Jump to content

Ali Demirsoy'dan Spekülatif bir Yazı: Beyin Dalgalarıyla Bilgi Aktarımı ve Reenkarnasyon


Recommended Posts

Prof. Dr. Ali Demirsoy ateist kimliğini saklamadan cesurca savunan ve birçok değerli araştırmasıyla yaşamsal konularda insanlarını aydınlatmak adına büyük emekler vermiş önemli bir isim. Onlarca yazısını kana kana su içer gibi okuduğumu bilirim. Bazı yazılarında komplo teorisine kaçtığını kendisi de itiraf etse de son tahlilde dikkate değer bir yazar. Dün okuduğum ve aşağıya alıntıladığım yazısı beni ciddi biçimde hayal kırıklığına uğrattı. Kendisinin akıl sağlığının ciddi düzeyde bozulduğunu tahmin ediyorum. Ve değerli bir düşün adamını kaybettiğimiz için üzülüyorum.

------------------------------------------------------------------------------------------------

Bilgisayarda bir bilgiyi saklamak istersek ona bir kod koyarak bir yere koyarız. Bu kodu bilen onu açabilir. Beyin de kendine özgü bilgileri saklamak için kodlama geliştirmiştir. Örneğin görme için 60-70 kadar kodlanmış bölge vardır. Bunların her biri için farklı bir kod kullanılır. EFEMERAY denen bir tarama aletiyle bu bölgelerin işlevini tanıyabiliyoruz. Bu aletle taramada beyinde 10.000 kadar bu şekilde kodlanmış bölge bulunmaktadır (SC TV (18.10.2014)
Bu kodlanmış bölgeyi açabilir miyiz? Bu yolla beyinlerde manipülasyon yapılabilir. Tehlike burada yatmaktadır. Gerekli algoritmayı geliştirdiniz mi gerisi kolay. Alfa dalgaları aktive edici, teta dalgaları rahatlatıcı etki yapmaktadır.
Okçuluk sporunda başarılı bir kişinin beyni bu yolla hekleniyor, orada bulunan amatör okçulara yükleniyor. Amatör sporcular, kas gücü yeterli olduğu sürece usta okçunun tüm becerisini gösteriyorlar.
Aynı hekleme ile renkli karelerde oluşmuş bir tabloyu, heklenen kişinin sadece gri ve beyaz, siyah görmesi sağlanabilmiştir.
Hipnotize bir çeşit heklemedir.

Hakiki ikizler bize çok şey öğretiyor
Bu konudaki en değerli gözlemler, hakiki ikizlerden gelmektedir. Bunların, birbirlerinin duygularını tam olarak okudukları, çok değişik gözlemlerle ders kitaplarına dahi geçmiştir. Bu kitabın yazarının, tanıdığı iki hakiki ikiz üzerindeki bir gözlemi, konunun anlaşılması bakımından önemli ipuçları vermektedir. Lisede aynı sınıfta okuyan bu ikizlerden biri sosyal bilimlere, diğeri de fen bilimlerine ilgi duymaktadır. Fen bilimlerine yoğunlaşmış olan, örneğin, tarih sözlüsü için tahtaya kalktığı zaman, diğer ikiz, sırada tarih kitabını açarak okumaya ya da söylenecekleri aklından geçirmeye başlayınca, tahtadaki bir hoparlör gibi, aynı şeyleri söylemeye başlıyor; durduğu zaman da aynı yerde duraklıyor; diğer ikiz matematik sözlüsü için tahtaya kalktığı zaman da, sıradaki matematik çözmeye başlıyor, tahtadaki de bir teleks gibi, yazma işlemine aynen devam ediyor. Bugün bu ikizlerden biri uzun zamandan beri Kanada'da yaşamaktadır. Bu kitap yazılırken, Türkiye'de yaşayan ikiz, görünürde hiçbir neden ya da olumsuz şey olmaksızın, bir gece karın ağrılarıyla uyanıp, sağa sola kusuyor ve âdete çırpınıyor. Sabahleyin, Kanada'ya telefon edince, ikizinin besin zehirlenmesinden dolayı karın ağrılarıyla ve kusmayla hastaneye kaldırıldığını öğreniyor. Bu kardeşler için şunu söyleyebiliriz: Aynı beyinsel işletim ve okuma sistemi; ancak ayrı iki bellek, yani iki ayrı birey...

Bellek oluşumunun mekanizması
Bilginin birikimi, yani bellek nasıl oluyor sorusuna, en basit yanıtı, öğrenme yeteneğini kazanan ilk canlı grubundan Planaria denen bir yassısolucan üzerinde yapılan araştırmalar açıklık getirmektedir. Bu solucanlar, aynı anda ışık ve elektrik akımı verilerek koşullandırılabilirler. Örneğin kırmızı ışık besin verileceğini, mavi ışık ise cereyana tutulacağını işaret etmiş olsun. Koşullandırılmamış solucan, bu ışıklara anlamlı bir tepki göstermez. Koşullandırılmış solucanın vücudu, ezilip bir sıvı halinde koşullandırılmamış bir solucanın vücuduna enjekte edilince ya da küçük parçalar halinde yedirilirse (bunlarda proteinler amino asitlere parçalanmadan da sindirim sisteminden vücut içine geçer), koşullandırılmamış solucanın, bu muameleden geçmemiş olanlara kıyasla, çok daha kısa bir sürede mavi ve kırmızı ışığın anlamını çözmeye başladığı görülür. Yani bellek bir madde halinde bir bireyden başka bir bireye nakledilmektedir. Eğer, bu taşıyıcı madde (burada sinir dokudaki proteinler anlamında kullanılmıştır) proteinleri parçalayan bir dizi enzim (proteazlar) ile muamele edilirse, belleğin silindiği ve nakledilmediği görülür. Buradan çıkan sonuç şudur: Bellek, yani bilgi birikimi, protein şeklinde bağlanmış bir dizi molekülden oluşur. Eğer koşullanma çok uzun sürerse, yerleşik bilgi oluşmaya başlar ve belleğin artık sadece protein şeklinde değil, keza bu proteinleri sentezleyecek RNA’ların da üretiminin kolaylaştırıldığı (ya da kodlandığı) ileriye sürülebilir. Çünkü bu tip belleklerin silinmesinde, sadece proteazlar ile değil, keza RNaz‘lar (RNA'yı parçalayan enzimler) ile muamele gereği de ortaya çıkar. Bu konuda lehte ve aleyhte birçok görüş bulunmaktadır.
Bilgi nasıl yerleşiyor: Hangi canlı grubunda olursa olsun, duyu organlarından gelen, impuls dediğimiz, nitelikleri aynı; fakat sıklığı ve beyinde ulaştıkları yerler farklı olan uyarılarla, beyinde bazı moleküllerin hızla sentezlenerek büyük bir olasılıkla hücre zarına yerleştikleri ve bu yerleşimin tümünün belleği meydana getirdiği varsayılmaktadır. Yeniden hatırlamanın, bu moleküllerin, bir teybin manyetik bandındaki dizilimin elektrik sinyallerine kodlanmasına dönüşmesi gibi, okunarak oluştuğu varsayılır. Beynin kısa süre de olsa oksijensiz kalması ya da bir elektrik şoku ile edinilmiş tüm bilgi ve anıları bir anda silinmesi bu moleküllerin tahribi ile olduğu ileri sürülebilir.
Doğal olarak, bir bilgi ne kadar çok molekülle ve ne kadar çok merkeze (hücreye) yerleştirilmiş ise, hatırlanması da o denli güçlü olacaktır. Bu nedenle, bugüne kadar öğretim yöntemlerinde, bir şeyi kavratabilmek için olabildiğince fazla duyu organının devreye sokulması amaçlanmıştır (aynı anda işitsel, görsel ve dokunma ile).
Güçlü uyarıların, örneğin yaşadığımız acı ya da çok mutlu bir olayın, belleklerden silinememesinin nedeni, o anda algılamanın, yani protein sentezinin çok güçlü olmasındandır. Bu nedenle eğitimde bir konu anlatılırken, akılda kalsın diye, hep çarpıcı örneklerin verilmesine çalışılır.
Yaşın ilerlemesiyle birlikte öğrenme yeteneğinin azalması, protein sentez hızındaki azalma; belleğin zayıflaması ise proteinlerin zamanla (özellikle dolaşım ve boşaltım sistemlerindeki yetersizlikler ve vücut için zararlı maddelerin, örneğin sigara, içki vs. kullanılması ile) bozulmasıdır. Protein sentez hızının güçlü olduğu, çocukluk ve gençlik dönemlerindeki anılar, bu nedenle çok daha net olarak hatırlanabilir.
Buradaki temel sınırlayıcı faktör, bireyin kalıtsal yapısı ve belki bazı dönemlerdeki beslenme yetersizliğidir. Kalıtsal yapı bakımından çeşitli açılardan yeteneğimiz başında saptanır; buna yapabileceğimiz bir şey yoktur. Ancak daha sonra beslenme faktörü başta olmak üzere çeşitli olanakların bireye sunulması, bu sürecin etkinliğini artırabilir. Bunların üzerine, herkesin yetenekleri ölçüsünde, bilgi birikiminin mümkün olduğunca fazla yerleştirilmesi ise eğitim yönteminin başarısı olarak tanımlanmalıdır.
Beyin dalgaları nedir? Beyne yerleştirilmiş bu bilgilerin, yerleştirilme ve tekrar okunması sırasında oluşan dalgalara beyin dalgaları denir. Uyarıların (impulsların) sinir lifi boyunca hareketi ve çeşitli merkezleri uyarması dıştan da bugünkü olanaklarla saptanabilen elektriksel dalgaları meydana getirir. Buna beyin dalgaları deriz. Bugün, beyin rahatsızlıklarında başarıyla kullanılan aygıtlar, bu beyin dalgalarının okunması ve yorumuyla ilgilidir. Bir uzmanın, herhangi bir kişinin başına bağlayacağı elektrotlarla, o kişiyi hiç görmeksizin, uyku halinde mi, panik içerisinde mi, korku içerisinde mi vs.de mi olduğunu anlaması hemen hemen mümkündür. Çünkü oluşabilecek tüm ruhsal davranışlarımızın, beyinde ortaya çıkardığı, dışarıdan okunabilir bir dalga manzumesi vardır. Amerika’da kafasına cihazlar bağlanmış bir kişinin, Türkiye’deki bir uzman, uyuyup uyumadığını, gülüp gülmediğini, acı çekip çekmediğini, panik içinde olup olmadığını, internet yolu ile gönderilen dalgalardan anlayabilir.
Bilgi nakli: Bu dalgalar çıkarıldığına göre, acaba başka bir bireye iletilebilirler mi? Bunun yanıtını vermeden önce, tepkiyi oluşturacak beyin dalgalarının bir seçilimden ya da denetimden geçip geçmediğini öğrenmek gerekebilir. İnsan beyninin, seçici olmadan, tüm dış algıları (duyu organlarının duyarlılığı oranında) yorum yapmadan alarak belleğine yerleştirme özelliği vardır. Yerleştirilen tüm bu bilgiler, şuur altını, yani ham belleği oluşturur. Bir uyarıya karşı verilecek anlamlı tepkinin, daha önce alınmış algıların rastgele tekrar yansıtılması şeklinde olmaması için, alt bilincin bilgisini süzgeçten geçiren ve birey için o koşullarda en iyi olduğu varsayılan tepkiyi oluşturan bir ana merkez oluşmuştur; biyoloji biliminde bunun adı hipotalamustur. Hipotalamus, çok ilginç bir yapıdır. Büyük bir olasılıkla, yapı ve işleyiş bakımından iki ana ögesi vardır. Birincisi, yolların ve bağlantıların ilişkisini oluşturan bir işletim sistemidir (mimarisidir). Bu sistem bireyin kalıtsal yapısıyla örgütlenmiştir (sınırlanmıştır). Kural olarak dış etkilerden vs.den etkilenmez; değiştirilemez de... Bilginin akış yollarını ve biçimini denetler. Kaba bir benzetme ile bir şehirdeki yolların güzergâhı olarak kabul edilebilir. Bizim bu güzergâhı o anda alınan uyarılara göre değiştirme şansımız yoktur. İkinci ögesi formatlanmasıdır (sinyalizasyon sistemidir): Bu formatlanma, temelde işletim sistemine bağlı olmasına karşın, bilginin nasıl süzüleceğini ve kodlanacağını saptar. Bir anlamda şehir trafiğinin akış yönünü ve yoğunluğunu düzenleyen sinyalizasyon sistemi gibidir. Bu güzergâhta hangi arabanın hangi yola sapacağına, hangi yoğunlukta araba sevk edileceğine ve hangi arabanın hangi adrese gönderileceğine bu sinyalizasyon sistemi karar verir. Dolayısıyla trafikte dolaşan her arabanın istediği yere gitme şansı yoktur; yani alt beyindeki bilgilerin ellerini kollarını sallayarak kendini ifade etme şansı yoktur. Bu sinyalizasyon yapılanması büyük bir olasılıkla sinir zarının oluşturulması ile ilgilidir. En önemlisi, bu formatlanma, dış etmenlerle, eğitim ve koşullandırmalarla, belirli bir yaşa kadar düzenlenebilir, değiştirilebilir. Dolayısıyla şuur altından gelen birçok bilgi, hipotalamusta, bireyin eğitim sürecinde ve koşullandırılmalarında kazanmış olduğu formatlanmanın denetiminden geçerek, tepki olarak dışarıya yansıtılır. Böylece, bireye, o ortamda, zarar sağlayacağı varsayılan birçok bilgi ya da davranış, bastırılmış, daha doğrusu süzgeçten geçirilmiş olur. Alkol ya da uyuşturucu alındığında, bu formatlanmanın süzücü etkisi büyük ölçüde ortadan kaldırıldığı için, birey kendisinden beklenilmeyen davranışlar göstermeye başlar. Günlük yaşamında kaba olan biri, kibar; kibar olan biri de pekâlâ, bu şekilde kaba davranışlar gösterebilir. Bu nedenle bu tip uyuşturmalarda, kişinin bilinçaltını okumak kolaylaşır. Hipotalamusa, bu nedenle, bireyin gerçek benliğinin tümünün yansımasını önleyen ve bireyin çıkarına uygun davranışları tezgâhlayan bir yer olarak da bakılabilir.
Bu yapının eğitim dünyasında yanlış formatlanması, kişinin içine kapanık, uzlaşmacı, çekinik, kimliksiz olmasına ya da saldırgan vs. olmasına neden olabilir. Eğitim yöntemlerinin farklı kişilerde farklı sonuçlar doğurmasının en önemli nedenlerinden biri de hipotalamuslarının formatlanmasıyla farklı tepkiler göstermeleridir. Bu nedenle, eğitimde, cezanın bazı kişileri uysal ve çekinik, bazılarını da saldırgan yaptığı görülür. Bu davranışlar, kişinin hipotalamusunun formatlanması (formatı) ve belki de işletim sistemiyle ilgilidir...
Hipotalamusun formatlanması açıkça belirli bir yaşa kadar başarıyla olabilmektedir. Bu nedenle çocukların gençlik evrelerindeki eğitim son derece önemlidir. Sokak hayvanlarının belirli bir yaştan sonra eğitilememelerinin nedeni de yine bu yeteneğin zamanla kaybolmasındandır.
Birçoğumuz, eğitimde, her durumda sabırlı ve hoşgörülü davranılmasının gerekli olduğuna, bazılarımız da yerine göre ceza uygulamasının doğru olacağına inanır. Mensup olduğumuz primat ailesinde, yavruların eğitiminde ve terbiye edilmesinde ceza uygulandığını görmekteyiz. Yani, böyle bir eğitim yöntemi, biyolojik olarak mensup olduğumuz grupta ve dolayısıyla bizde de mevcut görünmektedir.
Burada önemli olan ve dikkat edilmesi gereken husus, cezayı uygulayacak kişinin, ceza eylemini, kendi ruhsal bozukluklarının ya da komplekslerinin bir ürünü olarak değil, uygulanacak kişinin bir davranış şeklini öğrenmesini sağlamak amacıyla kullanmasıdır.
Böyle bir yorum günümüz eğitim sistemine ve eğilimine çok itici gelebilir. Ancak, böyle bir bilgi yolu işletim sisteminde mevcut olduğuna göre, eğitimde ve belki de yasaların uygulanmasında neden kullanılmasın?

Bir bireye bilginin yerleşmesinde, hipotalamusun işletim sistemi ve formatlanması, birbirini tanıyan uyumlu sistemler olarak işlev görür. Bireyler arasında, işletim ve formatlanma sistemi farklı (fakat bilginin, yani belleğin aynı ilkelere göre yerleştiği varsayılmaktadır) olduğu için, bireyler birbirlerinin ne düşündüklerini normal olarak anlayamazlar. Böylece bağımsız kimlikler ve bilgiler oluşur.
Medyumluk (beynin heklenmesi) bu mekanizmanın bir sonucudur: Beyinler, bugünkü bilgisayar terminolojisiyle her zaman (hacker) heklenebilir. Çünkü bazı kişiler bir diğerinin beynine dalgasal olarak girebilir, onun düşüncelerini okuyabilir.
Bazı insanlarda, hipotalamusun formatlanmasını değiştirebilme daha doğrusu ona senkronize olabilme yeteneği vardır. Büyük bir olasılıkla, bu, ya bir kalıtsal yetenektir ya da eğitimle kazanılmış bir esnekliktir. Böylece, birey, sadece kendi bilinçaltıyla değil, esnek formatlı ya da geniş spektrumlu hipotalamusuyla, başka bir bireyin (tercihen formatlanma ya da işletim sistemi benzer) hipotalamusuyla da bağlantı kurabilir. Bu yeteneğe sahip kişilere, bugüne kadar medyum denmiştir. Medyum, kural olarak, başka birinin şuur altını okuyabilen kişidir. Bilgisayarların birbirine seri bağlanması gibi, her bilgisayarda farklı bilgi depolanmış olmasına karşın, bir bireydeki bilgi diğeri tarafından okunabilir. Hatta bu yolla bir birey etki altına alınarak, şuur altına yeni bilgiler sokulabilir ya da şuur altındaki bilgilerin niteliği değiştirilebilir. Nitekim hipnozla, birçok insanın geçmişindeki bazı anıların ya da tutkuların silinmesi ya da değiştirilmesi, bu yöntemin, bilinçli ya da bilinçsiz kullanımıyla ilgilidir. Hipnoz altına alınan birey (kimliğini korumak için gösterdiği çabayı kırmak amacıyla, hipotalamusun uyuşturulması hipnoz olarak adlandırılır) yeni gelen bilginin kendi öz malı mı yoksa yabancı kökenli mi olduğunu anlayamaz. Çünkü bilginin bellek olarak yerleştirilmesi, herhalde evrensel bir mekanizma ile gerçekleştiği için, her birey, belki de benzer (aynı değil !) beyin işletim sistemine sahip her canlı grubu (örneğin maymun ve insan arasında da olabilir), bilgilerini ortak olarak okuyabilecek düzeneğe sahiptir; fakat değerlendirebilecek merkez olan hipotalamus, bu sonuncu canlılarda ortak dile sahip olacak evrimsel örgülenmesini tamamlayamamıştır.

Aslında yüz ve vücut ifadelerinden de beyni okumak olasıdır: Bilimsel araştırmalar beyindeki her düşüncenin insan vücudunda fiziksel olarak bir karşılığı olduğunu; her düşüncenin vücudumuzun en azından dış görünümünde bazı büyük ya da küçük değişiklikler oluşturduğunu kanıtlamıştır. Birçok televizyon sunumuna da çıkan Amerikalı bir psikolog (Mark) bu değişikliklerden beyni okuyabildiğini ileri sürmektedir. Televizyonda sahneye çıkardığı kişilerin bu yolla beynini okuduğunu, o anda ne düşündüğünü söylemektedir. Hatta poker oyunlarında dağıtılan kâğıtlar kapalı iken, oyuncuların yüzüne bakarak hangi kâğıdın kendisinde olduğunu söyleyebilmektedir. Bunu kişilerin yüzlerindeki çok küçük değişikliklerden anladığını, bu yolla beyni okuduğunu söylemektedir. Ancak bu değişikliklerin çok küçük değişiklikler (nüanslar) olduğunu söylemektedir.
Beyni sağlam, ancak kaslarının tümü bloke olmuş ALS hastalığında, kafaya takılan bir çeşit kask seklindeki monitorla, hastanın ne düşündüğü, örneğin sağ ya da sol bacağını hareket ettirmek istediğini öğrenebiliyoruz. Monitorda bu farklılıklar renk ya da simge olarak kendini göstermektedir.

REENKARNASYON
Bilgi aktarımına kanıt sağlayacak çok önemli diğer bir gözlem ise, bugüne kadar, hep gizemli bir mekanizma olarak bakılan reenkarnasyondur. Reenkarnasyon, hemen herkes tarafından, ölümden sonra ruhun bir bedene girerek kendini ifade etmesi olarak bilinir. Bunu çağrıştıran sayısız gözlem de yapılmıştır. Bu durumdaki bireyler, çoğunlukla, aynı ya da farklı bir yerde, hatta farklı bir ülkede, aynı ya da farklı bir zaman diliminde yaşamış bir bireyin yaşam öyküsünü anlatabilmekte, özellikle de şok etkisi yapan bir olayın tanığı ya da kurbanı olarak ortaya çıkmaktadırlar. Anlatılan öykülerin birçoğu, zaman olarak geriye gidildiğinde doğru çıkmakta; birey hiç gitmediği yerlerin tarifini yapmakta ve en önemlisi bilmediği bir yabancı dilde dahi konuşabilmektedir. Bütün bunlar, biyoloji bilimi yeterince bilinemediği için, en kolay yoldan, yani ruhlarla açıklanma yoluna gidilmiştir. Hâlbuki bütün bunların bilimsel olarak açıklanabilir bir tarafı bulunmaktadır. Öyle ki:
Geçmişte, örneğin, 17 Şubat 1600 yılında, "evren sonsuzdur" dediği için kilise tarafından Roma'daki bir meydanda yakılan GİORDANO BRUNO'nun, çektiği acının ve korkunun sonucunda, hipotalamusundan çıkardığı beyin dalgalarının normale göre katlarcasına arttığını ve güçlendiğini söyleyebiliriz. Yakılma törenini (!) izleyen kalabalık içerisinde, BRUNO'nun hipotalamus işletim sistemine yakın ya da benzer işletim sistemine sahip olan biri, bu dalgaları bir paket program gibi algılar ve bir parazit gibi ya da zararsız bir konukçu gibi bellek altına yerleştirebilir. O bireydeki hipotalamusunun algıyı yerleştirmeye uygun; ancak ifade edilmesine uygun olmaması nedeniyle yani bir anlamda formatlanması uygun olmadığı için, bu bilgi, bu birey tarafından o anda okunamaz; fakat daha sonra aynı işletim sistemine sahip diğer bir bireyin belleğinin altına yeniden yerleşebilir (sıçrayabilir). Böylece, Roma‘da bu infazı seyreden bu adamdan, daha sonra, örneğin limandaki bir gemiciye, ondan da Çin'deki bir işçiye, ondan da bir başkasına geçerek, yıllar boyunca uygun işletim sistemi gösterenler boyunca, bir anlamda iletilir de iletilir... Ta ki bir gün, hem okuma sistemi hem işletim sistemi uygun olan bir bireye rasgelinceye kadar... O zaman bilinçteki konukçu bilgi okunmaya başlar ve birey, hiç tanıdık olmadığı bir dilden, yıllarca önce yaşanmış bir olayı, farklı bir kimlikle anlatmaya başlar. Aynen yaşayarak (duyarak)...
Fakat formatlar arasında tam bir benzerlik olmadığı için (hakiki ikizler hariç), bireyler arasında, büyük bir olasılıkla bilginin tümü değil; ancak bir kısmı nakledilebilir; özellikle de yaşanan çok etkileyici bir olayın bilgisi nakledilir. Bu bir asılma, kurşuna dizilme, yakılma ya da herhangi bir şekilde öldürme ya da öldürülme olabilir. Çünkü bu olaylarda, beyin dalgalarının etkileme ya da işleme (penetranz) gücü artmıştır. İşte bu nedenle reenkarnasyon öykülerinin hemen hepsi, korku, şiddet, ölüm ve sıkıştırma içeren öykülerdir. Hiçbir reenkarnasyon öyküsü, yan gelip yatan bir adamın öyküsü değildir.
Bu tip olaylarda ilginç bir gözlem de kişinin yabancı bir dilden konuşabilmesi; fakat bu dili, ancak, çok defa, geçmişte yaşadığı olayların anlatımında kullanabilmesidir. Yaşadığı dünyadaki olayları, hatta kendi konumunu bile yabancısı olduğu dille anlatamaması, bilginin bir sistem olarak değil, sadece bir paket program olarak taşındığını ve yerleştiğini gösterir.
Bir insanın yaşamıyla ilgili bilginin tümünün nakledilmesinin çok zor olduğu varsayılmaktadır. Bir kısmının nakledilmesi ya da en güçlü olanının nakledilmesi ve ayrıca belirli bilgilerin farklı farklı insanlara farklı şekillerde nakledilmesi sözkonusu olabilir.
Bu yolla binlerce seneden beri bazı bilgilerin bir çeşit kalıtıldığını düşünebiliriz. Örneğin son birkaç bin yıldan beri hiç kimsenin Asur dilini konuşmamasına karşın, Asur dilini konuştuğu uzmanlarca saptanmış çocuklar bilinmektedir. Böyle bir konuk bilgi, kendini bireyden bireye kopyalama olanağını bulmuş; fakat kendini ifade edebilecek uygun kimseler bulmamışsa (ya da geçmişte bulmuş olsa bile bizim bunu öğrenme şansımız olmayacaktır); bu olanağı 3.000-4.000 yıl sonra yani kendini ifade edecek birini bulmuş ise reenkarnasyon dediğimiz olay ortaya çıkar. Geçmişte kendini ifade edecek yetenekte bireyler bulabilmiş; fakat yine de konukçu olarak kuşaklar boyunca varlığını sürdürmüş (kalıtılmış) olanlar da olabilir.
Bütün bu konular üzerinde bin bir çeşit senaryo yazılmış ve gizemli yapısı herkesin dikkatini çekmiştir. Fakat böyle bir sistemin, gelecekte, eğitimin en önemli aracı olabileceği belki de bu yazının haricinde hiç kimse tarafından dile getirilmemiştir.
Bilgi, tanımlanabilir bir bileşik ya da yapı halinde depolanıyorsa ve aynı kişi tarafından tekrar tekrar okunabiliyorsa; ayrıca, geçmişte farklı bir kişinin kazanmış olduğu bir bilginin yıllar sonra başka biri tarafından bir kısmı (fragmenti) da olsa okunma şansı gözlenmiş ve kanıtlanmışsa, niçin bu yolla, geçmişteki ve şu andaki kazanılmış bilgilerin, bir bireyin belleğine yerleştirilmesi mümkün olmasın? Bunun için duyu organlarının kullanılmasına gerek olmadığından dolayı, en azından, bilinen (o güne kadar kazanılmış olan) bilgilerin yerleştirilmesi için, deneysel eğitime yeniden gerek de olmayacaktır. Geçmişte ve anda, tek bir bireyin deneysel olarak kazandığı bir bilginin, diğer insanların aynen hizmetine sunulmaması için –bazı düzenlemeler yapıldıktan sonra- hiçbir neden yoktur.
Daha önce verdiğimiz ikizler örneğinde olduğu gibi, bu uygulamanın en çarpıcı yanı, bilgi aktarımı için, zamanın ve uzaklığın sorun olarak ortadan kaldırılmış olmasıdır. Böylece, geçmişte beş duyu ile alınmış bir bilginin yıllar sonra farklı bir insan tarafından okunma şansı doğduğu gibi, çok uzaktaki bir bireyin anıları, duyuları ya da gözlemleri, uygun bir adaptör kullanılmak suretiyle aynen (yani alıcı sanki o mekânda görüyormuş, işitiyormuş ve duyuyormuş gibi) alınabilecektir. Böylece, uzaktaki bir bireyin duyu organlarını, kendi duyu organlarımız gibi kullanma olanağına kavuşmuş olacağız (örneğin Niagara Şelalesini Ankara’da otururken, orada bulunan ikizdaşımızın gözüyle, o ne görüyorsa, ben de aynısını görecek şekilde görebilirim).
Amerika’da CİA 1990 yıllarında, Pentegon’a bağlı bir araştırma biriminde şöyle bir projeyi desteklemiş. Rusya’nın gidilemeyen bazı yerlerini ya da mekânlarını oraya gitmeden nasıl izleyebiliriz? Bilim adamları bunun üzerine beyinle ilgili önemli çalışmaları başlatıyorlar. Medyum olduğu bilinen kişileri çağırıyorlar; Rusya’da da benzerini buluyorlar ya da arıyorlar. Sonunda çok net olmasa bile, flu düzeyde, oradaki adamın bakışı doğrultusunda, buradaki medyum olan kişi görüntüleri alıyor. Başardıklarına ilişkin çok sayıda örneği sunuyorlar. Ancak deneyin her zaman tekrarlanabilir niteliği olmadığı için ya düzenli olmadığı için projeye son veriliyor. Bu araştırmanın esası beyin dalgalarının bir beyinden diğer beyne aktarılması olarak algılanmıştır (SC TV (18.10.2014).
Sonuç:
Belki bir ütopya olarak, birçok canlının da sinir sistemine, varsa düşünce sistemine, bu yolla girmek de olanaklı olacak ve böylece, evrendeki tüm canlılar bir düşünce sisteminin, yani bir tümün tek tek parçaları (ögeleri) olacaklardır. Belki de evrensel barış, uzlaşma, uyuşma ve anlaşma ilk defa bu aşamada ortaya çıkacaktır.
Tek sorun, beyin yapısının ayrıntılarına yeterince girilememiş olması ve beyin dalgalarının yakalanmasını, kodlanmasını ve çözümlenmesini sağlayacak aygıtların henüz yeterli düzeyde yapılamamış olmasıdır. Bireyler arasında uyumu (adaptasyonu) ve dönüşümü (konvert) sağlayan böyle bir sistemin geliştirilmesi, evrendeki tüm insanların, kazanılmış bilgileri ortak olarak kullanmasına olanak sağlayacaktır. İşte, bu aşamada, bu yazıda açıklanmaya çalışılan iki büyük (ana) güçlük ortaya çıkacaktır. Birincisi, bu bilgileri alacak sığaya (kapasiteye) yani beyin yapısına kalıtsal olarak sahip olamayan bireylerin durumunun, ikincisi de ortak temel bilgi olarak seçilmesi gereken bilgilerin niteliğinin ne olacağıdır .
Doğal olarak, insanlar, bir bilgisayarın seri bağlanmış parçaları olmamalıdır. Bu nedenle temel bilgiler dediğimiz bilgilerin haricinde, her bireyin kendi kimliğini geliştirecek eğitim süreçlerinin sürdürülmesi kaçınılmazdır. İşte bu aşamada, sosyal bilimlerin, daha doğrusu, ilmi bilgilerin önemi ve değeri ortaya çıkacaktır. Temel bilimleri düşünce sisteminin zeminine oturtmadan alınacak ilmi bilgiler (bugün birçok toplumda olduğu gibi), çözümü mantıkla sağlanamayacak ayrılıklara ve farklılıklara ve sonuçta toplumsal huzursuzluklara neden olacaktır. Temel bilimlerin en iyi tarafı, elde edilen bilgilerin önemli bir kısmının tartışmaya gerek kalmayacak kadar açık olması ve her koşulda, her yerde ve herkesçe kullanılabilmesidir.
Bütün bu gelişmelerin sonucunda, düşünce olarak insanın ölümsüzleşmesi gerçekleşebilecektir. Çünkü bir defa, bilginin nasıl depolandığını, nasıl nakledildiğini ve tekrar nasıl okunduğunu çözdünüz mü, o zaman, bunu bir vücuda gerek kalmadan mekanik olarak saklama olanağını da bulabileceksiniz ve belki daha ileri bir aşamada, beyin organizasyonunu taklit ederek ve en önemlisi kimlik duygusu kazandırarak, sonsuz yaşama olanağına kavuşabileceksiniz. Böyle bir dünyada, demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin, inançların, öbür dünya ile ilgili varsayımların nasıl bir temele oturtulacağını, bugünden tahmin etmek zor olsa dahi, yorumlarda bulunmak ilginç ve eğlenceli olacaktır.
Bu kitabın yazarı da, okuyanlar da beş duyusu ile algılamaya ve düşünmeye alıştırıldıkları için, olması gerekenleri anlatabilmeleri ve anlayabilmeleri zor olmaktadır. Fakat 2000 yılı, görerek, işiterek ve dokunarak öğrenmenin yani deneysel olarak öğrenmenin yetersiz ve yersiz olarak bulunabileceği bir yüzyıl olabilir. Bundan kasıt, bu güne kadar yapılan deneysel gözlemlerimizin yanlış ya da gereksiz olduğu değildir. Terkedilme gereğinin nedeni, bunun pahalı bir yöntem olması ve uzun zaman almasıdır. Eğitimde, yeni gelen her birey ya da belirli birey toplulukları (sınıflar) için, bir bilginin öğretilmesi amacıyla, gözlem ve deneylerin sürekli tekrar edilmesi, gelecek çağın olanaklarına ve düşünce tarzına uygun düşmeyebilir. Bir defa kazanılmış bir bilginin, her bireye aynen aktarılmasının ya da iletilmesinin yolunun bulunması gereklidir. Bu da, yazara göre biraz önce anlatılan yöntemle gerçekleşecektir. Zaman geçirmeden, bu yöntemin, temel bilimlerle uğraşanlar tarafından gündeme alınması ve hızla geliştirilmesi gerekecektir. Gelecek çağ, bilgi aktarmanın klasik yöntemlerden farklı bir şekilde gerçekleşeceği çağ olacaktır. Orada benim ve benim gibi düşünenlerin açıkça yeri olmayacaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Amerika’da CİA 1990 yıllarında, Pentegon’a bağlı bir araştırma biriminde şöyle bir projeyi desteklemiş. Rusya’nın gidilemeyen bazı yerlerini ya da mekânlarını oraya gitmeden nasıl izleyebiliriz? Bilim adamları bunun üzerine beyinle ilgili önemli çalışmaları başlatıyorlar. Medyum olduğu bilinen kişileri çağırıyorlar; Rusya’da da benzerini buluyorlar ya da arıyorlar. Sonunda çok net olmasa bile, flu düzeyde, oradaki adamın bakışı doğrultusunda, buradaki medyum olan kişi görüntüleri alıyor. Başardıklarına ilişkin çok sayıda örneği sunuyorlar. Ancak deneyin her zaman tekrarlanabilir niteliği olmadığı için ya düzenli olmadığı için projeye son veriliyor. Bu araştırmanın esası beyin dalgalarının bir beyinden diğer beyne aktarılması olarak algılanmıştır (SC TV (18.10.2014).

bunun belgeselini izledim

adamlar bir odada konsantre olduktan sonra 1000lerce km ötedeki rus üslerini görüp tarif ediyorlar

soğuk savaştan sonra verilen bilgilerin %90 doğru olduğu görülüyor

bu proje cia tarafından 20 yıl sürdürülüyor

ama tarihi 70li 80li yıllar

peki bir insan nasıl olurda 1000lerce km öteyi görebilir

görürken gözmü kullanıyor?

bunlar ben sadece gördüğüme inanırım TANRIYI görmüyorum

öyleyse tanrı yoktur

diyen ateistlerin yüzüne tokat gibi çarpan fiziksel somut gerçeklerdir

Link to post
Sitelerde Paylaş

"peki bir insan nasıl olurda 1000lerce km öteyi görebilir

görürken gözmü kullanıyor?

bunlar ben sadece gördüğüme inanırım TANRIYI görmüyorum

öyleyse tanrı yoktur

diyen ateistlerin yüzüne tokat gibi çarpan fiziksel somut gerçeklerdir"

Sen sazan gibi atlamışsın ama bu yazıda ya da andığın deneyde doğaüstü herhangi bir durum yok.

Benzer beyin dokusuna sahip olan bireylerin (ör: hakiki ikizler) beyin dalgaları yoluyla birbirleriyle iletişim kurabilme olasılıkları araştırılıyor.

Pozitif sonuç alınamadığı için de zaten projeye son veriliyor.

İkizlerin telepati kurması gibi bir durum mevcut değil.

Beyin dalgalarının insandan insana aktarılması da imkansız.

Demirsoy fantazi dünyasına dalmış; hamkafaların hoşuna gidecek türden zırvalarla popülaritesini artırma peşinde.

Zaten Türk aydınlarının tamamı aynı durumda.

Şöyle ya da böyle içlerindeki müslüman ortaya çıkıp herzelerini döküyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ünlü bir profesörün gerçekten desteksiz salladığını mı düşünüyorsunuz?

Kariyerini kolayca çöpe atabileceğini mi düşünüyorsunuz? Dayanağınız ne?

Yapılan deneyler hakkında daha mı fazla bilginiz var?

Nedir sizin yaklaşımınızı daha üstün kılan size göre?

Sübjektif değerlendirmeler dışında deneysel sonuçlarla düşüncelerinizi desteklemeniz daha gerçekçi olmaz mı?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ünlü bir profesörün gerçekten desteksiz salladığını mı düşünüyorsunuz?

Kariyerini kolayca çöpe atabileceğini mi düşünüyorsunuz? Dayanağınız ne?

Yapılan deneyler hakkında daha mı fazla bilginiz var?

Nedir sizin yaklaşımınızı daha üstün kılan size göre?

Sübjektif değerlendirmeler dışında deneysel sonuçlarla düşüncelerinizi desteklemeniz daha gerçekçi olmaz mı?

Adam zaten emekli olmuş. Kariyer sorunu ortadan kalkmış. Üstelik yazılarının bir çoğu siyasi ve tarihi içerikli. Yani hakim olmadığı konularda, sağdan soldan duyduklarıyla, çoğu zaman da komplo teorilerini temel alan uçuk yazılar. Tamamı böyle değil elbette, ama Ali Demirsoy bir komplo teorisyeni. Birçok yazısı bunu kanıtlıyor.

Bir fikri değerlendirirken, fikir sahibinin unvanına bakarak kanıya varmak son derece yanıltıcı olabilir.

Bilimde gözlem ve kanıtlar esastır, unvana bakılmaz.

Hakiki ikizlerin birbirleriyle uzaktan radyo dalgalarıyla haberleşir gibi telepati kurabildiklerini gösteren herhangi bir bilimsel çalışma yoktur.

Beyin dalgalarının insan insana veri, görüntü vs. aktardığına ilişkin herhangi bir kanıt da yoktur.

Vardır diyenler bunu ortaya koymak zorundadır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Adam zaten emekli olmuş. Kariyer sorunu ortadan kalkmış. Üstelik yazılarının bir çoğu siyasi ve tarihi içerikli. Yani hakim olmadığı konularda, sağdan soldan duyduklarıyla, çoğu zaman da komplo teorilerini temel alan uçuk yazılar. Tamamı böyle değil elbette, ama Ali Demirsoy bir komplo teorisyeni. Birçok yazısı bunu kanıtlıyor.

Bir fikri değerlendirirken, fikir sahibinin unvanına bakarak kanıya varmak son derece yanıltıcı olabilir.

Bilimde gözlem ve kanıtlar esastır, unvana bakılmaz.

Hakiki ikizlerin birbirleriyle uzaktan radyo dalgalarıyla haberleşir gibi telepati kurabildiklerini gösteren herhangi bir bilimsel çalışma yoktur.

Beyin dalgalarının insan insana veri, görüntü vs. aktardığına ilişkin herhangi bir kanıt da yoktur.

Vardır diyenler bunu ortaya koymak zorundadır.

O zaman durum daha vahim bir hal alır.

1) Mevcut bilimin, nasıl sonuçlar çıkarması gerektiğini, hangi konularda araştırma yapması/yapmaması gerektiğini dayatan bir ideoloji var.

2) Kariyerlerini bu ideolojiye hizmet etmek için harcayanların kariyeri de soru işaretleri barındırır.

3) Bir ideolojinin dayattığı bilme ne kadar güvenmek gerekir.

...

sorular çoğaltılabilir.

Belli bir sistematik düşünmeye sahip bir bilim adamı dediğin kadar kontrolsuz olamaz, sağdan soldan duyma bir konunun yanına ismini koyamaz.

Bu konularda çok deneyler var. Araştırsan hocaya hak verebilirsin.

Link to post
Sitelerde Paylaş

O zaman durum daha vahim bir hal alır.

1) Mevcut bilimin, nasıl sonuçlar çıkarması gerektiğini, hangi konularda araştırma yapması/yapmaması gerektiğini dayatan bir ideoloji var.

2) Kariyerlerini bu ideolojiye hizmet etmek için harcayanların kariyeri de soru işaretleri barındırır.

3) Bir ideolojinin dayattığı bilme ne kadar güvenmek gerekir.

...

sorular çoğaltılabilir.

Belli bir sistematik düşünmeye sahip bir bilim adamı dediğin kadar kontrolsuz olamaz, sağdan soldan duyma bir konunun yanına ismini koyamaz.

Bu konularda çok deneyler var. Araştırsan hocaya hak verebilirsin.

Bilimin tanımı son derece açıktır. Bilime nasıl hareket edeceğini dikte eden bir ideoloji falan yok.

Bilim ideoloji falan dinlemez. İdeolojilerin bilimde yeri de olamaz.

Hocanın yazısını okuduysan söz konusu deneyin tekrarlanabilir sonuçlar vermeyi başaramadığı için iptal edildiğini,projenin kaldırıldığını zaten kendisi de itiraf ediyor. Ama yazıdaki asıl sorun gerçek dışı, akıl dışı iddialar. Hakiki ikizler hakkında ileri sürülen telepati iddiası bir şehir efsanesidir.

Bunlar falcıların, üfürükçülerin uydurduğu ve nemalandığı türden popüler yalanlardır.

Bir bilim insanının medyumların anlattıkları masallara itibar ederek bilimsel bir makale kaleme alması başlı başına bir fiyaskodur.

İnternette her okuduğun deneye inanmak elbette senin tercihindir.

Tıpkı hurafelere inanmanın özgür bir tercih olduğu gibi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bilimin herhangi bir ideolojiden bağımsız olması gerektiğine kimsenin hayır diyeceğini sanmam. Zaten bunu defalarca savunan biriyim.

Araştırmayıp soyut seviyede fikir beyan edeceksen senin adına ben bir derleme yapabilirim.
Bu alanlarda yapılan onlarca araştırma ve karşıt görüşler.


Healing at a Distance
Astin et al (2000). The Efficacy of “Distant Healing”: A Systematic Review of Randomized Trials
Leibovici (2001). Effects of remote, retroactive intercessory prayer on outcomes in patients with bloodstream infection: randomised controlled trial
Krucoff et al (2001).Integrative noetic therapies as adjuncts to percutaneous intervention during unstable coronary syndromes: Monitoring and Actualization of Noetic Training (MANTRA) feasibility pilot
Radin et al (2004). Possible effects of healing intention on cell cultures and truly random events.
Krucoff et al (2005). Music, imagery, touch, and prayer as adjuncts to interventional cardiac care: the Monitoring and Actualisation of Noetic Trainings (MANTRA) II randomised study
Benson et al (2006). Study of the therapeutic effects of intercessory prayer (STEP) in cardiac bypass patients
Masters & Spielmans (2007). Prayer and Health: Review, Meta-Analysis, and Research Agenda
Radin et al (2008). Compassionate intention as a therapeutic intervention by partners of cancer patients: Effects of distant intention on the patients’ autonomic nervous system.
Schlitz et al (2012). Distant healing of surgical wounds: An exploratory study.

Physiological correlations at a distance
Duane & Behrendt (1965). Extrasensory electroencephalographic induction between identical twins.
Grinberg-Zylberbaum et al (1994). The Einstein-Podolsky-Rosen Paradox in the Brain: The transferred potential
Wiseman & Schlitz (1997). Experimenter effects and the remote detection of staring.
Standish et al (2003). Evidence of correlated functional magnetic resonance imaging signals between distant human brains.
Wackermann et al (2003). Correlations between brain electrical activities of two spatially separated human subjects
Schmidt et al (2004). Distant intentionality and the feeling of being stared at: Two meta-analyses
Radin (2004). Event related EEG correlations between isolated human subjects.
Standish et al (2004). Electroencephalographic evidence of correlated event-related signals between the brains of spatially and sensory isolated human subjects
Richards et al (2005). Replicable functional magnetic resonance imaging evidence of correlated brain signals between physically and sensory isolated subjects.
Achterberg et al (2005). Evidence for correlations between distant intentionality and brain function in recipients: A functional magnetic resonance imaging analysis
Radin (2005). The sense of being stared at: A preliminary meta-analysis.
Radin & Schlitz (2005). Gut feelings, intuition, and emotions: An exploratory study.
Schlitz et al (2006). Of two minds: Skeptic-proponent collaboration within parapsychology.
Moulton & Kosslyn (2008). Using neuroimaging to resolve the psi debate.
Ambach (2008). Correlations between the EEGs of two spatially separated subjects − a replication study.
Hinterberger (2010). Searching for neuronal markers of psi: A summary of three studies measuring electrophysiology in distant participants.
Schmidt (2012). Can we help just by good intentions? A meta-analysis of experiments on distant intention effects
Jensen & Parker (2012). Entangled in the womb? A pilot study on the possible physiological connectedness between identical twins with different embryonic backgrounds.
Parker & Jensen (2013). Further possible physiological connectedness between identical twins: The London study.


Telepathy & ESP
Targ & Puthoff (1974). Information transmission under conditions of sensory shielding.
Puthoff & Targ (1976). A perceptual channel for information transfer over kilometer distance: Historical perspective and recent research
Eisenberg & Donderi (1979). Telepathic transfer of emotional information in humans.
Bem & Honorton (1994). Does psi exist?
Hyman (1994). Anomaly or artifact? Comments on Bem and Honorton
Bem (1994). Response to Hyman
Milton & Wiseman (1999). Does Psi Exist? Lack of Replication of an Anomalous Process of Information Transfer
Sheldrake & Smart (2000). Testing a return-anticipating dog, Kane.
Sheldrake & Smart (2000). A dog that seems to know when his owner to coming home: Videotaped experiments and observations.
Storm & Ertel (2001). Does Psi Exist? Comments on Milton and Wiseman's (1999) Meta-Analysis of Ganzfeld Research
Milton & Wiseman (2001). Does Psi Exist? Reply to Storm and Ertel (2001)
Sheldrake & Morgana (2003). Testing a language-using parrot for telepathy.
Sheldrake & Smart (2003). Videotaped experiments on telephone telepathy.
Sherwood & Roe (2003). A Review of Dream ESP Studies Conducted Since the Maimonides Dream ESP Programme
Delgado-Romero & Howard (2005). Finding and Correcting Flawed Research Literatures
Hastings (2007). Comment on Delgado-Romero and Howard
Radin (2007). Finding Or Imagining Flawed Research?
Storm et al (2010). Meta-Analysis of Free-Response Studies, 1992–2008: Assessing the Noise Reduction Model in Parapsychology
Storm et al (2010). A Meta-Analysis With Nothing to Hide: Reply to Hyman (2010)
Tressoldi (2011). Extraordinary claims require extraordinary evidence: the case of non-local perception, a classical and Bayesian review of evidences
Tressoldi et al (2011). Mental Connection at Distance: Useful for Solving Difficult Tasks?
Williams (2011). Revisiting the Ganzfeld ESP Debate: A Basic Review and Assessment
Rouder et al (2013). A Bayes Factor Meta-Analysis of Recent Extrasensory Perception Experiments: Comment on Storm, Tressoldi, and Di Risio (2010)
Storm et al (2013). Testing the Storm et al. (2010) Meta-Analysis Using Bayesian and Frequentist Approaches: Reply to Rouder et al. (2013)


General Overviews & Critiques
Utts (1996). An assessment of the evidence for psychic functioning
Alcock (2003). Give the null hypothesis a chance
Parker & Brusewitz (2003). A compendium of the evidence for psi
Carter (2010). Heads I lose, tails you win.
McLuhan (no date). Fraud in psi research.


Survival of Consciousness
van Lommel et al (2001). Near-death experience in survivors of cardiac arrest: a prospective study in the Netherlands
van Lommel (2006). Near-death experience, consciousness, and the brain
Beischel & Schwartz (2007). Anomalous information reception by research mediums demonstrated using a novel triple-blind protocol
Greyson (2010). Seeing dead people not known to have died: “Peak in Darien” experiences
Kelly (2010). Some directions for mediumship research
Kelly & Arcangel (2011). An investigation of mediums who claim to give information about deceased persons
Nahm et al (2011). Terminal lucidity: A review and a case collection.
Facco & Agrillo (2012). Near-death experiences between science and prejudice
Matlock (2012). Bibliography of reincarnation resources online (articles and books, all downloadable)


Precognition & Presentiment
Honorton & Ferrari (1989). “Future telling”: A meta-analysis of forced-choice precognition experiments, 1935-1987
Spottiswoode & May (2003). Skin Conductance Prestimulus Response: Analyses, Artifacts and a Pilot Study
Radin (2004). Electrodermal presentiments of future emotions.
McCraty et al (2004). Electrophysiological Evidence of Intuition: Part 1. The Surprising Role of the Heart
McCraty et al (2004). Electrophysiological Evidence of Intuition: Part 2. A System-Wide Process?
Radin & Lobach (2007). Toward understanding the placebo effect: Investigating a possible retrocausal factor.
Radin & Borges (2009). Intuition through time: What does the seer see?
Bem (2011). Feeling the Future: Experimental Evidence for Anomalous Retroactive Influences on Cognition and Affect
Bem et al (2011). Must Psychologists Change the Way They Analyze Their Data?
Bierman (2011). Anomalous Switching of the Bi-Stable Percept of a Necker Cube: A Preliminary Study
Radin et al (2011). Electrocortical activity prior to unpredictable stimuli in meditators and non-meditators.
Radin (2011). Predicting the Unpredictable: 75 Years of Experimental Evidence
Tressoldi et al (2011). Let Your Eyes Predict : Prediction Accuracy of Pupillary Responses to Random Alerting and Neutral Sounds
Galek et al (2012). Correcting the Past: Failures to Replicate Psi
Mossbridge et al (2012). Predictive physiological anticipation preceding seemingly unpredictable stimuli: a meta-analysis


Theory
Josephson & Pallikari-Viras (1991). Biological Utilisation of Quantum NonLocality
May et al (1995). Decision augmentation theory: Towards a model of anomalous mental phenomena
Houtkooper (2002). Arguing for an Observational Theory of Paranormal Phenomena
Bierman (2003). Does Consciousness Collapse the Wave-Packet?
Dunne & Jahn (2005). Consciousness, information, and living systems
Henry (2005). The mental universe
Hiley & Pylkkanen (2005). Can Mind Affect Matter Via Active Information?
Lucadou et al (2007). Synchronistic Phenomena as Entanglement Correlations in Generalized Quantum Theory
Rietdijk (2007). Four-Dimensional Physics, Nonlocal Coherence, and Paranormal Phenomena
Bierman (2010). Consciousness induced restoration of time symmetry (CIRTS ): A psychophysical theoretical perspective
Tressoldi et al (2010). Extrasensory perception and quantum models of cognition.
Tressoldi (2012). Replication unreliability in psychology: elusive phenomena or “elusive” statistical power?


Mind-Matter Interaction
Crookes (1874). Researches in the phenomena of spiritualism
Crookes (1874). Notes of séances with DDH
Medhurst & Goldney (1964). William Crookes and the physical phenomena of mediumship.
Merrifield (1885/1971). Merrifield’s report (on D. D. Home)
Braude (1985). The enigma of Daniel Home.
Zorab (1971). Were D. D. Home’s ‘spirit hands” ever fraudulently produced?
Jahn (1982). The persistent paradox of psychic phenomena: An engineering perspective.
Inglis (1983). Review of “The spiritualists. The passion for the occult in the nineteenth and twentieth centuries by Ruth Brandon.”
Schmidt (1987). The strange properties of psychokinesis.
Schmidt (1990). Correlation between mental processes and external random events
Radin & Nelson (1989). Evidence for consciousness-related anomalies in random physical systems
Radin & Ferrari (1991). Effects of consciousness on the fall of dice: A meta-analysis
Jahn et al (1997). Correlations of Random Binary Sequences with Pre-Stated Operator Intention: A Review of a 12-Year Program.
Nelson et al (2002). Correlations of continuous random data with major world events.
Crawford et al (2003). Alterations in Random Event Measures Associated with a Healing Practice
Freedman et al (2003). Effects of Frontal Lobe Lesions on Intentionality and Random Physical Phenomena
Bierman (2004). Does consciousness collapse the wave function?
Jahn & Dunne (2005). The PEAR Proposition.
Bosch et al (2006). Examining Psychokinesis: The Interaction of Human Intention With Random Number Generators—A Meta-Analysis
Radin et al (2006). Reexamining psychokinesis: Commentary on the Bösch, Steinkamp and Boller meta-analysis.
Radin et al (2006). Assessing the Evidence for Mind-Matter Interaction Effects
Radin (2006). Experiments testing models of mind-matter interaction.
Radin. (2008). Testing nonlocal observation as a source of intuitive knowledge.
Nelson & Bancel (2011). Effects of mass consciousness: Changes in random data during global events.
Radin et al (2012). Consciousness and the double-slit interference pattern: Six experiments
Shiah & Radin (2013). Metaphysics of the tea ceremony: A randomized trial investigating the roles of intention and belief on mood while drinking tea.
Radin et al (2013). Psychophysical interactions with a double-slit interference pattern


Potential Applications
Carpenter (2011). Laboratory psi effects may be put to practical use: Two pilot studies
Schwartz (1980/2000). Location and reconstruction of a Byzantine structure … [by remote viewing]

Some recommended books
Radin (1997). The Conscious Universe: The Scientific Truth of Psychic Phenomena
Radin (2006). Entangled Minds: Extrasensory Experiences in a Quantum Reality
Irwin & Watt (2007). An Introduction to Parapsychology
Mayer (2008). Extraordinary Knowing: Science, Skepticism, and the Inexplicable Powers of the Human Mind
Kelly et al (2009). Irreducible Mind: Toward a Psychology for the 21st Century
Tart (2009). The End of Materialism: How Evidence of the Paranormal Is Bringing Science and Spirit Together
Carter (2010). Science and the Near-Death Experience: How Consciousness Survives Death
Van Lommel (2011). Consciousness Beyond Life: The Science of the Near-Death Experience
Sheldrake (1999; new edition 2011) Dogs That Know When Their Owners Are Coming Home, And Other Unexplained Powers of Animals
Alexander (2012). Proof of Heaven: A Neurosurgeon's Journey into the Afterlife
Carpenter (2012). First Sight: ESP and Parapsychology in Everyday Life
Carter (2012). Science and Psychic Phenomena: The Fall of the House of Skeptics
Targ (2012). The Reality of ESP: A Physicist's Proof of Psychic Abilities
Sheldrake (2003; new edition 2013) The Sense of Being Stared At, And Other Aspects of the Extended Mind
Radin (2013). Supernormal: Science, Yoga, and the Evidence for Extraordinary Psychic Abilities

Link to post
Sitelerde Paylaş

Telepatiyle ya da beyin dalgalarıyla ilgili araştırma yapılmış olması bir şeyi kanıtlamıyor. Bilim her konuyu araştırabilir. Beynin elektromanyetik özelliklerini inceleyebilir. Maymunlara ve farelere elektrot takılarak yapılan belki binlerce deney ve araştırma var. Ama bunların hiçbirinde tartıştığımız iddiaları kanıtlayan somut bir sonuç mevcut değil.

Ayrıca yukarıdaki linklerin önemli bir bölümü parapsikoloji denilen uyduruk kavramla ilgili.

Günümüzde o kadar çok üniversite ve o kadar çok şarlatan var ki önüne bilmem ne üniversitesinin bilmem ne araştırma görevlisi diye bir unvan eklenmesi de bilimsel açıdan önem taşımıyor. Bugün çok sayıda şarlatanın bazı ne idiği belirsiz üniversite ya da eğitim kurumlarından aldıkları sertifikalarla alternatif tıp bilimi adı altında faaliyet gösterdiklerini, hastaları ortaçağdan kalma mistik yöntemlerle tedavi etmeye çalıştıklarını ve bunların düzenbaz, madrabaz oldukları biliyoruz.

Benzer biçimde erke dönengeci gibi muazzam bir enerji kaynağı bulduklarını iddia eden, hatta anlaştıkları çeşitli akademisyenlerle bunun bilimsel dayanakları olduğunu ispatlamaya çalışan sayısız şarlatan mevcut. Bunların içinde öyleleri var ki Almanya'daki akademilerde konferans bile düzenlemişler. Örneğin Muammer Yıldız'ın magnet motoru için Almanya'da ve Avrupadaki diğer bazı üniversitelerde içeriği tam olarak yansıtılmayan seminerler düzenlenmiş. Ortada somut bir icat var mı diye soracak olursan bunun yanıtı hayırdır. Şu var ki bu magnet motor hikayesine inanan bazı saf iş adamlarından alınan önemli miktarda kredi vardır.

Bu tür spekülasyonlar her zaman ilgi çekicidir. İnsan fantezilerinin bir sınırı olmadığını onun yaratmış olduğu sayısız efsane, din, tanrı, mitolojinin varlığından anlayabiliyoruz.

Özetle yukarıya astıkların tartıştığımız meseleyi kanıtlamıyor. Sadece bu alanlarda çalışmalar yapıldığını gösteriyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Telepatiyle ya da beyin dalgalarıyla ilgili araştırma yapılmış olması bir şeyi kanıtlamıyor. Bilim her konuyu araştırabilir. Beynin elektromanyetik özelliklerini inceleyebilir. Maymunlara ve farelere elektrot takılarak yapılan belki binlerce deney ve araştırma var. Ama bunların hiçbirinde tartıştığımız iddiaları kanıtlayan somut bir sonuç mevcut değil.

Ayrıca yukarıdaki linklerin önemli bir bölümü parapsikoloji denilen uyduruk kavramla ilgili.

Günümüzde o kadar çok üniversite ve o kadar çok şarlatan var ki önüne bilmem ne üniversitesinin bilmem ne araştırma görevlisi diye bir unvan eklenmesi de bilimsel açıdan önem taşımıyor. Bugün çok sayıda şarlatanın bazı ne idiği belirsiz üniversite ya da eğitim kurumlarından aldıkları sertifikalarla alternatif tıp bilimi adı altında faaliyet gösterdiklerini, hastaları ortaçağdan kalma mistik yöntemlerle tedavi etmeye çalıştıklarını ve bunların düzenbaz, madrabaz oldukları biliyoruz.

Teistler de senin gibi benzer savunmalar yapıyor. Onlar şöyle onlar böyle... Teist olduğunu iddia ettiğim için demiyorum bunu. Sadece farklı olana yaklaşımlar benzer vurgusu yapmak için.

Sen, kendi ideolojik bilim anlayışına göre parapsikoloji uyduruk diyorsun. İdeolojik bakış açın olmasa sonuçlardan bazılarına bir göz atar dersin ki, hmm adam burada bir konu seçmiş, deney yapmış ve bir korelasyon tespit etmiş.

Böyle bir korelasyonun varlığı bir bilim insanı olarak öncelikle reddetmeyi değil üzerinde düşünmeyi gerektirir...

Farklı kabul edilen bir alan ama bilimsel metodlar kullanarak deneyler yapıyor ve bir takım sonuçlara ulaşıyor. Bir takım ilişkilerin varlığını belirtmesi bana göre şuan için bilmediğimiz birşeylerin var olabileceğini gösteriyor.

Mesela bir X alanının varlığı gibi. Zaten var olabileceği işaret edilen Higgs alanı, kütle çekimsel dalgalar gibi diğer bilinmezlerimiz de hala duruyor. Onlar da kanıtlı değil ama bu onları uyduruk yapmıyor.

Bu kadar bilinmezin içerisinde %100 kanıt sunamaz çünkü bilmediği birşeyi nasıl kontrol edeceğini bilmiyor. O yüzden daha kontrollü bir deney yapılamıyor olabilir. Tabi ki bunlar zamanla netleşecek şeyler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Teistler de senin gibi benzer savunmalar yapıyor. Onlar şöyle onlar böyle... Teist olduğunu iddia ettiğim için demiyorum bunu. Sadece farklı olana yaklaşımlar benzer vurgusu yapmak için.

Sen, kendi ideolojik bilim anlayışına göre parapsikoloji uyduruk diyorsun. İdeolojik bakış açın olmasa sonuçlardan bazılarına bir göz atar dersin ki, hmm adam burada bir konu seçmiş, deney yapmış ve bir korelasyon tespit etmiş.

Böyle bir korelasyonun varlığı bir bilim insanı olarak öncelikle reddetmeyi değil üzerinde düşünmeyi gerektirir...

Farklı kabul edilen bir alan ama bilimsel metodlar kullanarak deneyler yapıyor ve bir takım sonuçlara ulaşıyor. Bir takım ilişkilerin varlığını belirtmesi bana göre şuan için bilmediğimiz birşeylerin var olabileceğini gösteriyor.

Mesela bir X alanının varlığı gibi. Zaten var olabileceği işaret edilen Higgs alanı, kütle çekimsel dalgalar gibi diğer bilinmezlerimiz de hala duruyor. Onlar da kanıtlı değil ama bu onları uyduruk yapmıyor.

Bu kadar bilinmezin içerisinde %100 kanıt sunamaz çünkü bilmediği birşeyi nasıl kontrol edeceğini bilmiyor. O yüzden daha kontrollü bir deney yapılamıyor olabilir. Tabi ki bunlar zamanla netleşecek şeyler.

Amma saçmalamışsın. Burada teist ağzından konuşan sensin ben değilim. İdeolojik bilim anlayışı da ne demek?

Anlaşılan sen bir şakirtsin. Buraya hurafelerini savunmak için gelmişsin.

Yanlış adrestesin.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Amma saçmalamışsın. Burada teist ağzından konuşan sensin ben değilim. İdeolojik bilim anlayışı da ne demek?

Anlaşılan sen bir şakirtsin. Buraya hurafelerini savunmak için gelmişsin.

Yanlış adrestesin.

Uyduruk diye nitelediğine göre bakış açın bir inanca dayanıyor. Onun ne olduğuna da sen karar ver.

Bilimde o olmaz, bu olmaz, bu uyduruk, bu hurafe diye a bir kabul kabul mu var?

Bilim bir metodolojidir, ona göre deneyini yapar sonucunu açıklarsın. Sen bunu beğenmiyorsan eğer o senin inancına ters olduğu içindir. Belli bir şekle uyması gerektiğini kabul ettiğin içindir.

Ben senin inacına ters görüşe sahipsem, şakirt oluyorum, kafir oluyorum, f oluyorum g oluyorum :)

Sen kendini bir sorgula önce yeterince objektif mi yaklaşıyorsun...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Uyduruk diye nitelediğine göre bakış açın bir inanca dayanıyor. Onun ne olduğuna da sen karar ver.

Bilimde o olmaz, bu olmaz, bu uyduruk, bu hurafe diye a bir kabul kabul mu var?

Bilim bir metodolojidir, ona göre deneyini yapar sonucunu açıklarsın. Sen bunu beğenmiyorsan eğer o senin inancına ters olduğu içindir. Belli bir şekle uyması gerektiğini kabul ettiğin içindir.

Ben senin inacına ters görüşe sahipsem, şakirt oluyorum, kafir oluyorum, f oluyorum g oluyorum :)

Sen kendini bir sorgula önce yeterince objektif mi yaklaşıyorsun...

Sen konuştukça daha da batıyorsun. Bilmem farkında mısın?

Bir zırvanın zırva olduğunu, üfürme olduğunu söyleyebilmek için bir inanca ihtiyaç duymak da ne demek?

İnanç dediğin şeyin bilimin sözlüğünde yeri olamaz.

Bilim inançlarla değil akılla mantıkla, deneyle gözlemle hareket eder ve böyle sonuca varır.

Parapsikolji, falcılık, medyumluk, kahinlik vb. mistik şarlatanlıkların tümüyle saçmalık olduğunu bize söyleyen de bilimdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sen konuştukça daha da batıyorsun. Bilmem farkında mısın?

Bir zırvanın zırva olduğunu, üfürme olduğunu söyleyebilmek için bir inanca ihtiyaç duymak da ne demek?

İnanç dediğin şeyin bilimin sözlüğünde yeri olamaz.

Bilim inançlarla değil akılla mantıkla, deneyle gözlemle hareket eder ve böyle sonuca varır.

Parapsikolji, falcılık, medyumluk, kahinlik vb. mistik şarlatanlıkların tümüyle saçmalık olduğunu bize söyleyen de bilimdir.

Sübjektif zırvalamalar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sübjektif zırvalamalar.

Bu söz senin ve Demirsoy'un saçmalıklarını tarif ediyor aslında.

İkizlerin telepati kurdukları kontrollü bir deneyle mi kanıtlanmış? Hayır. Kaynak Demirsoyun kendisi. (subjecktif!).

Deneye konu medyumun trans halinde gördükleri doğru çıkmış mı? Yanıt yine hayır. Çünkü proje sonuç alınamadığı için iptal edilmiş. Peki bu medyumun anlattıklarının kaynağı ne? Kendisi (yani subjektif bir zırva daha).

Elinde kayda değer hiçbir gözlem ve kanıt yok,

Ama dil olmuş pabuç mübarek!

En son sen yazınca haklı çıkmışsın gibi hissettiriyor değil mi

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu söz senin ve Demirsoy'un saçmalıklarını tarif ediyor aslında.

İkizlerin telepati kurdukları kontrollü bir deneyle mi kanıtlanmış? Hayır. Kaynak Demirsoyun kendisi. (subjecktif!).

Deneye konu medyumun trans halinde gördükleri doğru çıkmış mı? Yanıt yine hayır. Çünkü proje sonuç alınamadığı için iptal edilmiş. Peki bu medyumun anlattıklarının kaynağı ne? Kendisi (yani subjektif bir zırva daha).

Elinde kayda değer hiçbir gözlem ve kanıt yok,

Ama dil olmuş pabuç mübarek!

En son sen yazınca haklı çıkmışsın gibi hissettiriyor değil mi

Benim esas karşı çıktığım benzer konulardaki deneyleri direk reddetmen. Büyük ihtimal hoca da onlardan esinlenerek bu yazıyı yazdı.

Deneyler belki net olarak bir şeyleri gösteremiyor ama bir takım ilişkilerin varlığından bahsediyor.

30 yıldır en azından bu alanda bilimsel metodlarla araştırmalar yapılıyor ve genelde senin gibi benzer tepkiler verildiğinden bilimsel yayınlarda pek yer bulamıyordu bu konular.

Son zamanlarda bu alana daha çok ilgi var ve daha net sonuçlar için zaman ihtiyaç var.

Spekülatif olmaları konusunda haklısın.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 weeks later...
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...