Jump to content

Muhammed Peygamber'e Açık Kalp Ameliyatı


Recommended Posts

Bugün inançlı bir arkadaşım, Muhammed 40 yaşına geldiğinde açık kalp ameliyatı olduğunu, kalbinin çıkarılarak yıkandığını, sonra tekrar yerine takıldığını söyledi. Muhtemelen, 40 yaşında peygamberliğini ilan etmesi ile alakalı, sembolik bir hikaye. İlk defa duydum bunu. Nedir bu?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bugün inançlı bir arkadaşım, Muhammed 40 yaşına geldiğinde açık kalp ameliyatı olduğunu, kalbinin çıkarılarak yıkandığını, sonra tekrar yerine takıldığını söyledi. Muhtemelen, 40 yaşında peygamberliğini ilan etmesi ile alakalı, sembolik bir hikaye. İlk defa duydum bunu. Nedir bu?

PEYGAMBERLİK BÖLÜMÜ|İsra Hakkında|buharimüslimtirmizinesai|Enes|Enes (ra) Malik İbnu Sa'saa (ra)'dan naklen anlatıyor: "Resulullah (sav) onlara, Mirac'a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki, "Ben Ka'be'nin avlusundan Hatim kısınında -belki de Hıcr'da demişti- yatıyordum, -bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim- Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak'tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. "Gelen kim?" denildi. "Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed (sav)!" dedi. "O'na Miraç daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!" denildi. Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem aleyhiselam'ı gördüm. "Bu babanız Adem'dir! Selam ver O'na!" dendi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana: "Salih evlad hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti ve ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril'im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O'na Miraç daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hz.Cebrail: "Bunlar Hz. Yahya ve Hz. İsa'dırlar, onlara selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra: "Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber" dediler. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim ?" denildi. "Cibril'im!" dedi. "Yanındaki kim?" denildi. "Muhammed'dir!" dedi. "O'na Miraç daveti gitti mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı bize açıldı. İçeri girince Hz. Yusuf aleyhiselam'la karşılaştık. Cebrail: "Bu Yusuf tur! O'na selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih kardeş hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Cebrail beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim ?" denildi. "Cibril'im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "Ona Miraç davetiyesi indi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Kapı açıldı, içeri girdiğimizde, Hz. İdris aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrail: "Bu İdris'tir, O'na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamma mukabele etti. Sonra bana: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Kim bu gelen ?" denildi. "Ben Cibril'im!" dedi. "Beraberindeki kim ?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O'na Miraç daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı açıldı, içeri girince, Harun aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail aleyhisselam: "Bu Harun aleyhisselam'dır. O'na selam veri" dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu ve: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Cebrail beni yükseltti ve altıncı semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O'na Miraç daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi, içeri girince, Hz. İbrahim aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail: "Bu baban İbrahim'dir, O'na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen'in) hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrail aleyhisselam bana: "İşte bu Sidretü'l-Münteha'dır!" dedi. Burada dört nehir vardır: İkisi batıni nehir, ikisi zahiri nehir. "Bunlar nedir, ey Cibril?" diye sordum. Hz. Cebrail: "Şu iki batıni nehir cennetin iki nehridir. Zahiri olanların biri Nil, diğeri Fırat'tır!" dedi. Sonra bana el-Beytü'l-Ma'mur yükseltildi. Sonra bana bir kapta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben süt aldım. Cebrail aleyhisselam: "Bu (aldığın), fıtrat(a uygun olan)dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış) üzeresiniz!" dedi. Resulullah devamla dedi ki: "Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hz. Musa aleyhisselam'a uğradım. Bana: "Ne ile emrolundun?" dedi. "Gece ve gündüzde elli vakit namazla!" dedim. "Ümmetin, her gün elli vakit namaza muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Beni İsrail'e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım (muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine dön, bunda ümmetine hafifletme talep et!" dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim, Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselam'a tekrar uğradım. Yine: "Ne ile emrolundum ?" dedi. "Benden on vakit namazı kaldırdı!" dedim. "Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını iste!" dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa aleyhisselam'a uğradım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolunmama kadar bu şekilde Hz. Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hz. Musa'ya uğradım. Yine: "Ne ile emredildin ?" dedi. "Her gün beş vakit namazla!" dedim. "Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da takat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!" dedi. "Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte razıyım. Allah'ın emrine teslim oluyorum!" dedim. Musa aleyhisselam'ı geçer geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti: "Farzını kesinleştirdim, kullarımdan hafiflettim de!" [bir rivayette şu ziyade geldi: "Namazlar (günde) beştir. Ve onlar ellidir de. İndimde hüküm değişmez artık!"] |Buhari, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakıbu'l-Ensar 42; Müslim, İman 264 (164); Tirmizi, Tefsir İnşirah (3343); Nesai, Salat 1, (1, 217-218)|5568

Link to post
Sitelerde Paylaş

Muhammed Mirac'a çıktığı gece, Cebrail göğsünü açar, kalbini çıkartıp yıkadıktan sonra geri yerine koyar. Sonra beraberce Kudüs'e giderler, oradan yedi kat gökyüzüne çıkarlar. Fakat bu hikayenin benzeri Muhammed'in Halime isimli süt anneye verilmesinde de yaşanmıştır. Küçük Muhammed benzer bir hikayeyi burada da anlatmış, bu durumdan ürken Halime "çocuk delilendi" diyerek Muhammed'i Mekke'ye geri götürmüştür... Ayrıntılar için İslami kaynaklara bakabilirsiniz...

Yani uydur uydur ipe diz mevzuları...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Başta Müslim olmak üzere çeşitli hadis kaynaklarında Hz. Muhammed’in göğsünün yarıldığı ve kalbinin yerinden sökülüp temizlendikten sonra yerine konulduğundan bahsedilir. Bu literatürde Şakk-ı Sadr ya da Şehr-i Sadr olayı olarak bilinir. Olayın çeşitli versiyonu vardır, en yaygın görüşe göre Peygamberimiz dört yaşındayken, sütkardeşi Abdullah’la oynarken iki beyaz elbiseli kişi tarafından ziyaret edilmiştir. Bu iki kişi Abdullah’ın gözleri önünde Peygamberimiz’in göğsünü yarıp kalbini çıkartmışlar ve ellerinde tuttukları altın bir tastaki karla temizleyip, bir kan pıhtısını kalpten ayırdıktan sonra kalbi tekrardan yerine takmışlardır. Böylece Peygamberimiz’in kalbindeki şeytana ait kısmı söküp attıklarını söylemişlerdir! İlk dikkat etmemiz gereken nokta, içinde birçok uydurmanın karıştığı hadislerin dini kaynak olarak alınamayacağıdır. (Bakınız: Hadisler dinin kaynağı olabilir mi?)

Söz konusu rivayetin akılla ve bilimle çelişkisini bir tarafa bıraksak bile, ciddi manada sorunludur. Bunları beş maddede şöyle gösterebiliriz:

  • İlgili rivayetlerde anlatılan olaylar birbiriyle ciddi şekilde çelişmektedir. Kimi hadise göre peygamberimiz dört yaşındayken, kimisine göre on yaşındayken, kimisine göre vahiy gelir gelmez, kimisine göre Miraç’tan hemen önce bu ameliyatı olmuştur. (Bakınız: Peygamberimiz Miraca çıktı mı?) Bir rivayete göre Peygamberimiz’in göğsünü Cebrail, diğer bir rivayete göre beyaz elbise giymiş iki kişi yarmıştır. Bazı rivayetlere göre kalp karla, diğerlerine göre zemzem suyuyla, diğer bazılarına göre semavi bir sıvıyla temizlenmiştir. Bazı rivayetlerde Peygamberimiz sapsarı kesilip aşırı derecede korkmuştur, diğer rivayetlerde ise onun hiçbir şey hissetmediğinden bahsedilir. Gördüğünüz gibi rivayetler açık bir biçimde birbirleriyle çelişmektedir. Bu ifadeleri dini kaynak olarak almak mümkün değildir.
  • Söz konusu rivayetin kaynağı Hammad b. Seleme’dir. Buhari’ye göre Hammad hafızası karışık, güvenilmez biridir. Bundan dolayıdır ki bu rivayetleri bilen Buhari kitabına almamıştır. Yani rivayetin kaynağı, bazı hadisçilere göre bile güvenilmezdir.
  • Bu hadislerin en meşhuru Müslim’de geçen versiyonudur ve buna göre Peygamberimiz bu ameliyat esnasında dört yaşındaydı. Dört yaşında günahsız bir çocuğun kalbinde şeytani parçalar ya da manevi kirlilik olduğundan nasıl bahsedebiliriz?
  • Şeytanın, kalbin içinde et, kan gibi biyolojik yapılardan oluşan bir kirlilik üzerinden etkide bulunduğunu söylemek apaçık bir mantıksızlık değil midir?
  • Bazıları söz konusu iddianın Kuran’daki İnşirah Suresi’nin birinci ayetinde geçtiğini iddia etmişlerdir. İnşirah Suresi’nin ilk dört ayeti şöyledir:

1- Biz senin göğsünü genişletmedik mi?

2- İndirmedik mi üzerinden ağır yükünü!

3- Ki o, belini çatırdatmıştı senin.

4- Ve yüceltmedik mi senin şanını. (94-İnşirah suresi 1-4)

Ancak bu ayetten Peygamberimiz’in kalbinin ameliyat edilip fiziksel olarak temizlendiği sonucu çıkarılamaz. Bu ayeti, bahsedilen hadislerin şartlanmasıyla okumayan herhangi bir kişinin, böyle bir anlam çıkarmasının en ufak bir olasılığı bile yoktur. Bunu şu ayetten görebiliriz:

Allah kimi doğru yola iletmek isterse göğsünü genişletir. (6-Enam 125)

Şüphesiz ki her doğru yola iletilen kişinin kalbinin operasyonla temizlendiği iddiası gülünçtür. Dolayısıyla “göğsün genişletilmesi”nden kalbin fiziksel olarak temizlendiği sonucu çıkarılamaz. Nitekim benzer ifadeler, Kuran’daki başka ayetlerde de geçmektedir:

Mûsa dedi: “Rabbim, göğsümü açıp genişlet.” (20-TaHa 25)

Her kim imanından sonra Allah’a karşı kafir olursa -kalbi imanla dolu olduğu halde zorlanan başka- ve kim kafirliğe göğsünü açarsa, onların üstüne kesinkes Allah’tan bir gazap iner ve onlara büyük bir azap vardır.(16-Nahl 106)

Sonuç olarak Peygamberimiz’in kalbinin fiziksel olarak temizlendiği iddiası Kuran’dan çıkmadığı gibi Kuran’a aykırıdır.“Göğsün genişletilmesi-açılması” ifadesinin Kuran’daki kullanılış şekline baktığımız zaman, fiziksel bir temizlikten ziyade, bir çeşit manevi “göğüs açılmasından” bahsedildiği apaçıktır. “Göğsün açılması” kişinin sıkıntı ve zorluklara karşı dayanıklı hale getirilmesi, yani umutsuzluk ve çaresizlik hissinin giderilmesi olarak anlaşılmaktadır. Nitekim biz dilimizde de bu deyimi benzer manada kullanmaktayız. Üstelik bu ifadelerden Peygamberimiz’e özel bir ameliyatın uygulandığını anlamaya hiç imkan yoktur.

Kaynak: http://dinicevaplar.com/hz-muhammedin-kalbi-ameliyatla-temizlendi-mi/

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte böyleee,

Benimde bildigime göre Mehemmedin kalbını çıkarıp deve sidigiyle yıkamışlar.

Çünkü yüregi çoh pismiş.

Onun YÜREGİNİ ancah deve sidigi temizlermiş.

Deve çoh kutsal hayvandır.

Cüb cüblü Ehmet mehemmedin sidigide çoh faydalıdır ah olsada bir içsek demişti Almanyanın Münih kentınde bir toplantıda.Hatta Bokuda mis gibi koktuğunu söylemiş.

Hürriyet gazatasıda ordaymışda bunları Hürriyet yazmış.

İsteyen internette ararsa bulabilir.

Müslümenlerin nekadar dürüst olduğu Cübcübün vaazındanda anlaşılıyor.

Bunlarda YALAN söylemenin çohmu çoh böyyük savabı vardır.

Her yalana garşı bir HÖRÜ ve bir GILMAN verirmiş Kureyşin Allahı.

Onunçün Araplarla araplaşmışlar bir taban üstünde 1000 yalan söylerler.

Allahları yardımcı olsun deye İsreil garşısında.

Emmeeeeee 530 milyün müsmüsü 7 milyünlük Moşedayanlar ağızlarını burunlarını gırıp duruyor.

Allahlarıda arhalarında olduğu halda.

Mehemmet arşa degül öte güneş sistemlerine getmiş.Allahın işi varmış ordada o nedenle oraya getmiş.

Görüşmede Allah günde 150 vakıt namaz istemiş.

150 vakıt namaz 30 saat tutuyor.

Hiç yemeden

Çalışmadan

Uyumadan gılsalar bülem.

Buda YALAN.

Dedimya Arabın hiç doğrusu yoktur.

Bu nedenle and ederek milleti gandırıylar,gandırmaya çalışıylar.

Ya habıbım sana AŞIH olmuşam

Bu nedenle erken canın almışam.

Dedeniz

tarihinde tolonbey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

İş böyleee,

Gelin Arap Mehemmedi iyi tanıyalım.

Muhammed ve arkadaşları Kuran'ı nasıl hazırladılar?

Islamiyet , Islam Tarihi Kur'an Tarihi

Kendisini elçisi olarak ilan eden Arabistan'ın Kureyş Kabilesi'nden Muhammed'in,

okur-yazar olmayan birisi olduğuna inanılır.

Islamiyetin kitabı Kuran'ın,

Tanrı tarafından gönderildiğini savunanlar,

okur-yazar olmayan birisinin nasıl kitap yazabileceğini sorarak,

Kuran'ı Muhammed'in yazmadığını güya savunmaktadırlar.

Muhammed'in okur-yazar olması ihtimali de var..

Muhammed,

okur-yazar olmasa bile,

kör ya da sağır da değildi ve kendisine "anlatılanlar"ı Kuran'a koyacak kadar becerikli idi..

Kendisine kimler yardımcı oluyordu hazırladığı kitap için.

Turan Dursun'un

"Din Bu"

adlı kitap serisinin dördüncü cildinde,

Bel'am,

Yaiş,

Addas,

Yessar,

Cebr

ve Iranlı Selman (Farisi)

ve İman adındaki yardımcılarından söz edilir.

Bunlardan Bel'am,

Yunanlı bir köleydi.

Yaiş ve Cebr (Yemenli) de birer köle idiler.

Ilhan Arsel'in

Şeriat'tan Kıssalar

adlı kitabının önsözünde de Muhammed'in diğer öğreticileri/yardımcıları olarak

Bahîra,

Verkâ

ve Abdullah Ibn-i Selâm'ın adları geçer.

Muhammed katiplerini genellikle

Yahudilikten

ya da Hristiyanlıktan dönme ya da

İbranice

ve Süryanice bilen kişilerden seçerdi.

Bu dillere vakıf değil iseler,

öğrenmelerini isterdi.

Örneğin, Hicret'in dördüncü yılında katiplerinden Zeyd bin Sabit'e Yahudi yazısını öğrenmesini söylemiştir.

Söylendiğine göre,

en ziyade yararlandığı kimselerin başında,

Hristiyanlıktan dönme Selman-ı Farisî ile,

Yahudilikten dönme Abdullah İbn-i Selam gelirdi.

Siyer'in yazarları

İbn-i İshak,

İbn Hişâm

ve Tabakat yazarı İbn-i Sa's gibi (ya da benzeri) kaynakların bildirmesine göre,

Selman-ı Farisî,

Iranlı bir "Mecusî" iken çok genç yaşta Hristiyanlığı kabul ederek Suriye'ye gelmiş,

daha sonra Bedevîler tarafından esir alınıp bir Yahudi'ye satılmış ve onun tarafından Medine'ye getirilmiştir.

Kölelikten kurtulmak için Muhammed'e başvurup da onun tarafından satınalınmasıyla İslam'a girmiş ve azad olmuştur.

Hristiyan ve Yahudi dinlerini en iyi bilen birisi olarak Farisi,

Muhammed'e sadece din konusunda değil,

yönetim

ve savaş konusunda da Muhammed'e yardımcı olmuştur.

Hendek Savaşı olarak bilinen savaşta,

Muhammede'e hendek kazılmasını öneren kişinin Farisi olduğu söylenir.

Abdullah İbn-i Selam'a gelince,

Tevrat'ı en iyi bilen yahudi'lerden birisiydi.

Muhammed'in Medine'ye hicretinden sonra Islamiyete girmiştir.

Tevrat konusunda,

Muhammed'e en fazla bilgi verenlerden biri olduğu kabul edilir.

dolayı,

O kadar ki, Muhammed onu, muhtemelen bu yardımlarından "Cennetlik olan on kişinin onuncusu" olarak tanımlamıştır. (Bkz. Sahih-i Buhari ... c.IX, s.81, ve c.X, s.25 vd.)

Muhammed bu kaynaklardan aldığı bilgileri,

kendi günlük siyasetine uyduracak şekilde değişikliklere sokmuştur.

Ancak,

bunu yaparken,

"kıssa"ları (masal ve hikayeleri) bir teviye ya da belli bir sıra ve silsile esasına göre değil,

fakat Kuran'ın çeşitli surelerine ve bu surelerin ayetlerine dağıtmıştır.

Bazılarını da hadis olarak ifade etmiştir.

Kuran'ın okur-yazar olmayan Muhammed tarafından hazırlanması bu şekilde mümkün olmuştur.

Ne var ki,

Muhammed'in Kuran'ı,

daha sonra bizzat halife Ebu Bekir tarafından yaktırılmış ve sonra da değiştirilmiştir.

__________________________________________________________________________________________________________

__________________________________________________________________________________________________________

Muhammed, Allah'in sözü olduğunu iddia ettiği Kuranı nasl yazdı

Hristiyanlik,

Musevilik, tarih ve efsanelerden alintilar yaparak celiskilerle dolu Kuran'i nasil yaratti

Kuran Nasıl Yazıldı?

Muhammed'in Öğretmenleri mi?

Bel'am,

Yaiş,

Addas, Yessar, Cebr, Iranlı Selman

Konuya iliskin Kur'an ne diyor?

Kur'an'daki "Tanrı", her zamanki gibi ant içerek açıklama yapıyor:

"And olsun ki biz, onların:'O'na (Muhammed'e) bir insan öğretiyor kesinlikle.' Dediklerini biliyoruz. Savlarını dayandırdıkları kimsenin dili yabancıdır.

Buysa (Kur'an), apaçık bir Arapça'dır."(Nahl, ayet:103)

Bundan sonraki ayetlerde,

"inanmayanlar" korkutuluyor,

"yalancı,

iftiracı" olarak nitelendiriliyor ve "işkenceli bir ceza"yla cezalandırılacakları bildiriliyor.

Yukarıdaki ayette,

Muhammed'e öğreticilik ettiği söylenen kimsenin, "Arap olmadığı,

yabancı olduğu" belirtiliyor

Yunanlı Bel'am,

Yaiş..

Kimilerine göre,

Muhammed'in öğretmeni,

bir Yunanlı köleydi.

Bel'am adında bir köle.

Ibn Abbas anlatıyor:

"Peygamber, Mekke'de köle olan birine öğretimde bulunuyordu. Yabancıydı.

Puta tapardı.

Adı da Bel'am'dı.

Peygamberin yanına girişinde ve çıkışında putataparlar görüyorlardı.

'Muhammed'e her şeyi öğreten Bel'am'dır..' diye konuştular.

" (Bkz. Taberi, Cami'ul-Beyan, 14/119)

Ya da Yaiş'ti

üzerinde durulan köle.

Bel'am için söylenen,

Yaiş için de söyleniyordu.

"Yaiş, Muhammed'e öğretmenlik yapıyor" deniyordu. (Bkz. Aynı yer)

Ya da,

Muhammed'e öğreticilik eden köle, Cebr'di. (Bkz. Aynı yer)

Ya da,

Yemenli CEBR,

YESSAR,

ADDAS.

" Hadrami'lerin iki genç köleleri vardı.

Yemen halkından olan bu iki köleden birinin adı

Yessar, öbürünün adı

Cebr'di" diye aktarılır.

Bu iki kölelerin sahiplerinin tanıklığı şöyle:

"Bizim iki genç kölemiz vardı.

Kendi dilleriyle kitaplarını okurlardı.

Peygamber de bunlara uğrar,

durup bunları dinlerdi.

İşte bunun için, putataparlar,

'Muhammed, bunlardan öğreniyor..' dediler." (Taberi, 14/119)

_________________________________________________________________________________________________________

_________________________________________________________________________________________________________

Fahruddin Razi'nin yer verdiği aktarmada,

bunların yanında bir üçüncü köle daha var: Huvaytıb'ın kölesi Addas. (Bkz. F.Razi, tefsir, 24/50)

Görülüyor ki,

ister Yunanlı,

ister yemenli olsunlar,

kölelerin Muhammed'le ilişkilerine bakışlar değişik açılardan:

Müslümanların bakışları ve savları başka,

"putatapar" dedikleri inanmazların bakışları ve savları başka.

Müslümanlardan kimine göre: Muhammed'le köleler arasında bir "öğretme ve öğrenme" ilişkisi vardı,

ama öğreten Muhammed'di, öğrenenlerse köleler.

Inanmayanlara göreyse bunun tam tersi gerçekti.

Yani, öğreten kölelerdi.

Muhammed'se öğreniyordu onlardan.

Müslümanlardan kimine göre de,

aradaki ilişki, "okuma ve dinlenme" ilişkisini geçmiyordu.

Köleler,

kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyorlar, "peygamber" de "dinliyordu" yalnızca.

Müslümanların bu savları karşısında şu soru yanıtsız kalıyor:

"Dillerini bilmiyordu"ysa, Muhammed'in bu köleler arasındaki sürekli işi neydi?

Ve kendi dilleriyle okuduklarını Muhammed'in dinlemesinin ne yararı oluyordu?

Kısacası, müslümanların savları, akla sığacak türden değil.

Iman nereli?

Muhammed'in kendisinden bir açıklaması bu konuda oldukça ışık tutucu:

"Iman, Yemen'lidir."

Bu hadis,

Buhari'nin "e's-Sahih"inin de içinde bulunduğu en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır.

Hadis'e göre,

"hikmet (bilgi, bilgelik) de Yemen'lidir." Dahası: "Fıkıh da Yemen'lidir," hadise göre. (Bkz.Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Meğazi/74; Tecrid, hadis

no:1362; Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Iman/81-91, hadis no:51-52, ve öteki hadis kitapları.)

Bu hadis, incelemecilere göre,

sağlamlığın en yüksek basamağında olan "mutevatır hadis"ler arasındadır,

ve peygamberin arkadaşlarından onbir kişi tarafından aktarılmıştır. (Bkz.Ebu'l-Feyz Muhammed, Lukatu'l-Lai'l-Mütenasire Fi Ahadisi'l-Mutevatıre, Beyrut,1985, s.42-43,hadis no:10)

Kimi yorumcu,

buradaki "Yemen"i, birtakım zorlamalı yorumlarla,

"Mekke ve Medine" olarak göstermeye çabalar. (Bkz.Tecrid,1362 no.lu hadis,Kamil Miras'ın izahı.)

Ne var ki, hadisin kimi aktarılışında "Yemenliler"den de açıkça sözedilir.

Yani, buradaki Yemen, coğrafyada herkesin bildiği Yemen'dir.

Demek ki,

bu hadise göre,

"imanı"yla,

"hikmet"iyle ve "fıkh"ıyla (buradaki 'fıkh', sözlük anlamında olmalı) Islam, yabancı kökenlidir,

"Yemen"lidir.

"Muhammed'e öğreten, Iranlı Selman'dır ya da.." (Selman Farisi).

Kimileri de,

Nahl Suresi'nin 103.ayetinde sözü edilen yabancının,

Iranlı Selman olduğu görüşünde.(Bkz. Taberi,aynı yer.)

Sonradan Müslüman kimliğiyle ortaya çıkan ve müslümanlar arasında büyük ün kazanan Selman'ın,

Muhammed'le son derece sıkı bir ilişki ve işbirliği içinde bulunduğu, herkesçe biliniyor.

"Müslüman" olması,

Selman'a çok şey sağlamıştır.

En başta,

özgürlüğü,

yani, "kölelikten kurtulma"yı.

Sonra da ünü,

saygınlığı ve maddi, manevi çıkarları..

Ya da,

sözü edilen "yabancı",

önc Müslüman olup sonra Islam'ı bırakan bir "vahiy katibi"dir.

Bunu ileri sürenler de var. (Bkz. Taberi, aynı yer)

"Vahiy katibi"nin başına gelenler:

Adam, önce müslüman olmuştur.

Selman gibi o da Muhammed'le işbirliği halindedir.

Ama sonra ne olursa olur,

bırakır Islam'ı. Ve bir de açıklama yapar:

"Muhammed'e ben öğretiyordum,

ve benim öğrettiklerim Kur'an'a vahiy olarak yazılıyordu.."

Sonra,

adam ya öldü,

ya da öldürüldü.

Ölüsüne gelince, bir türlü gömüldüğü yerde kalmıyordu.

Muhammed'in adamları şunu yayıyordu:

"Bu olay,

Tanrı'nın gazabının yansımasıdır.

Adam, Tanrı'yı çok öfkelendirdi.

Şimdi durum ortada.

Gömülüyor,

toprak da kabul etmiyor, edemiyor,

Tanrı'dan korkuyor.

Onun için de kafiri,

mezarının dışına fırlatıyor.

'Ibret almak' gerek.."

Gerçekten de adam gömülüyordu, ama,

birkaç gün sonra,

sabahleyin bakılıyordu ki,

adam mezarın dışında.

Birkaç kez olmuştu bu.

_________________________________________________________________________________________________________

_________________________________________________________________________________________________________

Muhammed'in arkadaşlarından Enes (Malik Oğlu), çok sonra, şöyle anlatacaktır olayı:

"Bir adam vardı.

Neccaroğullarından..Hristiyan'dı,

Müslüman olmuştu.

Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu.

Peygambere de vahiy yazıyordu.

Sonra,

yeniden Hristiyan oldu ve kaçıp Hristiyanlara katıldı.

'Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa,

Muhammed yalnızca onu bilir,

başka bir şey bilmez,' demeye başladı." (Bkz.Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477)

Enes'in anlattığına göre,

Tanrı adama öfkelenmiş,

boynunu kopararak öldürmüş.

Hristiyanlar,

gömmüşler adamı.

Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada.

Ve kefensiz. Hristiyanlar,

"Muhammed adamları kefenini soymuş,

kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar.." diye konuşmuşlar.

Adamı bir daha gömmüşler.

Bu kez biraz daha derince.

Ertesi gün sabah yine aynı durum.

Sonra aynı konuşmalar.

Sonra yeniden ve daha derine gömme.

Sonra aynı durum ve aynı yorumlar.

Bir kez daha ve derince gömme.

Aynı durum.

Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek,

adamı gömmekten vazgeçmişler artık.

Bu adamın söylediğini söylemiş,

yani "ben ne diyorsam,

ne yazıyorsam o vahiy oluyor.." demiş,

muhammed'in "Tanrı'dan falan vahiy almadığını" söyleyerek,

Islam'ı bırakmış birisi daha vardı: Ebu Serh Oğlu Sa'd Oğlu Abdullah.

Ama , onun başına yukarıdaki olay gelmedi nedense..

Muhammed tarafından idamına karar verilmişti.

Ne var ki,

Halife Osman'ın süt kardeşiydi.

Ve Osman'ın araya girmesiyle, bağışlandı.

Sonra,

Mısır Valisi bile oldu. (Ölm.656-657. Bkz. Islam Ansiklopedisi.)

Ayetteki Cevap

"Muhammed'e ögreten Tanrı değil, insandır.." diyenlere, ayette verilen cevap ne ölçüde doyurucu?

Cevap, yukarıda verilen ayetin anlamında da görüleceği gibi şöyle:

1) Muhammed'e öğrettiği söylenen kişi, Arab değildir, yabancı biridir.

2) Kur'an'sa apaçık Arapça'dır.

3) Öyleyse, Muhammed'e sözü edilen kisi ögretmis olamaz.

Oysa, Arapça'yı bilen yabancı biri de Muhammed'e "eskilerin söylencesi"nden,

"Tevrat"tan,

"Incil"den,

başka "kutsal metin"lerden birtakım "bilgiler" verebilirdi.

Ileri sürülen de bu.

Muhammed, aldığı bilgileri,

Arapça kalıplara döküp, kendi uslubu içinde sunmuş olamaz mıydı?

Kaldı ki, "apaçık Arapça" diye nitelenen Kur'an'da;

Yunanca,

Süryanca,

Ibranca,

Koptça.. gibi dillerden birçok sözcük bulunduğunu, müslüman incelemeciler bile örnekleriyle yazıyor. (Bkz. Suyuti, el Itkan Fi Ulumi'l-Kur'an, Arapça, Mısır, 1978, 1/178-185)

Kur'an'da bu denli değişik yabancı sözcüklerin bulunması da "Muhammed'e yabancının (ya da yabancıların) bilgi verdiği,

öğrettiği" yolundaki savı desteklemez mi?

Muhammed'e bir yabancının ya da yabancıların yanında, bir ya da birkaç Arap da ögretmiş olabilir.

Islam için çok önemli bir kaynak, "Müseyime"dir.

Müseylime, müslimcik demektir.

Müslümanlar, onu küçümsemek için böyle demişler,

ayrıca da "kezzab" yani "çok yalancı" demeyi uygun görmüşlerdir.

Müslümanların bir sövgüsüdür bu.

Anlaşılıyor ki, onun kendi adı "Müslim"di.

Bu adı taşımış olması çok önemlidir.

"Islam" ve "müslim" sözcüklerinin kaynağına götürür niteliktedir.

Müslümanlarca sövülen,

aşağılanan bu kişiye,

"Rahman",

"Yemame Rahmanı (Yemameli Rahman" da deniyordu.

Yani adam aslında böyle ünlüydü.

Bu da çok ilginç.

Bir başka ilginç olan da,

Mekke'lilerin, Muhammed'e söyledikleri şu sözler:

"Bize ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil),

Yemame'deki şu adamdır.

Rahman denen adam.

Tanrı'ya ant içerek söyleriz ki,

biz Rahman'a inanmayız." (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta'lik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)

Mekkeli'lerin bu söyledikleri nedensiz miydi?

Müseylime, daha doğrusu "Müslim",

bir başka adıyla "Rahman",

Yemame'nin Hanifeoğulları kabilesindendi.

Ilgiç üç ad:

"Müslim",

"Hanife",

"Rahman".Bu adlar,

hele ilk ikisi bir araya gelince daha da ilginçlik kazanıyor: Kur'an'da islam inanırlarının, "müslim"lerin "ad babası" olarak tanıtılan Ibrahim (bkz.Hacc,ayet:78) için hem "Hanif" hem de "Müslim" denir. (Bkz.Bakara:135; Ali Imran:67,95; Nisa:125; En'am:161; Nahl:120,123.)

"Peygamber" olarak yer alan Ibrahim, kısa anlamı ile "yıldız tapımı"

demek olan Sabiilik Dini'nin "peygamberi"ydi.

Islam kaynaklarından yaptığım incelemelerden vardığım sonuç bu.

Muhammed de ilk ortaya çıktığında Sabii olarak niteleniyordu. (Bkz.Buhari,e's-Sahih,Kitabu't Teyemmüm,/6,c.1,s.89) Sabii'liğin dili Süryanca'ydı.

"Allah",

"Kur'an",

"Furkan",

"kitab",

"melek"

ve daha bir çok sözcük gibi

"Islam",

"müslim",

"hanif",

ve "Rahman" da bu dilden geliyordu. (Bkz.Aziz Günel,Türk Süryaniler Tarihi,Diyarbakır,1970,s.46-48;Suyuti el Itkan,1/180-184;Doğubilimci Arthur Jeffery,The Foreign Vocabulary of the Quran,Kahire,1938,s.12 ve ötk.)

Yine benim incelemelerimden vardığım sonuca göre:

Yıldız tapımı,

"Sabiilik" adı altında,

Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine de kaynaklık eden bir din olarak kurumlaşırken,

özellikle Ortadoğu'da "Müslimler"I ve "Hanifler"i içine alıyordu.

Önce, "Müslimler" vardı,

sonra "Hanifler" kolu meydana geldi.

Ibrahim,

bu kolun "peygamberi"ydi.

Işte, "Yemame Rahmanı" diye ünlü "Müslim (Müseylime)" ve ondan çok şey öğrendiği anlaşılan Muhammed de bu kola bağlıydı.

(Sabiilik konusunda geniş bilgi için, bkz.Eren Kutsuz-Turan Dursun, 'Saçak Dergisi', Subat 1988, sayı 49.)

Yemame Rahmanı, Muhammed'in yararlandığı kaynaklardan yalnızca biri olabilir.

Yukarıda adı geçenler ve daha başkaları,

tek tek de, tümü birden de Muhammed'in "öğretmenleri" olabilirler.

Furkan sures'nin 4.ayetine göre, Muhammed'in yardımcılarından,

yani öğretmenlerinden

"kavm",

yani "topluluk" diye sözedilmistir.

Bu ve bunu izleyen iki ayetin anlamı şöyle: (Diyanet'in resmi çevirisi)

"Inkar edenler,

'Bu Kur'an,

Muhammed'in uydurmasıdır.

Ona başka bir topluluk yardım etmiştir.'

Diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular. '

Kur'an öncekilerin masallarıdır.

Başkalarına yazdırılıp,

sabah akşam onu okunmaktadır' dediler.

Ey Muhammed, de ki: 'O'nu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir.

Şüphesiz O,

bağışlayandır,

merhamet edendir." (Furkan, ayet:4-6)

Buna göre, Kur'an'ın "uydurma" olduğunu söyleyenler, şunları da söylüyorlar:

1)Muhammed'e bir topluluk yardımcı oluyor,

2)Muhammed, Kur'an ayetlerini, başkalarından alıp yazdırıyor,

3)Muhammed'e sabah akşam okunuyor

4)Ayetler, "eskilerin masallarından" oluşuyor.

Buna karşılık, Kur'an'ın cevabı şudur:

"Yalan ve haksızca iddia.

Kur'an'ın ayetlerini Tanrı indirmiştir.

O, göklerin ve yerlerin gizini bilir.."

Hars Oğlu Nadr,

Muhammed'in kendisini

"Tanrı'nın elçisi", yani Tanrı'yla insanlar arasında yer almış,

Tanrı'nın bildirilerini insanlara iletme görevini üstlenmiş biri olarak tanıtmaya yöneldiğinde, ve "Kur'an ayetlerini" sunması karşısında Mekkelileri uyarma yoluna gitmişti. Ve şöyle demişti:

"Sakın inanmayın bu adama.

'Tanrı'dandır' diye ileri sürdüklerinin tümü, eski masallardır.

Ben size, onunkilerden daha güzellerini söyleyebilirim..

" Iran krallarına,

Iran'lı masal kahramanlarına ait söylencelerden örnekler aktarabileceğini söylüyor,

anlatıp duruyordu Nadr.(Bkz. Taberi, Camiu'l-Beyan,18/137-138)

Nadr, haklımıydı?

"Eskilerin masallarından" varmıydı Kur'an'da?

Bilindiği gibi,Kur'an'da

"kıssa"

denen birçok öykü var.

Bir çoğu;

başta Tevrat;

Yahudi kaynaklarında,

kimileri Incil'lerde yer alır.

Incelendiğinde görülür ki, bunların bir kısmı, Tevrat'tan da çok önceki çağların söylencelerinde aynen var.

Örneğin, "Nuh Tufanı"na ilişkin öykü,

"Gılgamış Destanı"nda hemen hemen aynıdır.

Daha başka örnekler de verilebilir.

Mekke'de,

Medine'de

ve çevrelerinde çeşitli din ve inançların inanırları vardı

Çeşitli toplumların "söylenceleri"ni, "kutsal metinler"ini bilenler az değildi.

Muhammed'in özgürlüklerini söz verdiği ve işbirliği yoluna gittiği kölelerden de bu nitelikte olanlar bulunduğu biliniyor.

Daha önce adlarına yer verilen

Bel'am,

Yaiş,

Yessar,

Addas,

Cebr,

Iran'lı Selman..da bunlardan.

Bunların ya da başkalarının, Kur'an'ın oluşması için Muhammed'e yardım etmiş, öğretmenlik etmiş olmalarını düşünmek akla uzak değil.

Aklın ve mantığın kabul edemeyeceği şey,

"Tanrı'nın, insanlara gökten mesaj göndermesi"

ve bunun için şu ya da bu insanı aracı olarak seçmesidir.

Bunu insan aklı değil,

ancak, akılla ilgisi olmayan "iman" kabul eder.

Tolonbeg

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...