Jump to content

Varlığın temeli üzerine


Recommended Posts

Tesisatçı leonard Susskind si ara .

Babama fizikçi olmak istediğimi söylediğim zaman, Hayatta olmaz, eczanede çalışmayacaksın dedi. Ben de hayır, eczacı değil, fizikçi, Einstein gibi dedim. Göğsüme tesisat borusuyla vurup, Mühendis olmayacaksın, Einstein olacaksın dedi.

Evet anlatığın hikaye Leonard Susskind'in. Bir videosunda dinlemiştim.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 46
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

olasılık dalgası gerçek anlamda bir şey değil ise nasıl oluyor da çift yarık deneyinde ölçülmediğindeki davranışı sanki bir deniz dalgası gibi sonuç veriyor...

Doğanın yapısı bu şekilde.

Aslında, filmi sondan başa sararak hareket ettiğimizde parçacık dediğimiz şeylerin temelde dalga özelliği taşırlarsa ancak bu şekilde davranabileceklerini anlıyoruz.

Kimse gerçekte bir dalga gözlemlemiyor ve bu durumu anlayabilmek için çeşitli yaklaşımlar geliştiriliyor, nihayetinde bunun bir olasılık dalgası olduğu kabul ediliyor.

Bu kısımda hayal gücümüzü çalıştırmamı gerekiyor. Kabaca madde dediğimiz şey üzerinde bir ölçüm/gözlem yapılmadığı zaman çözülmüş gibi ortama yayılıyor.

Bir duman gibi. Ancak bu durumdayken ne bir kütleden ne bir konumdan ne bir enerjiden söz edemiyoruz çünkü yoklar. Belli bir konumda bulunan, hacmi, kütlesi/enerjisi olan bildiğimiz anlamdaki bir madde ortada yok. Süperman'ın x-ray gözleri gibi bir alanı taradığımızda (yani ölçüm yaptığımızda) o konumda bir parçacık gözlemleme olasılığı var ise yani olasılık dalgasının durumlarından bir tanesi orada parçacık veriyorsa o konumda bir parçacık gözlemleyebiliyoruz. Gözlemliyoruz demiyorum çünkü olası durumlar birden fazla iken bu olası durumlardan sadece bir tanesinde gerçekte parçacık gözlemleyebiliyoruz.

Zaten kuantum fiziğinin anlaşılamaması bildiğimiz gerçeklikle bağdaşmayan sonuçlarının olması nedeniyledir. Doğanın temelde yapısı bu şekilde olasılıksal. Kuantum fiziği doğadaki bu davranışı anlamak için geliştirilen bir model. İnsanlığın geliştirdiği en kesin sonuçlar üreten bir model.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 weeks later...

Maddeyi varlığın temeli olarak kabul edecek olursak, cansız ve hiçbir bilinci olmayan maddenin, hiçlikten canlılığa ulaştığını kabul etmiş oluruz.
Çünkü bilinç ve canlılık olmadan, madde kendisi için bir "hiç" hükmündedir.
Şu soru ile bu gerçeğin doğrulamasını yapabiliriz;
Evrende en ufak bir hissiyatı olmayan bir canlı bile olmaksızın, madde kendisi için bir değer ifade edebilir mi...?

Ayrıca hiçbir şey, "yoktan var" olamayacağına göre, "bilinç" dediğimiz, bilginin ve bilimin mutlak temeli olan, var olmadığında hiçbir gerçekten söz edilmesinin dahi mümkün olmadığı, evrendeki en önemli ve değerli olgu, yoktan varolmuş olacaktır...
Ve "madde" denilen hiçlik, her ne olduysa artık kendini bilmeye karar vermiş olacaktır!

Sonuçta şu anlaşılıyorki, evrenin gerçeği madde değil, canlılık ve bilinçtir.
Bu bilincin tanrısal olmadığını, hem doğanın insan zekası ile çözülebilir nitelikte olmasından, hem de bilinçli canlılar arasında, olağanüstü büyük bir güç tespit edilmediği için rahatlıkla söyleyebiliriz.

Teistik açıdan bakarsak, zaten doğa olayları bile mudahil tanrı iddialarıyla çelişkilidir.

Demekki bu bilinç, evrenin zaten doğasında varolan bir canlılığı ifade ediyor.
Kuantum da, bence evrendeki bir iletişim sistemi olabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Olasılık dalgası diye bir şey yok. Daha doğrusu, bu şekilde bir şey yok. Yani, olasılık dalgası kavramı farklı anlaşılan bir şey. Bu size, bir parçacığın vesaire nerede olduğuna dair bir olasılıklar listesi sunmaz. Bu, bizzat, parçacığın o anda var olduğu zaman/mekanı ifade eder ki, bu da bir anda bir sürü yerde birden olmak demektir. Velakin, parçacık mekanda bir sürü yerde birden olduğunda, bir kütle, sabit yapı değil, bir dalga gibi davranır. Yani bir maksimum, sıfır ve minimum değeri arasında gider gelir.

Olasılık dalgası denen şey, nesnenin aynı anda var olduğu uzayı kapsar.

Bir nesne, olasılık dalgası dediğiniz uzanım boyunca her yerde birden mevcuttur. Ve bu ilginç bir şekilde zamana da saridir. Ama, bu durumda, dalga denklemini zamana uygulamaya çıkarsan, uygulanamaz. Bu nedenle de kuantum mekaniği ile newton mekaniği arasında bir ilişki serilememiştir. Sonuçta, kuantum fiziği ile normal fizik uyuşmaz denir geçilir.

Bu nedenle, kuantum seviyesinde aynı anda bir sürü yerde olabilen parçacık, tipik fizik olarak bir anda tek bir yerde olabiliyor olur. Velakin, çift yarık deneyi veya casimir efekti gibi mevzularda, kuantum seviyesi bu durum gözlenebilir bir fenomen olarak karşımıza gelir.

Daha önce de söyledim, bu aslında mümkündür. Hilbert transformasyonu ile ikisini bağlayabilirsin. Velakin bu durumda, zaman her zaman sıfır çıkar.

Bu da aslolarak, zamanın var olmadığını gösterir. Ya da, kuantumla diğer fizik uymadığını da gösterebilir. Fakat, kuantum madde ise aslen, maddenin en alt seviyelerindne biri ise, bu ikisinin uyumsuz olduğunu söylemek bence abestir.

Bakılması gereken şey zaman. Zaman dediğimiz şey, aslolarak düz bir dünya gibi aslında. Yani, bir doğma, bir yanılgı ve gördüğümüz gibi değil. Eğer zamanın hakikatini bulabilirsek, o zaman bu konular anlaşılmış olacak.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Olasılık dalgası diye bir şey yok. Daha doğrusu, bu şekilde bir şey yok. Yani, olasılık dalgası kavramı farklı anlaşılan bir şey. Bu size, bir parçacığın vesaire nerede olduğuna dair bir olasılıklar listesi sunmaz. Bu, bizzat, parçacığın o anda var olduğu zaman/mekanı ifade eder ki, bu da bir anda bir sürü yerde birden olmak demektir. Velakin, parçacık mekanda bir sürü yerde birden olduğunda, bir kütle, sabit yapı değil, bir dalga gibi davranır. Yani bir maksimum, sıfır ve minimum değeri arasında gider gelir.

Masal anlatıp durma.

>> Bu, bizzat, parçacığın o anda var olduğu zaman/mekanı ifade eder ki, bu da bir anda bir sürü yerde birden olmak demektir.

Bu nasıl bir cümle? Hem parçacığın var olduğu zaman/mekanı ifade eder diyorsun peşinden de birden fazla yerde aynı anda var olduğunu söylüyorsun.

Var olan şey sadece bir konumda bulunur. Varlık öncesi durumda var olduğu bir konumdan söz edilemez, enerjisi, momentumu gibi özelliklerinden de söz edilemez. Çünkü yoklar. Parçacık varken varlar, yokken yoklar.

Parçacığın var olduğu konumu verir diye bir şey yok. Ona belli bir konum veren senin ölçüm yapıp yapmama isteğin. Sen nasıl istersen evren öyle davranır. Gerçekliği sen var edersin, yoksa her şey potansiyel haldedir.

Fonksiyona sadece eğer ben bir gözlem yaparsam x1 konumunda veya x1 ile x2 konumları arasında parçacık gözlemleme olasılığım ne gibi sorular sorabilirsin. O da sana x1'de veya x1 ile x2 arasında parçacık gözlemleme olasılığın 0.25, 0.10, 0.00, vs. olur gibi sonuçlar verir. Direk parçacık şu konumda gözlemlenir demez. Öyle bir bilgi yok.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Masal anlatıp durma.

>> Bu, bizzat, parçacığın o anda var olduğu zaman/mekanı ifade eder ki, bu da bir anda bir sürü yerde birden olmak demektir.

Bu nasıl bir cümle? Hem parçacığın var olduğu zaman/mekanı ifade eder diyorsun peşinden de birden fazla yerde aynı anda var olduğunu söylüyorsun.

Var olan şey sadece bir konumda bulunur. Varlık öncesi durumda var olduğu bir konumdan söz edilemez, enerjisi, momentumu gibi özelliklerinden de söz edilemez. Çünkü yoklar. Parçacık varken varlar, yokken yoklar.

Parçacığın var olduğu konumu verir diye bir şey yok. Ona belli bir konum veren senin ölçüm yapıp yapmama isteğin. Sen nasıl istersen evren öyle davranır. Gerçekliği sen var edersin, yoksa her şey potansiyel haldedir.

Fonksiyona sadece eğer ben bir gözlem yaparsam x1 konumunda veya x1 ile x2 konumları arasında parçacık gözlemleme olasılığım ne gibi sorular sorabilirsin. O da sana x1'de veya x1 ile x2 arasında parçacık gözlemleme olasılığın 0.25, 0.10, 0.00, vs. olur gibi sonuçlar verir. Direk parçacık şu konumda gözlemlenir demez. Öyle bir bilgi yok.

Anlamanın bu kadar kıt olduğunu düşünmüyorum şahsen.

Bir parçacığın yerini, tek bir zaman/mekan koordinatı olarak gösterir diyen oldu mu sana/buraya?

Hala anlamış değilsin, sen ölçene kadar, o parçacık, aynı anda her yerde olabilir. Evet, biliyorum, anlaman çok zor... Kasma hiç, git kumda oyna, bayırda kelebek ara, mantarların üremesini araştır filan. Aşar seni bu işler, zira, hala bunu anlayamamış, ama deli tuttuğunu hesabı aynı şeyleri geveleyip durmanda belli senin çapın..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Anlamanın bu kadar kıt olduğunu düşünmüyorum şahsen.

Bir parçacığın yerini, tek bir zaman/mekan koordinatı olarak gösterir diyen oldu mu sana/buraya?

Hala anlamış değilsin, sen ölçene kadar, o parçacık, aynı anda her yerde olabilir. Evet, biliyorum, anlaman çok zor... Kasma hiç, git kumda oyna, bayırda kelebek ara, mantarların üremesini araştır filan. Aşar seni bu işler, zira, hala bunu anlayamamış, ama deli tuttuğunu hesabı aynı şeyleri geveleyip durmanda belli senin çapın..

Cevabın bile boş. Egoyu bırak artık.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 months later...

Maddesel olarak algıladığımız içinde yaşadığımız bu alem potansiyaller aleminin tezahürüdür.

Neden?

Kuantum fiziği bize der ki, bir temel parçacık ile etkileşmeye girilmediği sürece yani konumu, kütlesi şuyu buyu bilinmek istenmediği sürece ya da ölçülmediği sürece, parçacık yalnız başınayken artık parçacık halinde değil bir olasılık dalgası halindedir.

Bu olasılık dalgası dediğimiz şey maddesel bir şey değildir, sayısal bir şeydir, 1/2, 1/5, 2/3, vs gibi, madde veya enerji taşımaz. Ancak görünen düzeni belirleyen bu olasılık dalgalarıdır. Girişimleri hangi atomların, moleküllerin ortaya çıkacağını belirler. Bildiğimiz maddesel evreni var eden bunlardır.

Bir olasılık dalgası, ölçüm yapıldığında parçacık (madde) ortaya çıkabilecek konumların olasılıklarını veren bir matematiksel fonksiyondur.

Parçacık bu konumlarda bulunabilme potansiyeline sahiptir ancak ölçüm yapıldığında bu potansiyel konumlardan sadece birinde ortaya çıkar (realize olur, gerçekleşir, belli bir konum alır).

Parçacık bu potansiyel konumlarda aynı anda var değildir, çünkü henüz var durumunda değildir, var olabilme durumundadır, belli konumlarda var olabilme potansiyeline sahiptir ancak gerçekte sadece birinde var olacaktır.

Potansiyel, gerçek olmayan ama gerçek olabilecek olandır. Düşüncelerimiz doğaları gereği potansiyel haldedirler. Ben sizin düşüncelerinizi siz de benim düşüncelerimi bilemezsiniz çünkü gerçekleşmemişlerdir, gerçekleşebilme potansiyeline sahiptirler. Ancak ben onları yazıya dökerek gerçek, bilinebilir duruma geçirebilirim, düşüncelerimi yazıyla tezahür ettirebilirim.

İşte, görünenin ötesindeki bu potansiyel durum maddenin özüdür. Bu öz düşünce gibidir, ideadır.

Varlığın temeli bu nedenle idealizme dayanır, materyalizme değil.

Bu konuyu tekrardan alintilamakta fayda var...
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu konuyu tekrardan alintilamakta fayda var...

Alıntılayınca doğru mu olmuş oluyor al :

Kesinsizlik İlkesi*

Evrensel bir teori olarak Newton mekaniğinin gerçek ölüm çanları, 20. yüzyılın başlarında kuantum mekaniğinin beşiğinde duran Einstein, Schrödinger, Heisenberg ve diğer bilimciler tarafından çalınmıştı. “Elementer parçacıklar”ın davranışları klasik mekanik tarafından açıklanamıyordu. Yeni bir matematik geliştirilmeliydi.

Bu matematikte, “faz-uzayı” gibi, “operatörler” gibi önemli rol oynayan kavramlar mevcuttur. Faz-uzayında, bir sistem, koordinat olarak kendi serbestlik dereceleri olan bir nokta olarak tanımlanır. Operatörler ise, bizzat büyüklükten ziyade daha çok işleme benzemesi anlamında cebirsel büyüklüklerle uyuşmayan büyüklüklerdir (aslında sabit özellikleri değil ilişkileri ifade ederler). Olasılık da çok önemli bir rol oynar, ama “içkin olasılık” anlamında: bu kuantum mekaniğinin başlıca karakteristiklerinden biridir. Gerçekte kuantum mekanik sistemler, izleyebilecekleri tüm olası yolların üst üste binmesi olarak yorumlanmalıdırlar.

Kuantum parçacıklar ancak bu parçacıkların “fiili” ve “zımni” durumları arasındaki bir iç ilişkiler kümesi olarak tanımlanabilirler. Bu anlamda tamamen diyalektiktirler. Bu parçacıkların şu veya bu şekilde ölçülmesi sadece “aktüel” durumun açığa çıkmasına yol açar ki, bu “aktüel” durum aslında bütünün görünümlerinden yalnızca biridir (bu paradoks “Shrödinger’in kedisi” hikâyesiyle popüler bir tarzda ortaya konulur). Bu, “dalga fonksiyonunun çöküşü” olarak adlandırılır ve Heisenberg kesinsizlik ilkesiyle ifade edilir. Kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliğe getirdiği bu tümüyle yeni bakış tarzı, çok uzun bir süre boyunca diğer bilimsel disiplinler tarafından “karantina altında” tutuldu. İstisnai bir mekanik türü olarak, yalnızca elementer parçacıkların davranışlarını betimlemeye yarayacak bir şey olarak, klasik mekaniğin kurallarının bir istisnası olarak, herhangi bir önemi olmayan bir şey olarak görüldü.

Eski kesinliklerin yerine artık kesinsizlik hüküm sürecekti. Atomaltı parçacıkların hayal bile edilemez büyüklükteki hızlarla yaptıkları görünüşte rastlantısal hareketler, eski mekaniğin kavramlarıyla açıklanamıyordu. Bilim bir açmaza girdiğinde, artık olguları açıklayamaz hale geldiğinde, bir devrim için ve yeni bir bilimin ortaya çıkışı için zemin hazırlanmış demektir. Ne var ki, yeni bilim, başlangıçtaki biçimleri itibariyle, henüz tümüyle gelişmiş değildir. Ancak bir dönem sonra kendi nihai ve tamamlanmış biçimini ortaya koyar. Bir doğaçlama, bir belirsizlik aşaması, değişken ve sık sık birbirleriyle çelişen yorumlar aşaması, ilk başlarda hemen hemen kaçınılmazdır.

Son onyıllarda, doğanın sözde “stokastik” (“rastlantısal”) yorumuyla determinizm arasında bir tartışma başlamıştır. Temel sorun şu ki, bu tartışmada zorunluluk ve tesadüf mutlak karşıtlıklar, karşılıklı olarak birbirlerini dışlayan zıtlıklar olarak ele alınmaktadır. Böylece, her ikisi de doğanın karmaşık ve çelişik işleyişini açıklamakta yetersiz kalan iki zıt görüşe varırız.

Alman fizikçi Werner Heisenberg, kuantum mekaniğinin kendine has bir versiyonunu geliştirdi. 1932’de, matris mekaniği sistemiyle Nobel fizik ödülünü aldı. Bu mekanik, elektron orbitallerinin enerji düzeylerini yalnızca sayılar aracılığıyla, herhangi bir resme başvurmaksızın tanımlıyordu. Böylelikle “parçacık” ile “dalga” arasındaki çelişkinin neden olduğu sorunları, olguyu gözümüzde canlandırma çabalarından bütünüyle vazgeçerek ve onu saf matematiksel soyutlama içerisinde ele alarak çözmeyi ummuştu. Erwin Schrödinger’in dalga mekaniği de, Heisenberg’in matris mekaniğiyle aynı soruna yoğunlaşır, ancak mutlak matematiksel soyutlama âlemine geri çekilme ihtiyacı duymaksızın. Fizikçilerin çoğu çok daha az soyut gözüken Schrödinger’in yaklaşımını tercih ettiler ve yanılmadılar. 1944’te, Amerikalı-Macar matematikçi John von Neumann, matris mekaniğiyle dalga mekaniğinin matematiksel olarak eşdeğer olduğunu kanıtladı, ikisi de tamamen aynı sonuçları verebiliyorlardı.

Heisenberg, kuantum mekaniğinde bazı önemli ilerlemeler kaydetmişti. Ne var ki onun tüm yaklaşımına sinen şey, felsefi idealizmin kendine has damgasını bu yeni bilimin üzerine vurma azmiydi. Buradan kuantum mekaniğinin “Kopenhag yorumu” denilen şey doğdu. Bu yaklaşım gerçekten de bilimsel bir düşünce ekolü kılığına ustalıkla bürünmüş bir tür öznel idealizmdi. “Werner Heisenberg” diye yazar Isaac Asimov, “parçacıkları ve bizzat fiziği neredeyse bir bilinemezler âlemine fırlatıp atan temel bir sorunu ortaya koymaya girişti.[1] Kullanılacak doğru kelime budur. Buradabilinmeyenle ilgilenmiyoruz. Bu, bilimde her zaman mevcuttur. Bilimin tüm serüveni bilinmeyenden bilinene, bilgisizlikten bilgiye ilerleyiştir. Ama insanlar bilinmeyenibilinemez ile karıştırdıklarında ciddi bir zorluk ortaya çıkar. “Bilmiyoruz” ile “bilemeyiz” sözcükleri arasında temel bir farklılık vardır. Bilim, nesnel dünyanın varolduğu ve tarafımızdan bilinebileceği temel düşüncesinden hareket eder.

Ne var ki, tüm felsefe tarihinde, şu veya bu nedenle “bilemeyeceğimiz” bazı şeylerin olduğunu iddia etmek için, insanın kavrama kabiliyetine sınır koyma çabaları yinelenip durmuştur. Bu nedenle Kant, yalnızca görünümleri bilebileceğimizi ama kendinde-şeyleri bilemeyeceğimizi iddia etmişti. Kant bu düşüncesinde aslında Hume’un şüpheciliğinin, Berkeley’in öznel idealizminin ve sofistlerin ayak izlerini takip ediyordu: Dünyayı bilemeyiz.

1927’de, Werner Heisenberg meşhur “kesinsizlik ilkesini” geliştirdi. Bu ilkeye göre, bir parçacığın konum ve hızını aynı anda istenilen bir kesinlikte belirlemek imkânsızdır. Parçacığın konumu ne kadar kesin ise, momentumu o kadar kesin değildir, ve tersi. (Bu durum diğer özgün özellik çiftleri için de geçerlidir). Farklı yönlerde saniyede 5000 mil hızla hareket eden bir parçacığın hız ve konumunu kesin olarak saptamaktaki zorluk apaçık ortadadır. Ne var ki, buradan, neden ve sonucun (nedenselliğin) genel olarak varolmadığı sonucunu çıkarmak bütünüyle yanlış bir önermedir.

Heisenberg, bir elektronun konumuna nasıl karar verebiliriz sorusunu sorar. Ona bakarak. Ama eğer güçlü bir mikroskop kullanıyorsak, bu, ona bir ışık parçacığını, yani bir fotonu çarptırdığımız anlamına gelir. Işık bir parçacık olarak davrandığına göre, kaçınılmaz olarak gözlenen parçacığın momentumunu altüst edecektir. Bu nedenle, onu tam da gözlemleme eylemiyle değiştiririz. Uyarım öngörülemez ve kontrol edilemez olacaktır, çünkü (en azından mevcut kuantum teorisinde) ışık kuantasının saçılarak merceğe gelme açısını tam olarak önceden kestirme ve kontrol edebilme imkânı yoktur. Konumun doğru belirlenmesi kısa dalga boylu ışığın kullanılmasını gerektirdiğinden, büyük ama öngörülemez ve kontrol edilemez bir momentum elektrona aktarılır. Diğer taraftan, momentumun doğru belirlenmesi, çok düşük momentumlu (ve bu nedenle de büyük dalga boylu) ışık kuantasının kullanımını gerektirir ki, bu da büyük bir kırınım açısı ve böylelikle de konumun kötü bir tespiti anlamına gelir. Konum ne kadar doğrulukla saptanırsa, momentum o kadar az bir doğrulukla tanımlanabilir, ve tersi.

Peki bu sorundan yeni elektron mikroskopları geliştirerek kurtulabilir miyiz? Heisenberg’in teorisine göre hayır. Tüm enerji kuantalarla taşındığına ve tüm maddeler hem bir dalga hem de bir parçacık olarak davranma özelliğine sahip olduğuna göre, kullandığımız her tip aygıt bu kesinsizlik (ya da belirsizlik) ilkesinin hükmü altında olacaktır. Aslında, kesinsizlik ilkesi kavramı yanlıştır, çünkü burada ileri sürülen şey yalnızca, ölçme sorunlarından ötürü kesin hükümlere varamayacağımız değildir. Teori,maddenin tüm biçimlerinin tam da kendi doğasından ötürü belirsiz olduğunu ima etmektedir. David Bohm Modern Fizikte Nedensellik ve Tesadüf adlı kitabında şunları söylüyor:

Böylelikle kuantum teorisinin alışılmış yorumlarında nedensellikten vazgeçilmesi, yalnızca atomik düzeydeki nedensellik yasalarının kapsamına girebilecek değişkenlerin tam değerlerini ölçmekteki aczimizin bir sonucu olarak değil, daha ziyade böyle yasaların varolmadığı gerçeğinin bir yansıması olarak düşünülmelidir.

Heisenberg, belirsizliği, gelişiminin özel bir aşamasında kuantum teorisinin özgün bir görünümü olarak görmektense, doğanın temel ve evrensel bir yasası olarak postüla etti ve doğanın diğer tüm yasalarının bununla uyum içerisinde olması gerektiğini kabul etti. Bu yaklaşım, bilimin geçmişte düzensiz dalgalanmalar ve tesadüfi hareketlerle ilişkili sorunlarla karşı karşıya kaldığı andaki yaklaşımından tamamen farklıdır. Hiç kimse, bir gazın içindeki tekil bir molekülün kesin hareketini belirlemenin ya da özel bir araba kazasının tüm ayrıntılarını önceden kestirmenin mümkün olduğunu düşünmez. Ama böylesi olgulardan genel olarak nedenselliğin varolmadığı sonucunu çıkarmaya kalkışan bir girişim daha önce asla söz konusu olmamıştı.

Ama yine de, belirsizlik ilkesinden tam da bu sonucu çıkartmaya davet ediliyoruz. Bilimciler ve idealist filozoflar genel olarak nedenselliğin varolmadığını iddia etmeye devam ettiler. Bir başka deyişle, neden ve sonuç yoktur. Böylelikle doğa bütünüyle nedensiz, tesadüfi bir şey olarak görünür. Tüm evren öngörülemez bir şeydir. Hiçbir şeyden “emin olamayız”. “Bunun yerine, herhangi bir özel deneyde, elde edilecek kesinsonuçların tamamen keyfi olduğu, yani bu sonuçların dünyada şu an varolan ya da hep varolmuş olan herhangi bir şeyle ne türden olursa olsun bir ilişkisi olmadığı varsayılır.”[2]

Bu tutum yalnızca bilimin değil aynı zamanda genel olarak akılcı düşüncenin de tamamen yadsınmasıdır. Eğer neden ve sonuç yoksa, yalnızca herhangi bir şeyi önceden kestirmek değil, herhangi bir şeyi açıklamak da mümkün değildir. Kendimizi yalnızca olan şeyi tanımlamakla sınırlayabiliriz. Ama gerçekte, bu kadarını bile yapamayız, çünkü herhangi bir şeyin kendimiz ve duyularımız dışında varolduğundan bile emin olamayız. Bu ise bizi tam da öznel idealizm felsefesine geri götürür. Bu bize antik Yunanlı sofist filozofların tartışmasını hatırlatıyor: “Dünya hakkında hiçbir şey bilemem. Bir şey bilebilsem bile anlayamam. Anlasam da anlatamam.

“Belirsizlik ilkesinin” gerçekte ifade ettiği şey, klasik mekaniğin sade denklemlerine ve ölçümlerine uymayan atomaltı parçacıkların hareketinin anlaşılması son derece zor karakteridir. Heisenberg’in fiziğe katkısından şüphe duyulamaz. Sorun, onun kuantum mekaniğinden çıkardığı felsefi sonuçlardır. Bir elektronun konum ve momentumunu kesin olarak ölçemeyeceğimiz gerçeği en küçük bir şekilde bile, burada nesnelliğin olmadığı anlamına gelmez. Öznel düşünme tarzı kuantum mekaniğinin sözde Kopenhag ekolüne nüfuz etmiştir. Niels Bohr şunu ifade edecek kadar ileri gitmişti; “fiziğin görevi doğanın nasıl bir şey olduğunu anlamaktır diye düşünmek yanlıştır. Fizik doğa hakkında söyleyebileceklerimizle ilgilenir.

Fizikçi John Wheeler “hiç bir olgu, gözlenmiş bir olgu olana dek gerçek bir olgu değildir” fikrini sürdürür. Ve Max Born aynı öznelci felsefeyi tam bir açıklıkla telaffuz eder:

Einstein, Bohr ve benim ait olduğum kuşak, bizden bağımsız değişmez yasalara göre serpilip gelişen nesnel bir fiziksel dünyanın varolduğunu düşünüyordu; bu süreci tiyatroda bir oyunu izleyen seyirciler gibi seyrediyorduk. Einstein hâlâ bilimsel gözlemci ile onun konusu arasındaki ilişkinin bu olması gerektiğine inanıyor.[3]

Burada karşımızda duran şey bilimsel bir değerlendirme değil, belli bir dünya görüşünü –kuantum teorisinin Kopenhag yorumuna tümüyle nüfuz etmiş olan öznel idealizmi– yansıtan felsefi bir kanıdır. Birçok seçkin bilimci, bilimin tüm bakış tarzına ve yöntemine ters düşen bu öznelciliğe karşı durdular. Bunlar arasında Einstein, Max Planck, Louis de Broglie ve Erwin Schrödinger de vardı ve hepsi de yeni fiziğin gelişiminde en azından Heisenberg kadar önemli bir rol oynamışlardı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Heisenberg’in fiziğe katkısından şüphe duyulamaz. Sorun, onun kuantum mekaniğinden çıkardığı felsefi sonuçlardır.

Gayet güzel bir yazı ancak yazar bunu yazarken acıdan kıvranmış adeta, belli etmemeye çalışsa da araya serpiştirdiği kişisel görüşleri kendisini ele veriyor. Buna rağmen güzel bir derleme yapmış.

Yalnız şu yukarıdaki cümlesine bir eleştirim var;

Kuantum fiziğinin kurucularından birinin uzmanı olduğu bir alandan yazarın hoşuna gitmeyen felsefi sonuçlar çıkarması rahatsız ediyor ve bunu sübjektif(!) olarak "sorun" diye niteliyor. Öte yandan ise kendisi (büyük ihtimal felsefeye kuantum fiziğinden daha yakın) kuantum fiziği ile ilgili neyin doğru neyin yanlış olması gerektiğini ileri sürecek kadar da rahat hissediyor, bunu hiç "sorun" olarak görmüyor.

Materyalizm artık bilimin en büyük prangası halini almıştır. 100 yıldır bir ilerleme yok, hep aynı şeyler etrafında dönülüyor, anca parçacıkları parçalayıp duruyoruz, yeni bir fizik bulmak umuduyla...

İdealizm yönlü bir paradigma değişikliği yeni bir çığır açabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Gayet güzel bir yazı ancak yazar bunu yazarken acıdan kıvranmış adeta, belli etmemeye çalışsa da araya serpiştirdiği kişisel görüşleri kendisini ele veriyor. Buna rağmen güzel bir derleme yapmış.

Yalnız şu yukarıdaki cümlesine bir eleştirim var;

Kuantum fiziğinin kurucularından birinin uzmanı olduğu bir alandan yazarın hoşuna gitmeyen felsefi sonuçlar çıkarması rahatsız ediyor ve bunu sübjektif(!) olarak "sorun" diye niteliyor. Öte yandan ise kendisi (büyük ihtimal felsefeye kuantum fiziğinden daha yakın) kuantum fiziği ile ilgili neyin doğru neyin yanlış olması gerektiğini ileri sürecek kadar da rahat hissediyor, bunu hiç "sorun" olarak görmüyor.

Materyalizm artık bilimin en büyük prangası halini almıştır. 100 yıldır bir ilerleme yok, hep aynı şeyler etrafında dönülüyor, anca parçacıkları parçalayıp duruyoruz, yeni bir fizik bulmak umuduyla...

İdealizm yönlü bir paradigma değişikliği yeni bir çığır açabilir.

Bilimde İdealizme dönersek yazarın da dediği gibi öznel idealizme kayar kendimizden bile şüphe ederiz. İdealizm bir noktada başladı mı asla durmaz yayılır ve her yere nüfuz eder. Belirlenmezlik ve belirlenemezlik arasında gerçekten fark vardır Hesienberg gerçekten de bildiğiniz gibi Kopenhag yorumunda olduğu gibi kendi Platoncu idealizmine kuantum fiziğinin bulgularını sanki evrensel gerçeklik belirlenemezlilik gibi sanki nedensellik çürütlmüş gibi yapıştırmış.

Heisenberg bilim insanıdır büyük ihtimal de inançsızdır ama ben de inançsızım ve asıl Heisenberg'in ısrarla belirlenemezci olmak için bilimdeki boşluklara sığındığını düşünüyorum.

tarihinde Tanah-Gospel Theologist tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bilimde İdealizme dönersek yazarın da dediği gibi öznel idealizme kayar kendimizden bile şüphe ederiz. İdealizm bir noktada başladı mı asla durmaz yayılır ve her yere nüfuz eder. Belirlenmezlik ve belirlenemezlik arasında gerçekten fark vardır Hesienberg gerçekten de bildiğiniz gibi Kopenhag yorumunda olduğu gibi kendi Platoncu idealizmine kuantum fiziğinin bulgularını sanki evrensel gerçeklik belirlenemezlilik gibi sanki nedensellik çürütlmüş gibi yapıştırmış.

Heisenberg bilim insanıdır büyük ihtimal de inançsızdır ama ben de inançsızım ve asıl Heisenberg'in ısrarla belirlenemezci olmak için bilimdeki boşluklara sığındığını düşünüyorum.

Eğer gerçek sadece maddesel ise dediğin geçerli ancak gerçek maddesel + maddesel olmayanların toplamı ise o zaman materyalizme çakılı kalarak gerçeği anlayamayız.

Biz evrenin nasıl işlediğini anlamaya çalışıyoruz, evrenin işleyişini aklımızdaki modele uydurmaya çalışmıyoruz. O nedenle öyle olmamalı, böyle olmalı diye ısrar etmek zaman kaybıdır.

Kuantum fiziği bu anlamda alışılmışın dışında bir düşünce sistemini zorlamaktadır.

Albert Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen kuantum fiziğinin Kopenhag yorumunun hatalı olduğunu göstermek amacıyla "EPR" paradoksu olarak bilinen bir düşünsel deney tasarladırlar. Burada amaç, Einstein'in "spooky action at a distance (uzaktaki ürkütücü eylem)" olarak nitelendirdiği birbirinden uzakta bulunan (evrenin iki ucu gibi bir uzaklık da olabilir bu) iki "entangled" parçacığın biri üzerinde yapılan bir ölçümün anlık olarak diğerinde de değişikliğe sebep olmasının nedensellik (causality) açısından büyük sorun oluşturmasından dolayı kuantum fiziğinin tamamlanmamış eksik bir fizik olduğunu göstermektir.

Acanak, John Bell bu düşünce deneyini yıllar sonra test etmeyi başararak Einsitein'in yanıldığını göstermiştir, nedensellik zinciri kırılmaktadır.

Materyalist temellerde bir etki A noktasından B noktasına bir etkiler zinciri şeklinde taşınır. Yani 10 bilye varsa 1. bilye etkiyi 2.'ye, 2. -> 3'ye, ... 9. -> 10'a taşır, 2,3,4...9'dan geçmeden 10'da anında gözlenmez.

Ancak bu deney 1'deki bir etkinin anında 10'da gözlendiğini aradaki zincirin kırıldığını göstermiştir.

Buna "nonlocality" denir. Çünkü etki bu evren dışından taşınıyor gibi görünmektedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

varlığın temeli nedir...

Acaba herhangi bir varlığı bölerek temele ulaşılabilir mi...

Ama bölmenin sonu yok...

Böle böle geldiğimiz en son yere aha burası varlığın temelidir desek kim inanır...

Başka birisi alır onuda böler...

Temel dediğin bölünemez olmalı demi...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Eğer gerçek sadece maddesel ise dediğin geçerli ancak gerçek maddesel + maddesel olmayanların toplamı ise o zaman materyalizme çakılı kalarak gerçeği anlayamayız.

Biz evrenin nasıl işlediğini anlamaya çalışıyoruz, evrenin işleyişini aklımızdaki modele uydurmaya çalışmıyoruz. O nedenle öyle olmamalı, böyle olmalı diye ısrar etmek zaman kaybıdır.

Kuantum fiziği bu anlamda alışılmışın dışında bir düşünce sistemini zorlamaktadır.

Albert Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen kuantum fiziğinin Kopenhag yorumunun hatalı olduğunu göstermek amacıyla "EPR" paradoksu olarak bilinen bir düşünsel deney tasarladırlar. Burada amaç, Einstein'in "spooky action at a distance (uzaktaki ürkütücü eylem)" olarak nitelendirdiği birbirinden uzakta bulunan (evrenin iki ucu gibi bir uzaklık da olabilir bu) iki "entangled" parçacığın biri üzerinde yapılan bir ölçümün anlık olarak diğerinde de değişikliğe sebep olmasının nedensellik (causality) açısından büyük sorun oluşturmasından dolayı kuantum fiziğinin tamamlanmamış eksik bir fizik olduğunu göstermektir.

Acanak, John Bell bu düşünce deneyini yıllar sonra test etmeyi başararak Einsitein'in yanıldığını göstermiştir, nedensellik zinciri kırılmaktadır.

Materyalist temellerde bir etki A noktasından B noktasına bir etkiler zinciri şeklinde taşınır. Yani 10 bilye varsa 1. bilye etkiyi 2.'ye, 2. -> 3'ye, ... 9. -> 10'a taşır, 2,3,4...9'dan geçmeden 10'da anında gözlenmez.

Ancak bu deney 1'deki bir etkinin anında 10'da gözlendiğini aradaki zincirin kırıldığını göstermiştir.

Buna "nonlocality" denir. Çünkü etki bu evren dışından taşınıyor gibi görünmektedir.

Çok sevdiğim bir arkadaşın size bir cevabı var:

Heisenberg safsatasına mı belirsizlik ilkesi diyorsunuz.

kopenhag okulunun zırvaları tarih oldu, sadece pop/pseudo bilim malzemesi olmaktan öte anlamı yok.

ölçümün imkansızlığı özne açısından belirsiz durum doğursa bile, nesnel düzeyde ortada bir patern var.

heisenberg, SS subayıdır, hitler hayranı bir faşisttir.

idealizmim fizikten önce gelir demiş bir adamdır.

yaptığı ise ilkel bir şarlatanlıktan başka bişey değildir.

shrodinger'in kedisi, bazılarının sandığı gibi heisenbergci belirsizlik safsatasını destekleyen değil, tam tersine tiye alan bir akıl deneyidir.

bilim ve felsefe ağır gerici bir saldırı altında.

bu gericilerin bir kısmı nobel ödüllü olsa da, yaptıkları demagoji açık ve deşifre edilebilir durumda.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben bilgili değilim ama benden bilgili arkadaşlar vitamin adli arkadaşa gereken cevabı vermişler:

Belirsizlik ilkesi ise bir parçacığın aynı anda momentumu ve konumu tam doğrulukla ölçülememesi üzerine. Burada belirsiz olan NİTELİK değil ki, ölçümdür, momentumdur, hızdır, kısaca bazı özellikler ve tespit edip, edememe düzeyidir(kafa ve kavram kargaşası olmamalı). Bu gün Belirsizlik ilkesi üzerine, bir kaşık suda kopartılan fırtınalar yine tamamen insanın hayal gücü veidealist zaafiyetleriyle ilgili(insanız, doğamız gereği öznel davranmak zorundayız, bu da bizleri kaçınılmaz olarak ideal olanı tercih etme durumuna, benmerkezciliğe(kendini referans, merkez, öçlek alma) idealizme iter), birde sözdebilimin günümüzdeki muzafferliğiyle ilgili. Zaten net ortamında kirliliği karıştırsak hep günümüz teolojisinin koltuk değneği konumundadırlar, bıtırak gibi her yandan bu kavram kargaşası ve safsata algısıyla milyonlarca kafa ütülenir, bir dolu video filan, insanlar orada dam üstünde saksağan diyemez hale gelir, sonra da ayıkla pirincinin taşını, ya da kuyuya atılan taşı çıkart, çıkartabilirsen. Belirsizlik ülkesini referans gösterip, sebep/sonuç ilişkisini tersin geri yapanlar zaten idealist yol ve yöntemleri aşamamışlardır, sebep/sonuç ilişkisinden de bihaberdirler(sebep/sonuç düzlemi nitel değişim-etki-faktör düzlemidir, bizim tespit edip, edememizden bağımsızdır). Çünkü bu ilke ile nitel düzeydeki değişkenlik ölçeğinin karıştırılması dam üstünde saksağan durumudur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çok sevdiğim bir arkadaşın size bir cevabı var:

Heisenberg safsatasına mı belirsizlik ilkesi diyorsunuz.

kopenhag okulunun zırvaları tarih oldu, sadece pop/pseudo bilim malzemesi olmaktan öte anlamı yok.

ölçümün imkansızlığı özne açısından belirsiz durum doğursa bile, nesnel düzeyde ortada bir patern var.

heisenberg, SS subayıdır, hitler hayranı bir faşisttir.

idealizmim fizikten önce gelir demiş bir adamdır.

yaptığı ise ilkel bir şarlatanlıktan başka bişey değildir.

shrodinger'in kedisi, bazılarının sandığı gibi heisenbergci belirsizlik safsatasını destekleyen değil, tam tersine tiye alan bir akıl deneyidir.

bilim ve felsefe ağır gerici bir saldırı altında.

bu gericilerin bir kısmı nobel ödüllü olsa da, yaptıkları demagoji açık ve deşifre edilebilir durumda.

Çok sevdiğin o arkadaş sübjektif görüşlerini acaba neyle destekliyor, çünkü zırva diye nitelendirdiği konuda kendi zırvalamış.

Her cümlesindeki iddiasını kanıtlaması gerekiyor.

Yaptığı tek şey benim düşünce sistemime aykırı ondan dolayı başka türlü bir şey olamaz.

Temennileri için teşekkür ederiz ama kendisinden pek bir şey öğrenemeyeceğiz görünüyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çok sevdiğin o arkadaş sübjektif görüşlerini acaba neyle destekliyor, çünkü zırva diye nitelendirdiği konuda kendi zırvalamış.

Her cümlesindeki iddiasını kanıtlaması gerekiyor.

Yaptığı tek şey benim düşünce sistemime aykırı ondan dolayı başka türlü bir şey olamaz.

Temennileri için teşekkür ederiz ama kendisinden pek bir şey öğrenemeyeceğiz görünüyor.

Onun altındaki mesaja bak istersen.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Heisenberg hakkında ben de epeyce ağır konuşmuşumdur. Bu heriften oldum olası hiç hoşlanmam. Ayıca doğrudur, Şrödinger belirsizliğin olamayacağını anlatmak için kedi deneyini tasarlamıştır. Fakat soytarı sahtekarlar bunu çarpıtıp sanki belirsizkil deneyiymiş gibi sunmuşlardır.

Yine doğrudur, bilim ağır bir saldırı altında. Karanlık çağa dönüş özlemleri yaşayan birtakım soytarılar türedi. Bunlar bilimi yıkmaya çalışıyorlar. Bilimin insanlığa hiç bir şey vermediği gibi salakça bir iddiaları var ve bununla bilimin ipini çekip bir takım safsatalar, soytarılıklar türetmeye uğraşıyorlar.

Dünya karanlık bir çağa geçiş emareleri gösteriyor. Bu tabii ki sadece bir duraklama. Bir fetret. Bilimin yıkılması diye bir şey söz konusu olamaz. Bu saatten sonra artık olmaz. Bilimin durdurulması diye bir şeyin olanağı yok.

Karanlık çağ sadece bilime yapılan saldırılarla kendini göstermiyor. Belli başlı siyasi kişilikler de dine karşı meyil gösteriyor, hoşgörülü tavır takınmaya, dini kullanmaya çalışıyorlar. Herifler allah için cihad için, yetmişiki huri kazanmak için intihar saldırısı düzenliyor, üstelik bunların kutsal saydıkları kitapta da din sadece allahın olana kadar savaşın, müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün yazıyor, bu liderler hemen alelacele çıkıp bu saldırıların dine maledilemeyeceğini açıklıyorlar. Hayır bu teröristler işkembelerinden mi uydurdular bu cihadı, huriler, kafirleri öldürmeyi? Ha yani böyle bir şeyler hiç yok, bunlar oturdu bunları işkembeden uydurup hadi kalkın kafirleri öldürelim dediler!

Böyle saçma sapan, abuk sabuk bir dünyada yaşıyoruz. Bunun tek nedeni ne biliyor musunuz? BOP... Bir küresel emperyalist proje, dünyaya böyle saçma sapan bir biçim verdi. Bir siyasi proje, gereklerini ve önceliklerini neredeyse tüm insanların beyinlerine soktu, zihinlerine empoze etti.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...