Jump to content

Sorularla islamiyet


Recommended Posts

sorularlaislamiyet.com adresli akla zarar soru ve yanıtların bulunduğu siteden enfes başlıklar ve yanıtlarda yapılan müslümanlıkları paylaşmak isterim ki ufkumuz açılsın, sahtekarlıkları görelim. Akla zarar çarpıtmaları ve zırvaları renkle belirtiyorum.

http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/260093/1884-ten-simdiye-kadar-kuyruklu-24-cocuk-dogumu-meydana-gelmis-bir-insanda-kuyruk-nasil-aciklanir-bu-evrime-delil-de

Özetle, soruyu soran: kuyruklu olarak dünyaya gelen insanlar, evrimin delili değil midir, diye soruyor. Yanıtlayan ise, kuyruk genetik müdahale ile çıkmıştır, canlılar başka canlıların başlangıcı olmaz diyor. Bahsettiği deneyleri bulamadım, ama bahsettiği deneylerin gerçekleştiğini ve hiç evrim gözlenmediğini anlatan bir sürü dinci yabancı site (örn: ICR İnstitute of creation research) buldum. Uzay masalı ise bu sitelerde hiç anlatılmıyor, masala Adem Tatlı katmış bu detayı sanırım.

Tatlı'nın anlattığı deneylere en yakın olanı sanıyorum ki Thomas H Morgan'ın deneyleri olsa gerek. Bu deneyler, 1904te başlıyor, 1910 ya da '13'e kadar sürüyor. Ortada henüz uzay falan bulunmuyor. Meyva sinekleri üzerinde mutasyon araştırmaları yapıyorlar. Günün birinde sineklerden birinde beyaz göz gözlemleniyor. Bu sinek kırmızı gözlü dişiler ile çiftleştirildiğinde kırmızı gözlü hibritler ortaya çıkıyor. Bunlar kendi aralarında çiftleştirildiğinde ise oluşan bireylerin ufak bir kısmı beyaz gözlü oluyor. Bu araştırmalar genetik biliminin önünü açıyor, ki bu da 1950lerin ortasında ayrışıyor. Morgan 1945te ölüyor.

Tatlı'nın anlatımından sanki sineklerin ışını yedikçe ayak çıkarttıkları, göz rengi değiştirdikleri anlaşılıyor. Sahtekarlık mı, beyinsizlik mi belli değil.

Sorunun Detayı

1884’ten şimdiye kadar kuyruklu 24 çocuk doğumu meydana gelmiş. Bir insanda kuyruk nasıl açıklanır? Bu evrime delil değil midir?

Yanıt

Değerli kardeşimiz;
Bir çocuğun kuyruklu doğması evrime delil değildir. Çünkü, genetik yapıda bir değişiklik yapıldığı zaman, meydana gelecek fertte bir takım anormallikler hâsıl olabilir. Genetik yapıda değişiklik dışarıdan medahale ile olabileceği gibi, canlının kendi iç bünyesinde de meydana gelebilir.
Mesela, 1960 yıllardan itibaren uzay araçlarıyla atmosfer dışına, koli bakterisi (Esherichia coli) gibi tek hücreli, sirke sinekleri gibi çok hücreli canlılar götürüldü. Bu canlılar atmosferin olmadığı ortamda uzun süre X ışınlarına tâbi tutuldular. Bu canlılarda bir takım anormallikler meydana geldi. Mesela, sirke sineklerinde göz rengi değişti. Ayakların ve kanatların sayısı arttı. Sineklerin bazısında tüylenme, bazısında da çıplaklaşma meydana geldi. Ama bu anormal yapılara sahip olan sirke sineklerinden başka canlı meydana gelmedi. Böyle anormallikler kazanan canlılar, normal şartlarda üremeye bırakılınca, bunlardan yine normal sirke sinekleri hâsıl oldu.
İnsandaki kuyruk sokumunu veren genlere müdahale ettiğiniz zaman bir takım anormallikler ortaya çıkabilir. Aynı şekilde kuyruklu canlılardan da zaman zaman kuyruksuz fertler hâsıl olmakta, dört ayaklı ineklerden 3 veya 5 ayaklı canlılar, kollu insanlardan kolsuz veya ayaksız, hatta iki başlı insanlar meydana gelmektedir. Haklı olarak, hiç kimse bunların yeni bir canlı türü meydana getireceğini düşünmüyor.
Bu anormal yapıları, o canlının genetik yapısındaki bir takım anormalliklerin ürünüdür. Hal böyle iken, kuyruk sokumunda görülebilecek bir anormallik niçin hemen insanın başka canlıdan geldiğine delil olarak ileri sürülüyor? Bu ilmî olmayıp, kasıtlı olarak insanın insan olarak yaratılmadığı felsefesini yaymak için baş vurulan bir yoldur.
İşte bütün canlılarda görülebilen bir takım değişiklikler ve anormallikler, o canlının genetik yapısında meydana gelen bir değişikliğin sonucudur. Bunlar yeni ve farklı bir canlının başlangıcı olamazlar.
Canlıların tesadüf ve sebeplerle birbirinden meydana geldiği safsatasını ileriye sürenlere ehemmiyet vermeyin. O tip iddiaların ilmi hiçbir değeri yoktur.
Dolayısıyla sen de maymun ve daha aşağı yapılı canlıların değişmesi ve farklılaşmasıyla değil, Allah’ın doğrudan doğruya insan olarak yaratmasıyla meydana geldiğini bil ve O’na ibadet ve kulluğunu yap, şükrünü unutma.

Prof dr Adem Tatlı

tarihinde bir_akil_insan tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 50
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/259174/eczane-sahibi-cumaya-gidiyor-ama-calisani-gitmiyor-bu-durumda-satis-yapilmasi-caiz-midir.html

Eczane sahibi cumaya gidiyor ama çalışanı gitmiyor, bu durumda satış yapılması caiz midir?

Eczacıyım.Eczanede bir erkek çalışanım var 23 yaşında.Bazı akşamları canlı müzik yapıyor içkili bir mekanda.Namazla ve din ile pek alakadar değil.Sigara kullanıyor hatta bazen içki içtiğini de söylüyor.
Böyle birini çalıştırmak doğru mudur?
Ayrıca ben cuma ya gidiyorum.Normalde eczane kapatmak yasak ama cuma saatinde kapatıp gidiyordum.Bu eleman namaz kılmadığından cuma saati eczane açık oluyor ve muhtemelen satış yapılıyor.bu caiz midir.Bir kaç kere cumaya davet ettim nazikçe gelmedi.Elimden duadan başka birşey de gelmiyor.
Allah razı olsun...

Değerli kardeşimiz;
Bu kişiyi çalıştırmanızda bir sakınca yok.
Cuma vakti, cuma namazını kılmakla yükümlü olan kişi alım satımı bırakacaktır. Siz bırakıyorsunuz. O kişinin günahı kendine aittir.
Ancak gelen müşteriye, acil durum dışında Cuma namazı kılınıncaya kadar bir süre satış yapmamalıdır.Bu süre de oldukça kısadır. İç ezanla başlar, farz kılınınca biter.
Hayrettin Karaman
-----
Şimdi; büyük olasılıkla bu sığır, elemana, cuma saatinde satış yapmayı yasaklamıştır.
Link to post
Sitelerde Paylaş
Kadınlar doktorluk mesleğinde hangi dalda uzmanlık yapmalıdırlar?

İyi günler tıp okuyan bayanım yakın bir zamanda uzmanlık alanımı seçeceğim. Fakat uzmanlık alanına göre erkek hastalarla iletişim kurmak zorunda kalacağım. Bu zaruret sayılır mı? Kadınların üzerinde ev geçindirme para kazanmama yükümlülüğü olmadığı için bu durum zaruretten çıkar mı? Dinlediğim sohbetlerde yükümlülük olmadığı için her türlü erkeklerle iletişimin caiz olmadığı söyleniyordu. Benim de aklıma takıldı. Sonuçta uzmanlık alanı seçmek bana bağlı kadın hastalıkları veya çocuk hastalıkları seçersem erkek hastalara bakmak durumunda kalmayacağım. Sizce nasıl olmalı diğer uzmanlık alanlarını seçip erkek hastalara bakmam caiz olur mu?


Değerli kardeşimiz;

Diğer alanlarda ihtiyacı karşılayacak kadar doktor varsa kadın ve çocuk dalını seçmeniz gerekir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Hayrettin Karaman

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evlere şenlik.

http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/260371/yaratici-once-domuzu-yaratiyor-sonra-neden-haram-kiliyor.html

Yaratıcı önce domuzu yaratıyor, sonra neden haram kılıyor?

''Yaratıcı önce domuzu yaratıyor, sonra neden haram kılıyor? (Haşa) Muhammed (sav) hayvan ticareti yaparken kendisi domuz satmadığı için olabilir mi? (Haşa) Ayrıca Kuran'da bahsi geçen hayvanlar daima Arap coğrafyasındaki hayvanlar. Demek ki Allah kutuplardaki hayvanlardan, tropikal kuşlardan bahsetmeyi unutmuş.'' Diyen bir ateiste ne denilebilir.
Dinimizi sorguluyorum, çok şükür yine de Hak yolun İslam olduğundan sapmadım fakat ateistlerin sözleriyle karşı karşıya kalıyorum çoğunun cevabı var bunu da size sormak istedim.

Yanıt

Değerli kardeşimiz;

- Domuzun yaratılması onun necis ve yenmesinin haram olmasıyla çelişmez. Zaten eğer domuz olmasaydı, haram edilebilir miydi? Yok olan bir şey üzerine hüküm bina edilebilir mi? Demek ki böyle bir itiraz mantık dışıdır.

- Domuz da Allah’ın yarattığı harika bir sanat tablosudur. Ancak “Hz. Peygamberin hayvan ticareti yaparken domuz satmadığı için…” şeklindeki vesvesenin hiç kıymet-i harbiyesi yoktur. Çünkü:

a) Hz. Peygamberin peygamber olduktan sonra hayvan ticareti yaptığına dair hiç bir tarihi bilgi ve kayıt yoktur.

B) Bu mantık saçmalığına göre, İslam dininde yenmesi haram olan domuzun dışında onlarca hayvan ve kuşlar için de aynı şey söylemek gerekir. Bunun saçmalığı ortadadır.

c) Hz. Peygamberin kertenkele/keler etini yemediği, ancak onu yiyen sahabelerine bunu yasaklamadığı bilinmektedir. (Buhari, Et’ime, 10, 14; Müslim, Sayd, 43-47/1945-1948; Ebu Davud, Et’ime, 28)

Bu ise söz konusu vesveseyi kökünden ortadan kaldıran bir hakikattir. Demek ki İslamî hükümler, Hz. Peygamberin faydasına göre değil, Allah’ın iradesine göre tahakkuk etmiştir.

- Muhatapların anladığı dilden konuşmak belagatin gereğidir. Muhatabın zihninde yer etmeyen ve onun için bir kıymet ifade etmeyen bir konuşmanın faydasızlığını, abes oluşunu söylemeye bile gerek yoktur.

Buna göre, Kur’an’da ilk muhatap olan Arapların bildiği konulardan bahsedilmesi son derece doğaldır ve ilmidir. Bu hikmet içindir ki, Kur’an’da söz konusu edilen peygamberler ve kavimleri genellikle ilk muhatap olan Arapların bildiği aynı coğrafyanın insanlarıdır.

- Bine sene sonra bile hala insanların çok yakından ilgilenmediği kutuplardaki hayattan bahsetmenin o günkü insanlara ne faydası vardır?

- “Eğer biz Kur'ân'ı yabancı bir dille gönderseydik derlerdi ki: “Neden, onun ayetleri açıkça beyan edilmedi? Dil yabancı, muhatap Arap! Olur mu böyle şey?” (Fussilet, 41/44) mealindeki ayetten şunu rahatlıkla anlayabiliriz ki, ilk muhatapların anladığı dilden, bildikleri bilgilerden söz etmek şarttır. Hiç şüphe yok ki, eğer Kur’an sorudaki gibi, o günkü insanlar için bir bilmece olan hususlardan söz etseydi, onlar “Neden onun ayetleri açıkça bildirilmedi. Bizim anlayabileceğimiz konularla ilgili bilgiler verilmedi?” diyeceklerdi.

- Bir de şu hususa hiç akıl erdiremiyoruz gerçekten… Allah’a ve Peygambere iman edenler, neden sonsuz ilim ve hikmet sahibi olduğuna inandıkları Allah’ın bazı konulardaki hikmetini bilmedikleri zaman, haddini bilmiyorlar.. “Bizim iman ettiğimiz sonsuz ilim ve hikmet sahibi Allah’ın yaptığı her şey doğrudur, ancak bizim aklımız buna yetmeyebilir, fakat biz imanımızın gereği olarak buna teslim oluyoruz…” demiyorlar.. Demedikleri için de ruhi, aklî hatta imani bunalıma giriyorlar…

Öyle ya! Bir yandan Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna inanacaksınız, diğer taraftan Hz. Peygamberin kendi keyfine göre bazı hükümler, ayetler koyduğunu söyleyeceksiniz, olacak iş değil... Bir an önce bu vesveseden kurtulmak, imanı korumanın da yegâne şartıdır..

- Bir şey daha var.. çok da ayıptır.. Hiç bir makul gerekçesi olmayan ve bize göre insanların en aptalları olan ateistlerin bazı fikirlerinden dolayı şüpheye düşmek, imanında vesvese etmek.. ve onları susturacak dini bilgileri öğrenmemek..

Halbuki bu işin en kolayı, küfrün belini kıran Risale-i Nur külliyatıdır..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş
Kadınlar doktorluk mesleğinde hangi dalda uzmanlık yapmalıdırlar?

İyi günler tıp okuyan bayanım yakın bir zamanda uzmanlık alanımı seçeceğim. Fakat uzmanlık alanına göre erkek hastalarla iletişim kurmak zorunda kalacağım. Bu zaruret sayılır mı? Kadınların üzerinde ev geçindirme para kazanmama yükümlülüğü olmadığı için bu durum zaruretten çıkar mı? Dinlediğim sohbetlerde yükümlülük olmadığı için her türlü erkeklerle iletişimin caiz olmadığı söyleniyordu. Benim de aklıma takıldı. Sonuçta uzmanlık alanı seçmek bana bağlı kadın hastalıkları veya çocuk hastalıkları seçersem erkek hastalara bakmak durumunda kalmayacağım. Sizce nasıl olmalı diğer uzmanlık alanlarını seçip erkek hastalara bakmam caiz olur mu?

Değerli kardeşimiz;

Diğer alanlarda ihtiyacı karşılayacak kadar doktor varsa kadın ve çocuk dalını seçmeniz gerekir.

Selam ve dua ile...

Sorularla İslamiyet

Hayrettin Karaman

yazık

Link to post
Sitelerde Paylaş

sorularlaislamiyet.com adresli akla zarar soru ve yanıtların bulunduğu siteden enfes başlıklar ve yanıtlarda yapılan müslümanlıkları paylaşmak isterim ki ufkumuz açılsın, sahtekarlıkları görelim. Akla zarar çarpıtmaları ve zırvaları renkle belirtiyorum.

http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/260093/1884-ten-simdiye-kadar-kuyruklu-24-cocuk-dogumu-meydana-gelmis-bir-insanda-kuyruk-nasil-aciklanir-bu-evrime-delil-de

Özetle, soruyu soran: kuyruklu olarak dünyaya gelen insanlar, evrimin delili değil midir, diye soruyor. Yanıtlayan ise, kuyruk genetik müdahale ile çıkmıştır, canlılar başka canlıların başlangıcı olmaz diyor. Bahsettiği deneyleri bulamadım, ama bahsettiği deneylerin gerçekleştiğini ve hiç evrim gözlenmediğini anlatan bir sürü dinci yabancı site (örn: ICR İnstitute of creation research) buldum. Uzay masalı ise bu sitelerde hiç anlatılmıyor, masala Adem Tatlı katmış bu detayı sanırım.

Tatlı'nın anlattığı deneylere en yakın olanı sanıyorum ki Thomas H Morgan'ın deneyleri olsa gerek. Bu deneyler, 1904te başlıyor, 1910 ya da '13'e kadar sürüyor. Ortada henüz uzay falan bulunmuyor. Meyva sinekleri üzerinde mutasyon araştırmaları yapıyorlar. Günün birinde sineklerden birinde beyaz göz gözlemleniyor. Bu sinek kırmızı gözlü dişiler ile çiftleştirildiğinde kırmızı gözlü hibritler ortaya çıkıyor. Bunlar kendi aralarında çiftleştirildiğinde ise oluşan bireylerin ufak bir kısmı beyaz gözlü oluyor. Bu araştırmalar genetik biliminin önünü açıyor, ki bu da 1950lerin ortasında ayrışıyor. Morgan 1945te ölüyor.

Tatlı'nın anlatımından sanki sineklerin ışını yedikçe ayak çıkarttıkları, göz rengi değiştirdikleri anlaşılıyor. Sahtekarlık mı, beyinsizlik mi belli değil.

Sorunun Detayı

1884’ten şimdiye kadar kuyruklu 24 çocuk doğumu meydana gelmiş. Bir insanda kuyruk nasıl açıklanır? Bu evrime delil değil midir?

Yanıt

Değerli kardeşimiz;
Bir çocuğun kuyruklu doğması evrime delil değildir. Çünkü, genetik yapıda bir değişiklik yapıldığı zaman, meydana gelecek fertte bir takım anormallikler hâsıl olabilir. Genetik yapıda değişiklik dışarıdan medahale ile olabileceği gibi, canlının kendi iç bünyesinde de meydana gelebilir.
Mesela, 1960 yıllardan itibaren uzay araçlarıyla atmosfer dışına, koli bakterisi (Esherichia coli) gibi tek hücreli, sirke sinekleri gibi çok hücreli canlılar götürüldü. Bu canlılar atmosferin olmadığı ortamda uzun süre X ışınlarına tâbi tutuldular. Bu canlılarda bir takım anormallikler meydana geldi. Mesela, sirke sineklerinde göz rengi değişti. Ayakların ve kanatların sayısı arttı. Sineklerin bazısında tüylenme, bazısında da çıplaklaşma meydana geldi. Ama bu anormal yapılara sahip olan sirke sineklerinden başka canlı meydana gelmedi. Böyle anormallikler kazanan canlılar, normal şartlarda üremeye bırakılınca, bunlardan yine normal sirke sinekleri hâsıl oldu.
İnsandaki kuyruk sokumunu veren genlere müdahale ettiğiniz zaman bir takım anormallikler ortaya çıkabilir. Aynı şekilde kuyruklu canlılardan da zaman zaman kuyruksuz fertler hâsıl olmakta, dört ayaklı ineklerden 3 veya 5 ayaklı canlılar, kollu insanlardan kolsuz veya ayaksız, hatta iki başlı insanlar meydana gelmektedir. Haklı olarak, hiç kimse bunların yeni bir canlı türü meydana getireceğini düşünmüyor.
Bu anormal yapıları, o canlının genetik yapısındaki bir takım anormalliklerin ürünüdür. Hal böyle iken, kuyruk sokumunda görülebilecek bir anormallik niçin hemen insanın başka canlıdan geldiğine delil olarak ileri sürülüyor? Bu ilmî olmayıp, kasıtlı olarak insanın insan olarak yaratılmadığı felsefesini yaymak için baş vurulan bir yoldur.
İşte bütün canlılarda görülebilen bir takım değişiklikler ve anormallikler, o canlının genetik yapısında meydana gelen bir değişikliğin sonucudur. Bunlar yeni ve farklı bir canlının başlangıcı olamazlar.
Canlıların tesadüf ve sebeplerle birbirinden meydana geldiği safsatasını ileriye sürenlere ehemmiyet vermeyin. O tip iddiaların ilmi hiçbir değeri yoktur.
Dolayısıyla sen de maymun ve daha aşağı yapılı canlıların değişmesi ve farklılaşmasıyla değil, Allah’ın doğrudan doğruya insan olarak yaratmasıyla meydana geldiğini bil ve O’na ibadet ve kulluğunu yap, şükrünü unutma.

Prof dr Adem Tatlı

İşte bütün canlılarda görülebilen bir takım değişiklikler ve anormallikler, o canlının genetik yapısında meydana gelen bir değişikliğin sonucudur. Bunlar yeni ve farklı bir canlının başlangıcı olamazlar.

çok yanlış var hoş ama burası en beteri yani bilgi zayıflığının sınırı aşmış artık

biraz biyoloji ufkunu geliştiriyim bir canlıda gametlerde yani üreme hücrelerinde meydana gelen bir değişikliğin(DNA üzerindeki mutasyonlar)

ondan oluşan yeni bireyler içinde geçerlidir

ancak oluşan değişiklik RNA çeşitleri veya otozomal hücrelerde meydana gelmişse oluşan yeni bireylere aktarılmaz

insan cahil olmasın - sağır duymaz uydurur derler

Link to post
Sitelerde Paylaş

http://www.sorularlaislamiyet.com/article/13429/allah-sakat-veya-mutasyona-ugramis-canlilari-nicin-yaratiyor.html

Allah sakat veya mutasyona uğramış canlıları niçin yaratıyor?

Değerli kardeşimiz;

Konuyu birkaç noktada değerlendirecek ve analizin sentezini sizlere bırakacağız.

1. Kâinat Allah’ın mülküdür. O, mülkünde istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Hangi canlıların yaratılacağı ve bunların ne şekilde olacağı tamamen O’nun takdirine bağlıdır. Bu yaratılışta Allah; büyüme, gelişme, farklılaşma ve çoğalma gibi bazı kanunlar koymuş ve bu kanunları da bir takım sebeplere bağlamıştır. Bu kanunlar sadece insanlar için değil, bütün canlılar için geçerlidir.

Allah her canlı türüne en gelişmiş ve o canlıya en uygun bir uç noktası vermiştir. Buna kemal noktası, yani o canlının en mükemmel hali deniyor. Lalenin en güzeli, en mükemmeli olduğu gibi, gülün de, bülbülün de, ineğin de, sineğinde ve atın da bir kemal noktası vardır. Bu kemal noktaya o canlı türünün ulaşması için bir takım sebep ve kanunlar vardır. O kanunlara uyulmaması halinde, o canlı kemal noktasına ulaşamadan ömrünü tamamlar. Bunun insan olması, bitki veya hayvan olması fark etmez.

Mesela, ihtiyacı olan suyu veya besini yeterince alamayan bir canlının yapısında bir takım kusurlar meydana gelir. Bu noksanlığın ve hastalığın derecesi, o canlının ihtiyacı olan maddenin temini ile doğru orantılıdır.

Aynı şekilde, embriyo safhasında radyasyona maruz kalan bir canlıda, mutasyon adı verilen bazı değişiklikler olabilir. Radyasyonun süresine ve şiddetine göre, o canlıda sakatlıklar ve anormallikler ortaya çıkabilir. Bir canlının radyasyon veya benzeri kimyevî reaksiyonlara maruz kalması tabiî ortamda olabileceği gibi, laboratuarda da yapılabilir.

Mesela, farelere veya tavşanlara laboratuarlarda uygulanan kimyasal bir takım deneyler, onların şu veya bu şekilde sakat kalmasına yol açabilir. Bu yolla olabilecek bütün değişiklik ve farklılaşmalar, araştırma ve inceleme konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu ön bilgilerden sonra sorudaki; “Allah sakat veya mutasyona uğramış canlıları niçin yaratıyor?” sorusuna dönersek bunun iki cevabı olabilir.

Birincisi, siz sebep ve kanunları ne kadar değiştirirseniz değiştirin, her canlı mutlaka en mükemmel şekilde yaratılır. Diğeri de, siz sebep ve kanunlara müdahale ettiğiniz zaman, ona göre sonuç alırsınız.

Şu anda kâinatta cereyan eden ikinci şıktır. Yani Cenab-ı Hak, bizim sorduğumuz soruya cevap veriyor. Bu O’nun hikmetine ve adaletine daha uygun değil mi?

Mesela, biz anne karnındaki on günlük bir fare embriyosuna belli dozda X ışını vererek nasıl bir cevap alacağımızı merak ediyoruz. Bu sorumuzu sorduğumuz, yani uygulamayı yaptığımız zaman cevabını alırız. Bunun cevabı belki sakat veya hastalıklı bir fare olacaktır.

Cenab-ı Hak, her şeyi bir kanuna ve sebebe bağlamış. Bu sebeplere veya kanunlara uyup uymamaya göre, canlılar âlemindeki fertlerde bir takım şekil bozuklukları veya hastalıklı yapılar ortaya çıkmaktadır. Siz buna isterseniz soruya göre cevap diyebilirsiniz. Canlılar âleminde hangi soruya ne cevap alınacağı da deneme ve uygulamalarla anlaşılmaktadır. Allah’ın yaratılıştaki hikmeti, adaleti ve hâkimiyeti bunu gerektiriyor.

2. Allah, mülkün tek sahibidir. Bütün dünya ve ukbanın tasarrufu ona aittir. Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. İsterse arsasına bina diker, dilerse ekin eker. Hiçbir surette onun bu tasarrufu kendisini haksız konuma sokmaz ve sorumlu yapmaz.

Allah’ın bin bir ism-i celili vardır ki, bunların her birisi farklı bir sanat, farklı bir tecelli, farklı bir yansımayla tezahür etmek ister.

Mesela, Rezzak ismi rızka muhtaç olan canlıların varlığını istediği gibi, Şafi ismi de hastaların / hastalıkların olmasını ister... Kâinattaki farklılıklar, bu isimlerin farklı tecellilerinden kaynaklanmaktadır.

Allah’ın sonsuz ilim, kudret ve hikmetinin -muhatapları olan şuurlu varlıklar tarafından- tam anlaşılması için sanat eserlerinin farklı estetiğe, biribirine ters düşecek şekilde bir zıtlık içerisinde olması gerekir. Çünkü, “Eşya ancak kendi zıddıyla bilinir.” ilmî kaidesi gereğince varlıklarda zıtlıkların olması şarttır. Ta ki, “hakaik-i nisbiye” denilen izafî, nisbî, göreceliği olan gerçekler ortaya çıksın ve bu şekilde farklı sanatlar arasındaki farklılık idrak edilsin. Bu açıdan denilebilir ki, güzellerin güzellikleri, çirkinlerin çirkinliğine, mükemmellerin mükemmelliği, noksanların kusurlarına borçludurlar.

Allah, insanların ve hayvanların cesedini ruhlarına bir elbise olarak giydirmiştir. Ruhu değişik isimlerinin tecellilerini göstermeye bir model yapmıştır. Farklı ceset / beden gömleklerini bu her kalıba uyan esnek ruh modeli üzerinde -kısaltarak, uzatarak, eksilterek, kesip biçerek- farklı biçimlerde dikmeyi irade etmiştir. İşte bu farklılığın olması, ilahî ilim, kudret ve hikmet gibi daha pek çok isimlerinin tecellisini göstermeye yöneliktir. Buna göre, aksaklar, âmalar dahil her varlık bir harika sanattır; Allah’ın ilmini, kudretini, hikmetini yansıtmaktadır. Biz insanlara göre noksan görülen durumlar da aslında harika birer sanat eseridir.

Nazik, nazenin ve biraz da nazlı olan insanoğlu dışındaki varlıklar genellikle kendi durumlarından memnundurlar. Örneğin hiçbir karınca fil olmadığı için, hiçbir sinek deve olmadığı için şikayette bulunmaz. Her şey kendi kamet-i kıymeti nispetinde Rabbine medyun-u şükran olduğunu bilir ve şükreder.

Bu pencereden bakıldığında, aksak insanların da -iman şuuruyla- kendi hallerine şükretmek durumunda olduklarını idrak etmeleri, kısa birkaç gün dünya hayatında bu noksanlıklarına karşı büyük bir mükâfat göreceklerini düşünmeleri, “biri veren bini kazanan kimsenin zarar etmediğini, aksine büyük kâr ettiğini” bilmeleri ve rablerine şükretmeleri gerekir.

Ruhları bakî olan hayvanların da varlıklarının bir şükrü olarak -aksak da olsalar- Rablerine teşekkür ediyorlar. “Her şey Allah’ı hamd ile tesbih ediyor.” (İsra, 17/44) mealindeki ayetten bu gerçeği anlamak mümkündür.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş
* Bu soytarılar kendi kitaplarını da okumuyorlar. Allahları yahudileri maymuna çevirip, hem görenlere hem de sonraki nesillere ibret olarak bırakmamış mıydı?
http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/243496/allah-yarattigi-maymundan-tesadufen-degil-kendi-ilmi-dahilinde-insanin-evrilmesini-saglamis-olabilir-mi.html

Allah yarattığı maymundan, tesadüfen değil, kendi ilmi dahilinde insanın evrilmesini sağlamış olabilir mi?

Allah’ın kainatı, hücreleri canlıları yarattığına iman ediyoruz ve kabul ediyoruz. Allah basit canlıları ve hücreleri yarattıktan sonra bunların kendi ilmi dahilinde daha kompleks canlılara dönüşmesini sağlamış olabilir mi? Acaba bilmediğimiz bir hikmete binaen, Allah yarattığı maymundan (tesadüfi olarak değil, kendi ilmi dahilinde) insanın evrilmesini sağlamış olabilir mi? Buna karsı çıkan İslami bir hüküm var midir?

Yanıt:

Değerli kardeşimiz;

- Evrim konusunda yüzlerce makale yazılmıştır. Önemli bir kısmı internette de dolaşmaktadır. Bu makalelerin bir kısmı bizim sitemizde de vardır. Bu sebeple bu konuda bilimsel bir araştırma yaparak konuyu detaylı bir şekilde yazmayı düşünmüyoruz. Yalnız sorunuza cevap teşkil edecek şekilde bazı hususları bir özet halinde takdim etmeyi uygun görmekteyiz.

- Evrim teorisini savunanların büyük çoğunluğu tamamen Allah’ı dışlayan, her şeyi tesadüflere havale eden ve “kendi kendine oldu” felsefesinden hareket eden pozitivist, materyalist bir düşünceye dayanmaktadır.

- Şunu unutmayalım ki, İslam dininin akidesine aykırı olmayan her şeyin mutlaka var olduğunu veya olacağını kabul etmek büyük bir yanlıştır. Örneğin, “Allah dilerse, insanı fareden yaratabilir. İsterse deveden karınca yaratabilir.” ihtimalinden bunların gerçek vaki olduğunu iddia etmek yanlıştır*. Keza, Allah’ın bütün insanları -Hz. İsa gibi- babasız yaratması noktasından hareketle, bunun realitede vaki olduğunu iddia edemeyiz.

Bu sebeple, akideye aykırı düşmeyen her tasavvurun vakide hayat bulduğunu söylemek bir hayal-perestliktir.

Evrim de böyle bir konudur. Şayet Allah dileseydi, insanları maymundan yaratırdı. İnsan ile böcekleri aynı atadan yaratırdı. Fakat, bunun mümkün olması, vaki olduğunu göstermez. Kaldı ki, evrimcilerin büyük çoğunluğu ateisttir. Bu düşüncelerine uygun buldukları için dört elle evrim teorisine dayanırlar.

- Bu konuyu bir kaç madde halinde özetlemeye çalışacağız:

a) Kur’an ve hadislerde türlerin birbirinden devşirildiğine işaret eden bir bilgiye rastlayamadık.

“Aslında bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu, kuru isimlerden, boş lafızlardan başka bir şey değildir. Allah onların tanrılıklarına delil olabilecek hiçbir şey indirmemiştir. Onlar sadece zanlarına ve nefislerinin heva ve heveslerine uyarlar. Halbuki onlara Rab’leri tarafından uyacakları mükemmel Rehber çoktan gelmiş bulunuyor!” (Necm, 53/23) mealindeki ayette putçular hakkında söylenen sözlerin aynısı, evrim teorisyenleri için de pekala söylenebilir.

B) Kur’an’da Hz. Adem’in ilk insan olarak bağımsız bir varlık olarak ve doğrudan topraktan yaratıldığına açıkça vurgu yapılmıştır. (bk. Enam, 6/2; Araf, 7/12; Müminûn, 23/12; Secde, 32/7; Sad, 38/71-72, 76; Rahman, 55/14)

- Keza cinlerin ve onların bir kabilesi olan şeytanların da doğrudan ateşten yaratıldığı vurgulanmıştır. (bk. Araf, 7/12; Rahman, 55/15)

- “Yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yapıp insanı ilkin çamurdan yarattı. Sonra onun neslini, önemsiz bir suyun özünden, meniden üretti.” (Secde, 32/7-8) mealindeki ayetin açık-seçik ifadesi karşısında -bu ifadeye tamamen ters olan- evrimin devrimine inanmak mümkün mü?

c) Bizim görebildiğimiz kadarıyla, insanın, kurbağa, maymun veya benzeri başka bir türden geldiğini gösteren hiç bir bilimsel açık veri yoktur. Teorisyenlerin ortaya koydukları bazı bilimsel sayılabilecek veriler belli bir yere kadar gider, orada söner beş para etmez. İnsanın gerçekten bir maymundan geldiğini gösteren kesin bir biyolojik delil yoktur. Bazı verilerin varlığından esinlenerek hayal gücünü harekete geçirenler, bu hayal ile hakikate ulama yapıyorlar, bir hatt-ı muvasala, bir köprü kurmak istiyorlar.

d) İki şey arasındaki benzerlikler, mutlaka onların bir ortak ataya sahip olduğunun göstergesi değildir. Eğer öyle olsaydı, güneş ve aydaki elementlerin önemli bir kısmı insanda da görüldüğüne göre, güneşin bir insan olduğu veya insanın aslında bir güneş olduğunu söylemek de mümkün olurdu. Oysa bu ilmen bir saçmalıktır.

- İnsanın maymun ile olan ilişkisi kadar kurbağa veya fare ile de ilişkisi vardır. İnsanın aslının fare olduğunu söylemek hangi bilimsel veriye dayanır?

- O eski çağlarda her şeyin daha köhne, daha noksan, daha tekemmüle ihtiyaç duyduğu bir zaman diliminde tekamül kuralı çerçevesinde insana dönüşen o maymunlar, fareler niçin bu modern çağda öyle bir şey beceremiyorlar?


e) Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, Kur’an’da Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller genel olarak iki çeşittir. Biri; her şeyin bir gaye, hikmet ve amaca hizmet edecek şekilde yaratılmasıdır. Diğeri ise; her şeyin bizzat yoktan var edilmesi ve yaratılmasıdır.

Buna göre, her türün bağımsız olarak yaratılması, Allah’ın varlığı ve birliğinin göstergesi olması açısından daha güzel ve hatta zorunludur.

Demek ki, her türün bağımsız bir yaratık şeklinde yaratılması Allah’ın varlığını, birliğini gösteren bir ihtira (ontolojik) delildir. Bu harika delili, evrim ile sekteye uğratması düşünülmemelidir. Kaldı ki, mahiyet ve hakikatleri farklı türlerin birbirine geçmesi muhaldir. Bediüzzaman hazretlerinin ilgili ifadeleri şöyledir:

“Mahlukatın her nev'ine, her ferdine ve o nev'e ve o ferde müretteb olan âsâr-ı mahsusasını müntic ve istidad-ı kemaline münasib bir vücudun verilmesidir. Hiç bir nevi' müteselsil-i ezelî değildir. İmkân bırakmaz. İnkılab-ı hakikat olmaz. Mutavassıt nev'in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf inkılab-ı hakaikın gayrısıdır.” (Mesnevi-i Nuriye, 253)

Yani, Allah her bir türe ve o türlerin her bir ferdine bağımsız bir vücut, bir bünye vermiştir. Bu türlerin ve bu fertlerin her birisine onun istidat ve kabiliyetinin gelişmesi ve olgunlaşmasını sağlayacak ve ondan alınmak istenen neticelerin hasıl olmasına yardımcı olacak münasip bir vücut/bir yapı vermiştir. Hiç bir tür ezeli değildir. Çünkü “imkân” prensibine göre, bütün eşyanın yokluğu ile varlığı aynı özgül ağırlığına sahip bir dengededir. Buna rağmen madem bazı eşyanın varlık kefesi ağır basmış var olmuşlar, öyleyse onları var eden ezeli bir iradeye sahip ve“vacibu’l-vücud” olan yani “varlığı aklen zorunlu olan” bir yaratıcı vardır. Çünkü, bir terazinin eşit ağırlıkta ve dengede olan kefelerinden birinin kendiliğinden ağır basması aklen muhaldir, imkânsızdır.”

“İnkılab-ı hakikat olmaz”dan maksat, mahiyet ve hakikatleri ayrı olan türlerin ve fertlerin kendi kimliklerini bırakıp başka bir türe dönüşmesi -ilmen- kabul edilen bir şey değildir. Öyleyse bir maymunun bir insana dönüşmesi diye bir şey söz konusu olamaz.

Kaldı ki “Mutavassıt nev'in silsilesi devam etmez”, çünkü, pratikte bunun örneği yoktur. Mesela, at ile eşeğin ilişkisinden doğan ve melez bir hayvan olan katırın nesli yoktur. (Tam allahın kıyakçılığını takdir etmeye yaklaşmışlarken...)

“Tahavvül-ü esnaf inkılab-ı hakaikın gayrısıdır” cümlesinin anlamı şudur: Türlerin birbirine dönüşmesi -yukarıda da ifade edildiği üzere- hakikatlerin değişmesi anlamına gelir ki bu mümkün değildir. Ancak aynı türün kendi içinde bazı değişiklikler göstermesi hakikatin değişmesi manasına gelmez. Aynı hakikatin kendi içinde başka bir renkte boy göstermesi anlamına gelir ki bu mümkündür ve vakidir. Kuşların, kelebeklerin, sığırların, arıların, karıncaların kendi aralarında farklı sınıflara ayrılması bunun gözle görülen delilidir.

Demek ki bir gergedan türü kendi içinde siyah ve beyaz renklerde, farklı boy ve ağırlıkta olabilir. Fakat bir gergedanın karıncaya dönüştüğünü söylemek mümkün değildir.

f) Allah her şeyi yaratırken kendi varlığı yanında ilim, irade, hikmet, kudret, rahmet, ihsan gibi isimlerini ve sıfatlarını da göstermek istemiştir. Bu gayenin tahakkuk etmesi için her şeyde doğrudan Allah’ın isim ve sıfatları, rahmet ve iradesinin görülmesi gerekir.

Bu nedenle, Allah sebepleri çok zayıf bir şekilde yaratmıştır ki, onların penceresinden “müsebbebat” denilen varlıklar görülsün. Diğer bir ifadeyle, Allah tırnak kadar küçük sebeplere dağ gibi yaratıkları takıyor ki, sebeplerin yaratmada hiç bir müdahalelerinin olmadığı görülsün. Bununla sebepleri hakiki tesirden azlediyor.

İşte bu noktadan bakıldığı zaman, evrim teorisi Allah’ın iradesini, hikmetini, ilim ve kudretini, ihsan ve rahmetini tamamen inkâr eden bir yargıya sahiptir. Adeta, her şey kendi içinde biyolojik bir determinizm içerisinde bir yol takip ediyor, şekilden şekle giriyor.

Bu gibi abesle iştigal edenlere Bediüzzama’ın şu ifadeleri önem arz etmektedir:

“...Sen (ey insan!) kendine bak: Zahirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte bütün onlar, birer birer, vücud-u Vâcib'e şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcib-ül Vücud'u, bir Vâhid-i Ehad'i, hem gayet Kerim, Rahîm, Mürebbi, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.

Şimdi ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahîmaneyi ne ile izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz camid esbabla mı izah edebilirsin?...” (Sözler, 655)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş

http://www.sorularlaislamiyet.com/article/13429/allah-sakat-veya-mutasyona-ugramis-canlilari-nicin-yaratiyor.html

Allah sakat veya mutasyona uğramış canlıları niçin yaratıyor?

Değerli kardeşimiz;

Konuyu birkaç noktada değerlendirecek ve analizin sentezini sizlere bırakacağız.

1. Kâinat Allah’ın mülküdür. O, mülkünde istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Hangi canlıların yaratılacağı ve bunların ne şekilde olacağı tamamen O’nun takdirine bağlıdır. Bu yaratılışta Allah; büyüme, gelişme, farklılaşma ve çoğalma gibi bazı kanunlar koymuş ve bu kanunları da bir takım sebeplere bağlamıştır. Bu kanunlar sadece insanlar için değil, bütün canlılar için geçerlidir.

Allah her canlı türüne en gelişmiş ve o canlıya en uygun bir uç noktası vermiştir. Buna kemal noktası, yani o canlının en mükemmel hali deniyor. Lalenin en güzeli, en mükemmeli olduğu gibi, gülün de, bülbülün de, ineğin de, sineğinde ve atın da bir kemal noktası vardır. Bu kemal noktaya o canlı türünün ulaşması için bir takım sebep ve kanunlar vardır. O kanunlara uyulmaması halinde, o canlı kemal noktasına ulaşamadan ömrünü tamamlar. Bunun insan olması, bitki veya hayvan olması fark etmez.

Mesela, ihtiyacı olan suyu veya besini yeterince alamayan bir canlının yapısında bir takım kusurlar meydana gelir. Bu noksanlığın ve hastalığın derecesi, o canlının ihtiyacı olan maddenin temini ile doğru orantılıdır.

Aynı şekilde, embriyo safhasında radyasyona maruz kalan bir canlıda, mutasyon adı verilen bazı değişiklikler olabilir. Radyasyonun süresine ve şiddetine göre, o canlıda sakatlıklar ve anormallikler ortaya çıkabilir. Bir canlının radyasyon veya benzeri kimyevî reaksiyonlara maruz kalması tabiî ortamda olabileceği gibi, laboratuarda da yapılabilir.

Mesela, farelere veya tavşanlara laboratuarlarda uygulanan kimyasal bir takım deneyler, onların şu veya bu şekilde sakat kalmasına yol açabilir. Bu yolla olabilecek bütün değişiklik ve farklılaşmalar, araştırma ve inceleme konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu ön bilgilerden sonra sorudaki; “Allah sakat veya mutasyona uğramış canlıları niçin yaratıyor?” sorusuna dönersek bunun iki cevabı olabilir.

Birincisi, siz sebep ve kanunları ne kadar değiştirirseniz değiştirin, her canlı mutlaka en mükemmel şekilde yaratılır. Diğeri de, siz sebep ve kanunlara müdahale ettiğiniz zaman, ona göre sonuç alırsınız.

Şu anda kâinatta cereyan eden ikinci şıktır. Yani Cenab-ı Hak, bizim sorduğumuz soruya cevap veriyor. Bu O’nun hikmetine ve adaletine daha uygun değil mi?

Mesela, biz anne karnındaki on günlük bir fare embriyosuna belli dozda X ışını vererek nasıl bir cevap alacağımızı merak ediyoruz. Bu sorumuzu sorduğumuz, yani uygulamayı yaptığımız zaman cevabını alırız. Bunun cevabı belki sakat veya hastalıklı bir fare olacaktır.

Cenab-ı Hak, her şeyi bir kanuna ve sebebe bağlamış. Bu sebeplere veya kanunlara uyup uymamaya göre, canlılar âlemindeki fertlerde bir takım şekil bozuklukları veya hastalıklı yapılar ortaya çıkmaktadır. Siz buna isterseniz soruya göre cevap diyebilirsiniz. Canlılar âleminde hangi soruya ne cevap alınacağı da deneme ve uygulamalarla anlaşılmaktadır. Allah’ın yaratılıştaki hikmeti, adaleti ve hâkimiyeti bunu gerektiriyor.

2. Allah, mülkün tek sahibidir. Bütün dünya ve ukbanın tasarrufu ona aittir. Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. İsterse arsasına bina diker, dilerse ekin eker. Hiçbir surette onun bu tasarrufu kendisini haksız konuma sokmaz ve sorumlu yapmaz.

Allah’ın bin bir ism-i celili vardır ki, bunların her birisi farklı bir sanat, farklı bir tecelli, farklı bir yansımayla tezahür etmek ister.

Mesela, Rezzak ismi rızka muhtaç olan canlıların varlığını istediği gibi, Şafi ismi de hastaların / hastalıkların olmasını ister... Kâinattaki farklılıklar, bu isimlerin farklı tecellilerinden kaynaklanmaktadır.

Allah’ın sonsuz ilim, kudret ve hikmetinin -muhatapları olan şuurlu varlıklar tarafından- tam anlaşılması için sanat eserlerinin farklı estetiğe, biribirine ters düşecek şekilde bir zıtlık içerisinde olması gerekir. Çünkü, “Eşya ancak kendi zıddıyla bilinir.” ilmî kaidesi gereğince varlıklarda zıtlıkların olması şarttır. Ta ki, “hakaik-i nisbiye” denilen izafî, nisbî, göreceliği olan gerçekler ortaya çıksın ve bu şekilde farklı sanatlar arasındaki farklılık idrak edilsin. Bu açıdan denilebilir ki, güzellerin güzellikleri, çirkinlerin çirkinliğine, mükemmellerin mükemmelliği, noksanların kusurlarına borçludurlar.

Allah, insanların ve hayvanların cesedini ruhlarına bir elbise olarak giydirmiştir. Ruhu değişik isimlerinin tecellilerini göstermeye bir model yapmıştır. Farklı ceset / beden gömleklerini bu her kalıba uyan esnek ruh modeli üzerinde -kısaltarak, uzatarak, eksilterek, kesip biçerek- farklı biçimlerde dikmeyi irade etmiştir. İşte bu farklılığın olması, ilahî ilim, kudret ve hikmet gibi daha pek çok isimlerinin tecellisini göstermeye yöneliktir. Buna göre, aksaklar, âmalar dahil her varlık bir harika sanattır; Allah’ın ilmini, kudretini, hikmetini yansıtmaktadır. Biz insanlara göre noksan görülen durumlar da aslında harika birer sanat eseridir.

Nazik, nazenin ve biraz da nazlı olan insanoğlu dışındaki varlıklar genellikle kendi durumlarından memnundurlar. Örneğin hiçbir karınca fil olmadığı için, hiçbir sinek deve olmadığı için şikayette bulunmaz. Her şey kendi kamet-i kıymeti nispetinde Rabbine medyun-u şükran olduğunu bilir ve şükreder.

Bu pencereden bakıldığında, aksak insanların da -iman şuuruyla- kendi hallerine şükretmek durumunda olduklarını idrak etmeleri, kısa birkaç gün dünya hayatında bu noksanlıklarına karşı büyük bir mükâfat göreceklerini düşünmeleri, “biri veren bini kazanan kimsenin zarar etmediğini, aksine büyük kâr ettiğini” bilmeleri ve rablerine şükretmeleri gerekir.

Ruhları bakî olan hayvanların da varlıklarının bir şükrü olarak -aksak da olsalar- Rablerine teşekkür ediyorlar. “Her şey Allah’ı hamd ile tesbih ediyor.” (İsra, 17/44) mealindeki ayetten bu gerçeği anlamak mümkündür.

Selam ve dua ile...

Sorularla İslamiyet

kafana göre anlamsız bilgiyi kopyala yapıştır yapacağına yapılan yorumlara cevap ver bilimin bulduğu bir şeyi birkaç cümle ile dine bağlamaya çalışmışlar hiç bir şeyi ispat etmez

Link to post
Sitelerde Paylaş
Aslında bütün yazıyı kırmızılamak lazım da, yine de en akla zarar kısımları belirtiyorum.
Allah'ın varlığına kanıt göremiyorum?

Sorunun Detayı

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Ben önceden müslümandım kuranı kendi dilinde de okudum türkçe mealini de. 5 vakit namaz da kılardım. Sabah namazlarına dahi camiye giderdim. Ama son 3-4 sene içinde önce dine olan inancımı sonra da Allah'a olan inancımı kaybettim. Kaybetmemek için çok çabaladım çok dua ettim ama olmadı. Herkes bana şunu söylüyor inanmak için etrafına bak yeter, her şey nasıl oluştu diyor. Ben evrimle oluşmuş olabileceğine ihtimal veriyorum tam emin olmamakla birlikte. Bir de Allah kendini neden göstermesin diyor. Gösterse herkes inanır o zaman bu sınavın ne kıymeti kalır diyorlar. Olay bu mu yani? Herkesin inanması kötü bir şey mi? Görmeden neden inanmak zorunda olayım. Bana din ve Allahla ilgili her şey bir uydurma olarak geliyor. Tamam bu evren güzel bir sistem dahilinde işliyor ama dışarıdan bir müdehale görmüyorum ben. Fizik kuralları dahilinde her şey. İlk dini inancımı kaybettiğim zamanlar Allaha inanıyordum ve Allah'a yalvarıyordum. Dedim Allahım bana ufacık bir mucize, sana olan inancımı kaybetmek istemiyorum ama varlığına inanamıyorum. Ne bileyim masamdaki kalem şuan kendiliğinden bir kaç santim kımıldasa o benim için bir mucize olacaktı ve inancımı kaybetmeyecektim. Her şeyi gören bilen denilen Allah bana kendisine inanmam hususunda bile yardım etmedi. İnanmak istediğim halde. Neyse bir de cin çağırma olayını denedim. Yöntemlerini uyguladım kaç kez cin min de yok ortada. Yani inanmam için bana metafizik bir olgu lazımdı olmadı. Bunların sonucunda Allahın da olmadığı inancım kuvvetlendi. Gelelim her şey nasıl oldu. Cevabım bilmiyorum, belki bilim ilerde açıklar. Her şeyi bilme imkanımız da yok belki. Allaha inandın diyelim. Allah nasıl oluştu diye sorduğunda o hep verdi denilecek. Heplik kavramını biz biliyor muyuz? Yine de hiç bir şeye kendimi tamamen kapamadım. Her türlü fikre açığım. İnanana saygım sonsuz. Eğer bana metafizik bir olay yaşatabilirseniz yine inanırım.

Yanıt:

Değerli kardeşimiz;

- Diyorsunuz ki, “Herkesin inanması kötü bir şey mi?“ Evet kötü bir şeydir. İnanmak kötü bir şey değil, fakat “herkesin mecburen inanacak kadar basitleştirilmiş bir imtihanın değeri düştüğü için, imtihan kalitesini düşürdüğü için kötü bir şeydir.

Acaba, çok ciddi olması gereken bir imtihanı herkes kazansın diye en basit soruları sormak; örneğin; Üniversite imtihanına girmiş olan herkesin kazanması için ilkokul öğrencilerine sorulan soruları sormak sizce komik olmaz mı? Böyle bir imtihanın olmaması, olmasından daha makul olmaz mı? Peki imtihan olmasın mı? Herkesi vali yapalım mı? Herkesi Doktor yapalım mı? Herkesi mühendis yapalım mı? Size tuhaf gelmiyor mu?

Bu takdirde en çalışkan en zeki en kaliteli bir öğrenci ile en tembel bir öğrenci aynı kefeye konmuş olmuyor mu?

Farz edelim ki, eleman alan bir kuruma bir profesör ile bir ilkokul mezunu birlikte müracaat etmiş. Belli bir bilgi seviyesine göre elemanın alındığı bu kurumun açtığı imtihanda ilkokul seviyesinde sorular sorulsa ve ilkokul mezunu arkadaş bu imtihanı kazansa sizce âdil olur mu? İnsaflı bir yargıya göre, böyle bir imtihan ne bizce ne de dünyanın herhangi bir ülke insanınca âdil olmaz.

Şimdi “Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?” diyen yüce Allah’ın, cennete en kaliteli, en değerli insanları almak üzere açtığı bir imtihanda, bu imtihanın altını üstüne çeviren bir kopyayı vermesi düşünülebilir mi?

- Allah’ın kendini göstermesi meselesine gelince; bu mesele sadece imtihanla ilgili değildir. Bunun en açık delili, imtihana tabi olmayan meleklere de Allah’ın kendini göstermemesidir.

Büyüklerin herkese görünmemesi, insanlar için de kabul gören bir prensiptir. Herkesin, istediği zaman Cumhurbaşkanlarının, başbakanlarının evlerine gidememesi, aralarda özel kalem müdürler türünden perdedarların bulunması bunun açık göstergesidir. Hele, ülkede yegane hâkim ve sultan olan padişahların, kralların halk ile kendi aralarına çok perdeler koymaları, onların azamet ve yücelikleriyle atbaşı gidiyor.

Bundan anlaşılıyor ki, azamet ve kibrya/büyüklük ve yücelik, celal ve cemal/mehabet ve güzellik gibi harikulade sıfatlar, öyle basit bir şekilde herkese kendini göstermezler.

Bu pencereden bakıldığında şunu söyleyebiliriz ki, Allah bütün evrenin yegâne hâkimi ve sultanıdır. Bir padişah-ı ezeli olarak kendi celal ve cemal sıfatlarının kaynağı olan Zat-ı Akdesini gizli tutması, -imtihan için de önemli olmakla beraber- onun nihayetsiz azametinin, eşsiz ululuğunun, benzersiz büyüklüğünün bir gereğidir.

Bununla beraber, her türlü kusurdan ve noksanlıklardan münezzeh; bütün mükemmellikler ve güzelliklerin kaynağı olan Allah’ın -imtihanın bitmesine rağmen, ahiret aleminde- sadece cennete gidecek olan kullarına kendini göstereceğine dair ayet ve hadislerin verdiği bilgiye bakılınca, aslında aklı başında herkesin görmeye çok müştak olduğu Allah’ın, sevmediği dinsizlere, inkârcılara kendini ne dünyada ne de ahiret aleminde göstermek istemediği anlaşılmaktadır.

Allah’ın kendini gizlemesinin tam hikmetini bilemeyebiliriz. Belki de bilsek akıl ve vicdanımız çok rahat edecektir.

Ancak, Allah’ın varlığını, birliğini bilmek sadece onu görmeye bağlı değildir.

Milyonlarca ilim ve din adamının değişik delillerle Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna iman etmişlerdir.

Mesela:

1. Kur’an 15 asırdan beridir, insanlara meydan okuyor ve kendisinin Allah’ın kelamı olduğunun göstergesi olarak hiç kimsenin bir tek suresine benzer bir sureyi ortaya koyamayacağını ilan ediyor. Ve bu meydan okuyuş şimdi de devam etmektedir.

2. Kur’an’da, İranlıların Bizanslılarla -bir kaç yıl içerisinde- savaşa başlayacakları ve Bizanslılar İranlılara galip geleceklerini haber vermiş ve bu haberler olduğu gibi ortaya çıkmıştır. (Rum Suresi)

3. Mekke fethinden iki yıl önce Mekke’nin fethedileceğine dair kesin olarak haber vermiş ve bu haber de aynen çıkmıştır. (Fetih suresi)


Mesela:

1. Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdik eden yüzlerce mucizesi vardır. Bunları en sağlam hadis, siyer ve tarih kaynaklarında yer almaktadır.

2. Hayatı boyunca herkesten daha fazla Kur’an’a tabi olması, herkesten daha çok Allah’tan korkması, ona saygı ve sevgiyle bağlanması onun gerçekten peygamber olduğunun göstergesi değil de nedir?

3. Başka insanlardan farklı olarak, kendisine gece namazı kılmanın Allah tarafından farz kıldığını söylemiş ve hayatı boyunca her gece kalkıp rabbine ibadet etmiştir. Bu kadar zahmet ve meşakkate katlanmasının dünya menfaati açısından ne ile izah edilebilir?


Mesela:

1. Siz diyorsunuz ki, “Masamdaki kalem şuan kendiliğinden bir kaç santim kımıldasa o benim için bir mucize olacaktı..” Allah’ını seversen bir iyi düşün, sen mi önemlisin, yoksa kaleminin kımıldanması mı? Sen kımıldıyorsun, güneş kımıldıyor, ay kımıldıyor, yerküresi kımıldıyor, evren baştan başa kımıldıyor.. Ve sen hala kalkıp “kalemim kımıldasa...” diyorsun. Bu mantık size biraz tuhaf gelmiyor mu?

2. Diyorsun ki, “Tamam bu evren güzel bir sistem dahilinde işliyor ama dışarıdan bir müdahale görmüyorum ben. Fizik kuralları dahilinde her şey..”

Bu nasıl bir fizik bilgisidir?

Fizik, mevcut olan varlıklardan söz eder; mevcut olmayan varlıklardan söz etmez, edemez.. ( :D )

Evrenin bir kaç milyar yıl önce var olduğu bu gün kesine yakın bir bilgidir. Peki evren yokken fiziksel nesneler var olabilir mi? Fiziksel nesneler yokken, fizik kanunları buluna bilir mi? Fiziksel kanunlar yokken, herhangi bir yokluğa varlık verip, onları harika bir düzene sokabilir mi? Bu gibi sorularının hepsinin cevabı bilimsel olarak havada kalır.

3. Bütün kâinatta, mevcut olan fizik, kimya, astro-fizik, quantun fiziği şeklinde adlandırılan hiç bir kanun kainattan önce var değildir. Ve bunların hiç biri bir şey var etme gücünde değildir. Ve bunların hiç birinin diğer kanunlardan daha güçlü, daha akıllı, daha bilgili olduğunu söylemek mümkün değildir. O halde, bu sağır, kör, cansız, sonradan var olan kanunların bir kanun koyucuya ihtiyaçları vardır. Sonradan var olduklarına göre bir yaratıcıya ihtiyaç duyarlar.

- Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, “(kanunların bir tarlası olan) tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-ı hariciye sahibi ise; ancak bir san'at olabilir, Sani olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, Şâri' olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir, Hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fâtır bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; kâdir olamaz. Mistardır, masdar olamaz” (Asa-yı Musa, 167)

- Bu hususta size can-ü gönülden destek olmak istiyoruz. Önce bu konuda size Bediüzzaman hazretlerinin Risale-i Nur adlı eserlerini okumanızı tavsiye ederiz.

Bizim imanınızın kurtulmasından başka hiç bir gaye ve maksadımız yoktur. Böyle bir hizmeti bir menfaat vesilesi yapmaktan Allah’a sığınırız. Tek menfaatimiz bu hizmetimizle, Allah’ın rızasını kazanmak, günahlarımızın bağışlanmasını temin etmek ve kendimizin affını sağlamaktır.

Bu yolu denemeniz önce biraz zor gelebilir..Fakat denemeye değer. Zira Hz. Ali’nin inanmayan bazı kimselere söylediği gibi, biz de deriz ki: “Eğer sizin dedikleriniz doğru ise, bizim bir zararımız olmaz. Hepimiz yok olup gideriz. Ya bir de bizim dediklerimiz doğru ise, o zaman bütün zarar ve ziyan omuzlarınıza biner...”

Evet, Zararsız yolu/veya zararsız olma ihtimali kuvvetli olan bir yolu, zararlı/veya zararlı olma ihtimali kuvvetli olan bir yola tercih etmek, aklın gereğidir.

Rahman ve Rahim olan Rabbimiz, hepimiz için akl-ı selimin yolu olan hidayet yolunu bizlere açsın.. Nefsin vesveselerinden, şeytanın telkinlerinden, kuvve-i vahimenin evhamından bizleri kurtarsın inşallah.

İlave bilgi için tıklayınız:

Allah var mı; bunun mantıki delilleri nelerdir?

İnsanı aldanmaya götüren sebepler nelerdir?

Allah'ın varlığının delilleri nelerdir?..

Allah'a imanın maddi ve manevi faydaları nelerdir?

Eğer Allah görünseydi, herkes iman etmek zorunda kalırdı ve ...

Evrimi sadece dine inananlar kabul etmemektedir. Evrimi kabul edenler, nasıl yanılabilir?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş

Adem Tatlı, beyin hücrelerimize saldırıyor. Soruları anlamıyor mu, yoksa kafasına göre bir düşman seçip ona mı saldırıyor, belli değil. Ön bilgi olarak: güneş ışığının hiç olmadığı, kilometrelerce derinlerde kayalar içinde, sadece radyasyonla beslenen mikroorganizmalar bulunmuştur.

http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/253236/ateistler-dunyanin-veya-gunesin-tesekkulunun-mucize-olmadigini-gunes-olmasaydi-da-mikroorganizma-seklinde-canlilarin

Ateistler dünyanın veya güneşin teşekkülünün mucize olmadığını, güneş olmasaydı da mikroorganizma şeklinde canlıların kâinatta yaşayabileceğini, ileri sürüyorlar. Buna ne dersiniz?

Ateistler dünyanın veya güneşin teşekkülünün mucize olmadığını, güneş olmasaydı da mikroorganizma şeklinde canlıların kâinatta yaşayabileceğini, ileri sürüyorlar. Canlılığın teşekkülü için özel şartların bir araya gelmediğini, bu şartlar olduğu için bizim meydana geldiğimizi belirtiyorlar ve; “Şartlar biraz değişseydi yine yaşardık, mikroorganizma olurduk” diyorlar. Buna ne dersiniz?

Yanıt:

Değerli kardeşimiz;

Kendisinin mikroorganizma, yani virüs veya bakteri, genel manasıyla mikrop olmasını isteyen birisinin bu sözleri deli saçmasıdır.

Soru kendi içerisinde zaten bir çok tenakuzlarla, zıtlıklarla doludur. Hem canlılık için özel şartların bir araya gelmediğini ve hem de bu şartlar olduğu için kendisinin meydana geldiğini belirtiyor.

Soruda güneşin varlığının bir mucize olmadığı, güneş olmadan da yerkürede mikroorganizmaların yine mevcut olacağı ileri sürülüyor. Böyle bir ifadenin; “Elma ağacı olmadan da elma olur” ifadesinden farkı yoktur. Evet, Cenab-ı Hak, ağaç olmadan da gökten elma indirir. Ama normal şartlarda elmayı dala, dalı da ağaca bağlamış.

İşte kâinattaki yapının da elma ağacından farkı yoktur. Güneş ağaç gövdesi gibidir. Gezegenler yer çekimi adını verdiğimiz görünmeyen bir dal ile güneşe bağlıdır. Tıpkı elmanın, görünen dal ile ağaca bağlı olduğu gibi. Güneş de aynı kanunla Samanyolu galaksisine bağlanmıştır.

Ortadan güneşi çektiğiniz zaman, uzayda ne yerküre kalır, ne venüs, ne jüpiter ve ne de ay.

“Güneş olmadan da yerkürede hayat olur” diyenler, uzayda olmayan yerkürenin, mikrop olarak neresinde yer bulacaklar acaba.

Bir kimse, insanlık makamından mikro organizma makamına inmek istiyorsa insin. Buna mani bir hal yoktur. Bunun için güneşi yok saymaya hiç gerek yoktur. Senin kendini mikroorganizma olarak kabul etmen yeterlidir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yine asıl soru yerine kendi seçtiği bir soruyu yerle bir ediyor. Bu heriflerde okuma zorluğu var sanıyorum.

Biri bana 20 yaş dişinin hayati görevini anlatsın isterim. Erkekte memenin nasıl bir hayati görevi olduğunu anlamak isterim. Göğüs kıllarının eksikliğinin hayatı nasıl zorlaştırdığını bilmek isterim. Aydınlat beni sorularla islamiyet.

http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/147744/balinalarda-ayak-kemikleri-yilanlarda-bel-kemikleri-kopeklerin-ayagindaki-uzantilar-evrime-delil-teskil-etmez-mi.html

Balinalarda ayak kemikleri, yılanlarda bel kemikleri, köpeklerin ayağındaki uzantılar Evrime delil teşkil etmez mi?

Değerli kardeşimiz;

Her bir canlı, çok amaçlı bir programa göre yaratılmıştır. Vücudunda hiçbir organ ne fazladır ve ne de noksan. Genelde bir organa birden çok görev yüklenmiştir. Biyologların görevi, her bir organın işleyişini ve ne gibi vazifeleri bulunduğunu ortaya koymaktır. Fakat bazı biyologlar, işin kolayına kaçmakta, görevini bilemediği organı lüzumsuz ve artık olarak nitelemektedir. Belki biraz da ideolojik davranarak, vazifesiz saydığı organları, bu canlının evrimleştiğini iddia ettiği ilkel atalarından kalmış gereksiz organ olarak ileri sürmektedir.

Geçmiş asırda Lamarck tarafından ileri sürülen, kullanılan organların geliştiği, kullanılmayan organların ise köreldiği şeklindeki görüşün bilimsel bir değeri yoktur. Bir canlıdaki değişiklik soma hücrelerinde olmuşsa yavrularına geçmez. Mesela, kolu kesilen bir kimsenin çocukları kolu kesik olarak dünyaya gelmez. Ancak, üreme hücrelerinde ve zigotta olan değişiklik yavrulara geçer. Dolayısıyla balinanın her hangi bir organı, geçmiş neslinde kullanılmadığı için körelerek o mevcut şekli almış değildir.

Soruda yer alan ve evrime delil teşkil ettiği ileri sürülen yapılar, hep Lamarck düşüncesiyle ele alınmakta ve bu canlıların yaşadığı farz edilen atalarından kalma organlar olarak değerlendirilmektedir. Biyologlar, bu organların gereksiz ve lüzumsuz olduğuyla uğraşacaklarına, bunların ne işe yaradıkları üzerinde ciddi araştırma yapmış olsalardı, muhakkak onların, bu canlılar için bir değil ve belki birden çok görevinin bulunduğu ve hayati organlar olduğu ortaya konmuş olurdu.

Evrime delil olarak ileri sürülen ve işe yaramadığı iddia edilen ve artık organ olarak nitelendirilen bu tip görüşlerin bilimsel bir değerinin olmadığı bilinmeli ve ciddiye alınmamalıdır. Çünkü laboratuara girmeyen ve denenemeyen bir konu, felsefî bir düşüncedir, bilimsel bilgi değildir.

Bir canlıda, değil bir organın gereksiz olarak bulunması, bir atom dahi lüzumsuz değildir. Her bir atomun, bulunduğu canlıda belirli en az bir görevi vardır. Bir atom dahi canlı vücudunda gereksiz olarak bulunmuyorsa, bir organın o canlı için gereksiz olduğu nasıl düşünülebilir? Allah hiçbir şeyi abes ve başıboş yaratmamıştır. Hakîm isminin gereğin olarak, her şeyi ölçülü, nizamlı, intizamlı, planlı, programlı ve hikmetli olarak vücuda getirmiştir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş

- Bir şey daha var.. çok da ayıptır.. Hiç bir makul gerekçesi olmayan ve bize göre insanların en aptalları olan ateistlerin bazı fikirlerinden dolayı şüpheye düşmek, imanında vesvese etmek.. ve onları susturacak dini bilgileri öğrenmemek..

Halbuki bu işin en kolayı, küfrün belini kıran Risale-i Nur külliyatıdır..

Selam ve dua ile...

Sorularla İslamiyet

"Ateistler insanların en aptallarıdır!" Başka bir yazıda da dinini değiştirenin öldürülmesi gerektiğinden söz ediyorlardı. Hani İslam barış, hoşgörü ve sevgi diniydi? Hepsi İslamı şirin göstermek için sıkılan palavralarmış demek.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Müslümanlar belge istiyor :D

Allah'ın mübalağa sanatına da başvurduğunu görüyoruz. Meğer allah da konuşmalarında mübalağa ediyormuş. Örneğin kafirleri öldürün derken aslında: öyle sevin ki, bunalsınlar, demek istiyor olabilirmiş.

http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/205814/sizden-once-alemlerden-hicbirinin-yapmadigi-fuhusu-mu-yapiyorsunuz-araf-780-ayetine-gore-ilk-defa-escinselligi-lut-k

Sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz? (Araf, 7/80) ayetine göre ilk defa eşcinselliği Lut kavmi başlatmıştır. Ancak Sümerlerde de olduğu söylenmektedir? Açıklar mısınız?

Sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz? Hakikaten siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir toplumsunuz.” (Araf, 7/80-81) Bu ayetlere göre Muhammed tarihi bir mucize daha yaratmış. Lut kavminden başka hiç kimsenin eşcinsellik yapmadığını söylüyor.Fakat bu yanlış bir bilgidir.Onlardan çok önce Sümer mabetlerinde eşcinsellik doğaldı.Orada kadınlar erkek,erkekler kadın kıyafetinde dolaşıyorlardı. Bunu da bir Tanrı görevi olarak yapıyorlardı.'' diye bir iddia var. Bu konuyu açıklar mısınız?

Yanıt
Değerli kardeşimiz;

İlgili ayetlerin meali şöyledir: “Lût’u da gönderdik. Halkına dedi ki: “Daha önce hiç kimsenin yapmadığı pek çirkin bir işi siz mi yapıyorsunuz? Siz kadınların ötesinde, şehvetle erkeklere gidiyorsunuz ha! Yok, yok anlaşıldı! Siz haddini aşmış bir milletsiniz!”(Araf, 7/80-81).

“.Onlardan çok önce Sümer mabetlerinde eşcinsellik doğaldı. Orada kadınlar erkek ,erkekler kadın kıyafetinde dolaşıyorlardı” şeklindeki iddia mesnetsiz bir iddia olduğunda şüphe yoktur. Çünkü böyle bir bilginin tarihte tespiti çok zordur. Varsa bunun belgesini, kaynağını ortaya koysunlar. Çünkü, tarihi kayıtları, milattan önce ancak 3. bin yıla kadar sağlam olarak devam edebilir. Ondan önce çok noksan ve yanlış bilgiler ihtiva ettiğini işin uzmanları belirtiyorlar. Çünkü ilk yazıyı MÖ 3300 yıllarında Sümerler bulmuştur. Çivi Yazısı diye adlandırılan bu yazının kökeni resim-yazı idi.
Değişik kaynakların bize konuyla ilgili verdiği bilgiler şu merkezdedir:
Sümerler MÖ 4000/veya 3500- MÖ 2000 yılları arasında Mezopotomya’da yaşamış bir halktır.
Babil uygarlığı, Mezopotamya’nın güneydoğusunda, Fırat ve Dicle ırmakları arasında kalan bölgede, bugünkü Irak’ın güneyinde uzanan, antik döneme ait eski bir uygarlık. M.Ö. 2000/veya 2105 ile M.Ö. 1000 yılları arasında söz konusudur. Babil uygarlığı, M.Ö. 4000 yıllarından başlayarak gelişen tüm kültürlerin özelliklerini taşıyordu.
a. Bu bilgilere göre, Hz. Lut’un bulunduğu devirdeki babil krallığı ile Sümer krallığı M. Ö. 2000/2100 ’li yıllarda iç içe geçmiştir. Yani Hz. Lut’un bulunduğu devrin kültürü Sümer uygarlığında söz konusu olan kültürün bir devamı olmuştur.
Buna göre ayette meal olarak yer alan “Daha önce hiç kimsenin yapmadığı pek çirkin bir işi siz mi yapıyorsunuz?” ifadesinde Sümerler de dahil olabilir. “daha önce..” den maksat Hz. Lut’un bulunduğu bölgedeki eşcinsellik hastalığı, bir uzantısı olduğu Sümer devrindeki eçcinsellik hastalığı aynı kültürün bir devamı olarak kabul edildiği için, ayette yer alan “daha önce..” den maksat bu iki kültürden önceki devirler kastedilmiş olabilir.
b. Sümer medeniyeti ile Babil Medeniyetinin ortak coğrafyası Mezopotamyadır. Buna göre Hz. Lut’un kavminden bazı kimselere hitaben söylediği “Sizden önce kimse bu eşcinselliği yapmadı” demekten maksadı, bu bölgede yaşayan kavimler olabilir. Bu yoruma göre de “daha önce...” ifadesi babilliler gibi Sümerleri de kapsamaktadır.
c. Burada işaret edilmesi gereken önemli bir noktada da şudur: Ayette -meal olarak-yer alan “Lût’u da gönderdik. Halkına dedi ki: Daha önce hiç kimsenin yapmadığı pek çirkin bir işi siz mi yapıyorsunuz? “ifadesi, Allah’ın ortaya koyduğu bir hüküm değildir. Bilakis, -ayetin mealinde de görüldüğü üzere- Hz. Lut’a aittir. Buna göre, söz konusu ayette Allah, Hz. Lut’un kavmine hitaben söylediği sözünü -hikâye yoluyla- aktarmaktadır. Bu söz, bir tarihi gerçeğin ifadesi olduğu gibi, -insanlar arasında sık sık benzeri söz konusu olan- bir mübalağa sanatı da olabilir. Buna göre, Hz Lut halkına: “Daha önce hiç kimsenin yapmadığı pek çirkin bir işi siz mi yapıyorsunuz?” derken, onların yaptıklarının çirkinliğinin boyutunu mübalağalı bir şekilde ifade etmiş olabilir.
Türkçe’de “Senden daha kötüsünü görmedim”, “Sizden daha cimri bu dünyaya gelmemiştir.”, “Senin gibi bir yalancıyı hayatımda görmedim.”, “Senin gibi alçak bir insan daha önce hiç görülmemiştir” şeklindeki söz ve benzerleri hep bu mübalağa sanatı çerçevesinde söylenmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş

Şeytanlar özgür iradeleri ile şeytanlığı tercih etmişler. İnekler de özgür iradeleri ile inekliği, balıklar da özgür iradeleri ile balıklığı tercih ederler zaten. İyilikler yapan bir şeytanı hiçbir masalda okumadım ben, islam masalında neden farklı olsun? Gerçi muhammed kendi şeytanının allahın yardımı ile müslüman olduğunu söylemiş ya, bu da zaten doğasının değişmesi için allah yardımı gerektiğini gösterir, yani tercih kepazeliği her tarafından sırıtıyor.

http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/251075/allah-tek-ve-yalniz-oldugundan-sikiliyor-mu.html

Allah tek ve yalnız olduğundan sıkılıyor mu?

Bir ateist şu soruyu sordu:
“Madem Allah’ın rahmeti sonsuzdur neden şeytanı affetmedi? Çünkü şeytanı Allah yaratmış, kıskançlık duygusunu ona veren de Allah’tır. O duyguları Allah vermişse o kadar acımasız olmamalı. Madem Allah her şeyi biliyor o zaman şeytanın isyanını da kendisi planlamış. Ve şeytanı insanlara göstermeden, şeytana insanları yoldan çıkarma görevi vermişse, insanlara musallat etmişse bence Allah ya tek, yalnız olduğundan sıkılıyor ya da bizlerle eğleniyor.”

Yanıt:

Değerli kardeşimiz;

- Allah’ın her şeyi önceden bilmesi, o şeylerin yönünü zorunlu istikamet olarak tayin etmek anlamına gelmez. Defalarca vurguladığımız gibi, ilim bir sıfattır, bu sıfatın özelliğinde bir yaptırım gücü, bir zorlama yoktur.

İlim kudret sıfatından farklıdır. Kudretin zorunluluğu vardır. Yapmak istediği her şeyi hiç bir engel tanımadan yapar. İlim ise maluma tabidir. Yani; bir şey ileride nasıl olacaksa onu öyle bilir. Bir olay alacağı için bilinir; bilindiği için meydana gelmez. ( :D başımıza gelen her şey allahtan değil miymiş? Nisa 78, Her şey en baştan belli değil miymiş? Hadid 22, ne zaman öleceğimiz belli değil miymiş? Enam 2)

- Allah bütün insanları imtihana tabi tuttuğu gibi şeytanı da imtihana tabi tuttu. (meleklere de Adem’e secde etmeleri emredildiyse de onların yapısında kuvve-i şeheviye, kuvve-i gazabiye olmadığı için bilinen şekliyle imtihana tabi değiller).

Bu imtihanın adalet ölçüsüne uygun cereyan etmesi için, insanlar gibi şeytanlara da özgür irade vermiştir. Bu özgürlük kaderle belirlendiği için, hiç kimse -istese de- bu özgürlük alanı dışına çıkamaz.

İnsanlardan bazıları özgür iradeleriyle küfür tercih ettikleri gibi, şeytanlar da özgür iradeleriyle küfrü, şeytanlığı tercih etmişlerdir. Allah’ın insanları ve şeytanların ne yapacaklarını, hangi yolu takip edeceklerini, özgür iradeleriyle hangi tercihte bulunacaklarını bilmesi, bu konuda bir zorlama değildir.

Allah’ın her şeyi önceden bilmesi Allah olmanın olmazsa olmaz şartıdır. Eğer bazı şeyleri önceden bilmezse o zaman -haşa- cahil olur. Bu safsatayı bütün kâinat elli beş lisanla bunu reddetmekte ve Allah’ın ezeli, ebedi ve sonsuz ilmine şahitlik etmektedir.

- Allah’ın -haşa- sıkılması diye bir şey olamaz. Bunun en açık delili, bütün varlıkların çok sonradan var edilmeleridir. Bugünkü son ilmi keşiflere göre, kâinat yaklaşık 14 milyar yıl önce yaratılmıştır. Eğer -haşa- can sıkıntısından dolayı olsaydı, evreni ve içindekileri milyar defa katrilyon sene önce yaratacaktı.( :D hani allah zamandan münezzehti len dombililer )

- “Biz göğü, yeri ve aralarında olan varlıkları, bir oyun/eğlence olsun diye yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu kendi katımızdan edinirdik. Şayet yapacak olsaydık öyle yapardık.

Hayır (biz bir eğlence olsun, canımızın sıkıntısı geçsin diye değil), biz hakkı bâtılın tepesine indiririz de o, bâtılın beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki, bâtıl yok olup gitmiştir. Allah’a yakıştırdığınız vasıflardan dolayı size yazıklar olsun! (Enbiya, 21/16-18) mealindeki ayetlerde, Allah hakkında tasavvur edilen “can sıkıntısı” vehminin safsataca hezeyan olduğunu göstermektedir.

- Allah’ın rahmetinin sonsuz olması, onun gazabının, azabının hiç olmayacağı anlamına gelmez.

Bilakis, itaat edenlere rahmet ve şefkat etmek ne kadar güzel ise, isyan eden şakilere karşı gazap ve azabını göstermek de yerine göre o kadar güzeldir. Çünkü, bir sultanın itaat edenlere olan merhameti onun şefkat ve himayesini gösterdiği gibi, isyan eden nankörlere cezası da onun saltanatının haşmet ve izzetini gösterir.

Her zaman olduğu gibi bugün de, cinlerden ve insanlardan olan şeytanların yaptığı öyle zulümler var ki, her vicdan sahibine “zalimler için yaşasın cehennem!” dedirtmektedir.

Allah’ın, bu zulümleri görmezden gelmesini, onları göz ardı etmesini beklemek, onun -haşa yüzbin defa haşa- adaletten ayrılıp zalimlere destek çıkabileceğini düşünmek gibi bir hezeyan-ı küfridir.

Atomdan herkül burcuna kadar bütün varlıkların içinde bulundukları ahenk ve dengenin şahadetiyle adaleti tahakkuk eden Allah’ın böyle bir zulme sıcak bakabileceğine ihtimal vermek, akıl tutulmasının bir göstergesidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Allah, kainatı yaratmadan önce ne yapıyordu?

Şeytan tövbe edebilir mi?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
tarihinde bir_akil_insan tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Başka tanrıları gösteren en ufak bir emare yokmuş, ama allahı gösteren var mıymış? Sanmam.
Arkadaşım ateist. Bir şeyler anlatmaya çalışıyorum Allah hakkında diyor tamam da sen kurana göre söylüyorsun. Nerden belli başka tanrı olup olmadığı? Zeus mu Thor mu Apollo mu Baal mı? Kime ve neye göre inanacağım. Senin söylediklerini başka tanrı yapmış olamaz mı? Nasıl açıklayacağım?

Yanıt:

Değerli kardeşimiz;
- Bu gibi adamları ikna etmek kolay değildir. Bunların işi gücü şüphe üretmek, şüphe üzerine konuşmak.. Bunlar “Ne bilelim, ne malum…” deyip agnostik bir cehaletin karanlığına gömülürler.
- Mesela: “Nereden belli başka tanrı olup olmadığı?” diyorlar. Bu bir vesvesedir. Başka bir tanrının olduğunu gösteren en ufak bir emare yoktur. Kur’an’ın ifadesiyle “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, kâinatın nizamı çoktan bozulmuş olacaktı” (Enbiya, 21/22) mealindeki ayette belirtildiği üzere, evrendeki sonsuz bir ilim, kudret ve hikmetten örülmüş mevcut nizam ve intizamın varlığı, başka ellerin buna karışıp karıştırmasına imkân vermez. ( :D Başka tanrı olunca allahla kavga ederlermiş)
- Eğer dedikleri “Zeus, Thor, Apollo ve Baal” ve benzeri tanrıların ilahlık vasıfları varsa bunu ortaya koysunlar. İslam’ın kabul ettiği ve Allah’ın Kur’an’da bize bildirdiği Allah, her şeyden önce şu sübuti sıfatlara sahiptir: Hayat, kudret, ilim ve irade sahibidir; konuşur, işitir ve görür. Bu sıfatlara sahip olmayan kâinatı yaratıp yönetemez. Adını verdikleri yalancı tanrıların hiç biri bu sıfatlardan hiç birine sahip değildir. Bunlar, daha çok Roma ve antik Yunan putperestliğinde pagan kültürünün uydurduğu şeylerdir. Bunlar, yıldızdır, güneştir, aydır, denizdir, taştır, tahtadır. (Bu soytarılar kafayı tümden sıyırmışlar. Adam allah oldu, diğer tanrılara meydan okuyor: gelin lan! varsa şekliniz, arşa bekleriz, diye.)
- Akl-ı selim şunu emreder: Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu biz aklımızla bilemeyiz. Öyleyse semavi kitaplara bakmak gerekir. Özellikle Kur’an’a bakmalıyız. Eğer Kur’an’ın insan üstü bir konuma sahip olduğu, mucize olduğu ispat edilirse, bu takdirde onun Allah’ın sözü olduğu kabul edilir. Bu durumda Kur’an Allah’ı nasıl tanıtıyorsa, onu öyle kabul etmek gerekir. Çünkü Allah doğru söyler.
Kur’an’ın mucize olduğu, insan sözü olmadığını gösteren onlarca delil vardır. Bu bilgiler Sitemizde de vardır.
- Şimdi bakıyoruz ki, Allah “bütün kâinatı ben tek başıma yarattım” diyor. Eğer gerçekten başka ilahlar olsaydı onlar da ortaya çıkar: “Bu işi biz yaptık veya beraber yaptık” demeleri gerekmez miydi?
- Allah kitapları, özellikle Kur’an gibi kırk yönden mucize olduğu bilinen Kur’an’ı göndermiştir. Eğer başka ilahlar olsaydı, onların da kullarına kitaplar göndermeleri gerekmez miydi?
- Allah peygamberler gönderdi. Bütün bu peygamberlerin hepsi Allah’ın bir tek olduğunu ortağının bulunmadığını ilan etmişler. Eğer gerçekten başka ilahlar olsaydı, onların da kendilerini takdim eden elçiler göndermeleri gerekmez miydi?
- Bu konuda samimi olup da gerçeği öğrenmek isteyen, yani Allah’tan başka ilahın olmadığını yakinen öğrenmek isteyen kimseye, Bediüzzaman hazretlerinin Risale-i Nur eserlerini, özellikle de 23. Lem’a’yı/Tabiat Risalesini tavsiye ederiz.
Sesli ve görüntülü deliller için tıklayınız: Allah'ın varlığının ve birliğinin delilleri
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş
Sığır aleyhisselam diyor ki: ateist pislikleri cehenneme yollamak doğrudur, fakat işte islamı dünya önünde güzel göstermek adına bu yapılmamalıydı. Bunun yerine islamın güzelliklerini göstermek gerekirmiş. İslam güzelmiş ama adamların öldürülmesi de doğruymuş. Bu soytarıların ya güzellik, ya da doğruluk kavramında sıkıntı var. Kuranı okuyan, islama göre atayizlerin katledilmesi gerektiğini bilir. Demek ki bu soytarılar güzelin ne olduğunu bilmiyor.

Charlie L'Hebdo, Fransız gazetesinde olanlara karşı tepkimiz nasıl olmalı? Geberen (öldü demiyorum Türkçe bozukluğumdan değil) karikatüristler Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme ağır hakaretvari karikatürler yaptılar, bunların şeriata göre katledilmeleri vacip miydi? Başka ülkede olduklarından şeriatın hükmünün dışında kalmaktaydılar ve de dokunulmazlıkları mı olmuş olmaktaydı? Yaşananlardan en çok zararı yine Müslümanlar yaşadı, buna göre Müslümanlar olayı nasıl yorumlamalı? Dini değerlere hakaret eden kişinin katli vacip midir?

Yanıt:

Değerli kardeşimiz;

- “Onlara/o münafıklara (niçin alay ettiklerini) soracak olursan elbette; “Biz sadece lafa dalmış, şakalaşıyorduk!” derler. De ki: Allah ve ayetleri ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeye kalkmayın. Siz, iman ettikten sonra, kâfir oldunuz. Sizden bir grubu (tövbe ettiği için) bağışlasak bile, bir gruba da suçlu olmaları sebebiyle azap edeceğiz.” (Tevbe, 9/65-66) mealindeki ayetin geniş muhtevası, sözlü, yazılı, görsel her türlü alaycı tavırları içine almaktadır.

Buna göre, Hz. Peygamberi kötü karikatürize etmek de bu ayetin tehdidi altındadır.

- Bilebildiğimiz kadarıyla bu karikatürcüler, aslında ateisttir, hiçbir dine inanmıyorlar. Bunlar ehl-i kitaptan da değildir. Bu gibi habis herifler, inkârcılığın verdiği cüretle ahlak ve edep dışı davranışlarda sınır tanımazlar. Tabii ki, “su testisi suyolunda kırılır” diye güzel söz vardır. Bu gerçeğin bir yüzü.

- Gerçeğin diğer bir yüzü de var:

Bu herifler İslam ülkesinde bulunan mürted kimseler değildir ki, irtidad hükmüne tabi olsunlar. Bunlar asli kâfirdirler..

- İslam hukukunda, suçların cezasını fertler değil, devlet verir. Mahkeme sonucu suçları tespit edilir ve hakettikleri cezaya çarpılırlar. Aksi takdirde toplum düzeni bozulur, şahsi garazlar etkinlik kazanır, anarşi olur.

Suçluların cezasının fertlere bırakılmaması kuralı da “sedd-i zerayi” (yanlışların önüne geçmek için fitne-fesat pencerelerinin en ufak deliklerinin bile kapatılması) kaidesiyle örtüşmektedir.

- Bu sebeple, karikatür yapanların insanlık kimliğinden mahrum habis kimseler olduğunda şüphe yoktur. Fakat, burada önemli olan, dünya kamu oyunu Müslümanların lehine sevk etmek yerine, o ateist kâfirleri cehenneme yollama yolunu tercih etmek hatalı olmuştur. Meşhur bir vecize var: “Her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir” diye. Bunun gibi denilebilir ki: “her yaptığın iş doğru olmalı, fakat her doğru işi yapmak doğru değildir.”

- İslam’da güzel prensipler var. İmam Gazali de bunları anlatır: “Eğer bir münkeri/kötülüğü defetmek başka münkerleri/kötülükleri doğuruyorsa bu münkeri defetmeye çalışmak doğru olmaz.”

- İslam’ın imajının zedelenmemesi, bir kaç kafiri öldürmekten çok daha önemlidir, Allah’ın rızasına daha uygundur.

- Özet olarak, her konuda olduğu gibi, bu konuda da “üzümü yemeyi bağcıyı dövmeye tercih etmek” en isabetli yoldur. Bütün maksadımız, İslam’ın güzelliğini göstermek, olumlu bir neticeye götürmeyecek olan davranışlardan kaçınmak, Allah’ı, resulünü, dini ve Müslümanları birlikte yücelten davranışlara imza atmanın zamanıdır. Yeniden asr-ı saadetin mesut hayatına kavuşmanın formülü budur.

Bize göre bu formül, Kur’an’ın bir manevi mucizesi ve hakiki tefsiri ve bu asrın idrakına hitap eden rehberi ve hastalıklarının hakiki reçetesi olan Risale-i Nur’da vardır. Bu eserlerdeki İslamî prensipleri hayatımıza tatbik edersek, bağcıyı dövmeden “hakikat üzümünü” yiyebiliriz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Peygamberimize hakaret içeren çizimler yapan karikatürcülere ve yönetmenlere tavrımız ne olmalı?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...