Jump to content

Kuran Mucizeleri


Recommended Posts

Kuran her dönem insanına hitaben Allah(C.C) tarafından Cebrail(as) aracılığıyla Hz. Muhammed(sav) 'e indirilmiş bir kitaptır. Bu konuda Kuran'ın Allah kelamı olduğu ve Hz. Muhammed'in uydurmadığını sizlere göstermeye çalışıcam.

1- “Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti” ( Ra’d suresi, ayet 2) ayeti göklerin dağlar sayesinde ayakta duruyor hurafesini ortadan kaldırmıştır.

2- Kur’an-ı Kerimde evrenin yaratılışı şöyle açıklanır. “ O gökleri ve yeri yoktan var edendir” ( En’am suresi, 101) bu ayet şimdiki ilim dünyasının ulaştığı son nokta olan – tüm evrenin zaman ve mekan boyutlarıyla bir sıfırdan, büyük bir patlamayla ortaya çıktığı- gerçeğini 1400 sene evvel haber vermiştir.

3- Kainatın daima genişlediği artık ilim ve bilim dünyasının kabul ettiği bir ilmi buluştur. Buna Kur’an şu ayetiyle işaret etmektedir. “Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik. Ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz” ( Zariyat suresi, 47)

4- 20. asrın bir buluşu da her yıldız ve gök cisimlerin bir yörüngede durduğu gerçeğidir. Bu duruma Kur’an “ geceyi, gündüzü, güneşi ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” ( Enbiya suresi, 33)

5- Güneşin sabit olarak durduğu zannedilirdi. Oysa kur’an güneşin sabit değil aksine daima hareket eden ve belirli bir hızla ilerleyen bir gök cismi olduğunu söylüyordu. Ve asırlar sonra da ilim onu tasdik edecekti. Şöyleki “ güneşte kendisi için tespit edilen bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan bilenin takdiridir.” ( Yasin suresi, 38)

6- " O insanı alaktan yarattı. " (Alak suresi, 96/2) ALAK/ALAKA kelimesi, Arapça bir sözcüktür. Bazı tefsirlerde ve bazı meallerde bu kelimeyle ilgili yapılan “kan pıhtısı” gibi yorum ve değerlendirmeler, zamanın mevcut bilgisine paralel olarak yapılmıştır. Bu sebeple bu konuda öncelikle lügat kitaplarında bu kelimenin ne anlama geldiğini görmek gerekir:

Lügat ilminde temel kaynakların verdiği bilgilere göre ALAK kelimesi değişik türevleriyle -temel fonksiyonları itibariyle- şu anlamlara gelir:

- Kan emen Sülük.

- Avın ağa yakalanması.

- kan pıhtısı.

- Kan parçası.

- Bir şeyin bir şeye tutunması/yapışması.

- Çocuğun parmaklarını emmesi.

- Bir şeyin sevgisinin bir kalbe çelme takması.

- Bir kimsenin biriyle alaka kurması

- Bir şeyin bir şeye asılması. (bk. el-Cevheri(ö. 393), es-Sihah; İbn Faris(ö. 395), Mucemul-’Lüğa; İbn Manzûr(ö.711), Lisanu’l-Arab; el-Firûzâbâdi(Ö.817),el-Kamusu’l-Muhit; ez-Zebidi(ö. 1205),Tacu’l-Arûs, “ALAK” maddesi)

Bu kaynaklarda açıkça belirtildiği üzere, ALAK/ALAKA kelimesinin en önemli etimolojik ve sözlük anlamı, yapışmak, asılmak, bağlanmak, takılmaktır. “ALİKA EL-SAYDU BİL HİBALETİ” cümlesi, av, ağa takıldı, anlamına gelir. (bk. Sihah, Lisasnu’l-Arab, Tacu’l-Arus, “A-L-K” maddesi)

Kur’an’da nutfeden sonra “ALAKA” kelimesinin kullanılması, modern ilmin gözle gördüğü ince hakikatleri içermesi bakımından bir mucizedir. Çünkü bu kelime, hem asılmak, yapışmak hem de emmek manasını ihtiva etmektedir.

Modern tıbbın/embriyolojinin kabul ettiği gerçek şudur ki, rahimdeki cenin/embriyo alak/alaka konumuna geldiği zaman, rahmin duvarına asılır ve rahmin damarlarından -bir sülük gibi- kan emmeye başlar ve gıdasını alır.(İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

İlginçtir ünlü hadis alimi İbn Hacer el-Askalanî (ö: 852), yaklaşık 6 asır önce, anne rahmindeki ceninin belli bir safhada “ALAKA” adını almasının gerekçesini açıklarken, şunu vurgulamıştır: “Alaka, -bir nevi kan pıhtısı gibi- nemli bir yapıya sahip olup geçtiği yerlere tutunma özelliğine sahip bir yapıda olduğu için alaka adını almıştır.” (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 11/482)

Uzmanlar, modern ilmin verileriyle Kur’an’ın 15 asır önceki tespitlerini hayranlıkla karşılaştırmışlar.

Kur’an’ın ilgili ayetinden birinin meali şöyledir:

"Sonra nutfeyi, (rahim cidarına yapışan bir hücre olan), alakaya, bunu da (bir çiğnem et görünümündeki) mudğaya, mudğayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allah'ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün!" (Mü'minûn, 14)

Modern ilim ise şöyle diyor:

Döllenmiş yumurtanın (zigot) içine yerleştirilen ve bundan sonraki bütün biyolojik süreçleri ihtiva eden bilgi, kademe kademe okunarak hayat sahnesine çıkar. Henüz döllenmenin ikinci günü tek hücre olan zigot, art arda bölünmelerle 2, 4, 8, 16, 32... şeklinde çoğalır. Üçüncü gün yuvarlak bir dut (morula) veya böğürtlene benzerken, dördüncü gün, içi boş bir top şeklini (blastosist) alır.

Beşinci gün asıl cenini oluşturacak hücreler, bu kümenin bir tarafında toplanır ve ortaya çıkan şekil, kaşlı bir yüzüğü andırır (geç blastosist). Altıncı gün tüpteki yolculuğunu bitirip, dokuz ay kalacağı anne rahmine gelir ve bir tohumun toprağa ekilmesine benzer tarzda anne rahmine tutunur (implantasyon).

Anne rahmine tutunması için daha önceden salgılanan hormonların (östrojen, progesteron) tesiriyle rahim duvarları kalınlaştırılıp kanlandırılır (toprağın çapalanıp kabartılması gibi) ve ceninin büyüyüp şekilleneceği ortam hazırlanır. İkinci haftanın başında anne rahmine tutunan cenini teşkil eden kübik ve silindir şeklindeki dev hücreler, üst boşlukta yan yana dizilir (germinal disk). Bu safhada iken hücrelerde özelleşmeler başlamış, ileride organların oluşacağı ektoderm, endoderm ve mezoderm tabakaları artık belli olmuştur. (bk. Dr. Arslan Mayda, Bir Hücreden İnsana, Sızıntı, Şubat, 2010)

Buna göre, ilgili ayette çok önemli bir Kuran mucizesi ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz, anne karnında gelişmekte olan zigotu bu özelliğiyle tarif eden bir kelime kullanılması, Kur'an'ın alemlerin Rabbi olan Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha ispatlamaktadır.

Kuran'daki Jeolojik Mucizeler:

Karaların Azalması:

Yüce Allah 14 asır önce indirdiği Kuran-i Kerim’de Kendi yaratısıyla ilgili bazı sırları haber vermektedir. Bu sırlar hem Kuran’ın Allah sözü olduğunu kanıtlamakta hem de doğa bilimlerindeki gelişmenin önünü açmaktadır.

“Onlar görmüyorlar mi ki, gerçekten Biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz...” (Rad Suresi, 41)

“... Fakat simdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mi?...” (Enbiya Suresi, 44)

Küresel ısınmayla birlikte kutuplardaki buz tabakaları erimekte ve okyanuslardaki deniz suyu seviyesi yükselmektedir. Artan su miktarı da daha fazla karayı kaplamaktadır. Deniz kıyıları sular altında kaldıkça, yeryüzünün toplam yüz-ölçümü veya kara miktarı da azalmaktadır. (Dr. Mazhar U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur'an, Crescent Publishing House, New York, USA, 1998, s. 115) Ayetlerde geçen "onu çevresinden eksiltiyoruz", "etrafından eksiltmekte olduğumuz" ifadelerinin de, deniz kıyılarının sularla kaplanmasına işaret ediyor olması muhtemeldir.

New York Times gazetesinde bu konu ile ilgili yer alan bir haber şöyledir:

Geçen yüzyıl boyunca, yeryüzünün ortalama yüzey ısısı 1 Fahrenheit kadar yükseldi, ısınma oranı da son çeyrek yüzyılda artış gösterdi. Bilim adamları, 1950 ve 1960'larin denizaltı verilerini 1990'larin gözlemleri ile karsılaştırdılar ve Kuzey Kutbu havzasındaki buz tabakasının %45 oranında inceldiğini ispatladılar. Uydu görüntüleri, bölgeyi kaplayan buzların boyutlarının geçtigimiz yıllarda önemli ölçüde azaldığını göstermektedir. (www.planetwaves.net/polar_NYT.html;New York Times, August 19, 2000)

20. yüzyıl sonlarında elde edilen bulgular, Enbiya Suresi'nin 44. ve Rad Suresi'nin 41. ayetlerindeki hikmetleri anlamamıza yardımcı olmuştur.

Kıtaların Sürüklenmesi

Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası zeminde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. Ilk olarak 20. yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların dünya'nın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını keşfetmiştir.

Yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu'nda bulunuyordu.Yaklaşık 180 milyon yil önce Pangaea ikiye ayrıldı.Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtanın birincisinden Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan; ikincisinden ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’nın Hindistan dışındaki kısımları oluştu.

Kıtasal hareketin yilda 1 ile 5 cm civarında olduğu hesaplanmıştır. Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir.Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir . (Carolyn Sheets, Robert Gardner,Samuel F. Howe, General Science, Allyn and Bacon Inc.Newton, Massachusetts, 1985, s. 305)

Allah dağların hareketini ayette "sürüklenme" olarak bildirmiştir.Bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de "continental drift" yani "kıtasal sürüklenme"dir.

“Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler...” (Neml Suresi, 88)

Yerin Yedi Katmandan Oluşması:

Allah’ın Kuran'da yeryüzü ile ilgili bilgilerden biri, yeryüzünün, yedi kat olan gökyüzüne benzerliğidir: “Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı…” (Talak Suresi, 12)

Rabbimiz asırlar önce yerin ve göğün yedişer kat olduğunu bildirmiştir. Asırlar sonra uzun jeolojik araştırmalar sonucunda varılan netice de aynı olmuştur.

Bilim adamlarının sıraladığı bu katmanlar şöyledir: Hidrosfer, Litosfer, Astenosfer, Üst manto, Alt Manto, Dış Çekirdek ve Iç Çekirdek:

Hidrosfer okyanus ve denizlerin en üst kısmı ile bunlardan etkilenen karaların kıyılarıdır. Litosfer, Dünya’nın en üst katmanını oluşturan katı kaya tabakadır. Diğer katmanlarla kıyaslandığında oldukça ince, daha soğuk ve daha katıdır; bu bakımdan yeryüzünde kabuk görevi görür.

Litosferin altında Astenosfer katmanı bulunur. Bu katman yüksek ısı ve basınca maruz kaldığında yumuşayıp eriyebilen, sıcak, yarı-katı maddelerden oluşmuştur. Kati Litosfer tabakasının, yavaşça hareket eden Astenosfer tabakası üzerinde yüzdüğü ya da hareket ettiği düşünülmektedir. Bu katmanın altında yüksek sıcaklıkta, yarı-katı kayalardan oluşan yaklaşık 2.900 km kalınlığında manto denilen bir tabaka vardır. Kabuktan daha fazla demir, magnezyum ve kalsiyum içeren manto daha sıcak ve yoğundur; çünkü Dünya’nın içindeki ısı ve basınç derinlikle birlikte artar.

Dünya’nın merkezinde de neredeyse mantonun iki katı yoğunlukta olan çekirdek yer alır. Bu yoğunluğun sebebi içeriğinde kayalardan çok metaller (demir-nikelalasimi) bulunmasıdır. Dünya’nın çekirdeği ise iki ayrı parçadan oluşur: Biri 2.200 km kalınlığında olan sıvı dış çekirdek, diğeri de 1.250 km kalınlığındaki katı bir iç çekirdek. Dünya döndükçe sıvı dış çekirdek Dünya’nın manyetik alanını oluşturur.

Her şeyden önemlisi, 20. yüzyıldaki teknoloji ile tespit edilebilen bu bilimsel gerçeklerin Kuran'da yerelması Kuran’ın çok sayıdaki mucizesinden sadece birkaçıdır.

Yarılan Yeryüzü:

”Dönüşlü olan göğe and olsun. Yarılan yere de.” (Tarik Suresi, 11-12)

Yukarıdaki ayette geçen Arapça "sada" kelimesi Türkçe de "çatlama, yarılma, ayrılma" anlamlarına gelmektedir. Allah’ın yerin yarılması üzerine yemin etmesi, başka bir Kuran mucizesidir.

1945-46 yıllarında, bilim adamları mineral kaynaklarını araştırmak için ilk kez deniz ve okyanusların diplerine indiler. Araştırmaların da dikkati çeken en önemli noktalardan biri Dünya’nın kırıklı yapısı oldu. Dünya’nın dış yüzeyindeki kayalık tabaka; kuzey-güney ve doğu-batı doğrultulu olup, on binlerce kilometre uzunluğunda çok sayıda geniş çatlak(fay) ile yarılmıştı. Yeryüzünün bu kırıklı yapısı sayesinde, önemli miktarda ısı dışarı atılır ve erimiş kayaların büyük bir kısmı okyanuslardaki tepeleri oluşturur. Eğer yeryüzünün, kabuğundan yüksek miktarda ısının dışarı çıkmasına olanak veren bu yapısı olmasaydı Dünya üzerinde hayat imkansız olurdu. Çünkü bu durumda yer kabuğunun altından çıkış noktası bulamayan ısı, çok büyük miktarlarda olumsuz nükleer etki meydana getirecekti.

" (O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur'an'ı indirdik. " (NAHL, 44)

ALLAH'IN RAHMETİ VE HİDAYETİ ÜZERİNİZE OLSUN.

tarihinde Abdullah. tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 40
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Popular Days

Top Posters In This Topic

yuh yuh...hurafeleri MUCİZE diye yutturmaya kalkıyor adama bak :D

hangi birine cevap yazalım bilemedim ki ?...

bari tek tek ayrı ele alıp başlık açsaydın be adam ? copy/paste ile olmuo bu işler....

birer birer dile getir mucize iddianı....biz de teker teker çürütüp çöpe atalım mucize dediğin zırvaları ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Mucizeleri eksik yazmışsın,

* Adam 950 yaşına kadar yaşıyor. (29:14)

* Karınca konuşuyor. (27:18)

* Kuş adamla sohbet ediyor. (27:22)

* Yeni doğmuş bebek konuşuyor. (19:29)

* Balık adamı yutuyor birkaç gün sonra sağ salim karaya tükürüyor. (37:142)

* Bakire kız çocuk doğuruyor. (3:47)

* Adamlar mağarada 300 sene uyuyor. (18:25)

* Adam bastonuyla denizi ikiye ayırıyor. (26:63)

* Adam topraktan kuş yapıyor, üstüne üflüyor, kuş gerçek oluyor. (5:110)

* Adam gemisine dünyadaki her hayvan türünden bir çift bulup sığdırıyor. (11:40)

* Adamla eşeği ölüyor 100 sene sonra diriliyor. (2:259)

* Adamın bastonu yılana dönüyor. (7:107)

Link to post
Sitelerde Paylaş

yuh yuh...hurafeleri MUCİZE diye yutturmaya kalkıyor adama bak :D

hangi birine cevap yazalım bilemedim ki ?...

bari tek tek ayrı ele alıp başlık açsaydın be adam ? copy/paste ile olmuo bu işler....

birer birer dile getir mucize iddianı....biz de teker teker çürütüp çöpe atalım mucize dediğin zırvaları ?

Tamam o zaman 6.dan başla bakalım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Mucizeleri eksik yazmışsın,

* Adam 950 yaşına kadar yaşıyor. (29:14)

* Karınca konuşuyor. (27:18)

* Kuş adamla sohbet ediyor. (27:22)

* Yeni doğmuş bebek konuşuyor. (19:29)

* Balık adamı yutuyor birkaç gün sonra sağ salim karaya tükürüyor. (37:142)

* Bakire kız çocuk doğuruyor. (3:47)

* Adamlar mağarada 300 sene uyuyor. (18:25)

* Adam bastonuyla denizi ikiye ayırıyor. (26:63)

* Adam topraktan kuş yapıyor, üstüne üflüyor, kuş gerçek oluyor. (5:110)

* Adam gemisine dünyadaki her hayvan türünden bir çift bulup sığdırıyor. (11:40)

* Adamla eşeği ölüyor 100 sene sonra diriliyor. (2:259)

* Adamın bastonu yılana dönüyor. (7:107)

Senin gibi inanmayanlar hadlerini aştılar ve Allah'ta bazı kavimleri helak etti. Ancan helaktan önce elçilerine mucizeler verdi. Onlar sihir , büyü dediler inanmadılar (çoğu). Asa nasıl yılan olur , bi adam nasıl denizi yarar deyip inkar ediyorsun. Senin bunlardan önce en baştan objektif olarak Allah, kitap öğrenmen lazım. Sonrasında bu mucizelere bakınca anlıyacaksınki onlar Allah'ın peygamberiydi. Allah herşeyi yaratan , gücü kudreti sonsuz olandır. Bu mucizeyi peygamberine vermeyecekte kime verecek ?

Allah'ın peygamberlerine verdiği bu mucizelerden kuranda bahsetmesinin nedeni hiç şüphesiz bizlerin öğüt alması içindir.

Allah seni hidayete erdirir inşallah.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Senin gibi inanmayanlar hadlerini aştılar ve Allah'ta bazı kavimleri helak etti. Ancan helaktan önce elçilerine mucizeler verdi. Onlar sihir , büyü dediler inanmadılar (çoğu). Asa nasıl yılan olur , bi adam nasıl denizi yarar deyip inkar ediyorsun. Senin bunlardan önce en baştan objektif olarak Allah, kitap öğrenmen lazım. Sonrasında bu mucizelere bakınca anlıyacaksınki onlar Allah'ın peygamberiydi. Allah herşeyi yaratan , gücü kudreti sonsuz olandır. Bu mucizeyi peygamberine vermeyecekte kime verecek ?

Allah'ın peygamberlerine verdiği bu mucizelerden kuranda bahsetmesinin nedeni hiç şüphesiz bizlerin öğüt alması içindir.

Allah seni hidayete erdirir inşallah.

muhammed'in, mucizesi olmadığını biliyorsun değil mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Senin gibi inanmayanlar hadlerini aştılar ve Allah'ta bazı kavimleri helak etti. Ancan helaktan önce elçilerine mucizeler verdi. Onlar sihir , büyü dediler inanmadılar (çoğu). Asa nasıl yılan olur , bi adam nasıl denizi yarar deyip inkar ediyorsun. Senin bunlardan önce en baştan objektif olarak Allah, kitap öğrenmen lazım. Sonrasında bu mucizelere bakınca anlıyacaksınki onlar Allah'ın peygamberiydi. Allah herşeyi yaratan , gücü kudreti sonsuz olandır. Bu mucizeyi peygamberine vermeyecekte kime verecek ?

Allah'ın peygamberlerine verdiği bu mucizelerden kuranda bahsetmesinin nedeni hiç şüphesiz bizlerin öğüt alması içindir.

Allah seni hidayete erdirir inşallah.

bu allah neden çoluk çocuk çombalak helak ediyor toptan bi kavmi ?

sadece yetişkinleri aklı erenleri öldürse olmuyor mu ?.......yoksa beceremiyor mu seçmeyi ? ille topluca mı öldürmesi gerekiyor her seferinde ? yahut kimler çocuk - aklı erio ? ermio ? bilmiyormu allah ?

nedir bu böle ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kuran her dönem insanına hitaben Allah(C.C) tarafından Cebrail(as) aracılığıyla Hz. Muhammed(sav) 'e indirilmiş bir kitaptır. Bu konuda Kuran'ın Allah kelamı olduğu ve Hz. Muhammed'in uydurmadığını sizlere göstermeye çalışıcam.

.....

.....

Ateistler sözüm size:

Bu arkadaşın uzun yıllar boyunca, fedakarane ve ilim aşkıyla yaptığı çalışmalar sonucunda üretmiş olduğu ve sizin devamında ilk kez okuyacağınız kanıtlarla imana geldiniz geldiniz; yoksa haliniz harap...

Bakın bu son şansınız, sonra "biz hiç uyarılmadık" falan diye lagaluga etmeyeseniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Senin gibi inanmayanlar hadlerini aştılar ve Allah'ta bazı kavimleri helak etti. Ancan helaktan önce elçilerine mucizeler verdi. Onlar sihir , büyü dediler inanmadılar (çoğu). Asa nasıl yılan olur , bi adam nasıl denizi yarar deyip inkar ediyorsun. Senin bunlardan önce en baştan objektif olarak Allah, kitap öğrenmen lazım. Sonrasında bu mucizelere bakınca anlıyacaksınki onlar Allah'ın peygamberiydi. Allah herşeyi yaratan , gücü kudreti sonsuz olandır. Bu mucizeyi peygamberine vermeyecekte kime verecek ?

Allah'ın peygamberlerine verdiği bu mucizelerden kuranda bahsetmesinin nedeni hiç şüphesiz bizlerin öğüt alması içindir.

Allah seni hidayete erdirir inşallah.

Gecen bir Kitap okudum. Orda bir Hobbitin ve Cücelerin nasil bir Ejderhaja karsi savastigi yaziyordu.

Bu Kitaplan kuranin arasinda nasil bir fark var ?

Kuran bir Masal Kitapi, siddet ve cinsellik iceren bir masal Kitapi. Biz Neyi inkar ediyoruz ? Sadece olan seyler inkar edilir ve mucize dedigin seylerin hicbirisi olmadi.

Senin bu sacmaliklari savunman, bir kisi Superman cizgi Romanini okuduktan sonra Supermanin varligini savunmasindan bir farki yok.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bizler and olsunki insanları sonsuza kadar sex yapasınız diye yarattık. Vallaya bütün derdimiz buydu bize inanırsanız 72 huri vericez bi tanede köşk, bütün derdimiz buydu yani şu an itibariyle 7 milyar insanı yaratırken evrimi falan sallayın ....

Link to post
Sitelerde Paylaş

Senin gibi inanmayanlar hadlerini aştılar ve Allah'ta bazı kavimleri helak etti. Ancan helaktan önce elçilerine mucizeler verdi. Onlar sihir , büyü dediler inanmadılar (çoğu). Asa nasıl yılan olur , bi adam nasıl denizi yarar deyip inkar ediyorsun. Senin bunlardan önce en baştan objektif olarak Allah, kitap öğrenmen lazım. Sonrasında bu mucizelere bakınca anlıyacaksınki onlar Allah'ın peygamberiydi. Allah herşeyi yaratan , gücü kudreti sonsuz olandır. Bu mucizeyi peygamberine vermeyecekte kime verecek ?

Allah'ın peygamberlerine verdiği bu mucizelerden kuranda bahsetmesinin nedeni hiç şüphesiz bizlerin öğüt alması içindir.

Allah seni hidayete erdirir inşallah.

Sayın Abdullah,

size açık ve net soruyorum.

Neden inandığınız din ve benzerleri biz insanları rahat bırakmazlar ?

Neden ama neden sürekli bizleri tehdit etme cüretinde bulunuyorsunuz ?

Elinizde korkutmaktan başka argümanlarınız yokmu ?

Anlaşılan yok. O halde geriye ne kalıyor, pevgamberlerin mucizeleri.

Hmmm. Ancak anlamadığım bir nokta var.

Sayın suert´in de dediği gibi, Kuran´a göre Muhammed herhangi bir mucize göstermemiştir.

Neden acaba ?.

tarihinde pil tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

bu allah neden çoluk çocuk çombalak helak ediyor toptan bi kavmi ?

sadece yetişkinleri aklı erenleri öldürse olmuyor mu ?.......yoksa beceremiyor mu seçmeyi ? ille topluca mı öldürmesi gerekiyor her seferinde ? yahut kimler çocuk - aklı erio ? ermio ? bilmiyormu allah ?

nedir bu böle ?

Allah bir kere uyarıpmı helak ediyor sanıyorsun ne ? Defalarca uyarıyor , mucize veriyor. O insanlar ne Allah'tan korkuyor ne azaptan ne helaktan korkuyor. Kendini düşümüyor çocugu düşünmüyoki hala ısrarcı. O zaman olanlara şaşmamak lazım. Bu bizler için bir ibret işte. Allah kimsenin göz yaşına bakmam diyor adeta. İşte onlar Allah'ı tanıdılar zorlada olsa. Herkes tanıyacak. Bu dünyaya neden geldik sanıyorsun ? Allah'ı bugün tanımıyorsun ya işte ölene kadar yap yapabildiğini, ama sakın ha azap çekerken Allah'ın adını alma ağzına.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sayın Abdullah,

size açık ve net soruyorum.

Neden inandığınız din ve benzerleri biz insanları rahat bırakmazlar ?

Neden ama neden sürekli bizleri tehdit etme cüretinde bulunuyorsunuz ?

Elinizde korkutmaktan başka argümanlarınız yokmu ?

Anlaşılan yok. O halde geriye ne kalıyor, pevgamberlerin mucizeleri.

Hmmm. Ancak anlamadığım bir nokta var.

Sayın suert´in de dediği gibi, Kuran´a göre Muhammed herhangi bir mucize göstermemiştir.

Neden acaba ?.

Kardeşim link verdim ya. neyse yazayım o zaman

EFENDİMİZE (S.A.V.) AİT KUR’AN’DA ZİKREDİLEN MUCİZELER

1. AYET-İ KERİME

“Onları siz öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Bu, Müminleri katından güzel bir imtihanla denemek içindi. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Enfal 17)

Bu ayet-i kerimede geçen “Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı.” ifadesi hakkında İbni Abbas, Urve İbni Zübeyir, İmam Mücahid, İmam Katade, İmam Süddi, İkrime hazretleri ve diğer bütün müfessirler ittifakla şöyle demektedirler: Bu ayet-i kerime, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Bedir günü müşriklerin yüzlerine toprak atması hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:

Enfal suresinde Bedir savaşı çok detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Zikrettiğimiz ayet-i kerime de Bedir savaşının anlatıldığı bölümde geçmektedir. Bedir günü Müslümanlar sayıca çok az ve silahça çok zayıftılar. Kâfirler onların üç katı kadardı ve tamamen silahlı ve zırhlı idiler. Savaşın bir bölümünde Müslümanlar mağlup olmak üzereydiler ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hengâmda ellerini açarak şöyle dua etmiştir: “Ey Rabbim, eğer şu topluluğu helak edecek olursan, bir daha asla yeryüzünde sana ibadet edilmeyecektir…”

Bu dua üzerine Cebrail (a.s.), Efendimize: “Bir avuç toprak al ve bunu onların yüzlerine at.” dedi. Hz. Peygamber de bir avuç toprak alarak bunu onların yüzlerine attı ve “yüzleri kurusun!” buyurdu. Müşriklerden hiç kimse kalmadı ki, gözlerine, burun deliklerine ve ağzına bu bir avuç topraktan isabet etmiş olmasın. Müşrikler gözlerine kaçan bu toprakla uğraşırken Sahabeler onlara saldırıp bir kısmını öldürdü ve bir kısmını da esir etti. Savaştan sonra da Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimeyi indirerek, Müminlere vermiş olduğu nimeti hatırlattı.

Şimdi, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:


  • Bütün müfessirler bu ayet-i kerimedeki “Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı.” ifadesinin Bedir günü, anlattığımız hadise üzerine indiğinde ittifak etmiş iken, siz nasıl olur da “Peygamberin Kur’an’da mucizesi yoktur” dersiniz.

  • Yoksa size göre, Efendimizin bir avuç toprağı müşriklere atması ve bu toprağın onların gözlerine, kulaklarına ve ağızlarına kaçması mucize değil midir? Yani bu olayın örfte çok emsali mi var ki, bunu mucize olarak kabul etmiyorsunuz. Eğer bu mucize değil ve alelade bir işse, o zaman siz de bir avuç toprak alın ve kalabalık bir cemaate doğru fırlatın. Bakın bakalım, kaç kişinin gözüne girecek.

  • Ya da siz, “Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı.” ayet-i kerimesini farklı bir şekilde mi tefsir ediyorsunuz. Sahabenin ve Tabiinin bütün müfessirleri bu ayet-i kerimenin iniş sebebi hakkında ittifak etmiş ve bu müfessirlerin bir kısmı o gün Bedir’de bu olaya bizzat şahit olmuş iken, siz kafanızdan başka bir iniş sebebi mi uyduruyorsunuz?

  • Yoksa mucizeyi aklınıza mı sığıştıramıyorsunuz. O halde gözünüzü açın da şu âleme bir bakın! Kâinattaki her fiil zaten bir mucizedir ve beşerin bu fiilleri taklit etmesi mümkün değildir. Bir sinek mucize değil midir? Bir kelebek mucize değil midir? Bulutlardan dökülen yağmur damlaları mucize değil midir? Denizlerde akıp giden gemiler mucize değil midir? Her an böyle milyonlarca mucizeyi gördükten sonra, nasıl olur da Allah’ın, Peygamber Efendimizin elinde mucizeler yaratmasını inkâr edebilirsiniz. Şunu unutmayın, mucizeler peygamberin değil, Allah’ın bir fiilidir ve O’nun icadıdır. -Hâşâ ve kellâ- Allah-u Teâlâ peygamberinin elinde mucizeler yaratmaktan aciz midir? Yoksa bunu mu kabul ediyorsunuz?

  • Acaba bu kadar müfessir ve allâme, ayet-i kerimenin iniş sebebinde ve Peygamber Efendimizin bu mucizesinde ittifak etmiş, bu ittifak edenlerin de bir kısmı bu olaya bizzat şahitlik yapmış iken, bu mucizeyi inkâr ederek bunca müfessire ve allâmeye “yalancı” dediğinizden ve yaptığınızın bu manaya geldiğinden haberiniz var mı? Öyle ya, eğer sizin dediğiniz gibi Peygamberin mucizesi yoksa, O’ndan mucize nakleden bütün sahabeler ve hadisçiler yalancıdır ve müfteridir. Acaba onlara yalancı ve müfteri derken hiç vicdanınız sızlamıyor mu? Onlarla yarın hesap günü karşı karşıya geldiğinizde onların yüzlerine nasıl bakacaksınız? Onlara yaptığınız bu iftiranın cezasına nasıl katlanacaksınız? Bunu hiç düşünmüyor musunuz?

2. AYET-İ KERİME

“Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.” (İsra 1)

Bu ayet-i kerime bütün müfessirlerin ittifakıyla, Efendimizin (s.a.v.) Miraç hadisesinin başlangıcı olan İsra hadisesinden yani Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksaya olan seyahatinden haber vermektedir. Seyahatin detaylarını mezkûr ayet-i kerimenin izahını yapan tefsirlere ve hadis kitaplarının Miraç bölümlerine havale ediyor ve sadece İmam Tirmizi’den bir nakil ile yetiniyoruz:

İmam Tirmizi (r.a.) der ki: Bize İshak İbni İbrahim, Şeddad İbni Evs'den şöyle dediğini nakletti: “Ey Allah'ın Resulü, senin gece yürüyüşün nasıl oldu?” Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ben ashabımla birlikte Mekke'de yatsı namazını gecikerek kılmıştım. Bu sırada Cebrail bana beyaz bir hayvan getirdi. Merkepten büyükçe, katırdan küçükçe idi. Ve “Bin” dedi. Ona binmek bana zor geldi. Bunun üzerine Cebrail, kulağından onu tutup beni üzerine bindirdi. Hayvan yürüdü, bizi uçuruyordu. Öyle ki ayağını gözünün ulaştığı yere basıyordu. Nihayet bizi hurmalıklı bir araziye götürdü, beni orada indirdi ve “Namaz kıl.” dedi. Ben namaz kıldım. Sonra bindik. “Nerede namaz kıldın biliyor musun?” dedi. Ben “En iyisini Allah bilir.” dedim. “Yesrib'de, güzellikler yurdunda namaz kıldın.” dedi. Hayvan bizi uçururcasına götürüyordu. Gözünün eriştiği yere tırnağını basıyordu. Sonra bir yere ulaştık. Cebrail “İn” dedi, indim. Sonra “Namaz kıl.” dedi. Namaz kıldım. Sonra bindik. Dedi ki: “Nerede namaz kıldın biliyor musun?” Ben “En iyisini Allah bilir.” dedim. Dedi ki: “Medyen'de, Musa'nın ağacının yanında namaz kıldın.” Sonra hayvan bizi uçururcasına götürdü. Ayağını gözünün erdiği yere basıyordu. Nihayet bir yere vardık. Karşımızda köşkler belirdi. “İn” dedi, indim. “Namaz kıl.” dedi, kıldım. Sonra bindik. “Nerede namaz kıldın biliyor musun?” dedi. Ben “Allah en iyisini bilendir.” dedim. “Beytü-l Lahm'de, Meryem Oğlu İsa Mesih'in olduğu yerde namaz kıldın.” dedi. Sonra hayvan bizi götürdü. Bir şehre Yemen tarafındaki kapısından girdik. Mescidin ön tarafına geldi ve oraya hayvanı bağladı. Biz mescide, Güneş’le Ay’ın eğim gösterdiği kapısından girdik. Ben o mescitte, Allah'ın dilediği kadar namaz kıldım… Sonra hayvan bizi götürdü. Nihayet şehrin bulunduğu vadiye girdik… Bu sırada falanca ve falanca yerde Kureyş kervanına rastladık. Develerinden birini yitirmişlerdi. Onu falanca toplamıştı. Ben onlara selam verdim. Bazıları dediler ki: Bu, Muhammed'in sesidir. Sonra Mekke'de sabah olmadan önce ashabımın yannına geldim. Ebubekir (r.a.) bana gelerek dedi ki: “Ey Allah'ın Resulü, bu gece neredeydin? Ben senin bulunacağın yerlerde seni aradım.” Hz. Peygamber (s.a.v.) dedi ki: “Biliyor musun, ben bu gece Beytü-l Makdis'e götürüldüm?” Hz. Ebubekir dedi ki: “Ey Allah'ın Resulü, orası bir aylık yoldur. Onu bana anlat.” Resulullah (s.a.v.) dedi ki: Bana bir yol açıldı, ben oraya bakıyor gibiydim. O bana ne sorarsa, onu kendisine bildiriyordum. Hz. Ebubekir dedi ki: Ben, senin Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ederim. Müşrikler ise dediler ki: İbni Ebu Kebşe'ye bakın. Bu gece Beytü-l Makdis'e gittiğini iddia ediyor. Şeddad İbn Evs der ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Benim söylediğim sözün delili olarak size bildireyim ki, falanca ve falanca yerde sizin kervanınıza rastladım. Onlar develerini yitirmişlerdi. Falanca onu bulmuştu ve onlar bulundukları yer şu kadar şu kadar mesafededir, falanca gün de buraya geleceklerdir. Kervanın önünde siyah bir deve var, üzerinde siyah bir örtü bulunmaktadır. İki de siyah çuval vardır. O gün olunca halk onların gelişini beklemeye koyuldu. Nihayet günün yarısına yaklaşıldığında kervan döndü. Önlerinde Resulullah (s.a.v.)’in anlattığı deve bulunuyordu. İmam Beyhakî de iki yoldan İmam Tirmizi kanalıyla bu hadisi rivayet etmiştir. Hadisin bitiminde de: “Bunun isnadı sahihtir. Bu olay parça parça olarak başka hadislerde rivayet edilmiştir.” der.

İsra hadisesi naklettiğimiz hadis-i şerif gibi daha birçok hadis-i şeriflerde nakledilmiş ve âlimler İsra hadisesinin vukuunda ittifak etmişlerdir. Bu makamda İsra hadisesinin beden ve cisimle olduğunun delillerinden bir kısmını nakletmek istiyoruz. Ola ki, bazıları İsra hadisesinin rüyada geçtiğini iddia edebilir. “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur” diyen kimsenin, “İsra hadisesi rüyada olmuştur” sözünü demesini akıldan pek de uzak görmüyoruz. Bu sebeple İsra hadisesinin bedenle olduğunun bir kısım delillerini aşağıda maddeliyoruz:

1- İsra hadisesinin anlatıldığı İsra suresinin 1. ayet-i kerimesi “tesbih etmek” manasındaki “Sübhan” lafzıyla başlamıştır. “Sübhan” lafzı Kur’an’da, çok büyük işler sırasında ve Allah’ın azametini gösteren olaylarda kullanılan bir lafızdır ve Kur’an’da hep bu şekliyle kullanılmıştır. Eğer İsra hadisesi rüyada gerçekleşseydi, ayet-i kerimeye “Sübhan” lafzı ile başlanması yersiz olurdu. Zira rüyasında bir kişiye bu gibi şeyler gösterilmesi Allah’ın büyüklük ve azametini hakkıyla göstermez. Bu sebeple de ayete “Sübhan” lafzı ile başlanmazdı. Madem ayet-i kerimeye “Sübhan” lafzı ile başlanmış, o halde İsra hadisesinde Allah’ın azamet ve büyüklüğü gözükmektedir. Azamet ve büyüklüğün gözüktüğü hadise de ancak ve ancak bu seyahatin bedenle olmasıdır. Azamet ve büyüklük, bir beşeri bedenle seyahat ettirmede hakkıyla gözükmekte ve dinleyene “Sübhanallah” dedirtmektedir.

2- Eğer İsra hadisesi beden ile olmayıp rüyada görülseydi, müşrikler Efendimizle alay etmez ve ona gülerek yalanlamazlardı. Müşriklerin alay etmesi ve yalanlaması, bu işin örfte emsali olmayan, akılların ve kalplerin kabul edemediği bir iş olduğuna delildir. Örfte emsali olmayan iş ise, ancak beden ve ruh ile birlikte seyahat etmektir.

3- İsra hadisesinin anlatıldığı ayet-i kerimede “abd” ifadesi geçmektedir. “Abd” kelimesi, ruh ve bedenin toplamından ibarettir ve Kur’an’da geçtiği bütün yerlerde ruh ve beden bütünlüğünü ifade etmiştir. O halde İsra hadisesini anlatan ayet-i kerimedeki “abd” kelimesiyle de beden ve ruh bütünlüğü kastedilmiş olmalıdır. Bu da İsra hadisesinin beden ve ruh ile birlikte yapıldığını göstermektedir.

4- Hadis-i şeriflerde İsra hadisesi esnasında Efendimizin Burak’a bindiği rivayet edilmiştir. Ruhun bineğe ihtiyacı yoktur ve rüyadaki bir seyir için bineğe binilmez. Burak ancak beden için araç olabilir. Bu da bu seyahatin bedenle olduğuna delildir.

5- İsra hadisesinin anlatıldığı ayet-i kerimede “kulunu yürüttü” ifadesi geçmektedir. “Yürüttü” ifadesi, miracın bedenle olduğuna delildir. Zira hayalen, keşfen veya rüyada bir kişiye bir yerin gezdirilmesi için “yürüttü” tabiri kullanılmaz.

6- Yine Miraç hadisesinin anlatıldığı Necm suresinde, miraç hadisesi anlatılırken “Göz ne kaydı, ne de haddi aştı.” buyrulmuştur. Göz, ruhun değil; bedenin cihazıdır. Bu da ispat eder ki, miraç ruhla değil, bedenle olmuştur. Eğer miraç, ruhun rüyada bir seyahati olsaydı, bedenin bir cihazı olan “göz” tabiri kullanılmazdı.

7- Sahih hadis-i şeriflerin tamamı İsra hadisesinin bedenle olduğunu bildirmektedir.

Bu makamda, İsra hadisesinin rüyada olduğunu iddia edenlerin gösterdiği sözde bir delile de cevap verelim:

İddia: İsra suresi 60. ayette “(İsrâ gecesi) sana açıkça gösterdiğimiz o rüyayı…” buyrulmuş. Burada rüya tabiri geçmektedir. Bu da miracın rüyada olduğunu göstermektedir?

Cevap: Eğer ayet-i kerimedeki “rüya” tabiriyle, bildiğimiz uykudaki rüya kastedilmişse, aynı ayetin devamında olan “insanlar için bir fitne olsun diye…” ifadesi ne anlama gelmektedir? İnsanlar için bir fitne yani imtihan olabilmesi için, aklın ve fikrin kavramaktan aciz kalacağı ve örfte emsali olmayan bir hadise olması gerekir. Ancak bu durumda bir imtihan olması söz konusu olabilir. Demek imtihanın olabilmesi için, İsra ve Miraç hadisesinin bedenle olması gerekmektedir. Öyle ya, eğer Efendimiz (s.a.v.) bu seyahati rüyasında gördüğünü söyleseydi, ne müşrikler onu yalanlar ne de bazı Müslümanlar dinden dönerdi. Müşriklerin yalanlaması ve alay etmesi, bazı Müslümanların da dinden dönmesi ispat eder ki, bu hadise rüyada görülen bir hadise değildir. Bu sebeple, ayetteki “rüya” tabiri uykudaki rüya manasına gelemez. O halde gelin ayet-i kerimede “rüya” tabirinin ne manaya geldiğini Sahabenin en büyük müfessirlerinden olan İbni Abbas hazretlerinden öğrenelim. Buradaki “rüya” tabiri için İbni Abbas hazretleri şöyle der: Arapçada “rüya” ile “ruyet”; “kurba” ile kurbet” kelimeleri aynı manadadır. Ayetteki “rüya” ile “ruyet” yani “temaşa ve seyir” manası kastedilmiştir. Bu uykudaki rüya değil, o gece Efendimize gösterilen temaşadır.

Bu tahlillerden sonra, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:


  • İsra suresinin 1. ayet-i kerimesi Efendimizin (s.a.v.) bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürüldüğünü haber vermektedir. Bu haberi bütün hadis-i şerifler tasdik etmektedir. Müfessirler ve âlimler bu hadisenin vukuundan ittifak etmişlerdir. Bu hadisenin bedenle olduğunun bir kısım delillerini de yukarı da işittin. Acaba ayet-i kerimenin ve hadis-i şeriflerin haber verdiği, âlimlerin üzerinde ittifak ettiği ve delillerle vukuunu ispat ettiği İsra hadisesi bir mucize değil midir?

  • Eğer bir aylık yolu bir saatte alarak böyle bir seyahati yapmayı mucize olarak görmüyorsanız, bu hadiseyi hangi isimle adlandırırsınız?

  • Acaba bir saatte bir aylık mesafeyi kat etmenin örfte çok emsali mi var ki, buna mucize demiyorsunuz?

  • Mesela siz böyle bir seyahati hiç yaptınız mı? Yani gecenin bir saatinde kalkıp, bir aylık mesafedeki bir yere gidip, aynı gece evinize döndünüz mü? Öyle ya, bu hadiseye mucize dememek için, bu seyahati herkesin yapabiliyor olması gerekir. Acaba siz böyle bir seyahati kaç defa yaptınız ya da yapan kaç kişi gördünüz?

  • Ya da acaba İsra hadisesini inkâr mı ediyorsunuz?

  • Eğer İsra hadisesini inkâr ediyorsanız, İsra suresinin 1. ayet-i kerimesini ve Necm suresinin ilgili ayetlerini ne ile izah ediyorsunuz?

  • Yine ilgili hadis-i şeriflerin tamamını inkâr mı ediyorsunuz. İnkâr ederken hangi delillere dayanıyor ve hangi cerh ve tadil usulünü kullanıyorsunuz. Yoksa sadece “Ben inkâr ediyorum” diyerek hiçbir delil göstermeden mi inkâr ediyorsunuz? Ümmetin bütün âlim ve müfessirleri bu hadisenin vukuunda ittifak etmiş ve bu hadisenin bedenle olduğunu delillerle ispat etmiş iken, siz inkârınızla bu büyük cemaate yani icmaya karşı geldiğinizin farkında mısınız?

  • Yoksa sizler İbni Abbaslardan, İmam Azamlardan, İbni Hanbellerden ve emsallerinden daha mı âlimsiniz? Demek onlardan o kadar yüksektesiniz ki onların göremediği şeyleri görüyor ve onların yanlış anladığı ayetleri siz doğru anlıyorsunuz.

3. AYET-İ KERİME

“Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı.” (Kamer 1)

Mezkûr ayet-i kerime Ay’ın yarıldığından haber vermektedir. Sahih ve mütevatir hadislerde sabit olduğu üzere bu yarılma Resulullah’ın (s.a.v) zamanında bir mucize olarak vuku bulmuştur. Ay’ın yarılmasının Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında vuku bulduğu konusu âlimler arasında ittifak edilmiş bir konudur. Bu, Hz. Peygamberin (s.a.v.) parlak mucizelerinden biridir. Şimdi, bu konuda varid olan hadis-i şeriflerden bir kısmını görelim:

İmam Buhâri der ki: Bize Yahya İbni Bükeyr'in... İbni Abbas'tan rivayetine göre, o şöyle demiştir: Ay, Allah’ın Resulü (s.a.v) zamanında yarıldı.

İbni Cerir der ki: Bize İbni Müsennâ'nın... İbni Abbas'tan rivayetine göre, o şöyle demiştir: “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir ayet görürlerse yüz çevirirler ve ‘süregelen bir büyüdür’ derler.” (Kamer 1-2) ayetleri hakkında şöyle demiştir: Bu geçmişte olmuştur. Hicretten önce idi. Ay yarıldı ve onlar iki parça halinde gördüler.

Abdullah İbni Ömer şöyle demiştir: “Bu, Allah’ın Resulü (s.a.v) zamanında oldu. Ay iki parçaya yarıldı. Bir parça dağın önünde, bir parça da arkasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.v): “Allah'ım şahit ol.” dedi. Müslim ve Tirmizî de hadisi bu şekliyle muhtelif kanallardan olmak üzere Şu'be'den, o A'meş'den, o da İmam Mücahid'den rivayet etmiştir. İmam Müslim, İmam Mücahid’in rivayetini Ebu Ma'mer kanalıyla İbni Mesud'a kadar ulaştırır.

Abdullah İbni Mesud şöyle demiştir: Resulullah’ın (s.a.v) zamanında Ay ikiye ayrıldı ve onlar Aya baktılar. Allah’ın Resulü (s.a.v): Şahit olunuz, buyurdu. Buhâri ve Müslim de hadisi bu şekli ile Süfyan İbni Uyeyne kanalıyla rivayet etmişlerdir. Yine Buhâri ve Müslim hadisi A'meş kanalıyla... İbni Mesud'dan rivayetle tahric ederler.

Abdullah İbni Mesud hazretleri başka birrivayette şöyle demiştir: Resulullah’ın (s.a.v) zamanında Ay yarıldı. Kureyşliler: “Bu, İbni Ebu Kebşe'nin büyüsüdür. Dışarıdan, seferden gelenlerin getireceği haberi bekleyin. Şüphesiz Muhammed bütün insanları büyüleyebilecek değildir.” dediler. Seferden gelenler bu durumu aynen haber verdiler.

İmam Beyhaki der ki: Bize Hafız Ebu Abdullah'ın... Abdullah İbni Mesud'dan rivayetle haber verdiğine göre, o şöyle demiştir: Ay Mekke'de yarıldı ve iki parça oldu. Mekkeli Kureyş kâfirleri: Bu, İbn Ebu Kebşe'nin sizi büyülemiş olduğu bir büyüdür. Seferden gelecekleri bekleyin; şayet sizin gördüğünüzü onlar da görmüşse doğru söylemiştir. Eğer sizin gördüğünüz gibi görmemişlerse hiç şüphesiz bu onun bizi büyüleyeceği bir büyüdür, dediler. Dışarıdan seferden gelenlere soruldu da muhtelif yönlerden gelenler “Onu gördük.” dediler. İbni Cerir de hadisi Mugire kanalıyla rivayet etmiştir. Onda şu fazlalık da vardır: Ve bunun üzerine Allah Teâlâ: “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı.” ayetini inzal buyurdu.

Yine İbni Mesud hazretleri şöyle der: Resulullah’ın (s.a.v) zamanında Ay yarıldı ve ben dağı ayın iki parçası arasındaki açıklıktan gördüm.

Ay’ın ikiye yarılması mucizesi ile ilgili daha birçok rivayet vardır. Tamamını yazmaya gerek duymuyor ve tamamını incelemek isteyenleri ilgili ayet-i kerimenin tefsirine ve hadis kitaplarının ilgili bölümlerine havale ediyoruz.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Ayetin başında “Kıyamet yaklaştı” buyrulmuş. Hâlbuki 1.400 sene geçmesine rağmen kıyamet hala kopmamıştır. Bu da Ay’ın kıyamete yakın bir zamanda yarılacağına işaret eder.

Buna cevap olarak şöyle deriz: Kıyamet, insanın değil, kâinatın ölümüdür. Bu sebeple de meseleye kâinatın ömrü açısından bakmak gerekir. Mesela: İnsan yaklaşık 70-80 sene yaşarken bazı kelebek türleri sadece birkaç gün yaşamaktadır. Şimdi, böyle bir kelebeğe “İnsanın eceli yaklaştı.” dediğimizde, bu kelebek bu sözü kendi ömrüne kıyas ederek insanın 1-2 saati kaldığını anlar. Zira 1-2 günlük ömürde 1-2 saat ömrün sonudur. Hâlbuki biz, “İnsanın eceli yaklaştı.” dediğimizde, ömründen geriye 3-5 sene gibi bir zaman kaldığını kastetmiş oluruz. Ya da en azından 6 ayı vardır gibi bir manayı anlarız.

Ya da gelin bu kıyası insanlar arasında yapalım: Hz. Nuh 1.050 sene yaşamıştır. Bu, ayet-i kerimeyle sabittir. Şimdi şöyle desek: “Hz. Nuh’un ömrünün sonlarında…” Bu ifadeyle kaç seneyi kastetmiş oluruz? Eğer ömrü 1.050 seneyse, 50-60 yılı kastetmiş oluruz ki, bu bizim ömrümüzün tamamından ibarettir.

Dolayısıyla ayet-i kerimedeki “Kıyamet yaklaştı” ifadesini de kâinatın ömrüne kıyasla anlamak gerekir. Milyonlarca yıl önce yaratılmış âlem için 2.000-3.000 sene, bize göre kâinatın ömrünün son dakikaları değil, belki son saniyeleridir. Bu manayı kuvvetlendiren ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler de mevcuttur. Dilerseniz bunlardan bir kısmına bakalım:

Nahl suresi 1. ayet-i kerimede: “Allah'ın emri geldi. Artık onu acele istemeyin.” buyrulmuş. Yine Enbiya suresi 1. ayet-i kerimede: “İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çeviriyorlar.” buyrulmuştur. Bu ayet-i kerimelerde de kıyametin yaklaştığı beyan buyrulmaktadır.

Enes İbni Malik'ten rivayet edilen bir hadis-i şerifte: Allah Resulü (s.a.v.) bir gün ashabına güneşin batmaya yaklaştığı ve küçücük bir kısmının kaldığı sırada hitap etmiş ve şöyle buyurmuştur: Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, dünyanın geçen kısmına nispetle kalanı, ancak sizin şu gününüzden geçen kısmına nispetle kalanı gibidir… Biz güneşin ancak çok küçük bir kısmını görüyorduk.

İbni Ömer'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte: İkindiden sonra güneş Kuaykıyan Dağları üzerindeyken biz Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Şöyle buyurdu: Geçenlerin ömürlerine göre sizin ömürleriniz, şu günün geçen kısmına nispetle kalanı gibidir.

Sehl İbn Sa'd'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kıyamet şöyle iken ben peygamber olarak gönderildim. Bunu söylerken Allah’ın Resulü işaret ve orta parmaklarına işaret buyurmuştur.

Vehb es-Süvâî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kıyamet şuna nispetle şu gibi iken ben peygamber olarak gönderildim. Neredeyse biri diğerini geçecekti.

Naklettiğimiz bütün bu hadis-i şerifler kıyametin yaklaştığını haber vermektedir. Zira ifade ettiğimiz gibi, 2.000-3.000 sene, kâinatın ömrüne kıyasla saniyeler gibidir. Dolayısıyla “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı.” ayet-i kerimesini de bu şekilde anlamalıyız.

Hz. Muhammed’in (asm) ay gibi parlak olan Şakk-ı Kamer yani ayın ikiye ayrılması mucizesini hakikatsiz vehimleriyle sönükleştirmek isteyen bazı filozoflar ve onları körü körüne takip eden taklitçileri, inkârlarına bahane olarak, “Eğer bu mucize gerçekleşmiş olsaydı dünyanın her yerinde görülür, aşikâr bir şekilde takip edilirdi ve insanlık tarihi de böyle şaşaalı bir hadiseyi mutlaka naklederdi” şeklinde ifadeler savurmaktadırlar.

Bediüzzzaman Said Nursî Hazretleri, Sözler namındaki muhteşem eserinin 31. Sözünde bu meseleyi reddedilmeyecek delillerle izah ve ispat etmektedir. Biz de oradan aldığımız ders ve dersin istifadesi nispetinde deriz:

Hz. Muhammed’in (asm) ve getirdiği dinin en büyük düşmanları olan o zamanın inkârcıları, Şakk-ı Kamer mucizesini inkâr etmedikleri gibi, böyle bir olayın gerçekleştiğini kabul etmeleri pek mühimdir. Peygamberin davasını hatta peygamberin vücudunu ortadan kaldırmak için işkence, boykot, her türlü zulüm ve ihanete müracaat etmekte tereddüt etmeyen bu azılı iman ve İslamiyet düşmanları nihayet savaşlar yapacak kadar ileri gittikleri halde, bu mucizeyi inkâr edememişlerdir. Hâlbuki onlar bu hadise gerçekleşmiş olmasaydı, ellerine büyük bir koz geçirmişçesine Peygamberin davasının iptali için ciddi şekilde bunu kullanabilirlerdi. Madem ki inkar edemiyorlar ve şakk-ı kamer mucizesini yalanlayamıyorlar, öyleyse bu mucizenin vuku bulduğuna gözümüzle görmüş gibi inanmamız gerekir.

Peki, ayın ikiye ayrılması gibi büyük bir mucizeye şahit olan o zamanın inkârcıları, kendi takipçilerini kaybetmemek için nasıl bir yola başvurdular acaba? Hile ve yalan yoluna. Bu mucizenin sihir olduğunu iddia ederek, meseleyi basit ve adi bir şeymiş gibi gösterip, insanların gündeminden çıkarmaya çalışmışlar ve şöyle demişler: “Ebu Talib’in yetiminin sihri semaya da tesir etti.”

Bu mucize, yalanda ittifak etmeleri imkânsız olan, doğruluk ve adaletleri bütün âlemce tescil edilmiş buluna Sahabeler topluluğu tarafından haber verilmiştir. Onlar, Allah’ın dini uğrunda mallarını, vatanlarını, canlarını, cananlarını feda etmekte bir an tereddüt soluklanmamışken, din namına söylenen bir yalana inanmaları veya sessiz kalmaları asla mümkün değildir. Mademki insanlık semasının güneşi Hz. Muhammed’in (asm) yıldızları manasındaki seçkin bir topluluk olan Sahabelerin, yalanda ittifak etmesi mümkün değildir, öyleyse onların haber verdikleri bu mucizenin vukuuna dair şüpheye düşmek de akıl kârı değildir.

Mucize, peygamberlere Allah’ın elçisi olduğunun ispatı olarak verilir ve inkârcıları ikna etmek içindir. ”Mademki insan gücünün yetmeyeceği harikulâde bir hadise, bir insan eliyle gösteriliyor, öyleyse bu insan sıradan biri olamaz, onun elinin arkasında ayı, güneşi ve bütün kâinatı idare eden bir kudret vardır” manasında düşünmeye sevk etmek, akla kapı açmak içindir. Yoksa insanın iradesini elinden alıp inanmaya zorlamak için değildir. Gökyüzüne yıldızlarla “Lâ ilâhe illallah” yazmak veya ayı ikiye ayrılmış halde günlerce âleme ilân etmek, milyarlarca gezegeni, trilyonlarca yıldızları idare ve terbiye eden Allah’ın kudretinden uzak değildir; lâkin imtihan sırrına aykırıdır. Bu durumda Ebu Cehil gibi kömür ruhlu kimseler de iman etmek zorunda kalır, Hz. Ebu Bekir gibi elmas ruhlu kimselerle aynı dereceye gelirler ki bu imtihan sırrının zayi olması anlamına gelir.

Öyleyse sırf bazı kimseler istiyor diye imtihan hikmetine muhalefet edilemez. Şakk-ı kamer mucizesi belli ölçülerle ancak muhatap olanlara gösterilmesi gerekir, öyle de gösterilmiştir.

İşte bu sır içindir ki, hem âni, hem gece, hem gaflet vaktinde, hem Ayın doğuş yerlerinin farklılığı, sis ve bulut gibi diğer engeller perde edilerek bütün âleme gösterilmemiştir.

Hem Hz. Muhammed’in (asm) peygamberlik davasını işitmeyen insanlara, peygamberliğine delil olan bu hadiseyi ilan etmek hikmete uygun değildir. Şâyet gösterilseydi Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliği, güneşin vücudunu kabul etmek gibi zorunlu bir hale gelecek ve herkes mecburen tasdik edecekti; bu da aklın iradesiyle olmayacağı için makbul manada bir iman olmazdı ve teklif sırrı bozulurdu. Eğer ay iki parça gökyüzünde asılı bir şekilde bekletilseydi, güneş tutulması, ay tutulması gibi semavi bir hadiseymiş gibi mucizevi özelliğini kaybedecekti; bu durumda da Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğine delil olacak hususiyeti ortadan kalkacaktı. Dolayısıyla bu hikmetlere istinaden şakk-ı kamer mucizesi umum âlemlere gösterilmemiştir.

Ayrıca o vakit cehalet sisiyle örtülmüş İngiltere ve İspanya‘da Güneş yeni batıyordu, Amerika’da gündüz, Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka engeller ve sebepler vardı. Mesela bazı memleketlerde ay henüz çıkmamış, bazılarında güneş batmamıştı, bir kısmında sabahın erken vakti, bir kısmında akşamın ilk vakitleriydi.

Sözün özü, Şakk-ı Kamer mucizesinin gerçekleşmesine engel hiçbir şey yoktur; şimdi bu mucizenin gerçekleştiğini ispat eden delilleri maddeler halinde dikkatlerinize sunmak istiyoruz.

1. Hayatlarının şahitliğiyle adaleti kendilerine rehber yapan Sahabelerin hep birlikte bu mucizenin gerçekleştiğine dair ittifak etmeleri,

2. Kur’an-ı Kerim’i tefsir etme noktasında ilmi potansiyel ve liyakata sahip bütün müfessirlerin “Ay ikiye yarıldı.” ayetini tefsir ederlerken bu mucizeden bahsedildiğini ilan etmeleri ve gerçekleştiğine dair hiçbir şüpheye mahal bırakmamaları,

3. Doğruluğunda zerre kadar tereddüt edilmeyecek hadis âlimlerinin kuvvetli senetler ve rivayetlere dayandırarak bu mucizenin gerçekleştiğini haber vermeleri,

4. Manevi mertebelerde yücelmek suretiyle manevi ilham ve keşiflere mazhar olan evliya ve sıddıkların Şakk-ı Kamer mucizesinin gerçekleştiğine şahitlik yapmaları,

5. Kelam ilminin büyük imamları ve deniz gibi ilme sahip âlimlerin bu mevzuda birbirlerini tasdik etmeleri,

6. Dalalet üzere birleşmeleri mümkün olmayan ümmet-i Muhammed’in bu mucizeyi gerçekleşmiş olarak kabul etmeleri gösterir ki Şakk-ı Kamer mucizesi güneşin varlığı gibi kesin bir mucizedir.

Eserin orijinal metnine www.sorularlarisale.com sitemizden ulaşabilirsiniz.

Bu tahlillerden sonra, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:


  • Ay’ın yarılması hususunda bütün sahabeler ittifak etmiş ve onların bir kısmı “Biz gördük.” demişlerdir. Acaba “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyerek bütün o cemaat-i uzmaya iftira attığınızın farkında değil misiniz? Allah’ın Resulünün sahabelerine iftira atmak sizi hiç korkutmuyor mu?

  • Bütün müfessirler “Ay Yarıldı.” (Kamer 1) ayetinin tefsirinde ittifakla Ay’ın yarıldığını haber veriyorken, sizler hangi ilminiz ve kuvvetinizle onların sözlerini hükümden düşürüyorsunuz?

  • Bütün muhaddisler farklı senet ve rivayetlerle Ay’ın yarılması hakkında hadis-i şerifleri naklederken ve bu hadislerin sahih olduğunda ittifak ederken, sizler hangi ilminizle onlara meydan okuyorsunuz?

  • Kelam ilminin bütün allameleri yine Ay’ın ikiye yarılması mucizesinde ittifak etmiş iken, onların ittifakını hangi bilginizle hükümden düşürüyorsunuz?

  • Bütün Ümmet-i Muhammed Ay’ın ikiye yarılması mucizesini bilirken ve bunu kabul ederken, Ümmet-i Muhammed’in bu telakkisini hangi ilminizle yok etmeye ve yıkmaya çalışıyorsunuz?

Evet, Ay yarılmıştır ve bu Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bir mucizesidir. “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere Kamer suresinin 1. ayet-i kerimesini gösteriyor ve onları tövbe etmeye ve bu batıl fikirden dönmeye davet ediyoruz.

4. AYET-İ KERİME

Savaşlarda meleklerle yardım edilmesi…

Peygamber Efendimize (s.a.v.) savaş esnasında melekler gönderilmiş ve meleklerle yardım edilmiştir. Ali İmran suresi 124 ve 125. ayetler ve Enfal suresi 9. ayet-i kerime Bedir günü gönderilen meleklerden haber verir. İlk önce 1.000 melek, sonra 2.000 melek ve daha sonra yine 2.000 melekle toplam 5.000 meleğin Bedir günü gönderildiği bildirilir. Tevbe suresi 26. ayet-i kerimede Huneyn günü gönderilen meleklerden haber verilir. Yine Tevbe suresi 40. ayet-i kerimede, Efendimizin (s.a.v) Hz. Ebubekir (r.a.) ile mağarada iken “görünmeyen bir ordu ile desteklendiği” bildirilir. Bu görünmeyen ordunun melekler olduğu tefsirlerde beyan edilmiştir. Yine Ahzab suresi 9. ayet-i kerimede “Onların üzerine görmediğiniz ordular gönderdik.” buyrularak Hendek savaşında gönderilen meleklere işaret edilmiştir.

Yukarıda belirttiğimiz ayet-i kerimeler ile sabittir ki, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ordusunda melekler vardır ve O’nun peygamberliğine bir mucize olması için bu melekler sahabeler tarafından görülmüştür.

Kurtubi ve Hazin tefsirlerinde zikredildiğine göre, Ebu Üseyd Malik İbni Rabia (r.a.) (Bu zat Bedir ehlinden en son vefat edendir.) şöyle buyurur: Şu an sizinle birlikte Bedir’de bulunsaydım ve gözlerim de görseydi, elbette hiç şüphe ve tereddüt etmeden meleklerin çıka geldiği vadiyi size gösterirdim.

Yine Sehl İbni Huneyf (r.a.) der ki: Vallahi ben Bedir günü bizden birinin, kılıcıyla bir müşrikin kafasına vurmak üzereyken kılıcı ona ulaşmadan o müşrikin kellesinin cesedinden ayrılıp yere düştüğünü gördüm.

Yukarıda naklettiğimiz haberler gibi daha birçok haberler vardır ki, sahabeler o gün inen melekleri ve meleklerin icraatlarını görüyorlardı.

Bu bilgilendirmeden sonra, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:


  • Bedir günü, Huneyn günü ve diğer günlerde Peygamber Efendimize (s.a.v.) meleklerin gönderilmesi ve meleklerin onunla birlikte savaşması bir mucize değil midir?

  • Ordusunda meleklerin bulunması ve O’na yardım etmeleri mucizeden başka hangi isimle yâd edilir?

  • Eğer meleklerin gönderilmesini ve Efendimizle (s.a.v.) beraber savaşmalarını bir mucize olarak kabul etmiyorsanız, o halde bu alelade bir şeydir ve örfte emsali çoktur. Öyle ya, eğer mucize değilse adettendir. İkisinin ortası yoktur; ya mucizedir, ya adettendir. Acaba şimdiye kadar ordusunda melekler olan kaç kumandan ve kaç melik duydunuz? Zira Peygamber Efendimize (s.a.v.) meleklerin gönderilmesi mucize değilse, bu olayın her vakitte ve her fertte gözükmesi gerekmektedir. Şimdi bize bu hadisenin emsallerini sayın da görelim.

  • Yok, eğer meleklerin gönderilmesine “Bu Allah’ın yardımıdır.” derseniz, biz de deriz ki: Biz, Allah’ın yardımı olduğunu inkâr etmiyoruz ki. Hem Allah’ın yardımıdır hem de Efendimizin (s.a.v.) bir mucizesidir. Zira mucize, Cenab-ı Hakkın, âdetini peygamberi için değiştirmesi ve âdetinin dışında ona muamele etmesi demektir. Cenab-ı Hakkın savaş hususundaki âdeti, insanlarla insanların savaşması ve meleklerin bu savaşa katılmamasıdır. İşte Cenab-ı Hak bu âdetini Habibi için değiştirmiş ve O’nun peygamberliğine bir mucize olarak melekleri yardım için O’na göndermiştir. Sahabelerine de bu melekleri göstererek onların imanlarını artırmıştır.

Sözün özü, meleklerin gönderilmesi ve Efendimizle beraber savaşmaları Hz. Peygamberin (s.a.v.) bir mucizesidir. “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere, Ali İmran suresinin 124 ve 125. ayetlerini, Enfal suresinin 9. ayet-i kerimesini, Tevbe suresinin 26. ve 40. ayet-i kerimeleri ve Ahzab suresinin 9. ayet-i kerimesini gösteriyor ve onları tövbe etmeye ve bu batıl fikirden dönmeye davet ediyoruz.

5. AYET-İ KERİME

“Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide 67)

Bu ayet-i celile inmeden evvel Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret etmişti. Yahudiler, Efendimize: “Ya Muhammed, biz çok kalabalığız ve silah sahibiyiz. Eğer bu davandan ve dininden vazgeçmezsen seni öldürürüz.” demişlerdi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimizi (s.a.v.) Ensardan ve Muhacirlerden kişiler bekliyor ve koruyordu. Yahudilerin suikast yapması korkusundan O’nun yanında geceliyor ve O’nun ile beraber her gittiği yere gidiyorlardı. Bu ayet-i kerime inince Allah’ın Resulü (s.a.v.) kendisini bekleyenlere şöyle dedi:

“Ey insanlar, gideceğiniz yerlere gidin, artık beni beklemeyin, şüphesiz ki Allah beni insanlardan koruyacaktır.”

Allah’ın bu vaadinden sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gecenin evvelinde ve geç saatlerinde Medine’nin vadilerinde ve tenha yerlerinde düşmanlarının çokluğuna rağmen tek başına gezerdi. Ve ona suikast planı yapanlar bir türlü planlarını gerçekleştiremezlerdi. Bu husustaki bir kısım hadis-i şerifleri de nakledelim:

Hz. Aişe şöyle der: Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ayet ininceye kadar bekçiler tarafından bekleniyordu. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) başını kubbeden çıkararak dedi ki: Ey insanlar gidiniz, artık Allah Azze ve Celle beni koruyor.

Rebi İbni Enes (r.a.) İbni Merdûyeh'den (r.a.) rivayet eder ve der ki: Bize Süleyman İbni Ahmed... İsmet İbni Malik'ten nakleder ki, o şöyle demiştir: Biz geceleyin Hz. Peygamberi beklerdik. Nihayet Allah Teâlâ “Allah seni insanlardan korur.” ayetini indirince beklemek terk edildi.

Ebu Said el-Hudri (r.a.) şöyle der: Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbas, Allah'ın Resulünü (s.a.v.) bekleyenlerden birisiydi. Bu ayet nazil olunca Resulullah (s.a.v.) bekçi edinmeyi bıraktı.

Müfessirler bu ayet-i kerimenin tefsirini yaparken, Allah-u Teâlâ’nın, Hz. Peygamberi koruyuşuna örnek olarak birçok hadiseler zikrederler. Bunlardan bazıları şöyledir:

Ebu Cafer İbni Cerir Taberi der ki: Resulullah (s.a.v.) bir yerde konakladığı zaman ashabı O'nun için gölgelikli bir ağaç seçer ve Resulullah (s.a.v.) onun altında uykuya dalardı. İşte bu esnada bir bedevi gelmiş ve kılıcını kınından çıkararak: “Şimdi seni benden kim korur?” demiş. Allanın Resulü (s.a.v.): “Beni senden Allah korur.” demiş. Bedevinin bu esnada eli titremiş ve kılıç elinden düşmüş. Başını ağaca vurarak beyni dağılmış.

İbni Ebu Hatim der ki: Resulullah (s.a.v.) Enmar Oğullarıyla savaştığında koruyucu bir hurma ağacının üzerine çıkmıştı. O, ayağını uzatıp bir kuyunun başında oturduğu sırada Gavres İbni Haris: “Ben Muhammed'i öldüreceğim.” demiş. Arkadaşları: “Onu nasıl öldüreceksin?” deyince; O: “Ben kendisine kılıcını bana verir misin?” derim. Verince de onunla kendisini öldürürüm, demiş. Hz. Peygambere gelip: “Ey Muhammed, kılıcını bana ver de bakayım.” demiş. Resulullah (s.a.v.) kılıcını ona vermiş. Gavres'in eli titremiş ve elinden kılıç yere düşmüş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.): “Allah, seninle yapmak istediğin şeyin arasına girdi.” demiş.

Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: Biz Resulullah (s.a.v.) ile beraber seferde arkadaşlık ettiğimizde O'nu büyük bir ağacın altında bırakıp gölgelendirirdik. O da burada konaklardı. Bir gün bir ağacın altında konakladı ve kılıcını ağaca astı. Adamın birisi: “Ey Muhammed, seni şimdi benden kim korur?” dedi. Resulullah (s.a.v.): “Beni senden Allah korur. Kılıcı bırak.” dedi ve adam kılıcı bıraktı

Bu mahiyette zikredilen hadiseler çoktur. Biz diğerlerini zikretmiyor ve merak edenleri siyer kitaplarına havale ediyoruz.

Bu bilgilendirmeden sonra, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:


  • Cenab-ı Hak, Peygamberini koruyacağını vaat etmiş ve vaat ettiği gibi de korumuştur. Acaba Peygamberimizin (s.a.v.) onca düşmana karşı hiçbir önlem almadan dilediği gibi hareket etmesi ve düşmanlarının ona bir türlü zarar verememesi bir mucize değil midir?

  • Şimdi şunu düşünelim: Onlarca düşmanınız var ve bu düşmanlarınız korkusuz. Sizi öldürmek için her yolu denerler ve her tehlikeye girerler. Acaba siz böyle bir durumda korkusuzca gezebilir miydiniz? Ya da gezebilecek birisi olur muydu? Hadi gezdiğinizi farz ediyoruz. Acaba düşmanlarınızın size zarar vermemesi mümkün olur muydu? Acaba dünyada bunun bir emsal var mıdır?

  • Peygamber düşmanlarının –kuvvet ve çokluklarına rağmen– O’na zarar verememesini mucize olarak adlandırmazsak buna ne diyeceğiz. Bunun örfte bir emsali var mıdır? Elbette yoktur. Örfte emsali olmayan şey mucize değil midir?

  • Eğer siz: “Ama O’nu Allah korudu.” derseniz, biz de deriz ki: Zaten bütün mucizelerin yaratıcısı Allah’tır. Biz mucizeleri Peygamberimizin yarattığını iddia etmiyoruz ki. Bir şeyin Allah tarafından yaratılması onu mucize olmaktan çıkarmaz. Zaten mucizeleri Allah yaratır. Ancak mucizeler Peygamber Efendimize mahsusen yaratılmıştır. Allah, âdetini O’nun hürmetine değiştirmiştir.

  • Allah’ın âdeti, kişinin düşmanlarına karşı önlem alması ve eğer önlem almazsa zarara uğramasıdır. Ancak tefsirini yaptığımız ayet-i kerimenin beyanıyla Allah-u Teâlâ bu âdetini Habibi için değiştirmiştir. O’nu önlem almaktan men etmiş ve düşmanlarının ona zarar vermesine müsaade etmemiştir. İşte bu mucizenin ta kendisidir.

Sözün özü, Allah-u Teâlâ Peygamberimize bir mucize olarak O’na gaybî bir koruma sağlamış ve düşmanlarından onu korumuştur. Bu ilâhî muhafaza sayesinde düşmanları O’na yanaşamamış ve zarar verememiştir. Bu gaybî koruma ve ilahî muhafaza bir mucizedir, örfte emsali yoktur ve adi işlerden değildir. Bu ilahî korumanın mucizeliğini inkâr etmek aklı başında olan hiç kimse için mümkün değildir.

6. AYET-İ KERİME

Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber (eşine) bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: "Bunu sana kim bildirdi?" dedi. Peygamber: "Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana bildirdi." dedi. (Tahrim 3)

Taberi tefsirinde zikredildiğine göre, Abdullah İbni Abbas, İmam Katade, Zeyd İbni Eslem, Abdurrahman İbni Zeyd, İmam Şabi ve İmam Dahhak'a göre ayette zikredilen “Peygamberin zevcelerinden birinden” maksat, Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa’dır. Ona gizlice söylediği söz de cariyesini kendisine haram kılması ve buna dair yemin ederek “Bunu kimseye söyleme.” demesiydi. Hz. Hafsa ise bu sırrı açığa vurmuş ve bu sırrı Hz. Aişe’ye açmıştır. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) Hafsa'nın bu sırrı başkasına söylediğini bildirmiş; Resulullah da bunu Hz. Hafsa'ya söylemiştir. Hz. Hafsa, Resulullah’ın (s.a.v.) kendisine bunu söylemesi üzerine: “Bunu sana kim bildirdi? Bunu ben sadece Hz. Aişe’ye söyledim ki yanımızda başka kimse yoktu. O da sana söylemeyeceğine göre bunu sana kim haber verdi?” demiştir. Resulullah da (s.a.v.): “Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bildirdi.” buyurmuştur.

Ayet-i kerimenin iniş sebebini kısaca beyan ettikten sonra, “Kur’an’da Peygamberin mucizesi yoktur.” diyenlere deriz ki:


  • Hz. Hafsa ile Hz. Aişe arasındaki konuşma Peygamber Efendimize (s.a.v.) göre gaybdır. Yani Efendimiz (s.a.v.) onların yanında değildi. Acaba Efendimizin (s.a.v.), kendisine göre gayb olan bu konuşmayı onlara haber vermesi mucize değil midir?

  • Biraz daha açalım: İki kişi gizlice konuşuyor. Bu iki kişinin ne konuştuğunu bilmek kimse için mümkün değildir. Acaba bu iki kişinin konuştuğu şeyleri bilmek ve haber vermek, mucizeden başka hangi isimle isimlendirilir.

  • Mucizeyi bir daha tanımlayalım: Mucize, takat-ı fevki beşer olan şeydir. Yani insanın gücünün üstünde olan şeydir. Acaba iki kişinin gizlide yaptıkları konuşmayı bilmek insanın gücünün üstünde bir şey değil midir ki, buna mucize demekten kaçıyorsunuz. Siz şimdiye kadar gizlide yapılan kaç konuşmayı bildiniz. Ya da bilen kaç kişi gördünüz. Örfte emsali olmayan bu iş mucize değil de nedir?

  • Yoksa şöyle mi diyorsunuz: Ama bunu Allah bildirdi. Dolayısıyla mucize olmaz… İyi de zaten bütün mucizeleri yaratan Allah-u Teâlâ’dır. Allah’ın yaratması veya bildirmesi o şeyi mucize olmaktan çıkarmaz. Biz şuna bakarız: Bu olay insan gücünün üstünde midir, dâhilinde midir? Eğer dâhilinde ise ve örfte emsali çoksa mucize olmaz. Yok eğer dâhilinde değilse ve bir beşer onu taklit edemiyorsa bu bir mucizedir. İki kişinin gizlide yaptığı konuşmanın içeriğini bilmek ve konuşanlara haber vermek bir beşerin gücünün üstündedir. Dolayısıyla bu bir mucizedir.

“Ey Peygamberin Kur’an’da mucizesi yoktur.” diyenler! Hiç Tahrim suresini okumadınız mı? Efendimizin (s.a.v.) gaybdan vermiş olduğu bu haberin geçtiği ayeti hiç görmediniz mi? Yoksa siz sadece mucizeyi havada uçmak, denizde yürümek ve göğe merdiven yapmak gibi şeyler mi zannediyorsunuz? Eğer böyle zannediyorsanız, önce mucizenin tanımını öğrenin ve sonra gelin bu batıl fikrinizden tövbe edin.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...