Jump to content

Recommended Posts

FETÖ’cü darbe girişimi Türkiye’de ilk askeri darbe değildi…

Ama bir çok bakımdan ‘ilk’lere ve ‘son’lara damgasını vurdu…

İlk kez Türk ordusunda üst düzey generallerin yarısı, ülke ve ordu dışında bir merkeze (ABD-CIA-FETÖ) bağlı olarak darbeye kalkıştılar…

İlk kez FETÖ’cü çeteye bağlı subaylar halka ateş açtı, Meclis’i bombaladı…

FETÖ’cü darbe ile birlikte bir de son yaşandı…

Trajik bir son…

 

Osmanlı-Türk Ordusu içinde 200 yıldır süren Alaylı-Mektepli kavgasını AKP sayesinde Alaylılar kazandı…

Mektepliler kaybetti, çünkü AKP, FETÖ bahanesiyle ‘Mektepleri’ kapattı…

Kapatılan Mektepler arasında 243 yıllık ‘Deniz Harp Okulu) var…

(Bu okula komutanlık yapma şerefine erişmiş Türker Ertürk, bu okulun tarihinin ABD tarihinden eski olduğunu vurguladı ve onu kapatan gafillere hatırlattı!)

Kapatılan okullar arasında tarihi 1800’ler başına hatta daha gerilere uzanan 200 yıllık tarihi Kuleli Askeri Lisesi var…

Kapatılan okullar arasında 180 yıllık Harbiye var…

Kapatılan kurumlar arasında 190 yıllık Askeri Tıbbiye var (GATA)…

Kısacası FETÖ bahanesiyle AKP Türk Ordusunun 200 yıllık ‘Mektepli Subay’ geleneğine darbe vurdu…

ABD, TSK’yı dağıtmak için bu planları uzun süredir hazırlamıştı…

TESEV gibi yabancıların hizmetindeki kuruluşlar TSK’yı tasfiye planlarını daha Ergenekon-Balyoz sırasında hazırlamış ve rafa koymuşlardı…

TSK’yı dağıtma planları 15 Temmuz ABD-CIA-FETÖ darbesi sırasında hemen raftan indirildi…

ABD-CIA-FETÖ darbecileri de kazansa aynı TSK’yı tasfiye planı yürürlüğe konacaktı…

FETÖ darbe girişimi TSK’da Kemalist subaylar tarafından engellenip,hain darbeye karşı sokağa çıkan ve kurşunlara göğüs geren fedakar Türk halkının direnişi ile yenilince…

ABD’NİN AMACI: TSK’YI TASFİYE

ABD-CIA-FETÖ’nün TSK’yı tasfiye planı bu kez FETÖ yerine AKP eliyle raftan indirilip yürürlüğe sokuldu…

Plan aynı plan, arkasında ABD-CIA var, amaç TSK’yı tasfiye…

ABD için bu planı ha FETÖ uygulamış, ha AKP, farketmiyor…

ABD için önemli olan TSK’nın tasfiyesi…

ABD için önemli olan çekirdekten Cumhuriyetçi-Kemalist subay yetiştiren askeri okulların kapatılması…

ABD-CIA-FETÖ darbesi, AKP sayesinde işte TSK ve askeri okulların tasfiye ile sonuçlandı…

ABD-CIA-FETÖ darbesi bu anlamda amacına ulaştı…

Şimdi gelelim bu tasfiyenin Osmanlı’dan bu yana Osmanlı-Türk ordusunda süren 200 yıllık Alaylı-Mektepli kavgasındaki yerine ve anlamına…

OSMANLI ORDUSUNDA ‘ASKERİ MEKTEPLER’

Osmanlı ordusunda bu kavga, Osmanlı’nın daha donanımlı ve organize Batı orduları karşısında yenilmeye başlaması sonucu ortaya çıktı…

Osmanlı ordusunun 1683 II. Viyana kuşatması bozgunu ve 1679 Zenta bozgunları, orduda ciddi bir reform yapılması zorunluğunu gündeme getirdi…

Yine de askeri reformda ciddi adımlar atılması bir yüzyıl daha aldı ve 19. Yüzyıl başlarına kadar sarktı…

Askeri mekteplerin kurulması çoğunlukla II. Mahmut dönemidir…

Eskimiş ve yozlaşmış, esnaflaşmış zorba Yeniçeri Ordusunu 1826’da halk desteğiyle topa tutarak tasfiye eden II. Mahmut, çekirdekten Batılı anlamda modern subay yetiştirmek için ilk askeri okulları kurdu…

1827’de askeri ihtiyaçlar için Tıbbiye, 1834’te Harbiye kuruldu…

İlk deniz Lisesi ise çok daha önce 1773’te Cezayirli Hasan Paşa tarafından kurulmuştu…

Bu okullardan yetişen zabitlere (subay) ordu içinde ‘Mektepli’ denmeye başladı…

Mekteplilerin ortaya çıkışı, orduda Mektepli-Alaylı kavgasının başlangıcı sayılır…

Alaylılar askeri eğitim görmeden, cesaretleri, atılganlıkları veya üst düzey yöneticilere (Sadrazam, serasker, beylerbeyi ve diğer paşalar) yakınlıkları ile göze girip yükselmiş askerlerdi…

Alaylılar arasında okuma yazma bilmeden paşa olmuş olanlar da vardı…

III. SELİM’İN MODERNLEŞME ÇABASINA TUTUCU-GELENEKÇİ İSYAN

Ama Alaylı-Mektepli kavgasının özü daha eskilere orduda Batı tipi modernleşme çabalarına ve Alaylıların buna gösterdiği tutucu-gelenekçi tepkiye kadar uzanır… 

Osmanlı ordusunda ilk köklü askeri modernleşme çabasını Fransız İhtilali’nin çağdaşı olan Sultan III. Selim (1789-1807) gösterir…

III. Selim 1796’da Batı tipi Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) ordusunu kurmaya girişir, Fransa ve Prusya’dan askeri danışman ve eğitmenler getirir…

Nizam-ı Cedit ordusunun sayısı 230 bine kadar çıkar…

Osmanlı ordusu Batı tipi bir modernleşme ve yenilenmenin eşiğindedir…

Mektepli subaylar ve talimli askerler dönemi açılacaktır…

Ancak tam bu noktada tutucu, bağnaz ve gerici-tepkici askerler ayaklanır…

Kabakçı Mustafa isyanı patlak verir (1807)…

TALİM VE DİSİPLİN İSTEMEYENLERİN KALKIŞMASI

İsyancıların bahanesi ‘Gavur üniforması giymeyiz’ şeklindedir…

Ancak asıl tepki, Batı tipi askeri eğitimin getirdiği ‘talim’e ve ‘sıkı disiplin’edir…

Yeniçeri ortalarında, Yeniçeri kahvelerinde yan gelip yatmaya alışmış Alaylı askerler talim ve disipline karşı çıkarlar…

Ayaklanma sonucu III. Selim öldürülür, Nizam-ı Cedit dağıtılır…

Osmanlı ordusunda modernleşme hareketi en az yarım yüzyıl gecikir…

Oysa talim, terbiye ve disiplin ‘Mektepli’ modern subayların asıl işi ve ‘alamet-i farika’sıdır…(Ayırt edici özelliği)…

‘ADIM ATIŞI BİLE TALİMLİ BAHRİYELİ’ TÜRKÜSÜ

Halk türküsü/şarkısı olarak yayılan ‘Bahriyeli’ ezgisinin sözleri de bu terbiyenin sivil hayata nasıl yansıdığını anlatır…( Aman aman aman Bahriyeli/Beyaz da giymiş terbiyeli/Adım atışı bile talimli/Yandım ela gözlü Bahriyeli…)

İşte bu ‘Mektepli-talimli-terbiyeli’ askeri ekol Osmanlı ordusunda ucu İttihatçı subaylara uzanan Modernleşmeci-Meşrutiyetçi-Hürriyetçi ve en sonunda Cumhuriyetçi hareketi yaratacaktır…

İNALCIK: ATATÜRK OSMANLI MODERNLEŞMESİNİN ÜRÜNÜ

Prof. Halil İnalcık, Atatürk’ün Osmanlı’da askeri bürokrasinin modernleşmeci akımının ortaya çıkardığı bir lider olduğunun altını dikkatle çizmiştir…

Atatürk ‘Mektepli’lerin en parlak örneği ve temsilcisidir…

Osmanlı ordusunda Mektepli-Alaylı kavgası, Rumeli’de dağa çıkan isyancı subaylar önderliğinde gelişen 1908 Hürriyet kavgası sürecinde ve sonrasında kızışır…

1908 Hürriyet Devrimi’ni başlatıp, II. Abdülhamit’i Anayasayı ilana zorlayan Prusyalı hocaların sıkı eğitiminden geçmiş İttihatçı ‘Mektepli’ subaylar, kurmaylardır… (Enver, Niyazi, Kazım, Halil, Ali Fuat, Fethi, Mustafa Kemal vb…)

II. Abdülhamit bu ‘Mektepli’lere karşı ‘Alaylı’ Şemsi Paşa’yı yollamıştır…

Arnavut kökenli, şiddet yanlısı ‘Alaylı’ Şemsi Paşa, ‘Mektepli’ Teğmen Atıf tarafından vurulmuş ve 1908 Devrimi’nin zafere giden yolu böylece açılmıştır…

Daha sonra 31 Mart 1909’da (13 Nisan 1909) İstanbul’da patlayan Şeriat yanlısı askeri isyan ‘Alaylı’ların isyanıdır… Modernleşmeye karşı İslamcı bir kalkışmadır… Bu isyana ilk kez sınava ve askeri talime alınmak istenen mollalar da karışmıştır…

31 MART’TA ALAYLILAR MEKTEPLİLERİ LİNÇ ETTİ

31 Mart’ta İstanbul sokaklarında kol gezen ‘Alaylılar’ buldukları ‘Mekteplileri’ linç edip öldürmüşlerdir…

1913 Ocak ayı sonunda ‘Mektepli’ İttihatçılar (Enver-Talat önderliğinde) darbe yaparak iktidarı ele almışlardır…

1914 başında Enver Harbiye Nazırı olur ve orduda geniş bir tasfiye yapar…

Öncelikle Alaylıları ve sonra İttihatçı karşıtı İtilafçı subayları ordudan temizler…

Ama Mektepli subayların esas yükselişi Cumhuriyet ve Atatürk devrindedir…

Kuleli, Harbiye ve Deniz, Hava Harp Okulları Atatürkçü, Cumhuriyetçi parlak subaylar yetiştiren tertemiz, sağlam birer eğitim kurumuna dönüşürler…

Türkiye Cumhuriyetini kuranlar, böylece devletin çekirdeğini oluşturan Türk Ordusu için sağlam bir dayanak yarattıkları inancındadırlar…

Ama Türkiye’ye göz dikenler, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp parçalamak isteyenler boş durmazlar…

ABD-CIA, NATO bünyesine alınmasına rağmen Türk ordusunun ve subaylarının Cumhuriyetçi-Atatürkçü gelenekten koparılamayacağını kısa sürede anlarlar…

CIA VE MİT SOL’A KARŞI FETÖ’YÜ DEVREYE SOKAR

Bunun üzerine ABD-CIA, 1960’lardan itibaren MİT ve ORDU aracılığı ile Türkiye’de yükselen, sol-milliyetçi, sosyalist akımlara karşı, İslamcı-şeriatçı akımları devreye sokarlar…

İslamcı FETÖ (Fethullah Gülen) bu süreçte 1960’lardan itibaren CIA-MİT kontrolünde desteklenir ve ülke çapında örgütlenmeye başlar… 1980’den sonra, Turgut Özal döneminden itibaren FETÖ’cüler CIA-MİT ve DEVLET tarafından kademeli olarak polise, yargıya, bürokrasiye orduya yerleştirilecektir… 

ABD-CIA, 1990’lardan, yani Berlin duvarının yıkılmasından sonra BOP planını geliştirir…

BOP’UN ESAS HEDEFİ: TSK’YI PARÇALAMAK

BOP’un özü bölgede İsrail’in güvenliğini sağlamak için Kürdistan’ın kurulması ve bunun için Türkiye’nin ve Türk ordusunun parçalanmasıdır…

Huntington gibi BOP teorisyenleri bu süreçte Türkiye’ye gelerek, Kemalizmin terkedilmesini ve İslam aleminin önderliğine soyunarak Arap dünyasına yönelmeyi tavsiye ederler Türkiye’ye… 

İKİ AYAKLI ABD PROJESİ: AKP VE FETÖ

ABD-CIA Türkiye’yi parçalamak ve yıkmak için iki ayaklı bir Siyasal İslam Projesi yürütür…

Bu planın bir ayağı AKP, ikinci ayağı FETÖ’dür…

ABD, iktidara gelmesine destek verdiği AKP aracılığı ile 2002’den itibaren FETÖ’cü kadroları devlete, polise, askere yerleştirmeye girişir…

Ana hedef bölgenin en güçlü ordusu olan TSK’nın tasfiyesidir…

Çünkü Kürdistan kurulmasının önündeki en büyük engel bölgedeki TSK’dır…

MEKTEPLİLERİN TASFİYESİ İÇİN ABD-CIA-FETÖ KUMPASI

Bu arada ABD-CIA eliyle ve AKP yardımı ile sinsi bir plan uygulanır…

1908’den beri bir türlü engellenemeyen ve tasfiye edilemeyen Cumhuriyetçi-Kemalist ‘Mektepli’ subayların tasfiye için bir kumpas kurulur…

FETÖ’cü elemanlar sistemli olarak 1986’dan beri sınav soruları çalınarak Kuleli’ye ve Harp Okullarına sokulurlar…

O dönem siyasiler tarafından bilinmesine rağmen bu sinsi sızma engellenmez…

Atatürkçü subaylar da kendilerinden ve sistemden öylesine emindirler ki, bu sinsi sızmaya karşı zamanında gereken önlemleri almazlar…

AKP’nin 2002’de iktidara gelmesi ile TSK’ya karşı AKP-FETÖ ortak kumpası hızlanır…

ÖNCE ERGENEKON VE BALYOZ, ARDINDAN FETÖ DARBESİ

‘Bunlar darbe yapacak’ gerekçesi ile 2007’de Ergenekon-Balyoz kumpas davaları AKP-FETÖ işbirliği ile tezgahlanır ve sahneye konulur…

TSK’da Kemalist-Cumhuriyetçi subaylar tasfiye edilir…

Gül ve Erdoğan öncülüğünde AKP yöneticileri onların yerine orduya FETÖ’cü subayları yerleştirirler…

2002’den itibaren tüm bu süreç Türkiye üzerine ‘Siyasal İslam’ ve 2023 İslam Cumhuriyeti Projesini yürüten ABD-CIA tarafından yönetilip yönlendirilir…

ABD-CIA bu projede çift kıskaç gibi AKP ve FETÖ’yü birlikte kullanır…

Bu süreç, Erdoğan’ın ABD güdümünden farklı bir şekilde, Ortadoğu’da Müslüman Kardeşleri kullanarak kendine gerçek bir egemenlik alanı kurma hamlesi ile bozulur…

Mısır’da ABD-Batı desteği ile Müslüman Kardeşler’e darbe yapılır, Erdoğan da artık ABD’nin hedefi haline gelir…

Mısır’da Sisi Darbesi tarihi 3 Temmuz 2013’tür…

Erdoğan’a karşı FETÖ eliyle gelen 17-25 Aralık 2013 darbesi bundan Mısır’dan yaklaşık 5.5 ay sonradır…

Ama asıl hedef TSK ve Türkiye’dir…

CIA-FETÖ MEKTEPLERİ ELE GEÇİRİR

ABD-CIA, Cumhuriyetçi-Atatürkçü Subaylar yetiştiren askeri Mektepleri AKP’nin iktidar döneminde FETÖ aracılığı ile tamamen ele geçirir… AKP, FETÖ’nün bu askeri okullardaki hakimiyetini destekler…

Askeri okulları ele geçiren FETÖ’cüler bu okullardan gerçek Atatürkçü gençleri kaçırtmaya (şok mangaları) ve çalıntı sınav soruları ile sadece kendi yandaşlarını, müritlerini almaya başlarlar…

Askeri okullar Siyasal İslamcı-Şeriatçı FETÖ’nün hakimiyetine geçer…

İslamcı-Şeriatçı Alaylılar, bir türlü yenemedikleri Mekteplileri, Mektepleri tepeden hileyle, kumpasla, sızmayla, AKP-FETÖ işbirliği ile ele geçirirler….

Alaylılar, Mekteplileri ancak Mektepleri ele geçirerek yenebileceklerini anlamışlardır…

ABD-CIA, FETÖ’cü hakim-savcı-polisleri kullandığı başarısız 17-25 Aralık’tan (2013) sonra Erdoğan’ı devirmek için bu kez FETÖ’cü subayları 15 Temmuz 2016’da sahaya sürer…

ASIL AMAÇ GERÇEKLEŞTİ: TSK’YA TASFİYE-MEKTEPLERE KİLİT

FETÖ’cü subayların darbe girişimi, Kemalist subayların karşı koyuşu ve halk direnişi ile bastırılır….

Ancak ABD-CIA her halükarda amacına ulaşır…Çünkü onun esas hedefi çift ayaklı yürüttüğü bu planda TSK’yı tasfiyedir….

ABD-CIA, 2007’de TSK’ya AKP-FETÖ eliyle Ergenekon Balyoz darbesini vurur…

ABD-CIA 2016’da FETÖ-AKP eliyle TSK’ya ikinci darbeyi vurur…

FETÖ’cü darbe girişimi, AKP’nin TSK’yı tasfiyesi ile sonuçlanır….

Askeri okullar, ‘mektepler’ kapatılır, ordu artık ‘Alaylıların’ eline bırakılır…

Osmanlı’dan Cumhuriyete süren 200 yıllık Alaylı-Mektepli kavgası, Mekteplilerin kesin yenilgisi, tasfiyesi ve Mekteplerin kapatılması ile son bulur…

AKP İMAM HATİP’Lİ ALAYLILARI ORDUYA DOLDURACAK

Artık bu ülkede Mektep’ten Atatürkçü, Cumhuriyetçi subaylar yetişmeyecektir…

ABD güdümünde AKP veya FETÖ tipi Siyasal İslamcı, Cemaatçi subaylar yetişecek ve orduya hakim olacaktır…

AKP’nin subay olarak, astsubayları (yani askeri okullar dışından ve askeri meslek dışından gelenleri) atama planı sonuçta Türk Ordusu’na İmam Hatip’ten gelecek ‘Alaylıları’ doldurmak içindir…

Osmanlı da bu yüzden batmıştı, Türkiye de ABD-CIA-FETÖ denetiminde AKP eliyle bu yüzden batacaktır…

Geçmiş olsun Türkiye!… 

Kerem Çalışkan

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 555
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

On 20.07.2016 at 12:01, poiuz said:

 

Bence Tayyip darbeden sonra muhalefeti bitirecek. Kemalistlerin AKP ile beraber ortaklık kurması hiçte iyi değil. Tayyip ile beraber yürüyenlerin sonları ne oldu unutmamak gerek.

Türkiyeyi kritik günler bekliyor! Bekleyip göreceğiz!

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

   15 Temmuz darbe girişiminin Fetonun askerleri tarafından yapılmış olduğu konusunda büyük bir mutabakat var. Ve söz konusu Feto ise ABD olmadan bu işe kalkışmamaları gerekir-di. Ama kalkıştılar. Ben bu darbenin AB-D nin oluru ile yapıldığını düşünmüyorum. Evet başarılı olsaydılar destek olurlardı ancak ne başarı nede başarısızlık AB-D ne birşey kazandırmaz. Koşullar aynen devam eder ve ediyorda. Ben asıl AB-D nin bu kavgaya nasıl izin verdi ordayım. Gerçi marksist diyalektik herhangi bir sorun olmasada oligartlar arasında bir çatışmanın olabileceğini vaaz eder ancak ben nedense feto gibi bir adamın bu işe nasıl giriştiğini hala anlamadım.

 

  Genel kabul bu çatışmanın 2012 de Hakan Fidan ile başladığıdır. Ve benimde o tarihlerde Baransu nun ciyaklamalarından edindiğim izlenim Mit nın fetocuları takip ettiği ve fetonun bundan rahatsızlık duyduğu yolundadır. Yani AB-D yada CİA nın hem ülke içerisinde hemde ülke dışında başka bir partneri var ve burda fetocular etkin değil. Partner olduğunu hem KCK hemde cihatcı turizminde ki rolleri sebebiyle söylüyorum.

 

  ABD bir taraftan etki elemanları üzerinden fetoyu kullanıyor diğer taraftan ise ortadoğu ve pkk üzerinde ki operasyonel faliyetlerine dahil etmiyor gözüküyor. Hem mit tırları ve hemde oslo-imralı görüşmelerine karşı mit tırlarının yakalanması ile kck operasyonları asıl kafa karışıklığının ABD de yaşandığının delili sanki,

 

  Anlaşılan herşey Başkanlık seçimlerine endekslendi. ABD asıl tutumunu seçimden sonra netleştirecek. İktidar koşullara göre darbecileri bile affedebilir. Bu ülke AB-D ekseninden çıkamaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dün yabancı basında Türkiye ve KKTC ile ilgili haberleri karıştırırken çok ilginç bir yazıya rast geldim. Yazının orijinali Fransızca yazılmış. Yazarı da Hannibal Genseric.   
Yazı La Cause du Peuple’de 27 Temmuz günü yayınlanmış. Yazının orijinal başlığı “Comment Poutine a fait « échec et mat » au coup d'état d'Obama en Turquie” ve yayın adresi de https://fr.sott.net/article/28679-Comment-Poutine-a-fait-echec-et-mat-au-coup-d-etat-d-Obama-en-Turquie
Söz konusu yazının İngilizce çevirisinin başlığı “How Putin was “checkmate” the coup Obama stated in Turkey” ve Türkçe çevirisinin başlığı da “Obama’nın Türkiye’de yaptırdığı darbeyi Putin nasıl Şah-Mat etti”.

 Yazının içeriği çok ilginç. Bu nedenle de önce yazarın kim olduğunu, yazdıklarının komplo teorisi mi yoksa araştırmaya dayalı gerçekleri mi yansıttığını araştırdım. Hannibal Genseric Fransız bir Matematikçi ve Bilgisayar Mühendisi. Yani kafası somut analizler yapan bir yapıya sahip. Fransa da yaşayan ünlü bir araştırmacı ve yazar. Araştırma ve yazı alanı Uluslararası ilişkiler ile dünya politikası. Çok çarpıcı bulguları var. Mesela yazılarından bir tanesinde “Genetikçiler atalarımızın Araplar olduğunu söylüyor. Le Pen ve Claude Gueant’de Arap kökenli” diyor, kanıtları ile birlikte. Jean-Marie Le Pen (baba) ve Marine Le Pen (kızı) Fransa’nın en aşırı sağcı siyasi parti olan Ulusal Cephe’nin eski ve yeni liderleri.  
Hannibal’ın söz konusu yazısında 15 Temmuz darbesi ile ilgili bugüne değin duymadığımız ve Türk basınına yansımamış bilgiler var. 
15 Temmuz Darbesi’nin Amerikan Ordusu ve NATO tarafından organize edildiğini, planlayıcılarının da CIA, MI6 ve Mossad olduğunu ve sonucunun da Türkiye’yi Anglo-Siyonist Eksen’den (Anglo-Sionist Axis-ASA) uzaklaştıracağını ve Şangay İşbirliği Organizasyonu’na (Shanghai Cooperation Organization-SCO) veya da Gelişmekte Olan Ülkeler Grubu olarak tanımlanan BRICS’e (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) yaklaştıracağını belirtmekte. 
Yazıda özetle dikkat çeken bölümler şunlar:  
KGB’nin çok iyi çalıştı ve 15 Temmuz Darbesi ile ilgili bilgileri Rus Başkan Vladimir Putin’e çok önceden iletti. Rusya, Türkiye Hükümetini haberdar etmek için detaylı bilgi topladı ve darbecilerin kullanacakları silahlara karşı bir koruma sistemi oluşturdu. 
İncirlik Üssü’nden yöneltilen bu boyuttaki bir darbenin fiyasko ile sonuçlanmasının nedeni Rusya’nın iki tarafa da çalışan ajanları ekarte etmiş olmasıdır. Bu darbede İncirlik Üssü”ndeki yüksek rütbeli subayların kullanılması çok aptalca oldu. Bu hata darbenin CIA tarafından yapıldığını ortaya çıkardı. 
Batı güçleri Erdoğan başta olduğu müddetçe, Yeni Dünya Düzeni (New World Order-NWO) projesinin hedefi olan Dünya Devleti’ni kurmanın mümkün olmayacağını artık anlamışlardı. Erdoğan’ın Orta Asya Türk Devletleri ve bir kısım Orta Doğu ülkeleri ile güçlü bir blok kuracağını anladılar ve bu darbeyi planladılar.       
Kremlin, Türkiye’nin NATO ve AB ile arasının bozulduğunu biliyordu. Başarısız bir darbenin Türkiye’yi Rusya’ya yakınlaştıracağını hesaplayıp, darbe süresince Türkiye Hükümetine yardım etti. 
Rusya, Suriye, İran ve Batı ülkeleri darbe yapılacağını biliyorlardı. Darbe günü Batı dünyası İstanbul ve Ankara’ya canlı yayınla bağlanmış, CNN’in ünlü sunucusu Christiane Amanpour ise darbeden 2 gün evvel tüm kamera ve yayın ekibi ile Türkiye’ye gelmişti, darbe günü canlı yayın yapabilmek için.     
Putin, danışmanı Alexander Dugin'i, Türkleri darbe konusunda uyarması için, Ankara'ya çok gizli bir şekilde gönderdi. Dugin Türk Hükümetine uzun bir darbeciler listesi verdi.
Darbecilere “karşı darbe” yapılması” bir ay önceden bazı darbecilerin kimliklerinin öğrenilmesi ile başlatıldı. Türk hükümeti 2 bin Türk askerinin (hava ve deniz) tutuklanması için savcıya talimat verdi. Mahkemeler bu talebi reddetti. Feto'cu yargıçlar darbeci generallere bir şeylerin olduğu haberini ilettiler. Bu şekilde, darbe öne alınmak zorunda kalındı.  
24 saat susan Amerikan ve Batı medyası, darbenin başarısız olacağını anlayınca, tipik yanıltıcı propaganda ile ortaya çıktı. Madem Erdoğan'ın uçağını F-16'lar gördü niye vurmadılar; çünkü, darbe Erdoğan'ın “Sahte Darbesi”ydi de ondan demeye başladılar. 
Gerçek ise çok farklıydı.
Türk F-16’larının peşinde 7 Rus uçağı ve iki S400 füze sistemi de üzerlerine kilitlenmişti. F-16 pilotlarına ihtar edildi: "Erdoğan'ın uçağına en ufak bir atış yaptığınız takdirde yok edileceksiniz." Bu sebeple, Türk jetleri Erdoğan'ın uçağına ateş edemedi. 
İncirlik ABD Üssünden 42 helikopterin yok olması ilk anlarda izah edilemedi. Sonradan öğrenildi ki, bu helikopterler Türkiye'yi işgal edecek güçlere katılmışlardı. Bu nedenle Türk hükümeti İncirlik üssünü 2500 polisle kuşatmış, elektriğini kesmis ve Amerika'ya "Ne yaptığınızı biliyoruz, Askerlerinizi bu yüzden güvenceye aldık." Mesajını iletti. Bunun üzerine, Obama işgal güçleri armadasını (bir çok ulustan oluşan ordu) durdurdu…..

Söz konusu yazının boyutu benim yazdıklarımın neredeyse 3 misli kadar. Sedece önemli gördüğüm yerleri size aktarabildim. 15 Temmuz darbesinin arkasından bilinen ve bilinmeyen birçok neden, etken ve organizatör var anlaşılan. Kesin olan şu ki, Batı artık Türkiye’den ve Türkiye’nin potansiyelinden çok korkuyor…

 Prof.Dr. Ata ATUN

Link to post
Sitelerde Paylaş

2 Bin Yıl Önce ki benzerlikler...

 

"Büyük ve adil adamların ünlü olmak gibi bir hırsları olamaz, çünkü onlar halka güvenirler ve sadece ne yapmaları gerekiyorsa ona yoğunlaşırlar." (Plutarch)

Roma, MÖ 133…

Tiberius Gracchus'un, hayatı pahasına giriştiği toprak reformu projesi, baronların ve senatonun sert tepkisiyle karşılaşmıştı.

Çapulcu lideri Scipio Nasica Serapio, bir komployla Tribün Tiberius'u ve en yakın dava arkadaşlarını kırımdan geçirmişti. Katliamla yetinilmemiş, kurulan olağanüstü mahkemenin yetkisine dayanılarak Gracchusçular ardı ardına idama mahkûm edilmiş ve mallarına da el konulmuştu…

Tiberius'un küçük kardeşi Gaius Gracchus'a, Toprak Reformu Komisyonu'nun üyesi (devlet görevlisi imtiyazı) olması nedeniyle dokunulamamıştır.

Toprak reformu yasası iptal edilmemişti, fakat tozlu raflara kaldırılmıştı.

 

Roma'nın zenginleri ihtişam içinde yaşamaya devam ediyorlardı, ama ahlak çöküntüsü de alabildiğine artmıştı; baldırı çıplaklarsa eskiden olduğu gibi açlık, yokluk ve sefalet içindeydi. Kartaca'nın yağmalanmasından elde edilen servetin dibi gözüküyordu; buna karşın yağma ve talan savaşları da alabildiğine yoğunlaşmıştı.

Fakat toplumsal ve sınıfsal çatışmalar azalmıyor, aksine karşılıklı nefret şeklinde yoğunlaşarak artıyordu; adaletsizlik, sömürü ve rüşvet çarkı alabildiğine hızlanmıştı. Hile karışmayan seçim yoktu; senatörler ile yüksek mevkideki memurların hırsızlıkları ve aldıkları muazzam rüşvetler ise herkesçe bilinen bir sırdı.

Bunları bilmeyen yoktu, fakat herkes bu duruma gülüp geçiyordu; sohbetlerde, tiyatrolarda, edebiyatta ve halkın katıldığı forumlarda herkes boynuzlanan kocaların, kazıklanan müşterilerin, aldatılan iş ortaklarının durumunun hicvedilmesine gülüyordu.

Roma'da her şey bir eğlence konusu olmaya adaydı…

Hiçbir tabu kalmamıştı…

Roma'nın eğlence dünyası erotizm değil, porno; eğlence değil, insan kanının aktığı "mezbahalar" etrafında dönüyordu.

Roma'da arenalarda ilk kez hayvanların yerine insanlar dövüştürülüyordu; köleler, mahkûmlar, vuruşmak için eğitilmiş gladyatörler… İnsanlar, hayvanların önüne canlı canlı atılıyorlardı.

Bu da yetmeyince gladyatörlerin toplu bir şekilde vuruştukları dövüşler düzenleniyordu. Herkes birbirini acımasızca öldürüyordu; bağışlayan yoktu…

İnsanoğlu, kurban olgusunu insan canını korumak için bulmuştu; ama artık insan kanının dokunulmazlığı da kalmamıştı.

Kabalaşmış ruhlar, ancak kaba tahriklerle doyurulabiliyordu…

Roma'da hayatın kutsallığı ve inceliği kalmamıştı; yaşam içten dışa dönük hale gelmişti.

Her şey dışarıda ve dışta yaşanıyordu. Dış görüntü her şeyin belirleyicisi olmuştu…

Ruh zenginliği kalmamıştı; içte yaşanan başarı duygusu artık tatmin etmiyordu; başarı dışarıdan da görülmeliydi, sergilenmeliydi, hatta göze sokulmalıydı…

Bunları yeterli bulmayanlar ise kökleri Asya'da, Afrika'da ve Ortadoğu'da olan dinlere, gizemli tarikatlara, mistik cemaatlere ve kültlere yöneliyordu.

GRACCHUSLARIN YÜKSELİŞİ…

Roma'da yaşam renkli, bol köpüklü, gürültülü ve tahrik ediciydi. Bu nedenle kimse bunun cazibesinden kurtulamıyordu…

Bir tek kişi hariç, Gracchus kardeşlerin annesi Cornelia…

Gerçi Tiberius'un öldürülüşü ve katliamlar, saçlarına yeni akların düşmesine neden olmuştu ama evinin salonu, yazarlara, düşün adamlarına, filozoflara, tarihçilere ve özellikle de sanatçılara ev sahipliği yapmaya devam ediyordu…

Cornelia dünyaya 12 çocuk getirmişti. Elinde sadece mutsuz bir evliliğin pençesinde kıvranan kızı Sempronia ve göz bebeği gibi koruduğu Gaius kalmıştı. Kocası öldüğünde Gaius henüz kundaktaydı ve bu nedenle de ona hem annelik hem de babalık yapmıştı. Onu hem iyi bir vatansever olarak yetiştirmişti hem de ruhunu Yunan felsefesi, bilgeliği ve edebiyatıyla bezemişti.

ROMA, MÖ 126…

Senato, Tiberius'un toprak reformu yasasını yürürlükten kaldırmak istiyordu. Bunun için bir halk oylamasına başvuracaktı. Önce Senatörler, reform projesinin beyhudeliği üzerine konuşmuşlardı. Tribün Flaccus ise projenin lehinde etkili bir konuşma yapmıştı. Dinleyici kitle, konuşmaları dinlemiş ve tam dağılmak üzereyken kürsüye birdenbire Gaius çıkmıştı…

Sıradan bir memurdu Gaius, yüksek mevki sahiplerinin konuşmalarından sonra söyleyeceği ne olabilirdi ki?

Herkes onu tanırdı. Cornelia'nın zeki, genç ve yakışıklı oğluydu o; Tiberus'un yetenekli kardeşi ve Toprak Reformu Komisyonu'nun da üyesiydi. Ama hepsi bu kadar…

Genç yaşı, onun henüz herhangi bir kuruma aday olmasına izin vermiyordu.

Ama kitle de bir anda dağılmaktan vazgeçmişti…

Gerçi halk konuşmalara doymuş ve eğlence safhasına geçmişti bile. Hatta bazıları konuşmacılara laf atarak çoktan eğlenmeye başlamışlardı da.

Ancak bir anda herkesi bir merak sarmıştı, dağılanlar da kürsüye doğru yaklaşıyordu… İnsanlar duyduklarına ve gördüklerine inanamıyorlardı.

Bunları ilk kez duyuyor ve izliyorlardı…

Gaius Gracchus, Romalılara alışık oldukları tarzda hitap etmemişti, sanki bir gösteri sahneliyordu…

Hitap etmiyor, adeta fısıldıyordu…

Konuşmuyor, adeta şarkı söylüyordu…

Anlatmıyor, onları adeta kollarına çağırıyor, vicdanları ayağa kaldırıyor; sorgulatıyor, hırslandırıyor, öfkelendiriyor ve ateşliyordu.

Sesinde bir kopukluk da yoktu, konuştukları mantıklıydı, fikir doluydu ama bir başkaydı… Konuşma tarzı şiirseldi…

O, sahneyi bir tiyatro sanatçısı gibi kullanıyordu. Bir uçtan bir uca uçuyordu, insanların gözlerinin derinliklerine bakmak için öne eğilip geri çekiliyor, sonra yakarırcasına başını göğe kaldırıp mırıldanıyordu; dizlerine vuruyor, alnını tutuyor, yere çömeliyor ve öne doğru eğiliyordu; soruyor ve yanıt bekliyordu…

Sanki transa geçmişti, ama aklının başında olduğu her halinden belliydi; argümanları ise çok gerçekçiydi.

Bu gösteri de neydi ve nereden çıkmıştı?…

Grandis erat verbis! (Parlak bir hitabet!) diye bir saptamada bulunacaktı Romalı hatipler.

Konuşma bittiğinde bir alkış tufanı kopmuştu. Sanki yer yerinden oynuyordu. Tribünler (üst düzey yöneticiler) ve özellikle de senato üyeleri adeta küçük dillerini yutmuşlardı.

İşin rengi daha şimdiden belli olmuştu. Sezar'ın sıkça kullandığı deyimle söylersek "Alea iacta est!", yani zarlar atılmıştı!

Senato, aristokratlar ve toprak baronlarına yeni bir baş belası geliyordu…

Gaius'un konuşması sadece sarsmıyordu, ikna da ediyordu. Söylenenler basit bir ajitasyon değildi.

Gaius Gracchus'un konuşmalarının içeriği, cümle yapısı, konuşmanın kıvraklığı ve melodisi, 100 yıl sonra bile okullarda en parlak hitabet örneği olarak öğretilecekti.

Hatiplerin üstadı Cicero, Gaius hakkında şu saptamada bulunacaktır: "Tartışmasız Roma'nın gördüğü en iyi hatiplerden biri."

Gaius, senato için bir tehlikeydi ve bu nedenle hemen Roma'dan uzaklaştırılmalıydı; aranan fırsat da çok geçmeden bulunacaktı…

SARDUNYA, İKİ YIL SONRA…

Sardunya'nın yerli halkı bir süredir Roma ordusuna karşı yıpratıcı bir savaş yürütmekteydi. Senatonun büyük bir çoğunluğu Gaius Gracchus'un Sardunya'ya gönderilmesini ve ordunun levazım sorumlusu olmasını istiyordu. Böylece onu Roma'dan uzaklaştırmış olacaklardı; kim bilir belki Sardunya'nın ünlü bataklıklarının yol açtığı tifo salgınında ölür diye umuyorlardı.

Gaius açısından yapılabilecek bir şey yoktu; 10 yıllık askerlik görevinin bitmesine henüz iki yıl vardı ve ayrıca Tribün adaylığı için de yaşı tutmuyordu. Deneyim kazansın diye abisi Tiberius'un biricik oğlu Tiberius’u da yanına alarak Sardunya'ya hareket etmişti.

Şaşırtıcı bir şekilde bu karar en çok annesi Cornelia'yı sevindirmişti, çünkü Gaius'un akıbetinin Tiberius'unki gibi olmasını kesinlikle istemiyordu.

Gaius'un başarıları ve ünü Roma'ya kadar yayılmıştı. Herkes onun orduyu kurtardığını, olmazları olur yaptığını konuşuyordu.

Görev süresi tamamlandığı için artık Roma'ya dönebilirdi. Ancak Roma'nın hâkim güçleri onun bir yıl daha kalması için özel bir karar çıkartmışlardı. Gaius bunun bir komplo olduğundan emindi ve içten içe isyan ediyordu ama biraz daha sabretmeye karar verdi…

Senato, Gaius'un ölmesini beklerken, henüz hayatının baharındaki yeğeni tifoya yenik düşmüştü.

Artık Gaius'u hiçbir şey Sardunya'da tutamazdı… Cenazeyi alarak Roma'ya dönmüş ve sonra da Tribünlüğe aday olduğunu açıklamıştı. Senato ise dönüşünü firar olarak yorumlamış ve hakkında vatana ihanetten dava açmıştı.

Dava dosyası hukuki temelden yoksundu.

Gaius Gracchus mahkemedeki savunmasında, kendisine bir kumpas kurulduğunu; Sardunya'ya hem başarısız olması hem de ölmesi için gönderildiğini belirtmiş ve şunları söylemişti:

"Taşradaki yaşantım ve davranışlarım en ufak bir kusur içermez; ne hırslarımın peşinden koştum ne de orada keyif çattım; çadırıma ne kadın ne de köle soktum...

Hiç kimse benim ne bir rüşvet aldığımı kanıtlayabilir ne de birine haksız bir kazanç sağladığımı iddia edebilir; ahlaki hiçbir düşkünlük göstermediğimi düşünürseniz, çocuklarınıza da öyle davrandığımı anlayabilirsiniz… Ben, başkalarının yaptığı gibi yanımda içlerini altınlarla dolduracağım şarap tulumları götürmedim, ama oraya giderken içleri altınla dolu torbalarım vardı ve bunları da ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için harcadım."

Senato baltayı taşa vurmuştu…

Gaius artık 27 yaşındaydı ve adaydı…

Seçimler yaklaştıkça da Roma Meydanı onun konuşmalarıyla inliyordu…

O sadece kitlelere hitap etmiyordu, aynı zamanda yoksulların ve kimsesizlerin yüreklerindeki isyanı da ateşliyordu. Binlerce insan, onun konuşmalarıyla coşuyor ve hareketleniyordu…

TRİBÜN SEÇİMLERİ…

Seçim günü gelip çatmıştı. Gaius Gracchus'u desteklemek için sadece Romalı yurttaşlar değil, bütün İtalyanlar Roma'ya akın etmişti. Gerçi onların oy hakkı yoktu, ancak Gaius’u dua ve propagandayla destekliyorlardı.

Capitol ilk kez bu kadar insan görüyordu. Tepeler, çatılar insanla dolup taşmıştı…

Gaius seçilmişti...

Her yıl 10 Tribün seçilirdi, ama halk sanki sadece Gaius seçilmiş gibi ona tezahüratta bulunmuştu. Hâkim güçler için korkutucu, ürkütücü ve tehlikeli bir durumdu bu…

Peki, Gaius Gracchus ne istiyordu? Onu hangi sınıf ve katmanlar destiyordu?

Plutarch'a göre, Roma'nın baldırı çıplakları tam tekmil onu desteklemişti, farklı meslek gruplarından birçok insan ondan yanaydı; aydınlar, sanatçılar ve özellikle de gençler onu tutuyordu. Aristokratların küçük bir kısmı ondan yana tutum alırken, gelişmekte olan yeni sermaye sahiplerinin (tüccarlar, armatörler ve bankacılar) -ki bunlar özellikle şövalyelerdir- büyük bir çoğunluğu onu desteklemişti.

Ve... Gaius konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıkar…

Ama o, sanki yönünü şaşırmış gibi ters bir konumda konuşur…

Roma'nın tarihsel geleneklerini altüst edercesine sırtını senatörlere, yüksek memurların bulunduğu podyuma döner…

Yüzü ise meydana; kitlelerin, yoksulların ve güneşin altında saatlerdir konuşmasını heyecanla bekleyenlere, pazara doğrudur…

Bugüne kadar hiç kimse böyle bir şey cesaret edememişti, daha doğrusu kimsenin aklına böyle bir şey gelemezdi zaten…

Bu kadarı fazlaydı ve bu, senatoya bir savaş ilanıydı. O, küçük bir konum ve duruş değişikliğiyle bir anda Roma'nın siyasi yapısını altüst etmiş; "devletin yönünü halka çevirerek" siyaseti de devrimcileştirmişti.

O, hukuka katı bir şekilde bağlıydı, ancak hukuki temeli olmayan gelenekleri de bir kenara itiyordu…

GAİUS'UN HALKÇI YASALARI…

Gaius sadece biçimsel açıdan değil, halk oylamasına sunduğu ve hukuksuzluk içermeyen yasalarla da Roma'da erken devlet sosyalizmine doğru adım atmıştı:

- Tiberius'la başlayan Toprak Reformu Yasası daha da etkinleştirilmişti.

- Binlerce Tiberius yanlısını ölüme gönderen Özel Mahkemeler yasa dışı ilan edilmişti. Bu mahkemelerin kararları geriye dönük olarak da geçersiz sayılmıştı. Dolayısıyla sadece binlerce insanın saygınlığı yeniden iade edilmemiş, aynı zamanda el konulan mal ve mülkler de iade edilmiş, bunları yok pahasına satın alanlardan da hesap sorulmuştu.

- Yokluk ve sefaleti ortadan kaldırmak için muhtaç olanlara bedava ekmek ve buğday dağıtılacak; ayrıca ekmek ve buğday fiyatları sabitlenecekti. Ekmek ve buğday için de silo ve depolar inşa edilecekti. Bütün bu düzenlemelerin maliyeti ise Kral III. Attalos'un serveti ile Bergama'nın altın madenlerinden karşılanacaktı.

- O güne kadar aristokratların bir imtiyazı olan, yargıçları atama yetkisi senatonun elinden alınmıştı. 300 senatörün yanı sıra şövalyelerden oluşan 600 yeni üye daha atanmıştı. Rüşvet, tehdit ve gasp davalarına ise senatörler bakamayacaklardı.

EKONOMİK VE SİYASİ DÜZENLEMELER…

Gaius, bütün İtalyan kavimlerini bir potada eritebilmek için muazzam uzunluk ve genişlikte yollar ve köprülerin yapımına girişmiş; altyapı çalışmalarını başlatmıştı. O bütün İtalya'yı birbirine bağlayarak toplumsal birliği hızlandırmayı amaçlıyordu. Birlik ve bütünlüğün bir parçası olarak hem İtalya'da hem de sınır ötesinde (Sicilya ve Afrika'da) yeni kolonilerin kurulması için girişimlerde bulunmuştu.

Amacı onlarca yeni koloninin kuruluşuyla halkı refaha kavuşturmaktı. Özellikle Kartaca'dakiJuno Kolonisi'ni çok önemsiyordu. Sonra da ekonomik ve toplumsal adımları, Roma sınırlarının dışında yaşayan bütün İtalyanlara yurttaşlık hakkı tanıyarak taçlandırmayı hedefliyordu.

Gaius bütün bu yasa ve düzenlemelerle aristokratların ekonomik gücünün yanı sıra siyasi etkisini de zayıflatmayı; böylece köylülerin, kent proletaryasının ve yeni gelişmekte olan zenginlerin (şövalyelerin) siyasi ve toplumsal konumunu güçlendirmeyi amaçlıyordu. Devlet denilen organizma sağlam toplumsal temeller üzerine kurulmalıydı.

Yapılanların birçoğu siyasi ve ekonomik karakter taşımaktaydı.

Ama Gaius daha da ileri gitmişti: Roma ordusunun alışılagelen yapısını kökten değiştiren bir seçim sistemi getirmişti. Yeni düzenlemeye göre, birlik komutanları askerler tarafından seçilecekti. Orduda keyfi cezaların yanı sıra şiddet de son bulacaktı.

Tarih bazen bütün siyasi ve toplumsal gelişmeleri bir insan üzerine odaklar. Gaius Gracchus da böyle bir "odak şahsiyet" olmuştu…

O, istediği an monarşiye geçebilirdi, kimse de buna itiraz etmezdi. Nitekim birçok hasmı işin oraya varacağını söyleyip duruyordu. Ama o öyle yapmadı ve kitlelerin ona olan sarsılmaz güvenine sadık kaldı. Her şeyi hak ve hukuk üzerinden gerçekleştirmeyi, siyasete komplo ve şiddeti sokmamayı prensip haline getirmişti ki hayatının sonuna kadar bu çizgisinden şaşmayacaktı. Yüzyıllardır küçük bir azınlığın, oligarşinin (aristokratlarda) elinde toplanan yönetimi, şimdi gerçek sahiplerine, populus'a, demos'a, yani halka teslim ediyordu.

Gaius'un en büyük başarısı; yetkileri tekeline almadan, görev ve sorumlulukları çevresine dağıtması ve hatta ilk anda kendisine karşıt olanları da ikna ederek çalışmalarına ortak etmesidir.

Gaius yol, köprü ve altyapı çalışmalarıyla sadece İtalya'nın değil, toplumun da çehresini değiştirmişti…

Gaius gerçek anlamda halkın sevgilisi olmuştu, 100 yıl sonraki değerlendirme şöyledir: "Roma halkının en büyük sevgilisi”.

Fakat…

70 LANET GÜN…

Nasıl ki Acemin oyunu ve hilesi bitmezse, Roma'nın da siyasi komploları bitmez…

Gaius'un en önemli projelerinin başında yeni yerleşim yerlerinin inşası geliyordu. Bunun için de Kartaca kolonisine özel bir önem atfediyordu…

Kartaca'ya giderek, seçilecek yeri bizzat görmek ve işleri yerinde denetlemek istiyordu. Gaius birkaç aylığına Roma dışına çıkmıştı…

Roma'nın kaderine hükmeden 70 lanet gün…

Onun yokluğunu fırsat bilen senato, Tribünlerden birini, Livius Drusus'u satın almayı başarmıştı. Felç edilmiş devlet çarkı da yeniden işlemeye başlamıştı. Drusus, onaylanmış mevcut yasaları absürt bir noktaya götürerek Gracchusçuların halk tabanını zayıflatmaya başlamıştı. Geride kalan Gracchusçular senatoyla baş edemiyorlardı.

70 günde halk tarafsızlaştırılacaktı…

Gaius bir verdiyse, onlar iki vermeyi vaat ediyorlardı… Roma'da alarm zilleri çalıyordu…

Gaius hızla Roma'ya gelmeli ve işe el koymalıydı, ama artık çok geçti…

Gaius gelir gelmez halkı yeniden kazanmak için çok çaba göstermişti, kısmen başarılı da olmuştu…

Çürümüş eski devlet çarkının kırılmaması ya da yenilenmemesi büyük bir zafiyet yaratmıştı… Bu da tarihten bize kalan en önemli derslerden biridir…

Gaius'un çekirdek ekibi iş başındaydı: Flaccus, Rubrius, Glabrio adlı Tribünler; Roma'nın ünlü aydın ve müzisyeni Licinius; Roma'nın en zengin ailelerinin çocukları olan Pomponius, Herennius Siculus ve Quintus Flaceus -ki o konsüllerden birinin oğludur- ama artık çok geçti…

Seçim günü de yaklaşmaktaydı, ama rüzgâr tersten esmekteydi. Senato her şeyi denetim altına almıştı. Roma'da oturmayanlar kentin dışına çıkarılmış, bütün köşe başları tutulmuş ve her yere görevliler dikilmişti. Halk, teröre maruz kalmıştı.

Gaius ve arkadaşlarının yeniden seçilmemeleri için her şey planlanmıştı…

Bu koşullarda Gaius, şu son konuşmasını yapar:

"Zenginler, sanki devlet ve halk sadece kendilerinden ibaretmiş gibi kendi sınıf çıkarlarını devletin çıkarlarıyla özdeşleştirmektedirler… Zenginler için önemli olan balık ve su ürünlerini barındıran göllere ve derelere sahip olmaktır; devlet yıkılmış yıkılmamış kimin umurunda. Aristokratlar hem yüzümüze gülüyorlar hem de devletin içinde bulunduğu krize rağmen kârlarına kâr katmanın peşinde koşuyorlar…"

TARİH TEKERRÜRDEN Mİ İBARET?…

Seçimler sadece "büyük bir kargaşalık içinde" yapılmaz, hile de karışır ve halk üzerinde terör estirilir…

Senato bununla da kalmaz, "Gaius taraftarlarının Jüpiter'in tapınağına saldırdıklarını, kutsallığına leke sürdüklerini, görevlileri öldürdüklerini ve bir darbe girişiminde bulunduklarını" yayarlar.

Olaylar yaklaşık 2000 yıl öncesinde cereyan etmektedir, ama komplo yöntemleri de hiç değişmemiştir. Türk siyasi tarihine ne kadar da benziyor!

Sonra… Hiçbir zaman şiddeti onaylamayan Gaius'un bütün görüşme teklifleri de reddedilir. Anında "Tehlikede olan devleti korumak için olağanüstü hal" ilan edilir…

Ardından da Gaius ve taraftarlarına yönelik bir sürek avı başlar…

Gaius'un başına ödül de konur.

Büyük bir kıyım başlar…

Direnenler anında öldürülür...

Teslim olanlar ise sonradan idam edilmek üzere hapse atılır.

MÖ 121 yılında Gaius bir sığınakta bir kölesiyle birlikte intihar eder…

Plutarch, 3000 Gracchus yanlısının katledildiğini kayıtlara geçer…

Bir çapulcu, Gaius'un beyninin yerine kurşun doldurur ağırlık oluştursun diye…

Her yerde zulüm ve işkence kol gezer…

Cornelia'ya ise hiç kimse dokunmaya cesaret edemez…

Katlanılmaz acısını yüreğine gömerek bir 10 yıl daha yaşayacaktır… Ama Roma halkı Cornelia'yı ebedileştirecektir…

Roma tarihinde ilk ve son kez bir kadının anısına kaidesinde "Cornelia, Afrikanus'un Kızı Gracchusların Anası” diye yazan bir heykel dikilecektir.

Gaius'un ölümünden sonra toprak reformu yasası bütünüyle rafa kalkar…

Dağıtılan topraklara zorla el konulur...

Yeni koloni kurma projesi tümden iptal edilir…

Latinlere verilen yurttaşlık sözü unutulur…

İşsiz, evsiz ve kimsesiz kalan Romalı köylüler ve proleterler, yeni ayaklanmalara hazırlık için varoşlara çekilir…

30 yıl sonra Tiberius'un oğlu olduğunu iddia eden bir Romalı, halktan büyük destek görür, Tribün olur, ancak o da kanlı bir çatışmada öldürülür…

Roma 100 yıl boyunca rahata kavuşamayacaktır...

Londra, MS 1649…

İngiltere Kralı I. Charles, mevcut yasaları iptal etmek, parlamentoyu feshetmek ve iç savaş başlatmak gibi suçlamalarla 1649'da Londra'da idam edilir.

General Cromwell komutasındaki parlamento ordusunun (New Model Army) ruhunu, devrimci bir akımı olan Levellers (düzleyiciler) belirlemektedir.

Onların önderliğinde Gaius Gracchus'un hayata geçirmeye çalıştığı yasa ve düzenlemeler İngiltere'de 10 yıllığına hayat bulur.

Cumhuriyet ilan edilir…

True Levellers mensupları, İngiltere'nin ve Galler'in değişik yerlerinde toprakların ortak olduğu komünler kurarlar. Bunların hikayesi ise bir başka yazının konusudur...

New Model Army, tarihte ilk kez hem terfi ve tayinlerde liyakat sistemini esas alır hem komutanların sıradan askerler tarafından seçilmesine karar verir hem de ordu içindeki şiddeti yasaklar…

Sadık Usta

tarihinde Abdul Alhazred tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi için ABD’nin belgeye ihtiyacı var mı? 
Ya da şöyle soralım: 
ABD Fethullah Gülen’in kim olduğunu bilmiyor mu?

Bunlar nasıl sorular, demeyin.

Zira, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye ile ABD arasında yaşanan “Gülen’i ver – Vermem için delil ver” diye özetleyebileceğimiz politika, tam bir “mış gibi yapma” ekseninde yürüyor.

Açayım...

ABD Dışişleri Bakanı Kerry’den ABD Başkanı Obama’ya, ne kadar üst düzey isim varsa hepsi aynı sözü tekrarlıyor:

“Fethullah Gülen hakkındaki iddiaları kanıtlayın”

 

Son gelişmeye göre, ABD Adalet Bakanlığı heyeti de Türkiye’ye gelip görüşmeler yapacakmış Gülen’e dair.

Bilmesek, “ABD ne kadar evrensel hukuk normlarıyla yaklaşıyor meseleye,” diyebiliriz. Öyle ya, kendi ülkesinde 17 yıldır yaşayan bir isme dair yapılan çok ciddi suçlamaların gerçek olup olmadığını öğrenmek istiyor!

İşte tam da “mış gibi yapma” durumu bu noktada yaşanıyor.

Zira, ABD Fethullah Gülen’in kim olduğunu Türkiye’den “daha iyi” biliyor.

Ve Fethullah Gülen’e dair Türkiye’den gönderilen belgelerden daha fazlası arşivinde var.

İŞTE ABD’NİN GÜLEN ARŞİVİ

Barış Terkoğlu ile birlikte kaleme aldığımız “Sızıntı” ve “Mahrem” kitaplarını okuyanlar bilir; Wikileaks belgeleri ışığında Türkiye’nin sırlarını yazdık.

Ve gördük ki; ABD Dışişleri Bakanlığı’na ait binlerce gizli kriptoda en fazla yer bulan isimlerden biri de Fethullah Gülen’di.

Yani, geçelim Türkiye’den gönderilen / gönderilecek belgeleri…

Sadece o kriptolar bile, ABD’nin raflarında ciddi bir Fethullah Gülen arşivi olduğunu ortaya koyuyor.

Gelin, ABD’nin elindeki işte o arşivi bir nebze de olsa aralayalım.

11 Mart 2003:

ABD Büyükelçisi Robert Pearson Washington’a gönderdiği kriptoda şöyle dedi:

“Gülen hareketinin geniş ağa yayılan liseleri, üniversiteleri, medya kuruluşları, iş dernekleri ve 35 ülkedeki diğer holdingleri, önceleri Türk devleti, özellikle Dışişleri Bakanlığı ve istihbarat servisleri tarafından teşvik edildi. Fakat Kemalist devlet, özellikle de Türk ordusu, 1997’de Erbakan’ın İslamcı hükümetine karşı gerçekleştirilen ‘postmodern’ darbenin ardından Gülencileri İslamcı tehdit olarak tanımladı.”

SORGU KASETLERİ VE FBI’IN RAPORU

17 Eylül 2003:

ABD’de kalıcı oturma vizesi isteyen Fethullah Gülen, ABD Göçmenlik Bürosu ile bir görüşme gerçekleştirdi. Gülen’le yapılan görüşmenin biyometrik kasetleri, Göçmenlik Bürosu tarafındanFBI ve CIA’e teslim edildi.

Temmuz 2005:

Emniyet Müdürlüğü’nden 3 polis müdürü, İstanbul’da ABD Başkonsolosluğu Hukuk Ateşesi ile buluştu. 3 Türk polis, FBI’ın Gülen için “temiz raporu” vermesini istedi. FBI reddeti.

4 Ağustos 2005:

ABD İstanbul Başkonsolos Vekili Stuart Smith “Hoca İçin Destek Toplamak” başlığını taşıyan gizli belgeyi Washington’a gönderdi. Kriptoda “Gülen’in ABD’deki kendisine karşı olumsuz yaklaşımlardan duyduğu endişe, kısmen Gülen’in avukatının Bilgi Edinme Yasası kapsamında sahip olduğu 2004 Kasım tarihli bir FBI raporundan kaynaklanmaktadır” yazıyordu.

“ÇOK SAYIDA GÜVENİLİR RAPORA SAHİBİZ”

Devamında, Başkonsolos Vekili Gülen’e ilişkin tespitlerini daha da sertleştiriyordu:

“Ancak Gülen hareketinin nihai niyetleri konusunda derin ve yaygın kuşkular hâlâ geçerli.Hareketin bünyesindeki çeşitli çevrelerin, aralarına aldıkları insanlar üzerinde uyguladığı baskıya ilişkin ipucu veren anekdotlara sahibiz. İşadamlarına Gülenci okulları ve diğer faaliyetleri desteklemek için para vermeyi sürdürmeleri yönünde yapılan ağır baskı buna örnek. Gülenciler’in kendi okul ağlarını (buna ABD’deki düzinelerce okul da dahil), din propagandacısı haline getirilmeye müsait buldukları öğrencileri büyük bir dikkatle seçmek için kullandıkları hakkında çok sayıda güvenilir rapora sahibiz ve bu okullardaki yatılı öğrencilerin beyinlerinin nasıl yıkandığını da defalarca işittik.”

Sonuçta...

ABD’nin İstanbul Başkonsolos Vekili, Gülen Cemaati konusundaki kanaatini net olarak şöyle ifade ediyordu:

“Bu gerçekler, Gülenciler’in Türk Polis Teşkilatı dahil (İstanbul’daki Hukuk Ateşesi’yle yaptıkları toplantıda ortaya çıktığı gibi –Ankara ayrı bir telgrafta bu gelişmenin polisin terörizmle mücadele çabalarına etkisini ayrıca irdeleyecek–) birçok devlet kurumuna sızmalarıyla birleştiğinde, yüzeyin altında çok daha katı bir çizginin, dünya çapında bir İslamcı yayılma propagandası misyonunun yattığına işaret ediyor. Kısacası, Gülenciler’in sahip olduğu uluslararası okullar ağıyla (Türkiye, Asya –örneğin Afganistan ve Pakistan– ve Afrika ile ayrıca ABD’de olan) gelecek nesillere şekil verme çabaları ve sadece Türk iş dünyasına değil, resmi kurumlara da sızma konusundaki belgelenmiş çabaları, Türk İslamı içinde baskın bir ses haline gelmeleri halinde, ılımlı tavırlarının sürüp sürmeyeceği konusunda soru işaretleri doğmasına yol açtı.”

GÜLEN’İN MALİKANESİNE BASKIN

12 Ocak 2006:

Pensilvanya eyaletinde bulunan Philadelphia Göçmenlik Bürosu, Fethullah Gülen’le bir görüşme yaptı. Üç saat süren o buluşmaya Washington’dan bir görevli de katıldı. Tüm görüşme kameraya kaydedildi. Bir vize görüşmesinden ziyade, sorgulanıyordu Fethullah Gülen. Öyle ki; ABD’li yetkililer Gülen’e Cemaat’in yapısı, öldükten sonra başa kimin geçeceği, toplantıların nasıl düzenlendiği gibi çarpıcı sorular sordu.

12 Mayıs 2006:

Fethullah Gülen’in Pensilvanya’da oturduğu malikâneye baskın düzenlendi. Operasyon, ABD Göçmenlik Bürosu İstihbarat Servisi’nin Dolandırıcılıkla Mücadele ve Milli Güvenlik Bölümü tarafından yönetildi. İddia o ki, yapılan baskında mahkeme kararı yoktu. Yaşanan bu olağanüstü durumdan haberdar edilen Gülen’in avukatı, o sırada malikânede olan Göçmenlik Bürosu görevlileriyle telefonda görüştü. Pensilvanya’da arama devam ederken, ABD’liler Fethullah Gülen’den çok çarpıcı bir istekte bulundu: Kalıcı oturma vize başvurunu geri çek!

Ve eğer Gülen bunu yaparsa, ABD’yi terk ettiğinde, tekrar ABD’ye geri dönüşünü engelleyecek hiçbir durum olmayacağının sözü verildi.

Gülen vize başvurusundan da vazgeçmedi, ABD’yi de terk etmedi.

CIA ve ABD Dışişleri Gülen’in Yeşil Kart alması için önünü açarken, ABD’de iç güvenlikle ilgilenen FBI ve savcılar buna karşı çıkıyordu.  

“HUZURSUZLUK YARATIYOR”

23 Mayıs 2006:  

ABD İstanbul Başkonsolosu Deborah Jones “Fethullah Gülen: Müritleri Neden Yolculuk Ediyor?” başlıklı kriptoyu Washington’a gönderdi.

Kriptonun özet bölümünde Diplomat Jones durumu şöyle aktarıyordu:

“Fethullah Gülen, 50’den fazlası ABD’de olmak üzere 30’u aşkın ülkede 160’tan fazla bağlı kuruluşu kapsayan muazzam ve genişlemeye devam eden bir şebekenin merkezinde duruyor. Bunun sonucunda, Gülen destekçileri Türkiye Misyonu’nun göçmen statüsünde olmayan vize başvurularının giderek artan bir bölümünü teşkil ediyor. Başvuru sahibi Gülenciler, neredeyse değişmez bir biçimde seyahat amaçları ve Gülen’le ilişkileri hakkındaki sorulara, konsolosluk yetkililerinde soru işareti uyandıran kaçamak cevaplar veriyorlar. Endişelerimiz Türk toplumunun laik kesimlerince de paylaşılmakta”

Belgenin özet bölümü böyleydi. Cemaat mensupları sık sık ABD’ye seyahat ediyorlardı. Ancak her nedense Cemaat bağlantılarını gizli tutuyorlardı. Bu yöndeki sorulara verdikleri yanıtlar ise ABD’li diplomatları daha da şüphelendiriyordu.

ABD’li diplomat Jones devam ediyordu:

“Dışarıdan mülayim insancıl bir hareket olarak görünse de, Gülenci başvuru sahiplerinin yaygın kaçamak tavırları –başvuru profillerinin son birkaç yıl içinde kasten düzenlendiği izlenimiyle birleşince– konsolosluk yetkililerinde, Türkiye’de Gülenciler’e aşina kişilerde olduğu gibi, bir huzursuzluk yaratıyor.

FBI’DAN CEMAAT’İN İMAMLARINA GÖZALTI

2007:

Cemaat’in Emniyet imamı Osman Hilmi Özdil ve MİT imamı Murat Karabulut ABD’ye girişlerinde FBI tarafından gözaltına alındı ve sorgulandı. (Daha önce de Cemaat’in üst düzey yöneticileri Kemalettin Özdemir ile Latif Erdoğan, ABD’de FBI tarafından sorgulanmıştı.)

Osman Hilmi Özdil sorgusunda; Emniyet Müdürü Samih Teymur’u ziyaret maksadıyla ABD’de bulunduğunu ifade etti. Samih Teymur, ABD’deki Güvenlik ve Demokrasi için Türk Enstitüsü’nün (TISD) başındaki isimdi. FBI, iki imamın sorguda söylediklerine inanmadı.

Keza, inanmamakta da haklı çıktı…

Sorgu sonrası Özdil ve Karabulut , ABD’de bulunan Türk polisleri tarafından alınıp Fethullah Gülen’in yanına götürüldü. Pensilvanya yolculuğu sırasında, FBI arkalarından takip etti.

İki imam ABD’den çıkarken karşılarına bir kez daha FBI dikildi. Üstlerindeki bütün belgelere ve bilgisayarlarına FBI tarafından el konuldu. Cemaat imamlarının vizesi iptal edilirken, daha sonra tekrar yaptıkları başvurular da kabul edilmedi.

Emniyet Müdürü Samih Teymur’un ABD vizesi de iptal edildi. Yine bu olayın akabinde iki FBI ajanı New Jersey’de ikamet eden ve New York bölgesindeki Türk polislerinin sorumlusu olan Emniyet Müdürü Ahmet Çelik’i sorguladı.

FBI: GÜLEN VE CIA ORTAK

25 Mayıs 2007:

Gülen, ABD İç Güvenlik Bakanı Michael Chertoff, FBI Başkanı Robert Mueller ve ABD Göçmenlik Bürosu aleyhine, “yasal süreci işletmedikleri” gerekçesiyle ve göçmenlik statüsünün onanması için dava açtı. Dava sürecinde ABD İç Güvenlik Bakanlığı ile FBI’ı savunan savcılar, Fethullah Gülen’in CIA bağlantısına ilişkin şöyle dedi:

“Gülen hareketinin, yürüttüğü projelerin finansmanında kullanılan paraların büyüklüğü nedeniyle Suudi Arabistan, İran ve Türk hükümetleriyle gizli anlaşma içinde olduğu iddiaları dile getirilmektedir. CIA’in de bu projelere finansal ortaklık ettiği şüpheleri bulunmaktadır.

Ve savcılık elbette FBI raporlarına dayanarak, Gülen Cemaati ile ilgili çarpıcı bir bilgi daha verdi. Cemaat’in 25 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaştığını söyleyen ABD’li savcılar, “Okullar, gazete, üniversite, sendikalar, televizyonlar. Bunların birbiriyle ne kadar bağlantılı olduğu tartışılıyor. İş yapma şeklinde hiçbir şeffaflık yok” tespitinde bulundu.

FBI’ın tüm karşı çıkışlarına rağmen, CIA ajanlarının referansını alan Fethullah Gülen davayı kazandı. 10 Ekim 2008’de Yeşil Kart sahibi oldu.

BU İŞ ZOR YONCA

Evet… 
Yukarıda özetlediğime benzer onlarca kripto ve belge, şu an hali hazırda ABD arşivinde var. 
Ama sanırım bu kadarıyla da anlaşıldı.
ABD’de CIA Gülen’e ne kadar sıcak davranıyorsa, FBI’ın o kadar Gülen’i soruşturduğunu, zaman zaman okullarına baskın düzenlediğini, hatta Gülen’in ABD’de olmasına karşı çıktığını söyleyebiliriz. 
Tam da burada soralım: 
Sahi, Erdoğan gerçekte ne ile “savaştığının” farkında mı? 
Örneğin... 
Dünyanın dört bir yanına uzanan Cemaat okullarının yerine Milli Eğitim Bakanlığı okulları açılsa bile, aynı ülkelerde ayakta durabileceklerine inanıyor mu? 
Daha doğru soruyu soralım: Bu okulları aynı topraklarda yaşatırlar mı? 
Cemaat okulları sadece “okul” olsa, bu soruyu sormama gerek kalmazdı. Ancak mesele o kadar basit değildi. 
Fethullah Gülen, gazeteci Nevval Sevindi’ye 1997 yılında verdiği röportajda ABD ile ilgili görüşlerini şöyle anlatmıştı:

“Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı. Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar.”

Gülen, Sovyetler’in çözülüşü sonrası yeni dünya dengelerini çözmüş ve kendi tarafını seçmişti. Her zaman kendinden daha güçlü otoriteyle hareket eden Gülen, Soğuk Savaş’ta da antikomünizm saflarındaydı. Ancak yeni dünya ABD’ye ve müttefiklerine dolduracağı yeni bir boşluk bırakmıştı. Fethullah Gülen bu dengeler içerisinde açıkça ABD’nin hegemonya alanında büyüdü. 
Okulları hep bu topraklarda boy gösterdi. 
Ve evet, Gülen okulları sadece “okul” değildi. Bir elçilik binasıydı, bir misyon temsilciliğiydi, bir siyasi yapılanma merkeziydi, bir işadamları ofisiydi. 
Tekrar soralım: Erdoğan’ın okulları bütün bunları yapabilir mi?

Bakın Fethullah Gülen, yıllar önce o röportajda başka ne diyordu:

“Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. Amerika ile iyi geçinmezseniz işinizi bozarlar. Amerika’nın bize yarım arpa kadar, sadece bizim menfaatimize desteği yoktur. Buna rağmen şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir.”

Gülen’in dediği gibi ABD “sadece Gülen Cemaati’nin menfaatine” destek vermiyordu. Sebep kendi politik hedefleriydi. İşte bu nedenle ABD’nin olduğu yerlerde Cemaat okulları da büyüdü. 
ABD’yi kovmak isteyenler Cemaat’i de kovaladı.

Sadede gelirsek... 
Kaba bir özetle; bir dönem Erdoğan'ın Cemaat'le Türkiye'de yaptığı işbirliğini, ABD tüm dünyada yapıyordu / yapıyor. 
Yani Erdoğan “Gülen’i iade et” diyerek, aslında ABD’nin dünyadaki atardamarlarını istiyor. 
Bu mümkün mü? 
Velev ki mümkün... 
ABD o atardamarları karşılığında, Türkiye’den neyi koparacak? 
Keza, “iade kararı” çıksa da, Gülen hemen Türkiye’ye döner mi sanılıyor? 
Sadece ABD’deki yerel mahkemeler ve yüksek yargıdaki temyiz süreçleri yılları alır. 
Keza onlar bile bitse, iade işlemi düzenli olarak ertelenebilir. 
Recep Tayyip Erdoğan, ABD’de yaşayan ve bundan 11 yıl önce hakkında “Türkiye’ye iade kararı” verilen PKK’lı İbrahim Parlak’ın hala sınır dışı edilmediğini bilmez mi? 
Demem o ki: 
Kimse kimseyi kandırmasın. 
ABD Gülen’in kim olduğunu biliyor. 
Ve Türkiye için şu şartlarda... 
Bu iş zor Yonca!

Barış Pehlivan

Link to post
Sitelerde Paylaş

 

   odatv nin yandaş medya olduğu konusunda konuşmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Dağlar bayırlar aşırarak konuyla en ufak alakası olmayan olayları benzeştirip bakınız gördünüz mü uzayda ezan okunuyor demelerinden bıktım usandım. Bu yüzden de odatv nin analizlerinin bizlere katkı sunmayacağını düşünüyorum. Yeni yandaş ulusalcıları geçelim zira çoklar ve miğde bulandırıyor

 

 Beni en çok düşündüren bir önceki yazımda belirttiğim gibi Suriye yani BOP da eşbaşkanın ne yapacaklarıdır. Ben bu darbe girişiminin ABD tarafından yapıldığını düşünenlerden değilim. Hatta oluru olduğunu bile düşünmüyorum. Eşbaşkan yeni bir başdanışman atamış kendisi SADAT ın kurucusudur. SADAT ın işide yani uluslararası cihatcı şebekelere yol ve yöntem öğretmektedir. Ben SADAT ın ordu içerisinde de uzantıları olduğunu düşünüyorum. Belkide bu yüzden Rusya suriyedeki unsurları çekmesi için darbeyi önceden bildirmiş olabilir. Yanlız bildiğim tek birşey var ne kadar masa başında olup görüşmeler yapsada Rusya ile TC vekalet savaşı veriyor

 

 Anlaşılan İktidar ABD seçimlerini beklemeden ön alma çabası içerisine girdi. ABD nin istekleri konusunda hiçbir bahanesi kalmadı. Ordunun tam ve mutlak desteğine sahip ve  Abd de ki seçimleri de Clinton kazanacak gibi. Bu koşullar altında iktidar iktidarını devam ettirmek için daha çok kan dökmek ve daha da zorbalaşmak yani Saddamlaşmak zorunda. Başka şansı yok

Link to post
Sitelerde Paylaş

Cemaat’in yayın organı iken kayyum atanan ve daha sonra kapanan Zaman gazetesinin eski yazarı Tamer Korkmaz, bugünkü yazısında “Sabetay Sevi'nin on yedinci yüzyılda yaşadığı eve yaptığı ziyareti, İzmir'e vaiz olarak atandığı dönemdeki (1966) özel bir sohbette anlatan Fetullah Gülen; o evdeki Yahudi cemaati mensuplarının kendisine ‘Muhterem Gülen, sen bizim Mesihimizsin’ diye seslendiğini söylüyordu!” diye yazdı.

Tamer Korkmaz, Yeni Şafak’taki bugünkü yazısında, “FETÖ (Paralel Devlet Yapılanması) ‘dini cemaat’ görünümlü bir Gladyo projesidir. Dahası, Haçlı Siyonist Cephesi'nin gizli bir organizasyonu olarak tasarlanmıştır” diyerek şöyle devam etti:

“GÜLEN’İN ANNESİNİN ADI RABİN’Dİ”

“Fetullah Gülen'in annesinin hakiki ismi Rabin'dir! Locaefendi, Almanya'ya gitmek için 24 Mart 1986 tarihinde Emniyet'e verdiği Pasaport İstek Formu'nda annesinin ismini ‘Rabin’ olarak beyan etmiştir… Buna mukabil, otuz yıldır annesinin isminin ‘Refia’ olduğu ileri sürülüyor; ‘Rabin’ ismi itina ile gizleniyor. Gülen'in annesi Rabin, ‘Edirne Müdafii’ olarak da bilinenMehmet Şükrü Paşa'nın ailesindendir. Mehmet Şükrü Paşa'nın (1857 Erzurum-1916 İstanbul) atalarının, yüzyıllar evvel ‘İspanya'dan Türkiye'ye (Edirne) göç etmiş olan ‘Sefarad Yahudilerinden’ olduğuna dair ciddi iddialar vardır. Mehmet Şükrü Paşa'nın Sabetaycılığını ve masonluğunu da bu fevkalade enteresan bahse ekleyelim!”

“LOCAEFENDİ'YE EŞLİK EDENLERDEN BİRİSİ DE O İDİ”

“Sabetay Sevi'nin iki kardeşinden birisi olan Eliyahu Sevi'nin ‘adaşı’ İsrail Başhahamı Eliyahu Bakshi Doron 25 Şubat 1998'de İstanbul'da Fetullah Gülen Locaefendi ile görüştüğünde; işbu ikilinin verdiği ‘mutluluk’ pozuna Alaeddin Kaya da eşlik ediyordu!” hatırlatmasında bulunan Tamer Korkmaz, şunları yazdı:

 

“Mister Kaya, yıllarca öncesinden itibaren FETÖ'nün Yahudi lobisi ile münasebetlerini sağlayan ve geliştiren ‘bağlantı’ adamıdır. Paralel Zaman'ın eski sahibi Alaeddin Kaya'nın FETÖ içindeki rütbesi, sanıldığından çok daha yüksektir!

Fetullah Gülen Locaefendi; 1998 yılında Eliyahu Baksi Doron'la görüşmesinden on altı gün öncesinde ise Vatikan'a gidip Papa İkinci Jean Paul'ü ziyaret ederek kendisine ‘bağlılıklarını’ bildirmişti! O ziyarette Locaefendi'ye eşlik edenlerden birisi olan Alaeddin Kaya'nın Papa'nın elini öptüğü görüntüler halen daha güncelliğini koruyor! Epeydir kaçak durumdaki Alaeddin Kaya, birkaç gün önce Balıkesir'de yakalandı!”

Link to post
Sitelerde Paylaş

Özellikle Abdul Hazred'İn 8 Ağustos'ta atmış olduğu mesajlar oldukça kapsamlı görünüyor. Ben yine de spekülasyona, teoriye dayalı tartışmaları sevmem. Bunların hepsi aynen denildiği gibi olabilir. Ama dikkat ederseniz AKP söylevlerinde de sürekli bir takım gizli-saklı örgütlenmelerden söz ediliyor. Batı ülkelerinde siyasetin bu tür kötülük güçlerinin gizli faaliyetlerine göre yönlendirildiği dönem Hitler ve onun dünya çapındaki "Siyonist komplo" iddiaları dönemiydi. AKP başa geçtiğinden beri kelli felli adamların TV'ye çıkıp bu tür komploları ifşa etmeleri moda oldu. Süreki bir takım "Büyük Plan", "Büyük oyun", "Büyük Ortadoğu Projesi", "Yeni DÜnya Düzeni" gibi şeylerden söz ediliyor. Bende gençken bu tür şeylere kafayı takmıştım, Hatta Harun Yahya'nın masonlarla ilgili bir kitabı vardı. Onu bile sıkılmadan okumuştum. Bu tür şeyler hayal gücüne, temel korkulara, bilinmeyenin çekiciliğine hitap ettiği için insanların hoşuna gider. Benim de hoşuma giderdi, tabi o zamanlar 17-18 yaşındaydım.

Ama illa ki komplo teorisi istiyorsanız Karl Marks'ın "Ortadoğu ve Osmanlı'Nın geleceği" diye bir kitabı vardır. Hiç olmazsa gerçeklere daha çok dayanan, 19 yy'dan beri insanların bu bölgeden ne istediklerini anlamamızı sağlayan bir kitaptır.

Fettulah konusu da aynı. ABD "din adamı" diyor, Türkiye "Terörist" diyor (5 sene önceki 1 numaralı müttefikine).

İncirlik ABD açısından Rusya ve İŞİD tehditleri konusunda önemli bir yer. Burada atom bombaları filan da var. Bu yüzden örneğin Türkiye'Nin NATO'dan çıkmasını gerçekten istemiyorlar (şu ana kadar 40 defa çıkartılması gerekirdi).

-Rusya Tayyibin uçağını korumuş filan, siz bence uçmuşsunuz. Hiç mi F-16 görmediniz. Uçağın silah sistemi Tayibin uçağına kilitlendikten son Rus uçağı/Füze sistemi ne yapsın? (Hangi füze sistemi yaw?).

- Bilimsel yöntem kanıtlanmamış her veriyi yanlış olarak kabul etmeyi gerektirir. Bir de ateist olacaksınız. Siz Kanıtlanmamış verinin üstüne, kanıtlanmayan başka veri, onun üzerine iddia, onun üzerine tartışma koyup sonra bunu kanıtlanmamış bilgi ile ispatlıyorsunuz.

Hiç bilimsel bir yaklaşım değil.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Burdaki makalelerin bir kısmı bana ait değil @leonardo18 zaten paylaşılmış olduğu yazım şeklindede anlaşılmakta şu paylaşmış bu kaynaktan alınmış diye.Siz tutmuş bunun bilimsel yönteme dayalı olmadığını yazıyorsunuz, benim ateist olup olmama bağlıyorsunuz. Öncelikle makaleleri doğru düzgün okuyun burada ateizmi değil bir tartışmayı ortaya koyuyoruz.İncirlikte atom bombası olduğunu söylüyorsunuz bunu neye dayanarak yazıyorsunuz bilimsel bir kanıtı varmı yoksa dindarmısınız yeminmi getiriyorsunuz?Lütfen başlığı saptırıp kendi adınıza yorumları benim düşünceme yormayın.Tartışma platformuna katkıda bulunacaksanız fikrinizide uygun bir şekilde dile getirmeyi öğrenin.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 weeks later...

Pek fazla zaman kalma di. Ordudan tasfiye edilip simdi pozisyonlarina donen ergenekoncu balyozcu askerler devlet tarafindan iyice kuyusu kazilan akp'yi devirecek gibi duruyor.

 

Devletin iki sorunu : cemaat ve kürtler. Devlet batida neo 28 şubat sürecini devam ettirirken doguya da kan kusturuyor. 

 

Balyozcularin ses kayitlarinda en geç iki sene içinse kendilerini içeriye attiranlardan rövanş alacaklarini, di sari cikacaklarini duyduk. Di sari da ciktilar cemaati de bitirdiler. Tek AKP kaldi, bence onun da kuyusunu kaziyorlar, darbe ile birlikte çok önemli yerler kazandilar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İran ve Sudi Arabistan'ın her türden salafist hareketi desteklemeleri ile ilgili bir makale (Milyar dolarlardan söz ediliyor):

https://www.washingtonpost.com/news/worldviews/wp/2016/09/15/how-much-is-saudi-arabia-to-blame-for-islamist-terrorism-iran-says-entirely/

Modern diktatörlerin diğer modern diktatörlerle ilişki kurarak ayakta kalma çabaları ile ilgili bir makale:

https://www.washingtonpost.com/news/monkey-cage/wp/2016/09/15/why-its-good-for-dictators-to-have-dictator-friends/

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...