Jump to content

TSK, kimin ordusu?


Recommended Posts

Su anda tayyibin. Umit edelim de tayyipten sonra ozune donsun. Ozune donmek derken, mustafa kemalin ordusunu kastediyorum tabi. Yoksa 80'ler ve 90'larda da tsk pek hos insanlarin yonetiminde degildi. Generallerin alenen gazeteci ve bakan tehdit ettikleri donem de pek matah degildi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Garip bir durum ama, TSK şu anda kendisi dışında hiçbirşeyin ordusu değil.

TSK bekliyor. Neyi beklediğini kesin olarak bilmiyoruz.

Kendisine dokunulmadığı ve büyük bir felaket olmadığı süre TSK bu detantı devam ettireceğe benziyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

sorunuza yonelik soyle bilgiler buldum;

--------------------------------------------------------------------

  1. Anayasa’nın 5’inci maddesinde, “Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak” devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.
  2. Söz konusu hüküm ile devlete yüklenen görevlerin gerçekleştirilmesine yönelik olarak, Anayasa’nın 117’nci Maddesi’nde millî güvenliğin sağlanması düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, “Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumlu” olduğu; Genelkurmay Başkanı’nın, “Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına” yerine getireceği, “görev ve yetkileri”nin kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır.

----------------------------------------------------------------------

Turk Silahli Kuvvetleri: http://www.tsk.tr/1_tsk_hakkinda/tarihce.html

Kara Kuvvetleri Komutanligi: http://www.kkk.tsk.tr/KKKHakkinda/KKKtarihce.aspx

Deniz Kuvvetleri Komutanligi: https://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?dil=1&icerik_id=11

Turk Hava Kuvvetleri Komutanligi: https://www.hvkk.tsk.tr/tr-tr/Türk_Hava_Kuvvetleri/Hakkımızda/Tarihçe/Kuruluş_Yılları

Ayrica asagidaki numarayi arayarak ogrenebilirsiniz;

0 312 402 61 00

ve ayrica;

Başvuru formunu doldurmak için :

Başvuruyu göndermek için :

Gerçek/Tüzel Kişi başvuru formlarından başvurunuza uygun olanını, yönetmeliğin 9 ve 10 ncu maddelerindeki başvuru usullerinde belirtildiği şekilde doldurduktan sonra bilgiedinme@tsk.tr adresine gönderiniz.

Kanun ve Yönetmelik gereği başvuruların yukarıdaki formların doldurulması suretiyle yapılması zorunludur!

Yazışma Adresi :

Genelkurmay Başkanlığı

06100 Bakanlıklar / ANKARA

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sarayın mı?

Küresel güçlerin mi?

Kişisel egoların mı?

Paranın mı?

Atatürk'ün mü?

TSK'nın bütün paşaları ve askerleri için diyemeyiz belki ama tepesindeki isimler son iki dönemdir sarayın askeri. Hal böyle olunca tüm TSK istese de istemese de saraya hizmet ediyor. Saray kime veya kimlere hizmet ediyor, o da başka konu.

Yılmaz Özdil güzel yazmış.

***

Kıbrıs'ta vuruşmuş, gazi olmuş bir astsubayın, kahraman bir babanın evladıydı. Gölcük'te lojmanda doğmuştu. Liseyi bitirince Deniz Harp Okulu'na yazıldı. Sevgi'yle tanıştı. Aşık oldu. Evlendi.

Görevi gereği denizde yaşıyordu, sürekli seferdeydi. Bazen aylarca gelemez, çiçeği burnunda gelin gözyaşları içinde beklerdi. Sadece asker eşlerinin anlayabileceği, katlanabileceği, çaresiz bir yalnızlıktı bu… Bebeğini de eşinin yokluğunda dünyaya getirdi. Kızları oldu.

Haberi aldığında denizin ortasındaydı, içi içine sığmadı, kendini sürekli gülümserken yakalıyordu, demek baba olmak böyle bi duyguydu. Karaya ayak basar basmaz minik kızını kucağına aldı, öptü, kokusunu içine çekti, “ismin Tuğçe olsun” dedi. Tuğçe gülümsedi. Dünyalar babasının oldu. Genç bir çift, güzel bir bebek, önlerinde pırıl pırıl bir yaşam umudu vardı.

Tuğçe her denizci çocuğu gibi, babasına hasret büyüdü. Gölcük'teki lojmanın penceresinde oturur, yolunu gözlerdi. Seyir dönüşlerinde ise, bayram havası olurdu. Babasının geleceği sabahı zor ederdi, bütün gece heyecandan uyuyamazdı. Annesi tertemiz giydirirdi. En yeni ayakkabı hangisiyse, o ayakkabı seçilirdi. Saat belli olurdu… O saatte Poyraz Limanı'na koşarlardı. Gemi uzaktan görünürdü ama, ağır ağır yaklaşır, zaman geçmek bilmezdi. Bembeyaz kıyafetiyle gemiden inerken gördüğünde… “İşte benim kahramanım geliyor” derdi, öyle hissederdi. Tören kurallarını, komutanları filan boşverip, kucağına atlardı.

Tuğçe büyüdü, üniversitede Yasin'e aşık oldu. Allah'ın emri, peygamberin kavli, tam nişanlanacakları sırada… Asrın iftirası atıldı. O uğursuz dönem başladı. Babası tutuklandı. Bir ay sonra serbest bırakıldı, nişan yüzükleri takıldı ama, babası tekrar tutuklandı. Düğün iptal oldu. Ucu açık, sonu belirsiz, kahredici bir süreç başladı.

Ne ceza verilecek, kaç sene yatılacak, hukuk söz konusu olmadığı için kimse kestiremiyordu. İstemeden de olsa kızının en mutlu gününe engel olmak, bir babanın taşıyabileceği yükten ağırdı. Açık görüşte aldı kızını ve müstakbel damadını karşısına… “Burada rahat olmamı istiyorsanız, lütfen yuvanızı kurun” dedi. Babanın isteği, bir evladın taşıyabileceği yükten ağırdı ama, babası için, o sorumluluğu taşıdı.

Ağlaya ağlaya Üsküdar evlendirme dairesine gittiler, işlemleri yaptılar. Gelin adayının hıçkırıklara boğulduğunu, konuşamadığını gören memur, genç kızı zorla evlendiriyorlar sanmıştı.

Nikah salonuna girdi. Gözüne ilk olarak, o kırmızı-beyaz çelenk ilişti. Kırmızı karanfillerle süslenmişti. Üzerinde beyaz bir çıpa vardı. “Kızıma mutluluklar dilerim” yazıyordu.

Nikah masasına oturdu. Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Nikah memuru, babasının ismini sordu. Gölcük'teki Poyraz Limanı'nda koşa koşa babasına sarılan o minik kızın yaşadıkları, adeta film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti… Gurur duyduğu ismi fısıldadı, “Cem Aziz Çakmak” dedi. İstanbul, İstanbul olalı böyle nikah görmemişti. Davetliler ayakta alkışlıyor, herkes ağlıyordu.

Çıktılar nikah salonundan, el ele, doooğru Hasdal Askeri Cezaevi'nin yolunu tuttular. İçeri girdiler. Bahçeye. Tuğçe'nin duvağı kapalıydı. Kızını gelinlikle gören baba, bir süre öylece kalakaldı. Birbirlerine bakıyor, konuşamıyorlardı. Sessizliği Tuğçe bozdu, “babacığım duvağımı açmayacak mısın?” dedi. Baba kendine geldi, açtı duvağı, alnından öptü, “ne güzel olmuşsun kızım” dedi, “bir kuğu gibi…”

Babasının arkadaşları, tutuklu amiraller, generaller, albaylar alkışlıyordu. Hepsinin aklında, kendi aileleri, kendi çocukları vardı. İftirayla çalınan ömürlerini düşünüyor, dişlerini sıkıyor, gülümseyerek belli etmemeye çalışıyorlardı. Aralarında para toplamışlar, hediyeler almışlardı. Takı töreni misali, tek tek geline verdiler.

Kurmay subaylar, cezaevindeki düğünü en ince ayrıntılarına kadar hesaplamış ve hazırlamışlardı. Çünkü sadece bir saat izinleri vardı. Tutuklu komutanlar karşı karşıya dizilip, koridor oluşturdu, gelinle damat koridordan yürüyerek içeri girdi. Bahçede düğün atmosferi yaratılmıştı. Hasdal cezaevindeki tüm masalar birleştirilmiş, masaların üzerine bahçeden toplanan çiçekler, yapraklar serpiştirilmişti. Düğün pastası vardı. Müziksiz olmazdı. Koramirallerden biri gitar çaldı.

Baba-kız yanak yanağa dans etti.

Sayılı dakikalar akıp gitti, ayrılık vakti geldi. Komutanlar yine koridor oluşturdu. Gelinle damat gözyaşlarıyla uğurlanırken, hep bir ağızdan “oğlan bizim, kız bizim” tezahüratı yapıyorlardı.

Tam kapıdan çıkarlarken, Tuğçe durdu, geri döndü, “gelin çiçeğini atmayı unuttum, bu çiçeği hepinizin özgürlüğü için atmak istiyorum” dedi. Kimse bunu beklemiyordu. Adeta ıslık çalınmış gibi sessizlik oldu. Hasdal cezaevinin az önceki şen şakrak bahçesinde çıt çıkmıyordu. Tuğçe arkasını döndü, çiçeğini omuzunun üstünden fırlattı. Bir tuğamiral kaptı. Ve, kaptığı gibi tekrar Tuğçe'ye uzattı. “Özgürlük çiçeği demir parmaklıklar arkasında kalmasın, lütfen bizim için kurut, sakla, biz özgür kalınca gelip, senin evinde görelim” dedi.

Tarih boyunca utançla hatırlanacak olan dönemin… Asla unutulmayacak düğünü, böyle sona erdi.

hulusi bey, bu trajedi yaşanırken genelkurmay ikinci başkanıydı, gıkını çıkarmıyor, karargahında oturmanın keyfini çıkarıyordu.

Aradan az zaman geçti.

Tuğçe, kahrından kanser olan amiral babasını toprağa verirken… hulusi bey, kuvvet komutanı olmuştu, lütfedip cenazeye bile katılmadı.

Aradan az zaman geçti.

Çetin Altan öldü, hulusi bey genelkurmay başkanı olmuştu, derhal taziye mesajı hazırlattı, asrın iftirasını manşet yapan, Atatürkçü subayları “cami bombalayan, dinsiz katiller sürüsü” şeklinde sunan Taraf gazetesinin yöneticisi Ahmet Altan'a gönderdi. “Duyduğunuz acıyı yürekten paylaşıyor, size sabır ve başsağlığı diliyorum” dedi.

Aradan az zaman geçti.

Hasan Karakaya öldü. Genelkurmay başkanlarına “gizli yahudi” diyen, Atatürk'e kin kusan yandaş gazetenin yayın yönetmeniydi. Genelkurmay başkanı hulusi bey, derhal taziye mesajı hazırlattı, “Türk gazeteciliği açısından yeri doldurulmayacak bir boşluk oluştuğu”nu belirterek, “genelkurmay adına başsağlığı” diledi.

Aradan az zaman geçti.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin genelkurmay başkanı, sekiz şehidimizi toprağa verdiğimiz gün, koştura koştura gitti, Tayyip Erdoğan'ın kızının nikah şahitliğini yaptı.

Biz de buna şahidiz!

Seni unutmayacağız, asla unutturmayacağız hulusi bey.

http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yilmaz-ozdil/hulusi-bey-1232894/

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yılmaz Özdil gibileri bugünlerde hulusi paşaya çok tepki duyuyorlar.

ki paşa yalnızca protokol görevini yerine getirmişti. kimseye de biat etmemişti.

Yılmaz Özdil gibi tiplere diyeceğim şudur..

atatürk'ün yaptığını yapıp askeri siyasetten uzak tutmak için çaba harcasanız ya..

niye askerlere bazı ideolojileri dayatıyorsunuz.

askerin siyasete bulaşması bu ülkeye ve de askerlere büyük zarar vermiştir.

birileri anlasın artık.

ayrıca..sıkmayın canınızı..

dirilerine söz geçiremediğiniz askerlerin ölülerine istediğinizi yapabilirsiniz..

"asker unutmaz!" diye bir de kendinizle gurur duyarsınız.

İşte...DP döneminin genelkurmay başkanları Devlet Mezarlığı’na alınmamışlar.

http://www.hurriyet.com.tr/demokrat-parti-nin-balans-ayari-6-haziran-1950-darbesi-6056703

Çünkü onlar sivil Menderes yönetimine destek olmuşlardı ve askeri darbeyi reddetmişlerdi.

https://eksisozluk.com/entry/31024719

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yılmaz Özdil gibileri bugünlerde hulusi paşaya çok tepki duyuyorlar.

ki paşa yalnızca protokol görevini yerine getirmişti. kimseye de biat etmemişti.

Yılmaz Özdil gibi tiplere diyeceğim şudur..

atatürk'ün yaptığını yapıp askeri siyasetten uzak tutmak için çaba harcasanız ya..

niye askerlere bazı ideolojileri dayatıyorsunuz.

askerin siyasete bulaşması bu ülkeye ve de askerlere büyük zarar vermiştir.

birileri anlasın artık.

ayrıca..sıkmayın canınızı..

dirilerine söz geçiremediğiniz askerlerin ölülerine istediğinizi yapabilirsiniz..

"asker unutmaz!" diye bir de kendinizle gurur duyarsınız.

İşte...DP döneminin genelkurmay başkanları Devlet Mezarlığına alınmamışlar.

http://www.hurriyet.com.tr/demokrat-parti-nin-balans-ayari-6-haziran-1950-darbesi-6056703

Çünkü onlar sivil Menderes yönetimine destek olmuşlardı ve askeri darbeyi reddetmişlerdi.

https://eksisozluk.com/entry/31024719

Hadi lan oradan..

Protokolmüş..

Asker,rejimi yıkmayanlara çalışanlara balyozu indirir..

Sen de bu balyozu hak ediyorsun..

Forumdan atılmayı da hak ediyorsun..

Link to post
Sitelerde Paylaş
1957 yılında ABD’nin Orta Doğu’da daha etkin ve doğrudan müdâhil olduğu tarihi bir kayıtdır. Bu politikanın somut bir göstergesi olan Eisenhower Doktrini ise Türkiye ile Mısır ve Suriye başta olmak üzere Arap ülkeleri ve SSCB arasında krize yol açmıştır. Zaten 1957 ve 1958 yılları özellikle Irak, Ürdün, Suriye ve Lübnan’da krizlerin patlak verdiği yıllardır. Bu krizler sonrasında, 1954 yılında kurulan İncirlik Üssü geliştirildi. Bu krizlere yönelik Türkiye’nin güvenlik çıkarları ile ABD’nin bölgesel çıkarları büyük oranda örtüştüğünden giderek azalan ABD yardımları bu yılda önemli oranda arttı. Dolayısıyla 1959 yılı bir yönüyle Türk - Amerikan ilişkilerinin en iyi yılı oldu. Özellikle Başkan Eisenhower’ın ve diğer Amerikan üst düzey yetkililerinin Ankara’yı ziyaret etmesi bu anlamda önemliydi. Yine aynı yıl Türkiye ABD’nin oyuyla ilk kez BM Güvenlik Konseyi’ne seçildi. Ayrıca ABD ile 5 Mart 1959’da ikili anlaşma imzalandı. Bu anlaşma ile Beyaz Saray her hangi bir tehlike karşısında Türkiye’ye silahlı yardım taahhüt ediyordu. Anlaşmanın giriş bölümünde bu yardımın doğrudan veya dolaylı saldırılar karşısında verileceği ifade edilmekteydi. Muhalefet ise anlaşma metninde yer alan “dolaylı saldırı” ifadesinin iktidara yönelik halk hareketini de kapsayacağından, böyle bir durumda ABD’nin Türkiye’ye müdahalesi için zemin yaratacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. DP hükümeti de tam bu sıralarda dış politikada benzer bir mantıktan hareketle bazı hamleler peşindeydi. 1959 yılı Aralık ayında Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ın bir heyetle Moskova’yı ziyaret etmesiyle Sovyetlere üst düzey ziyaret başlatılmış oldu. Bu ziyaretin Moskova ile ilişkilerin sadece bir başlangıcı olduğu anlaşıldı. Nitekim Zorlu, 9 Ocak 1960’ta TBMM’de yaptığı konuşmada Moskova ile ilişkilerin kurulmasının ve bu yöndeki kararların hükümete ait olduğunun altını çizdi.Temmuz ayından önce Menderes Moskova’yı ziyaret edecek, sonrasında da Kruşçev, bu ziyareti iade edecekti. Gelinen nokta SSCB ile ilişkilerin tamamen sorunsuz olduğu anlamına gelmemektedir. Jüpiter füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi yönündeki karara imza atması ve İncirlik’ten havalanan U-2 casus uçaklarının Sovyet hava sahasındaki uçuşları Türk - Sovyet ilişkilerinde sorun olacaktı.............Sonuç olarak, 1957 yılından itibaren, abd ve sscb arasında, stratejik olarak cok onemli bir konumda bulunan turkiye uzerinde egemenlik ve üs edinme vb.gibi sebeplerden, bir siyasi mucadele başlamıştır.

Abd ile sscb arasındaki soguk savaş arasında,turkiye abd yi tercih ederek natoya dahil olmuştu.Ancak, menderes ekonomşk destek isteğini abartınca,bu istekleri abd ve nato üye ülkeler tarafından rededildi.Bu sebeple, menderes'in sscb'ye yönelerek kaypak bir politika izlemeye başlaması da darbeye sebep olmuştur.......Tsk, kim güçlüyse onun ordusu oldu her zaman.
Link to post
Sitelerde Paylaş

1950'de batılılarla anlaşan menderes'in sonradan komünistlere göz kırptığı ve bu nedenle devrildiği hep söylenir.

ama sonuçta.. sonradan gelen demirel ve sağ hükümetler sovyetlerle büyük ekonomik işbirlikleri yaptılar.

gerçi demirel de defalarca devrildi.

6 defa gitti 7 defa geldi.

yani başlangıçta türkiye abd'nin kucağına itildi. (stalin'in boğazlarla ilgili fantezileri)

ama türkiye ve abd hiçbir zaman birbirleri için iyi bir müttefik olmadılar.

çünkü abd; türk-yunan sorunu, kıbrıs sorunu ve güneydoğu'da türkiye ile çelişti.

türkiye'nin ekonomik kalkınmasına gerekli desteği sağlamadı.

tarihinde bosyinebos tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yılmaz Özdil gibileri bugünlerde hulusi paşaya çok tepki duyuyorlar.

ki paşa yalnızca protokol görevini yerine getirmişti. kimseye de biat etmemişti.

Tabii tabii. Genelkurmayın, Cumhurbaşkanının kızının nikahında nikah şahitliği yapması protokol görevidir, biz nedense bilmiyorduk.

"Laiklik anayasadan kaldırılmalı" diyen öteki şahitin ne olduğu bu kadar açıkken, bırak onu, Cumhurbaşkanının TSK'ya bunca senedir yaptıkları yedi düvelce bilinirken orada olması çok normal... Hatta sana göre protokol görevi. Oldu olacak sadıçları da olaymış?

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Tayyip'le Hulusi'nin aile dostu olduğunu söyledi, eleştiriler için de teessüf etti. Kıyamam onlara...

AKP'yi açıkça savunsan da sen de kurtulsan biz de.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 7 months later...

TSK gösteri takımı F-16 C Blok uçağını kullanan Solo Türk ekibi, resmi Twitter hesabı üzerinden yayınladığı son video ile Atatürk'ü andı.

"Şam'da Yüzbaşıydı. Trablusgarp'ta Bnb. Dünya Çanakkale'de Yb.Mustafa Kemal dedi. Türk Milleti için o hep ATATÜRK oldu. Çok Yaşa #Atam"

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...