Jump to content

Sinan Meydan'dan bir gecede cahil kalan yalancılara.


Recommended Posts

Forumumuzda "bir gecede cahil kalanlar"ın Osmanlıca yaygarasıni işleyen başlıklardan haberim var. Bu başlık içerik olarak diğer başlıklardan daha değişik olup konu hakkında sağlıklı bilgi vermek amacıyla açıldı.

"Bir gecede cahil kaldık" yaygarası yeni değil. Bir kaç yıldan beri var. O günlerde tarihci Sinan Meydan'ın "Cumhuriyet Tarihi Yalanları" kitabı geçmişti. Kitabı herkese tavsiye ederim. Konu kitapta bütün yönleriyle ele alınıyor ve belge/kaynak vererek işleniyor: Medyada çıkan yalan/yanlış haberler, çarpıtmalar, yalanlar vs., Osmanlı zamanında başlayan Türkçe'yi arap harfleri ile yazmaya karşı çıkan, yazı dilini değiştirme önerilerinde bulunan bilim adamları ve önerilerin nedenleri, dini çevrelerin karşı çıkışları, arap harflerinin Türkçe diline uygunsuzluğu, Yazı ve Dil Devriminin nedenleri vs. yaklaşık 100 sayfa boyunca işleniyor. Benim için çok güzel ve sağlıklı bilgi veren bir kaynaktı.

Bu günlerde gündeme oturduğu için kitabın bu bölümünü tarayıcıdan geçirip buraya asmaya niyetliydim. Tarayıcıdan geçirdim. Fakat yazıya çevirmek (=OCR) pek sağlıklı olmadı. Çükü makalenenin içinde değişik alfabeler ve onlarca resim mevcut. Bunların hepsini yazıda düzeltmek ve onlarca resmi buraya asmak çok zahmetli olduğu için, sayfaları bir linkte topladım. Sadece o linki veriyorum burada. Link açıldığında 48 tane çift sayfa çıkacakdır. İlgilenenler ve okumak isteyenler maalesef her sayfaya tıkyıp açmak zorunda kalacaklar.

Link: Yazı ve Dil Devrimi konusunda yalanlar

Sevgiler

Ek: Sinan Meydan'ın Facebook sayfası.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çoğunluğu müslüman olan ülkenin, kendi ulusal kahramanına yüz çevirmesine sebep olan kitaba onun da riayet ettiğini göstermeye çalışarak hatalarından dönmelerini sağlamaya çalışmıştır.

Niyet her ne olursa olsun, gerçekleri çarpıtmak için 1000 sayfalık bir senaryo yazmış mı ? Yazmış... Keşke yapmasaydı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Atatürkün müslüman olduğunu kanıtlamak için yazdığı 1168 sayfalık kitap hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Aslında böyle kitaplara hiç gerek yok ama karşımızdaki kişi Dünya çapında bir lider olduğu için,tüm hayatı yazılıyor..Sinan Meydan sanırım müslüman ve bu yüzden bu konuda taraf olabilir..Bu yüzden Sinan'a kızmamak lazım..Çünkü o müslüman kafasını iyi biliyoruz biz..

Bence Atatürk müslüman değildi..Atatürk'ün dini inancı aslında kimseyi ilgilendirmez..İnançlı veya inançsız olması hiçbir şeyi değiştirmez..Yaptıkları ortada ve yaptıklarına/söylediklerine baktığımız zaman,Atatürk'ün özel hayatında dine yer olmadığını anlıyoruz..Sinan,aksi yönde bir fikir sahibi olmuş olabilir..Çünkü Atatürk'ün din adamları ile din ile sorunlu bir tutumu yoktu..Atatürk benim gibi radikal bir ateist değildi..Ben Kabe'nin dahi yıkılmasını istiyorum sonuçta..Atatürk'ün böyle uçuk fikirleri/söylemleri yoktu..

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşte böyleee,

Atatürkün müslümen olduğunu iddie etmek,

HAMSİ balığının ağaca tırmandığını iddie etmek kadar ABTALCA bir iddiedir. :D:D:D .

, Mehemmedin ve onun ümmetinin garı işlerini ayarlayan Kureyşin EL-İLEHİNE ATATÜRKÜN ınana bileceğini düşünmek AKLA değil NAKLA sahap kişi demektir.

Islam dünyesini geçmişte BATILILAR LİME LİME ettiler.

Nedeni ise Müslümenlerin değil Müslülügün abtallığındandır.

Şöyle kafanızı çevirin USUNU atıp NAKLA sarılanların bir durumuna bakın.bu KELEKLERDE bir DARI denesi kadar us varmı.

Birbirlerini ÇİG ÇİG yiyiyürler.

Yerler yerlerrrrrrrrrrrrrrr.

Çünkü ınandıkları Kureyşın EL-İLEHİ yiyin diyür.

İşleri güçleri KENDİLERİNİN zararına çalışmak olan Kureyşin Allahının kulları gibi ATATÜRKÜN olduğunu düşünmek ancak Muhammedin kullarının işidir.

Amarıka Suudilere geçen gün dediki,Petrol fıyatlarını düşürünki.

Rusyayı hırpalamamız kolay olsun.

Suudiler uslu davranıp bu öneriyi kabul etmediler.

Amarıkada dediki İŞİD size saldırırsa bizden bilmeyin.

Yeni demek istediki dediğimi yapmazsanız İŞİDİ üstünüze gönderirim.

Hanı

Amarıka

Fıransa

İngiltere İŞİDİ bombalıyordu?

Haftalardır bitiremediler işidi.

Bu iş bizim F16 ların PKK yı bombalarına benzedi.

Nasıl bizim uçaklar KAYALIKLARI bombalayıp duruyorsa

İŞİDE karşıda aynı yapılıyor.

Amarıkalının birinin ÇİPİ çalınıyor.

Birde ne görsün televizyünde kendi cipine uçak savar monte etmişler.

Çipin üstündeki kendi firmasının yazıları bile aynan duruyor.

Osmanlı harabalarından yepyeni bir ülke kuran Atatürkü nasıl bu parçalanma bir birlerini boğazlamayı öğreten ÖĞRETİCİYE ınanabilecegini sanabiliyürsünüz.

Gerçi MUAZZAM bir güç var.

Ama dinlerin iddie ettiği gibi ARABİSTANLI bir GÜÇ kesinlikle yok.

Kellemize muazzam us koyan gücün KITAP göndermesi mümkün değildir.Çünkü TEZETE düşer o zaman.

DİN kıtaplarıyla

AKIL çelişmektedir.

Atatürk AKLI tercih etmiştir.

Dorusuda budur.

Tolonbeg

Suudile

Link to post
Sitelerde Paylaş

Önyargı içine öyle işlemişki, kitabın ismini dahi okumadan, içeriği hakkında karar veriyor dingil. Hem de kitabı yalamış yutmuş edası ile.

Kitabın ismi: Atatürk ile Allah arasında.

Arka kapakta kitabın içeği hakkında kısa bir yorum/özet var:

post-8-0-96739800-1419076813_thumb.jpg

Sadece bunu okusa dahi kitabın içeriğinin Atatürk'ü müslüman yapma çabası olmadığını anlamasına yeterdi. Galiba şartlanmış birisinden fazla şey bekliyorum.

Hayır! Kitabın amacı ne Mustafa Kemal'i müslüman yapmak ne de ateist yapmak. Kitap Musatfa Kemal'in din, maneviyat vs.gibi konularda neler düşündüğünü, neler yazdığını, neler uyguladığını belgeleriyle insanımıza anlatmak. Sinan Meydan belgeler hakkında yer yer müslümanlığa yönlendiren yorumları olsa dahi bir o kadar da materyalizme yönlendirdiği yorumları da bulunuyor kitapda. Atatürk'ü ille müslüman gösterme çabasında olanların cımbızlamalarını da dökümanladığı gibi, Atatürk'ü ateist gösterme çabasındakilerin cımbızlamalarını da gözler önüne seriyor.

Atatürk'ün materyalizmden ve darvinizmden etkilendiğini de vurguluyor, ağlamaklı olup Allah'a sığındığını da anlatıyor.

Musatafa Kemal hem bir askerdi hem de bir politkacı ve devlat adamı. Bu görevleri süresince amacı uğruna dini ve insanlarımızın maneviyatını kullandı. Bu kesin! Ama kendisi "Ben bir müslümanım" veya "Ben bir ateisttim" diye iddialı bir söylemde bulunmadığı sürece, onun müslüman olduğunu veya ateist olduğunu iddia etmek tamamen yersiz bir çabadır. Sadece yarum yapılabilir. Fakat bu yorumlar tutarsız olmak zorundadır. Çünkü hem dinlerin bazı düşünce/davranış tarzını yeren hem de dinlerin bazı düşünce/davranış tarzlarını öven söylemleri, yazıları ve yaptırımları vardır. Din Atatürk için hiç bir zaman ön plana çıkmamıştır. O akılcılığı, bilimi ön plana çıkarmış ve ona göre davranmıştır.

Mesela bu gün bir insanımız Atatürk'ün Muhammed hakkında şu yazısını bir müslüman toplumda söylese, "vahyi inkar ediyooooor!" diye dingiller onu kıtır kıtır keserlerdi:

post-8-0-16614400-1419078183_thumb.jpg

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Niyet her ne olursa olsun, gerçekleri çarpıtmak için 1000 sayfalık bir senaryo yazmış mı ? Yazmış... Keşke yapmasaydı.

Niyet önemlidir. Niyet islam-kuran-Muhammed olunca, onu yüceltmek adına her türlü yalan dolan, hile hurda nasıl mübah sayılıyorsa, konu Atatürk olunca da de sayılmalıdır.

Gerçi bu konuda Müslülerle yarışmamıza imkan ve ihtimal yoktur ama idare edin işte...

Atatürk de Muhammed'i örnek almıştır. "Köprüyü geçene kadar ayıya dayı" demeyi ondan öğrenmiştir.

Muhammed, "Senin din sana, benim dinim bana" diye başlamış. "Din Allah'ın oluncaya kadar kafirlerle savaşın" diyerek, bitirmiştir.

Atatürk de; Ey millet Allah birdir.Şanı büyüktür Allah'ın selameti, atifeti ve hayrı üzerimize olsun." diyerek başlamış. Kuran: "Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları" diye, bitirmiştir.

Sinan Meydan bir insanı ve bu insan için söylenen insan sözlerini esas alıp yorumluyor ve yazıyor. Burada dokunulmazlık ve dolayısıyla sorun yok. Sorun; Allah sözü kabul edilen ve dolayısıyla dokunulmazlığı olan Kuran'ın ayetlerine, yorumlarıyla dokunarak kırk takla attıran sözde ulema, vükela ve ukelalardadır

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sinan Meydan'ın Cumhuriyet Tarihi Yalanları

kitabından alıntıdır:

YAZI VE DİL DEVRİMİ TÜRKİYE'Yİ TARİHİNDEN KOPARMIŞTIR

yalanı

Cumhuriyet tarihi yalancılarının hiç tartışmasız "efsaneleş­miş" yalanlarından biri, "Yazı ve dil devrimlerinin Türkiye'yi tarihinden, geçmişinden kopardığı" yalanıdır. Konunun ayrıntı­larına girmeden önce peşinen bunun bir "kuyruklu yalan" oldu­ğunu söylemeliyim.

Bu yalana en çok rağbet eden, kadim yobazlarımızdır. "dil­le" "din" arasında bir bağ kuran ve "İslam dininin dilinin" mut­laka Arapça olduğunu düşünen, Arap harflerini kutsayan yazar, çizer takımımız, Atatürk'ün, Arap alfabesinin yerine Latin alfa­besini kabul etmesine fena halde bozulmuştur. Arap alfabesini İslam diniyle özdeşleştiren bu kişiler, haliyle Latin alfabesini de Batı'yla yani Hıristiyanlıkla özdeşleştirmişlerdir. Ayrıca kadim yobazlarımız, Dil Devrimi ile Türkçeyi adeta istila edilen Arapça ve Farsça sözcüklerin dilden ayıklanmasına da fena halde bozul­muşlardır. Yazı ve Dil Devrimi'ne yönelik yobaz saldırıların ar­kasında bu gerçekler vardır. Yani kadim yobazlarımız için mesele aslında "dil" değil "din"dir.

Kadir Mısıroğlu, Abdurrahman Dilipak, Mustafa Armağan vb. tarihçi ve yazarların bilinç altlarında hep "Din dili= Arapça" özdeşliği vardır. Bu isimler, Atatürk'ün alfabe değişikliğini bu nedenle ağır bir şekilde eleştirmektedirler. Eğer Osmanlı Latin alfabesini kullanıyor olsaydı, Atatürk de Latin alfabesinin yerine Arap alfabesini kabul etseydi, inanın bu kişiler çok mutlu olurlar ve asla bu değişimi eleştirmezlerdi! Hatta emin olun o zaman Atatürk'ü alkışlarlardı!

Liberallerimiz de -Atatürk devrimine "gıcık" olduklarından dolayı olsa gerek- Atatürk'ün bütün devrimleri gibi, yazı ve Dil Devrimi'ni de alabildiğince eleştirmektedirler.

419


Aristo Mantığıyla Yazı ve Dil Devrimi'ne Saldırmak

Bu konudaki son eleştirilerden (saldırılardan) birini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Cumhuriyet tarihi yalanlarına sıkça başvuran gazeteci Emre Aköz, 2 Temmuz 2010 tarihli "X, W, Q Harflerini Alfabeye Al­maya Hazır mısınız?" başlıklı yazısında yazı ve Dil Devrimi'ni şöyle eleştirmiştir:

"Bir cümle yazdım... 'Harf/dil inkılabı ve Osmanlıcanın tehciri, kültür ve zihniyet açısından ucube kuşaklar yaratmış­tır' dedim... Kemalistlerin kimyası bozuldu. 'Kemalist' gerçek­ten ilginç bir insan tipi. Genç kuşakların, örneğin, Kurtuluş Savaşı'nı öğrenmesini yürekten isteyip, bilmeyeni ayıplıyor da... Aynı gençlerin, 1928 öncesine ait metinleri okuyamamasını bir sorun olarak görmüyor ki bu metinlere Atatürk'ün 1927'deki Nutuk'u da dahil! Bizim Kemalistlerin hayatı kavrayış biçimle­ri insanı şaşırtan, 'bu kadar da olamaz' dedirten tuhaflıkta.

Örneğin, 1928'deki Harf inkılabının, 'Dünyayla bütünleş­mek' için yapıldığını sanıyor bazısı. Yani biz eski alfabeyi terk edip, Latin harflerini alınca, dünyayla bütünleşmişiz. Emin misiniz? Takvim, saat, ağırlık ve uzunluk ölçüleri gibi alanlar­da 'Batı standartları' benimsemeyi, 'dünya ile koordinasyon oluşturma' çabası olarak görebiliriz. Peki, alfabe için aynı şey söylenebilir mi? Latin alfabesiyle yazınca, nasıl oluyor da dün­ya ile bütünleşiyorsun kardeş? Bu iddia bir hayaldir. Bir illüz­yondur. Kendini kandırmadır. Uydurmacadır.

Örneklere geçelim:

Japon alfabesini Batılılar bilmez. Ama Japonya, 1905'ten beri önemli bir dünya aktörüdür.

Çin'in alfabe yüzünden geri kalmadığı ortaya çıktı: En bü­yük ekonomi oluyorlar.

Onları yine Batılıların bilmediği alfabeleriyle Hindistan takip ediyor.

Yunanistan, Grek alfabesiyle, Avrupa Birliği'ne girdi. Son kriz öncesinde kişi başı ortalama gelir 30 bin dolardan faz­laydı. Türkiye ise 10 bin dolara ancak ulaştı. Rusya da Kiril alfabesi kullanılıyor. Batılılar, yani Avru­palılar ve ABD'liler bu alfabeyi bilmez. Sovyetler Birliği olarak, Soğuk Savaş döneminde dünyanın ikinci büyük gücüydü. Sonra yıkıldı. Şimdi toparlanıyor.

Japonya, Çin, Hindistan, Rusya, Yunanistan... Bu ülkele­rin hepsi küresel ekonominin küçüklü büyüklü üyeleri... Yani dünyayla bütünleşme konusunda temel bir sorunları yok... An­cak çarpıcı bir ortak noktalan var: Hiçbirinin alfabesi ötekine benzemediği gibi, Latin alfabesi de değil! Buradan çıkan so­nuç şudur: Ekonomik gelişme ve kültürel zenginliğin, alfabeyle bir alakası bulunmuyor. Latin alfabesine geçmek, Türkiye'de kayda değer bir gelişmeye yol açmamıştır. Arap alfabesinde ya­pılacak bazı sadeleştirmelerle, okuma yazmayı halka kolayca öğretebilirdik.

Peki, bu tartışmayı niye yapıyorum? Arap alfabesine dö­nülmesini mi istiyorum? Elbette hayır. Olan oldu bir kere. Yıl 1928 olsa, bu kafamla alfabe değişikliğine karşı çıkardım (ve "mürteci" ilan edilirdim.) Şimdi birileri "Alfabeyi değiştiriyo­ruz" dese, bugün de onlara karşı çıkarım. Bu tartışmanın pratik yanı Kürtçe ile ilgili. Dil ve alfabe konularına girmeden, Kürt sorunu tartışılamaz ve çözüm bulunamaz. Eğer "bölünmek" istemiyorsak, birçok ülke gibi, biz de iki, üç dilli/alfabeli ola­cağız. Resmi dil Türkçe kalacak ama örneğin yol tabelaları iki dille birden yazılacak: Türkçe, Kürtçe... Bazı bölgelerde buna Arapça, Lazca, Çerkezce vs. eklenecek. Ayrıca Kürt alfabesinde X, Wve Q harfleri var. Yani Latin alfabesiyle kaynaşmada Türkçeden ilerdeler! Madem Kemalistler, Latin alfabesi üzerin­den 'Dünyayla bütünleşmek' istiyor. İşte fırsat: X, W ve Q'nun alfabeye eklenmesini savunsunlar da görelim." 955

Cumhuriyet tarihi yalancıları -yukarıda da görüldüğü gibi-Atatürk'ün yazı ve dil devrimlerine saldırmak için, teknik ola­rak "basit mantıksal çıkarımlardan" hareket etmektedirler. Yani tezleri, "Aristo mantığı", "düz mantık" ürünüdür, bu nedenle de çürütülmesi, "yanlışlanması" çok kolaydır.

Örneğin, Cumhuriyet tarihi yalancılarının, "Alfabe değişik­liğinden sonra, gençlerimiz 1928 öncesindeki metinleri okuya­maz hale geldiği, Japonya ve Çin gibi ülkeler de alfabe deği­şikliğine gidilmemesine karşın bu ülkelerin ilerledikleri, alfabe değişikliğinin bizi bir gecede cahil bıraktığı, Dil Devrimi sıra­sında Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasının dili fakirleştir-diği" gibi tezleri çok temelsizdir.

İşte cevaplar:

Öncelikle, "Alfabe değişikliği sonrasında gençlerimizin 1928 öncesindeki metinleri okuyamadıkları" iddiasından başlayalım. Bu iddia tamamen değil ama kısmen yanlıştır. Çünkü 1928'de alfabe devrimi yapıldığında okuma yazma bilen çok az sayıda­ki insan bir anda eski yazıyı unutmamıştır. Dahası bu nesil, yani Arap harfleriyle okuma yazma bilenler, ölene kadar bu alfabeyle (yazmasalar da) okumaya devam etmişlerdir. Ancak 1928 ve son­rasında doğanlar, 1928 öncesi metinleri okuyanlamışlardır, ama burada da büyük bir çarpıtma yapılmaktadır. Şöyle ki:

Birincisi, Osmanlıda 1928'de, okuma yazma oranları kadınlar­da yüzde 3, erkeklerde ise yüzde 7'dir. Yani toplumun yüzde 90'ı za­ten Arap alfabesi de dahil hiçbir alfabeyle okuma yazma bilmemek­tedir. Dolayısıyla "Latin harfleri kabul edildi, toplum eski metinleri okuyamaz oldu" iddiası kocaman bir palavradır. Çünkü toplum, harf devriminden önce de zaten okuyamamaktadır.

955 Emre Aköz, Sabah, 2 Temmuz 2010. 422


İkincisi, Osmanlıya matbaa 1727 yılında gelmiş, bu mat­baada basılan az sayıdaki kitap, (Müteferrika'nın ölümüne ka­dar geçen 20 yıl içinde sadece 16 kitap basılmıştır. Basılan bu kitaplar içinde Türk diline ve sanatına yönelik bir tek eser bile yoktur) satıcı bulamayınca matbaa 200 yıl kadar atıl durumda bekletilmiş, ancak 19. yüzyılda Osmanlı'da kitap ve gazetenin önem kazanmaya başlamasıyla matbaada yeniden kitap basıl­maya başlanmıştır. Ancak bu kitaplar da sadece büyük şehirler­de okur bulabilmiştir.

Özetle, yobaz, liboş takımın abarttığı gibi, 1928 öncesinde Osmanlı'da ne öyle ahım şahım bir kitap veya gazete koleksiyo­nu ne de okuyucu kitlesi vardır... Ayrıca, geçmişi orijinal metin­lere ulaşarak araştırmak tarihçilerin işidir.

"1928'de alfabe değişikliğiyle geçmiş metinleri okuyamaz olduk demek " duygu sömürüşüdür.

"Harf devriminden dolayı Türk gençleri 80 yıl sonra bugün Atatürk'ün Nutuk'unu bile okuyamaz oldu" diyerek yazı ve Dil Devrimi'ne saldıran Cumhuriyet tarihi yalancılarına, "Dikensiz gül bahçesi diye anlattığınız Osmanlı, eğer biraz Türkçeye sahip çıksaydı, Türkçe yamalı bohça haline getirilmeseydi, Atatürk de yazı ve Dil Devrimi'ne ihtiyaç duymaz böylece 80 yıl önce de 180 yıl önce de yazılan metinler bugünkü nesiller tarafından kolayca okunabilirdi. Örneğin, İngiltere'de 400 yıl önce yazılan Shakespeare'ın eserlerini bugün İngiliz gençleri okuyup anlıyor­sa, bunun nedeni İngiliz İmparatorluğu'nun her dönemde dilini ve yazısını korumasıdır." diye cevap vermek gerekir.956

Ayrıca şunu da hatırlatalım ki, Harf Devrimi, yapılmasay-dı ve Latin harflerine geçilmeseydi de Türk gençleri bugün yine 90-100 yıl önceki metinleri anlayamayacaklardı. Evet, metinle­ri okuyacaklar ama o Arapça ve Farsça sözcüklerin anlamlarını bilmedikleri için okudukları metin onlara anlamsız tümcelerden

956 Nitekim Osmanlı'nın Türkçeye vermediği değeri Karamanoğuliarı Beyliği ver­miştir. Karamanoğlu Mehmet Bey, 1278 tarihinde, "Bundan böyle divanda, dergahta, çarşıda, meydanda Türk dilinden başka dille konuşulmayacaktır"

diye bir ferman yayınlamıştır. Doğan Aksan, Türkiye Türkçesi'nin Dünü, Bu­günü, Yarını, 2. bs, İstanbul, 2001, s.46.

423


oluşan yabancı dilde bir metin gibi gelecekti. Bugün İngilizce bilmeyen bir Türk'ün Latin harfleriyle yazılmış İngilizce bir met­ni okuması gibi, Arapça ve Farsça bilmeyen bir Türkün Arap harfleriyle yazılmış Osmanlıca bir metni okuması aynıdır: Her ikisi de okur ama hiçbir şey anlamaz! Bizim gençlerimizin bu­gün Nutuk veya 90-100 yıl önceki metinleri anlayamamalarının nedeni alfabe değişikliği değil, 90-100 yıl önce Osmanlıca diye adlandırılan Türk dilinin Arapça ve Farsça sözcüklerle dolması-dır. Yani dilin bozulmasıdır.

Yazı ve Dil Devrimi "unutulan Türkçeyi" yeniden canlan­dırmış, dolayısıyla sonraki nesiller "yamalı bohça" durumunda­ki Osmanlıcayla yazılan kitapları okuyamaz olmuşlardır. Ancak burada söz edilen "okunamayan kitap sayısı" çok sınırlıdır.

Ayrıca, 8. yüzyılda yazılmış Orhun Anıtları veya 10. ve 15. yüzyıllar arasında yazılmış metinler; örneğin Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre bugün anlaşılabilirken, 16. ve 19. yüzyıl arasındaki metinler bugün anlaşılamamaktadır. Çünkü, 10. ve 15. yüzyıllar arasında henüz Türkçenin ırzına geçilmemiş­tir; 16-19. yüzyıllar arasındaysa, adeta Türkçenin ırzına geçilmiş, Türkçe Arapça ve Farsça sözcüklerle dolmuş, "Türkçe, Türkçe-liğini yitirmiş" bu yüzden de Osmanlıca diye adlandırılmıştır.957 Osmanlı aydınları 16. yüzyıldan sonra adeta Türkçeden utanır olmuşlardır. Örneğin, Yavuz Sultan Selim dönemi olaylarını an­latan Selimname adlı kitabın yazarı Keşfi (kitabını Arapça yaz­mıştır) kitabını Türkçe yazmasını isteyen bir şaire şu karşılığı vermiştir: "Türk dili iri bir inci tanesi gibi yontulmamıştır ve iç tırmalayıcıdır. O nedenle yeryüzündeki zarif yaratılışlı kişiler­ce hoş karşılanmamakta, dilde kurallara önem veren kimselerin

957 Türkçede Arapça etkisi için bkz. Aksan, age, s.1l7 vd. Enver Ziya Karal Türk­çenin bozulma sürecini kronolojik olarak şöyle sınıflandırmıştır: 1. Türkçe­nin yabancı dil (Arapça-Farsça-Rumca) etkisine karşı direnişi (1299-1453), 2. Türkçe üzerinde yabancı dil etkisinin artması (1453-1517), 3. Türkçede Arap­ça ve Farsça etkisinin üstünlüğü (1517-1718), 4.Türkçenin önem kazanmaya başlaması (1718-1839), 5. Türkçenin bağımsızlığı için çalışmalar (1839-1918). Enver Ziya Karal, "Osmanlı Tarihinde Türk Dili Sorunu", Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe" Ankara, 2001, s.30.

424


anlayış ve beğenisine de uygun düşmemektedir. Bu yüzden de kültürlü kimselerin görüşmelerinde dışlanmış ve güzel konuşan kişilerin söyleşilerinde aşağılanmıştır."958

Buna karşın 16. yüzyıl şairlerinden Tatavlah Mahremi'nin Arapça-Farsça sözcüklerle dolu Divan edebiyatına tepki olarak yazdığı Basitname adlı eserde yer verdiği beyitler bugün çok ko­lay anlaşılmaktadır:

"Gördüm seğir dür ol ala gözlü, geyik gibi,

Düşdüm saçı duzağma bön üveyik gibi,"959

17. yüzyıl Halk edebiyatçılarından Karacaoğlan'm yazdık­ları da bugün anlaşılmaktadır:

"Nedendir de kömür gözlüm nedendir?

Şu geceki benim uyumadığım

Çetin derler ayrılığın derdini

Ayrılık derdine dayamadığım. "960

Görüldüğü gibi 16. ve 17 yüzyılda Türkçe kullanılarak yazı­lan bir şiir bugün çok rahat bir şekilde anlaşılmaktadır. Yeter ki Türkçe kullanılsın!..

Şimdi de, Arapça ve Farsça özentisi Divan şairlerinden Nefi'nin "çok sade" yazılmış şiirlerine bir örnek verelim:

"Girdi miftah-ı der-i genc-i mania elime,

Aleme bezl-i güher eylesem itlaf değil

Levh-i mahfuz-ıhandır dil-i pek-i Neft

Tab'ı yaran gibi dükkançe-i sahaf değil.'"961

Ne anladınız? İçine hafif Türkçe serpiştirilmiş, Arapça ve Farsça kelimelerle süslenmiş bu Divan şiirini bugün anlamak neredeyse imkânsızdır.

Arap harfleri değişmeseydi bile bugün bu şiiri okuyan kaç kişi anlayacaktı? Görüldüğü gibi mesele aslında "yazı" değil "dil" meselesidir.

958 Keşfi, Selim-name, Süleymaniye Kütüphanesi, Ktb. Esad Ef.No, 2147, Vr, ila; Şerafettin Turan, Atatürk ve Ulusal Dil, Eylül 1998, s.10.

959 Zeynep Korkmaz, "Atatürk ve Türk Dili", Türk Dili Dergisi, S.655, Temmuz, 2006,s.l9.

960 agm, s.20.

961 agm, s.20.

425


İslamiyetin kabul edilmesinden sonra Türkçeye yerleşmeye başlayan Arapça Farsça sözcüklerin oranı Karahanlılar dönemin­de Kutatgu Bilig de % 1-2 iken, iki yüzyıl sonra yazılan Atabetül Hakayık'ta bu oran % 20-26'ya çıkmıştır. Bu oran Eski Anadolu Türkçesinde, örneğin Yunus Emre'de % 13 civarındadır. Farsça ve Arapçanın oranı Divan şairlerinden Baki'de % 65, Nefi'de % 60, Nabi'de % 54'tür. Bu oran, Tanzimat şair ve yazarların­dan Namık Kemal'de % 62, Şemsettin Sami'de % 64, Ahmet Mithat'ta % 57, İttihat Terakki döneminde Ziya Gökalp'te % 57'dir.962 Görüldüğü gibi 16. yüzyıldan sonra Türkçeyi istila eden Arapça ve Farsça sözcüklerin edebiyattaki oranı ortalama % 60'dır. Bir dil düşünün ki, o dilin edebiyatçıları metinlerinin % 60'ını yabancı sözcüklerden oluştursunlar. Böyle bir dil her şeyden önce "özbenliğini" yitirmiştir.

Osmanlıda halkın konuştuğu dil Arapça ve Farsçadan çok az etkilenirken, aydınlar, din adamları, saray çevresi ve özellikle şiir ve düz yazı alanında ürünler veren sanatçılar (Divan edebiyatı) bu dillerden çok fazla etkilenmiştir.963 Osmanlı'da "Türkçe Halk edebiyatıyla" "Arapça ve Farsça Divan edebiyatı" arasındaki uçurumun açıldığı dönemlerde Türk çocukları okudukları Divan edebiyatı eserleri anlamıyorlardı. Saray ve edebiyat çevrelerinin Arapça-Farsça özentisi yüzünden "odun yerine hatab, et yerine lahm, pirinç yerine erz, yok yerine na-mevcut, bekleme yerine intizar, çarpışma yerine müsademe vb (Arapça-Farsça kelimeler kullanılmaya başlanmıştır) sonuç konuşma dili ile yazı dilinin, halk edebiyatı ile aydın zümreye Divan edebiyatının kesin sınır­larla birbirinden ayrılmasıdır"964 Enver Ziya KaraPın dediği gibi, "Osmanlıda... Türkçeleri bulunduğu halde Arapça ve Farsça sözcükler gelip (bu Türkçe sözcüklerin) yanlarına veya yerlerine yerleşmiştir.. Örneğin, Türkçede baş, göz, yüz, dil, el sözcükleri durup dururken re's, çeşm, vech, lisan, yed sözcükleri alınmıştır.

962 Aksan, age, s. 117.

963 age, s.55.

964 Korkmaz, agm, s. 19.

426

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...