna verebilecekleri bir yanıt bulunmamaktadır.

Evrimcilerin en güvendikleri kaynak olan Nature dergisinin online sayfasında, 13 Şubat 2012 tarihli, Brian Switek imzalı bir yazıda bu çaresizlikleri şöyle ifade edilmektedir:

Hayatın nasıl başladığı doğanın en kalıcı gizemlerinden biridir. Fosiller ve biyolojik ipuçlarına bakarak bilim adamları ilk hücrenin yeryüzünde dört milyar yıl önce ortaya çıktığını tahmin etmektedirler. Ancak ortaya çıkışlarını tam olarak neyin katalize ettiği konusu anlaşılmaz kalmıştır.

Hayatın kökenine dair araştırmalar yapan bilim adamları, yaklaşık 50 yıl önce ilk başarısız deneyini gerçekleştiren Stanley Miller’dan daha fazla bilgi edinmiş değiller.

Fizik profesörü ve yazar Paul Davies bu konuya Beşinci Mucize: Hayatın Kökeni ve Anlamı Araştırması adlı kitabında şöyle yer vermektedir:

Bu kitabı yazmaya başladığımda bilimin hayatın kökeni gizemini çözmeye yaklaştığına inanmıştım… Fakat bu alanda bir-iki sene araştırma yaptıktan sonra şu anda anlayışımızda müthiş büyük bir boşluk olduğu kanaatindeyim… Anlayışımızdaki bu boşluk sadece belli teknik detaylar hakkındaki cehaletimiz değil; önemli bir kavramsal boşluk.

Colorado State Üniversitesi’nden hücre biyoloğu Franklin Harold da hayatın kökeni konusunun “bilimin çözülmemiş gizemlerinden” biri olduğunu söylemektedir.

Harvard Üniversitesi biyologlarından Andy Knoll ise, hayatın kökeninin evrim teorisi ile açıklanamadığını şöyle kabul etmektedir:

Eğer Yeryüzündeki yaşamın derin tarihi, kökeni, bugün çevremizde gördüğümüz biyolojiyi oluşturan aşamalar hakkında bildiklerimizi özetlemeye çalışırsak, burada net bir görüntümüz olmadığını itiraf etmek durumundayız sanırım. Yaşamın bu gezegen üzerinde nasıl başladığını bilmiyoruz. Tam olarak ne zaman ve hangi koşullar altında başladığını bilmiyoruz.

Bu açıklamalar, konuyu gazetelerden veya TV programlarından takip eden insanları şaşırtmaktadır. Çünkü insanların büyük bir kısmı, hatta bunun içinde bilim adamları da bulunmaktadır, evrim teorisinin hayatın kökenine dair bir açıklaması olduğunu zannetmektedir. Hatta haber programlarında veya gazete köşelerinde fikirlerine yer verilen, evrim teorisini ateşli bir şekilde savunan bazı “acemi evrimciler”, evrim teorisinin ilk canlılığın nasıl oluştuğunu açıkladığını iddia etmekte, hatta bunun örneklerini laboratuvarda her gün gördüklerini söyleyecek kadar ileri gidebilmektedirler. İşte bu kişiler, hiçbir bilimsel delile dayanmadan, evrim teorisini körü körüne, ideolojik nedenlerle savunan, bilim ve akılcılıktan uzak kimselerdir. Oysa evrim teorisinin, cansız atomların nasıl olup da canlandığına, canlı organizmalara nasıl dönüştüklerine dair en küçük bir açıklaması yoktur. Evrimciler de bunu gayet iyi bilmekte, ancak büyük çoğunluğu bu gerçeği itiraf edememektedir. Özellikle Türkiye’deki evrimciler uğradıkları hezimetin şiddetiyle, tamamen gerçekten uzak iddialarla teorilerini savunma gayretine girmektedirler.

Paul Davies, halkın bu gerçekten neden habersiz olduğunu, bilim adamlarının evrim teorisinin hayatın kökenini açıklamaktan çok uzak olduğunu neden ifşa etmediklerini şöyle açıklamaktadır:

Kapalı kapılar arkasında kafalarının karıştığını açık açık kabul etmelerine rağmen pek çok araştırmacı halka hayatın kökeninin hala anlaşılamadığını söylemekten rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlıklarının iki nedenden kaynaklandığı görülüyor. Öncelikle bunun dini açıklamalara…. kapı açtığını hissediyorlar. İkincisi cehaletlerini açık açık kabul ederlerse ellerindeki fonları kaybedeceklerinden endişeleniyorlar.

Davies’in de belirttiği gibi, cansız atomların şuursuzca, tesadüfler sonucunda bir araya gelerek canlılığın en küçük yapıtaşları olan proteinleri dahi meydana getirmelerinin imkansızlığının farkında olan evrimciler, hayatı üstün bir Akıl ve İlim sahibi olan Allah’ın yarattığı gerçeğini gizleyebilmek için yaptıkları araştırmaların başarısızlıklarını insanlardan saklamaktadırlar.

Darwin de, Türlerin Kökeni adlı kitabında sözde türlerin birbirlerine nasıl evrimleştiklerine dair spekülasyonlar üretmiş olmasına rağmen, ilk canlılığın nasıl başladığına dair spekülasyon dahi üretememiş, hayatın kökeniyle ilgili bir kitap veya makale yazmamıştır.

Darwin’den sonra da hiçbir evrimci canlılığın ilk olarak nasıl başladığını, ilk hücrenin, hatta ilk proteinin dahi tesadüfler sonucunda kendiliğinden nasıl oluşabildiğine dair bir açıklama getirememiştir.

Günümüzde evrim teorisinin en önde gelen savunucularından olan Richard Dawkins dahi, ilk proteinin tesadüfen oluşmasının elbette ki imkansız olduğunu itiraf ederek, yaşamın uzayda bir yerde, ÜSTÜN BİR AKIL tarafından yaratıldığını söylemektedir.

Bir bilim adamının, proteinler gibi olağanüstü komplekslikteki bir Yaratılış harikasını “uzaylıların yaptığı” gibi akıl almaz bir iddiayla ortaya çıkması, elbette ki Darwinist bilim dünyası açısından içler acısıdır. Fakat çok daha mantıksız bir iddianın –tesadüflerin- savunuculuğunu yapmaktansa, canlı varlıkların uzayda üstün bir akıl tarafından var edildiği iddiasını savunmak, Dawkins’in gözünde de Darwinizm’in bittiğinin göstergesidir. Zaten eldeki muhteşem Yaratılış delilleri karşısında hala Darwinizm’i savunuyor olmak aklı başında ve dürüst bir insan için mümkün değildir.

“İlk canlı organizma çok basitti” iddiası nasıl çürüdü?

Yukarıdaki satırlarda da bahsettiğimiz gibi, evrimciler, ilk canlılık nasıl oluştu sorusuna bilimsel bir yanıt veremezler; ilk canlılığın sözde “ilkel”, “basit” yapılı bakteriler olduğunu söyleyerek, sanki cansız maddelerin tesadüfler sonucunda bir araya gelip bu sözde ilkel organizmaları oluşturmalarının çok kolay olduğu izlenimi oluşturmaya çalışırlar.

Ne var ki, biyokimya, moleküler biyoloji, genetik gibi alanlardaki hızlı gelişmeler, evrimcilerin bu iddialarının da bilimsel hiçbir tutarlılığı ve geçerliliği olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Örneğin bazı bilim adamları, genom araştırmaları kapsamında, yaşam için gereken minimum gen gerekliliğini hesaplayan çalışmalar yaptılar. Yani bir organizmanın canlı özelliği kazanması için en az kaç proteine veya hangi kimyasal süreçlere ihtiyacı olduğunu hesapladılar. Bu araştırmacıların büyük bir kısmı, kendilerince, ilk canlı organizmanın aslında kompleks olmasına gerek olmadığını, tesadüfen oluşabilecek kadar “basit” özelliklere sahip olduğunu göstermeyi umdular. Ne var ki elde ettikleri sonuçlar bu umutlarını da yok etti. Yaşam için gereken minimum özelliklerin dahi son derece kompleks ve tesadüfen elde edilemez olduğunu bir kez daha gördüler.

Söz konusu bilim adamları öncelikle en az kompleksliğe sahip olduğu bilinen prokaryot (tek hücreleri) canlılara yöneldiler. Biyokimyacılar, bir organizmanın genom büyüklüğünü o türün kompleksliğinin ölçümü için kullanmaktadırlar. (Genom, DNA’nın nükleotid dizileri (harfleri) ile yazılmış organizmanın tüm kalıtımsal bilgisidir.) Bir organizmanın genomunda bulunan bilgiler, hücredeki makinaların protein yapmak için kullandıkları talimatlardır.

Proteinler, hücrenin hem yapısında hem de tüm işlevlerinde yer alırlar. Bir organizmada bulunan proteinlerin sayısını ve türünü belirlemek, biyokimyacılara bu organizmanın yapısı, işlevleri ve dolayısıyla kompleksliği hakkında önemli bilgiler verir.

Prokaryotlarda genellikle bir gen bir protein üretir. Bu nedenle prokaryotların genomunda bulunan genlerin sayısı ve türü, bu organizmada bulunan proteinlerin sayısını ve türünü bize verir. Ve bu ilişki nedeniyle genom büyüklüğü, bir prokaryot hücrenin biyolojik kompleksliğinin önemli bir kriteridir.

Yaşam için gerekli olan minimum komplekslik

Biyokimyacılar, yaşamın minimum kompleksiliğini anlamak için tespit edilen genom dizilerine baktılar ve bugüne kadar tespit edilen en az kompleksliğe sahip organizmanın Pelagibacter ubiqueadlı bakteri olduğu belirlendi. Bu bakteri 1354 gen ürününe, yani protein, ribozomal ve transfer RNA gibi fonksiyonel RNA’lara sahiptir.

Bu durumda açıkça görülmektedir ki, evrimcilerin sözde en basit organizmalar dedikleri canlılar dahi son derece komplekstirler. Yani evrim teorisinin iddia ettiği gibi, cansız maddeler kendi aralarında bir şekilde organize olup canlılığı oluşturmuş olamazlar. Evrim teorisi tek bir proteinin dahi nasıl oluştuğunu açıklayamazken, yaklaşık 1350 proteinin oluşup, bir şekilde bir araya gelip ilk canlı organizmayı oluşturduğunu açıklamak zorundadır. Bunun imkansızdan da öte olduğu son derece açıktır.

Artık bilinmektedir ki, yeryüzünde meydana gelen ilk yaşam kimyasal açıdan son derece kompleksti. Araştırmacılar hayatın en minimal formunda dahi, hücre içerisinde organize olmuş şaşılacak sayıda protein bulunduğunu keşfetmiş oldular.

Evrim teorisi tek bir proteinin daha nasıl oluştuğunu açıklayamazken, “ilkel” olduğunu iddia ettiği ilk tek hücreli canlıda bulunan yüzlerce proteinin nasıl var olduğunu ve bir araya gelerek kusursuz bir sistemi nasıl tesadüfler sonucunda oluşturabildiğini kesinlikle açıklayamaz. Kaldıki yaşam tarihi incelendiğinde en küçük genoma sahip olan Pelagibacter ubique’in yaratılmış ilk canlı olmadığını yaşama ilk başlayanların bakteriler aleminin en kompleks üyesi olarak nitelendirilen siyanobakteriler olduğu görülmektedir. Zira hayat kaynağımız oksijen ve bitkilerdeki azotun tedarikçisi olan bu bakteriler, yaşam çevriminin ilk basamağını oluşturmaktadırlar.

Evrim teorisinin içinde bulunduğu bu son derece açık açmazı daha da iyi anlamak için, tek bir protein molekülünün oluşması için hücre içinde gerçekleşen olaylar zincirini hatırlatmakta fayda vardır. Proteinleri proteinlere ürettiren bu muhteşem sistemin, sonsuz bir ilim ve akıl sahibi olan Yüce Allah tarafından yaratıldığı son derece açıktır.

Bu yazı bir sürü yalan yanlış ifade içeriyor. Ayrıca siz kendi fikirlerinizi beyan etmeye üşenip hazır ileti astığınız sürece kimse oturup bunları okumaz. Biz bilmiyoruz sanki yüzlerce paragrafı buraya yapıştırmayı. Ayrıca eminim ki burada yazanlara dair en ufak bir fikriniz bile yok. Birileri yazmış uydurmuş kılıfına, siz de hazır malı kopyalamışsınız.

Ayrıca oradaki iddiaların hiçbiri evrim teorisine karşı en ufak bir antitez oluşturmuyor bile. Evrim teorisi hayatın başlangıcıyla ilgilenmez. Başlayan hayatın nasıl geliştiğiyle ilgilenir.

İlk proteinlerin nasıl oluştuğunun açıklanamıyor olması, canlıların evrildiği gerçeğini değiştirmez. Kaldı ki ilk proteinler de rahatlıkla açıklanabiliyor. Ribozim denen bir protein kendi kendini katalize ediyor. İlk ribozim yüzyıllar boyunca oluşumunu tamamladıktan sonra, milyonlarca ribozimin üretilmesi an meselesi. Bu ribozimler de ilkin RNA molekülü görevi görüyor. Hücrelerin genetik materyali oluyor. Başka proteinlerin sentezi de başlamış oluyor.

İstersen bu konuyla ilgili paragraflarca makale asabilirim. İşine geliyorsa okursun

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bizler yokluktan birşey çıkarmıyoruz. Mantıklı her insan gibi olmayan birşeyin hiçbirşey var edemeyeceğini söylüyoruz. Sizler aksini savunuyorsunuz. Buyur mantıklı tek bir cümle kuraar mısın.

Allah nereden geldi o zaman ? Yokluktan var ettin işte. Yoksa yokluktan var olmadı da hala yok mu ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu kadar yazı yazmadan evvel bir tane modern biyoloji kitabı açıp okumuş olsanız kendinize de buradaki herkese de bir iyilik etmiş olurdunuz.

Aslan ile hamsi olayında anlatmak istediğimiz şey en uyumlu olmayı anlatmak içindir. Bunu dahi anlayamamış yine tuhaf tuhaf içi boş sorular sormuşsunuz. Farklı klasta olmalarının sebeplerinden biri de farklı ortamlarda birinin diğerinden daha güçlü olduğunu kavramanız içindir. Zira canlılar bulundukları ortama karşı uyumuyla hayatta kalır.

Mesela insanlar arasında bile tedavisi olmayan bir hastalık ortaya çıktığında hastalığa karşı dirençli gene sahip olanlar hayatta kalacaktır. Buradaki güçlü kavramı budur. Yani sırf genleri var diye bir bebek bile hayatta kalıp, kocaman kaslı bir adam ölebilir aynı hastalık yüzünden.

En güçlü = En uyumlu, duruma en iyi adapte olan.

Şu an dünya üzerindeki evrim insanların etkisiyle de oluşuyor. Mesela denizlere dökülen kimyasal atıklar kimi türleri ortadan kaldırabiliyor ama o tür içinde o kimyasala dirençli gene sahip olanlar hayatta kalırken diğerleri ölüyor. Bunun gibi. Yani uyum çevreye göredir.

Bu uyum olayını kendi iş hayatınızda bile görebilirsiniz. Mesela ben ilk çalıştığım yerde el üstünde tutulurdum ve çok iyi bir mühendis olarak bilinirdim. İş değiştirip başka bir iş yerine gittiğimde ise oranın çalışma saatlerine, insanlarına ve davranış biçimlerine alışamadım ve uyum sağlayamadım. Oradan çabucak ayrılmak durumunda kaldım. Oradakiler de beni iyi bir mühendis olarak bilmezler. Orada uyumlu değildim çünkü.

Dünya ve bilim çevreleri evrim olgusunu kabullenmeyi bırak artık onunla ilaç, araştırma ve bilim yapıyor. Trilyonlar harcıyorlar evrim dolayısıyla. Daha önce de dediğim gibi bu trilyonları harcamadan önce keşke size gelip sorsalardı, yazık olmuş o paralara değil mi? :)))

Her şeyi genlere bağlayarak işin içinden sıyrıldığınızı sanıyorsunuz. Gen denilen şey nükleotidlerden oluşmuş gayet kompleks şifreler ve şifre yazmak için doğa ana nasıl bir teknik geliştirmiş çok merak ediyorum? Kullandığımız bilgisayarlar bile programlama diliyle çalışıyor ve hepsi kodlardan oluşuyor tıpkı genetik kodlar gibi. Bilgisayar mühendisleri ve programcıların kod yazdığına inanıyorsun ama canlılardaki oldukça kompleks genetik şifrelerin "doğa ananın" işi olduğunu iddia ediyorsun. Bu iş ne kadar mantıklı hiç düşündün mü? Genler çevreye uyum konusunda tesadüfi veya rastgele kodlamalarla mı çalışıyorlar, buna bir çocuk bile inanmaz.

Bilim dünyası çok güzel işlere imza atıyorlar ve tıpta başarılı çözümlere ulaşıyorlar. Ama bunun evrimle ne alakası var?

Özel olarak evrimin deneylenmesi imkansızdır ve bunu siz de biliyorsunuz. Bilimde kontrollü deneylerle ispatlanmayan her şey çöpe gitmeye mahkumdur. Bunu da biliyorsunuz..

Ayrıca en başlarda inançlı olduğunu söylemiştin, şimdi buna inanmadığımı tekrar belirtmeliyim. Evrimi kabul eden biri Hz.Adem'i asla kabul edemez.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...