Jump to content

Göbeklitepe'de neden islamiyete dair bir işaret yok?


Recommended Posts

  • 1 year later...
  • İleti 75
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

 Konya Çatalhöyük kazılarında, M.Ö.8000 - 5500 Neolitik Dönem'e ait, yüksek kalitede işçilikle yapılması ve vücudunun tüm parçalarının noksansız bulunması dolayısıyla eşsiz olarak nitelendirilen bir insan heykel bulundu. Çatalhöyük'teki Neolitik figürinlerin, bereket tanrıçası olmadığı ve belli bir konuma gelmiş yaşlı kadınları teslim ettiğine ilişkin teoriler göz önüne alınarak, heykelciğin göğüs ve göbeğinin işlenişi özellikleri itibarıyla böyle yorumlanabileceği belirtiliyor

1473756861.jpg

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kazılarda yeni bulunan Kibele heykali var. Ordu'da 2 bin 100 yıllık olduğu tahmin edilen Ana Tanrıça Kibele heykeli bulundu. Ana Tanrıça heykeli 1,1 metre yüksekliğinde ve tahtta otururken betimlenmiş. Kibele heykelinin karadeniz kıyılarında bulunması biraz ilginç geldi bana. Kibele figürü MÖ 7000'lere kadar dayanır ama bölgesel olarak Hitit ve Frigya'da. Merkezi Afyon - Eskişehir olan Kibele inancının Ordu'da bulunması, bölgesinden 1400 km. kuzey doğuda kaydığının kanıtı olarak şaşırttı beni. Keşke Allah'ın kanıtlarını da Mekke'nin uzağında herhangi bir yerde bulunabilseydi arkeologlar tarafından veya başka bir bilim araştırmacısı tarafından.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Değerli Tumagü, Anadolu topraklarında yaşayan milletlerin, biz Türkler ve bizden önceki uygarlıkların, hristiyanluğın ve islamın direktörlüğünü, yönetmenliğini, bu dinlerin en az peygamberleri kadar, hatta belki onlardan daha fazla etkin çalışanı olduğumuz için dinlerin arkeolojik ve mitolojik kalıntıları bizde çıkıyor.

57dd543018c7732bd0d01226.jpg

 Kibele'yi 10 günde 15 bin kişi ziyaret etmiş. Yani hergün 1500 kişi, 300 basamaklı merdiveni tırmanarak tepedeki Kibele'nin bulunduğu kaleye gidiyor. Kültürümüzde tanrılara karşı bir sempati var anlaşılan. Başka milletlerin Tanrılarına para yedireceğine, kendi ata kültürümüzün tanrılarını ziyaret ederek, ilahi dinlerdeki tanrı kavramıyla aynı tanrı inancından alınan sakinleşme ve yaranma duygusunun alınabilineceğini düşünmekteyim. Serotonin hormonu salgılansın yeter. Salgılatan tanrı kibele olmuş, allah olmuş, zeus olmuş fark etmez.

tarihinde Engse Hohol tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 months later...
  • 11 months later...

http://www.quran-incil-tevrat.com/

 

Merhaba hanimefendiler ve beyler;

 

bu kisa  notu gondermemdeki amac; birlikte en dogru bilgiye yonelebilmektir..kimseyi inanicandan dolayi kinamak veya teknit etmek veya asagilamak gibi ilkelliklerden uzaktir.

 

 bu kitaplari dikkatle okuyun lutfen, ucretsizidir... Asagidaki metinde 6 numarali kitamindan kisa bir alintidir ki henuz yayinlamadim... GOBEKLI TEPE  Islam dinin de baslangicidir... ilk kibledir... 

 

Tur-An Topraklarında Mukaddes Vadi Olan

Tuva

 

Bu üç sözcüğün günümüz Türkçesinde açılımını yapmak zorundayız ki; önümüzdeki konu mümkün olan en eksiksiz detaylarıyla anlaşılabilsin; TUVA, TUR-An, Tiyenşan…

 

TUVA: övülmüş, methedilmiş, şan verilmiş, kutsanmış demektir.

 

TUR-An, Turan: dil, kültür, ulusal ortak değerleri olan budunların, sülalelerin birlikteliği, bütünleşmesi, birlikte kararlar alınması ve bu kararların alındığı ebedi başkent, büyük coğrafya vb. anlamlarındadır.

 

Tiyenşan (Tanrı) dağlarına verilmiş bir unvandır. Net anlamını birazdan açacağız. Sözcüğünün anası bu Tur-An birleşik sözcüğü ve içeriğindeki anlamdır.

 

TUR İbraniceye de DAĞ olarak geçmiş. İbranicenin büyük büyük atası olan Sümercede Anu Gök tanrıyı ifade ederken An göğü kast eder. Tur-An Tanrının Dağı, yani Tiyenşan, yani Tanrı Dağları.

Sümerce de An gök, Anu Gök Tanrı demektir.

 

(burada resim var ancak)

 

Üstteki resimde tanrı Anu heykeli görülüyor. İlginç olan başlığındaki boynuzdur.

 

Sümer’i tesis etmiş Altay Türklerinin ve Tüm Ön-Türk yöneticilerinin bir özelliği de başlıklarında boynuz (*) bulunuşu en önemli ve resmi kanıtımızdır.

 

Ön-Türk yöneticileri TUR ve OK boylarını oluşturanlardı. Örnek; Tur-Ok birleşimi sonucu TUR-OKH olurken, TOR-OSK yani TORO (Boğa) sözcüğü ortaya çıkıyor. TOROS (Taurus, boğa) dağlarının adı da Tur ile Ok (veya Tur Osk) halkları tarafından verilmiştir(**). Bu gerçekler de kanıtlar; Bugünkü Türkiye’nin kuzey ve güneyindeki TOROS dağları Türklerin, M.S. 1071 den de binlerce sene önce bu toprakların gerçek sahipleri olduğunun tarihi net kanıtıdır.

 

(*) Zulkarneyn 7 numaralı kitabımızda açıklayacağız.

(**) Bu konu için Doç. Dr. Haluk Berkmen’in çalışmasından faydalanılmıştır.

  ---------------------------------------

Tiyenşan ne demektir, anlamı nedir?

Günümüze kadar net bir anlamı bulunamamıştır. Ancak tespitim doğruysa tarihe hizmet etmenin mükâfatı bize yeter. Neden bu dağlara ‘Tanrı dağları’ denmesinin enginliklerinde yaptığım araştırmalarla şu sonuca vardım. Şayet hatalıysam şahsıma aittir ki;

Tiyenşan, Şanlanmış, Kutsallaşmış, övülmüşlük TACI giydirilmiş, Şanlı TAÇ giydirilmiş demektir.

 

Bu kısa bilgilerle konumuza devam edelim;

Böylece oraya geldiği zaman “Ey Musa!” diye nida olundu. Tâ-Hâ 11.

 

Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. HEMEN (derhal) PABUÇLARININ ÇIKAR(*); çünkü sen, mukaddes (el mukaddesi) vadi olan Tuva’dasınTâ-Hâ 12.

Bu ayetten tartışmasız açıkça anlıyoruz ki; mukaddes-kutsal olan Orta Asya’daki TUVADIR.

 

Aynı konu farklı bir alana hitap eder ve farklı bir konuyu aydınlatmak için Kasas suresinde:

 

Böylece oraya geldiği zaman vadinin sağ tarafından, mübarek (mübareketi kutsal, Arı duru pak) yerdeki ağaçtan (çalıdan) nida edildi ‘Ey Musa! BENİM BEN Âlemlerin Rabbi Allah’. Kasas 30.

 

Çok dikkat etmemiz gerekenler:

1.  Qur’an’da sadece Tuva için KUTSAL anlamında EL mukaddesi ifadesi kullanılır. EL takısı nokta adresi belirtir yani adresin de mutlak doğru olduğunu tartışmasız öğretir. Qur’an’da başka hiç bir yer için El Mukaddes denmez. EL takısı sadece TUVA için kullanılır.

 

İkinci bir El mukaddesete ifadesi Mâide 21. de Kudüs için kullanılmış olabilir ancak kesin adres belirtilmemiştir, Kudüs sözcüğü geçmez.

 

2.   Tuva da Hz. Musa ile ilk görüşmesinde iki ayette de ikişer kez BEN, BEN denmektedir.

 

3.   Aynı konu Tevrat’ta çıkış 4/13: Ve Musa Allaha dedi; İşte ben İsrail oğullarına geldiğim zaman, onlara atalarınızın Allahı beni size gönderdi dersem ve onlar bana; Onun adı nedir derlerse onlara ne diyeyim? 14) Ve ALLAH Musa’ya dedi, BEN BEN olanım ve dedi; İsrail oğullarına böyle diyeceksin “beni size BEN im (olan) gönderdi” Tanrı, “Ben Ben'im” dedi, “İsraillilere de ki: 'beni size BEN BEN'İM (diyen) gönderdi” denmektedir.

 

Soralım; Mısırda 400 veya 500 sene kadar (belki daha fazla) büyük zulümler gören İsrail oğulları nasıl olurda ‘BEN BEN’İM olan gönderdi’ şifresini, yani parolayı anlayabilirlerdi? Asırlar öncesi öğrenmiş olmalılar ki bu parolayı tanıyabilsinler. Bu son derece önemli gizemi anlamak için uydurulmuş hadis gibi Yahudilerin de uydurdukları masallardan faydalanmamız mümkün değildir. Biz her bir cümleyi bilimin ve tarihin süzgecinden geçireceğiz.

 

(*) Açıp baksınlar 1400 senedir bütün Qur’an meallerine, tefsirlerine ne şarlatanlıklar, ne ipe sapa sığmaz, AKIL dışı beyin yıkayan masallar uydurmuşlar Hz. Musa’nın pabuçları hakkında.  Sözüm ona meşhur bir meal-tefsirci de “Musa’nın pabuçları eşek derisindenmiş te ayıp olmasın diye çırakması emredilmiş” der!!!.  Şarlatanlık parayla değil ki!!!...

  ------------------------------------

4.   Qur’an ve Tevrat arasındaki bu mikroskobik eşleşme de kanıtlar ki Ve sana kitaptan vahyettiğimiz, onların ellerindekini tasdik edici olarak haktır (gerçektir). Fatır 31.

 

Deriz ki: Tevrat, İncil ve Qur’an bir bütünün farklı zamanlarda farklı amaçlar için vahiy edilmiş ilahi nimetlerdir, bilgilerdir. Bütün insanlığın müşterek hazineleridir.

 

5.   Yüreğim kan ağlayarak itiraf etmeliyim ki ne İbraniler ne de herhangi bir Müslüman gerçek bir âlim cikipta bu “Ben Ben olanım ifadesinin içeriğini bulabilmiş ve insanlığa açıklayabilmiş değildir.

 

Biz fukaranın anlayışında ise “Ben Ben olanım ifade ettiği anlam; varlığı kendinde hak-gerçek olan, varlığı bizatihi hayatı ve bizatihi ilmiyle hak-gerçek olan anlamlarını çağrıştırmaktadır.

 

Hatırlarsanız 3 ve 4 numaralı kitaplarımda sormuştum “Allah, hayat Allahımıdır yoksa bilgi Allah’ımdır? Şayet bizatihi, kesintisin hayatı kendindense, bu muazzam hayata eşlik etmesi gereken bizatihi muazzam ilimler sahibi olmalıdır. Bu halde; ALLAH hayat ALLAHIMIDIR yoksa bilgi Allahımıdır?” şeklinde.

 

Tekrar soralım: ALLAH, BİLGİ Allahımıdır yoksa HAYAT Allahımıdır? Bu soru “BENİM BEN” ifadesini anlayama başlama koordinatı olabilir derim. Bu konuyu AKILCI ve tatminkâr şekilde ancak İbni Arabi’nin ayna görüntüsü felsefesini irdeleyerek açıklayabiliriz, Rabbimin izinliyle ilerde yazabilirim.

 

Konumuza devam edelim;

Ayette geçek ‘min eş şecerati’ dişiliği ifade eden ağacımsı, tam ağaç olmayan, ağaca benzer bodur çalı demektir ve bu ağaç için yalnızca Kasas 30 ayetinde mubareketi olarak belirtilir.

 

Arap dilinde ve Sümer edebiyatında ağaçlar doğurganlık yani üretimlerinden dolayı olsa gerek dişi kategorisinde ifade edilir. Mübarek değil de mubareketi denmesinin nedeni bu olabilir.

 

Soralım, sorgulayalım; Kasas 30 da TUVA vadisi veya O mekân neden mübarektir, yani kutsaldır? Üstelik nokta olarak ve kesinlik ifade eden El-mukaddesi MUBAREK-KUTSAL denildi.

 

Qur’an’da TUVA dışında hiç bir mekân için doğrudan nokta belirtilerek EL mukaddesi denmez. Sadece TUVA doğrudan ve kesin ifadelerle, adres belirtilerek El işaret takısıyla Mübarek-Kutsal olarak tanımlanır.

 

İsrailoğulları ve Müslümanların tarihinde farkına varılamamış bu çok önemli tespit; Tâ-Hâ ve Tuva kitabımızın en temel konusudur.

 

İKİNCİ Mubâraken-Kutsallaşmış sözcüğü yine kesin ve nokta belirterek Âli İmrân 96 da BEKKETE için geçer. EL takısı kullanılmadan sadece Mubâraken denmektedir.

 

Doğrusu ilk YAPI (çok önceden, çok evvelde yapılmış) insanlara miras olarak bırakılan ÂLEMLER için BEKKETE İLE (bibekkete ile) bereketlenen (veya bereketlenmiş) ve hediye (hatıra, hidayet eğitim) kaynağı (merkezi) olduğu bilinsin diye. Âl-i Imrân  96. 

 

Ayette geçen “ÂLEMLER için BEKKETE İLE bereketlenen” cümlesinden kasıt; BEKKETE de bütün insanlığın (âlemlerin) müşterek menfaati, topluca bilgi edinmeleri için üst bilgilerin olduğu BEKKETE ile bilimsel alanda da bereketlenmiş, yani üst bilgiler kaynağı olduğu anlamı ortadadır.

 

İnsan için, insanlık için en büyük nimet, bereket doğru BİLGİ değil midir? Nimet bilgiyle varlık olabilir ve çoğalır. Hiç bir nimet te bilgi olmadan hayat bulamaz.

 

Ayette geçen vuDiǎ” ders almaları için eğitim yeri veya gözlemler için dikey sütunlar ve yatay taban inşa edilmiş; yıldızları gözlemlemek ve koordinat tespiti için bırakılmış rasathane(*) veya anılar, hatıralar veya kalıntılar denmektedir.

 

Ayette geçen “âlemler” sözcüğü bütün milletler, bütün insanlar, bu konuda ilgilenen kimseler demektir. Sadece siz Müslümanlar veya özel olarak, spesifik olarak birileri için denmedi.

 

Bu ayet ve içeriği kesinlikle kanıtlar ki BEKKETE Mekke demek değildir hatta alakası bile yoktur.

 

Asırlardır Bekkete için Mekke’nin eski adıdır demişler ve gerçeği karanlıklara gömmüşler. Oysa Mekke’nin eski adı Parandır, Arap alfabesinde P harfi olmadığından Faran olarak yazılmıştır. Üstelik Mekke Hindistan’dan Saraisvati nehrinin kurumasından sonra göç eden Brahmin misyonerleri tarafında kurulmuştur. Günümüzdeki Arapların elle yemek yeme adetlerinden giyim kuşamlarına kadar hemen her detay Hindistan kültüründen esintilerle doludur.

 

Qur’an’da Faran yani Mekke hiç bir ayette âlemler için hidayet kaynağı denmedi. Sadece Müslümanlar için anlamı ve önemi vardır.

 

BEKKETE; bereketli hilal denen bölgenin verimli topraklarında, Ebla kavmi yerleşkesinin hemen kuzeyindeki Harran bölgesindeki Göbekli Tepenin ta kendisidir. Bütün dünyanın teologlarının, bilim adamlarının, Arkeoloji bilimcilerinin ve tarihçilerin beyinlerini alt üst eden Göbekli Tepe.

Tarihin başladığı yer, bereketli (insanlık için en zaruri bilgiler kaynağı olan) yer.

 

Ben 1989 da şeytani ayetlerin cevabı(**) kitabımı yazdığım zaman, Göbekli Tepeden benim ve kimsenin haberi yoktu.  Sadece 1963 ABDli bilimcilerin geldiği, nokta tespitinden sonra bir şekilde konu örtüldü, Dr. Klaus Schmidt’e kadar. Ne yazık ki Dr. Klaus öldü ve çalışmalar yine durduruldu. Bu konuyu ayrı bir kitapta ayrıntıları Astro fiziğin diliyle ve kanıtlarıyla yazacağım.

 

(*) Bu rasathane konusunu QUR’AN, KIBLE VE GÖBEKLİ TEPE kitabımızda açıklayacağız.

(**) bir numaralı kitabimiz şeytani ayetlerin cevabi. 

           -------------------------------------------------

 

Bereketli hilal denilen bölge ve BEKKETE / Göbekli Tepe 

(burada resim  var)  

 

Mübarek, Mubâraken = kutsal Arı duru uğurlu, pak, ilahi tecelliye muhatap olmuş gibi anlamlarda olup orijini Sümerce kökenli (mobaouruk) olan bu sözcük İbrani ve Arap dillerine de aynı kalıp ve anlamla geçmiştir. Arkaik Türkçe de KUTSAL, KUTLUĞ, KUTLU sözcükleri de aynı bu anlamları içermektedir.

 

ÜÇÜNCÜ mübarek-kutsal (El Mukaddesete) tanımı Kudüs kast edilerek ancak dolaylı olarak ve Kudüs ismi verilmeden MÂİDE Suresi 21 ayetinde “Ey kavmim! Allah’ın sizin için yazdığı (kararlaştırdığı) mukaddes yere (kutsal yere, bundan kasıt Kudüs olabilir) girin ve (düşmandan kaçıp, korkaklık yaparak) arkanıza dönmeyin. İşte o zaman hüsrana uğrayanların akıbetine uğrarsınız.”

 

KISA ANALİZ:

Muhteşem Qur’an’da EL MUKADDES sözcüğü nokta belirtilerek, net bir ifadeyle sadece TUVA için ve sadece aynı kelimenin kök kalıbıyla iki yerde geçer;

1)   Ta-Ha 12, El mukaddesi; sözcük ELMGD̃ST kök kalıbıyla TUVA kutsal yer demektir.

2)   Nâzi’ât 16, El mukaddesi; sözcük ELMGD̃ST kök kalıbıyla TUVA kutsal yer demektir. 

3)   Kasas 30, El mubareketi; sözcüğü de TUVA için kullanıldı. Kelimenin kökü ELMBERKT  olup mübarek anlamındadır. Bu ayetle birlikte sadece TUVA için hem MUKADDES hem de MUBAREK yer tanımlaması yapıldı. Başkaca hiç bir yer için bu kadar açık, net tanımlama yoktur.

 

4)   Mâide 21, El mukaddesete; KUDÜS için kullanılmış olabilir, kesin değil. Çünkü ayette açıkça Kudüs denmemektedir. Kelimenin kökü ELMGD̃ST olup kutsallaşmış şeklinde de anlaşılabilir.

 

5)   Âli İmrân 96, Mubâraken; BEKKETE için kullanıldı. Kelimenin kökü MBERKE olup mübareklenmiş, kutsallaşmış anlamlarındadır.

 

Muhteşem Qur’an’da sadece 4 ayette kutsal anlamında kutsallığa atfen mukaddes sözcüğü geçmektedir. İki ayette de TUVA için kesinlik, nokta belirterek EL işaret takısıyla aynı kalıp sözcük kullanılarak belirtilir.

 

Mâide 21 ayetinde de El mukaddesete kesin mukaddes olduğu ifade edilerek işaret takısı kullanılıyor. Mukaddes-Kutsal bir yer olduğu netlikle belirtilir ancak Kudüs sözcüğü geçmiyor. Ayetin önündeki ve sonrasındaki ayetlerden bu yerin Kudüs olduğunu netlikle belirten bir işaret yok.  

 

Soralım; Mâide 21 ayetinde kast edilen kutsal yer neresi?(*) Ayette Kudüs olduğu belli, ancak Kudüs sözcüğü geçmiyor. Sadece bir tek kelime ‘Kudüs’ yazmak zahmet olmazdı herhalde!...

 

Âli İmrân 96 da mubâraken lafzıyla BEKKETE için geçiyor. Bu sözcük mübarek-kutsal sözcüğünün içeriğindeki anlamla kesinlikle aynıdır. Ancak geçmiş ve gelecekte yani tüm zamanlarda mübarekti, kutsaldı anlamı kast edilmektedir. Bu çok önemli konunun AKLI ikna edecek ve elle tutulur tarihi delilerle de açıklanması gerekiyor.

 

Âli İmrân 96 ayetinde mubâraken lafzıyla belirtilen yerin sanki saklanmış, saklı, bir zamanlar örtülü olduğunu, bir zamanlar ve tüm zamanlar için KUTSAL olduğu şeklinde Mübarekti-Kutsaldı bütün insanlar için çok önemli bilgilerin olduğu ve bu bilgiler insanlar için hediyedir, hidayet kaynağıdır mı denmek isteniyor. Çünkü zamanın enginliklerinde insanlar için yapılmış ilk ve âlemlere hidayet kaynağı olan mabet, YAPI BEKKETE olduğu ve bu anlam açıkça ayettedir.

 

Bu Âl-i Imrân 96 ayetini kısaca ve kelime, kelime tekrar tekrar açmak zorundayız;

Doğrusu ilk yapılan YAPI (evvelki, önceki yapı) insanlara, kimselere bırakılan bereketlenen (bol nimetlerle bereketlenmiş) BEKKETE ile hediye veya hidayet kaynağı olduğu bilinsin diye. Âl-i Imrân 96.  Ayette geçen vuDiǎ’ miras olarak bırakılmış, anları, hatıralar anlamındadır.

 

1.  Evvelki, önceki, önceden, ilk yapılan, eskiden yapılmış YAPI insanlığa hediye ve hidayet kaynağı olarak miras bırakılmış. Birilerinin veya inananların yaptığı YAPI denmedi.

 

2. Sanki başkaları tarafından yapılmış YAPI anlamı açıkça ayettedir. Öyle olmasaydı “insanların veya inananların yaptığı YAPI/ev anlamı” ifade edilmeliydi. Çünkü ayette vudia li en nâsi”

 

(*)  Esas konumuzu dağıtmamak için bu noktada duracağız.

 ------------------------------------

 

zamanın enginliklerinde âlemler için, insanları eğitmek için, hidayete ulaştıracak bilginin veya eğitim için yapılmıştı. Falanca insanlar veya filanca inananlar yapmışlardı denmedi.  

 

3. Zamanın enginliklerinden bu zamana ve tüm zamanlar için de mübaraken idi.

Bu ayrıntı ve net cevabı çok önemlidir.

 

4.  Ayette gecen le ellezî bi Bekkete” elbette ki, kesinlikle, tartışmasız mübaraken olmuş ilk YAPI Bekkete dir denmektedir.

 

Mekke’nin eski adı Bekkete imiş hatasıyla asırlardır okumayan, sormayan, sorgulamayanlar da tarihe yanlış yön vermişlerdir. Uydurulmuş masallarla hiç bir yere gidemeyeceğimizi de biliyorum. Mekke’nin çok eski adı PARANDIR. Arapçada P harfi olmadığından FARRAN denmiştir.

 

Bekkete gibi bütün insanlığın müşterek bilgi kaynağını nasıl tarihe gömmüşlerse, Hz. Muhammedin de ilk vahiy aldığı yeri kendi hayal dünyalarında ürettikleri pembe masallarla yanıltmış, masum Resulü uçan halılarla Hint icadı Miraca da çıkarıvermişlerdir.

 

Kanıt;  Ayetlerimizden bir kısmını göstermek için, kulunu geceleyin El-Mescid-i El-Haram'dan, etrafını bereketli (bâreknâ, bolluk, bol nimetlerin olduğu yer)  yaptığımız El-Mescid-i El-Aksay’a YÜRÜTEN Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Isra 1.

 

Kısa bir analiz:

1.   Şayet Hz. Muhammed ilk vahiyi Nur dağında Hira mağarasında aldıysa, tarihin hangi diliminde Nur dağında bereketli Arabistan kirazı bahçeleri vardı? El-Aksa, ağaçlık bir yerin, bahçenin sonundaki Arabistan kirazı denen ağacın tanımıdır. Isra 1 bu gerçeği açıklar.

 

2.   Bu ayette açıkça belirtilen El-Aksa ile Kudüs’teki mescidi Aksa arasında hiç bir bağ veya ilişki yoktur. Hz. Muhammedin ölümünden çok sonra Hz. Ömer’in ilk temelini attığı bu mescide, Hz. Muhammedin ilk vahiy aldığı yerin Cirane’deki El-Aksa anılarına ve saygısına binaen bu isimle anılmağa başlandı. Hz. Muhammed hayatta iken Kudüs’te Aksa diye ne bir yer, ne de mescit vardı.  Hz. Ömer ve Nebinin en yakınındaki insanlar bu gerçekleri biliyorlardı.

 

Halifeleri şehit eden yıkıcı, yakıcı hain fasıklar Nebiyi bizzat görmüş, konuşmuş, dinlemiş kim varsa temizlediler. Kâbe’yi mancınıklarla yaktı, dini ve gerçek anıları sildi süpürdüler. Kendi tesis ettiği Zerdüşt uzantısını Nebinin nezih adını kullanıp hadis uyduran insanlar türeterek dini boğazına kadar kumlara gömdüler. Bir göbek sonraki insanlar, ilk vahyin Nur dağında olduğunu zan ededurdu. Çünkü aklı başında adam devamlı 620 metre rakımdaki Hıra mağarasına çıkıp inmez. Hz. Muhammed’e deli, mecnun, cinlenmiş denmesindeki yegâne malzeme budur. Halife Osman’ı öldürüp, ölmüş eşek cesedinin içine koyarak Yahudi mezarlığına gömenlerdi bu fasıklar. Halife Ebubekir’in oğlunu yakarak öldüren fasıklar bunlardı. Yaşayan Qur’an Halife Aliyi şehit edip, elindeki İmam denen en önemli Mushaf’ı YOK edenler bu canilerdi…

  

Hz. Muhammed 23 senelik Nebilik görevi içinde sadece Kâbe ve Cirane de ihrama girmiş ve en derin saygıyla RÜKÛ, SECDE VE DUA etmiştir. El-AKSA o kadar önemlidir ki Emevi soyunun hazırladığı sentetik din senaryolarıyla günümüzde dahi önemi gereği gibi bilinmemektedir. Çünkü gerçekler üzeri örtülerek kumlara gömülmüştür; yani kâfirlik yapılmıştır.

 

3.   Mübarek sözcüğü kutsal demektir. Ses uyumu çağrıştırdığı için de bâreknâ sözcüğü ile hemen hemen aynı anlamdaymış gibi algılanabilir. Oysa bâreknâ çoklama, çoğalma, bol nimetler, çokça doğru bilgi nimetleri anlamındadır. 1 dane tohumun 100 dane buğday vermesi gibi. Bir dane tohum, 2 veya 100 dane vermesi bereket olmakla beraber yüksek bilgiler içeren bir süreçle bu çoğalma-bereketlenme eylemi gerçekleşmektedir. Bir dane tohum okus-fokusla veya muska-tıskayla, üfürükle çoğalmaz. Bilgidir bereketi oluşturan.

 

Evrende her şey, her an en yüksek bilgilerin işlevleriyle hayatta kalabilmekte ve işlevlerini kendilerine ezelde programlanmış yüksek bilgilerle yapabilmektedirler. (*)

 

Biz fukara deriz ki: doğru bilgi en büyük nimet, en büyük hazinedir. Bir OT bile yüksek bilgiyle var olabilir, yüksel bilgiyle hayat bulur, yüksek bilgiyle ürer ve başka formlara geçer…

 

Evrende yaratılmış hiç bir şey bilinen anlamda ölmez, ölemez; sadece form değiştirir.

 

Tekrar soralım; Allah HAYAT Allahımıdır, yoksa BİLGİ Allahımıdır?

 

Konumuza devam edelim;

4.   Isra 1 ayeti Hz. Muhammedin ilk vahiy aldığı yere El-Aksaya (Cirane’ye) gece karanlığında yürütülerek götürülmesini ve Nebi-Resul görevine başlatıldığı anı anlatmaktadır.

 

Nur dağındaki Hıra mağarası ve yöresinde bâreknâ tanımına muhatap olabilecek ne tür meyve, sebze tarlası vardır? Bunu her vicdan sahibine sormak gerekir.

 

Qur’an’da Hira dağı diye bir kelime bile yokken, 1400 senedir ilk vahyin Hira dağında aldığını yazarçizerler ve 1400 senedir sorup sorgulamayan, araştırmayan insanlarda buna inanır. Acaba neden? Eminim Stockholm sendromu saplantısıdır bu şaşkınlıklar. Atasından ne dilemiş ise sorgulamadan yanlışa-yalana teslim olur ve bu çirkinlik devam edegelir. Hıra dağında OT bile yetişmez kaldı ki kiraz bahçesi olsun da ağaç yetişsin.

 

Oysa Muhteşem Qur’an’da Hz. Muhammedin ilk vahiy ve resul belgesini aldığı yerin adresi de açıkça verilmişken, 1400 senedir Hira dağı diye borazan öttürmekteler.

 

Muhteşem Qur’an adresi şöyle veriyor; çevresi bereketli yapılan El-Mescidi El-AKSA dır… Arabistan kirazı cinsinden olan bir kiraz bahçesinin en sonundaki kiraz ağacının olduğu yerdir.

 

(*) İncil’deki Muhammed kitabımız.

 -----------------------------------------------

Çünkü Hz. Muhammed’den önce Cirane’de tek tanrı inancını yasayan Hanif dinin neferleri yapmıştı bu mescidi. Ciranede mescit vardı, ancak Nur dağında tarihin hiç bir diliminde mescit olmadı ki!...

 

 

‘El-Mescidi El-AKSA’ derken daha nasıl açıklanır gerçek adres? Asırlardır bu gerçek nasıl olurda görülemez? “El-Aksa” en sondaki, en uzaktaki anlamındadır. Bazı lügatler veya açıklamalarda da tarlanın veya bahçenin en uzak köşesindeki Arabistan kirazı bahçesinin en uzağındaki anlamını vermişler.

 

Qur’an’da sözü edilen El Mescidi El-Aksa denen yerin Kudüs’le ilgisi alakası YOKTUR. Qur’an’da açıklanan El-Mescidi El-Aksa Mekke ile Taif arasında Kâbe’ye 30 km mesafede Cirane denilen yerdedir. Hz. Muhammedin ilk vahiy aldığı, ilk Nebi-Resul diplomasını aldığı yer burasıdır Hira dağı değildir. Halife Ömer döneminde Kudüs’teki Süleyman mabedinin ayakta kalmış tek duvarın çok yakınına EL-Aksa ya olan saygıdan inşa edilen mescide Hz. Muhammedin ölümünden çok zaman sonra sadece Mescidi AKSA denildi.

 

Hıra dağı masalını uyduranlar Hz. Muhammed’e deli veya mecnun yakıştırmasına(*) malzeme yapmak için ortaya attılar. Ve bu kirletilmiş bilgi de 1400 senedir insanların hafızalarına gerçekmiş gibi işlendi. Oysa Hz. Muhammed yaşadığı asırda Kudüs’te aksa veya mescidi aksa diye bir yer de YOKTU, YOK!...

 

Aklı başında biri Hira dağına devamlı çıkar iner mi?  Hz. Hatice 55 veya 60 yaşlarındayken Hz. Muhammed 40 yaşında Resul oldu. Nasıl olurda 60 yaşında bir kadın O cehennemi sıcakta Hira dağına azık ve su taşıyabilir? Cevabı olan?...

 

Soralım, sorgulayalım; İlk vahiy ayetleri nedir? Alak suresinin ilk 5 ayetidir. Bu ilk 5 ayetin ilk vahiy edildiğini açıklayan en kapsamlı hangi surede açıklanır?

 

Isra (gece sessizce yürüyüş demektir) 1 ayetinde: Ayetlerimizden bir kısmını göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek yaptığımız El-Mescid-i El Aksa’ya (mescidil aksallezî) YÜRÜTEN Allah, Sübhan’dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir. Isra 1.

 

Soralım; Yüce ALLAH’IN kelimelerini değiştiren vicdansızlara; Hira dağında tarihin hangi gününde herhangi bir OT veya varsa herhangi bir bahçenin en sonundaki anlamında El-Aksa denen Arabistan kiraz ağacı ve mescit vardı?

 

(*) Tekvir 22: Ve sizin arkadaşınız mecnun (deli) değildir.

Kalem suresi 2. Rabbinin nimeti ile sen mecnun (deli) değilsin. 

Tur suresi 29. O halde zikret, çünkü sen Rabbinin nimeti sayesinde ne kâhinsin ne de mecnunsun (delisin).

Bu iki ayette geçen “nimet” sadece ekmek peynir değil; yüksek bilgiler anlamındadır.

İnsan için doğru bilgi en büyük nimettir. En büyük nimet te kirlenmemiş doğru bilgidir. 

 ---------------------------------------

Denizden yüksekliği 621 metre olan Hıra mağarasına (Nur dağına) neden yürüttük demek yerine çıkardık denmedi?

 

İlk vahyin esas anahtar bilgisi; Isra 1 deki ‘EN İYİ İŞİTEN, EN İYİ GÖREN’ sıfatlarıdır.

 

Gece zifir karanlıkta yürütülen Muhammed neyi nasıl görebilirdi? Bu sorularım ve sorgulamam bizi en doğru hedefe götürdü. Bu nedenle ayette ‘en iyi işiten, en iyi gören’ sıfatları kullanıldı.

 

Çünkü henüz Resul-Nebi sertifikasını alacak olan Muhammedin ilk muhatap olduğu/olacağı fiil işitmek ve görmektir. Gece karanlığında gördü ve vahiyi de işitti, yani dinledi… İşte ayette ‘en iyi işiten, en iyi gören’ denmesinin yegâne nedeni budur.

 

Bu ‘en iyi işiten, en iyi gören’ fiillerinin diğer kanıtları Necm suresi 1-12 ye kadar olan ayetlerindedir. Resul olduktan iki veya üç sene sonra ilk ve bir batında tamamı birden vahiy edilen sure Necm suresidir.

 

Kanaatimdir ki; bu iki yere (Cirane* ve Tuva) Yüce ALLAHIMIZ doğrudan iki yüce Kuluna hitap etmiş ve doğrudan doğruya muhatap olduğu içindir ki; bu iki Yüce KUL da ilk Nebi-Resul diplomalarını aldığı yere, mekâna Mukaddes, Kutsal-Arıduru-Pak ve Cirane için de bereketli (bâreknâ) denmiş olmalıdır. 

 

1400 senedir insanları aldatmanın,  yanlış yamalak masallarla insanları sömürmenin hesabını nasıl verecekler acaba? Ali İmran 78 ayetini çıkar amaçlı değil, gerçekleri öğrenmek ve öğretmek için, akılcı yani rasyonel ufuklarda okumaları ve anlamaları gerekir.

 

Konumuza devam edelim;

Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. HEMEN (derhal) PABUÇLARININ ÇIKAR; çünkü sen, mukaddes (el mukaddesi) vadi olan Tuva’dasınTâ-Hâ 12.

 

Bu ayetten tartışmasız açıkça anlıyoruz ki; mukaddes-kutsal olan Orta Asya’daki Tuva vadisidir.

 

Hz. Musa konaklanan yere gelinceye kadar, Yüce ALLAH Tur’a çağırıncaya kadar ne Sina’da ne başka bir yerlerde TUVA diye herhangi bir yer yoktu, YOK!...

 

Çalıdan gelen ses, nida; pabuçlarını hemen, zaman kayıp etmeden çabucak çıkar emri;

 

 

(*) Hz. Muhammed için Nebilik-Resullük hayatı boyunca en kutsal, en saygı duyduğu ve ihrama girdiği yerler Kâbe ve Ciranedir, Hıra dağı değildir.  Bununla beraber Hz. Muhammedin Hıra daği hakkında bir tek cümlesi dahi yoktur.  Ancak uydurulmuş masallar insanları aldata bildiği kadar da aldatmıştır. Gençliğinde Hıra dağına gitmiş olabilir. Bu ilk vahyin Hırada aldığı anlamında olamaz. Çünkü yürüttük denmektedir. Bununla beraber Hırada ot veya ağaçta yetişmez ve yetişemez de!…  Qur’an’daki El-AKSA sözcüğünün ne Kudüsle ne de Hıra dağıyla en küçük bir alakası olamaz. 

 

 

Neden hemen pabuçlarını çıkarması istendi? Benim kanaatim;

1) Ateşten (enerji kaynağından) yayılan radyasyon veya ışınlar vücudunda birikmeden doğrudan toprağa akması içindi.

 

2) Aksi halde Hz. Musa yüksek kapasiteli bir kondansatör gibi şarj olacak ve vücuduna zarar verecekti.

 

3) Veya ateşin kaynağından gelen ışınlar Hz. Musa’yı üstün bilgilerle programlıyordu. Ayaklarının topraklama yapması şarttı.

 

Ailesiyle yolculuk yapan Musa’nın en başta ısınmak için ateşe ve kendisine yol gösterecek birilerine ihtiyacı vardı, öncelikli olarak zaruri ihtiyacı bunlardı. Size SU veya YEMEK getirim

demedi. Isınmak için ateşe ve hidayete, yani doğru istikamete ulaştıracak bilgiye, kendisine doğru yolu gösterecek birilerine ihtiyacı vardı.

 

http://www.quran-incil-tevrat.com/

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 12/20/2014 at 17:07, bayşapka said:

Soru tabii ki islamiyetin doğruluğuna inananlara geliyor.

İslamiyetin iddialarından biri de tüm toplumlara peygamber geldiği, islamiyetin insanlığın başlangıcından beri var olduğudur.

Peki neden dünyanın dört bir yanında yapılan kazılarda bu iddiaya dair tek bir kanıta rastlanamıyor?

Acaba islamiyetin gerçeğini saklamak için bir komplo mu bu?

Peki neden Türkiye gibi resmi dinin islamiyet olduğu, milletin kimliğine doğuştan islam yazıldığı bir ülkede yapılan kazılarda (çatalhöyük olsun, göbeklitepe olsun) arkeologlar neden islamiyete dair tek bir sembol, bir işaret bulamıyorlar?

 

Burada bir kafa karışıklığı var.

 

İslama göre peygamberler ve elçiler toplumlara Allah'ın varlığından haber verdiler. Onları doğru ve adil yola çağırdılar. Bunu yaparlarken tabi olarak içinde bulundukları kültür ve dil ile insanlara seslendiler. Muhammed Peygamberin geldiği toplum ise Arap toplumuydu. O toplumun kültürel özelliklerine dair (Arapça yazım biçimi vs...) ifadeleri başka toplumlarda bulacaksın diye bir şey yok, islamın içinde böyle bir iddia da yok.

 

İslam ise teslim olmak demektir. İnanan insanların hepsi teslim olmuş yani islama geçmiştir. Bu literatüre göre hak yoluna inanan insanların hepsi teslim olmuş, islama geçmiş yani müslüman olmuştur. Bu sebeple hak yolu seçen her insana teslim olmuş yani müslüman denir tabi bu Arapça denilişi. Başka dilde de başka isim konulabilir buna. Her topluma hak dininden haber verildi, onların içinden bu haberlere teslim olanlar yani müslümanlar çıktı. Burada anlatılmak istenen bu. Yoksa "her topluma Arap toplumuna bildirilen şekilde, yöntemde, dilde, aynı kültürel yollarlarla bildirim yapıldı" diye bir iddia yok

 

ÇOK ÖNEMLİ NOT: Lütfen bana bu mesaj üzerinden "aman ne teslimiyetiymiş, islam şöyle kötü barbar din" şeklinde yorum yapmayınız! Ben bu konuda neden müslümanların islamın ve müslümanların tarih boyunca var olduğu iddiasını irdeledim ve yazdığım OBJEKTİF bir yorum. Bunun üzerinden benimle tartışmaya girişmeyin, girişmeyi bile teklif etmeyin! Bunun dışında, etimoloji üzerine bir şeyler söyleyecekseniz buyurun.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şöyle bir manzara çıkıyor Müslümlerin bu tarihte "hak din" ? hep vardı iddialarına nazaran:

 

Muhammed'e gelinceye kadar bu "hak din" denen şeyi getirme konusunda hiç kimse başarılı olamadı. Musa filan eh bir derece de, daha önceki bu "hak din" tebliğcilerinin hiç birinin esamesi bile okunmadı. İki üç beş yedi bilemedin on kişiyi anca inandırabildiler, onlar da ezilip yok olup gitti.

 

Bu pek mantıklı bir hikaye değil. Bu "hak din" dedikleri şeyin bir süre tutunup bazı eserler bırakıp sonra yozlaşması ve duraklama dönemlerinden sonra tekrarla ortaya çıkması gerekirdi. Hiç böyle bir belirti ise yok. Kesiksiz şekilde tanrılar, tanrıçalar, heykeller, kabartmalar neyse bunlar sürüp geliyor.

 

Bu "hak din"cilerin yazıyı hiç etkin kullanmayışları, hiç bir taş kaya yazıt filan bırakmayışları nasıl açıklanacak? Tek açıklama böyle bir "hak din" filan olmadığı. Dinin evrilerek tek tanrılı dinlerin son dönem ortaya çıktıkları. Aklın yolu budur. Müslümlerinki tabii uydurma hikayeler... 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Muhammed’in yaşadığı varsayılan dönemden 2-3 yüzyıl sonrasına kadar ortada islam denen,adı konulmuş bir din yoktur.

İslam Emevi-Abbasi ortak yapımı bir dindir.

9-10.yüzyılda oluşturulmuştur.

Değil Göbeklitepe,7-8-9.yüzyılda bile islam’a ait bir iz bulamazsınız.

O zaman da bir kişi yeni din yayıyorum diye ortaya çıkamazdı.Anında uçururlardı.

Ama organize bir imparatorluk bunu yapabilirdi ve yaptı.

Link to post
Sitelerde Paylaş
2 saat önce, Epihippas yazdı:

O zaman da bir kişi yeni din yayıyorum diye ortaya çıkamazdı.Anında uçururlardı.

Ama organize bir imparatorluk bunu yapabilirdi ve yaptı.

 

Aynen öyle, çok doğru düşünüyorsun. Din yaratmak güçlü bir siyasi irade işidir. Öyle meczubun biri çıkıp peygamberim ben, bana vahiy geliyor filan dedi mi binbir işkence ile öldürürlerdi ki ibret olsun, bir daha çıkmasın diye. Neden, çünkü kurulu din anlayışı amaçlarına hizmet ettiğinden. İmparatorluklar yenisi gerekirse dini de, peygamberini de kitabını da sıfırdan yaratır.  

Link to post
Sitelerde Paylaş
9 saat önce, democrossian yazdı:

 

Aynen öyle, çok doğru düşünüyorsun. Din yaratmak güçlü bir siyasi irade işidir. Öyle meczubun biri çıkıp peygamberim ben, bana vahiy geliyor filan dedi mi binbir işkence ile öldürürlerdi ki ibret olsun, bir daha çıkmasın diye. Neden, çünkü kurulu din anlayışı amaçlarına hizmet ettiğinden. İmparatorluklar yenisi gerekirse dini de, peygamberini de kitabını da sıfırdan yaratır.  

Aslında o zamanı, şu zamanı yok.

Günümüzde de aynısı geçerli.

ABD devleti şu an kafadan, amaçlarına göre kutsal kitap uydursa,filmlerle,kitaplarla bu uydurmayı güçlendirse,uymayanlara da nükleer sallasa,ambargo uygulasa, 4-5 nesil sonra hak din ABD dini olur.

Bu işler böyledir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şu islam cehaleti neden ilk insanların olduğu dönemde insan beyni daha gelişmemiş iken allah bu dini vermedi ve kur an ı indirmedi çooooooook sonra 1400 yılöncesine bıraktı hemde 

çölü seçti ve arapları seçti en acımasız mantıksız geri zekalı kadın düşmanı savşçı arapları seçti?

Tabiki islamiyet in kanıtı hiç bir yerde olmaz çünkü tamamen uydurmasyon,eski medeniyetler varı onların da kendine ve çevrelerinden etkilenen inançları vardı.Ataşe ay a güneşe hayvanlara yıldırımlara ağıçlara tapıyordular şu allah neden bu insanlara okuma yazma öğretmedi ilk önce ve sonra kur an ı indirmedi apaçık? :0_80cbc_37a71a73_L: yok aga bu arap dini ve yobaz müslümanlar çok geride maralarda yaşıyorlar hala insanlık maradan çıkalı çok oldu ama unlar çıkamıyorlar bir türlü ve en kötüsü de saldırgan olmaları ve doğru olduklarını sanıp adam öldürmeleri zülm etmeleri şiddet saçmaları.İslam ve tüm dinler tanrılas olsalardı çoktan tanrı dinleri dünyaya yollardı insanın zekileşmesini beklemezdi gerçi dindarlara zeki demek övmek olur cahiller çöl bediveleri kör insanlar hangi dünyada yaşadıklarını bilmeyen insanlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
12 saat önce, Epihippas yazdı:

Günümüzde de aynısı geçerli.

 

Aslında bir ölçüde haklısın. Çünkü bir ara ABD de David diye biri çıkıp Davidian diye bir din kurdu. Devlet önce bunlara özgürlük tanıdı. Bu herif kendine harem filan kurdu. Fakat ne zaman silahlanıp askeri eğitim yapmaya başladılar, FBI bunların üssü olan çiftliği kuşattı ve kazara çıkmış bir yangın görüntüsüyle tamamen imha etti. Kasıtlı yangın ve soykırım iddiasıyla açılan davalar sonuç vermedi. Bu ekstrem bir olay gerçi, silaha filan sarılmazlarsa özgürlük tanınıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 20.11.2017 at 08:59, Epihippas said:

Muhammed’in yaşadığı varsayılan dönemden 2-3 yüzyıl sonrasına kadar ortada islam denen,adı konulmuş bir din yoktur.

İslam Emevi-Abbasi ortak yapımı bir dindir.

9-10.yüzyılda oluşturulmuştur.

Değil Göbeklitepe,7-8-9.yüzyılda bile islam’a ait bir iz bulamazsınız.

O zaman da bir kişi yeni din yayıyorum diye ortaya çıkamazdı.Anında uçururlardı.

Ama organize bir imparatorluk bunu yapabilirdi ve yaptı.

 

 

Merhaba Epihippas. İslama ait 3 iz:

 

1

Altın sikke,

ki üzerinde bismillah, muhammed resul allah yazıyor. 

http://www.islamic-awareness.org/History/Islam/Coins/drachm1.html

 

Darbhane tarihi:  Muhammed nebiden yaklaşık yalnızca 50 yıl sonra, tam olarak Miladî 685-686

yani bu sikkeyle alış veriş yapanların 80 yaşında olanları 

yaşamlarının 30 yılını  ONUNLA geçirmiş , islamı onunla yaymaya çalışmış.

 

2

Zuheyr kaya yazıtı,

ki Muhammed'in arkadaşlarından biri olan Ömer'in öldüğü yıl kazınmış kayaya.

http://www.islamic-awareness.org/History/Islam/Inscriptions/kuficsaud.html

 

3

Muhammed'in arkadaşlarından Osman'ın öldürüldüğünü bildiren yazıt:

kayaya suikastten hemen sonra kazınmış, suikasti protesto ediyor.

http://www.islamic-awareness.org/History/Islam/Inscriptions/uthman1.html

.

tarihinde Hasan Akçay tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
6 minutes ago, Hasan Akçay said:

 

 

Merhaba Epihippas. İslama ait 3 iz:

 

1

Altın sikke,

ki üzerinde bismillah, muhammed resul allah yazıyor. 

http://www.islamic-awareness.org/History/Islam/Coins/drachm1.html

 

Darbhane tarihi:  Muhammed nebiden yaklaşık yalnızca 50 yıl sonra, tam olarak Miladî 685-686

yani bu sikkeyle alış veriş yapanların 80 yaşında olanları 

yaşamlarının 30 yılını  ONUNLA geçirmiş , islamı onunla yaymaya çalışmış.

 

2

Zuheyr kaya yazıtı,

ki Muhammed'in arkadaşlarından biri olan Ömer'in öldüğü yıl kazınmış kayaya.

http://www.islamic-awareness.org/History/Islam/Inscriptions/kuficsaud.html

 

3

Muhammed'in arkadaşlarından Osman'ın öldürüldüğünü bildiren yazıt:

kayaya suikastten hemen sonra kazınmış, suikasti protesto ediyor.

http://www.islamic-awareness.org/History/Islam/Inscriptions/uthman1.html

.

 

Kayalardaki yazıları, dün biri gidip yazmış olabilir, tarihlerinden emin olunamaz. 

 

O sikkeyle alışveriş yapanların 80 yaşına kadar yaşamış olanı pek olası değil. O devirde allah o kadar ömür vermiyordu insanlara. Hoş bugünde vermiyor, fazla ömrü bilim veriyor. 

 

O sikkenin, diğer yandan, o yıllara ait olduğu da tartışmalı. Fakat bu islamın o dönemde bilinmediği anlamına gelmez. Ama, islam tarihinin yazılması, kuran, siyer vs. gibi şeylerin yüzyıllar sonra ortaya çıkmış olduğu gerçeğini de değiştirmez. Belki bu muhammed, aslında allah denen bir puta tapandır, hemde yunanlıdır, hatta homoseksüelliği yaymaya çıkmıştır. Bunun böyle olmadığını söyleyen kaynaklar, her durumda en erken 200 yıl sonra ortaya çıkmaya başlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
3 hours ago, anibal said:

O sikkeyle alışveriş yapanların 80 yaşına kadar yaşamış olanı pek olası değil. O devirde allah o kadar ömür vermiyordu insanlara.

 

 

Ayşe'nin kızkardeşi Esma

Hicrî 73 yılında öldüğünde

100 yaşındaydı.

 

When Aisha's sister Asma

died in 73 A.H,

she was 100 years old.

http://www.muslim.org/islam/aisha-age.htm#_ftn6

.

tarihinde Hasan Akçay tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Just now, Hasan Akçay said:

 

 

Ayşe'nin kızkardeşi Esma

Hicrî 73 yılında öldüğünde

100 yaşındaydı.

 

When Aisha's sister Asma

died in 73 A.H,

was 100 years old.

http://www.muslim.org/islam/aisha-age.htm#_ftn6

 

Sallamış birileri. Sallayan da sözü söyleyen değil, aktaran angutlar.

 

"100 yaşına kadar yaşadı" demek, çok yaşadı, uzun yaşadı demektir. Kırk kere söyledik dediğinde, oturup saymış ve cidden kırk kere söylemiş mi oluyorsun?

 

Pek fazla bilinmez, üstüne de gidilmez. İslamın varlık sebebi, kıtlıktır, yokluktur. Roma imparatorluğunun yıkıldığı ve yanardağlar yüzünden küresel bir kıtlığın yaşandığı dönemdir. O dönemin beslenme koşullarını vs. düşündüğünde, ortalama yaş beklentisi 35 yaş, en uzun yaş limitleri de 55 - 65 yaş arasında değişir. Lawrence Conrad'ın çalışmaları vardır mevzuya dair, açın okuyun bir ara.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...