Jump to content

Yaşamın Bilimsel Bir Anlamı Var Mıdır?


Recommended Posts

Bir şey varsa onun varlık nedeni de vardır. O neden için amaç veya anlam diyebilirsiniz.

Evren neden var?

Evrende yaşam neden var?

Bu soruların cevabı bizi onların anlamına götürür.

Canlıların varlık nedeni evrende enerjinin hızla ve etkili bir şekilde dağılması zorunluğudur.

Evrende entropi var olduğu için yaşam da vardır.

Çünkü canlılık enerjinin en etkili ve hızlı bir şekilde dağıldığı bir mizansendir.....

Bu nedenden içinde bulunduğumuz evrende, koşulların uygun olduğu durumlarda, canlılığın ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Aslında ben bu soruyu sorarken hileye baş vurdum. Bu soruyu başka türlü sormak zor...

Ateist olarak yaşamda bir anlamın olmaması gerektiğini savunuruz. Her insan yaşama kendine göre felsefi bir anlam verir.

Yaşamda tek bir anlamın olmamasını biz anlamsız olarak nitelendiririz. Yaşamda belli bir anlam olsaydı, her insan için aynı olması gerekirdi, deriz.

Bu mantıklı bir çıkarım. Ama bilimsel bir çıkarım mı?

Ayrıca anlam ve amaç deyimlerinin bilimsel olmadıklarını düşünürüz.

Onlar neden bilimsel olmasınlar?

Evrende yaşamın varlık nedeni varsa, amacı da vardır. O amaç enerjinin hızla dağılması zorunluğudur.

Bu zorunluk evrende yaşamın ortaya çıkması nedenidir.

bi bakıma dinlerin söyledikleri ile uyuşuyo senin söylediklerin.bana soracak olursan bir amacımız olmadığını idda edemem.ama varlığımın dünyadaki diğer tüm canlılar için hiç bir mana taşımadığını düşünürsem - demekki evrende daha farklı bi rolümüz var sonucuna varırım.bazen dünyayı bir hücre,insanıda bu hücreyi ele geçiren virüs gibi görüyorum.

gerçek olan şuki, yaşadığımız yüzyılda bu konu üzerine tahayyüllerde bulunmaktan öteye geçebilecek bilgiye sahip değiliz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 206
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

bi bakıma dinlerin söyledikleri ile uyuşuyo senin söylediklerin.bana soracak olursan bir amacımız olmadığını idda edemem.ama varlığımın dünyadaki diğer tüm canlılar için hiç bir mana taşımadığını düşünürsem - demekki evrende daha farklı bi rolümüz var sonucuna varırım.bazen dünyayı bir hücre,insanıda bu hücreyi ele geçiren virüs gibi görüyorum.

gerçek olan şuki, yaşadığımız yüzyılda bu konu üzerine tahayyüllerde bulunmaktan öteye geçebilecek bilgiye sahip değiliz.

Varlığın anlam taşımıyor değil. Sen ona bir anlam veremiyorsun. Varlığının mutlaka bir anlamı var. Ana babanı, kardeşlerini, dostlarını, arkadaşlarını düşün. Senin kendine veremediğin anlamı onlar sana veriyorlar. Onlar için varlığının bir anlamı var. Ayrıca bilim için de varlığın önemli. Seni inceleyen bilim varlığına anlam veriyor. Sorun varlığında değil. O varlığın sahibinde. Varlığına sahip çıkarsan bir anlamı olduğunu görürsün. Ona sen sahip çıkamazsan başkaları çıkar.. Ona dinler sahip çıkar. Bilim sahip çıkar.

Aynı durum dindarlar için de geçerli. Kendi yaşamlarına bir anlam veremeyen dindarlara dinler anlam veriyor.

Dinin yerini bilimin aldığını düşün... Bilimsel bir düşünür olarak kendi yaşamına bir anlam veremiyorsan, bunu bilimin üstlenmesi neden mümkün olmasın.

Asıl bilimin anlamlarla uğraşmadığı iddiası anlamsız.

Bir ateist olarak bütün sorunlarını bilim çözecektir. Bir inanır olsaydın, örneğin koyu bir Müslüman olsaydın, sorunlarını İslam çözecekti.

O sorunlar herşey olabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu link ve makaleyi buraya da koymak istiyorum. Konu bağlamına gayet uygun.

Self replikasyonun istatiksel fiziği ile ilgili bir makale.

http://www.englandla...2013jcpsrep.pdf

hatta ve de şu: Dissipative adaptation in driven self-assembly

http://www.englandlab.com/uploads/7/8/0/3/7803054/nnano.2015.250__1_.pdf

tarihinde teflon tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Kısaca otorün ne demek istediğine değineceğim. Önce İngilizce özeti...

Biologist Edward O. Wilson, a two-time Pulitzer Prize recipient and the author of the new book The Meaning of Human Existence, knew that it was vital that he define "meaning" early on in his book, lest he be attacked by a hornet's nest of philosophers. Thus, he identifies the meaning of meaning as:

What are we and why?

Where do we come from?

Where are we most likely to be headed?

Wilson believes those questions cannot be explained with religion for two reasons. First, because every religious faith has a different creation story that, almost categorically, is in competition with every other creation story. Second, because every religious faith is a product of human culture. To assume that human culture can explain meaning is to put a whole lot of trust in introspection, yet Wilson says we can't discover meaning just by thinking about it. The facts lie elsewhere.

This is also why Wilson believes philosophy is ill-equipped to tackle the meaning of existence.

Wilson önce anlamın ne olduğuna değiniyor ve şu soruların yanıtını arıyor..

Biz neyiz ve neden oyuz?

Biz nereden geldik?

Nereye doğru gidiyoruz.

Wilson'a göre bu sorular dinlar tarafından iki nedenden dolayı yanıtlanamazlar.

1. Her dinin kendine göre bir yaratılış masalı vardır. Bu açıklamalar diğerleri ile rekabet ederler. Hepsi farklıdır.

2. Her din insan kültürünün ürünüdür.

İnsan kültürü anlama bir anlam veremez. Düşünerek anlamı keşfedemez.

Bu nedenlerden dolayı felsefe de varlığın anlamını açıklamada yetersizdir.

Bilim yaşama anlam verecek yegane alettir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Wilson felsefe yaşama bir anlam veremiyorsa, bu görevi bilimin üstlenmesi gerektiği sonucuna varıyor.

Aşağıdaki beş disiplinin bundan sorumlu olduğunu ileri sürüyor.

1. Evrimsel biyoloji

2. Palentoloji

3. Sinir bilimi

4. Yapay zeka

5. Robotik.

Link to post
Sitelerde Paylaş

HAYATIN ANLAMI NEDİR? konulu, evrim dinamiklerini pek bilmeyenler için yazmış olduğum yazıdır.

İnsanlık tarihi boyunca neden dünyaya geldiğimizi, neden yaşadığımızı sorguladık ve bu süreç halen devam ediyor. Aslında bugün itibarıyla, bu sorunun cevabını biliyoruz.

Yaşayan herhangi bir insan inanılmaz derecede şanslı. Çünkü neredeyse sonsuza yakın olasılıktan bir tanesi gerçekleşiyor ve dünyaya geliyoruz. Bizi biz yapan yegâne şey, babamızda gelen 23 kromozom ile annemizden aldığımız diğer 23 kromozomun birleşmesi sonucu ortaya çıkan 4 farklı nükleotidin (Adenin, Guanin, Cytosin, Urasil) değişken sırayla 3,2 milyar kez yan yana dizilmesi ile oluşan DNA sekansı. Bu dizilimdeki en ufak bir farklılık başka bir insan anlamına geliyor, yani herkesin kendine özgü bir DNA’sı var. Tabii ki kişiliği sadece DNA oluşturmuyor, çevre faktörleri de çok önemli bir etken. Örneğin, tek yumurta ikizleri tamamen özdeş DNA’ya sahiptirler ve neredeyse aynı görünümde olurlar. Ancak, hayatları boyunca karşılaştıkları olaylar ve bu olayların neticesi olarak beyin hücreleri arasında tesis ettikleri snaps bağlantıları onları farklı kişilikler haline getirir. Buradaki formül, Fenotip = Genotip+Çevre’dir. Yani, kişiliği kalıtsal materyal ve çevre faktörleri belirler.

Dünyaya gelme şansımız inanılmaz derecede düşük bir olasılık. Şöyle anlatayım… Anne rahmine düşme aşamasında babanızdan gelen menide 500 milyon sperm (erkekten gelen ve 23 kromozomluk DNA’yı taşıyan üreme hücresi) var. Siz bu 500 milyondan en şanslı olansınız. Elbette burada sadece şans yeterli olmuyor. En güçlü ve en hızlı yaklaşık 50 sperm, annenizin her ay düzenli olarak oluşturduğu (spermden çok daha büyük) tek bir yumurta hücresine (ovum) aynı anda yükleniyor ve sadece bir tanesi hücre zarını aştıktan sonra diğerlerinin içeriye girmesi, ovumun salgıladığı bir kimyasal ile engelleniyor. Böylece döllenen yumurta hücresi zigot halini alıyor, bu tek hücre zamanla çoğalarak bebek haline geliyor ve biz dünyaya geliyoruz.

Dolayısıyla, sadece o andaki doğma şansımız 500 milyonda bir. Babanızın ömrü boyunca ürettiği sperm miktarını düşünün. Annenizin ve babanızın dünya gelme ve birbirleri ile evlenme olasılıklarını düşünün. Daha da geriye gidelim. Dünyanın var olma olasılığı, yeryüzünde hayatın başlama olasılığı, insana doğru ilerleyen evrimsel süreçte insanı oluşturan DNA’nın hayatta kalabilme olasılığı, sizden önce yaşayan atalarınızdan oluşan yüz binlerce kuşaktaki dişi ve erkeklerin, size doğru giden yolda hep denk gelmesi (örneğin, 500 kuşak önceki dedeniz başka bir kadınla evlenseydi siz dünyaya gelmeyecektiniz) olasılığı vesaire. Ayrıca şunu da düşünmek lazım, geçmişteki herhangi bir olay, zamanın akışını değiştireceğinden yine siz dünyaya gelmeyecektiniz. Örneğin, 375 milyon yıl önce yuvarlak loblu balıklar karaya çıkmasaydı, 65 milyon yıl önce dinozorlar yok olmasaydı, Hitler yaşamasaydı, Kanuni evladını boğdurmasaydı, Mustafa Kemal isminde biri yaşamasaydı, zaman farklı akacak, bu durumda hiçbirimiz dünyaya gelmeyecek ve bizler yerine başka insanlar yaşayacaktı. Sonuç olarak inanılmaz derecede, neredeyse sonsuz olasılıktan biridir dünyaya gelmemiz.

Buraya kadar nasıl dünyaya geldiğimizi ele aldık. Peki, neden dünyaya geliyoruz? Muhtemelen birazdan, daha önce hiç duymadığınız, hatta hiç düşünmediğiniz bazı gerçeklerle yüzleşeceksiniz.

Dünya 4,5 milyar yıl yaşında ve 3.7 milyar yıldır üzerinde hayatı barındırıyor. Dünya’nın ilkin ortamındaki aminoasitler öncelikle RNA isimli molekülü, daha sonra ise çift sarmal yapıda ve çok daha kararlı olan DNA molekülünü ortaya çıkarıyor. Elbette ki, bu aşamalara gelirken bazı ara kademelerden geçiliyor, ancak fazla detaya girmeye gerek yok. Yeryüzünde hayatın nasıl başladığını öğrenmek isteyen Vikipedia’da “abiyogenez” yazarak detaylara ulaşabilir.

DNA molekülü ortaya çıktıktan sonraki süreçte bir hücre zarı ile çevreleniyor ve böylece molekülün bulunduğu ortam dışarıdaki ortamdan yalıtılarak, ilkel tek hücreliler ortaya çıkıyor. Doğal olarak bu tek hücreliler arasında da rekabet var ve değişen şartlara ayak uyduramayan türler yok oluyor, şartlara uyum gösterenler ise yaşamaya devam ediyor. Yaklaşık 750 milyon yıl öncesine kadar dünyada sadece tek hücreliler var ve hayat denizlerde devam ediyor. Fazla detaya girmeyelim, her bir tek hücreli türü kendine has bir DNA’ya sahip ve tüm bu türler sürekli olarak rekabet halinde. Çünkü kaynaklar sınırlı ve hem bu kaynaklara erişebilmek için, hem de sürekli olarak değişen ortama uyum sağlayabilmek için sürekli olarak kendini geliştirmen gerekiyor. Bu gelişim nasıl sağlanabilir? Elbette ki kalıtsal materyalin aktarıldığı gelecek kuşaklar sayesinde.

Bu aşamada devreye giren iki önemli dinamik, mutasyonlar ve doğal seçilimdir. Mutasyonlar, DNA dizilimindeki nükleotidlerin, sonraki kuşaklara aktarılmak üzere kopyalanması esnasında meydana gelen kopyalama hatalarıdır. Yaklaşık 10 binde bir gibi kopyalama hatası oranı olağandır. Mutasyonlar rastgeledir, yüzde 99 oranda zararlıdırlar ve canlının yaşamasına olanak tanımazlar. Ancak mutasyonların yüzde biri ya nötr’dür, yani etkisizdir yada faydalıdır. Doğal seçilim ise asla rastgele değildir. Faydalı mutasyonlar, bireylere avantaj sağladığında, doğal seçilim yolu ile seçilir ve türe ait gen havuzundaki frekansı yükselir. Örneğin, bir çita yavrusu, bir mutasyon sayesinde diğer yavrulardan bir miktar daha hızlı koşuyor diyelim. Bu durumda bu yavrunun av yakalama şansı diğer yavrulara göre daha fazla olacağından, hayatta kalma ve genlerini aktarma şansı da diğerlerine göre daha fazla olacak ve doğal seçilim daha hızlı çitalar yönünde işleyecektir. Buna paralel olarak, çitalardan daha kolay kaçabilen hızlı ceylan yavruları da doğal seçilim ile seçilecek ve bu şekilde, bugün olduğu gibi, rekabet halinde olan iki türe ait bireyler giderek daha hızlı koşar hale gelecektir. Bu sürece kısaca “evrim” adını veriyoruz.

Doğada gözlemlediğimiz bu rekabet ortamı, aslında DNA’ların rekabetinden başka bir şey değildir. Rekabet halindeki bireylerin sahibi DNA molekülleridir, bu bireyleri belli bir süreyle bir vasıta olarak kullanır ve zamanı geldiğinde kendini bir sonraki kuşağa aktararak var olmaya devam eder. Bireyler geçici, DNA molekülleri ise kalıcıdır.

Gelelim insana… Diğer tüm canlı türleri için geçerli olan aynen bizim için de geçerlidir. Biz insanlar da aslında, çeşitli türlere ait DNA molekülleri arasında süregelen bir rekabetin bir parçası olarak, bu moleküllerin belli bir süreyle taşınması ve zamanı geldiğinde, şartlara daha fazla uyum sağlamaya olanak sağlayan, daha güçlü, daha zeki vesaire DNA moleküllerinin ortaya çıkabilmesi için yaşayan DNA aktarma vasıtalarıyız. Gerçekten çok enteresan, ancak bizi biz yapan bu molekül, vücudumuzun gerçek sahibi ve bizler de bu molekülü belli bir süreyle üzerinde barındıran ve gelecek kuşaklara aktaran araçlarız. Bizler faniyiz, DNA molekülü ise ölümsüz.

Peki, herhangi bir şekilde bilinci olmayan bir molekül nasıl oluyor da bizi böyle yönlendirebiliyor? Elbette ki doğal seçilim sayesinde. Şöyle ki; karşı cinse daha çok ilgi duyan bireylerin genlerini aktarma şansı daha yüksek olacak, aynı zamanda çocuklarını tehlikelerden koruyan bireylerin çocuklarının yaşama şansı da doğal olarak daha yüksek olacaktır. Böylece, hem karşı cinse ilgi duyan, hem de çocuklarını koruyup kollayan bireylere ait genler daha fazla aktarılacağı için, türü oluşturan gen havuzundaki oranları çoğalacak ve bugünkü duruma gelecektir. Bugün baktığımız zaman, insanların büyük çoğunluğu karşı cinse ilgi duyuyor ve içgüdüsel olarak çocuklarını seviyor ve üzerine titriyor. Bütün bunlar, DNA molekülünün aktarılması ve korunmasına yönelik, evrimsel süreçte ortaya çıkan içgüdüsel davranışlardır ve hayatımızın büyük bir bölümü üzerinde belirleyici olmaktadır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yaşamın bir anlamı olmak zorunda mı? Anlam olmadığını anlattım zaten. Yaşam, DNA'nın kendini kopyalama ve değişen koşullara uyum sağlama ihtiyacının bir yan ürünüdür, o kadar. Bununla birlikte, insanoğlu yakın gelecekte DNA'sına tamamen hakim olacak, ölümsüzlüğün keşfedilmesi ve beyinsel aktivitenin sayısal ortama aktarılması ile birlikte insanoğlu hayatını DNA'nın kopyalama baskısından kurtaracaktır. Böyle bir durumda hayatın tanımı değişecek, ancak yine de ruhani bir anlamı olmayacaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yaşamın bir anlamı olmak zorunda mı? Anlam olmadığını anlattım zaten. Yaşam, DNA'nın kendini kopyalama ve değişen koşullara uyum sağlama ihtiyacının bir yan ürünüdür, o kadar. Bununla birlikte, insanoğlu yakın gelecekte DNA'sına tamamen hakim olacak, ölümsüzlüğün keşfedilmesi ve beyinsel aktivitenin sayısal ortama aktarılması ile birlikte insanoğlu hayatını DNA'nın kopyalama baskısından kurtaracaktır. Böyle bir durumda hayatın tanımı değişecek, ancak yine de ruhani bir anlamı olmayacaktır.

Böyle bir mizansenin gerçekleşeceği kesin değil. Muhtemelen gerçekleşmeyecek.

Yaşam DNA'nın kendini kopyalama ve değişen koşullara uyum sağlama ihtiyacının bir yan ürünü değildir.

DNA olmadan da yaşam mümkündür. Hatta RNA'nın bile aracılık yapmadığı bir yaşam şekli mümkündür.

Yaşam varlığını termodinamik kanunlara, özellikle entropi kanununa borçludur.

Yaşam neden var sorusunun cevabını verirseniz, yaşamın anlamının ne olduğunu anlarsınız.

Yaşamın anlamı bu sorunun cevabında gizlidir.

Yaşam neden var?

Evrende yaşam entropi ve maksimum entropi üretimi yasalarını tatmin etmek için vardır.

Bu yasalar yaşamın anlamını oluştururlar.

Madde entropi kanunlarına boyun eğme sürecini deneyimlerken canlı dediğimiz özellikler kazanmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Böyle bir mizansenin gerçekleşeceği kesin değil. Muhtemelen gerçekleşmeyecek.

Elbette ki birkaç yüzyıl gibi bir süre sonra, nöronlar arası etkileşimin kimyası ve snaps bağlantı haritaları çıkarıldıktan sonra beyinsel aktivitenin sayısal ortama aktarılmasının neden muhtemelen mümkün olmayacağını düşünüyorsunuz? Konunun sizin uzmanlık alanının olduğunu bilerek soruyorum bu soruyu. Aslında böyle birşey kişinin sonsuza dek ölümsüz olmasını sağlar, kişi sayısal ortamda hayatına aynen devam eder, herhangi bir tehlikeye karşı yedekleri bile alınabilir. Haksız mıyım?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Elbette ki birkaç yüzyıl gibi bir süre sonra, nöronlar arası etkileşimin kimyası ve snaps bağlantı haritaları çıkarıldıktan sonra beyinsel aktivitenin sayısal ortama aktarılmasının neden muhtemelen mümkün olmayacağını düşünüyorsunuz? Konunun sizin uzmanlık alanının olduğunu bilerek soruyorum bu soruyu. Aslında böyle birşey kişinin sonsuza dek ölümsüz olmasını sağlar, kişi sayısal ortamda hayatına aynen devam eder, herhangi bir tehlikeye karşı yedekleri bile alınabilir. Haksız mıyım?

Bilim ancak fizik kanunlarının izin verdiği kadar ilerler. Onlarsız ilerlemez. Ama bu konuda bile kesin bir söz söylemek mümkün değil. Geleceği nasıl tanımlıyoruz? Birkaç yıl mı? Bin yıl mı, bir milyon yıl mı, bir milyar yıl mı? Bu görüşünüz bu zaman dilimlerinin birinde gerçekleşebilir.

İlerde yaşama verilen anlam değişebilir elbette. Bizim yaşama verdiğimiz anlam bu günkü bilgilerle sınırlı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yaşamın bir anlamı olmak zorunda mı? Anlam olmadığını anlattım zaten. Yaşam, DNA'nın kendini kopyalama ve değişen koşullara uyum sağlama ihtiyacının bir yan ürünüdür, o kadar. Bununla birlikte, insanoğlu yakın gelecekte DNA'sına tamamen hakim olacak, ölümsüzlüğün keşfedilmesi ve beyinsel aktivitenin sayısal ortama aktarılması ile birlikte insanoğlu hayatını DNA'nın kopyalama baskısından kurtaracaktır. Böyle bir durumda hayatın tanımı değişecek, ancak yine de ruhani bir anlamı olmayacaktır.

Hayat bilgi işleme temellidir.

Organizmanın çevresinden aldığı bilgileri işleyip/yorumlayıp yine çevresine uyum sağlayacak şekilde kendisini programlaması.

Yani, çervresine uyum sağlayarak düzensizliğini azaltması. Bu da entropisini (rastgeleliğini) azaltması demektir.

Başlangıcından sonuna kadar hep aynı algoritma işliyor. O nedenle; Hacı'nın "neden aynı zamanda amaçtır" argümanı çok doğru bir argüman.

Gelecekte de hiçbir şey değişmeyecektir. Bilgi temelli işleyiş devam edecektir. Evren simülasyondur, hesaplamadır.

tarihinde vitamin tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...