Jump to content

Sinan Meydan'dan bir gecede cahil kalan yalancılara.


Recommended Posts

Öte yandan Arapça köklerden, Arapların bile kullanmadığı an­lamda kimi sözcükler uydurularak dilimize sokulmuştur. Oku­maktan okul sözcüğünün yerine, Arapçadan Arapların yazıhane (büro) anlamında kullandıkları mektep sözcüğü uydurulmuştur. Bu sözcüklerin çoğulları da Türkçeye yabancı Arap ve Fars dili kurallarına uygun olarak düzenlenmiştir."965 Dil Devrimi'nden sonra Atatürk'ü ve TDK'yı "sözcük uydurdu" diye eleştirenle­rin, Osmanlıda üstelik Türkçesi dururken, büyük bir aşağılık kompleksiyle, Türkçeye devşirmek için Arapça sözcük uydurul­masını neden eleştirmediklerini hiç merak ettiniz mi?

Osmanlıda halk ve devlet arasındaki bu "dil farklılığı" za­manla halkla (özellikle de Türkçe konuşan halkla) devletin bir­birinden uzaklaşmasına yol açmıştır.

Özetle, gençlerimizin 18. ve 19. yüzyıllardaki metinleri bu­gün anlayamamalarının nedeni "Dil Devrimi" değil, Osmanlı­nın Türkçeyi "iğfal" etmesidir. Bu öyle bir "iğfaldir" ki, Türk çocukları Osmanlının en önemli eğitim kurumu medreselerde bilim dili olarak Arapça kullanıldığından ana dilleri Türkçeyi unutma noktasına gelmişlerdir. Osmanlıda devlet memurlarının yetiştirildiği Topkapı Saray'ındaki Enderun Mektebi'nde Türkçe kullanılmıştır. Ancak buraya ilk zamanlarda Türkler değil dev­şirmeler alınmıştır. Osmanlıda eğitim ve bilimde Türkçenin nere­deyse tek sığınağı Enderun Mektebi'dir. (Acemi Oğlanlar Ocağı, Mehterhane, Tophane ve Tersane'de de Türkçe kullanılmıştır.) Osmanlıda Türk halkı Türkçeyi kahvehanelerde ve tekkelerde yaşatmıştır.966

Ha! Yazı ve Dil Devrimi'nden sonra Osmanlı arşivlerindeki belgelerin bugün okunamadığından söz ediyorsanız eğer, halkın böyle bir isteği, böyle bir arzusu ve böyle bir görevi yoktur zaten. O arşiv belgelerini okumak uzmanların, tarihçilerin görevidir. Ve iyi bir tarihçinin de mutlaka eski alfabeyi öğrenmesi bilimsel bir zorunluluktur. 1928 öncesinde Arap alfabesi bilen insanların

965 Karal, agm, s.28.

966 agm, s.32,33.

427


Osmanlı arşivlerinde harıl harıl belge okuduklarını zannediyor­sanız çok yanılıyorsunuz! Nitekim bugün Türkiye'de sıradan bir okur-yazarın eski metinleri okumak diye bir derdi yoktur. Eski metinleri okumak isteyenler de eski harfleri öğrenip o metinleri rahatça okumaktadırlar. Bugün bütün üniversitelerin Edebiyat Fakültelerinde Osmanlıca öğretilmektedir.

Alfabe devrimi sayesinde bugün Türkiye'de okuma yazma oranı yüzde 90'a çıkmıştır. Küçük ayrıntılarda boğulmak yerine bu güzelliğin tadına varmak gerekir.

"Alfabe değişikliğinin Türkiye'yi tarihinden kopardığı" da palavradır. Çünkü, Osmanlı'da 19. yüzyılda bile "tarih" de­nilince sadece İslam tarihi ve Osmanlı tarihi anlaşılmaktadır. Şinasi'nin dediği gibi "Osmanlı'da, tarihin, Allah'ın emriyle yönlendirildiği" biçiminde bir görüş vardır. İslamdan önceki dö­nemler "din dışı" olarak görüldüğünden bu dönemlerle ilgile-nilmemektedir. Nitekim 19. yüzyılda, İslam öncesine uzanan bir Türk tarihinin varlığından Osmanlıları haberdar eden de bazı Batılı Türkologlar ve tarihçilerdir. Osmanlı'da tarih, hanedan­ların hayat hikayeleriyle sınırlıdır. Vakanüvis adı verilen devlet tarihçilerinin görevi de olayları padişahın penceresinden anlat­maktır. Osmanlılar için Türk tarihi, 19. yüzyıla kadar hiçbir an­lam ifade etmemiştir. Osmanlılar köklerinin nereye dayandığını (II. Murat dönemindeki Oğuz efsaneleri ve kök arayışlarını ve Fatih'in kendini Truvalılarla özdeşleştirmesini bir kenara ko­yarsak) ancak 19. yüzyıl sonlarında öğrenmeye başlamışlardır. Osmanlı'da "Türk tarihi" kelimenin tam anlamıyla "bilinmez­ken", Cumhuriyet'te, Atatürk'ün bilinçli çalışmalarıyla, tarih ve dil tezleriyle İslam Öncesi Türk Tarihi gün ışığına çıkarılmıştır. Atatürk'ün Türk Tarih Tezi'yle, Türklerin tarihinin Osmanlı'dan çok önceye, Orta Asya'ya uzandığı belgeleriyle ortaya konulmuş ve Ön Türklerin binlerce yıl önce Orta Asya'dan yapılan göçlerle Anadolu ve civarına yerleştikleri anlatılmıştır. Selçuklu'nun ve Osmanlı'nın bu eski Türklerin torunları olduğu gösterilmiştir. Böylece, Osmanlı döneminde unutulan, eksik bırakılan Türk

428


Tarihi, bir bütün olarak bütün ihtişamıyla gözler önüne seril­miştir. Eğer birileri bizi tarihimizden kopardıysa, o da İslam Öncesi Türkleri adam yerine koymayan, eski Türklerin varlı­ğından bile habersiz Osmanlı yöneticileridir. Atatürk, Türk ta­rihini, hanedan tarihinin darlığından kurtararak, İslam öncesi kökleriyle birlikte anlatmış, böylece Osmanlı döneminde geçmi­şinden kopan Türkleri yeniden geçmişlerine bağlamıştır. Ayrıca Osmanlı Tarihi konusunda en ciddi araştırmalar Atatürk döne­minde başlamıştır. Atatürk döneminde (1923-1938) yapılan ta­rih çalışmaları ve yazdırılan tarih kitapları, 600 yıllık Osmanlı tarihi boyunca yapılan tarih çalışmalarından ve yazdırılan tarih kitaplarından kat be kat fazladır. Türk'e tarihini ilk kez derli toplu olarak öğreten Atatürk'tür. Dolayısıyla, "1928'de alfabe değişti, tarihimizden koptuk" iddiası içi tamamen boş bir iddia­dır. "Sanki Osmanlı'da, geçmiş hakkında, Türk tarihi hakkında okuyacak çok şey vardı da harfler değişince bunları okuyamaz oldukl" Türk tarihinin temel kaynaklarının pek çoğu Atatürk Türkiyesi'nce Latin alfabesine çevrilmiştir. Böylece Cumhuriyet genci, bu kitapları okuyarak geçmişini, tarihini, kültürünü çok daha iyi öğrenmiştir. İddia ediyorum, Atatürk döneminde okul­larda verilen tarih eğitimi, Osmanlı döneminde okullarda verilen tarih eğitiminden çok daha bilimsel, çok daha milli ve çok daha derindir.

İkincisi, Japonya ve Çin gibi ülkelerin alfabe değiştirmeden ilerlemeleri, Türkiye'nin alfabe değiştirmesinin yanlış olduğu­nu göstermez. Çünkü bu ülkelerin hiçbirinde "alfabe" toplumu geri bırakan bir rol oynamamıştır, ama Türkiye'de Arap alfabesi -Türkçenin yapısına uymadığından ve okuma yazmayı zorlaştır­dığından- Türkiye'yi geri bırakan bir rol oynamıştır. Ayrıca Japon ve Çin alfabeleri, dahası Yunan, Hint, Rus alfabeleri bu ülkele­re ait alfabelerdir. Önemli olan alfabenin zorluğu kolaylığı değil, dile uygunluğudur. Japon alfabesi Japon diline, Çin alfabesi (ki bu alfabe değildir, bir resim sistemidir, tamgalardan oluşur) Çin diline çok iyi uyduğundan değiştirilmeleri mantıksız olurdu zaten.

429


Yani bu ülkelerin dillerinin alfabeleriyle "uyum sorunu" yoktur, ama Türkiye'de Türkçenin Arap alfabesiyle ciddi bir uyum so­runu vardır. Arap alfabesi, Türkçeye hiç uymamaktadır. Dolayı­sıyla, "Japonların ve Çinlilerin de alfabeleri zor ama onlar alfa­belerini değiştirmediler" diyerek Türkiye'deki alfabe değişikliğini eleştirmek kelimenin tam anlamıyla "safsatadır". Bu benzetme, "elmayla armudu toplamak" kadar çocukça bir benzetmedir.

Ayrıca "Madem onlar alfabelerini değiştirmeden ilerledir, biz de alfabemizi değiştirmeden ilerleyebilirdik'''' biçimindeki dü­şünce de hem mantıksal hem tarihsel olarak hatalıdır. Çünkü bi­zim alfabeyi değiştirmeden önce ilerleyemediğimiz, Osmanlı'da okuma-yazma oranın çok düşük olmasından ve kültürel konu­larda geri kalınmasından bellidir. Oysaki, alfabe değişikliği son­rasında Türkiye'de okur-yazark oranında ve kültürel kalkın­mada büyük artış olmuştur. Demek ki biz, alfabe değiştirerek ilerlemişiz. Bu nedenle "Japonya ve Çin gibi ülkeler alfabelerini değiştirmeden ilerlediler, biz de ilerleyebilirdik" iddiası gerçek dışı, tarihsel olgulara ters, çok çocukça bir iddiadır.967

"Alfabe değişikliğinin bizi bir gece de cahil bıraktığı" id­diası ise bu iddianın sahiplerini "mahcup edecek" türden bir ya­landır. Çünkü, o zaman adama; "Siz alfabe değişikliğinden önce (Osmanlı dönemi) çok mu kültürlüydünüz? Eğitim sisteminiz çok mu moderndi? Halkınız harıl harıl kitap mı okuyordu? Hu­rafe bataklığında, çarpık dini yorumların girdabında debelenmi­yor muydunuz?" diye sorarlar ve şöyle de devam ederler: "İleri miydiniz? O zaman neden askeri, teknolojik, kültürel, hukuksal konularda Batı'nın çok gerisinde kaldınız? Madem ileriydiniz de neden en yüksek eğitim kurumunuz medreselerde 17.-19. yüzyıl­lar arasında "don ve çakşır giymek", "derslerde harita kullan­mak" şeriata uygun mudur diye tartıştınız? İleriydiniz de neden "göklerin sırrını bilmek sadece Allah'a mahsustur" diyerek ilk ra­sathanenizi yıktırdınız? İleriydiniz de neden kız çocuklarını okut-

967 Türk ve Japon modernleşmelerinin farkı konusunda bakınız. Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, İstanbul, 2007, s.133-138.


muyordunuz? İleriydiniz de neden sanatta ve bilimde çağın çok gerisinde kaldınız? İleriydiniz de neden matbaayı 1727 gibi çok geç bir tarihte kullanmaya başladınız? Sahi, halkınız kitap okuma­dığı, okuyamadığı için matbaayı getiren İbrahim Mütefferika'nın bastığı ilk kitaplar elinde kalmadı mı? Sonra da bu matbaa 200 yıl boyunca tek bir kitap bile basmadan atıl durumda bekletilme­di mi? Osmanlı'da okuma yazma oranı üstelik 19. yy'da erkek­lerde yüzde 7, kadınlarda yüzde 3 değil miydi? Hani siz 1928 'de Atatürk'ün alfabe değişikliğiyle bir gecede 'cahil' kalmıştınız!. Kusura bakmayın ama siz tam 600 yıl boyunca cahil kalmışsı­nız da haberiniz yok!" Size tavsiyem, bu lafları ve daha fazlasını duymamak için aman ha, "Alfabe değişikliği bizi bir gecede cahil bıraktı" yalanından ısrarla uzak durun!...

Gelelim, "Dil Devrimi'nin dili fakirleştirdiği" iddiasına... Cumhuriyet tarihi yalancıları, bıkıp usanmadan, "Dil Devrimi sırasında Arapça ve Farsça kelimelerin dilden atılmasının dili fa-kirleştirdiğini" iddia etmektedirler. Aslında bu iddia bir itirafı da berberinde getirmektedir. Şöyle ki: "Madem Arapça ve Farsça kelimelerin atılması Türkçeyi fakirleştirmiştir", o zaman bu du­rum, geçmişte bir zamanlar Arapça ve Farsça kelimelerin Türk­çeyi istila ettiği anlamına gelir. Bu öyle bir istiladır ki, zaman içinde Türkçe kelimelerin unutulmasına yol açmıştır. Bu durum­da suçlu kimdir? Dil Devrimi'yle Arapça ve Farsça kelimeleri dilden ayıklamaya çalışan, bunun yanında Anadolu'da "tarama çalışmaları" yaparak unutulmuş Türkçe sözcükleri bulup can­landırıp yeniden dile kazandırmaya uğraşan Atatürk ve Cum­huriyet mi; yoksa 600 yıl boyunca Türkçeyi ihmal eden, hatta horlayan, Türkçenin gelişimi için hiç çaba harcamayan, tam ter­sine sınırları genişledikçe dili Arapça ve Farsça kelimelerle dol­duran Osmanlı mı? Osmanlı döneminde Türkçe o kadar büyük bir zarar görmüştür ki, artık Arapça ve Farsça kelimelerle dolan bu dile Türkçe denilemeyeceği düşünülerek, Osmanlıca adı veril­miştir. Ünlü dilci Feyza Hepçilingirler'in dediği gibi:

"Türkçe, hiç az buz zaman değil 600 yıl boyunca bilim ve kültür dili olmaktan uzak tutulmuş. Yazılı edebiyatın dili


431

olmamış. Edebiyat dili o kadar başkalaşmış ki, Osmanlıca diye ayn bir dil adı almış. 600 yıl çok uzun bir süre. Bugün hayran olduğumuz dillerden birini alıp aynı şeyi onun üstünde uygula­ma gücümüz olsaydı ne görürdük? Diyelim ki 50 yıl İngilizcey-le hiçbir bilimsel çalışma yapılmasa, hiçbir roman yazılmasa (hatta bugünü esas aldığımıza göre hiçbir film çevrilmezse) 50 yıl sonra İngilizceden belki eser kalmayacak. Oysa 600 yıldan söz ediyoruz burada. Demek ki Türkçe o kadar sağlam bir dil ki, 600 yıl boyunca konuşma dili olarak kalmasına karşın yaşadı. İşte dilimizin iki büyük özelliği. Bizim görmezden geldiğimiz bir başka önemli özelliği de yapısal sağlamlığı, ösmanlıcanın en yoğun kullanıldığı zamanlarda bile söz dizimi bozulmamış. En ağdalı Osmanlıca tümcede bile ünlemler ve eylemler Türkçe olarak kalmış. Ad soylu sözcüklerin tamamı Arapça, Farsça ol­duğunda bile tümce kurgusu değişmemiş. Özne, tümce, yüklem biçiminde gitmiş... "968

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve "Türkçeye kim zarar ver­di?" söyleyin: Bu dille hiç ilgilenmeyen, bu dili Arapça ve Farsça kelimelerle doldurup dilin adını bile Osmanlıca diye değiştiren Osmanlı mı; yoksa, Türkçeyi istila eden Arapça ve Farsça sözcük­leri dilden ayıklamaya, bu arada tarama çalışmalarla yok olmuş öz Türkçe sözcükleri bulup çıkarmaya çalışan Cumhuriyet mi?

Atatürk Türk dilini yeniden eski zenginliğine kavuşturmak için Türk tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş bir "dil sefer­berliği" başlatmıştır. Önce 1928'de Türk dilinin öz güzelliğini çok daha iyi yansıtan Latin alfabesi kabul edilmiş, daha sonra 1932'de Türk Dil Kurumu kurulmuş, 1932'den başlayarak dil kurultayları toplanmış, Anadolu ağızlarından Türkçe sözcükle­rin derlenmesi için bilim kurulları oluşturulmuş, bu kapsamda ilk aşamada yürütülen çalışmalarda 600.000 kadar fiş elde edil­miş, bunların değerlendirmesiyle önce Söz Derleme Dergisi (6

cilt), sonra da Derleme Sözlüğü (12 cilt) yayınlanmıştır. Tarama çalışmaları sonrasındaysa ise önce Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü (4 cilt), sonra da Tarama Sözlüğü (8 cilt) yayımlanmıştır. O gün­lerde Atatürk'ün yaptırdığı derleme çalışmalarıyla unutulmaya yüz tutmuş bir çok Türkçe sözcük yeniden dile kazandırılmış­tır. Örneğin Anadolu ağızlarından derlenen "abartmak", "yoz", "yozlaşmak", "albeni", "ivedi", kuzey", "güney"... gibi çok. sa­yıda sözcük bugün kullanılmaktadır.969

Atatürk'ün Türk dilinin zenginleşmesi için yaptırdığı bu ça­lışmalar kısa zamanda çok önemli sonuçlar vermiştir. Örneğin 1931'de gazete ve haber dilinde % 35 olan Türkçe sözcük ora­nı Dil Devrimi'nden sonra 1936'da % 48'e, 1946'da % 57'ye, 1965'te % 60.5'e yükselmiştir.970

Dil Devrimi sonrasında Türk edebiyatında gözle görülür bir oranda Türkçe sözcük artışı olmuştur. Ömer Asım Aksoy'un 1975, 1986-1989 tarihleri arasında yaptığı sözcük oranı sayım­larına göre, Cumhuriyet dönemi bazı Türk edebiyatçılarının yapıtlarındaki Türkçe sözcük oranları şu şekildedir: Sait Faik Abasıyanık % 67, Reşat Nuri Güntekin % 74, Agah Sırrı Levnd % 78, Necati Cumalı % 81, Oktay Akbay % 86, Behçet Neca-tigil % 86, Nurullah Ataç % 90 civarında.971 Görüldüğü gibi 16. ve 19. yüzyıl arasında edebiyatçılarımız ortalama % 35-40 civarında Türkçe sözcük kullanırlarken, Dil Devrimi sonrasında ortalama % 70-80 oranında Türkçe sözcük kullanmaya başla­mışlardır.

Osmanlı dili bozdu, Cumhuriyet bozulan dili düzeltme­ye çalıştı. Yazı ve Dil Devrimi'ni eleştirenler, "bozulmuşluğu", "bozuk düzenin devamını" savunanlardır. "Canım madem 600 yıldır böyle gelmiş, millet böyle alışmış, bundan sonra da böyle gitsin!" diyenlerdir. Bu düşünce bir ulusun dilini tamamen yok edecek kadar tehlikeli bir düşüncedir. İşte Atatürk, yazı ve Dil


968 Aslı Yazıcıoğlu'nun Feyza Hepçilingirler'le Söyleşisi, "Bilim Dili Olarak Türk­çe", Bilim ve Ütopya, Nisan, 2006, s.24.

432


969 Aksan, age, s.125.

970 age, s.126.

971 age, s.126.

433


Devrimi ile bu "sakat düşünceye" baş kaldırmış ve kelime ha­zinesi daralan, öz güzelliğini yitiren Türkçemize adeta yeniden "can" vermiştir.

Ayrıca, bilindiği gibi Atatürk, dildeki Arapça ve Farsça isti­lasının boyutlarını gördükten sonra bu kelimeleri dilden atmak­tan vazgeçmiş, bunlara "Türkçeleşmiş sözcükler" olarak sahip çıkmıştır, ama sonraki nesilleri, "dillerini yabancı kelimelerin istilasından korumaları" konusunda da uyarmıştır.972

Bu arada, "'Japonya ve Çin, alfabelerini değiştirmeden iler­ledi" diyerek Türkiye'deki alfabe devrimini eleştirenlere, "İngil­tere ve Fransa da büyük imparatorluklar kurdular ama hiçbir zaman Osmanlı gibi dillerinin adını değiştirmediler, dillerini başka dilden sözcüklerin istilasına izin vermediler" diye cevap vermek istiyorum.

Aşağıdaki soruya cevap verdiğinizde Türkçe'ye kimin zarar verdiği çok net bir şekilde ortaya çıkacaktır sanırım: Bugün de Türkçemizi İngilizce, Fransızca sözcükler istila ediyor, dilimiz yine fakirleşiyor... Bu durum sorumlusu, gelecekte, dilimizi isti­la eden bu sözcükleri dilimizden atmaya çalışacak kişiler midir, yoksa bugün bu sözcüklerin dilimizi istila etmesine izin veren bizler miyiz?

Yazı ve Dil Devrimi'nin nedenlerini ileride ayrıntılı olarak anlatacağım ama şimdi biraz "Türklerde alfabe" konusundan söz etmek istiyorum.

Unutulan Türk Alfabeleri

Cumhuriyet tarihi yalancıları, "Türk alfabesi" denilince ne hikmetse sadece Arap alfabesini anlıyorlar, oysa ki adı üstünde o Arap alfabesi... Latin alfabesine "Avrupalılara ait" diye bu-

972 Atatürk Falih Rıfkı Atay'a, "Memleketimizin bu büyük bilginlerini, yazarla­rım bir komisyon halinde aylarca çalışrdık.Elde edilen sonuş şu bir küçük sözlükten ibaret. Bu tarama dergileri ve cep Kılavuzlun ile bu dil işi yürümez. Falih Bey; biz Osmanhcadan ve Batı dillerinden yararlanmaya mecburuz." demiştir. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, C.II, s. 452,453.

434


run kıvıranların, Arap alfabesine de "Araplara ait" diye burun kıvırmaları beklenirken, onlar Arap alfabesini "Türklerin milli alfabesi" ilan ediyorlar.

İnsan bu Cumhuriyet tarihi yalancılarını dinleyince, binlerce yıl tarih sahnesinde kalan Türklerin hiç kendilerine ait öz alfa­beleri olmamış zannediyor! Sanki bu millet Arap alfabesiyle ta­rih sahnesine çıkmış zannediyor! Sanki bu millet Arap alfabesini kullanmadığı dönemlerde yok olmuş, bitmiş zannediyor!

O zaman biraz eski Türk tarihine ne dersiniz? Hem bu vesi­leyle şu bizim Cumhuriyet tarihi yalancılarını biraz olsun aydın­latmış oluruz!

Türk Yazısının Kökleri

Türk yazısını Arap alfabesine mahkûm eden Cumhuriyet ta­rihi yalancılarının ya hiç bilmediği ya da üzerinde durmaya değer bulmadığı konulardan biri Türk alfabesinin kökeni konusudur. "Türkleri, Arap alfabesiyle doğmuş bir millet" olarak göstermek isteyen bu yalancılar, Türkçe'nin, dünyada yazıya geçirilen ilk dillerden biri olduğunu bilmemektedirler, görmemektedirler!

19. yüzyıldan itibaren Ranov ve diğer bilim insanlarınca ya­pılan araştırmalarda Orta Asya Türkleri'nin MÖ 30.000'lerde mağara duvarlarına ve kaya üstlerine resimler yapmaya başlar dıkları anlaşılmıştır. Ön Türklerde bu süreç şöyle gelişmiştir:

1. MÖ 20.000'lerde "piktogramlar" dönemi. Yani kayaları daha sert kayalarla noktalayarak resim yapma tekniği,

2. MÖ 18.000'lerde "petroglifler" dönemi: Yani, yazı öğeleri içeren resimler dönemi,

3. MÖ 12.000'lerde "sıntaşlar": Yani, çok sayıda ve çok çeşitli tamgalar. Örneğin, Sölgen Taş'daki AŞA tamgası Karbon 14 metoduyla MÖ 14 bin, ON tamgası ise MÖ 12 bin yıllarına tar ihlendirilmiştir.973

973 Haluk Tarcan, Tarihin Başladığı Ön Türk Uygarlığı, "Resmi Tarihin Çöküşü", 2.bs, İstanbul, 2004, s.136.

435


Yani, önce kaya resimleri vardı, sonra bu kaya resimleri tam-galara dönüştü ve en sonunda da tamgalardan yazıya geçildi.

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

1. Tamgalı Say Yazıtları

Türk yazısının kökeni -Cumhuriyet tarihi yalancıların hiç duymadıkları- Tamgalı Say Yazıtlarına dayanmaktadır. "Kazakis­tan'da Almatiya 170 kilometre uzaklıktaki Tamgalı Say, dünyada­ki sayılı kaya resmi alanlarından biri ve Unesco'nun dünya kültür mirası listesinde... Geniş bir alana yayılan resimler, aynı zamanda bozkır kavimlerinin tarihine ışık tutuyor. Burada kaya resimlerinin, tarih öncesinden yakın zamanlara dek devam eden bütün aşamala­rı rahatlıkla tespit edilebiliyor. Doğayı birebir çizmekle başlayan süreç, inanç resimleriyle, sembollerle devam ediyor ve nihayet damgalara ulaşılıyor. Damgalardan da harflere ve yazıya geçiş başlıyor. Tamgalı Say, bütün bu sürecin resimli tarihi."974

post-8-0-66291800-1419113900_thumb.jpg

Tamgalı Say çizimlerinden biri

974 "Sibirya'dan Hakkari'ye Taştaki Türkler ve Bozkır Kavimleri", Atlas dergisi, http://www.kesfetmekicinbak.com/fotograf/kultur/06300/?shpcmt=l

436


Dünyada yakın zamanlara kadar Tamgalı Say konusunda çalışan kişi Alman asıllı Kazak Doç. Dr. Aleksander'dır. Önce, Maksimova, 1954'de bölgeyi gezerek Tamgalı Say'daki kaya re­simlerini kağıda çizmiştir. Doç. Aleksander önce bu çizimleri in­celemiş, daha sonra da bizzat bölgeye giderek araştırmalar yap­mıştır. Tamgalı Say'ı son araştıranlardan biri de bizzat bölgeye giden Kazım Mirşan'dır.

Tamgalı Say'da yaklaşık 1000 kaya resmi vardır. Resimle­rin çoğunda hayvan figürleri abartılı uzun boynuzlu biçiminde çizilmiştir. Bu uzun boynuzların Tanrı'ya ulaşmayı amaçladığı düşünülmektedir.97S

2. Saymalı Taş Yazıtları

Kırgızistan Narın bölgesinde, Saymalı Taş'ta ise 100.000 kaya resmi vardır.

"Kırgızistan'daTanDağlan'nınkollanndan'Aladağlar'ın zirvelerinden Saymalı Taş, W.000 kaya üzerindeki 100.000 resimle dünyanın tartışmasız bir numaralı kaya resmi alanı. Tarih bakımından en eski resimlere de burada rastlanıyor. Bu dağkeçileri, büyük ihtimalle ilk dönemlere ait ve Saymalı Taş'tan binlerce kilometre ötede Hakkâri, Gevaruk Yaylası'ndaki figürle büyük benzerlik taşıyor."976

Kazakistan, Tamgalı Say'da 100.000 civarındaki kaya res­minin büyük çoğunluğu birçok resmin bulunduğu panolardan oluşmaktadır. Kayaların işlenmesinde iki ayrı teknik, 'dövme' ve 'kazıma' kullanılmıştır. Bütün kültürlerde görülen uçan at efsa­nesi burada da görülmektedir. Öte yandan Tamgalı'nın uçan atı, Saymalı'da karşımıza 'gökyüzü arabaları' olarak çıkmaktadır ki, bu durum Saymalı'daki kültürel sıçramaya işarettir.977

975 Turgay Türfekçioğlu, "Erken Türk Yazıtları", http://www.onturk.net/erken-turkyazitlari.html

976 Sibirya'dan Hakkari'ye Taştaki Türkler ve Bozkır Kavimleri", Atlas dergisi, http://www.kesfetmekicinbak.com/fotograf/kultur/06300/Pshpcni t=l

977 "Sibirya'dan Hakkari'ye Taştaki Türkler ve Bozkır Kavimleri", Atlas dergisi, http://www.kesfetmekicinbak.com/fotograf/kultur/06300/index.php?shpcmt=8

437

post-8-0-66291800-1419113900_thumb.jpg

Yukarıda, Saymalı Taş'ın sembol resimlerinden "güneş adam" çizimi görülmektedir. Bu çizim, Gobi Çölü'nden Anadolu'ya he­men hemen tüm kaya resmi alanlarında kendini göstermektedir.

post-8-0-67939500-1419114096_thumb.jpg

Saymalı Taş'taki bu araba resmi, önemli birinin, belki de ka­ğanın arabasıdır. Bu araba, Altay Dağları'ndaki Pazırık kazısında bulunan ve bugün Petersburg Ermitaj Müzesi'nde sergilenen 'Pazırık arabası' ile büyük benzerlik taşımaktadır.978

Saymalı Taş'taki bu araba resmi, önemli birinin, belki de ka­ğanın arabasıdır. Bu araba, Altay Dağları'ndaki Pazırık kazısın bulunan ve bugün Petersburg Ermitaj Müzesi'nde sergilenen 'Pazırık arabası' ile büyük benzerlik taşımaktadır.978

post-8-0-86951500-1419114198_thumb.jpg

Cümle içinde damgayı hece haline getiren ve başında bulu­nan sesli harf kaldırılır, damga 'sessiz harf haline gelir. Damga' lığını kaybetmiş olan şekil artık 'harflmiş' olduğundan cümle, gereği olan sesli harfle okunur. O q damgası, 'Q' harfi olmuştur. Önüne A,U,I... sesleri getirilir."984

4. Eşik (Eşik) Yazısı

Kazakistan'ın en büyük kenti Almatı'nın yaklaşık 50 kilo­metre doğusunda yer alan Eşik bölgesinde 1969-1970 yılların­da, Kazak Bilimler Akademisi'nin, Tarih, Arkeoloji ve Etnograf­ya Enstitüsü'nün Arkeoloji bölüm başkanı Kemal Akişoğlu'nun yönetiminde kazılan, Eşik Kurganı'ndan Türk tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek kadar önemli eserler çıkmıştır.

Kurganı açan arkeologlar muhteşem bir mezarla karşılaş­mışlardır. Bu, bir lahit değil, Mısır piramitlerindeki firavun oda­sını andıran, her tarafı kapalı, süslü kayalarla yapılmış bir oda­dır. Dahası, bu ölü odasının içi pırıl pırıl altın eşyalarla doludur. Oda da altın olmayan eşyalar da çoktur.

Eşik Kurganı, Mısır Firavunu Tutankamon'un mezarından sonra dünyada içinde en çok altın bulunan mezardır.

Eşik Kurganı, İskitlere ait bir kurgan (mezar) dır. MÖ. 5. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır.

984 age, s.113, 114. 440


Kurganın açılmasına tanık olan Tarihçi Bekin Nur Muham-medov , "Ben bir Nayman'ım (Bir Moğol kabilesi). Doğdum bü­yüdüm buralarda yaşarım." diyor ve şöyle devam ediyor:

"Az ileride bir fabrika var. 1969 yılında fabrikanın inşa­atı devam ederken mezar ortaya çıkmış. Tarihçi olduğum için gelip bakmamı istediler. Ben oraya vardım ve mezarı ellerimle aralamaya başladım. Mezarların üzerindeki ağaçlar ateş gör­müş gibi yanmadan kül haline dönüyordu. Altın Elbiseli Adam çıktığında parıltısından ve ışığından gözlerimiz kamaştı, bir süre bakamadık ona. Altın Elbiseli Adam'ın yanında, üzerinde yazılar olan bir de tas vardı. Elindeki yüzüğü ben taktını. "98S

Eşik Kurganı'nda 7 metre derinliğindeki mezar odasının üzeri toprak-taş yığınıyla kapatılmıştır. Bu oda, diğer Hun kur­ganlarında olduğu gibi inşa edilmiştir. Zeminden kurganın tepe­sine kadar olan yükseklik 9 metreyi, kurganın üzerindeki suni tepenin çapı ise 60 metreyi bulmaktadır.986

Yapılan çeşitli araştırmalar, kurgandaki eserlerin bozkır kül­türüne ait, Türk veya en azından Türklerle akraba (ya da Türk­leşmiş) bir kavim tarafından yapıldığını göstermiştir. Kurgandan çıkan yazının Göktürk yazısına benzemesi ve eserlerin mitolojik, ikonografik özelliklerinin Hun sanatına çok uygun oluşu nede­niyle, kurgandaki buluntuların Türklere ait olduğu iddia edil­miştir ,987

Eşik Kurganı'ndan Fışkıran Sanat

Açılan kurganın içinden 4000'e yakın altın eşya çıkarıl­mıştır.988 Kurganda ele geçen çeşitli eşyalar arasında seramik kaplar, ahşap tabaklar, 2 gümüş kupa ve üzerinde yazı olan bir gümüş çanak ile başka birçok obje vardır...989

985 www.isa-sari.com/Esik-kurgani-ve-altin-elbiseli-adam/

986 www.ceyhanozturk.awardspace.com/altinelbiseliadam.doc

987 ags.

988 www. sosyalbilgilergezegeni.blogcu.com/Arkeoloji_ye+dair/

989 www. ceyhanozturk.awardspace.com/altinelbiseliadam.doc

post-8-0-02880600-1419114371_thumb.jpg post-8-0-03921000-1419114380_thumb.jpg post-8-0-03257900-1419114389_thumb.jpg

Eşik Kurganı'nda bulunan altın elbise ve diğer eşyalar halen Alma-Ata müzesindedir.

Eşik Tabağı (Çanağı)

4000'e yakın altın eşya, seramik küpler, tahta tabakların bulunduğu Eşik Kurganı'nda iki de gümüş tabak (çanak) bulun­muştur. Bu gümüş tabaklardan birinin içindeki yazılar, Türk ru-nik harfleriyle yazılmış en eski Türk yazılı metnidir.


Eşik Kurganı'ndan çıkan değerli bazı eşyalar

Literatüre "Altın Elbiseli Adam" olarak geçen ve 16 yaş­larında öldüğü tahmin edilen bir erkeğe ait ceset kalıntısı, bu kurgandan çıkarılan en önemli eserdir.

Altın Elbiseli Adam

Kazakistan'da Eşik Kurganı'nda bulunan Altın Elbiseli Adam, İskit Türklerine mensuptur. Altın Elbiseli Adam'ın giyim ve kuşamı, kimi çevrelerce "göçebe" diye damgalanan Türklerin çok ileri bir "sanat" ve "estetik" anlayışına sahip olduklarını göstermektedir."°

990 www. tr.wikipedia.org/wiki/Esik_Kurgam

442

post-8-0-02881700-1419114471_thumb.jpg

Eşik Kurganı'nda MÖ 5. yüzyıla tarihlenen (Kazım Mirşan,

bu tarihin çok daha eski olduğunu iddia etmiştir) bir gümüş ta­bak üzerinde kısa bir metin vardır. Bu kısa metin (tabağın üze­rinde iki yatay satır, 16 tanesi birbirinden farklı 25 veya 26 harf) hâlâ tam olarak çözülmüş sayılmaz. Yazının yönü sağdan sola

443


olup, birinci satır uzun (16 harf); ikinci satırın bazı yerleri bozul­muş, fakat açık olan birincisinin üçte biri seviyesindedir. Yazıda birkaç defa tekrar edilen harfler de vardır.991

Eşik yazısını en iyi okuyan A.S. Amanjolov'dur. Amanjolov, 1971 yılında yayınlanan makalesinde bu yazıyı deşifre etmiş­tir992. O, yazıdaki çoğu sembolü eski Türk runikleriyle benzeştir­miş, bazılarını Finike, Arami ve Messap (Grek asıllı) alfabesiyle kıyaslamış ve bu yazıyı eski Türk yazısı olarak okumayı teklif etmiştir. Daha önce O. Süleymanov tarafından bu konuda çaba harcanmış, o da bu yazının eski Türk runik yazısı olduğunu ileri sürmüştür.993

Kazak Tarihçi Prof. Dr. Olcas Süleymanof, Eşik yazısını şöy­le okumuştur:

"Bu tekne üzümden yapılan şaraptan taşımalı, pişmiş ye­mekler eklendi, çok fazla, ölümlü için, pişmiş taze yağ da üze­rine eklendi".

"Kağan 23nde öldü, Eşik halkının başı sağ olsun" (Khan Uya üç otuzı (da) yok boltı. Utugsi tozıltı). "4

Bu okumalarla birlikte yazının Türkçe olduğu nerdeyse ke­sinlik kazanmıştır. Ayrıca, bu yazının yer aldığı kurgandan çı­kan eserlerin Ön Türk eserleri olması -Örneğin kurgandan çıkan başlığın tepesinde konumlandırılmış keçi kabartması gibi (Gök­türk hanedanlığının arması keçidir ve her hanedan üyesinin me­zarının üzerinde keçi arması yer almaktadır)- kurganın Türklere ait olduğunu göstermektedir.

"Eşik yazısının Türkçe olduğu" iddiasına şüpheyle yaklaşan V.A. Livşits, "Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çıkışı Üzeri­ne" adlı denemesinde, "Issık yazısı hakkında hüküm vermek gerekirse, Kuzey Sami yazısı ve onun uzantılarıyla, Finike ve

991 V.A. Livşits, "Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çıkışı Üzerine", Çev S. gö-meç, T.Ölçekçi, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/28/176.pdf

992 A.S.Amanjolov. "Rllnopodopnaya nadpis iz Sakskogo zahoroneniya büz Alma-Atı". Vestnik Akademiya Nauk Kazakskoy SSR, No 2. 197 ı. s.64-66.

993 Livşits, age, pdf.

994 www. tr.wikipedia.org/wiki/Esik_Kurgam


Arami asıllı yazılarla alakalı değildir; bu fikre Issık yazısının orijinalini gören, semitolog ve yazı tarihi uzmanı I. M. Dyako-nov da katılmaktadır. Bu yazının üç harfinde eski Türk runik yazısının benzerliğini görmek A. S. Amanjolov ve O. Süleyma­nov gibi mümkündür." diyerek Eşik yazısının Türkçe olduğunu kabul etmiştir.995

Türk damgalarının ve ideogramlarının en eski ve en gelişrnörneği olan Eşik yazısı henüz bilim çevrelerinde tam anlamıyla kabul edilmediğinden şimdilik 687- 692 yıllarına tarihlendiri-len Çayr kitabesi, Ön Türk yazılı en eski metin olarak kabul edilmektedir.996

Bu gerçeklere rağmen, Ön Türk Tarihi'nden habersiz bilim insanlarımız hâlâ "İlk Türk yazılı eserleri 732'de dikilen Orhun Anıtlarıdır" diye yazıp çizmeye devam etmektedirler.

Devam ediyor

post-8-0-48621500-1419114028_thumb.jpg

Link to post
Sitelerde Paylaş

5. Göktürk Alfabesi

Bu alfabe ilk kez, Yenisey Yazıtlarında kullanılmıştır. Kısa mezar taşı niteliğindeki Yenisey Yazıtları, Orhun Yazıtlarından daha eskidir.997 Bu yazıtlara (anıtlara/abidelere) Bengü Taş adı verilmiştir.998

995 Livşits, age, pdf.

996 www. ceyhanozturk.awardspace.com/altinelbiseliadam.doc

997 Aksan, age, s.28.

998 Bengü taş; "ebedî, sonsuz taş" demektir. Terim olarak "âbide, anıt" anlamın­da kullanılmıştır. Bilhassa kağanların ve devletin ileri gelenlerinin ölümünden sonra, onlar adına bir anıt mabet inşa etmek, içini dışını bezetmek ve anıt ma­bedin bahçesine de "taş tokıtmak" (yazılı taş diktirmek) Köktürk kağanlığında bir gelenek hâlini almıştır. Diktirilen taşlar üzerine kağanlar, "gönüllerindeki sözleri vurdururmuşlar", bütün milletin ona göre davranmasını istemişlerdir. Kağanlar, bu sözlerin taşlar üzerinde ebedî olarak kalacağını ve Türk milletinin sonsuza kadar bunlardan ders alacağını düşündükleri için diktirdikleri taşlara "bengü taş" adını vermişlerdi. Geleneği devam ettiren Uygurlar bengü taş ye­rine daha çok "bitig" ve "bel" kelimelerini kullanmışlardı. "Bitig" kelimesi "kitabe, yazıt" anlamında, "belgü" kelimesi de "nişan, iz, anıt" anlamındadır. Uygurlar da bu anıtların ebe-diyen kalacağını anlatmak üzere "bin yıllık, on bin günlük bitiğimi, belgümü inşa ettirdim" ifadelerini (Moyun Çor Kağan Bitiği, D 21) kullanmışlardır. Muharrem Ergin, "Bengü Taş Edebiyatı".pdf.


445

444

Göktürk yazısının sistematik ve derli toplu biçimde kullanıl­dığı ilk uzun metinler ise, Orhun Yazıtlarıdır..

Orhun Yazıtları, Göktürk hükümdarlarından Kül ligin (732), Bilge Kağan (735) ve Vezir Toyokuk (720-725) adına di­kilmiştir. Orhun civarında Göktürk yazısı ile yazılmış başka abi­deler (Bengü Taşlar) de bulunmuştur.999

Göktürk yazısı; İskandinavya'nın eski run yazısına benzedi­ği için batı ilim âleminde "runik" diye adlandırılmıştır. Bu yazı, yukarıdan aşağıya veya sağdan sola doğru yazılır. Harfler bitişti­rilmez. Kelimeler, bazen de kelime grupları, üst üste konmuş iki nokta ile birbirinden ayrılır. Kül Tigin ve Bilge Kağan anıtların­da metinler, yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve satırlar sağdan sola doğru dizilmiştir. Alfabe, dördü ünlü (sesli) olmak üzere otuz sekiz harften oluşmuştur A-e sesleri bir harfle, ı-i, o-u, ö-ü sesleri de birer harfle gösterilmiştir. İnce ünlüler (a-e, ı-i) için birer harf olmasına karşılık; b, d, g, k, l, n, r, s, t, y sesleri için kalınlarda ve incelerde ayrı olmak üzere ikişer harf vardır. Böylece mesela b'nin yanındaki ünlü harf a, ince b'nin yanındaki e okunmakta ve karışıklık olmamaktadır. Yani Göktürk alfabesi, Türkçenin tarih boyunca hiç değişmemiş bulunan büyük ünlü (sesli) uyumu dikkate alınarak düzenlenmiş bir alfabedir, o-u ve ö-ü seslerini ise birbirinden ayırmak mümkün olmamaktadır, ç, m, ng, ny, p, ş, z seslerinin kalın incesi ayırdedilmemiş, bunlar birer harfle gösterilmiştir. Göktürk alfabesinde ayrıca ık, iç, ok, ok, İt, nt, nç gibi çift sesli harfler de vardır.1000 Göktürk harfleri, Türklerin ve Türkçenin ihtiyaçlarına cevap veren bir alfabedir. Nitekim bazı harfler günlük yaşamdaki aktivitelerden doğmuştur. Örneğin, Göktürk alfabesindeki post-8-0-44557100-1419114758.jpg "y" harfi Türklerin hayatında önemli bir yer tutan "yay" kelimesinden gelmektedir post-8-0-97291700-1419114775.jpg "oq" veya "ok" harfi de bildiğimiz "ok" kelimesinden türetilmiştir, n "ok" harfi de Kazım Mirşan'a göre eski Türkçede kullanılan "ok (keçi)" kelimesinden gelmektedir.

999 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 17 bs, İstanbul, 1994, s.8,9.

1000 Muharrem Ergin, "Bengü Taş Edebiyatı" .pdf.


"Göktürk yazısı... ideogram ve piktogram evresini ge­çirmiş... edebi metinleri ifade edebilecek ölçüde gelişmiş ve yaygınlaşmıştır.''"'001.

post-8-0-61538100-1419114850_thumb.jpg

Göktürk Alfabesi

6. Uygur Alfabesi

Göktürk devleti yıkıldıktan sonra, Orta Asya'da, büyük bir bölümü yerleşik hayata geçen ve Yenisey Irmağı'mn başından Sarı nehrin kuzeyine kadar yayılan Uygur Devleti kurulmuştur. Uygurlar, Şamanizm, Budizm, Maniheizm ve hatta Hıristiyanlık dinlerini benimseyerek çok farklı kültürlerden etkilenmişlerdir. Bilim ve sanatta çok ileri giden, kâğıt ve matbaa kullanarak yazı yazan Uygurlar, hastalıkların iyileştirilmesine kullanılan ilaç ve yöntemleri anlatan sağlık bilgisi kitabından fal kitabına, hukuk belgelerine kadar çok değişik alanlarda yazılı eserler bırakmış­lardır. 18 harften oluşan Uygur yazısının Soğut kökenli olduğu düşünülmektedir.1002

18 harflik Uygur alfabesinin 4 harfi seslidir ve yukarıdan aşağıya doğru yazılmaktadır.

8. yüzyılda kullanılmaya başlanan Uygur alfabesi, el yaz­malarında kullanılarak bir şekilde 18. yüzyıla kadar varlığını korumuştur.

1001 İsmail Doğan, "Etrüsk Yavsının Kaynağı Türk (Göktürk) Yazısı", Tarihten Bir Kesit Etrüskler, (24 Haziran 2007, Bodrun), Sempozyum Bildirileri, An­kara, 2008, s.170

1002 Aksan, age, s.37,38.


446

post-8-0-11410800-1419114984_thumb.jpg

Uygur Alfabesi

Özetlemek gerekirse, Türkler tarih boyunca, önce MÖ 30.000-18.000 arasında kayalara ve mağaralara "resimler" çiz­mişler, daha sonra 18.000-12.000 arasında "tamgalar" kullan­maya başlamışlar, 12.000'den sonra ise yavaş yavaş "yazıya" geçmişlerdir.

"Bütün yazıların temelinde ideogram, piktogram, hece, yan hece alfabe gelişimi vardır. Ancak yazıların çoğu bu süreci ta­mamlamamış ya ideogram, ya piktogram, ya da piktogramın bir süreci olan hiyeroglif dönemi ile hece veya yan hece döneminde donmuştur".1003 Türk yazısının alfabeleşme sürecini, kaya re­simlerinden, tamgalara, tamgalardan piktogramlara kadar takip edebilmekteyiz. Yani, Türk yazısının evrimsel sürecini ve bu sü­reçte yazının nasıl değiştiğini çok rahat görebilmekteyiz. An­cak, Grek, Pön, Vay, Gürcü, Ermeni yazılarının alfabe olmadan önceki dönemleri (idogram, piktogram, hece, damga) hakkında hiçbir kalıntı yoktur.1004


Dolayısıyla, dünyada ilk yazıya geçen ve en çok alfabe kulla­nan milletlerinden biri olan Türkleri, "Arap alfabesine mahkûm bir millet" olarak göstermek büyük bir cahillik ve yanılgıdır.

Belli başlı eski Türk yazıtları ve alfabeleri şunlardır:

1. Tamgalı Say Yazıtları

2. Saymalı Taş Yazıtları

3. Yenisey Yazıtları

4. Sülyek Yazıtları ve Açıktaş Alfabesi

5. Eşik Yazısı

6. Bengü Taş Yazıtları

a) Göktürk Alfabesi (Orhun Yazıtları)

B) Uygur Alfabesi

Bunların dışında ayrıca Türkler, değişik dönemlerde, deği­şik coğrafyalarda, Hun yazısı, Avar yazısı, Hazar yazısı, Sekel yazısı, Kafkasya yazısı, Talaş yazısı, Proto Bulgar yazısı, Koçkor yazısı gibi çok sayıda yazı kullanmışlardır.1005

Orta Asya'dan dünyanın değişik yerlerine göç eden Ön Türkler, gittikleri yerlerde ihtiyaçlarına özgü yeni alfabeler icat edip kullanmışlardır. Örneğin, özellikle Kuzey Avrupa'daki Fut-hark alfabesi ve Anadolu üzerinden İtalya'ya geçen Etrüsk alfa­besi, aslında Ön Türk kökenli "Run" alfabelerdir.

Görüldüğü gibi Türkler -öncesini bir kenara bırakalım- MÖ 5. yüzyıldan (Eşik tabağındaki yazıdan) MS 8. yüzyıla (Orhun Abidelerindeki yazıya) tamı tamına 1300 yıl Runik alfabe kul­lanmıştır. Dolayısıyla 1928'de Yazı Devrimi ile "Türklerin 600 yıldan fazla kullandığı Arap alfabesinin değiştirilmesini" eleş­tirenlerin, neden 1300 yıl kullanılan Türk Runik alfabesinin 8 yüzyıldan sonra değiştirilmesini eleştirmediklerini anlamak zor­dur. Arap alfabesi değişince "bir gecede cahil kaldığı" söylenen toplum, Türk Runik alfabesi değiştirilince bir gecede cahil kal­mamış mıdır?


1003 Doğan, agm, s.162.

1004 agm, s.169.

448


1005 Doğan, agm, s.166-168; Cengiz Akyıldız, "Asya'dan Avrupa'ya Ana Çizgile­riyle Eski Türk Uygarlık Eserleri", ", Tarihten Bir Kesit Etrüskler, (24 Hazi­ran 2007, Bodrun), Sempozyum Bildirileri, Ankara, 2008, s. 193-196.

449

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

Latin Alfabesinin Bilinmeyen Kökeni

Cumhuriyet tarihi yalancılarının "düz mantık" yalanların­dan biri de, "Atatürk'ün Yazı Devrimi ile kabul edilen Latin al­fabesinin Batıya, Avrupa'ya özgü bir alfabe olduğu, bu nedenle Türk kültürünü ve Türk dilini bu alfabeyle ifade etmenin doğru olmadığı" biçimindeki teoridir. Özellikle, Atatürk devrimlerine "din" ve "gelenek" çerçevesinden saldıran kadim yobazlarımız, genç nesilleri, "Bakın, işte Atatürk 'gavurların alfabesini' kabul ederek dinimize, kültürümüze saygısızlık etti!" diye zehirlemek­tedirler.

Ülkemizde maalesef eğitim sistemindeki eksiklikler, yanlış­lıklar ve Atatürk'ün ölümünden sonra yazı ve dil devrimlerinden geri adım atılması gibi nedenlerle bu "güdük teori", neredeyse sorgulanmadan benimsenen bir "genel kabul" halini almıştır. İşin asıl şaşırtıcı ve düşündürücü boyutu, bu "güdük teoriyi" pek çok üniversitemizin de neredeyse "remi tez" olarak sahiplenmiş olmasıdır. Oysaki üniversitenin görevi, genel kabullerin esiri ol­mak değil, sorgulamak ve araştırmaktır.

Peki ama, gerçekten de, bize ait olmayan Arap alfabesinin yerine kabul ettiğimiz Latin alfabesi bize çok mu yabancıdır? Yoksa gerçekten de "gavurların alfabesi" midir? Yoksa işin için­de bizim Cumhuriyet tarihi yalancılarının bilmedikleri veya bilip de söylemedikleri başka şeyler mi vardır?

Şimdi bu önemli sorulara cevap verelim:

Runik Yazılar

Runik yazı, İlkçağ Orta Asya toplumları, Etrüskler, Macar­lar ve eski Kuzey Avrupa ülkelerinde (İsveç, Norveç, Finlandi­ya, Almanya vs.) yaşayanlarca kullanılmış bir yazı sistemidir. Bu yazı sisteminin, Kuzey Avrupa ülkelerinde kullanılmış alfabesine Runik alfabe ya da Futhark adı verilmiştir. Bu alfabeye verilen Futhark adı, alfabedeki okunabilen ilk 6 harfin kullanılmasıyla oluşturulmuş yapay bir addır ve İskandinav mitolojisindeki gök­sel yaşam kavramını ifade eder. Runik adı ise, "maji" ve "kahinlikle" ilgili görülen bu alfabeyi kullanmış eski Cermen dili halklarının (AngıPlar, Vikingler vs.) Run'lar (Runes) adıyla anıl­mış olmasından gelir. Run (Rune) sözcüğünün Hint-Avrupa dil­lerindeki anlamı sırdır (mister).(Bu sözcükten türetilmiş Raunen sözcüğü "Sırdan söz etmek, mırıldanmak" anlamına gelir.)1006

Futhark alfabesi olarak bilinen, Kuzey Avrupa'daki Runik alfabe çok eskiden İskandinav ülkelerinde yaşayanların belirle­diği 24 takımyıldıza denk düşecek şekilde 24 harften oluşmuş­tur ki, bu halklardan Vikingler bu 24 takımyıldızın oluşturduğu hatta "Run (Rune) hattı" adını vermişlerdi. 24 harfli olan ilk Futhark alfabesinin MS 800 yıllları civarında 16 harfe düştüğü sanılmaktadır.1007

Çoğu kaya üzerine yazılmış olan, Avrupa'daki runik yazıt­lar MS 2. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar tarihlenmekte olup, sa­yıları 5.000'i aşmaktadır. Bunların çoğu İsveç'te, 1000 kadarı Norveç'te ve 700 kadarı Danimarka'dadır. Grönland, İzlanda, İrlanda ve Britanya Adaları'nda da bolca runik metinlere rastlan­mıştır. Kuzey Avrupa'da kullanılan runik yazı Toton tarzı, Angıl tarzı ve İskandinav tarzı olmak üzere üç grupta ele alınır. "Yay­gın şekilde Futhark olarak adlandırılan Kuzey Run Yazısı (İsveç, İzlanda, Danimarka) Codex Vindob, Codex Exoniens ile Codex Sangall'dan bize aktarılan Markoman Run yazısı, Anglosakson Run yazısı, Schonen'de bulunan tek taraflı sikkelerde rastlanan Gotça Run yazısı, Anglosakson Run yazısı ve Kelt Ozanlarının Run yazısı olarak karşımıza çıkmaktadır."'008

Bu runik yazıların bazıları kimi Etrüsk ve Ön-Türk metinle­rinde de görüldüğü gibi sağdan sola doğru yazılmıştır ki, Latin al­fabesi kullanan Avrupalı dilbilimciler bu yüzden ilk zamanlar bu yazıları çözmede ve okumada güçlük çekmişlerdir Avrupa'daki runik yazılar anlamları bakımından halen tam olarak çözüleme-

1006 http://tr.wikipedia.org/wiki/Runik_yaz%C4%Bl.

1007 ags.

1008 İsmail Doğan, "Etrüsk Yazısının Kaynağı Türk (Göktürk) Yazısı" Tarihten Bir Kesit Etrüskler, 2-4 Haziran 2007, Bodrum, TTK Yayınları, Ankara, 2008,s.l64.


451

mislerdir. Bu yazıların çözülmesindeki güçlük, eldeki az veriyle ve belli belirsiz kanıtlara dayanarak tahmin yürütmekten kay­naklanmaktadır.

"Etrüsklerin de kullandıkları ve daha sonra hemen hemen bütün Avrupa uluslarının Romalılardan alarak temeli 25 karak­terden oluşan bu alfabeyi kullandıkları bilinmektedir. Ancak bu yazının işaretlen her dilde aynı ses değerine sahip değildir.

Run yazısı, Romalılar veya Yunanlılardan alınma değildir. Aksine Yunanlıların İonya alfabesini kabul etmeden önce kul­landıkları alfabe de olabilir görüşünün yanında, Etrüsklerin Avrupa'ya gelmeden önce bulundukları Anadolu'da Friglerden bu yazıyı öğrendikleri de söylenmektedir."1009

Avrupa'daki runik metinlerin çözülmesinde son yıllarda Türk araştırmacılar devreye girmişlerdir. Türk runik yazısında uzmanlaşmış olanların Futhark yazısını da okuyabilmeleri Batılı bilim insanlarını çok şaşırtmıştır. Batı merkezli tarihin esiri bilim insanları, Avrupa'daki bu eski yazıların Türk runik yazısı olabi­leceğini ısrarla reddetmektedirler.

Kökeni bilinmeyen Futrak alfabesi hakkında son zamanlarda dile getirilen tezlerden birine göre runik yazının Avrupa'ya gelişi çok eski zamanlarda Orta Asya'daki Ön Türkler'in bir kısmının Batı'ya göçleriyle olmuştur. Runik yazı konusundaki uzmanlar­dan biri olan Kazım Mirşan, Orta Asya'daki Ön Türk Runik yazıtlarının Avrupa'daki Runik yazıtlardan daha eski olduğunu ileri sürerek Avrupa Runiklerini Orta Asya Runiklerine bağla­maktadır. Mirşan'ın tezini destekleyenlere göre, Avrupa'daki Runik yazıya Orhun yazısı ya da Göktürk yazısı demek daha doğru olacaktır. Çünkü Kuzey Avrupa Runik yazısı Asya'daki Runik yazının bir versiyonundan başka bir şey değildir ve hepsi­nin kökeninde Türk

damga (tamga) yazısı bulunmaktadır. Aris-tov gibi Rus bilginlerine göre Türk Runik yazısı bu eski Türk damgalarından türetilmiştir. 101°

1009 agm, s. 163,164.

1010 http://tr.wikipedia.org/wiki/Runik_yaz%C4%Bl.


Bir başka varsayıma göre de, Runik yazı, yine Asya'dan veya Anadolu'dan İtalya'ya göç eden Etrüskler'in aracılığıyla Avrupa'ya yayılmıştır.

Runik yazıyla ilgili çalışma yapan Türk araştırmacılar ara­sında Turgay Kürüm, İsmail Doğan ve Kazım Mirşan'ın başta gelmektedir. Kürüm ve Doğan'ın çalışmaları "Türk Runik Ya­zısıyla İlgili Yapılan Son Çalışmalar" adıyla kısa zaman önce yayımlanmıştır. Kazım Mirşan'ın bazı eserlerinde ve İsmail Doğan'ın "Doğu Avrupa'daki Göktürk (Runik) İşaretli Yazıt­lar" adlı eserinde, Runik yazıların aslen Türk kökenli olduğu ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.1011

1800'lü yılların sonlarında Orta Asya'da Yenisey ve Orhun Yazıtlarının bulunmasından sonra O. Donner, bu yazıtlardaki Göktürk yazısının İskandinav bölgesindeki Runik yazıya benzer­liğine dikkat çekerek Likya ve Kayra işaretleriyle ilgili olduğunu iddia etmiştir. Daha sonra "Türk Runiği" olarak da adlandırı­lan Göktürk yazısı için A. Von Gabain, bu yazının önce Talas'ta meydana geldiğini, daha sonra da Yenisey ve Orhun bölgelerine yayıldığını belirtmiştir.1012

Futhark Runik Yazısı ve Türkçe

İsveç'in Gotland adasında, Kylver mevkiinde bulunan kaya üzerinde yazılı ve "The Primitive Norse Futhark" olarak adlan-dınlıan alfabenin ve bu alfabe ile yazılmış, "Oldest Runic Ins-cnptions -eski runik yazıtlar" gurubuna giren yazıtlardan "The Möjbro stone- Uppland ve The Istaby stone - Blekinge"1013 Gök-türklerin kullandığı Runik yazıyla okunabilmektedir.1014

1011 İsmail Doğan, Doğu Avrupa'da Göktürk (Runik) İşaretli Yazıtlar, TDK Ya­yınları, Ankara, 2000.

1012 A. M. Şerbak, "Türk Runik Yazısının Yayılmasına Dair", TDAY Belleten 1990, Ankara, 1994, s.183; Doğan, agm, s.165.

1013 Prof. Sven B. F. Jansson, Runinskrifter i Sverige AWE / Gebers 1963 İngi­lizce baskısı, Runes in Sweden Royal Academy of Letters ... GIDLUNDS Wârnamo / Sweden 1987.

1014 Turgay Kürüm, skandinav Runik Yazısının Kökeni", Bilim ve Ütopya Der­gisi, S. 179, Nisan 2009, s. 19-22.


452

uzey Avrupa'daki Futhark yazısının, Göktürk yazısıyla "ortak bir kökene" sahip olduğunu kanıtlamak için Prof. Sven B. F. Jansson kitabındaki 3 bulgudan yararlanacağız:

1. Kylver taşı ( The stone from Kylver, Gotland ). En önemli taştır. Futhark diye anılan alfabe bu taşa kazınmıştır.1015

post-8-0-38445000-1419115282_thumb.jpg

23. Sembol Tonyukuk yazıtında aynen Futhark alfabesin-deki gibidir1016 Ancak alfabede yer almamıştır. Kitapta anlam olarak 'Baş' anlamında kullanılmıştır. Bizce de Baş ile eş anlamlı olan Kelle=Kel olarak kullanılır. İki harf birleşmiş ve bir kelime­yi oluşturmuştur. İki harfin birleşip anlamlı bir kelime oluştur­ması 13. sembolde de görülür. Öt kelimesi ötmek = konuşmak anlamındadır. Ayrıca sembolün ağız şeklini alması da dikkat çekicidir.1017

Kylver taşını, Göktürkçenin okuma kurallarına uygun ola­rak, sağdan sola doğru şöyle okuyabiliriz: "Büke iş inydi ok oknça öt akisn goydo pu kosütüg." Günümüz Türkçesiyle: "Bil­ge ışığı indi bizzat kendisi okunun ucuyla ağzından çıkan sözleri oydu bu dik taşa" anlamındadır.1018

Ayrıca, 24.,23.,22. semboller, sağdan sola okununca (İskan­dinav dilinde), ortaya çıkan O d ng, kelimesi ortaya çıkmaktadır ki ODNG bizce Viking tanrısı ODİN kelimesinin çıkış noktası­dır. Kazını Mirşan, bu üç sembolü Türkçe, Bilge ışığı (tanrı elçisi

1015 Jansson, age, s.13.

1016 Prof. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1988, s. 149.

1017 http://www.antalya-ws.com/futhark/FUTHP3T.HTM

1018 ags.

454

-ışık veren kutsal kişi) olarak okumaktadır.1019

2. Möjbro taşı (The Möjbro stone from Uppland).1020

post-8-0-55102600-1419115437_thumb.jpg

Bu yazıda birçok sembol simetrisine ters konumdadır. Özel­likle "öp" diye okunan "R" sembolü dikkat çekmektedir. Mir­şan, bu sembolü "po" diye okumuştur.

Möjbro taşmdaki metin Göktürkçe "Gopek yik öp ke kelkic ikin ekgök göksüpek desinkic" okunmakta, günümüz Türkçe­siyle: "Köpek iyi hücuma kalksın -saldırsın- ikisine de "ekgök" gözüpek desin" anlamına gelmektedir.1021

post-8-0-40469800-1419115501_thumb.jpg

Yazıtın bulunduğu taşta, yazının hemen altında, at üzerinde, bir elinde kılıç, diğerinde kalkan olan bir savaşçı resmedilmiştir, yerde ise iki tane köpek figürü vardır.

1019 ags.

1020 Jansson, age, s.18.

1021 http://www.antalya-ws.com/futhark/FUTHP3T.HTM

455


1022

3. Istaby taşı ( The Istaby stone from Blekinge).

post-8-0-32114900-1419115586_thumb.jpg

Istaby taşındaki yazı sağdan sola doğru Göktürkçe: "Ok gi-kit yaspurgu içok güriç sû gikit yatpudır goiç gikit yatsorg" diye okunmaktadır. Günümüz Türkçesiyle karşılığı: "O yiğit yaşadı çok güç asker -olan- yiğit yapmadı göç yiğit yatıyor (yatsın)" biçimindedir. 1023

Görüldüğü gibi İsveçin Gotland adasında bulunan sadece Futhark harfleri okunabilen bu Runik yazıtlar Göktürk yazısıyla çok rahat bir şekilde okunabilmektedir. Ama yerli ve yabancı "Türk düşmanı" bilim insanlarınca bu gerçek kamuoyundan saklanmaktadır. Bu yazıtların Türkçeyle okunabilmesi, eski bir teoriyi, "İsveçlilerin Türk kökenli olduklarını" akla getirmek­tedir. 1707-1787 tarihleri arasında yaşayan İsveçin ilk tarih profesörü Sven Lagerbring, "Bizim atalarımız Oden'in yoldaş­ları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onlan Traklar ve da Getler olarak göstermek isteyenler var. Eleştir­me gereği duymuyorum. Benim verdiğim sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlarda aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve göçerler olarak gösteriyorlar." demiştir.1024

Etrüsk Runik Yazısı ve Türkçe

Antik kaynaklara ve arkeolojik bulgulara göre Etrüskler, Batı Anadolu (Lidya-Frigya) üzerinden İtalya'ya göç eden bir Asyenik kavimdir. Etrüsk sanat ürünlerinin Türk sanat Ürünle-1022 Jansson, age, s.21.

1023 http://www.antalya-ws.com/futhark/FUTHP6T.HTM

1024 Abdullah Gürgün, skandinavlarm Türk Ataları" Bilim ve Ütopya Dergisi, S.179, Nisan 2009, s. 4-12.


rine fazlaca benzemesi ve son yapılan "gen araştırmaları" ger­çekten de Etrüsklerin Anadolu'dan göç eden Turani bir toplu­luk olduğunu kanıtlamıştır.1025 Bir teoriye göre Etrüskler, Trüva Savaşı'ndan sonra arta kalan Truvalıların Sakalarla birleşmesi sonunda ortaya çıkan Tursaka kavminin bir devamıdır.1026

Dişi kurt motifi, çift başlı kartal, kırmızı renk, fiziksel özel­likler, sanatsal benzerlikler Etrüsklerin Türk kökenli olduğunu gösteren kanıtlardan sadece birkaçıdır. 1027Ayrıca tarihin çeşitli dönemlerinde Etrüsklere verilen adlar arasında Türk, Asena, Tar-han, Turs, Türk, Turia,Turksu gibi adların olması Etrüsk-Türk bağlantısının ne kadar güçlü olduğunun başka bir delilidir.1028

Etrüskleri Türklere bağlayan en güçlü bağ ise Etrüsk yazısı­dır. Etrüsk runik yazısı ile Göktürk runik yazısı arasındaki ben­zerlik ve Etrüsk diliyle Türkçe arasındaki ilişki, tarihin yeniden yazılmasını gerektirecek kadar önemlidir.

Etrüsk runik yazısıyla Göktürk runik yazısı arasındaki belli başlı benzerlikler şunlardır:

1. 26 karakterden oluşan Etrüsk yazısı en az 3000-3500 yıl­lık geçmişi olan bir yazıdır. Bu 26 karakterli yazı sistemi Gök­türk yazısıyla karşılaştırıldığında 10 işaret hem şekil hem de ses olarak birbirine benzemektedir. 4 işaret ise şekil olarak aynı, ses olarak farklıdır. Etrüsk yazısı, Türk yazısının Avar, Sekel, Kaf­kas versiyonlarıyla karşılaştırıldığında bu benzerlikler daha da çoğalmaktadır. "Bir yazı sisteminde bu kadar benzerlik tesadüf değildir. Bunlar her iki yazının da kaynağının aynı olduğunun göstergesidir. "1029

2. Her iki yazı da sağdan sola doğru okunmaktadır.

1025 "Etrüskler Türk'tür", (Ferrara Üniversitesi Genetik Analiz Raporu), Töre Dergisi, S.2005/2.

1026 Bkz. Ekrem Memiş, "Etrüsk Kavminin Oluşumunda Troyalılarm ve İskitle-rin (Sakalar) Rolü", Tarihten Bir Kesit Etrüskler, 2-4 Haziran 2007, Bodrum, TTK Yayınları, Ankara, 2008,s. 107-112.

1027 agm, s. 110,11.

1028 M. Ünal Mutlu, "merce ve Etrüskçe Arkaik Türk Dilleridir", Tarihten Bir Kesit Etrüskler, 2-4 Haziran 2007, Bodrum, TTK Yayınları, Ankara, 2008, s.121,122.

1029 Doğan, agm, s. 171.

post-8-0-24528600-1419115715_thumb.jpg

3. Her iki yazıda da benzer imla özellikleri vardır. Örneğin, kelime başında ünlü ve tekrar eden ünlüler yazılmamaktadır.1030


İsmail Doğan, "Etrüsk ve Türk yazısının şekil ve ses ben­zerlikleri dikkate alındığında aynı kaynaklı yazı olduğu açıkça görülmektedir... Etrüskler kullandıkları bu yazıyı muhtemelen Anadolu'da bulundukları sıralarda öğrenip göçleriyle birlikte Avrupa'ya da öğretmişlerdir." diyerek Etrüsk run yazısıyla Gök­türk run yazısının "akraba" olduklarını belirtmiştir.1031

Görüldüğü gibi Latin alfabesinin temelindeki Etrüsk Yazısı, hem şekilce hem de anlamca Göktürk yazısının neredeyse aynı­sıdır.

Etrüsk diliyle Türkçe arasında da büyük bir benzerlik var­dır. Adile Ayda, Etrüsk dilinde Türkçe kökenli çok sayıda kelime tespit etmiştir. 1032

İşte 1928'de Atatürk'ün Alfabe Devrimi'yle kabul ettiği La­tin harflerinin kökeni... Görüldüğü gibi bugün dünyanın birçok yerinde kullanılan Latin alfabesi, Futhark ve Etrüsk Runik harf­lerinin bir türevidir; okullarda çocuklarımıza ve gençlerimize öğrettiğimiz gibi, Fenike alfabesinin değil... Avrupa'nın Futhark ve Etrüsk runik yazısı ise Göktürk yazısıyla aynı kökenden gel­mektedir. Yani Latin alfabesi aslında Göktürk alfabesinin zaman içinde farklılaşmış biçimidir. Dolayısıyla Atatürk'ün Türkçeyi Latin harfleriyle yazmaya karar vermesi, bir anlamda yeniden Göktürk yazısına dönüştür ki, bunun adı Cumhuriyet tarihi ya­lancılarının dediği gibi "gavurlaşmak" değil "öze dönmektir".

Özetle, 1928'deki "Yazı-Alfabe Devrimiyle" Türkçe, yakla­şık 800 yıl sonra kendi bünyesine hiç uymayan Arap harfleriyle yazılmaktan kurtularak, kendi bünyesine birebir uyan (Göktürk yazısına ve Etrüsk yazısına dayanan) Latin alfabesiyle yazılmaya başlanmıştır.

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazı Devrimi

Cumhuriyet tarihi yalancıları öyle bir anlatıyorlar ki, sanır­sınız ki Atatürk durup dururken Yazı Devrimi yapmış, durup


1030 agm, s.171. 458


1031 agm, s.171,172.

1032 Adile Ayda, Etrüskler Türk Müydü? Ankara, 1974.


dururken Arap alfabesini değiştirmiş! Durup dururken "mille­ti cahil bırakmak, milleti tarihinden koparmak" için kaldırmış Arap alfabesini... Sanki Türk tarihinde sadece Atatürk alfabe değişikliğini düşünmüş! Atatürk'ten önce bu konu hiç tartışıl­mamış! Osmanlı'da hiç böyle bir ihtiyaç yokmuş, sanırsınız... Oysaki, gerçekler hiç de bu Cumhuriyet tarihi yalancılarının anlattığı gibi değildir. Osmanlı'nın özellikle son dönemlerinde, kitap ve gazete sayısının artmaya başlamasıyla birlikte, Arap harfleriyle Türkçeyi ve Batı dillerinden geçen yabancı sözcükleri yazmak bir hayli sıkıntı yaratmaya başlamıştır. Bu nedenle Os­manlı aydınları, özellikle 19. yüzyıldan sonra ciddi ciddi alfabe tartışması yapmaya başlamışlardır. Yani, Yazı-Alfabe Devrimi, Atatürk'ün aklına birden bire gelen "bizi cahil bırakmak için hiç ihtiyaç yokken yapılan bir devrim" değildir.

Tarihsel Altyapı

Yazı Devrimi, Osmanlı'da Tanzimat'tan beri tartışılan ve Atatürk'ün bütün devrimleri gibi "toplumsal ihtiyaçtan doğan" bir devrimdir.

Arap alfabesinin kabul edildiği dönemlerde bazı Türk toplu­lukları Türkçeyi runik harflerle yazmaya devam etmişlerdir.

Arap harflerinin kullanıldığı Osmanlı döneminde Latin harf­leriyle yazılan ilk metin 1553 tarihlidir. Hırvat kökenli bir esir olan Bartholomeo Georgieuiz (Georgievits) 1553 yılında Latin harfleriyle Türkçe yazmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman'ın Mohaç Muharebesi'nde (29 Ağustos 1526) esir alınan, esir pazarında satılan, 1528'de Trakya'ya getirilen sonra da Anadolu'ya geçen Georgievits, 1534'te İran seferine katılmıştır. 11 yıl süren esirlik süresince 3 kere kaçmaya teşebbüs etmiştir. Nihayet Kudüs'te kaçmış ve bir manastıra sığınarak esirlikten kurtulmuştur. 1538 yılında Roma'ya, daha sonra da Antwerp'e giden Georgievits, Türklerin adetleri ve dini inançları üzerine 2 risale yazmıştır.

460


Georgievits'in Latin harfleriyle yazdığı ilk Türkçe metni, 1553 yılında Paris'te iki risaleyi birleştirerek oluşturduğu "De Turcarum Moribus" (Türklerin Kişiliği Üzerine) adlı eserdir. Araştırmacı Fehmi Dinçer'e göre, "Hırvaanın dışında Macar­ca, Yunanca, Latince, Türkçe, Arapça ve İbranice de bilen Geor­gievits, 1556'da Roma'da ölünceye kadar Türklerin gelenekleri, görenekleri dini inançları, törenleri üzerine birçok eserler ver­miştir. Georgievits'in eserleri zamanında çok büyük sansasyon­lar yaratmış ve dönemin Avrupa'sını çok etkilemiştir"1033

İşte Georgievits'in eserinde yer alan Latin harfleriyle yazıl­mış o Türkçe satırlardan bazıları:

"Türk - Handa (nereye) gidertsen bre Giaur?(gavur)

Hıristiyan - Stambola giderum tsultanum. (sultanım)

Türk - Ne issum (işin) var bu memleketten?

Hıristiyan - Bezergenlik ederum, Affendi. Maslahatom var Anadolda.

Türk - Ne habar scizum (sizin) girlerden? (yerlerden)"1034

Osmanlı'da çeşitli topluluklar Türkçeyi Arapça dışında kendi özel alfabeleriyle yazmışlardır. Evliya Çelebi'nin anlatı­mıyla "Asla Urum lisanı bilmayüp batıl (kaba, öz) Türk lisanı üzere"1035 konuşan Anadolu'daki Rumlar, Türkçeyi Grek alfabe­siyle yazmıştır.1036. Rumlardan başka Ermeni ve Yahudilerin de Türkçeyi kendi ulusal alfabeleriyle yazdıkları bilinmektedir.1037

Bu gerçeği Prof İlber Ortaylı, "...Karamanliga dediğimiz İncil sadece İncil değil ilmi mecmua edebiyat kitapları bile var. Bilhassa Evangelidos Misalidis gibi bir Karamanlı yani Türk Hıristiyan Rum dediğimiz ama Türkmen Hıristiyan Ortodoks bir münevverin yazdığı bir roman var. Bunlar Yunan harfleri ile Türkçe yazıyorlar çok zor bir imla aynı şekilde Ermeni harfleri

1033 Milliyet, 29 Temmuz 2009.

1034 agg.

1035 Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul, 1935, IX, 288, 297.

1036 S. Vryonis, The Decline ofMedival Hellenism in Asia Minör, Berkeley - Los Angeles-London, 1971,452-454.

1037 J. Deny, Prindpes de Grammaire turque (Türk de Turquie), Paris, 1955, 17.

461


ile yazılan bir Türkçe var bunun aksi de söz konusudur; mese­la Sakız Adası'nm Egina Adası'nm ve İyon Adaları dediğimiz Adriyatik'teki bazı adaların Kefalonya da ahalisi Katolik olduğu için Rum olmalarına rağmen (İstanbul'da da böyle Helen Ka­tolik bir grup vardı) bunlar Latin harfleri kullandılar." şeklinde açıklamıştır.1038

Arap harflerinin Türkçeyi yazmadaki yetersizliğini ilk vur­gulayan 17. yüzyılda Kâtip Çelebi olmuştur.1039

Fransız dil bilimcilerinden C. François Volney (1757-1820) yazdığı bir eserde Latin alfabesinin kullanılmasını teklif etmiştir.

III. Selim döneminde sarayda mimarlık yapan Danimarkalı Meling, padişahla doğrudan doğruya yazışmak için Arap alfabe­si öğrenmeden Türkçe konuşmayı başarmıştır. Meling, Padişa­hın kız kardeşi Hatice Sultan'ın sarayım yaparken düşüncelerini padişaha Latin harfleriyle yazdığı Türkçeyle bildirmiştir.1040

Osmanlı'da alfabe tartışmaları Tanzimat döneminde (1839-1876) başlamıştır. 1851 yılında Ahmet Cevdet Paşa, yayınladı­ğı Kavaid-i Osmaniye adlı kitapta Türkçede bulunup da Arap harfleriyle gösterilmeyen sesler için bir yol bulmak gerektiğini belirtmiştir. Onun bu önerisi üzerine harekete geçen Encümen-i Daniş, 1863-64 ders yılı kitaplarında Arap yazısını herekeli ola­rak kullanmıştır.1041

Münif Efendi (Paşa), 11 Mayıs 1862'de kurucusu olduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'de verdiği bir konferansta alfabe konusunu ele almıştır: Arap harflerine yeni bir şekil vermek, harflerin yazılış ve okunuşlarını kolaylaştırmak gerektiğini, bu nedenle bir yazı ıslahatına ihtiyaç olduğunu belirtmiştir.

Münif Paşa'nın harf ıslahatından söz ettiği bu konferansı, sahibi olduğu Mecmua-i Fünun dergisinde yayınlanmıştır.

Arap harflerinin ıslahından söz eden Münif Paşa, sözü dön­dürüp dolaştırıp Latin harflerine getirerek, "Avrupalıların yazı-

1038 http://arsiv.ntvmsnbc.com/ntv/metinler/Tarih JDersleri/ekim_2008/08.asp

1039 Karal, agm, s. 61.

1040 agm, s.92,93.

1041 M. Şakir Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi, Mart, 1998, s.19.

462


lannda bu zorluklar olmadığı gibi eğitimde alu-yedi yaşındaki çocuklar pekala okuyup yazmak öğrenmekte erkek ve kadın­dan, amele güruhuna varıncaya kadar amacını ifadeye yetecek derecede kitabet (yazma) öğrenirler." demiştir.

Münif Paşa, Latin harflerinin kolayca okunup yazılmasın-daki faydaları belirtmekle birlikte dilimizdeki kelimeleri ayrık harflerle bitiştirmeyerek yazmayı önermiştir.1042

Münif Paşa dışında harf konusuna kafa yoran bir diğer isim ise Azerbaycanlı yazar-şair Ahundzade Mirza Feth-Ali'dir. Feth-Ali, 1863'te Tiflis'ten İstanbul'a gelerek Sadrazam Keçeci-zade Fuat Paşa'ya "Harflerin Islahı" tasarısını sunmuştur. Feth Ali'nin bu tasarısı Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'de tartışılmış, Arap harflerinin Türkçenin yazımında yetersiz kaldığı cemiyet üyelerince de kabul edilmesine karşın bu konuda ciddi bir adım anlamamıştır.1043

Azerbaycan'a dönerek harflerin Islahı konusundaki çalışma­larına devam eden Feth-Ali, Arap harflerini bırakıp Latin harfle­ri üzerinde durmuş ve hazırladığı yeni bir tasarıyı Sadrazam Ali Paşa'ya göndermiştir. Mirza Feth-Ali bu yeni tasarısında Latin harflerinin kabulünü önermiştir. Feth-Ali Latin harflerini esas alarak yeni bir alfabe hazırlamıştır. Fakat bu başvurusundan da olumlu bir sonuç alamamıştır.1044

Mustafa Celalettin Paşa, 1869'da Latin harflerine geçilmesi gerektiğini belirtmekle kalmamış, kızına Latin harfleriyle mek­tuplar bile yazmıştır.1045

1869'da İbrahim Şinasi, 1884'te de Ebuzziya Tevfik basım­da kullanılan Arap harflerini bir hayli ıslah etmişlerdir. Ebuzzi­ya, 519 olan harf ve işareti 110'a kadar indirmiştir.

Ali Suavi 1869'da Paris'te yayınladığı Ulum gazetesinde "Lisan ve Hatt-ı Türki" adlı bir makalesinde özetle, "Kusurları

1042 Münif Paşa,"Eser-! Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye" Mecmua-i Fünun, Sene 2, İstanbul 1280/1868, Sayı 14, s.69-77.

1043 Ülkütaşır, age s.18.

1044 age, s.18,19.

1045 Fevziye Abdullah Tansel, "Arap Harflerinin Islah ve Değiştirilmesi Hakkında İlk Teşebbüsler ve Neticeleri", Belleten, 1953, C.XVII, s.223-249.

463


bulunan Arap yazısının ıslah edilmesi gerektiğini, ancak Arap alfabesinin değiştirilmesine de taraftar olmadığını" belirtmiştir.

Mehmet Şakir Efendi, 1894 yılında kaleme aldığı Perseng-i Sarf-ı Lisan-i Ademi ve Şüküfe nisar-ı Zeban-ı Umumi ve Osma-ni adlı eserinde Arap alfabesine Türkçedeki sesli harflerin değer­lerini gösteren işaretlerin eklenmesini önermiştir.

II. Abdülhamit zamanında Şemsettin Sami Bey, Arap alfabe­sinin ıslah edilmesi gerektiğini belirtmiştir.1046 Önceleri Türkçenin yerine Arapçanın resmi dil olmasını isteyen ü. Abdülhamit, son­radan fikrini değiştirmiş, Türkçenin öneminden söz etmiş hatta Latin harflerine vurgu yapmıştır. Şu sözler II. Abdülhamit'e aittir:

"Halkımızın okuma yazma bilmemesinde şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü bizim yazımızın sırlarına alışmak ko­lay değildir. Latin alfabesini almakla belki halkımızın işini kolaylaştırabiliriz."1047

II. Meşrutiyet döneminde, Maarif Nazırı Şükrü Bey zama­nında "sarf", "imla" "lügat" encümenleri ve "Islahat-ı İlmiye Encümeni" adlı dört encümen kurularak Arap harflerinin Türk-çeye uygun olmayan imlasını düzeltmeye çalışmıştır.

Arap harflerinin Türkçeye uygun hale getirilmesi için kurulan en önemli cemiyetlerden biri de Islahat-ı Huruf Cemiyeti'dir.1048

Arap harflerinin ıslah edilmesi gerektiğini en ateşli biçimde savunan Dr. Milaslı İsmail Hakkı, Prof. Dr. Necmettin Arif, Ci-hangirli M. Şinasi, İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) harflerin ayrı ayrı yazılmasını önermişlerdir.1049

Ali Nusret Tanin gazetesinde harflerin ıslahı konusunda bir dizi makale kaleme almıştır.1050

1046 Ülkütaşır, age, s.20.

1047 Vehbi Ali, Pensees et Souvenirs de Fex- Sultan Abdülhamit 190; Karal, agm, s.65.

1048 Ülkütaşır, age, s.21.

1049 Dr. Milaslı İbrahim Hakkı, Tamimi Maarif ve Islah-ı Huruf, Cihangirli M. Şinasi ve İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) da, Tadil-i Huruf Meselesi, Şekiller Na­sıl Tedkik Olunur? adlı üç kitapçıkta görüşlerini açıklamışlardır.

1050 Huruf-i Munfasıla (9 Nisan 1913), Elifba Meselesi (1913), Islah-ı Huruf Meselesi (1913), Milletin Maarife İhtiyacı ve Huruf-i Munfasılamn Fayda­lan (1913), Lisandan Evvel Harf (1913), Ülkütaşır, age, s.24.


Ahmet Hikmet ve Celal Esat, 24 Ağustos 1913 tarihinde Tanin gazetesinde "Türkçe Yazının Islahına Doğru Bir Adım ve Şayan-ı Dikkat Bir Teşebbüs" başlıklı bir yazıyla sesli harfler için bazı işaretler icat etmişler ve Tanin gazetesinin her sayısında bu harflerle yazılan kısa birer yazı konulmuştur.

Arap harflerinin ayrı ayrı yazılması ve sesli harfler için bazı işaretlerin kullanılması düşüncesini Enver Paşa, I. Dünya Savaşı başlarında uygulamak istemiştir. "Ordu Elifbası", "Hatt-ı Ce-did", "Enver Paşa Yazısı" gibi adlar verilen bu yazıyla Harbiye Nezareti bazı resmi genelgeler yayınlamış ve askerlikle ilgili bazı küçük kitaplar bastırmıştır. Bir süre uygulanan bu yazı, eski alış­kanlığı bozduğu için savaşta aksaklıklara yol açtığı gerekçesiyle ortadan kaldırılmıştır.1051

I. Dünya Savaşı sırasında Avrupa cephesindeki Türk birlik­leri resmi telgraf yazışmalarında Latin harfleri kullanılmıştır.1052

İttihatçı Talat Paşa Berlin seyahati sırasında İstanbul'a gön­derdiği telgraflarını Latin harfleriyle yazmıştır.1053

Mustafa Kemal Atatürk de Çanakkale'den bir bayan ar­kadaşına gönderdiği 13 mektuptan birini Latin harfleriyle yaz­mıştır.1054

II. Meşrutiyet döneminde yazı ve alfabe tartışması giderek daha radikal bir boyut kazanmıştır. Öyle ki, Hüseyin Cahit Yal­çın, Dr. Abdullah Cevdet, Celal Nuri (İleri) Kılıçzade Hakkı gibi aydınlar açıkça Latin alfabesine geçilmesini savunmuşlardır.

Celal Nuri, 1912'de yayınlanan "Tarih-i İstikbal" adlı kita­bında bu konuda şunları yazmıştır:

"Mesela şu Sami ve lisanımızın ruhuna uymayan Arap harflerini terk edelim. Üniversal olan Latin harflerini alalım. Arap harfleri, Arap ve İbrani gibi Sami diller içindir... Halbuki Türkçemiz... Turanı özelliğini kaybetmemiştir. Sami dillerden çok Avrupa dillerine benzer Bize huruf-i munfasıla (Latin harf-

1051 Ülkütaşır, age, s.25.

1052 Karal, agm, s.93.

1053 agm, s. 93.

1054 agm, s.93.


465

leri gibi ayrı yazılan harfler) lazımdır... İlerlemek istiyorsak bir dakika kaybetmeden Latin harflerini incelemeliyiz.. Bir harfi bırakıp da diğerini kabul eden yalnız biz olmayacağız. Bu gibi milletlerin nasıl harflerini değiştirdiklerini Mukadderat-ı Tari­hiye adlı kitabımda belirttim."1055

Celal Nuri, 1912 yılında yayınlanan "Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye Mukadderat-ı Tarihiye" adlı kitabında açıkça Latin harflerine geçilmesi gerektiğini şöyle ifade etmiştir:

"Harflerimiz berbattır. Bu harflerle biz işimizi görmeyiz. Bunlar yetersizdir. Harflerimizin noksanından, bir işe yarama­dığından, gayr-i ilmi bulunduğundan burada bahsetmeyeceğiz. Yalnız şurasını söyleyeceğiz ki, bu harfleri ve bunlarla yazılmış şeyleri halk kolaylıkla öğrenemiyor... Bu hal ilerlememize engel oluyor. Ahalide aydınlanma isteğini söndürüyor. Islah-ı huruf (harflerin ayn yazılması) gibi boş tedbirlere müracaat edeceği­mize hemen kemal-i cesaretle Latin harflerini kabul etmeliyiz. Bunu yalnız biz kabul etmiş olmayacağız. Bundan önce Ru­menler de Kiril harflerle yazı yazarlardı. Bilahare Latin harfle­rini kabul ettiler. Almanlar yavaş yavaş Gotik harflerini bırakıp Latin harflerini alıyorlar.... Latin harfleri hem pek doğal hem de Türkçe diline Arap harflerinden çok daha uygundur.."1056

Hüseyin Cahit (Yalçın), 1910'da Tanin gazetesinde yayım­ladığı " Arnavut Huruf atı" adlı makalesinde Latin harflerine ge­çilmesini istemiştir:

"Bugün kullanmakta olduğumuz harflerin Türklük ve Müslümanlıkla ilgisi olmadığını, Türklerin kendi yazılarını bırakıp bunlan sonradan kabul ettiğini, Arap harflerinin Pey­gamber zamanında kullanılmadığını, bu hale göre Arnavutla­rın ihtiyaçlarına elverişli harfleri kabul etmekte serbest bıra­kılması gerektiğini, Latin alfabesini kabul edecek olurlarsa bir iki hafta gibi kısa zamanda okuma-yazma öğrenip bizi geride

1055 Celal Nuri, Tarihi İstikbal, C,2, İstanbul, 1912; Ülkütaşır, age, s.27,28.

1056 Celal Nuri, Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye Mukadderat-ı Tarihiye, 2.bs, İs­tanbul, 1912, s.180-188; Ülkütaşır, age, s.28, 29.

466


bırakacaklarını, onlara engel olmak şöyle dursun imkânı varsa bizim de kabul etmemizin yerinde bir hareket olacağını... "m7

İttihat Terakki Cemiyeti kurucularından İbrahim Temo, La­tin harflerini o kadar hararetle savunmuştur ki, kendisine "La-tinci Temo" lakabı takılmıştır.1058

Harf ıslahatı tartışmaları sonunda Maarif Nezareti 1909'da bir İmla Komisyonu kurmuştur. 1911'de Islah-ı Huruf Cemiye­ti, 1912'de de Islah-ı Huruf Encümeni kurulmuştur. Harflerin ıslahı konusunda çalışmalar yapmak için kurulan bu dernekler-cemiyetler 1912'de Darülfünun konferans salonunda bir bilim­sel toplantıda harf ıslahatını tartışmışlardır. Bu toplantıda bir çok bilim insanı ve dilci görüşlerini açıklamıştır.1059

Hüseyin Kazım Kadri, 1911'de İçtihat dergisinde yayımla­nan bir yazısında Arap harflerinin Türkçeye uygun olmadığını şöyle ifade etmiştir:

"Eski Türk alfabesinin (Göktürk-Uygur) unutulup bu li­sanların (Türkçenin) Arap harfleriyle yazılması, bugün Muse­vilerin bir türlü unutamadıktan İspanyolcayı İbrani harfleriyle yazmalarına benzer. Kendi lisanımızın malı olmayan harflerle (Arap harfleriyle) ne kadar sıkıntı çektiğimizi ve çocuklarımı­zın başka bir lisana (Arapça) ait harflerle yazılarımızı okumak için ne derecelerde zorluk çektiklerini herkes bilir..."1060

Arap harflerinin bırakılarak Latin harflerine geçilmesi yö­nündeki en ciddi yazılar 1914'te Kılıçzade ve arkadaşlarınca çıkarılan Hürriyet-i Fikriye dergisinde yayınlanmıştır. İmzasız olarak yayınlanan yazılarda Arap harflerinin Türkçenin yapısı­na uygun olmadıkları belirtilerek Latin alfabesine geçilmesinin doğru olacağı savunulmuştur.1061

1057 Hüseyin Cahit, "Arnavut Hurufatı" Tanin, 20 Kanunusani 1910; Ülkütaşır, age, s.30,31.

1058 Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, "Kendine Özgü Bir Yaşam ve Ki­şilik", 2.bs, Ankara, 2008, s.500

1059 Ülkütaşır, age, s.32,33.

1060 age, s.36,37.

1061 "Latin Harfleri", Hürriyet-i Fikriye, 7 (20 Mart 1330); 8 (2 7 Mart 1330); 9 (3 Nisan 1330); 11 (17 Nisan 1330); 12 (24 Nisan 1330). Bu dergi Kılıçzade Hakkı, Giritli Ahmet Saki ve arkadaşları tarafından çıkarılıyordu.

Hürriyet-i Fikriye'de, "Bugünkü alfabemizin iflası, akameti, Türk olmaması, Arap harflerinin esaslı düzeltmeye kabiliyetsiz-liği, öz Türkçeci İsmail Hakkı ile Dr. Milaslı İsmail Hakkı Beyle­rin teklifleri: Latin harflerinin uluslar arası olması, günden güne gelişmesi ve Türkleştirilebilmesi... alfabe ve Kuran meselesi..." gibi çok önemli konularda beş makale yayınlanmıştır.1062

Hürriyet-i Fikriye'deki imzasız yazılar çok açık ve cesur ya­zılardır. Örneğin, 17 Nisan 1330 tarihli yazıda "Latin alfabesine geçilmesinin dinen sakıncalı olduğunu" savunanlara şöyle karşı­lık verilmiştir:

"Şeyhülislam, yahut Fetva Emini hazretlerinden şu suali­me bir cevap almayı pek arzu ederdim: Fransızlar İslamiyetin esaslarım pek makul bularak milletçe Müslüman olsalar! Aca­ba onları Müslüman sayabilmek için o pek zarif dillerinin Arap harfleriyle yazılması şart mı koşulacak? Evet cevabını bekle­mediğim halde alırsam, kemal-i cesaretle, 'Siz bu zihniyetle dünyayı Müslüman edemezsiniz' karşılığını vereceğim. Hayır sakınca yok, cevabını alırsam 'Biz Türklerin de Latin harfle­rini kullanmamıza müsaade eden bir fetva veriniz' ricasında bulunacağım. Hayır. Fransızlar ne kadar az Arap iseler biz de okadarazArabız..."1063

Meşrutiyet öncesinde Latin harflerine geçilmesini savunan­lar arasında Hafız Ali Efendi adlı bir hocanın da bulunması dik­kat çekicidir.1064

özgür fikirleri savunduğu ve tartışma konusu yaptığı için hükümetçe sık sık kapatılmış, bu yüzden değişik adlar altında (Serbest Fikir, Uhuvvet-i Fikriye) çıkmıştır. Derginin tam bir koleksiyonu İstanbul Atatürk Kütüphanesinde bu­lunmaktadır.

1062 Kılıçzade Hakkı, daha sonra bu imzasız yazıları Mustafa adlı bir gencin ka­leme aldığını belirtmiştir "Mustafa isminde bir genç mecmuada buna (Latin harflerine) ait bir silsile-i makalat neşretmekteydi" ("İzmir İktisat Kongre­sinde Harfler Meselesi", İçtihad, 154 (1923), 3175). Kılıçzade Hakkı, o za­man Dahiliye Nazırı olan Talat Paşa'nın isteği üzerine bu yazı dizisine son verildiğini, daha doğrusu Hürriyet-i Fikriye'nin kapatıldığını bildirmektedir (İçtihad, 155 (1923), 3196).

1063 Ülkütaşır, age, s.39,40.

1064 Sami N. Özerdim, Yazı Devrimi'nin Öyküsü, Ağustos, 1998, s. 11.

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

1911 yılında Manastır-Bitola'da Latin harfleriyle basılan ilk Türkçe gazete yayınlanmıştır. Zekeriya Sami Efendi'nin çıkardı­ğı Esas adlı gazete cumartesi günleri çıkmıştır.

Prof. İlber Ortaylı, Türkiye'de ve dünyadaki alfabe tartış­malarını şöyle özetlemiştir:

"İ 9. yüzyıla gelindiği zaman hiç şüphesiz ki Türkiye çok önemli bir bürokratik devrim geçirdi. Tanzimat idaresi demek idarenin insanların toplumun hayatına aktif müdahalesi demek­tir. Okul açıyordu, devlet sağlık işleri ile ilgileniyordu, vergilerin daha düzenli bir biçimde toplanması söz konusuydu, askerlik ordu meselesi kayıt kuyutu gerektiriyordu ve nüfus hareketleri­nin takip edilmesi başlamıştı. Şimdi bu keyfiyet karşısında me­mur kadroları büyüdü, okuma yazma yani kitleyle temas kurul­du, gazete çıkarıldı (ki 2. Mahmut biliyorsunuz takvim-i mekayı çıkartmıştı ve Mısır'da da Hidivlik İdaresi Mehmet Ali Paşa aynı şeyi tekrarlamıştı, hatta onlar öncüydü bile.) Matbaanın gelişti­ğini görüyoruz. Bu durumda sadece okumak konumunda olan­lar idare edilenler değildi. İdare edenlerin de daha kolay daha standart bir imla ile yazmaları gerekiyordu. Bu bize has bir key­fiyet değildir. 18. yüzyılın başında, Rusya aynı keyfiyet içinde bü­rokratik modernleşmesine başladığında büyük Petro, Slav Rus alfabesini ıslah etti ve tam 11 harfi çıkarttı. Lüzumsuz gördü­ğü aynı şeyin benzerini 1917'den sonra Bolşevikler de yaptılar. Avusturya'da Mariterez imlayı ıslah etti. Fransa 17. asırda yap­mıştı bunu, çok daha erken bir dönemde. Demek ki bu bir kaçı­nılmaz dönemeçti ve Türkiye bu yola girdi. Şemseddin Sami Bey ünlü lügat ve ansiklopedisinde Kamusel alam, Kamusuturki ve Kamusufransevi'de Türk alfabesini Osmanlıca dediğimiz Arap harfli Türkçeyi bir takım harekelerle yazmak bir yana bir takım seslileri ilave etmiştir. Mesela gül harfini "k" ve "l" diye değil eskiden olduğu gibi g ve l araya vav (u) koyarak yazdı. Sustanı yazarken mesela dikkat ederler. Bir takım isimlerde buna dik­kat edilir. Aynı şeyi Kırım'da bütün Türk dünyası için İstanbul Türkçesi ile bir gazete çıkaran tercüman gazetesini çıkaran İsma­il bey Gaspıralı da yapmıştır. Hatta o kadar ki bu tip yeni imlalı Türkçeyi öğretmek için usulü Cedid dediği mektepleri kurmaya başlamış, buralarda süratle okuma yazma öğretmiştir ve bun­ların sayısı 20 yıl içinde ta uzak Asya'daki Doğu Türkistan'a kadar beş bine ulaşmıştır. Bu okulların sayısı bu usûl üzeri öğre­tilirdi. Gene Türkiye'de 2. Meşrutiyette Sattı el Husri kurduğu çocuk yuvalarında bu tarz biçimde okuma yazma öğretiyordu ki, benim neslimde ilkokula gittiğimiz zaman onun yöntemleri ile tabii Latin harfleri ile kolay okuma yazma öğrenirdik. Bu hiç şüphesiz ki problemi çözmüyordu. Nasıl olur da sekiz tane ünlü ile bugün yazılan Türkçe o devirde sadece vav ve elif bir ölçüde güzel h dediğimiz üç buçuk sesli harf ile işi idare edecek. Tabii bu imla karışıklığı değişiklikler getirdi. Kitlenin okuma yazmayı hızlı öğrenmesi için harbin içinde Enver Paşa bütün harfleri Arap harflerini bitişmeden yazılacağı bir sistem getirtti. Enver'i yazı denir, pratik değildi, bırakıldı. Türk cemiyeti, her gazetenin, her derginin nerdeyse her nüshasında bu sorunu tartışır hale geldi. Kaldıralım kaldırmayalım. Latin harflerini getirelim getirmeye­lim! Hayır efendim imlayı ıslah edelim. Bu 1928'e kadar devam etti. 1928'in önündeki örnek Azerbaycan'dı."1065

Özetle tanzimattan, meşrutiyete, meşrutiyetten cumhuriye­te, Arap harfleriyle Türkçeyi yazma konusundaki yetersizlik ve buna bir çözüm bulma konusu uzun ve hararetli tartışmalara yol açmıştır. "Bu nedenledir ki Türkçede Arap harflerinin kul­lanımı bilhassa 18. ve 19. asırlarda bir problem haline gelmeye başlamıştır ve 20. yüzyılda da bildiğimiz harf devrimin nedeni olmuştur."1066 Bir çok Osmanlı aydını bu konuda görüş ileri sür­müştür. Bir kısım, Arap harflerinin "ıslah edilerek" Türkçeye uygun hale getirilmesini savunurken, diğer bir kısım Arap harf­lerinin tamamen bırakılarak Latin harflerine geçilmesini savun­muştur.

19. yüzyılda en tutucu Osmanlı aydınları bile Arap harfleri­nin Türkçeyi yazmaya uygun olmadığını kabul etmişlerdir.

1065 http://arsiv. ntvmsnbc.com/ntv/metinler/Tarih_Dersleri/ekim_2008/08.asp

1066 ags.

470


Türkiye'den önce Arnavutluk ve Azerbaycan, Türkiye'den sonra da Bulgaristan ve Türkmenistan Latin harflerini kabul etmiştir.1067

Yani Atatürk'ün Yazı-harf devrimi, Cumhuriyet tarihi ya­lancılarının söyledikleri gibi, birdenbire "milleti geçmişinden koparmak için ortaya atılan" bir proje değil, toplumsal ihti­yaçtan doğan ve yaklaşık 150 yıllık bir tartışmadan sonra bü­yük bir cesaretle düşünceden uygulamaya geçirilen köklü bir devrimdir.1068

Dil Devrimi

16. yüzyıldan sonra Arapça ve Farsçamn "istilasına" uğra­yan yazı dili, Türkçe konuşma dilinden çok uzaklaşmıştır. Aydın­lar Arapça ve Farsçayı benimserken, halk Türkçede ısrar etmiştir. İşte Osmanlı'da aydm-halk arasındaki bu kopukluğu gidermek için 19. yüzyıldan itibaren bazı devlet adamları ve aydınlar dil sorununa kafa yormaya başlamışlardır. Yani, Cumhuriyet tarihi yalancılarının iddia ettikleri gibi Atatürk, durup dururken Arap­ça ve Farsça sözcükleri dilden ayıklayıp öz Türkçe sözcüklere yönelmemiştir. Bu işin de bir tarihsel altyapısı vardır.

Tarihsel Altyapı

Osmanlı'da medreselerde Türkçe yasaktır. Bilim ve edebiyat dili Arapça ve Farsça olduğu için Türkçe sadece halk arasında yaşamaya devam etmiştir. Türkçenin özellikle eğitim-öğretimden uzak tutulması Türkçeye büyük zarar vermiştir.

1067 Bilal N. Şimşir, Türk Harf Devrimi Üzerine İncelemeler, Ankara, 2006, s. 117 vd.

1068 Mustafa Armağan, Harf Devrimi'nin, Lozan görüşmeleri sırasında gündeme geldiğini belirterek, özetle Atatürk'ün, İngilizlerin isteği üzerine Türkiye'yi La­tin harflerine geçirdiğini iddia etmektedir! Latin harflerine geçişin Türkiye'yi "İslami geçmişinden" koparmak anlamına geldiğini düşünen Armağan, bu işin arkasında İngilizlerin olduğunu belirterek düşüncesini güçlendirmeye ça­lışmaktadır. Ancak Harf Devrimi'nin 150 yıllık alt yapısı ve Atatürk'ün "din dilini Türkçeleştirmesi" Armağan ve onun gibi düşünenleri yalanlamaktadır.

471


Osmanlı'da Türkçenin öğretim dili olarak kullanılmaya baş­lanması Mühendishane-i Bahri Hümayun'un (Deniz Harp Oku­lu) kurulmasıyladır. 1773'de Baron de Tott ve Cezayirli Hasan Efendi tarafından kurulan bu okulda De Tott ve Hasan Efendi derslerini Türkçe vermiştir.1069

1793 tarihinde III. Selim tarafından kurulan Mühendishane-i Berri Hümayun'da (Kara Harp Okulu) da dersler Türkçe veril­miştir. III. Selim, Kara Harp Okulu bünyesinde 400 cilt kitaplık bir kütüphane kurmuş ve bazı Fransızca kitapların Türkçeye ter­cüme edilmesini istemiştir.1070

II. Mahmut döneminde Türkçenin Arapçamn baskısından kurtarılması için bazı önemli adımlar atılmıştır. 1827 yılında açı­lan Tıp Okulu'nda Türkçeye önem verilmesini bizzat II. Mah­mut istemiştir:

"Tıp bilimini tümüyle kendi dilimize alıp gerekli kitap­ları Türkçe olarak düzenlemeye çalışıyoruz. Sizlere Fransızca okutmaktan benim beklediğim, Fransız dilini öğretmek değil­dir. Ancak tıp bilimini öğretip yavaş yavaş kendi dilimize al­mak ve ondan sonra memleketin her yanında Türkçe olarak yaymaktır."1071

Arapça ve Farsçanın egemenliğindeki Osmanlıca, "Türk­lerin devlet dairlerinde işlerini gördürmelerini ve kendileri için yürürlüğe konulan hükümleri anlamalarını güçleştirmekte idi." Ziya Paşa, halkla devlet arasındaki bu kopukluğu şöyle bir ör­nekle ifade etmektedir:

"Sorgu yargıcı davalıya konuşulan Türkçe ile soru sorar ve yanıtlar alır, fakat tutanağını resmi deyimlerle saptar. O biçim­deki tutanağı davalıya okuduğunda davalı sözlerinin Arapçaya çevrildiğini sanarak hiçbir şey anlamaz ve nezaket gereği tutana­ğın altına mührünü ya da parmağını basar."1072

1069 Karal, agm, s.48,49.

1070 agm, s.50.

1071 Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.II, s.293; Şerafettin Turan, Atatürk ve Ulusal Dil, Eylül 1998, s.ll.

1072 Şerafettin Turan, Atatürk ve Ulusal Dil, Eylül, 1998, age, s.12.

472


1789 Fransız İhtilali sonrasında Avrupa'da milliyetçiliğin gelişmeye başlamasıyla Osmanlı'da da Türk milliyetçiliği geliş­meye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nu kurtarmaya yöne­lik Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi fikir akımlarından bir sonuç alınamayınca son dönem Osmanlı aydınlarının büyük bir bölü­mü Türkçülüğe yönelmiştir. Namık Kemal, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi aydınların yazılarıyla beslenen Türkçülük, Jöntürk-ler ve İttihat Terakki zamanında imparatorluğun resmi ideo­lojisi durumuna gelmiştir. Bu nedenle 1876 Anayasası Kanuni Esasi'nin 18. maddesinde, "Osmanlı uyruğunda bulunanların devlet hizmetlerinde çalıştırılabilmeleri için devletin resmi dili Türkçeyi bilmeleri gerekir" hükmüne yer verilmiştir.1073

1877'de yürürlüğe giren belediyeler yasasına göre de beledi­ye meclislerine üye olacakların "Türkçe konuşmaları" zorunlu kılınmıştır. 1074

Anayasada Türkçenin resmi dil olduğunun belirtilmesiyle ilk okullarda Türkçe resmi dil haline getirilmiştir.1075

Türkçeyi güçlendirmek amacıyla ilk dernek 1908'de kuru­lan Türk Derneği'dir. Kurucuları arasında Ahmet Mithat, Necip Asım, Velet Çelebi, Buhara Tahir gibi aydınlar vardır. Derneğin temel amaçları, Osmanlı Türkçesini halkın anlayacağı bir hale getirmek, Türkçeyi ilim dili haline getirmek ve Türk halkı ara­sında Türk dili derlemeleri yapmak, olarak açıklanmıştır.1076

Dilde devrim tartışmaları, imparatorluğun özgür şehri Selanik'te başlamıştır. Burada Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp gibi isimler Türk dilini sadeleştirmek için kapsamlı bir çalışma başlatmışlar­dır. Genç Kalemler, dilde başlattıkları devrimi Yeni Lisan başlığı altında şöyle sınıflandırmışlardır:

1. Ulusal bir edebiyat için ulusal bir dil yaratmak,

2. Beş yüz yıldan beri konuşulan Arapça sözcükleri korumak,

1073 age, s.13.

1074 age, s.14.

1075 Karal, agm, s.77.

1076 agm, s.81,82

473


3. İstanbul Türkçesini esas alıp yazı diliyle konuşma dilini birleştirmek.1077

Şinasi, Ziya Paşa, Ali Suavi, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa ve Şemseddin Sami gibi aydınlar Türkçeye önem verilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Şemseddin Sami,"Dilimizi sadeleşti-relim, dilimizi Türkçeleştirelim diye bağırmaktan vazgeçmeye­ceğiz" diyerek bu konudaki kararlığını belirtmiştir.1078

Şinasi, halkın bilinçlenmesi için Türkçenin tüm halkın an­layabileceği biçimde sadeleştirilmesinden yanadır. Türkçe ata­sözlerini toplayıp yayınlamış, saf Türkçe şiirler yazmayı denmiş, yabancı sözcükleri dilden ayıklamaya çalışmıştır. 1079

Ziya Paşa, nazım ve nesirde kullanılan sözcüklerin üçte bi­rinin bile Türkçe olmadığını belirtmiştir. Ona göre divan edebi­yatının dili ve örnekleri Türkçe değildir. Bu durum Türkçenin gelişmesini engellemiştir.1080

Ali Suavi'ye göre, Osmanlıca siyasal bir deyimdir. Osmanlı sözcüğü dilin ne olduğunu anlatamaz, doğrusu Türk dilidir. Halk diline, yani Türkçeye sahip çıkan Suavi bir yazısında, "Hiçbir adam bir kere alıp okuyup anlamadığı şeyi bir daha ele alıp okur mu? Ezcümle sanayi ve f ununa dair kitaptan, mesela bir ziraat kitabı nasıl okunsun? İçinde Arapça ve Farsça lügatler var; toprak altına gömülmüş hazine gibi (telkih) yazılmış, ne olur telkih yerine (aşı) yazılsa idi." demiştir. Türkçenin dünya­nın en eski dillerinden biri olduğunu düşünen Suavi, Osmanlı Türkçesinden Arapça ve Farsça kurallarının kaldırılmasını ve din dilinin Türkçeleştirilmesini önermiştir. 1081

Mustafa Celalettin Paşa'nın da Türkçenin gelişmesinde bü­yük rolü vardır. "Eski ve Modern Türkler" adlı kitabında dün­yanın en eski uygarlıklarından birini kuran Türklerin dillerinin


de çok eski olduğunu ileri sürmüş ve Türkçenin Latinceyi derin­den etkilediğini örneklerle anlatmaya çalışmıştır. 1082

Cevdet Paşa'nın da Türkçeye büyük hizmetleri vardır. Onun kurduğu ilk öğretmen okulu Darülmuallimat'ta programlarda fazlaca Türkçe dersi vardır. Yine onun kurduğu Encümen-i Da-niş ilk Türk dil akademisidir. Akademinin kuruluş bildirgesin­de "Akademi, Türk dilini geliştirmeye çalışacaktır. Bu dil ihmal edilmiştir. Eskiler eserlerinde Arapça ve Farsça kelimelere o ka­dar yer vermişlerdir ki, bir sahife de ancak bir iki Türkçe sözcüğe rastlanmaktadır." denilerek, Osmanlıca eleştirilmiştir. 1083

II. Meşrutiyet döneminde Türkçenin resmi dil olması yü­nünde ciddi adımlar atılmıştır. Bu dönemde Türk dili üzerine yapılan tartışmaları üç noktada toplamak mümkündür: 1. Res­mi yazışma dilinin sadeleştirilmesiyle yetinilmesi, 2. Alfabenin düzenlenmesi, 3. Türkçenin Arapça ve Farsçadan temizlenerek bağımsız bir dil durumuna getirilmesi.1084

Yeni Osmanlılar döneminde Türk dili çalışmaları Cemalet-tin Afgani'nin yönlendiriciliği altında gelişmiştir. Afgani'nin öne­risi doğrultusunda Türk dili çalışmaları üç aşamada gelişmiştir:

1. Türkçenin öz köklerinin Arapçayla ilgisinin bulunmadığını göstermek,

2. Türkçeyi halkın anlayacağı biçimde geliştirmek,

3. Türk edebiyatını Arapça ve Farsça etkisinden koparıp ba­ğımsızlığına kavuşturmak.1085

Bu doğrultuda, Buhardı Şeyh Süleyman Efendi, Şemsettin Sami, Necip Asım Bey, Velet Çelebi çok önemli dil çalışmaları­na imza atmışlardır. Örneğin Necip Asım, Ural-Altay dilleri ve Türkçe, eski Türk yazısı, Orhun Anıtları, Türk tarihi konuların­daki yazılarıyla Türkçenin kökleri çok eskilere giden mükemmel bir dil olduğunu anlatmaya çalışmıştır.1086


Başlangıçta Arapçamn önemine de vurgu yapan Ziya Gö-kalp zamanla Türkçenin öneminden söz etmeye başlamıştır. Gö-kalp, "Lisan" ve "Vatan" adlı manzumelerinde Türkçenin öne­minden şöyle söz etmiştir:

" Yeni sözler gerekse Burada uy herkese Halkın söz yaratmada Yollarını benimse

Arapçaya meyletme İran'a da hiç gitme Tecvidi halktan öğren Fasıklardan işitme.

Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur Köylü anlar manasını namazdaki duanın Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudanın Ey Türk oğlu işte senin orasıdır vatanın."ıwı

Burada kısaca özetlemeye çalıştığımız gibi, özellikle 19. yüz­yıla gelindiğinde dünyadaki gelişim ve değişime paralel Osmanlı­da yazı ve dil tartışmalarının başladığı görülmektedir.

Asırlar boyunca kendi yapısına uymayan Arap alfabesiyle yazılan ve Arapça Farsça sözcüklerin istilası sonrasında öz ben­liğini yitiren Türkçeyi yeniden canlandırmak zorunluluğu orta­ya çıkmıştır. Aslında bu durum bir bilinçlenmeden çok tarihsel gelişmelerin zorlamasının sonucudur. 19. yüzyılda bir taraftan Osmanlı'nın çözülmeye başlaması ve Türkçülüğün ortaya çık­ması, diğer taraftan Batılılaşamaya paralel Batı'dan alınan söz­cüklere yeni karşılıklar bulunma ihtiyacı, alfabe ve dil tartışma­larına yol açmıştır.

1087 agm, s.89,90. 476

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazı ve Dil Devrimi'nin Nedenleri

Atatürk, 1928 yılında Yazı Devrimi'ni, 1932'de ise pil Devrimi'ni gerçekleştirmiştir. Yazı ve Dil Devrimleri birbirini tamamlayan devrimlerdir. Yazı Devrimi'yle Türkçenin yapısına uymayan Arap harfleri yerine, Türkçenin yapısına uyan Latin harfleri benimsenmiş; Dil Devrimi ile de Türkçeyi adeta esir alan ve halkın anlamakta zorlandığı Arapça ve Farsça sözcükler dil­den ayıklanmaya çalışılmış, bunun yerine "türetme", "derleme" ve "tarama" çalışmalarıyla yeni Türkçe sözcükler dile kazandı­rılmaya çalışılmıştır.

Yazı Devrimi'nin Nedenleri

1. Türkçeyi, Türkçenin Yapısına Hiç Uymayan Arap Harf­leriyle Ya/ma Garabetinden Kurtarmak: Prof. Bernard Lewis, bu durumu, "Arap alfabesi Arapçaya mükemmel uymakla bera­ber Türkçede Arap yazısının ifade edemediği birçok şekil ve ses yapısı vardır."şeklinde ifade etmiştir.1088 Prof. Muharrem Ergin de Arap alfabesinin Türkçenin yapısına uymadığını şöyle ifade etmiştir: ""Türkler arasında çok uzun zaman ve geniş ölçüde kullanılmış olmasına rağmen Arap harfleri Türkçe için hiç de elverişli bir yazı vasıtası değildi. "1089 Arap harflerinin Türkçeye uyumsuzluğunu şöyle açıklayabiliriz: 1) Türkçe yapısı itibariyle sesli harflerin bolca kullanıldığı bir dildir, ama Arap alfabesinde sadece "üç" sesli harf vardır. 2) Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren sözcüklerde sesli harflerin kullanılmaması okumayı zor­laştırmaktadır. Örneğin, "kef" ve "lam" harfleriyle yazılan bir sözcüğün "kel" mi, "kil" mi, "gel" mi, "gül" mü, okunacağını anlamak çok zordur. Bu sözcüğü doğru okumak için cümlenin gidişine bakmak gerekmektedir. 3) Türkçe sondan eklemeli bir dil, Arapça ise çekimli bir dildir.1090 4) Arapçada sessiz harfle-

1088 Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, 5.bs, Ankara, 1993, s.421.

1089 Muharrem Ergin, "Türklerde Yazı ve Alfabeler", Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1976, 340-376.

1090 Korkmaz, agm, s.25.

477


rin okunuşu kuralsızdır: Örneğin, "dal" (de) harfinden başka "ti" adı verilemiş olan "t" harfi zaman zaman "de" okunurdu. "Gayn" (g) ve "Kaf" (k) sessizleri sözcüğe göre "g", "k" olarak da okunurdu. "H" sessizi için de üç ayrı harf vardı: "ha" (nok­tasız), "hı" (noktalı), "he" (hazır). "S" sessizi için de üç ayrı harf vardı: "Se" (üç noktalı), "Sin" (dişli), "Sat". Se'nin kullanılacağı Türkçe sözcük yoktu. "T" için de iki harf vardı: "te" ve "ti". Örneğin Tarih "t" ile, Takım "ti" ile yazılırdı. "Y" ise hem sesli hem sessiz yerine geçerdi. "Z" içinse dört ayrı harf vardı: "Zel" (noktalı dal), "Ze" (z), "Zı" (noktalı ti), "dat" (noktalı sat).1091

5) Arap harflerinin bitişik yazılması okumayı zorlaştırmaktadır.

6) Rık'a, Nesih, Talik, Sülüs, Matbu gibi birçok çeşidi olan Arap yazısının bütün bu çeşitlerini okumak uzmanlık gerektiren bir iştir. Dolayısıyla Arap harfleriyle okuma yazma bilen birinin önüne gelen tüm metinleri okuması imkânsızdır. 7) Arap harfleri başta, ortada, sonda farklı yazılmaktadır. Bu nedenle Arap alfa-besindeki 33 harf 99 harf halini almıştır. Bütün bu farklı şekille­ri ezberlemek zaman aldığından Arap harfleriyle okuma yazma öğrenmek uzun zaman almaktadır. Arap harfleri Türkçenin ya­pısına uymazken, Latin harfleri, hem eski Türk runik harflerine benzemesi, hem de birçok bakımdan Türkçenin yapısına uyduğu için tercih edilmiştir. Böylece güzel Türkçemiz kendini daha iyi ifade edebilme olanağına kavuşmuştur.

2. Okuma-Yazma Oranını Arttırmak: Arap harfleriyle oku-ma-yazma öğrenmek, Arapçanın karmaşık kuralları, farklı yazı çeşitleri ve harflerin başta, ortada, sonda farklı yazılması nede­niyle çok zaman almaktadır. Bu nedenle Osmanlı'da okuma yaz­ma oranı hep çok düşük olmuştur. Örneğin, Harf Devrimi'nin yapıldığı dönemlerde okuma yazma oranı kadınlarda binde 3, erkeklerde ise yüzde 7 civarındadır. Prof. Sina Aksin, "'Osman­lı Devleti'nde II. Meşrutiyete rağmen okuryazarlığın 1918'de yüzde S'i geçmediği tahmin edilebilir. 1927'de bu oran yüzde 10.7'dir." diyerek Atatürk'ün Harf Devrimi gibi çok radikal

1091 Özerdim, age, s.12,13. 478


bir devrimi gerçekleştirmesinde bu düşük oranların çok etkili olduğunu belirtmiştir.1092 Falih Rıfkı Atay da, "Eğer bu nispet yüzde elliyi aşmış olsaydı yazının değiştirilmeyeceğine şüphe yoktu" demiştir. Gerçekten de Latin harflerinin kabulünden sonra Türkiye'de okuma yazma oranı ciddi bir şekilde artmış, 1950'lere gelindiğinde okuma-yazma oranı yüzde 45-50'lere yaklaşmıştır. Yani 25 yıldan daha kısa bir zamanda okuma-yazma oranı yüzde 7-10'lardan yüzde 45-50'lere çıkmıştır. Bu çok açık bir başarıdır.

3. Batıdan Daha İyi Yararlanmak: Atatürk devrimleri "akıl" ve "bilim" rehberliğinde Türkiye'nin "çağdaşlaşması­nı" hedeflemiştir. 1920'lerde "Türkiye'nin çağdaşlaşması" de­mek, "Türkiye'nin Batı'dan yararlanması" demektir. Çünkü o günlerde "çağdaş uygarlığı" temsil eden Batı'dır, Avrupa'dır. Türkiye'nin yararlanmaya çalıştığı o Avrupa milletleri de ken­di dillerini Latin alfabesiyle yazmaktadırlar. Türkiye'nin ticari, ekonomik, kültürel, sosyal ve bilimsel açılardan Batı'dan daha rahat yararlanabilmesi için Batı'nın kullandığı harfleri kabul et­mesi önemlidir. Harflerle birlikte Batı'nın kullandığı "rakamlar" "ölçüler", "takvim" ve "saat" de alınmış, böylece çağdaş uygar­lığın merkezi Batı'ya çok daha fazla yaklaşılmıştır.

4. Arap Harflerinin Yarattığı Toplumsal Sınıflaşmadan Kur­tulmak: Okuma-yazması zor olan Arap harfleri toplumda hiç de küçümsenmeyecek bir sınıflaşma yaratmıştır. Saray çevresi, zen­ginler, aydınlar ve din adamları Arap harfleriyle okuma yazma bilirken, halkın büyük bir çoğunlu bu harflerle okuma-yazma bilmemektedir. Bu nedenle Osmanlı'da Arap harflerini bilenlerle bilmeyenler arasında bir uçurum meydana gelmiştir. Bu harfler­le okuma yazma bilenler adeta "imtiyazlı" bir nitelik kazanmış­tır. Özellikle, din dilinin de Arapça olmasından yararlanan "din adamları" toplumda ayrıcalıklı bir konuma gelmişler, hatta zaman zaman çıkar peşinde koşan din adamları Arap harfleriyle yazılmış

1092 Sina Aksin, Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi, C.II, İstanbul 1997,

479


her metni, "dinsel metin" zanneden cahil halk kitlelerini kolayca kandırarak kazanç elde etmişlerdir. İşte, yazılması ve okunması çok kolay olan Latin harfleri kabul edilerek bu toplumsal sınıf­laşmayı ortadan kaldırmak amaçlanmıştır. Bu arada başta Kuran olmak üzere din dili de Latin harfleriyle yazılıp Türkçeleştirilerek çıkarcı din adamlarının Arap harflerini istismar ederek dindar Türk insanını kandırmaları önlenmek istenmiştir.

5. Devrimi Yerleştirmek İçin Bir Süre Geçmişle Bağlan Koparmak: Bütün devrimler, bütün yenilik hareketleri, kendi­lerinden önceki düzeni, en azından belli bir süre alabildiğince eleştirmek zorundadırlar. Çünkü devrimler, eski yıkılan düzenin eksiklerini ve yanlışlarını düzeltmek amacıyla yapılmıştır. Bu ne­denle de devrimci kadro devrimin sıcaklığını koruduğu, devri­mi yerleştirme sürecinde eskiyle bağları koparıp, eskiyi eleştirir. Bütün devrimlerde böyle olmuştur. Atatürk de Türk devrimini yerleştirirken eski düzenle, yani Osmanlıyla en azından bir süre­liğine bağları koparmak, yeni nesilleri yeni değerlerle donatmak istemiştir. Bu süreçte Arap harflerinden Latin harflerine geçilme­si "Osmanlı birikimiyle" bağların geçici bir süre kopmasına yol açmıştır. Prof. Sina Akşin'in ifadesiyle, "Atatürk ve arkadaşları yeni harfleri, Tank Bin Ziyad'ın İspanya'yı fethederken gemile­rini yakması gibi, Osmanlı kitaplarındaki ortaçağ birikimiyle ilişkileri koparmak için de" istemiştir.1093 Bu durum, ebediyen Osmanlı geçmişiyle bağların koparılması anlamana gelmemekte­dir kuşkusuz! Nitekim Osmanlı Tarihi konusundaki ilk bilimsel araştırmaları başlatan da bizzat Atatürk'tür. Manevi kızlarından Prof. Afet İnan'ın araştırmasını istediği konulardan biri ünlü Os­manlı denizcisi ve coğrafyacısı Piri Reis'in hayatı ve eserleridir. Fatih ve Mimar Sinan başta olmak üzere Osmanlı büyüklerinin heykellerinin dikilmesini isteyen de Atatürk'ten başkası değildir. Yani, "devrim mantığı" gereği, cumhuriyetin ilk yıllarında belli bir dönem Osmanlının eleştirilmesini bir "Osmanlı düşmanlığı" olarak değerlendirmemek gerekir, bu bir devrim yöntemidir.

1093 age, s.69. 480


6. Kutsal Yazı Anlayışına Son Vermek: Başta Kuran olmak üzere İslam dininin temel kaynaklarının Arap harfleriyle Arapça olarak yazılmış olmasından dolayı, Arap harflerini ve Arapça'yı bilmeyen insanlar -ki bu oran toplumun yüzde 90'ı dır- gördük­leri her Arap harfli Osmanlıca metni "kutsal yazı" zannederek saygı duymaktadır. Oysa ki, o saygı duydukları Arapça metin belki de karı koca arasındaki müstehcen bir yazışmadan ibaret­tir. İşte Latin harflerine geçilmesinin nedenlerinden biri de bu "kutsal yazı" anlayışına son vererek, bir bakıma halkın "aptal" yerine konulmasını engellemektir. "1928'de Latin harflerinin kabulü ile konuşma dilinin yazıya geçirilmesi ve okuma yazma etkinliği kolaylaştırılmış olmaktan başka, ilgili yasa ve yönetme­likler içersinde aynı zamanda sorgulamayı engelleyen, eleştirel aklı devre dışı bırakan 'kutsal yazı' anlayışına da son verilmiş olmaktadır. "1094

7. Dış Türklerle Bağlan Devam Ettirmek: Atatürk'ün en temel politikalarından biri Türk dünyasıyla kültürel, sosyal ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesidir. Orta Asya Türklerini asimilasyon politikası uygulayan Sovyet Rusya, 1922 yılında al­dığı bir kararla Azerbaycan'ı Arap alfabesinden Latin alfabesine geçemeye zorlamıştır. Sovyetler, Azerbaycan ve Orta Asya'daki diğer Türk devletlerini Latin alfabesine geçirerek Türk dünyası­nın hem İslam kültürüyle hem de Türkiye'yle bağlarını kopar­mayı amaçlamışlardır.1095 Atatürk'ün Türkiye'de Arap harfleri­nin yerine Latin harflerini kabul etmesinin nedenlerinden biri, Sovyet Rusya'nın bu oyununu bozmak, Latin harflerine geçirilen Azerbaycan'la sosyal ve kültürel bağları devam ettirmektir. Bu gerçeği bizzat Atatürk, "Latin alfabesine geçmek suretiyle Orta Asya Türkleriyle ilişkilerimizi sıkılaştırmak istiyoruz" biçimin­de ifade etmiştir.1096

1094 Alper Akçam, Anadolu Rönesansı Esas Duruşta, Ankara, 2009, s.124.

1095 Mehmet Saray, Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, istanbul, 1993, s.80-82.

1096 İsmet Bozdağ, Atatürk'ün Sofrası, s.141-133; Necip Mirkelamoğlu, Atatürk­çü Düşünce ve Uygulamada Din ve Laiklik, 2000, s. 174.

481

Dil Devrimi'nin Nedenleri

1. Türkçeyi Kurtarmak: 16. yüzyıldan sonra Arapça ve Farsçanın bilim ve edebiyat dili olarak Osmanlı'da egemen ol­masından sonra unutulan ve dışlanan Türkçeyi kurtarmak Dil Devrimi'nin öncelikli amacıdır. Arapça ve Farsça sözcüklerin dili istila etmesi üzerine gün geçtikçe daha da fakirleşen ve sadece Anadolu Türklerinin ağızlarında yaşamaya devam eden Türkçeyi eğer Atatürk Dil Devrimi ile koruma altına almasaydı, bugün bel­ki de Türkçe diye bir dil kalmayabilirdi. Atatürk, "Dilimizi, Os-manlıcanın Türkçeye zarar veren pürüzlerinden ayıklamak, yazı dilinden Türkçeye yabancı unsurları atmak'" için Dil Devrimi'ni gerçekleştirmiştir.1097 Dil Devrimi, bir taraftan Arapça, Farsça, İtalyanca vb sözcükleri diden ayıklayarak Türkçeyi rahatlatma­ya çalışırken, diğer taraftan, "türetme", "tarama" ve "derleme" çalışmalarıyla Türkçeyi zenginleştirmeye çalışmıştır. Atatürk Dil Devrimi'ni, "Asırlardır ihmal edilen Türkçeyi kurtarma proje­si" olarak görmüştür. Türkçeyi kurtarmak için de yine bilimden yararlanmıştır: Atatürk, "Dile, söz türetme olanakları açısından işleklik kazandırarak Türkçeyi milli kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı yapabilmek; uzun vadede çağdaş uygarlık düze­yinin gerekli kıldığı bütün kavram ve terimleri karşılayabilecek işlek ve zengin bir kültür dili durumuna getirebilmek" için mü­cadele etmiştir.1098

2. Konuşma Diliyle Yazı Dili Arasındaki Açıklığı Kapatmak: Osmanlıda halkın büyük bir çoğunluğu Türkçe konuşurdu, an­cak Türkçe okuyup-yazamıyordu. Türkçe halk ağızlarında yaşı­yordu, halkın diliydi. Osmanlı'da eğitim, bilim ve edebiyat dili Arapça ve Farsça olduğu için Osmanlı okur-yazar kesimi, Os­manlı aydınları Arapça ve Farsça bilirler, Türkçeye önem ver­mezler, hatta "kaba, halk dili" diyerek Türkçeyi aşağılarlardı. 16. yüzyıldan sonra halkın konuşma dili Türkçeyle, aydınların yazı dili, Arapça ve Farsça ağırlıklı Osmanlıca gittikçe birbirinden

1097 Korkmaz, agm, s.26.

1098 agm, s.26.

482


uzaklaşmıştır. Osmanlı'da öyle bir zaman gelmiştir ki, Türkçe konuşan halk Osmanlıca yazılan metinler kendilerine okundu­ğunda hiçbir şey anlamaz olmuştur. İşte Dil Devrimi'nin amaç­larından biri de yazı diliyle konuşma dili arasındaki bu açıklığı kapatmaktır. Atatürk, "Aydınların dili ile halkın dili, konuşma dili ile yazı dili arasındaki Osmanlıca dolayısıyla ortaya çıkmış olan açıklığı kapatarak dile ulus varlığı için de birleştirici ve bü­tünleştirici bir nitelik kazandırmak." istemiştir.1099

3. Ulus Devleti Güçlendirmek: Dil Devrimi'nin en önem­li nedenlerinden biri ulus devleti güçlendirmektir. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, çok uluslu Osmanlı İmparatorlu­ğu dağıldıktan sonra kurulan bir ulus devlettir. Ulus devletle­rin en belirgin özelliği de "resmi dildir". Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da ifade edildiği gibi "Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dili Türkçedir". Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarken "bu ulus devletin bir ulusal dile ihtiyacı olduğunu" düşünerek Türkçenin "öz güzelliğini" ve "zenginliğini" ortaya çıkararak Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışır bir Türkçe yaratmak istemiştir. Arapça, Farsça, İtalyanca, Fransızca vb. dillerle sarıp sarmalan­mış Osmanlıca, bir çok uluslu imparatorluk olan Osmanlının ihtiyaçlarına cevap vermiş olabilirdi, ama yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devletti ve yamalı bohça durumundaki Os-manlıcanın Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dili olması olanak­sızdı. Türkiye Cumhuriyeti'nin dili "arı", "duru" Türkçe olma­lıydı. İşte Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti'nde öğretim birliğine paralel olarak eğitimi millileştirmek ve öğretimi milli terbiyenin gerekli kıldığı bir milli eğitim diline kavuşturabilmek için" Dil Devrimi'ne ihtiyaç duymuştur.1100

4. Türkçenin Çok Eski ve Mükemmel Bir Dil Olduğunu Ka­nıtlamak: Dil Devrimi'nin nedenlerinden biri de Türkçenin "öz güzelliğini" ve "zenginliğini" ortaya çıkarmaktır. Atatürk, Türk Tarih Tezi'yle Türk ulusunun çok köklü bir ulus olduğunu orta-

1099 agm, s.26.

1100 agm, s.26.

483


ya koymak isterken, Türk Dil Tezi'yle de Türk dilinin dünyanın en eski ve zengin dillerinden biri olduğunu ortaya koymak iste­miştir. "Türk dili, Türk ulusunun yüreğidir, belleğidir" diyerek Türkçeye verdiği önemi gösteren Atatürk, Güneş Dil Teorisi'yle tarih içinde Türkçenin izlerini sürmüş ve sonuçta Türkçenin tüm dünya dillerini etkileyen "kök" dillerden biri olduğuna karar ver­miştir. Türk dilinin tarihini incelemek için Türk Dil Kurumu'nu kurdurmuş, yerli ve yabancı bilim insanlarının katıldığı Türk Dil Kurultaylarını toplatmış ve çok daha önemlisi, bizzat kendisi gece gündüz demeden adeta bir dilbilimci titizliğinde Türk dili araştırmaları yapmıştır. Özetle Atatürk, "Türkçenin güzellik ve zenginliklerini ortaya koyabilmek ve onun dünya dilleri arasın­daki değerine yaraşır bir seviyeye ulaştırabilmek için dilimizi bir bilim kolu olarak ele almak ve üzerinde kaynaklarına inen derin­lemesine incelemeler yapmak" için Dil Devrimi'ni yapmıştır.1101

Atatürk ve Yazı-Dil Devrimi

Yazı ve Dil Devrimleri, Atatürk'ün en "önemli" ve en "ce­sur" devrimlerinin başında gelmektedir. Arap yazısı ve Arap di­lini "kutsallaştırmış" bir toplumda Arapçanın egemenliğine son vererek Batı'yla özdeşleştirilmiş olan Latin harflerine yönelmek ve unutulmaya yüz tutan Türkçeyi arayıp bulmaya çalışmak, cidden çok cesaret isteyen çok zahmetli bir iştir. İşte Atatürk, dünya tarihinde bir benzerine daha rastlanmadık bu işi başar­mış; Arapçayı kutsallaştırmış bir toplumda Arap yazısının ve di­linin egemenliğine son vererek Latin harflerini benimsetmiştir.

1928-2010; aradan geçen tam 82 yıl sonra bu kararın ne kadar doğru bir karar olduğu, bugün Türkiye'de okuma yazma oranın yüzde 90'ları geçmesinden anlaşılmaktadır.

Prof. Ahmet Mumcu, Yazı ve Dil Devrimi'nin başarısını, "Türk harflerinin kabulü, devrimin en önemli bölümlerinden biridir. Türkçenin zenginleştirilmesi, okuma-yazma kolaylı­ğının sağlanması, basılan kitap sayısının birden bire artması

1101 agm, s.26. 484


hep bu devrimin nimetleridir. Yeni Türk kültürü bu devrim ile doğmuştur... Yalnız, Türk dilinin ve biliminin Arap harfleri ile yazılmış veya basılmış önemli yapıtlarını, Türk harfleri ile ve sadeleştirilerek yeniden yayınlamakla eski kültür hayatımızla olan ilişki kesilmeyecektir" diyerek ifade etmiştir.1102 Ancak ül­kemizin kadim Cumhuriyet tarihi yalancıları bu açık gerçeği bile kabul etmek istememektedirler.

Atatürk, yazı ve dil konularına çok önceleri kafa yormaya başlamıştır. II. Meşrutiyet'in ilanından birkaç yıl önce Selanik'te Bulgar Türkoloğu İvan Manolof'a, Latin alfabesinin alınması gerektiğinden söz etmiştir: "Batı medeniyetine girebilmemize engel olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli... Emin olunuz ki bunların hepsi bir gün olacaktır."1103

Atatürk, 13 Mayıs 1914'te Sofya'dan Madam Corinne'e gönderdiği Fransızca mektubun sonundaki Türkçe notu Latin harfleriyle yazmıştır.

"Not: Dünya insanlar için bir dar-ı imtihandır. İmtihan edilen insanın her suale mutlaka pek muvaffak cevaplar ver­mesi mümkün olmayabilir. Fakat düşünmelidir ki, hüküm ce­vapların heyeti umumiyesinden hasıl olan muhassalaya göre verilir. Bu nazariyeyi kabul ettikten sonra beni bazı noktalarda zayıf ve noksan bulmakla berber hemen menfi hüküm vermekte acele etmez ve Cevdet Bey'in mektubunda yer bulan satırlarınız başka manada kelimelerden terekküb ederdi. Valideniz ve kız kardeşinize selam ederim. Mustafa Kemal."1104

28 Haziran 1914 tarihinde ise Fransızca seslendirmeye göre ama Türkçe okunması gereken bir mektup daha göndermiştir. İşte, Atatürk'ün Latin harflerini kullanarak yazdığı o mektuptan bir bölüm:

"Son mektouboun adeta Yunanistan'ın kedjenlerde Tur-quaya yapdığı protestationa benziyor. İnssan boundan sonra

1102 Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İs­tanbul, 1996, 146

1103 Atatürk ve Türk Dili, Belgeler, C.l, Ankara, 1992, s.5; Korkmaz, age, s.22.

1104 Melda Özverim, Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü , "Bir Dostluğun Öykü­sü", 2. bs, İstanbul, 1998, s.45,46.

post-8-0-34923200-1419116597_thumb.jpg

artık moutlaka mouharebe oladjak izan idere. Fakate, netidje, tahmin oloundugou guibi djikmaya bilir."1105

Atatürk, Erzurum Kongresi ertesinde 8 Ağustos 1919'da, Mazhar Müfit Kansu'ya gelecekte yapacaklarını yazdırırken 5. sıraya "Latin harflerinin kabul edileceğini" yazdırmıştır.


Atatürk'ün, 28 Haziran 1914 tarihinde Latin harflerini kullanarak Türkçe yazdığı mektup


Halide Edip Adıvar, Atatürk'ün 1922'deki bir konuşmasında Latin harflerinin kabul edilmesinden söz ettiğini belirtmiştir.1106

Yazı ve Dil Devrimlerine çok önem veren Atatürk, yazı ve dil konusunda kendisi de çok önemli bilimsel çalışmalar yapmış­tır. Dünyada belki de ilk kez, devrimin önderi, devrimini kuram­sal olarak da bizzat biçimlendirmiştir. Atatürk'ün Yazı ve Dil Devrimlerindeki olağanüstü kişisel katkıların arka planında bu konulara çok ilgi duyması ve bu konularda çok okuması yat­maktadır. Atatürk'ün okuduğu 5000'e yakın kitap içinde yazı ve dil konularında çok sayıda kitap vardır. Atatürk bu kitapları, sayfa kenarlarına özel notlar alarak, önemli gördüğü satırların altını çizerek okumuştur. İşte Atatürk'ün yazı ve dil konusunda okuduğu kitaplardan bazıları:

1. Altay-Aladağ Türk Lehçeleri Lügatı-1-II (Vasiliy İvanoviç Verbiiskiy).

2. Agram Mumyası Etrüsk Metni (Hilarie de Barenton).

3. Ansiklopedik Sözlük (Prof. Joseph Bartelemy).

4. Anadilden Derlemeler (Hamit Zübeyr (Koşay)- İshak Rafet (Isıtmam)

5. Çuvaş Grameri Özeti (S. A Uhantey).

6. Çuvaş Söz Kökleri Lügati (N. İ. Zolontnitsky). 1. Çince Yazıtlar (Dr. Gııstav Sehlegel)

8. Dil- Dilbilimin Tarihine Giriş (Prof. Joseph Vendryes).

9. Dillerin, Dinlerin ve Halkların Kökeni (Hilarie de Baren­ton).

10. Fransız Dil Dersi (Charles Maguet-Leon Flot).

11. Fransız Dili Evrensel Eş Anlamlı Kelimeler Sözlüğü (Franço-is Pierre Guillaume Guizot).

12. Fransız Dilindeki Sözcüklerin Etimolojik Sözlüğü (Antonie Paulin Pihan).

13. Fransızca Etimoloji Sözlüğü (Oscar Bloch).

14. Fransızca-Latince Sözlük (Louis Marie Quicherat).

15. Fransızca Sözcükler-Etimoloji Sözlüğü (J. B. Morin).


1105 age, s. 126. 486

1106 Adıvar, age, s.233; Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, s. 501.


16. Fransızca-Türkçe Sözlük (Mehmet Ekrem).

17. Fransızcanın Öğretimi (H. Bourgin, A. Croiset).

18. Gramerin Kökeni (Hilaire de Barenton).

19. İngilizce-Türkçe Yoğunlaştırılmış Sözlük (Ahmet Vahit Mo-ran).

20. Kamus Tercümesi (Ebu Tahir Muhammed b. Yakub b. İbra­him).

21. Kumus-ı Türki (Şemsettin Sami).

22. Kırgız Sözlüğü (İ. M. Bukin).

23. Kırgızcanın Söz Dizimi (Platon Mihayloviç Melioransky).

24. Latin Dli Kökenbilimsel Sözlüğü (Prof. A. Ernout ve Prof. A. Meillet).

25. Latince-Türkçe Sözlük (Lous Quicherat-Amedee Daveluy).

26. Lehçe-i Tatari (Abdulkayyum Naşiri).

27. Lügat-i Çağatay ve Türki ve Osmani (Buharalı Şeyh Süley­man Efendi).

28. Maya Dili (M. Brasseur de Bourbourg).

29. Orhon Yazıtları (Ugrilainen Seura Helsingfors Suomalais).

30. Orhun Abideleri (Necip Asım (Yazıksız)).

31. Renkli Küçük Sözlük (Pierre Larousse).

32. Tercüman-ı El Lügat (Hamdi Hüseyin Remzi).

33. Türk Alfabesinde Reform (L. Feuillet).

34. Türk Diline Ait Bir Kökenbilimsel Sözlük (Bedros Kerested-jian).

35. Türk-Doğu Sözlüğü (Pavet de Courteille).

36. Türk Lügati (Hüseyin Kazım Kadri).

37. Türk-Tatar Lisaniyyatına Medhal (Azemeşr).

38. Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi (İsmail Habib (Sevük)).

39. Türkçe-Fransızca Sözlük (Dr. H. F. Kvergic).

40. Türkçede Kelime Teşkili (Ahmet Cevat (Emre)).

41. Türkoloji İncelemesi (Dr. H. F. Kvergic).

42. Uranha Sözlüğü (N. Katanof).

43. Yakut Dili Lügati (Eduard Karloviç Pekarskiy).1107

1107 Atatürk, Pekarskiy'in Yakut Dili Lügati adlı kitabım okuduktan sonra kitabın sonuna "Yakut Dili Lügatt'ndan Çıkan Çalışmalar" adıyla kendi dil notlarını almıştır. Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, C.10, Ankara, 2001, s.153-218.

488


44. Yeni Gramer Metodu Hakkında Layiha (Ahmet Cevat (Emre)).

45. Yeni Türk Lügati (İbrahim Alaattin).

46. Yeni Türkçe Gramer (Mehmet Bahaettin Toven).

47. Yunan Dilinin Etimolojik Sözlüğü (Prof. Emile Boisacq).

48. Yunan Etimolojisi El Kitabı (Mayer Leo).1108

İşte Atatürk, Yazı ve Dil Devrimlerini yaparken böyle bir birikime sahiptir. Orhun Anıtlarından Etrüsk Yazıtlarına, Fran­sızca Sözlüklerden Çağatay Lügati'ne kadar, döneminin önde gelen yerli ve yabancı bilim insanlarının yazı ve dil konusun­daki nerdeyse bütün çalışmalarını okuyarak bu yola girmiştir. Atatürk'ün adeta bir bilim insanı kadar, belki daha da fazla olan bu "birikimini" hiçe sayan bazı Cumhuriyet tarihi yalancıları, örneğin Sevan Nişanyan, onu "Entelektüel düzeyi sıradan bir kurmay subay... Kültürel birikimi yetersiz bir asker..." olarak tanımlamaktan çekinmemiştir.' ")S>

Atatürk, Türkçeyi kuşatan Arapça ve Farsçaya da büyük tepki duymuştur. Atatürk'ün, daha I. Dünya Savaşı sırasında Türkçeyi Arapça ve Farsçanın baskısından kurtarmayı düşündü­ğüne yönelik önemli kanıtlar vardır. Örneğin, 16. Kolordu Ko­mutanı olarak Silvan'da bulunduğu dönemde anı defterine 10 Aralık 1916 gününde şunları yazmıştır:

"Yemekten evvel Emin Bey'in, Türkçe şiirleri ile Fikret'in Rübab-ı Şikeste'sinden aynı konuda bazı parçalannı okuyarak bir karşılaştırma yapmak istedim. İkisi de başka başka güzel. Ancak Türkçe olanda da, diğerinde de aynı derecede Arap­ça, Farsça sözcükler var. Başkalık, biri parmak hesabı diğeri değil!"1110

Atatürk, ulusal şair olarak adlandırılan Mehmet Emin Yurdakul'un "Türkçe Şiirler" adını taşıyan şiirlerinde bile fazla­ca Arapça ve Farsça sözcük kullanmasını eleştirmekte, dolayısıy-

1108 Ayrıntılar için bkz. Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, 24 Cilt, Anıtkabir Derneği Yayınları, Ankara, 2001.

1109 Bkz. Sevan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet, İstanbul, 2008. (Sonuç bölümü).

1110 Şükrü Tezer, Atatürk'ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972, s.86.

489

la yazı dilimizde Türkçe sözcükler kullanmaktan yana olduğunu göstermektedir.

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazı Devrimi'nin Kilometre Taşları

12 Eylül 1922'de aralarında Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Ya-kup Kadri (Karaosmanoğlu)'nun da bulunduğu İstanbul gaze­tecileri İzmit'e giderek Atatürk'le görüşmüşler, bu görüşmede Hüseyin Cahit'in, "Niçin Latin yazısını almıyoruz?" sorusuna Atatürk, "Zamanı daha gelmemiştir!" diye cevap vermiştir.1111 Atatürk'ün bu cevabı, onun kafasının bir köşesinde Latin harfle­rine geçme düşüncesinin olduğunu ancak en uygun zamanı bek­lediğini göstermiştir.

Atatürk, Ekim 1922'de Bursa öğretmenleriyle yaptığı bir görüşmede "Türkçeyi Arapça kalıplardan kurtarma" düşünce­sini savunarak, Yazı ve Dil Devrimi'ne yönelik bir işaret daha vermiştir.1112

1923'te İzmir'de toplanan I. İzmir İktisat Kongresi'nde İz­mirli Nazmi ile iki arkadaşı kongreye Latin harflerinin kabul edilmesi yönünde bir önerge vermişlerdir. Önerge, Kâzım Kara-bekir Paşa tarafından gündeme bile alınmadan reddedilmiştir.

1924'te TBMM'de Milli Eğitim bütçesi görüşülürken Şükrü Saraçoğlu alfabe konusuna değinerek, bilgisizliğin temel nedenin anlaşılması zor olan Arap harfleri olduğunu belirtmiştir. Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Kılıçzade Hakkı (Kılıçoğ-lu) bu düşünceyi desteklemiştir.

1924 yılında Berlin'deki Türk öğrencileri Yeni Harfler Birliği adlı bir dernek kurarak ve Yeni Yazı adlı bir dergi çıkararak bütün Türk dünyası için Latin harflerinin kabulünü önermişlerdir.

1926 yılında Akşam gazetesinin aydınlar arasında yaptığı bir ankette, sadece üç kişi (Dr. Abdullah Cevdet, Mustafa Ha-mit, Rafet Avni) Latin harflerinin alınmasını istemiş, diğer on üç kişi ise karşı çıkmıştır.

1111 Ülkütaşır, age, s.41.

1112 age, s.41.

490


Bu sırada Türk basınında Abdullah Cevdet, Falih Rıfkı (Atay), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Mithat Sadullah (Sander), Celal Nuri (İleri) Latin harflerini savunan yazılar yazmıştır.

Paris'te oturan Dr. Rıza Nur, 1928 yılında İskenderiye'de Oğuzname'yi Latin harfleriyle bastırmıştır.

8 Ocak 192 8'de Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Türk Ocakları Merkez ve Hars Heyeti'nde Latin harflerini savunmuştur.

8 Mart 1928'de de Başbakan İsmet (İnönü), Türk Ocağı Hars Heyeti'nde bir danışma toplantısı yapmıştır.

Bu sırada İbrahim Nemci (Dilmen) ile Ahmet Cevat (Emre) Latin harflerinin öneminden söz eden yazılar yazmıştır. Ahmet Cevat (Emre)'nin bu yazıları "Muhtaç Olduğumuz Lisan İnkıla­bı Hakkında Bir Kalem Tecrübesi" adlı kitapta toplanmıştır.

24 Mayıs 1928'de CHP Genel Sekreteri Saffet (Arıkan) ve arkadaşlarının hazırladıkları Latin rakamları tasarısı Mecliste kabul edilmiştir. Bu vesileyle konulanlardan Hasan Fehmi ve Muhittin Nami "Latin harflerinin ne zaman kabul edileceğini" sormuştur.

20 Mayıs 1928'de Milli Eğitim Bakanlığı, Başbakanlığa bir önerge sunarak Latin harflerini incelemek için bir kurul oluş­turulmasını istemiştir. 23 Mayıs 1928'de Bakanlar kurulu bu önergeyi kabul etmiş ve Dil Heyeti (Dil Encümeni) adlı bir ku­rul oluşturulmuştur. Kurula, dönemin tanınmış, şair ve yazarları alınmıştır. (Toplam 14 kişi). Encümen, Fransız, Alman, İngiliz, İtalyan, Macar gibi bir çok ulusun alfabesini incelemiştir. İlk toplantısını Atatürk'ün başkanlığında 26 Haziran 1928'de yap­mıştır. Dil Encümeni'nin 17-19 Temmuz toplantılarına katılan İsmet (İnönü) yeni alfabeye "Türk Alfabesi" adını vermiştir.1113

Dil Encümeni çalışmaları sonunda 41 sayfalık bir Elifba Ra­poru hazırlamıştır, l Ağustos 1928'de Atatürk'e sunulan Elifba Raporu şu bölümlerden oluşmaktadır:

1. Türk dilindeki seslerin miktar ve keyfiyetleri.

2. Latin harflerinin savti kıymetleri.

1113 Özerdim, age, s.18-20; Ülkütaşır, age, s.59,60.

491


3. Avrupa'da kullanılan Latin asıllı alfa belerdeki harfler: La­tin, İtalyan, Rumen, İspanyol, Portekiz, Fransız, Alman, İsveç, Fin, Macar, Polenez, Çekoslovak, Hırvat, Arnavut, Azerbaycan ve Sovyet Türk Cumhuriyetleri.

4. Bu alfabedeki harflerin şekilleri ve savti kıymetleri.

5. Türkçeye mahsus Latin harflerinin seçilmesi ve bu konuda uyulan esaslar.

6. Muhtelif alfabelerdeki çift harfler, işaretli harfler, Latin alfa­besine eklenmiş harfler.

7. Türk alfabesini teşkil eden harflerin çeşitli dillerdeki karşı­lıkları.

8. Tespit edilen yeni alfabenin vasıflarının, dilimizin bünyesine uygun gelmesi.1114

6 Ağustos 192 8'de Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Dil Encümeni'yle bir toplantı yapmış, bu toplantıda Latin alfabesine son şekli verilerek Atatürk'e sunulmuştur.

9 Ağustos 192 8'de Atatürk, Latin alfabesini Sarayburnu' ndaki Gülhane Parkı'nda CHP'nin düzenlediği bir eğlentide hal­ka müjdelemiştir.

Atatürk, 29 Ağustos 1928'de, Dolmabahçe'de, Başbakan İsmet (İnönü) ve milletvekillerinin hazır bulunduğu bir top­lantıda Latin harfleriyle ilgili olarak Dolmabahçe Kararlarını aldırmıştır.1115

Latin harfleri, l Kasım 1928'de TBMM'de 1353 sayılı ka­nunla kabul edilmiş, 3 Aralık 1928'de kanun yayınlanmış ve l Ocak 1929'dan sonra Latin harfleri kullanılmaya başlanmıştır.

Görüldüğü gibi Yazı-Harf Devrimi, Cumhuriyet tarihi ya­lancılarının iddia ettiği gibi, "Bir gecede karar verilerek yapılan köksüz, hazırlıksız, plansız ve programsız bir hareket" değildir; tam tersine uzun bir hazırlık safhasının ardından düşünceden uygulamaya geçirilmiş bir projedir. Atatürk, bu devrimi ger­çekleştirmeden önce bir Dil Encümeni kurdurarak dünyadaki

1114 Ülkütaşır, age, s.60,61.

1115 Özerdim, age, s.20.

492


alfabeleri inceletmiş ve bu Dil Encümeni'nin hazırladığı Elifba Raporu doğrultusunda Türkçenin yapısına en uygun olduğuna karar verilen Latin alfabesini kabul etmiştir. Yani, Yazı Devrimi, Atatürk'ün bütün devrimleri gibi, toplumsal ihtiyacın, tarihsel hazırlığın ve bilimsel çalışmanın üründür.

Baş Döndüren Devrim

Yazı Devrimi, kimsenin aklının ucundan geçemeyen bir şe­kilde, eşine az rastlanır bir hızda ilerlemiştir:

Yeni yazıyı önce gazeteler kullanmaya başlamışlardır.

Her yerde kurslar açılarak yeni yazı halka öğretilmeye başlan­mıştır. CHP, her mahallede bir dersine açılmasına karar vermiştir.

Telefon rehberleri yeni harflerle basılmıştır.

Devlet kurumlarında imzalar yeni harflerle atılmaya başlan­mıştır.

Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, kasımda verilecek hu­kuk diplomalarının yeni harflerle yazılmasını istemiştir.

16 Ağustos tarihli gazeteler "Ertuğrul" yatının adının yeni harflerle yazıldığını belirtmiştir. Devlet Denizyolları vapurlarının adları da yeni harflerle yazılmaya başlanmıştır.

İstanbul'da yeni harfleri öğrenenler arasında bir yarışma açılmış, kazananlara 5000 lira dağıtılacağı belirtilmiştir.

21 Ağustos'ta Darülfünun'da halka yeni harfleri öğretmek için konferanslar verilmeye başlanmıştır.

Yazı Devrimi'nden kısa bir süre sonra insanlar yeni harflerle mektuplaşmaya başlamışlardır.

İllerde valiler bile yeni harfleri halka anlatmıştır. Örneğin, Samsun Valisi Kazım (Dirik) kara tahta başında memurlara ders vermiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı da yeni harfleri kullanarak yazış­maya başlamıştır.

Ağustos ayı sonunda İstanbul Belediyesi memurları yeni harfleri kendiliklerinden öğrendiklerinden kurs açılmasına gerek kalmamıştır.

493


İstanbul Ticaret Odası, 27 Ağustos'ta yayınladığı bir bildi­ride tüccar ve sanayicilerin yazışmalarını yeni harflerle yapma­larını istemiştir.

27 Ağustos'ta, Hattat Okulu yeni harflerle bir kart basıp Atatürk'e sunmuştur.

Karacabey'de halkın satın aldığı bir uçağa yeni harflerle "Karacabey" adı verilmiştir.

Darülfünun rektörü, üniversitede derslerin yeni harflerle okutulacağını duyurmuştur.

Yazı makinelerinin yeni harflere göre değiştirilmesi için ge­reken adımlar atılmıştır.

İstasyon levhaları yeni harflerle yazılmıştır.

Milletvekilleri seçim bölgelerine giderek halka yeni harfleri anlatmaya başlamıştır.

Kitapçılar toplanarak, eski harflerle yazılmış kitapların ne olacağını üst makamlara sormaya karar vermiştir.

Din adamları da yeni harfleri öğreniştir. Örneğin, Konya Müftüsü Hacı Ali Efendi ve Samsun Müftüsü Halini Efendi yeni harfleri öğrenen ilk din adamları arasında yer almıştır.

Devlet Demiryolları ve Liman İşletmeleri'nin yeni harflerle bastırdığı kalkış-varış tarife kitabı İsmet (İnönü)'yü ve Atatürk'ü çok sevindirmiştir. İkisi de kitabın üzerine imzalarını atmıştır. 24 Eylül 1928).

Yeni harfleri halka daha kolay ve eğlenceli bir şekilde öğ­retmek için bir "Yeni Türk Harfleri Marşı" bestelenmiştir. 29 Eylül tarihli Cumhuriyet gazetesi, halka bu marşın notalarını vermiştir.

Öğretmenlerin, muhtar ve ihtiyar heyetlerinin kendilerine verilen sürede yeni harfleri öğrenmeleri, aksi halde görevden alı­nacakları bildirilmiştir.

Yapılan sınavlar sonunda öğretmenlerin yüzde 95'inin yeni harfleri öğrendikleri görülmüştür.

l Ekim'de tamamen Latin harfleriyle yayınlanan ilk gazete olan "Türkçe gazete" çıkmıştır.

Okullarda, Türkçe ve Fransızca dersleri yeni harflerle veril­meye başlanmıştır.

494


11 Ekim tarihli gazetelerde, yeni harflerle basılan ilk ders kitabının Ali Canip (Yöntem)'in Edebiyat kitabı olduğu bildi­rilmiştir.

Yeni harflerle çıkmaya başlayan Hakimiyet-i Milliye'nin sa­tışı 3000 artmıştır.

Kasım başında fasiküller halinde İmla Lügati yayınlanma­ya başlamıştır. 29 Kasım tarihli gazeteler 25.000 sözcüğü içeren İmla Lügati'nin tamamlandığını duyurmuşlardır.

Yeni harfleri halka öğretmek için Devlet Matbaasında Yeni Alfabe adlı bir kitap 100 bin adet basılarak dağıtılmıştır.1116

Gazetelerde, Bursa hapishanesindeki tutukluların da yeni harfleri öğrenmeye çalıştıklarını gösteren bir fotoğraf yayınlan­mıştır.

Anadolu Ajansı, duyuru ve ilanların yeni harflerle verilme­sini istemiştir.

Dil Encümeni'nin Söz Derleme Heyeti, 25.000 fiş bastırarak bütün yurda dağıtmıştır.

l Ocak 1929'da kadın, erkek herkese yeni yazıyı öğretmek için Millet Mektepleri kurulmuştur. Millet Mektepleri'ndeki kurslar, hiç okuma bilmeyenler için dört, ötekiler için iki ay ola­rak planlanmıştır. Okullarda erkeklere haftada dört, kadınlara haftada iki gece ders verilmiştir. Millet Mektepleri kısa sürede dolup taşmış, yeni kurslara ihtiyaç duyulmuştur. Yeni yazıyı öğrenenler okullarda sınavlara girip okuma-yazma bildiklerine dair diploma almışlardır. 1929-1936 tarihleri arasında Millet Mekteplerinden 2.546.051 kişi diploma almıştır.1117

Türkiye'deki bu baş döndürücü gelişmeler dünya basınını şaşırtmıştır. Avrupa gazeteleri Yazı Devrimi'nden övgüyle söz et­miştir.

1116 Ayrıca Dil Encümeni, "Muhtasar Türkçe Gramer (61 sayfa)", "Yeni Türk Alfa­besi İmla ve Tasrif Şekilleri (40 sayfa)", "Yeni Türk Yazısı İle İlk Kıraat (Oku­ma) (32 sayfa.)" (Atatürk Latin harflerini öğretmek amacıyla çıktığı yurt gezile­rinde bu kitabı ücretsiz halka dağıtmıştır), "Halk Dershanelerine Mahsus Türk Alfabesi, (32 sayfa)", "Seçme Yazılar (254 sayfa)", "Dil Encümeni Alfabesi, (23 sayfa)" adlı kitap, sözlük ve broşürler hazırlatmıştır. Ülkütaşır, age, s.83.

1117 Özerdim, age, s.24-45.

495


Devrimci Başöğretmen

Yazı ve Dil Devrimi'ne çok büyük bir önem veren Atatürk, devrimin her aşamasında bizzat işin içinde olmuştur.

Atatürk, 8-9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul Sarayburnu'nda yeni harfleri halka açıklamıştır. Gösterileri bir süre izledikten sonra ayağa kalkarak Harf Devrimi'ni müjdeleyen nutkunu ver­miştir. Atatürk, kadın, erkek, yaşlı genç büyük bir kalabalığa şöyle seslenmiştir:

"Arkadaşlar güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harfle­rini kabul ediyoruz. Bizim, güzel, ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımı­zı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadı­ğımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlayacağız. Anladığımıza yakın zamanda bütün kainat şahit olacaktır. Ben buna katiyetle eminim siz de emin olunuz."

Atatürk, bu sözlerden sonra o geceki duygularını bir kağıda yazarak Falih Rıfkı Atay'a okutmuş ve daha sonra yeni Türk harfleriyle ilgili konuşmasına devam etmiştir:

"Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmaya mecbur oldu­ğumuz son değil, lakin çok lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik, milliyetper­verlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşünüz ki, bir mil­letin bir heyet-i içtimaiyyenin (sosyal topluluğun) yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir; yüzde seksen doksanı bilmez; bu ayıptır. Bundan insan olanlar utanmalıdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış ve tarihini iftiharlarla doldurmuş bir millettir. Milletin yüzde doksanı okuma yazma bilmiyorsa hata bizlerde değildir. Hata onlardadır ki, Türk'ün seciyesini (huyunu, karakterini) anlaya-mayarak birtakım zincirlerle kafamızı sarmıştır. Mazinin hata­larını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih ede-

496


ceğiz (düzelteceğiz). Hataların tashihinde bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene, iki sene içinde bütün Türk heyeti içtimaiyyesi yeni harfleri öğreneceklerdir.

Milletimiz, yazısıyla ve kafasıyla bütün alem-i medeniye­tin (dünya medeniyetinin) yanında olduğunu gösterecektir."

11 Ağustos 1928'de Dolmabahçe Sarayı'nda "Dil dersleri" başlatılmıştır. Atatürk'ün bu derslerdeki amacı, Harf Devrimi' nin, önce bu devrimi halka anlatacaklarca sindirilmesiydi.

Dolmabahçe Sarayı'ndaki ikinci dil dersi, 25 Ağustos'ta Ata­türk'ün huzurunda yapılmıştır. Öğretmenliğini ibrahim Nemci (Dilmen)'in yaptığı ve dört buçuk saat süren bu derste Türkçe-deki sesli ve sessiz harfler ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Orada bulunanlar tahta başına çağrılarak yeni harflerle bazı cümleler yazdırılıp, okutulmuştur.

Üçüncü ders yine Atatürk'ün huzurunda 29 Ağustos'ta ya­pılmıştır. Şair, yazar, milletvekili, öğretmen, profesör vb. kesim­lerden yoğun katılımın olduğu bu derste "Yeni Türk Harfleri, Yeni Düşünce ve Değerlendirmeler ve Özgür Düşünceler..." ko­nusu ele alınmıştır. O derste söz alan İsmet (İnönü) Latin harfle­rinin kabulüyle ilgili şunları söylemiştir:

"Efendiler, Latin harfleri Türk milletinin en kesin ve en derin bir ihtiyacına temas ediyor. Her şeyden önce bir nokta­yı izah edeyim: Niçin Latin harfleri esasına taraftarız? Gazi hazretleri böyle büyük bir mücadeleyi açarken yalnız Türk milletini ve yalnız onun irfanını ve yalnız onun kurtulmasını düşündü. Efendiler, Türk köylüsü okumaya, okutmaya kayıtsız değildir. Her köy eline geçirdiği hocayı ne kadar mümkünse o kadar yüceltmeye çalışır; çocuğunu okutmayı candan ister ve hakikaten çocuk ta dört beş sene mektebe gidip gelir. Fakat hep­si o kadar. Hiçbir şey öğrenemez. Kuran'dan birkaç sureyi okur fakat gazete yazısını söktüremez.

Efendilerim! Bütün bu zorluklar Arap harfleri yüzünden­dir. Harf meselesi bütün milletler için çok önemlidir ve Türk milleti de nihayet kendi harflerini bulmuştur..."1118

1118 Ülkütaşır, age, s.72.

497


19 Ağustos 192 8'da Atatürk, Cumhuriyet gazetesi Başya­zarı Yunus Nadi'ye gönderdiği yeni Türk harfleriyle yazılı mek­tubunda, "Yeni Türk alfabesini güzelce öğrenmek ve öğretmek gerekir. Bunun için de elbette yıllara ihtiyaç yoktur." diyerek, Harf Devrimi'nin çok hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi için Cumhuriyet gazetesinin de seferber olmasını istemiştir.

* * *

Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'ndaki uygulamalı "yazı ve dil derslerinden" sonra Ağustos ve Eylül 1928 arasında yeni Türk harflerini halka bizzat öğretmek ve halkın yetenek, istek ve ilgi­sini bizzat yerinde görmek için yurt gezilerine çıkmıştır. Atatürk bu yurt gezilerine çıkarken yanına dilciler, gazeteciler, bazı mil­letvekilleri ve bir de kara tahta almıştır.

Tekirdağ, Bursa, Çanakkale, Maydos (Eceabat), Gelibo­lu, Sinop, Samsun, Amasya, Turhal, Tokat, Sivas, Şarkışla ve Kayseri'ye giderek uygulamalı olarak kara tahta başında halka yeni Türk harflerini bizzat öğretmiş, halkı alfabe sınavından ge­çirmiştir.

Atatürk, Anadolu'yu karış karış gezerek bıkıp usanmadan ve üşenmeden bir öğretmen gibi kara tahta başında yeni harfleri halka öğretmiştir. Bu durumun dünyada başka bir örneği daha yoktur. Dünya'da Atatürk dışında hiçbir devrimci, devrimini bizzat halkın ayağına kadar götürmemiştir.

Cumhuriyet tarihi yalancılarına soruyorum: Bu mudur "te­peden inmeci" (jakoben), "halktan kopuk" "Burjuva Kemal"? Bu mudur burjuva devrimi?

Atatürk Tekirdağ'da Vilayet Genel Meclisi Salonu'nda hal­kın arasından rasgele birini yazı tahtasının başına çağırıp yeni Türk harfleriyle bir cümle yazmasını söylemiştir: O kişi, "Büyük Gazi'ye malik olan Türkler bahtiyardırlar" diye bir cümle yaz­mış, Atatürk bu cümledeki bazı yanlışlıkları düzelterek kurallara göre açıklamıştır.

498


Atatürk, Tekirdağlılara yeni harfleri anlatırken bir ara kö­şede oturan bir Hoca Efendi'yi yanına davet etmiştir. Atatürk, Kuran'ı Kerim'deki Tin suresinden üç ayet okuyarak, hocadan bu ayetleri Arap harfleriyle kağıda yazmasını istemiştir. Hoca, ayetleri Arap harfleriyle yazdıktan sonra Atatürk, yazılanları orada bulunan birkaç kişiye okutmuştur. Ayetleri herkes fark­lı biçimde okumuştur. Bunun üzerine Atatürk, hocanın Arapça yazdığı ayetlerin hemen altına ayetleri Latin harfleriyle şöyle yazmıştır: "Vettini vezzeytuni" ve "risinine" ve "hazelbeldil emin". Bu sefer ayetleri bu haliyle oradaki birkaç kişiye okut­muştur. Yeni yazıyı bilen herkes ayetleri doğru okumuştur.

Atatürk, altında kendi el yazısı bulunan bu kağıdı Hoca Mustafa Efendi'ye vererek, "Sizden yeni Türk yazışım öğren­menizi isterim" demiştir.1119

Atatürk Tekirdağ'dan ayrılırken yanındakilere, imdi size söylüyorum, göreceksiniz neler olacak." diyerek yeni Türk harf­lerinin Türk halkı tarafından çok çabuk bir şekilde öğrenileceği­ni öngörmüştür.

Atatürk o günlerde Yeni Türk harflerinin öneminden şöyle söz etmiştir: "Bugün yeni Türk harfleriyle cehalete karşı açtığı­mız mücadelenin, yarın millet için 26 Ağustos zaferinden daha yüksek ve geniş saadet neticeleri getireceğini muhakkak görü­yorum" 112°

Atatürk Bursa gezisinde önce Vali Fatin Bey'i yeni Türk harflerinden sınava çekmiştir. Sonra Sağlık Müdürü Kemal Bey'i kara tahta başına çağırarak ona, "Bugün Bursa'da, her vakit olduğu gibi gördüğüm samimiyetten çok memnun oldum" cüm­lesini yazdırmıştır. Atatürk, sonra kara tahtanın başına Maliye memurlarından birini çağırıp ona, "Görüyorum ki bütün arka­daşlar büyük bir hevesle çalışmışlardır" cümlesini yazdırmış, bu yazıyı Sağlık Müdürü Kemal'e okutmuş ve düzeltmelerini bizzat yapmıştır. Atatürk, daha sonra da kara tahtanın başına geçerek,

1119 age, s. 88.

1120 age, s.90.

499


yeni Türk harflerinin nasıl uygulanacağını, yazım şekillerini, ses­li ve sessiz harflere ait kuralları, "dır" ekinin ekleneceği kelimeye göre alacağı biçimleri çok ayrıntılı şekilde açıklamıştır.1121

Atatürk'ün Çanakkale'de halka ilk sorusu, " Yeni Türk harf­lerini öğrendiniz mi?" olmuştur. Olumlu cevap alması üzerine memnun bir şekilde Valilik konağındaki salonun ortasında du­ran -kara tahtanın başına geçerek etrafını saran kalabalığa yeni Türk harfleri konusunda bazı sorular sormuştur. Daha sonra ku­ralları anlatarak halkı sınavdan geçirmiştir. n22

Atatürk, Sarayburnu'nda başlayan ve Dolmabahçe Sarayı' nd devam eden dil derslerinin dördüncüsünü, 15 Eylül 192 8'de Sinop'ta bir okulun bahçesinde vermiştir.

Başöğretmen ilk olarak Türkçedeki A-E-I-İ-O-Ö-U-Ü ses­lilerinin fonetik bakımdan rollerini anlatmış, sonra bir parça okumuş, arkasından da herkese okutup yazdırmıştır. Önce Milli Eğitim Müdürlerini sınavdan geçirmiştir.

Alfabe Encümeni'nin düzenlediği yeni imla sistemine göre "mi-mu" soru eki kelime arasına bir (-) konularak yazılmakta­dır. Ancak bu yazım şeklinin sorunlu olduğunu anlayan Atatürk, CHP Genel Katibi Saffet (Arıkan)'a dönerek. "Milli Eğitim Ba­kam Beyefendiye bir telgraf yazınız. İmladaki bu bağlama işa­reti zorluk çıkarıyor, kaldırılsın" demiştir. Atatürk'ün isteğiyle o günden sonra soru eki "mı, mi, mu, mü" dan önce gelen (-) kaldırılmış ve bu ekler ayrı yazılmaya başlanmıştır. "23

Atatürk Sinop'ta o gün okuma yazması olmayan Bekir Ağa'ya da okuma yazma öğreterek yeni harflerin ne kadar kolay öğrenildiğini herkese göstermiştir. Bekir Ağa'yı kara tahtanın ba­şına çağıran Atatürk önce tahtanın başına kocaman bir "A" yaz­mıştır. A'yı birkaç kelime örneğiyle Bekir Ağa'ya tekrarlatmıştır. Daha sonra "O-Ö-U-Ü" seslilerini yazarak yine Bekir Ağa'ya tekrarlatmıştır. Bekir Ağa, kısa süre içinde bu harfleri öğrenerek yanlışsız yazmıştır. Daha sonra Atatürk Bekir Ağa'ya "T" har-

1122 age, s.93,94.

1123 age, s.98,99.

500


fini öğretmiştir. Sonra da Bekir Ağa "At" ve "Ot" kelimelerini yanlışsızca yazarak yeni harfleri öğrendiğini herkese göstermiş­tir. Bu olaya tanık olan M. Şakir Ülkütaşır, "İşte en büyük öğ­retmenimiz Atatürk, Sinop'ta verdikleri derslerde elli yaşlarına kadar cahil kalmış olan bir vatandaşa da yarım saat gibi kısa bir zaman içinde yeni Türk alfabesinin esaslarını öğr etmişlerdi" uu diyerek aşkınlığını" ve "hayranlığını" dile getirmiştir.

Sivas'ta hükümet meydanına konulan kara tahtanın başına geçen Atatürk, meydanı dolduran "memur, alim, mektepli, za­bit" her sınıf halk önünde birçok kişiyi yeni harflerden sınava tabii tutmuştur.

Burada yeni harfleri hiç bilmeyen bir kasap Atatürk tarafın­dan on dakika içinde yeni Türk harfleriyle adını yazacak duru­ma getirilmiştir. Bunu gören halk, "Yaşa Gazi, Varol Gazi!" diye bağırmaya başlamıştır. 'l25

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

Atatürk'ün Yazım Kuralları

Yazı ve Dil Devrimi'ni "kuramsal" aşamadan "uygulama" aşamasına kadar bizzat işin içinde olarak takip eden Atatürk, abartısız, devriminin temelleri adeta tek başına atmıştır. Dünya­da hiçbir devrimcinin yapmadığını yaparak hem devrimini bizzat halkın ayağına götürüp bizzat halka anlatmış, hem de "teknik" konulara girerek Latin harflerinin Türkçeye uyarlanması süre­cinde özgün katkılar yapmıştır. Bir bakıma yeni Türk harflerinin yazım kurallarını ve gramerini belirleyen bizzat Atatürk'tür.

Atatürk'ü yazı ve dil konusunda bu kadar cüretkâr yapan hiç şüphesiz bu konulara fazlasıyla hakim olmasıdır. Yazı ve dil konusunda çok sayıda kitap okumuş ve gençlik yıllarından beri bu konular üzerinde düşünmüştür.

Atatürk, özellikle 192 8'in Ağustos-Eylül aylarında yeni harfleri halka anlatmak için çıktığı yurt gezilerinde Başöğret­menlik yaparken, yeni yazıda karşılaşılan güçlükleri görmüş ve

1124 age, s.99.

1125 age, s.lll.

501


Ankara'ya dönünce "Yeni Türk harflerinin uygulanışı ve gere­ken değişiklikler hakkında" Başbakanlığa bir talimat vermiştir.

İşte, Atatürk'ün adeta yazım kurallarını belirlediği o talima­tın içeriği:

1. Bağlama çizgisi kaldırılacaktır.

2. Soru eki olan "mı, mi" ayrı yazılacaktır. Örneğin, "Geldi mi?" gibi. "Fakat kendinden sonra gelen eklerle bitişik yazı­lacaktır. Örneğin, 'Geliyor musunuz?', 'Ben miydim?' gibi".

3. Bağlama eki olan "ve, ki", dahi manasında olan "de, da" bağımsız kelime olarak ayrı ayrı yazılacaktır.

4. "İle, ise, için, iken" kelimelerinin kısaltmaları olan "le, se, cin, ken" şekilleri kendinden önceki kelimeye bitişik yazıla­cak ve çizgiyle ayrılmayacaktır. Örneğin, "Ahmetle, buysa, seninçin, giderken gibi"

5. "Çe, ca, ça, ce", ve zarf edatı olan "ki" her zaman geldiği kelimeye bitişik yazılacaktır. Örneğin, "Mertçe, benimki, yarınki,"

6. Sedalı harfler ilk kelimenin sonuna eklenecektir. Örneğin, "Hüsnü nazar gibi".1126

Atatürk, "yazım kurallarını" belirlediği talimatını şöyle bi­tirmiştir:

"Şimdiye kadar basılan ve yayınlanan kitaplar, çeşitli araçlarla bu esaslara göre derhal en seri bir şekilde tashih olun­mak (düzeltilmek) lazımdır."1117

Başbakan İsmet (İnönü), Atatürk'ün bu talimatını, bir ge­nelgeyle bütün devlet dairelerine ve basına duyurmuştur.

İşte o günden bu güne soru eki "mi, mu, mı" ve dahi anla­mındaki "de" ayrı yazılmaktadır. Yani bugün de geçerli olan bu yazım kuralları Atatürk'ün buluşudur.

1126 Atatürk'ün talimatı özetlenerek ve sadeleştirilerek alınmıştır. Örnekler, bizzat Atatürk'ün verdiği örneklerdir. Orijinal belge için bkz, Ülkütaşır, age, s. 114, 115.

1127 Ülkütaşır, age, 115.

502


Atatürk, Latin alfabesinde olan ama Türkçede olmayan ses­ler ve Türkçede olup Latin alfabesinde olmayan sesler için de pratik çözüm yolları bulmuştur.

Örneğin, Ş harfi Türk pratik zekasının bir ürünüdür: Ata­türk, yeni harfleri halka anlattığı geziden Ankara'ya dönüşünde 20 Eylül 1928 günü Kırşehir yakınlarındaki Yerköy tren istasyo­nuna gece yarısı birkaç saatliğine uğramıştır. Bu ziyareti haber alan Kırşehir halkının ileri gelenleri başta Cevat Hakkı Tarım ve eğitimci Ömer Aydın olmak üzere çoğunluğu yanlarına eşlerini de alarak Atatürk'ü Yerköy istasyonunda karşılamaya gitmişler­dir. Orada Atatürk'ün verdiği yazı dersi sonrasında Cevat Hakkı (Tarım), Atatürk'ten bir ricada bulunmuştur: "Yeni Latin alfabe­sinde Ş sesini Fransızcadaki gibi CH yazarak veriyoruz. Bu ka­rışıklığa sebep oluyor. Biz S harfinin altına bir virgül koyarak bunu Ş olarak okursak bu halk için çok daha kolay olacak.""2* Bu yaratıcı öneriyi kabul eden Atatürk, o günden sonra yeni Türk alfabesine "Ş" sesinin eklenmesini sağlamıştır.

"Q" harfinin yerine "K" harfinin kullanılmasına ise yine bizzat Atatürk karar vermiştir.

Dil Encümeni'nin çalışmaları sırasında ne zaman "Q" ne za­man "K" kullanılacağına bir türlü karar verilemeyince Atatürk'e başvurulmuştur. Falih Rıfkı Atay, "K" krizinin nasıl çözüldüğü­nü şöyle anlatmıştır:

"Mustafa Kemal bizi dinledikten sonra eline kâğıt kalem aldı. Evvela (Kemal) ve sonra (Qemal) yazdı. Her iki kelimeye de baktıktan sonra, 'Böyle (Qemal) olmaz' diyerek bunu karaladı. K krizini atlatmıştık..."1129

Atatürk, Yazı ve Dil Devrimi konusunda halkın bütün soru­larına da cevap vermiştir. Örneğin, Gemlik'te yaşayan Gazinocu Haydar ve on iki arkadaşı Atatürk'e bir telgraf çekerek "kaf ve kef" harflerinin yazımında güçlük çektiklerim, bu duruma bir

1128 İsmail Tokalak, "Ş Harfi Nasıl Ortaya Çıktı? ", www.Odatv.com, 11 Temmuz 2010.

1129 Özerdim, age, s.97.

503


çözüm bulunmasını istemişlerdir. Atatürk, Haydar ve arkadaşla­rına şöyle cevap vermiştir.:

"Okuma yazmayı bir haftada öğrenmek gayretim göster­diğinizden memnun oldum. Tebrik ederim. Arabi ve Farsi keli­melerde 'kaf", 'kefin önlerine 'he" gelmesi meselesiyle zihinle­rinizi işgal ve teşviş etmeyiniz. Tespit edilmekte olan lügat bunu arzunuz veçhile halledecektir efendim."'"°

Her fırsatta Atatürk'ün Yazı ve Dil Devrimlerine saldıran­ların; "yobaz", "liboş" takımının yerinde olsam Atatürk'ün ya­zım kurlarını kullanmazdım! Örneğin, inadına soru eki "mi, mı, mu," ile dahi anlamındaki "de" yi bitişik yazar, inadına keli­meleri bölen bağlama çizgisini kullanır, hatta bu da yetmez, "ş" harfini kullanmaz, inadına "q" harfini kullanırdım!

Bir Türkçe Âşığı: Atatürk

Atatürk'ün en belirgin özelliklerinden biri Türk tarihine ve Türk diline olağanüstü önem vermesidir. "Türk olarak doğmak övünç kaynağımdır" diyen Atatürk, "Türküm diyenin" mutlaka "Türkçe bilmesi" ve "Türkçe konuşması" gerektiğini belirtmiş­tir. Atatürk, 1931'de Afet İnan imzasıyla yayınlanan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler Kitabı'nda Türk diline verdiği önemi şöyle ifade etmiştir:

"Türk ulusunun dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili Türk ulusu için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk ulusunun ge­çirdiği bunca tehlikeli durumlarda, ahlakının, geleneklerinin, anılarının, çıkarlarının, özetle bugün kendi ulusallığını yapan her şeyin dili aracılığıyla korunduğunu görüyor. Türk dili Türk ulusunun yüreğidir, belleğidir..."

1130 Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev ve Demeçleri, İs­tanbul, 1997, s. 388.

504


Atatürk'e göre Türk ulusuna mensup olmanın ilk şartı Türk­çe konuşmaktır:

"Türk demek dil demektir. Ulusallığın en belirgin özellikle­rinden birisi dildir. Türk ulusundanım diyen insanlar, her şey­den önce ve ne olursa olsun Türkçe konuşmalıdır. Türkçe ko­nuşmayan bir insan Türk ekinine, topluluğuna bağlılığını öne sürerse buna inanmak doğru olmaz"1131

Atatürk, Türkçenin "öz güzelliğinin" ve "zenginliğinin" or­taya çıkması için Türkçenin yabancı dillerin baskısından kurta­rılması gerektiğini düşünmüştür:

" Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlı­ca etkendir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."1"2

Atatürk, yüzyıllarca Arapça, Farsça, İtalyanca, Fransızca vb. dillerin egemenliği altındaki Osmanlıca nedeniyle "unutulan", "ihmal edilen" hatta "öldürülen" Türk dilini yeniden "canlan­dırmak" için çok önemli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmaları şöyle sırlayabiliriz.

1. Türk Dil Kurumu'nun kurulması: Atatürk, Türk dilinin bilimsel şekilde araştırılması için 1932'de Türk Dil Kurumu'nu kurmuştur. TDK, yerli ve yabancı bilim insanlarının katıldığı Dil Kurultayları düzenlemiştir. Bu kurultaylarda Türk dilinin dünü ve bugünü uzun uzadıya tartışılmıştır. Bu toplantılara Atatürk de katıl­mıştır. I. Dil Kurultayı'nda seçilen yönetim kurulu 17 Ekim 1932'de yayımladığı bildiride Dil Devrimi'nin amacı şöyle ifade edilmiştir:

1. Türk dilini, ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım ara­cı yapmak, 2. Bunun için yazı dilinden, Türkçeye yabancı öğeleri atmak ve ana öğeleri öz Türkçe, ulusal bir dil yaratmak.

1131 Mustafa Baydar, Atatürk Diyor ki, İstanbul, 1960, s.44.

1132 Atatürk bu cümleleri, Sadri Maksudi Arsal'ın "Türk Dili" adlı eserini

okuduktan sonra, 2 Eylül 1930'da yazmıştır.Turan, Atatürk ve Ulusal Dil,

s.23,24.

505


Atatürk TDK'nın kapılarının herkese açık olduğunu, dil üzerine kafa yoran herkesin TDK'nın bir üyesi sayılacağını bil­dirmiştir. TDK'nın çalışma yöntemi, Atatürk devrimlerine "ja-koben" (baskıcı) diyenleri utandıracak türdendir. TDK'ın 26 Ey­lül 1932'de Dolmabahçe Sarayı'nda toplanan ilk kurultayından önce yayımlanan bildiride, "Kadın, erkek her Türk yurttaş, Türk Dili Tetkik Cemiyetinin üyesidir. Kendini kurultaya çağrılmış saymalıdır" denilmiştir.1133

2. 1935'de, Ankara'da, adını bizzat Atatürk'ün koyduğu Dil Tarih Coğrafya Fakültesi açılmıştır. DTCF, TDK ve TTK'yla birlikte Türk dilini ve Türk tarihini araştırmak amacıyla kurdu­rulmuştur.

3. Tarama çalışmaları yapılarak halk ağızlarında yaşamaya devam eden Türkçe sözcükler toplanmıştır. Tarama çalışmala­rıyla toplanan bu dil malzemesi, "Osmanhcadan Türkçe'ye Söz Karşılıktan Tarama Dergisi" adıyla iki ciltte yayınlanmıştır.1134

4. Türkçe karşılıkları bulunamayan Arapça ve Farsça Söz­cükler için "Osmanhcadan Türkçeye Cep Kılavuzu" ve "Türk-çeden Osmanhcaya Cep Kılavuzu" hazırlanmıştır.

5. Atatürk 1936 yılında Türk dilinin dünyadaki en eski dil­lerden biri olduğunu iddia eden Güneş Dil Teorisi'ni ileri sür­müştür.

6. Atatürk'ün isteğiyle, Türk dilinin temel kaynakları yeni Türk harfleriyle basılmıştır. Örneğin, "Divan-ü Lügat-it Türk", "Kutagu Bilig" gibi eserler tıpkıbasımları, metinleri, çevirileri ve dizinleriyle yayınlanmıştır.

7. Atatürk, 1932'den itibaren "din dilini" de Türkçeleştire­rek, halkın başta kutsal kitap Kuran olmak üzere dininin temel kaynaklarını ulusal diliyle çok daha rahat bir şekilde öğrenme­sini sağlamak istemiştir. Hutbelerin, ezanın, Kuran'ın Türkçeleş-tirilmesini sadece din penceresinden değil biraz da "dil" pence­resinden değerlendirmek gereklidir. Atatürk'ün İslam dininin te-

1133 Türk Dil Kurultayı, İstanbul, 1937, s. 485.

1134 Osmanhcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi, Devlet Matbaası, İstanbul, 1934, 1307 sayfa.

506


mel kaynaklarını ve din dilini Türkçeleştirmesi, "Atatürk, Latin harflerini kabul ederek halkın İslam diniyle bağlarını koparmak istemiştir" biçimindeki "yobaz yalanını" da boşa çıkarmaktadır. Çünkü, eğer Atatürk gerçekten böyle bir şey isteseydi hiçbir za­man din dilini Türkçeleştirmezdi.

8. Atatürk Çankaya Köşkü'nü adeta bir dil akademisi hali­ne getirmiş, 1932-1938 arasında neredeyse her gece Atatürk'ün sofrasındaki kara tahtanın başında enine boyuna Türk dili ve Türk tarihi konuşulmuştur. Di] kurultaylarında okunacak bildi­riler önce Çankaya sofralarına Atatürk'ün huzurunda okunmuş, burada tartışılmış, eleştirilmiş, sonra kurultaya sunulmuştur. Atatürk, Çankaya'daki dil sofraları dağıldıktan sonra sabahlara kadar Türk dili üzerinde çalışmış, bu çalışmaları sonunda çok sayıda sözcük türetmiştir. II. Dil Kurultayı'nda Prof. Pittard'ın eşine, "Bir sözcüğün kökenini bulduğum zaman duyduğum mutluluk, Sakarya Savaşı'nı kazandığım zamanki mutluluğa eşittir" diyerek kelime türetmeye ne kadar çok önem verdiğini göstermiştir.1135 Atatürk'ün Türk dili konusundaki çalışmaları­nı, o sırada İsviçre'de Tarih doktorası yapan Manevi kızı Afet İnan'a yazdığı mektuplardan takip etmek mümkündür. Atatürk 23 Aralık 1937 tarihinde Afet İnan'a gönderdiği bir mektupta, "Gece uğraştığımız, bildiğin gibi dil dersleri, gündüz de yalnız olarak aynı sorun üzerinde birkaç saat çalışıyorum." demiştir. Atatürk dil çalışmalarını Ulus gazetesinde de yayınlamıştır.

Atatürk, dil çalışmaları sonrasında, bugün de kullandığımız pek çok terim türetmiştir. İşte Atatürk'ün 1930'larda türettiği veya yeniden Türkçeye kazandırdığı o terimlerden bazıları:

1. Askerlikle ilgili terimler: 1. Er, 2.Subay, 3. Kurmay vb.

2. Değişik konulardaki terimler: 1.Genel, 2. Özel, 3. Evren­sel, 4. Kutsal, 5. Önemli, 6. Arıtmak, 7. Isı, 8. Esenlik, 9. Erdem, 10. Kıvanç, 11. Konuk, 12. Tüm vb.1136 Varsayım, Gerekçe, Bel­leten vb.

1135 Konur Ertop, "Atatürk Devriminde Türk Dili", Atatürk ve Türk Dili, No: 224, Ankara, 1963, s. 90.

1136 Turan, age, s.64.

507


3. Geometri ve matematik terimleri: 1. Açı, 2. Üçgen, S.Kare, 4. Boyut, S.Uzay, 6. Yüzey, 7. Çap, 8, Yarıçap, 9. Kesek, 10. Kesik, 11. Yay, 12. Çember, 13. Teğet, 14. Açıortay, 15. İçters açı, 16. Dışters açı, 17. Taban, 18. Eğik, 19. Kırık, 20. Çekül, 21. Yatay, 22. Dikey, 23. Düşey, 24. Yöndeş, 25. Konum, 26. Dörtgen, 27.Beşgen, 28. Köşegen, 29. Eşkenar, 30. İkizkenar, 31. Yanal, 32. Yamuk, 33. Artı, 34. Eksi, 35. Çarpı, 36. Bolü, 37. Eşit, 38.Toplam. 39. Oran, 40. Orantı, 41 Türev, 42. Alan, vb. 50'ye yakın terim.1137

4. Soyadları: 1. Akatürk, 2. Altay, 3. Arıkan, 4. Bozkurt, 5. Bozok, 6. Dirik, 7. Ergüven, 8. Gürer, 9. Gürarı, 10. Mete, 11.Sülün, 12. Okan, 13. Okyar, 14. Özgören, 15. Peker, 16. Say­dam, 17. Türker. 18. Tanrıöver, 19. Umay. 20. Üstündağ, 21. Güzelses, 22. Tuncak, 23. Saldıray, 24. Yıldıray, 25. İrdelp, 26. Aygen, 27. Ülkü, 28. Gökçen vb.1138

Bir Türkçe aşığı olan Atatürk, Arapça "Kemal" diye yazılan adını da "Kamal" diye yazmayı düşünmüştür bir ara...

Görüldüğü gibi Atatürk, Yazı ve Dil Devrimi'ne çok büyük bir önem vermiş, bu devrimin başarılı olabilmesi için, tarihimiz­de hiçbir devlet adamının etmediği kadar çok mücadele etmiştir. Geceleri sabahlara kadar dil çalışmaları yaparken, uykusuzluk­tan ve yorgunluktan kapanan gözlerini ıslak mendille silen ve arada bir soğuk duş alarak uyanık kalmaya çalışan Atatürk, son nefesini verinceye kadar Türkçeyle uğraşmıştır. Ölmeden önce ağzından dökülen son kelimeler arasında, "Aman dil, yarabbi dil, dil..." gibi kelimelerin olması, onun Türkçemize ne kadar gönülden bağlı olduğunun son kanıtı değil midir?.

Devam ediyor

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazı ve Dil Devrimi'ne Dinsel Muhalefet

Atatürk'ün bütün devrimleri az çok tepkiyle karşılaşmıştır. Devrimlerin, yıllanmış ve kronikleşmiş alışkanlıkları bozması, bu tepkinin en önemli nedenlerinden biridir.

1137 Cumhuriyet gazetesi Bilim Teknoloji Eki, 11 Temmuz 2008.

1138 Eren Akçiçek, Atatürk'ün Verdiği İsimler ve Soyadları Üstüne Bir Deneme.

508


Türkiye'de yazı ve dil tartışmalarının yapıldığı Tanzimat döneminden beri Arap harflerinin ve Arapça-Farsça ağırlıklı Omanlıcının Türkçenin yapısına uygun olmadığı, dolayısıyla yazı ve dil konusunda "ıslahat" (düzeltme) yapılmasını savunanlara karşı bir "dinsel tepki" hep var olmuştur.

Bu tepkinin temelinde ise başta Kuran olmak üzere İslamın temel kaynaklarının Arap harfleriyle yazılmış olması ve "orijinal din dilinin" Arapça olduğu düşüncesi yatmaktadır. Ancak Allah Kuran'da, "Biz her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (emredilen şeyleri) açıklasın" (Kuran, İbrahim, 14/4.) di­yerek, her milletin "kendi diliyle" dininin gereklerini yerine ge­tirmesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak "bizim dinciler" anlaşılan Allah'a bile muhalefet etmekten çekinmemişlerdir!

Dinsel duyarlılığı yüksek, ancak buna karşın okuma-yazma oranı çok düşük olan Osmanlı toplumunda Arap harflerine ve Arapçaya teslim olmuş Osmanlıcadan vazgeçmek "din düşman­lığı" olarak görülmüştür.

Arap harflerinin kaldırılıp yerine Latin harflerinin konma­sına karşı -Osmanlıdan beri yapılan muhalefeti bir kenara bıra­kıp- Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk'ün yanında yer alan, Kâzım Karabekir Paşa'nın direnişinden söz etmek istiyorum:

21 Şubat 1923'te İzmir'de Kâzım Karabekir Paşa'nın baş­kanlığında toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde, işçi delegelerden İzmirli Nazım ile iki arkadaşı Latin harflerinin kabulü yönün­de bir önerge vermiştir. Bu önergeye şiddetle karşı çıkan kongre başkanı Kâzım Karabekir Paşa, "Latin harfleri İslam birliğini bozar" gerekçesiyle önergeyi reddetmiştir.1139

Kâzım Karabekir Paşa, daha sonra Hakimiyet-i Milliye ga­zetesine bir demeç vererek bu konudaki görüşlerini açıklamıştır. (5 Mart 1923). "Latin Harflerini Kabul Etmeyiz" başlığı altın­da yayınlanan demecinde Karabekir Paşa şunları söylemiştir:

1139 Türkiye'nin Latin harflerine geçmesinin İslam dünyasındaki yankıları için bkz. Orhan Koloğlu, Cumhuriyet'in İlk Onbeş Yılı (1923-1938), İstanbul, 1999, s.275-280.

509


"Bu fikir bir zamanlar Avrupa'da doğdu. Bu akım önce orada başladı. Bizim İslam harflerimiz yeterli değilmiş. Bunun­la birlikte Latin harfleri anmalıyş. Orda bazı arkadaşla­rımız bu fikirden etkilendiler. Fakat sonuçta bunun felaketli olduğunu anladılar ve pişman oldular. Bu fikrin müthiş bir fe­laket olduğunu Arnavut kavmi de pek geç olarak anladı. Tees­süfle arz ederim ki, Azerbaycanlı arkadaşlarımız da bu felakete bugün düştü. Bu konuda özel olarak bizden de fikir soranlar oluyor. Biz bunun kötülüğünü ve bu harflerin değiştirilmesinin bugün yeryüzünde yaşayan 350 milyon ehl-i İslama ait olduğu­nu söyledikse de onlar anlaşılmaz bir şekilde harflerin kabulü noktasına doğru yürüdüler.

Arkadaşlar bugün hangi ecnebi ile şseniz ilk işiteceğiniz sözler: 'Türkçe gayet güzel bir dil­dir, kolaydır fakat harfleri fenadır.' Bunlar bütün ecnebilerin ağzında ve sizinle ilk görüşen bir ecnebinin size telkin edece­ği şeylerdir. Ve bu fikir genellikle İslam dışı insanlardan olu­şan bir takım tercümanlar aracılığıyla her tarafta ve özellikle İstanbul'da ecnebilere telkin edilmektedir. . .

Bugün bir kuvvet vardır ki, bu kuvvet bütün cihana karşı bir propagandayı yapıyor. Türk yazısı güçtür, okunamaz. Ben­deniz bu meseleyle bizzat uğraştım ve Arnavutluk ihtilali için­de bulundum. Acaba bu Latince kabul edilebilir mi? Bu kabul edildiği gün memleket alt üst olur. Her şey bir tarafa, bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihimiz ve binlerce cilt eserlerimiz bu dille yazılmışken büsbütün baş­ka bir şekilde olan bu harfleri kabul ettiğimiz gün, en büyük felakete, derhal bütün Avrupa'nın eline güzel bir silah vermiş olacak. Bunlar İslam alemine karşı diyeceklerdir ki, 'Türkler ecnebi yazısını kabul etmişler ve Hıristiyan olmuşlardır.' İşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytanca fikir budur.

Sonra bizim dilimizi anlatacak hiçbir Latin harfi yoktur. Bugün Fransızca harfler o kadar karışıktır ki asla karşılaya­maz. Bu mesele inceden inceye araştırılmıştır. İstirham ediyo­rum, zararlı olan - ki zararı özellikle İslam kavimleri çekmiş­tir- bu gibi meseleleri bırakalım, böyle fikirler içimize girmesin.

510


Sonra büsbütün dilsiz olur ve bütün İslam alemini üzerimize hücum ettirir ve kendi aramızda birbirimizi yeriz. Gerçi bu tek­lif, hiç şüphe etmiyorum ki, samimiyet ve iyi niyetle verilmiştir. Fakat, başka taraflardan da pek kaba fikirler içimize giriyor. Bunlardan kendimizi koruyalım."^40

Görüldüğü gibi Atatürk'ün silah arkadaşlarından Kâzım Karabekir Paşa çok açık bir şekilde Latin harflerine karşıdır. Karabekir'in Latin harflerine karşı olmasının temelinde Arap harflerini İslamla özdeşleştirmesi yatmaktadır. Karabekir'in, "Latin harflerinin bir Hıristiyan propagandası olduğu, bizi İslam dünyasından uzaklaştıracağı, tarihimizden koparacağı, Türkçeye uymayacağı, zararlı olduğu" biçimindeki görüşleri, Atatürk'ün nasıl bir "fikirsel yalnızlık" içinde olduğunun en açık kanıdır.

Karabekir'in Latin harfleri hakkındaki bu düşünceleri, bu­gün Cumhuriyet tarihi yalancılarının temel kaynağı durumun­dadır.

Bu noktada Atatürk'ün Nutuk'taki şu tespitinin ne kadar doğru olduğu bir kere daha anlaşılmaktadır:

"Milli Mücadeleye beraber başlayan yolculardan bazıları, milli hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar gelen gelişmelerinde kendi fikir ve ruhlarının kavrama sınırlan bittikçe bana direnmişler ve muhalefete geçmişlerdir. Ben milletin vicdanında sezdiğim büyük ilerleme kabiliyetini bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, peyderpey bütün içti­mai heyetimize tatbik etmek mecburiyetinde idim."

Anlaşılan Kâzım Karabekir Paşa da diğer bir çokları gibi "Kendi fikir ve ruhunun kavrama sınırlan bittikçe muhalefete geçmiştir."

O günlerde Latin harflerine karşı olan üniversite hocaları bile vardır. Örneğin, Prof. Fuat Köprülü, Milli Mecmua'da ya­yınlanan "Harf Meselesi" başlıklı yazısında, Batı medeniyetine geçmek için Latin harflerini kabul etmenin yeterli olmadığını be-

1140 Ülkütaşır, age, s.42, 43. (Sadeleştirilmiştir.) Karabekir Paşa'nın bu demecine, Kılıçzade Hakkı İçtihad dergisinde, "İzmir Kongresi'nde Latin Harfleri" baş­lığı altında yayınladığı üç makaleyle cevap vermiştir. İçtihat, S.154-156.

511


lirtmiş ve Latin harflerinin alınmasının doğru olmayacağını ifade etmiştir.1141

Prof. Zeki Velidi Togan, Türk Yurdu dergisinde yayınlanan "Türklerde Hars (Kültür) Buhranı" adlı yazısında "Harfler ko­nusu, Latin harflerini kabul etmek suretiyle halledilecek olursa, bu yolun bir devlet içerisinde dört beş aydan fazla ömrü ola­maz." demiştir.1142 Bugün 2010 ve Türkiye'de hâlâ Latin harfleri kullanılıyor!

Dahası "Harf değişikliğini din değişikliği" zanneden bazı Darülfünun hocaları (!) "Latin harfleriyle yazacağıma kale­mimi kırarım" diyerek, bilim insanına yakışmayacak biçimde Latin harflerine direnmiştir.1143 Atatürk bu hocaların tamamını 1933 Üniversite reformuyla tasfiye etmiştir.

Latin harflerine dinsel pencereden saldıranlardan bir de Said-i Nursi'dir. Nursi, Latin harflerini "bidat" olarak adlandırmıştır:

"Hz. Ali (r.a.) huruf-u ecnebiyi İslâmlar içinde cebren ka­bul ettirmek hadisesi ile ulemaü's-su'un bid'alara yardımla­rından teessüfle bahsedip bu iki hadise ortasında irşadkârane bazılarından bahsediyor ki, o Sekine olan İsm-i Azamla ecnebi hurufuna karşı mukabele ediyor. Hem ulemaü's-su'a muhalefet ediyor. İşte bu zamanda o adamlar Risale-i Nur şakirtleri ve na­şirleri oldukları şüphesizdir. Çünkü onlardır ki hatt-ı Kur'ân'ı muhafaza ediyorlar ve bid'akâr bir kısım ulemalara karşı da mukavemet ediyorlar.

O bid'alar ve acemi ve ecnebi hurufunun intişarı zamanı olan o ahirzamanın fena adamları bir kısım ülemaü's-su'dur ki; hırs sebebiyle batınlarını haramla doldurmak için bid'alara yardım ve fetva verenlerdir."

Latin harflerini, "bidat" yani "sonradan icat edilen ve di­nen yasaklanan" diye adlandıran ve İslamın buna izin vermedi-

1141 Fuat Köprülü, "Harf Meselesi", Milli Mecmua, l Kanunuevvel (Aralık) 1926, Sa. 75.

1142 Zeki Velidi Togan, "Türklerde Hars (Kültür) Buhranı", Türk Yurdu, Kanu­nuevvel (Aralık) 1926, Sa. 24.

1143 Yalçın Kaya, Bozkırdan Doğan Uygarlık,- Köy Enstitüleri, C.l, İstanbul, 2001, s.83; Hacı Angı, Atatürk İlkeleri ve Türk Devrimi, 1983, s.37,38; Ak­çam, age, s.21, 119, 169.

512


ğini belirten Said-i Nursi, imdi ekser halk yalnız yeni hurufu (harfleri) bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla (harfler­le) tab etmek lâzım gelecek" diyerek Risale-i Nurları'nı "gönül rahatlığıyla" Latin harfleriyle bastırabilmiştir.1144

Üniversite hocalarının bile "Latin harfleriyle yazacağıma kalemimi kırarım" dediği bir ülkede, "kerameti kendinden men­kul" Said-i Nursi'nin Latin harflerine "bidat" demesini çok da yadırgamamak gerekir doğrusu!

Özeti şu ki: Atatürk, gerçekten de bu millete Allah'ın bir lütfudur...

Görüldüğü gibi bugünün Cumhuriyet tarihi yalancılarının kökleri geçmişte gizlidir ve bugünün Cumhuriyet tarihi yalancı­ları hiç tereddüt etmeden ağababalarının izinden yürümektedir.

Benim amacım, Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ni emanet ettiği gençlerin bu gerçeklerin farkında olmasıdır. Hepsi bu!... Yoksa Cumhuriyet tarihi yalancılarıyla bir alıp veremediğim yoktur. Nasıl olsa onların mumu bir gün sönecektir; çünkü ne de olsa yalancının mumu yatsıya kadar yanar...

1144 İşte Nursi'nin açıklamaları: "Risale-i Nur'un bir vazifesi huruf-u Kur'âniyeyi muhafaza olduğundan yeni hurufa zaruret derecesinde inşaallah müsaade olur. ikinci sebep: Risale-i Nur'un mühim bir vazifesi, âlem-i İslamın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek olduğun­dan, tab' yoluyla ise girişilse, simdi ekser halk yalnız yeni hurufu bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla tab etmek lâzım gelecek. Bu ise, Risale-i Nur'un yeni hurufa bir fetvası olup şakirtleri de o kolay yazıyı tercih etmeye sebep olur. Onun için, şimdiye kadar pek çok müstehak ve lâyık iken, Risale-i Nur'a ser-bestiyet verilmemişti. Lillâhilhamd, şimdi hakikatlerinin kuvvetiyle serbestiyeti kazandı. Hattâ eski harfle tab' yasak iken, Âyetü'l-Kübrâ' bize teslim ettirip bir keramet-i ekber gösterdi.Biz şimdi gayet mühim ve herkese lâzım Meyve ile Hüccetü'l-Bâliğa'yı ikisi bir cilt olarak yeni hurufla tab etmek için Tahin ile İstanbul'a gönderdim. Yalnız Meyve'nin Onuncu ve On Birinci Meselelerini va­kit bulamayıp tasbihsiz ona verdim. Şayet tab edilse, o iki meseleyi tam tashih edip ona gönderirsiniz. Hem o iki risale, dahilde, ya hariçte, aşikâre veya gizli, İstanbul'da veya dışarıda eski harflerle tab etmek lâzımdır." Bkz. Kastamonu Lahikası, (130. Mektup, Haşiye) ve. Emirdağ Lâhikası-I, (49). Said-i Nursi'nin bu anlatım biçimi, kullandığı sözcükler değil Latin alfabesi, dünyadaki hiçbir alfabeyle anlaşılamaz doğrusu!

513

Son ileti

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ali arkadaş sayesinde Ata'nın büyüklüğünü bir kez daha hatırladım sağolsun. Atatürk bence tanrı olabilir.

:D

Sevgili Türk Torunu.

Böylesi uzun yazıları genellikle kimse okumaz. Biliyorum. Hele araştırma yazısı ise, okuyucuyu sıktığını, okuma sayısını azalttığını da biliyorum. Forum ahalisi genellikle polemik yapmayı yeğler.

Ama tersine: Beni de ilgilendiren araştırma yazılarıdır. Özellikle; her söylediğini belgelendiren, kaynak veren makalelerdir.

Meraktan soruyorum: Bu makaleyi gerçekten ve sonuna dek kaç kişi okudu?

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

:D

Sevgili Türk Torunu.

Böylesi uzun yazıları genellikle kimse okumaz. Biliyorum. Hele araştırma yazısı ise, okuyucuyu sıktığını, okuma sayısını azalttığını da biliyorum. Forum ahalisi genellikle polemik yapmayı yeğler.

Ama tersine: Beni de ilgilendiren araştırma yazılarıdır. Özellikle; her söylediğini belgelendiren, kaynak veren makalelerdir.

Meraktan soruyorum: Bu makaleyi gerçekten ve sonuna dek kaç kişi okudu?

Sevgiler

Ben okuyamadım :D
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili DreiMalAli

:D

Sevgili Türk Torunu.

Böylesi uzun yazıları genellikle kimse okumaz. Biliyorum. Hele araştırma yazısı ise, okuyucuyu sıktığını, okuma sayısını azalttığını da biliyorum. Forum ahalisi genellikle polemik yapmayı yeğler.

Ama tersine: Beni de ilgilendiren araştırma yazılarıdır. Özellikle; her söylediğini belgelendiren, kaynak veren makalelerdir.

Meraktan soruyorum: Bu makaleyi gerçekten ve sonuna dek kaç kişi okudu?

Sevgiler

Sevgili DreiMalAli

Okuyan okuyor merak etme. Linkini verdiğin çift sayfaları da sık kullanılanlara kaydettim, fırsat buldukça okuyacağım.

Beynine, yüreğine, ellerine, emeğine kısacası tüm bedenine sağlık.

Selam ve sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir gecede cahil kalmayı becerebilenlere Sinan Meydan'dan konunun özeti.

Bilal Erdoğan'a anlatır gibi anlatmış. :D

Yazının linki: https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=883494798367827&id=128818453835469

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

DEDESİNİN MEZAR TAŞINI OKUYAMAMA SENDROMU

Bak mezar taşı okumaya meraklı dostum!

Aslında deden de dedesinin mezar taşını okuyamıyordu!

Arap harfleriyle okuma yazmak zor olduğundan deden bir türlü Arap harfleriyle okuma yazma öğrenememişti.

Mesela Osmanlı'dan Cumhuriyete geçilirken 40.000 köyün 37.000'inde okul yoktu...

1927 istatistiklerine göre (Harf Devriminden bir yıl önce) tüm Türkiye'de toplam okur,yazar oranı % 10'un altındaydı. (% 8 gibi).Üstelik okur yazarlar İstanbul, İzmir gibi birkaç ilin merkezinde toplanmıştı. Anadolu'da gerçek anlamda bir cehalet söz konusuydu.

DEMEM O Kİ:

Deden de dedesinin mezar taşını okuyamazdı. Çünkü toplumun % 90'ı Arap harfleriyle okuma yazma bilmezdi.

AYRICA HARF DEVRİMİ OLUNCA DA ESKİ HARFLERİ BİLEN TOPLUMUN % 8 KADAR BİR BÖLÜMÜ DEDELERİNİN ARAP HARFLERİYLE YAZILMIŞ MEZAR TAŞLARINI OKUMAYA DEVAM ETTİLER. YANİ BİR GECEDE CAHİL KALMADILAR.ÇÜNKÜ HARF DEVRİMİ, ESKİ HARFLERİ OKUMAYA HERHANGİ BİR YASAK GETİRMEMİŞTİ. YANİ HARF DEVRİMİNİN OLDUĞU GECE CAHİL KALIP ERTESİ GÜN DEDESİNİN MEZAR TAŞINI OKUYAMAYANLAR -üzülerek söylüyorum-O GECE aniden ALZEHIMER OLMUŞTUR! (Tıbben bu mümkün müdür, bilmiyorum). ÇÜNKÜ HARF DEVRİMİ OLDUĞU İÇİN ESKİ HARFLERİ UNUTMALARINI BAŞKA TÜRLÜ AÇIKLAMANIN HİÇBİR YOLU YOKTUR!

SAĞLAMA:

1.Harf Devrimi olduğunda toplumun % 90'ı Arap harflerini zaten okuyamıyordu. Yani toplumun % 90'ı zaten Osmanlı'nın Arap harflerini kullanması yüzünden dedesinin Arap harfleriyle yazılmış mezar taşını okuyamıyordu.

2. Toplumun %8 kadarı Arap harfleriyle okuma yazma biliyor ama mezar taşlarındaki zor yazı formundan dolayı bu % 8'in ancak % 2'si, 3'ü dedesinin mezar taşını okuyabiliyordu..

3. Arap harflerini bilen toplumun % 8 kadarı Harf Devrimi olduğu gece Arap harflerini unutmadığına göre Harf Devrimi olduktan sonra da bu % 8'in % 2'si 3'ü dedesinin mezar taşını okumaya devam etmiştir.

4. Harf Devrimi yapılmadan önce dedesinin mezar taşını okuyan toplam nüfus % 8'in %2'si, 3'ü; Harf Devrimi yapıldıktan sonra dedesinin mezar taşını okuyan toplam nüfus % 8'in 2'si, 3'ü;

Yani, % 8'in 2'si, 3'ü= % 8'in 2'si, 3'ü... Değişen bir şey yok!

5. 1928'de Harf Devrimi yapıldıktan sonra Millet Mektepleri ve Halkevleri seferberliği sonunda 1935'te toplumun toplamda % 23'ü okuma yazma öğrenmiştir. Dolayısıyla 1935'te toplumun % 23'ü Yeni Türk Harfleriyle yazılan dedelerinin mezar taşlarını okumaya başlamıştır.

HESAP ORTADA: 600 yıl sonunda Osmanlı'da toplumun % 8'i , dedesinin mezar taşını okuyabilirken, üstelik biraz önce de belirttiğim gibi bazı mezar taşları Osmanlıca'nın en ağdalı üslubuyla yazıldığından her Osmanlıca bilen bu mezar taşlarını okuyamazdı. Sizin anlayacağınız, Osmanlıda okuma yazma bilen o % 8'in iyimser bir tahminle ancak % 2'si, 3'ü dedesinin mezar taşını okurdu. Harf Devriminden sonra ise çok kısa bir sürede ( 7 yıl sonunda) toplumun % 23'ü dedesinin Yeni Türk Harfleriyle yazılmış mezar taşını okudu. Bu oran 1960'larda % 50'leri geçti.

SONUÇ:

HARF DEVRİMİ OLDU BİR GECEDE CAHİL KALIP DEDEMİN MEZAR TAŞINI OKUYAMAZ OLDUK DİYENLER -üzülerek söylüyorum- MAALESEF ANİDEN ALZEHIMER OLMUŞTUR. BUNUN BAŞKA BİR AÇIKLAMASI YOKTUR.

TAM TERSİNE: HARF DEVRİMİ OLDUKTAN SONRA HALK YENİ TÜRK HARFLERİNİ ÖĞRENİP DEDELERİNİN YENİ TÜRK HARFLERİYLE YAZILAN MEZAR TAŞLARINI OKUDULAR...

MEZAR TAŞI OKUMAKTAN HOŞLANANLARA TARİHİ BİR AÇIKLAMA....

:D

Sinan MEYDAN

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 4 years later...
On 21.12.2014 at 00:15, DreiMalAli yazdı:

Sinan Meydan'ın bu çok bilmiş tavrını,TV deki o görünümünü  doğru bulmamakla beraber bazı alıntılarına katılıyorum. 1. Alfabe konusu Osmanlı döneminde başlamış ve Cumhuriyetin ilk döneminde bir çok yazar ısrarla Latin harflerini  Atatürkten talep ediyorlardı. O ise en büyük özelliği olan temkinli olmayı seçmişdi. 2. Okunuş ve verilen ses tonuna göre farklı anlamlar ifade eden ancak yazımı aynı olan Arapça harfler vardı. 3. Saray'ın resmi dili  ve HAlkın konuşma dili farklılık arzediyordu bunlar doğrular(Daha da fazla olabilir ) Ancak Hem Türk dili çok güçlü idi ve 600 sene dayandı diyeceksiniz hem de cümlenizde biraz daha bu durum devam etseydi Türkçe yok olacakdı diyeceksiniz. Arap harfleri edebiyata bilime uygun değil diyeceksiniz ancak İran bu harflerle çok büyük şair,edebiyatcı,senarist  yetiştirdiği gibi Universite sıralamasında bizim latin harfle yazıp çizen Universiteleri sollamış durumda. Atatürk'ün dahi sonradan vazgeçtiği veya evrime uğrattığı Güneş Dil teorisine göre Her dilin atası Sümerler ve dolayısıyle Türkçe. O zaman Arapca da , Farsca da , İngilzice de hep bizim dilimizden türeme. Yani bizim de dilimiz sayılaz mı? Neyse uzatmıyayım burada keseyim. Saygılar

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Iste böyleee,

                     Bit tarihde DERSiMDE lisede hocanin biri ögrencilere bir nevi ZORUNLU osmanlica ögrettmeye calisir.Derki en kisa zamanda herkes osmanlica konusacak yazacak.Gene bu hoca cocuklara sinifda dolanarak osmanlicadan anlatirken hava KIS oldugundan sirtini sobaya Döner.Ögrencinin birisi görür.Kivilcim sobadan sicrar hocaninn sirtindan ceketini tutus turur.Cocuk baslar hocaya osmanlica bunu anlatmaya.

                    Efendim,arka cephenizdeki  sobanin  derunundaki parcei nardan kopan bir serare  sahsinizin istikametine  tercihlenerek  ceketinize  sirayet etmistir.Ve dahi MABADINIZA intikal etmek üzere yola revan olmaktadir.Bu ara hocada kicinda bir sicaklikk hisseder.COCUGUN sözü üzerine elini götüne götürürkü GÖTÜ  tutusmus.Hoca ögrenciye kizar.ooglum bukadar uzatacagina hocam GÖTÜN YANIYOR desene der:--))))))

Tolonbey

tarihinde tolonbey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

iste böyleee,

                     Atatürkün tek birseyini begenmiyorum,MANKAFA ismetin ortadoks Türkleri Yunanistana sürmesine müsaade etmesi disinda her seyine EVET diyoruz.Ama ORTODOKS Türklerin TÜRKIYEDEN gönderilmesi KABULÜ mümkün degildir.Bu denebilirki AFFI mümkün olmayan tek COK BÜYÜK bir HATASIDIR.

                     Gelelim müslümanligina,ATATÜRK  müslümandi deyen ne atatürkü taniyor nede müslümanligi demektir.

                     » Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.Söyliyen KEMAL  ATATÜRK.Atatürkde benim gibi sonradan DINSIZ olanlardandir Tolonbey.

tarihinde tolonbey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...