Jump to content

İslam�ın Kanıtsız Dönemi


Recommended Posts

Önsöz

Bu derlemenin konusu olan “İslam’ın Kanıtsız Dönemi“ ya da “İslam’ın ilk dönemlerindeki İslami kaynakların yokluğu“, çeşitli İnternet sitelerindeki yazılardan birleştirilerek oluşturulmuştur.

İslam’ın içinden çıktığı toplumların gerçek tarihini doğru olarak bilmenin mümkün olmadığı; gerçek İslam tarihinin bilinmesinin önündeki en büyük engelin İslam’a atfedilen tarih olduğu; bu tarihi, İslam'ın kendisi ve Muhammed hakkındaki bilgilerin sadece İslam'ın kendisinden kaynaklandığı öne sürülmektedir.

Yine klasik İslam tarihine göre Muhammed'in yaşadığı dönemde tüm Arabistan Yarımadası’nı ve 4 halife döneminde de Anadolu'nun neredeyse yarısını, Mısır'ı, İran'ın tamamını ele geçirmiş olan İslam devleti ve onun ideolojik, siyasal ve toplumsal dinamizmini yaratan İslam dini ile ilgili "tarafsız" herhangi bir belgenin, kaynağın olmayışı (en azından şimdilik ortaya çıkmamış olması) bu dönemi savunmayı zorlaştırmaktadır.

Gerçek İslam tarihi, mevcut İslam tarihini destekleyen veya reddeden kanıtlarla karşılaşılmadıkça kanıtlamayacaktır. İslam’ın kanıtsız dönemi için; “o dönemde yazı var mıydı?” diye sorulabilir. Ancak anılan komşu ülkelerde yazılı belgelerde İslam’dan söz edilmemektedir. Tarih, ülkelerdeki karşılıklı belgelerle yazıldığından, İslam’ın ilk 150 yılı için kanıt yokluğunun, yokluğun kanıtı olarak kabul edilmek durumunda kaldığı söylenebilir…

Yöntem olarak, 9., 10. Yüzyıl’da ortaya çıkmış olan İslam Literatürünün etkisinde kalmayarak ve sadece elde bulunan eşzamanlı tarihi belgelere dayanarak konunun irdelenmesi ve eleştiriyle tartışmaya açık bir derleme yazısının ortaya çıkması amaçlanmıştır.

Elde bulunan kaynaklara ulaşma, dil ve tarih konusunda bilgi yetersizliği gibi sorunlardan dolayı, elbette açık kalmış birçok konu bulunuyor. Bunu garipsememek gerek, çünkü İslam tarihinde, özellikle de Erken İslam zamanında (7. Yüzyıl’ın başları) karanlıkta kalan çok fazla konu mevcut.

Bu derleme yazısında yararlanılan kaynaklar hadis veya hadis derleyicilerinin kitapları ve inançlar değil, tarihi kanıtlardır. Derlenen yazılarda şimdiye dek Muhammed'in yaşadığı döneme -570 ile 632 yılları arasına- ait hiç bir tarihi kanıt bulunamadığı dile getirilmektedir. Bu konu, on dört başlıkta irdelenmektedir.

01. Kur’an Tek Kanıt mı?

İslam dinine mensup olduğu söylenilen imparatorlukların ilk iki yüzyılları içerisinde, Kuran hariç, literatur niteliğinde hiç bir tanık bırakmadığı söylenebilir. Muhammed dönemini anlatan tarihi belgelerden elde olanlar hicretten 150 - 200 yıl sonrasına aittir. Ancak bu dönemde de Kur’an’ı destekleyen hiçbir maddesel kanıt bulunamadığı kaydedilmiştir. Ayrıca 693’te Kudüs’te yapılmış olan Kaya Kubbesi (Kubbetüs Sahra) üzerindeki yazıtların, elde bulunan en eski Kuran kodekslerinden daha eski olduğunu ve yazıtların bazı cümlelerinin Kuran’da da geçtiği belirtilmektedir. 9. Yüzyıl’dan (Hicri 3. Yüzyıl’dan) itibaren ama bol miktarda dini, biyografik ve tarihi materyal oluşuyor.

02. İslam Literatürünü Destekleyen Dış Kaynak Var mı?

İslam’ın erken tarihi ve peygamberi Muhammed hakkında bilgilerin kaynağı sadece söylentiden ibaret islami literatur olduğu belirtilmektedir. Bunun dışında Erken İslam ve Muhammed hakkında eşzamanlı tarihi bilgiler bulunamadığı ve islam literatürünün içerdiği bilgileri destekleyen eşzamanlı ve dış kaynaklı tarihi kaynaklara ulaşılamadığı da söylenmektedir.

Kur’an’ı destekleyen belgelerin bulunamamasından ötürü Kur’an; hem İslam tarihi hem de Muhammed’in yaşamı konusunda tarihi kaynak kabul edilememektedir. Çünkü Kur’an’da Mohammad kelimesi sadece dört yerde geçer ve bunların sadece birisinde Arap peygamberi ifade edilir. Kur’an’da sadece bir yerde Mekke Vadisi geçse de, ne veya nerede olduğu hakkında somut bir ip üçü bulunmaz. Dört yerde Medine kelimesi geçse de, “Yesrib şehri” (şimdiki ismi ile: Medine şehri) anlamında mı, yoksa sadece medine kelimesinin karşılığı olan “şehir” anlamında mı kullanıldığı belli değildir. Arap Yarımadası hakkında ise Kur’an’da hiç bir bilgi bulunamamıştır.

Arap peygamberi Muhammed için “bilgi” içeren ilk eserler yukarda verilen hadis derlemeleri ve biyografilerdir. Geleneksel İslam Tarihi ise Taberi’nin “Tarih” kitabından ibarettir.

03. İslam Tarihçilerinin Tanıklığı

Geleneksel İslam tarihinin iddiasına göre Muhammed 570 ile 632 yılları arasında yaşamıştır. Fakat bu verinin kaynağı olan ve adları yukarda belirtilen eserlere baktığımızda, hemen göze batan bir nokta var: Bu eserlerin yazarları Muhammed’den 200-300 yıl sonra yaşamıştır. Tek başına bu gözlem dahi, Muhammed’in yaşam tarihini sorgulama için yeterli bir neden gibi görünmektedir.

Bizans'ın arşivlerinde de o döneme ait kayıtlara da rastlanılmamıştır. Kim, ne zaman, hangi amaçla bu söylentileri derledi, bilinmiyor. Bilinen tek şey bu söylentileri destekleyen tarihi belgelerin olmamasıdır.

İslam tarihini yazan ilk müslüman tarihçilerin ne zaman doğup ne kadar yaşadıklarını ve eserlerini incelemeyi hiç düşündünüz mü? Onların yaşamı geleneksel İslam tarihinin nasıl yazıldığına ışIk tutacağından çok önemlidir. İlk müslüman tarihçilerden Ürwah ibn Zubayr'den, Al-Zuhri'den Al-Madaini'ye, Baladhuri'ye, Al-Müsabbihi'ye Al-Safadi'ye, Nizamüddin Ahmad'a kadar İslam tarihini yazan 66 tarihçiden hiç birisi gerçek anlamda bilimsel bir yapıt ortaya koymamıştır. Muhammed dönemini anlatan el yazmalarından elde olanlar hicretten 150-200 yıl sonrasına aittir.

Bu eserlerin asılları yoktur.

Bulunan el yazmalarıysa ancak, eser sahiplerinin ölümünden yüzlerce yıl sonra, başka kişilerin el yazmaları olarak günümüze kadar gelebilmiştir. Yani elimizde bulunan en eski el yazmaları; orijinal eserlerin (eğer gerçekten var idiyseler) kopyalarının kopyalarının kopyalarının... kopyasıdırlar. Bu kopyalama esnasında sik sik yapılan yazım hataları, değiştirmeler, eklemeler, çıkarmalar konusunda ise henüz bilimsel bir araştırma, inceleme mevcut değildir.

Yazılanların hiç birinin bazı kanıtlara ve kendilerinden önce yazılan belgelere dayandırıldıklarının en ufak bir kanıtı bulunamamıştır. Tarihçi olarak bilinen bu yazarların öncüleri halk arasında kulaktan kulağa dolaşmakta olan efsaneleri tarih adına kaydetmiş ve daha sonra gelenler onları gerçek olarak kabul etmiştir. Bunun sonucu olarak kuşkulu İslam tarihi çıkmıştır.

Muhammed biyografileri Kuran’da geçen bazı imaları alır, süsler, püsler ve masalımsı bir dil ile efsaneler anlatır. Anlatılan efsane içindeki tarihi bilginin ise; önce efsanenin çerçevesinden süzülmesi gerekir ki, yine de tutarlı bir bilgi edinmek çoğu zaman mümkün değildir.

Eserlerin Tanıklığı

İsmi geçen biyografiler bize ancak 9. ve 10. yüzyılın yazarlarının, kendi zamanları içindeki İslam ve Muhammed görüşünü yansıtabilir. Fakat kendi zamanlarından 200-300 yıl önceki olaylar için kaynak olamazlar. En azından birincil kaynak olamazlar.

Yorumları okurken hemen akla takılan sorular bolca. 9./10. YY’in geleneksel islam tarihini objektif kabul ederek yine geleneksel İslam tarihini destekler nitelikde yorumlamalar: Bir yazıda “gemi” geçiyorsa hemen belli bir deniz savaşı, nerde bir “rahatsızlık“ geçiyorsa hemen bir iç savaş yorumları... Ama bunların hiç birisi orijinal dokümanlarda geçmiyor.

Ama en önemlisi yorumların hiç birisinin, yazıtın tarihi ile içeriğinin tarihi arasındaki çok uzun zaman aralığına dikkat edilmemesi. Her tarihçinin bildiği basit bir konu, yüzyıllar süresince çoğaltmalarda /kopyalamarda/ alıntılarda devamlı “tamamlamalar”, “düzenlemeler” yapılır. Bunlar çoğaltanın/kopyalayanın “bilgi durumuna” denk gelir. Diğer bir nokta ise tercümanların “bilgiçliği”. Mesela bir yazıda geçen “sarazen”i veya “ismaili”yi “müslüman” diye çevirmeleri.

Muhammed Hakkında İlk Kitap

İslamın kurucusu Muhammed Mustafa hakkında oldukça ayrıntılı biyografi(ler) vardır. Doğumu yaşamı, eşleri, çocukları, ve hatta günlük yaşamı ayrıntıları ile bilinir gözükmektedir. Ancak ilginç olan bu ayrıntılı biyografinin onun ölümünden 153 yıl sonra vefat eden İbni İshak'ın Kitab-ül Megazi adlı eserine dayandırılmasıdır. Daha da ilginci Kitab-ül Megazi'den ibni Hisam (??? - 829/834) vasıtasıyla haberdar olmamızdır. Güçlü bir sözel aktarım geleneğine sahip Arap kültüründe bu, anlaşılır bir şey" denilebilir.

04. Tarih, Karşılıklı Belgelerle Yazılır…

Zamanın Bizans kaynaklarında da yeni bir dine rastlamak mümkün değil. Köyün çobanı anlamına gelen Arap(lar) ya “vassal” (confoederati = Küreys) olarak adlandırılıyordu ya da rakip (düşman) olarak. Ama yeni bir dinin adı geçmiyordu. Diğer taraftan İslam tarihine göre 7. Yüzyıl’dan önce dahi hristiyanlar, İslami Arap egemenliği altında yaşıyordu. Ancak bu görüş, hristiyan literatürle çelişmektedir.

Çünkü 8. Yüzyıl’a dek bu bölgede yaşayan hristiyanlar, hem yaşamlarından dolayı hem de misyonerlik görevlilerince, geriye yeteri kadar literatur bıraktı. Bu literatürde ama “İslam egemenliği altındaki” hristiyanlığın durumu geçmiyor. Belki literatur türleri bu duruma bir açıklık getirebilir: teolojik etütler, vaizler, mektuplar, kronolojiler, kilise raporları, filozofik yazılar vs. Eğer bütün bu yazılar İslam egemenliği altında oluşsaydı, zamanın durumuna ayna tutması gerekirdi. Sözgelimi monoteletişmuş ve monoenergetişmuş vs. konusunda şevkle konuşmayı, tartışmayı seven rahip ve piskoposların –ki bazılarının ömrü yollarda geçmiş- bütün Hristiyanlığı tehdit eden, yörenin ve zamanın egemenleri tarafından propagandası yapılan yeni bir dinden söz etmemesini anlamak mümkün değil.

Muhammed önce İsa için mi kullanılıyordu?

“En erken bu zaman diliminde, 8. Yüzyıl’ın sonlarında, 9. Yüzyıl’ın başlarında, bir Arap peygamberi için bir hayat hikayesi, bir biyografi uydurma / yazma denemeleri başlamış olabilir. Önceleri İsa için kullanılan muhammad terimi, nihayet Arap peygamberi Muhammed olarak Arap Yarımadası’nda Dünya’ya gelip arz-ı endam edebilir hale geldi. Kaçan balık büyük olur misali, bu Muhammed etkinliğini 7. Yüzyılın başlarında göstermiş olmalıydı.

10. Yy’dan kalma Muhammed biyografisi yok

biyografilerinin, hadis derlemelerinin, tarih kitaplarının istisnasız hepsi 9. ve 10. Yüzyıl’a tarihlenmiş durumda. Fakat elimizde 9. ve 10. Yüzyıl’dan kalma herhangi bir Muhammed biyografisi de bulunmuyor. Biyografilerin 9. ve 10. Yüzyıl’da yazılmış olduğu bilgisi, 9. ve 10. Yüzyıl’dan yüzyıllar sonrasının eserlerinin verileri. Fakat bu eserlerin bu bilgilerinin gerçekliği hakkında herhangi bir bilimsel araştırma henüz mevcut değil.

9. ve 10. Yüzyıl’da büyük bir tarihselleşme / tarihselleştirme akımı başlamış olmalı. Pes peşe eserler ortaya çıkıyor: Halk arasında bilinen hikayeler Muhammed’e bağlanıyor, yeni hikayeler uyduruluyor.”

Hayali Muhammed Dünyası mı?

Muhammed figürü etrafında uydurulan bu hayali Dünya’nın zenginliğine (Muhammed’in akrabaları, eşleri, cariyeleri, sahabeleri, arkadaşları, raviler, maceraları, savaşları, kervan baskınları, hadisleri vs.) bakarsak, bu kadar olayı tek bir insanın, tek bir insan ömrü süresi içinde yaşamış olması imkansız. Bu insan paygamber dahi olsa, bu mümkün değil. Bu hayati yaşamak için, muhtemelen 10 veya daha fazla insan hayatı kadar bir süre gerekli. Bu zengin hayal dünyası bize, zamanın araplarının tarihselleşme/tarihselleştirme çalışmalarına ne kadar önem verdiklerini gösterdiği gibi, kendilerine kimlik arama çalışmalarının bir kompleks duygusuna dönüşmüş olduğunu da gösteriyor.

05. Tarihselleştirme Çabaları Günümüzde de Devam Ediyor mu?

Günümüzde, internet ortamında dahi yeni hadisler uyduruluyor ve zincirleme maillerle Müslüman alemine duyuruluyor. Kuran’da nerede bir peygamber, elçi, sen vs. gibi terimler geçiyorsa, parantez içinde Arap peygamberinin ismi olan Muhammed kelimesi ekleniyor.

(Hadisler ve hadisçiler sorgulanıyor…

Kur’an, tanrıyla kulu arasına girilmesine / din adamlarına izin vermez. Herkes kendi hesabını vermeyecek midir? Öyleyse, müminlerin günlük yaşamlarına müdahale eden sözde din adamlarının tanrıyla kulu arasında işi ne? Kur’an dışı din mi yaratılmıştır? O hadislerle mi bireysel din olan İslam, 71 mezhep ve tarikatla hoca denilen din adamlarının var olabileceği hristiyanlık benzeri toplum dinine döndürülmüştür?

Hadislerin, yarattığı “hoca” denilen sözde dinen makbul kişiler kadar müminlerin günlük yaşamlarına müdahale edilmesine de zemin oluşturduğu söylenebilir. Dinen “hangisi caizdir”, “hangisi günahtır” gibi günlük yaşamda atılacak her adım, din adamlarından sorulmaktadır; “Şöyle oturacaksın”, “böyle adım atacaksın”, “Senin yerine ben düşünürüm.”, “Ne istediğin hakkında ben karar veririm.”, “Şu partiye oy vereceksin.”. Müminlerin yatak odalarına bile girip, bir biyolojik etkinlik olan kadın - erkek çiftleşmesinde, nasıl sevişileceğine de onlar karar vermektedir. Böylece sözde dini soruların, aslında tüm yaşamın muhatabı olmanın, bu din adamlarına siyasal iktidar için, mücadele etme zeminini sağladığı söylenebilir mi?)

06. Arkeolojik Kanıt Bulunabildi mi?

Problemlerden biri de Kur'an'da bahsi geçen kıssalarla ilgili olayları doğrulayan hiçbir arkeolojik kanıtın bulunamamış olmasıdır ki bu da son derece tuhaftır... Bu, Musa-Firavun öyküsüne benzemektedir. Mısır uygarlığı her şeyi kaydetmesine rağmen ortada tek bir yazılı doğru dürüst Musa-Firavun öyküsü bulunamamıştır... Kur'an (aslında Tevrat) kıssaları ile ilgili benzer Sümer taşyazıları mevcuttur ama sadece halk masalları ve inanılması zor çok tanrılı efsanelerden ibaret görünmektedir….

07. Pers ve Bizans Kaynakları Bahsediyor mu?

İslam’ın ilk iki yüzyılı için elimizde hiç bir tane eşzamanlı islami literatur bulunmamaktadır. Eşzamanlı Pers ve Bizans kaynakları da Arap Yarımadası’nda ortaya çıkmış yeni bir peygamberden veya yeni bir dinden bahsetmez. Maalesef bu basit ve temel gerçek, İslam Tarihi’ni konu edinen eserlerde dile getirilmez. Dile getirildiğinde ise, önemsenmez, göz önüne alınmaz.

08. Hristiyan Literatüründe Muhammad (= Seçilmiş / Övülmüş)

Havarilerin İşleri 13,17: İsrail halkının babaları Tanrı tarafından seçilmiş bir halk.

Pavlus Mektupları, Romalılar 8,33: İsaya inananlar seçilmişlermiş.

Jesaja 42,1 Tanrı, “Tanrının hizmetçisine” “seçtiğim” diye hitap eder.

Lukas 9,35: Bulutlardan gelen ses İsa’ya “seçtiğim oğul” diye hitap eder.

Lukas 23,35: Başkalarına yardım etmiş olduğu için çarmıhtaki İsa ile dalga geçerler: eğer seçilmiş ise, Tanrının Mesihi ise, kendine yardım ede..

Psalm 118, 26: İnşaat işçileri tarafından ise yaramaz gerekçesiyle kullanılmayan bir taş, köşe taşı olur. Tanrı mucizesi diye sevinen millet söyler: Tanrı adına gelen o övülsün..

Markus 11,9: İsa Kudüs’e girerken millet bağırır: Tanrı adına gelen o övülsün..

Markus 14,62: Büyük keşiş İsa’yı sorguya çeker: Sen büyük övülesinin oğlu Mesih’misin? İsa cevap verir: O benim.

Büyük övülesi’nin oğlu İsa da elbette övülesidir, Tanrı tarafından seçilmiştir ve Tanrı’nın hizmetçisidir. Arapçası ile söylersek: İsa, Abdül Melik’in Muhammad’ıdır, Abdül Melik’in abd Allah’idir.

09. İslam Literatürü Dışında Kalan Kaynaklar Tanık Olabilir mi?

İslam Literatürü haricinde günümüze kadar gelebilen kaynaklar şunlardır:

a) Yahudi ve özellikle hristiyan kaynakları. Yedinci yüzyılın hristiyanları sadece Cıne kadar mısyonlarını yayıp kiliseler, manastılar yapmakla kalmadı, günümüze kadar ulaşabilen literatur de bıraktı: Kronikler, mektuplar, vaizler, konsey kararları, apocalypseler, mezheplerarası tartışmalar vs. Bu konuda bir araştırmanın Türkçe tercümesi (henüz tamamlanmamış hali ile) burada veya şurada mevcut. Bu araştırmadan da anlaşılacağı gibi, yazarlarının bir çoğu Orta Doğu’da yaşadığı halde, eşzamanlı hristiyan literatüründe, yani 7. yüzyılda, Erken İslam’ın ve Muhammed’in izine raslamak mümkün değil. Bu literatürde Arap Yarımadası da bulunmamaktadır.

Eğer 7. Yüzyıl’da yeni bir din ve bunun peygamberi ortaya çıkmış olsaydı, Ortadoğu’da yaşayan hristiyan yazarları, sadece mezhep tartışmaları ile yetinmez, bu yeni din ile de tartışmaya girmez miydi?

Bu eserlerde bölgede Aaplar egemendir, oOnlardan İsmaililer ve Sarazenler diye bahsedilir. Az da olsa bir Arabiya’dan bahsedilir. Fakat bu Arabiya ile Arap Yarımadası değil, ya Mezopotamya bölgesi kastedilir, ya da Bizans’ın provincia Arabia’sı olan Kızıldeniz’in çevresi.

İsmaili ve Sarazenlerin inançlarına değinildiğinde ise, bu inanç sistemi bir Hristiyanlık mezhebi olarak olarak eleştirilir. Yani bölgeye hakim olan Araplar hristiyandır.

b Yazıtlar:

b.1. Ürdün’de Gadara kaplıcaları’ndaki Muaviye’nin yazıtı. Tarihi 664.

b.2. Mısır’da Fustat’da (şimdi Kahire’nin bir parçası) bir köprü üzerindeki yazıt (691).

b.3. Kudüs’de Abdül Melik tarafından 693’de yaptırılan Kaya Kubbesi’nin içinde ve dışında bulunan yazıt.

b.4. Yine Abdül Melik tarafından, Şam-Kudüs yolu yapımında dikilmiş olan bir kaya üzerindeki yazıt (695).

b.5. Şam’da İ. Velid tarafından yaptırılan mabet üzerindeki yazıt (708) (Şimdiki ismi: Emevi Camisi).

b.6. Suriye’de, Humuş yakınlarında Qasr al-Hayr üzerindeki yazıt. Muhtemelen Hisam tarafından 732’de yazdırılmış.

b.7. Medine’de mabetdeki (Şimdiki ismi: Peygamber Camisi) yazıt (757).

Bu yazıtlara göre 750 yıllarına dek Ortadoğu’da ne bir İslam’dan, ne de onun peygamberi olduğu iddia edilen Muhammed’den söz edilebilir..

10. Sikkelerde Hristiyanlık Literatürünün Tanıklığı

MHMT kelimesi ilk olarak 661’de basılmış olan bir sikkede geçer. MHMT Aramiçe yazılmış. Bu sikke İran’ın güney doğusundaki Zaranj’da (Şimdi Afganistanda, İran-Afganistan sınırında) bastırılmış. Parayı kimin bastırdığı ise yazılı değil. Bu sikke Berlin’de Berliner Sammlung der Kallıgraphie’de bulunuyor.

Aramiçe kökenli Muhammed sözcüğünün bu zamana dek bilinen anlamı: “övülesi”, “övülmüş”, ‘seçilmiş’ demektir.

MHMT yazan sikkeler

Üzerinde MHMT yazan sikkeler iki ayrı bölgede ortaya çıkıyor. Bunlardan birisi İran’ın kuzey doğusunda, simki Türkmenistan ve Afganistan bölgelerinde. Bu sikkelerde MHMT kelimesi abd Allah ve kalifat Allah ile beraber kullanılıyor. Bu program daha sonraları Abdül Melik tarafından bastırılan sikkelerde de mevcut. Abdül Melik’in sikkelerinden, kendisinin Merv’den geldiğini de anlıyoruz. Merv Hazar Denizi’nin doğusunda, eski İpek Yolu üzerinde bulunan bir şehirdir.

Diğer MHMT sikkeleri ise MHMT ile beraber walı Allah programını kullanıyor ve güney doğuda, Kırman ve cıvarlarında bastırılıyor.

MHMT yazdıran ve ismi bilinen ilk kişi Abdül Melik’tır. Sikkelerin tarihlerinin sıralamasına bakarsak, doğudan batıya doğru bir sıralama görürüz. Öyleyse, Abdül Melik bu paraları doğudan başlayarak batıya doğru ilerlerken bastırılmıştır.

Sikkelerde Arap Yarımadası ile ilgi bulunamıyor

Bu zamana dek bastırılmış olan sikkelerin hiç birisi, Arap Yarımadası ile ilgili değildir.

Sikke bastırmak en az iki noktaya açıklık getirir: Bir yönetici kudret sahibinin varlığını ve on yıllar öncesinden başlamış olan ve hala süren bir dini programın ve/veya bir dünya görüşünün ve/veya bir politik programın varlığını. Bu programın başlangıcı, 7. Yüzyıl’ın başlarına ve daha da öncelerine kadar uzanabilir. Yani iddia edilen Muhammed zamanından daha öncelerine kadar dahi uzanıyor olabilir.

Bölgede yüzyıllardan beri Süryanice konuşulduğu göz önüne alındığında, MHMT kısaltması MHMD olarak okunduğunda “övülmüş, övülesi” anlamına geliyor ve lehçelerde “mehmad”, “mahmed” diye okunuyor.

641’den beri gayet açık bir biçimde hristiyan sembollerinin kullanıldığını bildiğimizden, 661’den itibaren kullanılan MHMT ve muhammad sembollerinin İsa’yı gösterdiği söylenebilir.

MHMT/MHMD “muhammad” halinde Arapçalaştırıldı

Özellikle Abdül Melik zamanında ve yönetiminde uygulanan Araplaşma çalışmalarında MHMT/MHMD “muhammad” halinde Arapçalaştırıldı. Bunu 681 yılından itibaren bastırılmış olan bir kaç parada görebiliyoruz. Bu paralarda hem Pehlevi yazısıyla MHMT geçiyor hem de Arapça “muhammad”. Suriye bölgelerinde, kısa süre sonraları, MHMT kelimesi kayboluyor ve yerine Arapça yazı ile Arapça bir terim olan muhammad kelimesi kullanılıyor.

Abdül Melik’in bazı sikkelerinde “peygamber Musa” yazdırdığını da bildirmekte yarar var.

“Mahmed” olarak kullanımının bir süre daha devam ettiği belli. Çünkü 750 yıllarında olmuş olan Samlı Johannes (Johannes of Damaşcenüs), Mamed (Yunanca okunuşu Mamed) isimli bir sanal peygamberden söz ediyor.

Bazan ahmed / ahmad kullanılıyor

Araplaşma, arapçalaştırma süresince MHMT’in HMT ve HMD hali ile “Ahmed”, “Ahmat” olarak kullanıldığın düşünmek de mümkün. Özelllikle teolojik alanda. Mesela Siyer “Ahmed”i “Muhammad” ile eşanlamlı kullanıyor. A. Sprengeri’in “Das Leben und die Lehre des Mohammad nach bisher grosstenteils unbenützten Quellen” kitabındaki gözlemine göre, 9. Yüzyıl’a kadar ahmed/ahmad ile mohammad isimlendirmeleri arasında bir gidip gelme var. Bazan ahmed/ahmad kullanılıyor bazan mohammad.

641’den beri gayet açık bir şekilde hristiyan sembollerinin kullanıldığını bildiğimizden, 661’den itibaren kullanılan MHMT ve muhammad sembollerinin İsa için kullanıldığını söylemek doğru olur.

Övülen İsa mıydı?

Bu “övülen”,” övülmüş olan”, “seçilen”, “seçilmiş olan”, yani muhammad, İsa’dan başka birisi değil. Bunu Abdül Melik’in Kudüs’te, 693’te yaptırmış olduğu Kaya Kubbesi’nde de görebiliriz. (693 yılı Araplara göre 72. yılı ifade ediyor. Bu 72 sayısının mistik bir anlamı vardır düşüncesi hemen akla geliyor.)

Bu sikkelerin üzerinde; a) Bir veya daha fazla hac işaretleri, b ) Hristiyan liderlerinin resmi, c) Yahya’nın kafası, c) Güvercin, d) Balık, e) 5 ve 7 kollu yahudi şamdanı, f) Palmiye vardır.

Diğer bir anlam Volker Popp kaynaklı. Popp’a göre, Sami dillerinden ola ve M.Ö. 13.-14. Yüzyıl’a uzanan Ugaritçe’de MHMT “seçilmiş,” “seçilen”, anlamına geliyordu. Süryaniceye bu anlamı ile geçtiğini de düşünebiliriz. Orta İran lehçelerinde (=Pehlevi dili = Orta Farca) “mehmet”, “mahmat” olarak kullanılıyordu.

Eşzamanlı tarihi iz bulunamıyor

Muhammed ve peşinden gelen dört halifeye dair para ve bu kişilerle ilgili eşzamanlı tek bir tarihi iz bulunamamıştır. Sikkeerde bulunan bu semboller de, Ortadoğu’da yaşamış hristiyanların verdiği literatur ile örtüşmektedir: 8. Yüzyıl’ın ortalarına dek Abdül Melik’in yönetimindeki devletin inancı İznik Konseyi öncesi Hristiyanlığı olarak

görünmektedir. Adı bilinen ilk dönemlerindeki sikkelerde, Muaviye zamanında da olduğu gibi, Abdül Melik’in sikkelerinde de İsa ismi geçmiyor. MHMT, MHMD veya Muhammad yani Aramiçe seçilmiş / övülmüş yazsa da, semboller sikke sahibinin Hristiyan olduğunu açıkça belirtiyor. O zamana dek bastırılmış olan sikkelerin hiç birisi, Arap Yarımadası ile ilgili değildir.

Bu süre içinde bölgede ne bir İslam dini mevcuttur ne de onun peygamberi olduğu iddia edilen bir Muhammed.

11. Kur’an’ın tanıklığına başvurulduğunda…

Kuran’ın oluşum süresini anlatan eşzamanlı literatur mevcut olmadığından, ancak elde bulunan para, yazıt ve yazmalardan sonuçlar çıkarabiliriz.

İslam araştırmacılarının çoğunluğuna göre Kur’an 650’li yıllarda Osman tarafından bir kitap haline getirildi ve diğer bütün kaynaklar (taşlar, kemikler, yapraklar vs.) imha edildi. Sözcük anlamı da “Bir araya getirilmiş+ sözler ya da kitap (o tarihlerde ne kasdediliyorsa.) demektir.

Ama bunlar iddia edilirken çok önemli bir kaç nokta göz ardı ediliyor:

a) Bu bilgilerin kaynağının hepsi en erken 9. ve 10. yüzyıl.

b ) 7. Yüzyıl’a ait elimizde Kur’an bulunmuyor.

c) Parçalar halindeki en eski Kur’an sayfaları 8. Yüzyıl’ın başlarına tarihlenmiştir.

Kuran’ın içeriğine örnek olan en eski tarihi kalıntı olan Sana Kodeksleri 926 ayrı el tarifından yazılmış, 12 000’den biraz fazla sayfadan oluşuyor. Hepsi porsimen olan bu sayfaların hepsi tam bir sayfa olmadığı gibi, toplamı da tüm bir Kuran’ı oluşturmuyorlar. En eski porsimen 710-715 yılları arasında yazılmış. Diğerlerinin yazılış tarihi ise 8. Yüzyıl’ın başlarından 10. Yüzyıl’ın ikinci yarısına kadar uzanıyor.

Sana Kodeksleri

Eldeki Sana Kodekslerine bakararak şunu söyleyebiliriz: 7. Yüzyıl’ın sonuna dek, kitap halinde olup, şu an elimizde bulunan Kur’an’a eşdeğer bir Kur'an henüz mevcut değildi. Kur’an çok sonraları ortaya çıktı. Tıpkı Yeni Ahit’in de iddia edilen zamandan çok sonraları ortaya çıkmış olması gibi. Ama Kur’an ve Yeni Ahit arasında önemli bir fark var. Yeni Ahit çeşitli bilimsel yöntemlerle (mesela textual criticizm, higher criticizm vs. ) incelenmiş olduğundan, hangi zamanlarda yazıldığını, hangi süreçlerden geçtiğini, kısacası; oluşumunu takip etmek yeterince mümkün. Fakat Kur’an için bunu henüz söyleyemeyiz. Kur’an için benzer bilimsel yöntemler Mekki ve medinevi süreleri diye isimlendilen ayrım hariç henüz uygulanmış değil. Ki bu ayırım da, bir yere kadar, yine 9. ve 10. Yüzyıl eserlerindeki bilgilere dayanıyor.

İslam kendi tarihini anlatınca

Diğer tarihi konularda hiç bir tarihçinin kabul edemeyeceği bütün bu sorunlara rağmen, İslam bilimlerinde geleneksel İslam anlatımının günümüzde dahi hala yaygın olması elbette şaşılası bir durum. Bunun nedenleri şunlar olabilir:

a) Kur’an’ın Muhammed’in ağzından döküldüğü önkabulü.

b ) 9. ve 10. Yüzyıl eserleri göz ardı edildiğinde, Kuran’ın içeriğinde çok çok az tarihi, bölge, yer ve biyografik bilgilerin bulunmasının sorun oluşturması.

c) Tembellik. 9. ve 10. yüzyılda ortaya çıkan çok sayıda eserin içeriğinin zenginliğinden kaynaklanan tembellik ve ağaçlardan ormanı görememe olgusu.

ç). O zamanlardan günümüze kadar gelebilmiş eşzamanlı tarihi kalıntıların azlığı ve bunlardan sonuçlar çıkarmanın zorluğu.

693’te Kudüs’te yapılmış olan Kaya Kubbesi (Kubbetüs Sahra) üzerindeki yazıtların, elde bulunan en eski Kuran kodekslerinden daha eski olduğunu ve yazıtların bazı cümlelerinin Kuran’da da geçtiğini biliyoruz. Bu yüzden Kuran’ın öncüllerinin de olduğunu tahmin edebiliriz. Fakat bu öncüllerin ne olduğunu, ne üzerine yazılmış olduğunu, kapsamının ne kadar olduğunu bilmediğimiz gibi, hangi dilde yazılmış olduğunu dahi bilmiyoruz.

12. Heraklios’un Tanıklığı

O zamanların tarihini tekrar yapılandırmak için eşzamanlı çokça sikke ve bir kaç tane yazıt mevcut. Bunlar, kısıtlı da olsa, o zamanın olaylarını belgelendiriyor. Sikkelerin çoğunluğu yapıldıkları yeri bildiriyor ve tarihlidirler. Tarihler başlangıçta bazan yerel sayımlara, kısa süre sonra ama “Araplara göre”. Muaviyenin Arap sayımına göre 42 (MS 663) yılında Galilede tamir ettirdiği Gadara Ilıcalarında bulunan ve bir haç işaretiyle başlayan bir yazıtta üç tane tarihleme belirtiliyor: Bizansların vergi yılına göre, Şehrin tarihine göre ve “Araplara göre”. Buradan anlaşılan “Araplara göre” birinci yıl 622 yılı olup Güneş Yılına göre sayılıyor.

622 yılı neden bu kadar önemliydi?

Bu yıldaki bir Hicret ancak 9. yüzyılın kaynaklarında geçiyor. Daha önceki yıllarda Şaşanı Kralı Chasrau II Pers İmparatorluğunu genişletebilmişti. Bizans Imparatorluğu’nun doğu bölgelerini fethetmişti: Fırat’ın batısında Suriyeyi, Filistin, Anadolu’nun büyük bölümünü, Arap Yarımadası’nı ve Mısırı. Bizans Imparatorluğu artık kendi bölgesinden kovulmuş gözüküyordu. Ama gelişmeler beklenilenden değişİk oldu: Genç Bizans Kralı Heraklios 622’de Persler’e karşı beklenilmeyen bir zafer kazandı. Bunu, Şaşanı Krallığı’nın kısa süreki olmasına neden olan diğer askeri başarıların başlangıcıydı.

Heraklios’un Küreyşlileri

Hearklios bu zaferi, kendi tarafına çekebildiği, hem batı Suriye hem de İran Krallığında uzun süredir yerleşİk Araplardan oluşan birliklerlerin yardımıyla ele kazanmıştı. Bu başarısına rağmen, tekrar ele geçirdiği bu eski Roma bölgelerini doğrudan kendi hükümranlığı altına almadı, kontrolünü bölgedeki, kendilerini Confoedereti (Arapça Quraisch) (C.N.: Küreys) olarak gören Arap yöneticilerine teslim etti. 622 yılı, önce Roma İmparatorluğunun doğu bölgelerinde, Arapların kendi yönetimlerinin ve Arap zaman sayımının başlangıcı oldu.

İkinci bir durağı ise 641 yılı temsil ediyor. İki olay önemliydi: Heraklios tarafından zayıflatılmış olan Pers İmparatorluğu parçalandığından Fırat’ın doğu tarafında yaşayan Arap kabileleri hükümranlığı ellerine geçirebilmişlerdi. Aynı sene içinde Bizans’ta Heraklios olmuş, eşi ve oğlu yeni kral tarafından sürülmüşlerdi. Heraklios ve ailesine sadık olan eski bizans bölgeleri Arapları artık kendilerini krala bağlı hissetmeyip bütün hükümranlığı üslendi.

Bu yeni suverenliğin sembolü olarak 641’de ilk sikke çıkarımı başladı. Bu sikkelerin motifleri hristiyanlığın etkisinde: Hac, uzun haçlarla krallar veya yanlış anlaşılmaya yer vermeyen başka semboller. Anlaşılan o ki, yeni semboller kullanmak için neden yoktu. Önce doğuda daha sonra eski Pers İmparatorluğunda hüküm süren Arap kralı Muaviye idi. Bir hristiyan hükümdarı. Hangi Hristiyanlık akımına bağlı olduğu bilinmiyor. Hoşgörülü birisi olması gerek. Çünkü Suriye hristiyanları tarafından da övülüyordu. Doğu Suriye Patriği Isoyaw III (ölümü 659) “Din huzur içinde ve çiçek açıyor.”.

Arapların Hristiyan Motifli Sikkeleri

Şimdiye dek bilinen ve üzerinde MHMT yazan ilk sikke “Araplara göre” 38 yılında (MS 659), Mezopotamya’nın uzak doğusunda bastırıldı. Aniden bu parolayla çıkarılmış sikkeler, hem coğrafya olarak hem zaman olarak doğudan batıya yayıldılar. Anlaşıldığına göre, geleceğin Abdülmelikinin geçeceği rota üzerinde, doğudan başlayıp Mezopotamyada, Filistinte ve Kudüste baştırılmaya başlandı. Batıya geldiğinde, göze çarpan yerinde MHMT yazan çok dilli sikkelerin kenarlarında muhammad açıklaması bulunmaya başladı. Kısa süre sonra ise bu zaman kadarki MHMT yerini muhammad’a bıraktı.

Kim bu muhammad? Aramiçe kaynaklı sözcük, Arapça’da da “yüceltilen/övülen (benedictus) veya “yüceltilesi/övülesi” anlamına geliyor. Hristiyan sikke motiflerinde İsa için kullanılan bir sıfat. Bu anlama tarzı 69’de Abdülmelik tarafından yaptırılmış olan Kubbetüs Sahra’nın yine kendisi tarafından içine yerleştirtilmiş olan yazıt tarfından da desdekleniyor. Bu tek ve benzersiz Tanrı’ya tanrıklıkyabaşlıyor ve eski Hristiyanlık inancı çerçevinde devam ediyor; “Övülesi (muhammad[un]) Tanrı kulu/hizmetçisi (‘abd allah) ve onun elçisi (...). Çünkü mesih İsa, Meryemin oğlu, Tanrının elçisi ve sözüdür.”. Bu, Kur’an’ın önermesine de denk geliyor.

İsa Sembolü

Kubbetüs Sahra’nın içi düzlenmemiş. Ziyon Dağı’ndaki, kayanın tepesini çatı gibi örtüyor. Bu ise Suriye teolojisinde, mesela Aphrahat’a göre (ölümü 345) bir İsa sembolüdür: “Şimdi kaya üzerinde belirtilen dine ve kaya üzerine kurulu binaye kulak verin(...). İsa, peygamberler tarafından kaya diye adlandırılan (...).” Artık Abdülmelik’in sikkelerindeki hac motifleri yerini kaya gibi İsa motiflerine terk etmeye başladı. Bizans ve Suriye hristiyanlarından farklı olan bir Arap krallığı işareti/sembolüydü.

Muhammad, İsa’dan Kopuyor

Muhammad başlangıçta, -‘abdallah sıfatı (Tanrının kulu / hizmetçisi), peygamber, elçi, mesih gibi – bir hristiyan ünvanıydı. Daha sonraları ama mümammad ılgılı olduğu İşadan koptu, ayrıldı. Bunu iki diğer iki gelişme ile gözetlenebilir: 707/708 yıllarında Şam’da yapılan Mescid-el-Emeviyye’nin ve 756’da Medine’de kurulan Kutsal Mabed’in yazıtları Kubbetüs Sahra’nınki ile formal yapı olarak benzer: Tek olan Tanrı övüldükden sonra muhammada, Tanrının kulu/hizmetçisine ve elçisine şehadet edilir. Ama Kubbetüs Sahra’da olduğu gibi İsa, Meryemin oğlu, açıkça anılmaz. Kudüs’teki teolojiyle benzer olsa da, doğrudan İsa ile ilişkili değildir. Benzer olgu sikkelerde de mevcuttu. Onların kaya sembolleri, mesela hac işaretlerinde olduğu gibi, artık açıkça hristiyanlık olarak göze çarpmıyordu. Muhammadın mihenk noktası artık yoktu.

Muhammad hristiyanlığı ve Kur’an hareketinin başlangıcı ama, sikkelerin tanıklığına bakıldığında, Mezopotamyanın uzak doğusundan kaynaklanıyor. Buna temeli Eski Suriyece (Aramca / Aramiçe) olan sözlerin / önermelerin yazı biçimlerine işaret ediyor.

Mekke’de Yapılan İlk Sikke

8. Yüzyıl’ın ikinci yarısından 9. Yüzyıl’ın başına kadar bu zaman süresi için de kaynaklar az. Çok bölgeler – zaman zaman – “Merkez” ile az bağlı veya bağlı olmasa da, Arap egemenliği artık yerleşiyor. Sikkelerin ve yazıtların üzerindeki semboller apokaliptik programlardan çıkmış izlenimi veriyorr. Buna paralel olarak, günlerin bittiğinde ortaya çıkacak olan kurtarıcıyı (İsa) atıflayan hristiyanlıktan motiflenmiş mehdi düşünceleri ortaya çıkıyor. 9. Yüzyıl literatüründe sayılan, fakat sikkeler tarafından desteklenmeyen, mesihi adlandırmalar halifelerin isimleri olarak yorumlanıyor. Bu sembolik terimler kişi adları mı yoksa bu adlandırmaların arkasında anonim hükümdarlar mı yatıyor? 8. Yüzyıl’ın sonunda ilk olarak Mekke göze çarpıyor. Mekke’de yapılan ilk sikke hicri 203 tarihli peşinden hicri 249 ve 253 tarihliler geliyor. Nihayet bu zaman civarında İslam kendi ayakları üzerinde duran bir din olarak ortaya çıkıyor.

13. İlk Arap Emirliklerinin Tanıklığı

Heraklios 622’de, Ermenistan’da, persleri tam bir bozguna uğratır. Bizans’ın o günkü durumuna bakılırsa, bu, beklenmeyen bir zaferdir. Muhtemelen bu zaferden önce, kesinlikle ama bu zaferden sonra Heraklios’un Arap yardımcıları, yandaşları mevcuttur. Bizans bunları foederati diye isimlendirir. Aramiçesi qarama, Arapçası ise quraish. Siyer’in Muhammed’in kabilesi diye bize tanıtmak istediği, fakat aslında Heraklios’un İranlı ve Suriyeli foederati’leri, küreys’leri, kısacası yandaşlarıdır ilk Arap Emirlikleri. Bu emirliklerin kabilelerinin isimleri elbetteki Küreys değildi. Tabi bunlar tek bir kabile de değildi. Küreys teriminden, bir Arap kabilesini değil, Heraklios’un yandaşlarını anlamalıyız.

Bu yandaşların kim olduklarını tahmin etmek kolay: Pers egemenliği altında yaşayan hristiyanlar.

627’de Ninive’de Persler yine yenilir. Chosrau II (Hüsrev II) kaçar. Tahttan düşer ve öldürülür. Heraklios Hüsrev’in oğlu ile eski sınırların geçerli olduğu bir anlaşma yapar. Persler Bizans topraklarından çekilir. Heraklios için bu savaş yeni topraklar edinme amaçlı değil, dini bir savaştı. İlk haçlı seferi de diyebiliriz.

Heraklios; Bizans, Ortadoğu ve Mısır kiliselerini bir araya getirmek için uzun süre uğraşsa da başaramaz. Nihayetinde Ortadoğu’dan ve Mısır’dan çekilir. Persler ve Bizans’ın yokluğu ile bölgede oluşan otorite boşluğunu artık Bizans’ın foederatileri / küreysleri doldurmaktadır.

İlk Arap paralarında hristiyan sembolleri var

Yaşamı süresince Heraklios’a minnettar olan Arap emirleri (= küreysler, Bizans’ın yandaşları) Heraklios’un öldürülmesinden sonra (641) bu sadakati bitirir. Ve kendi başlarına sikke bastırmaya başlar: İlk Arap sikkeleri. Bu ilk sikkelerde bol bol hristiyan sembolleri vardır: Hac, balık, palmiye, Yakup’un kafasının saklandığı kutu vs. Bir çoğunun kimler tarafından bastırıldığını bilmesek de, Muaviye adına bastırılmış olan sikkelerde hristiyan sembolleri ile bezenmiştir.

Bu sikkelere ve Muaviye’den günümüze kadar gelmiş olan artefaktlara bakarak, bu dönemde İran ve Suriye’de Hristiyanlığın hakim olduğunu, yönetenlerin ve yönetilenlerin çoğunluğunun hristiyan olduklarını saptamak kolay.

14. İslami Kanıt Neden Bulunamıyor?

İlk 150 yıl komşuların tarihi belgelerinde İslam ve Muhammed hakkında bir tek kanıt bulanamıyor. Araplarda da mı yoktur? Çünkü “Henüz neşir Arap'lar tarafından keşfedilmemiştir. Okur yazar oranı yüzde 1-2 civarındadır. Kitap yazma geleneği yoktur. Kağıt yoktur. Okur olmayınca yazar da olmaz. Yazar olsa bile ortaya çıkacak yapıt bir söylenti olmaktan kurtulamaz” denilmekle tarihi kanıt bulunamaması durumu açıklanabilir mi? Böyle bir açıklama tarihi ve yazılmasını reddetmek değil midir?

İslam tarihini yakından inceleyenler yörede yaşayan Hristiyan ve Yahudi kabilelerde yazılan eski eserlerden İslam tarihi hakkında bir şeyler elde etmeye çalışmıştır. Bazı papazların yazdıkları bireysel anılar ile tarihsel olguları açıklamaya çalışmak son derece yetersizdir. Günümüzde yapılanlar bunlardır. Sadece Muhammed değil, ilk dört halife oldukları iddia edilen, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali hakkında Bizans'ın arşivlerinde de o döneme ait kayıtlar ve bir tek belge bulunamadı.

Sonsöz

Bahsedilen tarihsel süreç içerisinde Sasani devletinin İslam akıncıları tarafından yıkıldığını bu nedenle Sasaniler’e ait kaynakların da yok edildiği varsayılsa bile İstanbul'un fethi ile son bulan Bizans İmparatorluğu’nun kayıtlarında yeterli doygunluğu verecek kadar belgenin elimizde olması gerekmez miydi?

Genişlemesini Bizans İmparatorluğu’nun topraklarının fethedilerek küçülmesi ile sağlamış görünen bu yeni güç hakkında neden en erken 8. Yy başlarında kayıtlara rastlıyoruz? Tüm 7. Yy ’da olup bitenler üstelik de kendi aleyhlerinde olduğu halde Bizans kayıtlarına girmemiş olsun ki? İlk elden müslümanlarla karşılaşmış olan Kudüs kilise örgütlenmesi, daha kuzeyde yazılı bir geleneği sürdüren Süryani kilise ve kültürü neden tarihe hiç bir kayıt düşmemiştir?

Gerçek İslam tarihi, mevcut İslam tarihini destekleyen veya reddeden kanıtlarla karşılaşılmadıkça kanıtlamayacaktır. Tarih, ülkelerdeki karşılıklı belgelerle yazıldığından, İslam’ın ilk 150 yılı için kanıt yokluğunun, yokluğun kanıtı olarak kabul edilmek durumunda kaldığı söylenebilir…

http://xa.yimg.com/k...ız Dönemi.doc

tarihinde NOLAN tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazının farklı bir versiyonu..Yazıyı değil de,kaynakları aktarıyorum;

K.H.Ohlig: İslamın Ortaya Çıkışı ve Erken Tarihi

..................................

Kaynaklar:

1 Hans Zirker, Christentum und Islam. Theologische Verwandtschaft und Konkurrenz, Düsseldorf 1989, S. 79.

2 Rudi Paret, Vorwort, in: Der Koran. Übers. und hrsg. von Rudi Paret, Stuttgart-Berlin-Köln-Mainz (1979), 20049, S. 5.

3 Carl Heinrich Becker, Grundsätzliches zur Leben-Mohammed-Forschung, in: Ders., Islamstudien. Vom Werden und Wesen der islamischen Welt, Bd. 1, Leipzig 1924, S. 520f.

4 Josef van Ess, Theologie und Gesellschaft im 2. und 3. Jahrhundert Hidschra. Eine Geschichte des religiösen Denkens im frühen Islam, Berlin, Bd. 1: New York 1991, Vorwort VIII.

5 Vgl. zu diesem Fragenkomplex Karl-Heinz Ohlig, Hinweise auf eine neue Religion in der christlichen Literatur "unter islamischer Herrschaft", in: Ders. (Hrsg.), Der frühe Islam. Eine historisch-kritische Rekonstruktion anhand zeitgenössischer Quellen, Berlin 2007, S. 223 - 325.

6 Vgl. Ders., Ein Gott in drei Personen? Vom Vater Jesu zum Mysterium' der Trinität, Mainz-Luzern 20002, S. 40f.

7 Paul von Samosata, Aus dem Hymenäusbrief, in: Friedrich Loofs, Paulus von Samosata. Eine Untersuchung zur altkirchlichen Literatur- und Dogmengeschichte, Leipzig 1924, S. 324.

8 Ders., Fragmente aus dem Synodalbrief, 5, in: F.Loofs,ebd., S. 331.

9 Aphrahatis Sapientis Persae Demonstrationes 17, 3.4. Deutsch in: Aphrahat, Unterweisungen, aus dem Syrischen übersetzt und eingeleitet von Peter Bruns (Fontes Christiani, Bd. 5.1), Freiburg-Basel-Wien u.a. 1991, S. 419f.

10 Vgl. Erich Kettenhofen, Deportations II. In the Parthian and Sasanian Periods, in: Eshan Yarstater (Ed.), Encylopaedia Iranica, Vol. VII, Fascicle 3, Costa Mesa, Cal. 1994, S. 298 - 308.

11 Vgl. zum Folgenden vor allem: Volker Popp, Die frühe Islamgeschichte nach inschriftlichen und numismatischen Zeugnissen, in: Karl-Heinz Ohlig/Gerd-R. Puin (Hrsg.), Die dunklen Anfänge. Neue Forschungen zur Entstehung und frühen Geschichte des Islam, Berlin 20073, S. 16 - 123; Christoph Luxenberg, Neudeutung der arabischen Inschrift im Felsendom zu Jerusalem, in: ebd. S. 124 - 147; Volker Popp, Von Ugarit nach Sâmarrâ. Eine archäologische Reise auf den Spuren Ernst Herzfelds, in: K.-H. Ohlig (Anm. 5), S. 13 - 222.

12 Die These, Münzprägungen seien konservativ und verwendeten alte Symbole weiter, gilt nur innerhalb fortdauernder Traditionszusammenhänge. Hätte es einen ideologischen Bruch - den Wechsel vom Christentum zum Islam - durch islamische Eroberungen gegeben, wären die Münzen anders, im Sinne der neuen Religion, gestaltet worden.

13 'Iso'yaw patriarachae III. Liber epistularum (CSCO, Vol. 12, Scriptores Syri II, tomus 12), S. 172.

14 Vgl. zu Folgendem Karl-Heinz Ohlig, Vom muhammad Jesus zum Propheten der Araber. Die Historisierung eines christologischen Prädikats, in: Ders. (Anm. 5), S. 327 - 376.

15 Ich beziehe mich auf die Dokumentation und Übersetzung der Inschrift von Christoph Luxenberg, Neudeutung der arabischen Inschrift im Felsendom zu Jerusalem, in: K.-H. Ohlig/G.-R. Puin (Anm. 11), S. 124 - 147.

16 Aphrahat (Anm.9). Er führt noch viele alttestamentliche Stellen an, in den von Stein/Fels die Rede ist; alle diese Stellen deutet er christologisch.

17 So auch Patricia Crone, What do we actually knowabout Mohammad?, www.openDemocracy.net (31.8.2006). Sie nimmt allerdings fälschlich die Gegend um das Tote Meer als Entstehungsort des Islam an.

18 Vgl. Ignaz Goldziher, Islam und Parsismus (Islamisme et Parsisme), deutsch in: K.-H. Ohlig (Anm. 5), S. 418.

19 Vgl. I. Goldziher, ebd., S. 419f.

20 Vgl. Karl-Heinz Ohlig, Weltreligion Islam. Eine Einführung, Mainz - Luzern 2000, S. 60 - 67.

21 Vgl. Christoph Luxenberg, Die syro-aramäische Lesart des Koran. Ein Beitrag zur Entschlüsselung der Koransprache, Berlin 20073.

22 Vgl. Ders., Relikte syro-aramäischer Buchstaben in frühen Korankodizes im higasi- und kufi-Duktus, in: K.-H. Ohlig (Anm. 5), S. 377 - 414.

23 Vgl. Jan M. F. Van Reet, Le coran et ses scribes, in: Acta Orientalia Belgica (hrsg. von C. Cannuyer), XIX: Les scribes et la transmission du savoir (volume édité par C. Cannuyer), Brüssel 2006, S. 67 - 81.

http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/ceviri-calismalarimiz/709-khohlig-islamin-ortaya-cikisi-ve-erken-tarihi

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kanıtın yokluğu yokluğun kanıtı olmadığına göre de...

Kanıtın yokluğu varlığın kanıtıdır. :o

Kesinlikle

Mutlaka

Sevgiler

tabi ki değil...

kanıt yoksa bu en kesin olarak kanıtımızın olmadığını gösterir...

ya gerçekten yok olduğu için biz hiç bir kanıt bulamamışızdır...

yahut kanıtlara henüz ulaşamamışızdır...

yani kanıta ulaşamadık diye hemen yok sayamayız...

belki gözümüzün önünde kanıtlar vardır ama biz görememişizdir...

gerçi bu da ulaşamamakla aynı şey...

neyse yani kanıtın yokluğu varlığın kanıtı değildir tabi ki...

Link to post
Sitelerde Paylaş

yani kanıta ulaşamadık diye hemen yok sayamayız...

belki gözümüzün önünde kanıtlar vardır ama biz görememişizdir...

gerçi bu da ulaşamamakla aynı şey...

neyse yani kanıtın yokluğu varlığın kanıtı değildir tabi ki...

Neyin kanitini ariyorsun da bulamiyorsun CUMBULLU'nun mu?

Link to post
Sitelerde Paylaş

tabi ki değil...

kanıt yoksa bu en kesin olarak kanıtımızın olmadığını gösterir...

ya gerçekten yok olduğu için biz hiç bir kanıt bulamamışızdır...

yahut kanıtlara henüz ulaşamamışızdır...

yani kanıta ulaşamadık diye hemen yok sayamayız...

belki gözümüzün önünde kanıtlar vardır ama biz görememişizdir...

gerçi bu da ulaşamamakla aynı şey...

neyse yani kanıtın yokluğu varlığın kanıtı değildir tabi ki...

Müslüman masalına göre 1400 yıl önce müslümanlar koskoca bir İslam Devleti kurmuşlar. Arap Yarımadasını, İranı, İrakı, Suriyeyi, Anadolunun yarısını, Afrikanın kuzeyinin tamamını vs. kapsayan.

Fakat ne Muhammed hakkında, ne peşinden gelen 4 halife hakkında, ne de İslam hakkında tek bir tane eş zamanlı kanıt bulunmuyor. Koskoca bir tarih yazmışlar.

Fakat kanıt YOK!

Paki kirec arkadaşımızın mantığı ne diyor bu işe:

yahut kanıtlara henüz ulaşamamışızdır...

yani kanıta ulaşamadık diye hemen yok sayamayız...

belki gözümüzün önünde kanıtlar vardır ama biz görememişizdir...

Kurulmuş olan koskoca İslam Devleti hakkında

kanıtlara henüz ulaşamamışızdır

Yani kurulduğunu peşin peşin biliyor. Ama sadece kanıtına henüz erişememiş. Eh günün birinde, şansı da yaver giderseeee....

Kurulmuş olan bu İslam devletinin elinde Bizansın ve Perslerin bütün teknolojisi mevcut. O dönemin sarı çizmeli Mehmet Ağaları dahi kendi adına eserler bırakıyor (sikke, yazıti mektup, kitap, han, ...) Ama İslam Devletinin kurulduğunda ve kurucularına dair tek bir tane kanıt YOK! kirec mantığı bu işe ne diyor:

yani kanıta ulaşamadık diye hemen yok sayamayız...

Varlığı hakkında elinde bir şey yok fakat varlığından emin!!!

Ama bu varlığın küçük bir kusuru var! Herhangi bir kanıtı yok.

Eh o kadarcık kusur kadı kızında da olur. Azıcık kusuru var diye kadı kızını yok mu sayalım? :wacko:

Doğrusu ise şöyle olmalıydı: "kanıta ulaşamadık diye hemen VAR sayamayız"

...

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş
yahut kanıtlara henüz ulaşamamışızdır...

Adamları hapse atıyorlar,sonra kanıt/delil üretmeye çalışıyorlar..Ergenekon-Balyoz ve en son cemaat(22 temmuz)operasyonunda yapılan şey bu..

Önce kanıt bulunur,sonra işlem yapılır ama siz önce işlem yapıyorsunuz,sonra kanıt bulmaya çalışıyorsunuz..Müslümanların bu ters mantığı,tüm yaşantılarına nüfuz etmiş durumda..

Muhammed peygamberdir,işte kanıtı..

Kuran kutsal bir kitaptır,işte kanıtı..

Allah en büyük,en güçlü,tek olan Tanrı'dır;işte kanıtı..

...diyeceksin ve sonra dinini ortaya süreceksin..

Sizinki tam tersi..!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ey ateistliğe gönül verenler sizlerden yardım almam gerekiyor bir konuda,ancak forumda konu açabileceğim bir yer neden yok.Ben müslümanım ve son zamanlarda öğrendiklerim beni hayli düşündürüyor.Yardım almak için foruma üye oldum ancak konu açamıyorum.Neden böyle bir sınırlama koydunuz foruma.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir tanrı olsun da, isterse kuyruklusundan, cumbullusundan olsun.

Kirec mevcut bütün tanrılara oynuyor, illa ki bir yerden bir şey çıkıp da onu rahatlatsın istiyor.

yanlış anlaşılmışım anlaşılan....

olası tanrıların içinde dikkate alınabilir olanın sadece adil ve iyi bir tanrı olacağını nedenleriye tanrı nasıl olmalı başlığında uzunca açıkladığımı düşünüyorum...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kasdettigin sey deizm argumanimi gorduklerin seni bir tanriya goturecek o nun ismide Allah olacak ha?Olasilikli dusunuyorsun Allahin hicbir tasarrufu yok ilgisi yok bu dunya uzerinde.O insana muhtac ya bir tanri nasil olursa insana muhtac kalabilir aklin alabilirmi kirec?

tarihinde DevilDriver tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 years later...
32 minutes ago, Ateist Teolog said:

Bu  konudaki Hristiyan Literatüründeki Övülmüş- Muhammed konusunda NOLAN TD Forum'da da hala ısrarcı. Bir bakmanızı öneririm.

Nolani da ozledik. Ahlak ile ilgili sapitmasa cok kiyak eleman. Hem foruma farkli bir renk katiyordu, hem de bol icerik ekliyordu.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Şimdi, malta erigi yazdı:

Nolani da ozledik. Ahlak ile ilgili sapitmasa cok kiyak eleman. Hem foruma farkli bir renk katiyordu, hem de bol icerik ekliyordu.

 En çok yararlandığı kaynak Erol Sever'in - Çok Tanrıcılık-Hristiyanlık ve Kabe adlı eseri alabiliyorsan o kitabı al güzele benziyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...