Jump to content

NASIL İKİ AYAKLI OLDUK.


Recommended Posts

1526549_1554611584827342_523180275799732



Yaklaşık 7 milyon yıl önce, atalarımız Afrika’yı kaplayan sık ormanlarda yaşarken, Doğu Afrika’daki Rift Vadisi çöktü ve bazı kenarları yükselerek dik bir duvar oluşturdu. Bu fay çukuru öylesine büyük ki, bütün Doğu Afrika’yı baştan başa geçiyor, Kızıldeniz ve Ürdün boyunca devam edip, Doğu Akdeniz’de sona eriyor. Toplam 6.000 km uzunlukta ve Tanganika Gölü’nde 4.000 metre derinliğe ulaşıyor. ABD’li bir astronot, Dünyanın yüzünü yaran bu dev yara izinin Ay’dan bile göründüğünü söylemiştir.



Bu yer hareketiyle birlikte, iklim altüst oldu. Yağmurlar Afrika’nın batı yakasında devam etti, ama Rift duvar silsilesinin doğu kesiminde kuraklık başladı. Ormanlar geriledi, bitki örtüsü değişime uğradı. Oluşan duvar nedeniyle atalarımız iki ayrı topluluğa ayrıldı. Fay hattının batısında kalanlar, ağaçlardaki yaşamlarını sürdürdüler, ancak doğusunda kalanlar önce savan, sonra da step ortamıyla karşılaştılar. Böylece batı yakasında kalanlar, bugünkü insansı maymunların, yani şempanze ve gorillerin ataları oldu. Doğu yakasındakiler ise, öncelikle hominidlerin (ön-insan), daha sonra da insanların atası oldu. Bugüne kadar toplanan yaklaşık 2.000 insan ve hominid kalıntısının hepsi de Rift Vadisi’nin doğu yakasında bulundu. Burada tek bir goril veya şempanze kemiği bile bulunamadı. Bu bölge adeta insanlığın beşiğidir.



Bugün insanı karakterize eden bütün özellikler, dik duruşumuz, omnivor oluşumuz, yani her şeyi yiyebilen beslenme biçimimiz, beynimizin gelişimi, aletlerin icadı, bütün bunlar, daha kurak bir ortama uyum sürecinin sonuçlarıdır. Atalarımızdan küçük bir grup, bu yeni ortamda başarılı olmaları açısından üstünlük sayılacak karakterlere genetik mutasyonlar nedeniyle sahip olunca, daha uzun süre yaşadılar ve zamanla aynı özelliklere sahip daha kalabalık yeni kuşaklar doğurabildiler.



7 milyon yıl kadar önce, daha önce ormanlık alanda meyve ve yapraklarla beslenen atalarımız, ağaçların seyrek olarak bulunduğu, geniş otlaklıklardan oluşan savanlarda, ağaçlardan inmek ve beslenme tarzlarını değiştirmek zorunda kaldılar. Küçük memeliler, böcekler, kurtlar gibi protein kaynaklarıyla beslenerek hayatta kaldılar. Otlaklarda gezinirken, yırtıcıları yeterli süre önceden görüp, ağaçlara kaçabilmek için dik durmak zorundalardı. Ayrıca, dik durulduğunda, güneşe daha az alan gösterdikleri için daha uzun süre kavurucu güneş altında kalabiliyorlardı.



1978 yılında, Tanzanya’da, bir hominid türü olan Australopithecus Afarensis’lerden kalan, üç ayrı bireye ait 3,7 yıllık ayak izi fosilleri bulundu. Resimde görülen ve “Laetoli Footprints” adı verilen bu izler sayesinde, atalarımızın en azından 3,7 milyon yıldır iki ayak üzerinde yürüdüğünü kesin olarak biliyoruz. Bu hominidlerin iskelet yapısına baktığımızda, bel kısmı ve alt tarafının bidepal, yani iki ayak üzerinde yürümeye uygun yapıda, üst kısmında kollarının uzun, yani ağaçlara tırmanmaya uygun yapıda olduğunu görüyoruz. Kafatasları ise şempanze kadar. Yani iki ayaklılık, beynimizin gelişmeye başlamasından daha önce ortaya çıkmıştır.



Beynin gelişmesi için protein, olmazsa olmazdır. Çünkü beyin yüksek seviyede enerji gerektirir ve protein de çok yüksek enerji verir. Bugün sürekli olarak bir şeyler yeme ihtiyacı duymamızın sebebi, geliştirmiş olduğumuz devasa beyindir. Yine büyük beyin için kafatasının da büyümesi gerekir ki, insana doğru giden yolda hominid beyinlerinin sürekli olarak büyüdüğünü görüyoruz. Büyük beynin diğer bir gereksinimi de, büyük kafatasına sahip bebeklerin annelerinin rahminden çıkabilmesidir. İki ayaklılık ile birlikle, bebeklerin doğum esnasında çıkış yolu olan, kadınların kalçasında bulunan pelvis boşluğunun, kafataslarının büyümesine paralel olarak, giderek genişlemekte olduğunu görüyoruz. Bu da ancak iki ayaklılık ile birlikte, kadınların kalçasının yayılmasıyla mümkün olmuş bir gelişmedir. Bugün bıngıldak adı verilen üç parçalı ve esnek kafatası yapısı ile doğan tek canlı, insan yavrusudur. Çünkü, bebeklerin kafası vücutlarına oranla o kadar büyüktür ki, bu bebeklerin anne rahminden çıkabilmesi için bıngıldak yapısını evrimleştirmemiz şart olmuştur.



İki ayaklılık ile kazandığımız diğer büyük gelişme, ellerimizin serbest kalmasıdır. İki ayaklılık ile vücudun dengelenmesi sorununu büyük ölçüde aşmış olan atalarımız, ellerine kumanda etmek üzere ilave beyin hücresi (nöron) tahsis edebilmişlerdir. Bugün, beynimizdeki nöronların en büyük kısmı ellerimize kumanda etmek üzere ayrılmıştır ve gerçekten de bizi diğer türlerden ayıran en önemli uzuvlarımız, ellerimizdir.



Peki, sonradan iki ayaklı olmanın bizde yaratmış olduğu zafiyetler nelerdir? Öncelikle, insanın vücut yapısı, diğer tüm memelilerde de olduğu üzere, dört ayaklı (dört uzuvlu demek daha doğru olur) temele göre evrimleşmiştir. Örneğin, ayaklarımızın kemik, kas ve sinir yapısı aynen ellerimizin yapısında olduğu gibidir. Ellerimiz ile neredeyse her şeyi yapabiliyoruz, ancak ayaklarımızla sadece yere basıyoruz (yürüme, koşma vs. görevi bacaklarındır, ayakların değil). Diğer maymun türlerine baktığımızda, ayaklarını aynen elleri gibi kullandıklarını görürüz. Bir tarafta her türlü faaliyette kullandığımız eller, diğer tarafta sadece yere basmakta kullandığımız ayaklar ve her ikisi de birebir aynı yapıda. Böyle bir dizaynı, dünyanın en kötü tasarımcısı bile yapmaz. Bu ancak ve ancak, evrimin öngörülemez ve geriye dönülemez bir şekilde ilerleyişinin eseri olabilir. Ayak serçe parmaklarımızın körelme aşamasında olduğu da dikkatli gözlerden kaçmayan bir husustur. Lakin, ayakkabı giydiğimizde canımızı sıkmaktan başka herhangi bir fonksiyonu yoktur.



Uzun süre ayakta durduğumuz zaman bacaklarımızın ve dizlerimizin ağrımasının sebebi, vücudumuzun yapısının iki ayaklılığa uygun olmamasındandır. Neredeyse her üç kişiden biri omurga rahatsızlığı çeker, ancak diğer canlılarda böyle bir şey görmeyiz. Bir zamanlar dört ayak üzerine yürüyen atalarımız, ağırlığı tüm omurgaya dağıttığı ve onu da dört noktadan toprağa verdiği için böyle bir sorunla karşılaşmadılar. Ancak iki ayak üzerine kalkınca, ağırlık merkezi 4 ve 5’inci omurların arasına yoğunlaştı, burası da yeterince kasla desteklenemediği ve evrim mekanizması deneme-yanılma yöntemi ile çalıştığı ve çok ağır işlediği için de bu kadar kısa süre içinde gerekli önlemi geliştiremedi. Böylece, öne uzattığımız iki elimizle tutacağımız bir kiloluk bir yük, kaldıraç misali, 4 ve 5’inci omurlar üzerinde 20 kiloluk bir baskı oluşturmaktadır.



Bunun yanı sıra, kafamızı dik tuttuğumuz için, atık mukusu (sümük) sinüs boşluğundan atamıyoruz ve iltihaplanan sinüsler yukarı doğru boşalarak enfeksiyona sebebiyet veriyor. Halbuki dört ayaklı yapıda, kafamız yere paralel olacağından, böyle bir sorunumuz olmayacaktı.


Netice itibarı ile, atalarımız “hadi iki ayaklı olalım” diyerek bipedal olmadılar. Değişen şartlara uyum sağlayarak, hayatta kalabilmek için, ister istemez böyle bir yola yöneldiler ve önce iki ayak üzerinde yürümeyi öğrendiler, sonra da bu sayede beyinlerini her geçen gün daha fazla büyüterek, bugünkü halimize evrilme imkanı bulabildiler. Her zaman söylediğim gibi, kimilerinin “maymun” diyerek aşağıladığı hominid atalarımız, dişleriyle, tırnaklarıyla hayatta kalma mücadelesi vererek, DNA’larını bugüne kadar ulaştırmayı başaramasalardı, hiç şüpheniz olmasın, bugün hiçbirimiz yaşıyor olmayacaktık. Kim ne derse desin, şahsen atalarımıza minnettarım ve büyük saygı duyuyorum.

tarihinde Sapiens tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...