Jump to content

Ahlakın Evrimi


Recommended Posts

Son günlerde forumda ahlak kavramı üzerine çeşitli başlıklar altında tartışmalar yaşanıyor. Bu tartışmaların etrafında döndüğü ana nokta da ahlakın ateist - materyalist düşünce ile temellendirilemeyeceği ve bir çeşit din olduğu iddiası.


Ahlak ile ilişkili ana kavramlar (ayrıntılara çok girmeden) kısaca ve kabaca iki zıt grupta ele alınabilir: iyilik (iyi insan olmak) ve kötülük (kötü insan olmak). İyilik yardımseverlik, dayanışma, paylaşma, saygı, doğruluk, dürüstlük, ırza saygı vs. gibi kavramları kapsar; kötülük ise bunların tersi gibi anlaşılabilir.


İyilik ve kötülük doğa dışı bir "üst akıl" tarafından empoze edilmediyse nasıl ortaya çıkmıştır? Bu konuda biyolojik evrim bakış açısı ile oldukça kapsamlı analizler yapılmıştır (Google da "evolution, morality, ethics" kelimeleri ile araştırıp bol miktarda kaynak bulabilirsiniz). Bunların ana fikri kısaca şöyle açıklanabilir:


1. İyilik

İnsanın da içinde olduğu bazı hayvan türleri hayatlarını tek başına değil, kümeler halinde sürdürürler. Kümeler (sürüler) halinde bir araya gelmenin evrimsel avantajı (yani hayatta kalıp üreyerek türü devam ettirebilme yönünden avantajı) şudur: Tek başına halledemeyeceği sorunları güç birliği yaparak birlikte halletmek ve elde edilen ürünü paylaşmak. 


Örneğin vahşi bir hayvan saldırısına karşı tek başına kalan bir insanın fazla şansı yoktur, yem olur, ölür ve genlerini bir sonraki kuşağa aktaramaz. Oysa üç- beş kişilik bir grubun o vahşi hayvanı alt edip hayatta kalma şansı çok daha yüksektir. Böylece o gruba ait genler bir sonraki kuşağın gen havuzuna katılır. Bir sonraki kuşakta da tek başına gezmeyi tercih edenler değil, gruplar halinde dolaşmayı seven insanların oranı artar; bu kuşaklar boyunca böyle devam eder. Benzer bir örnek yiyecek bulma (avlanma) için de verilebilir: Tek başına ava çıkan bir insana göre, bir grup halinde ava çıkanların avlanabilme, ve dolayısıyla hayatta kalıp üreyebilme şansları daha yüksektir. Yukardaki örneğe benzer şekilde, aradan geçen yüzlerce, binlerce kuşak sonunda insan gen havuzunda birlikte avlanma eğilimi olanların genleri hakim olur.


Gruplar halinde yaşamanın (işbirliğinin) zorunlu bir şartı şudur: birbirlerini koruma, dayanışma, yardımlaşma, paylaşma, birbirlerini öldürmeme (aksi durumda grup dağılır, grup olmanın getirdiği avantajlar kaybolur).


Bu ise (dayanışma), "iyilik" kavramının temelidir. Binlerce kuşak süren bu "sosyal evrim" sonrasına ulaşmış yeni kuşak insanların genlerine bu davranışlar kodlanmış olur. Bu insanlar neden o şekilde davranmaları gerektiğini (yani "iyilik" yapmaları gerektiğini) bilmez, düşünemezler; fakat o şekilde davranmaktan da kendilerini alıkoyamazlar. (Daha da ilerleyen kuşaklar sonrasında bu iyilik yapma karakterinin "doğa üstü" birtakım güçlerden geldiği yönünde yorumlar ortaya çıkar ve dinlerin tohumu da atılmış olur).

2. Kötülük:

Gruplar halinde yaşamanın getirdiği avantajlar yanında, buna paralel olarak evrimleşen önemli bir başka dinamik daha vardır: Birey olarak kendi avantajını koruma, "kendine yontma", "bencillik".  Kendi varlığını koruyacak şekilde davranmaya öncelik vermek evrim süreci içinde çok daha önceleri ortaya çıkmış, çok daha güçlü bir özellikdir. Bu dinamik olmasa zaten baştan hayatta kalamaz, elenip giderlerdi; kendi de kaybolurdu, gruplaşma da olmazdı.


Bencilliğe örnek: Avdan kendine daha çok pay almaya çalışma (kaba kuvvetle almaya çalışmak: "gasp", adil olmama, saldırganlık; çaktırmadan almaya çalışma: hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekarlık); vahşi hayvana karşı geri plana kaçma, başkasını öne sürme (korkaklık, gruba "ihanet"); başkasının karısına göz dikme: bizzat kendi geninin bir sonraki kuşağa geçmesini sağlamak (ırza geçme, namussuzluk).


Bu örnekler çoğaltılabilir ve ayrıntılanabilir. Özetle, (bazı istisnaları olmakla birlikte) iyilik adı altında toplanabilecek "ahlaki" kavramlar toplum avantajını ön plana çıkaran kavramlardır. Buna muhalif kavramlar ise kişisel çıkarları ön plana çıkarak "gayri-ahlaki" karakteristiklerdir. 


Olay bu iki dinamiğin (grup avantajı - kişisel avantaj) kuşaklar boyunca çatışması sonucunda bir dengeye varmasıdır. Herhangi bir andaki bir toplumda bu iki dinamik değişik oranlarda söz sahibi olabilir (kültürel farklar). 


Zamanla yeryüzündeki insan sayısı artıp insan kümeleri kalabalıklaştıkça toplumsal avantajın korunması daha da önem kazanmıştır. Bu dönemlerde öncelikle mitlere (din öncellerine), daha sonra ise grup şefinin ("alfa erkeği", klan şefi, aşiret lideri, kral, sultan...) "keyfine" dayalı bazı sözleşmeler ile pekiştirilmiş ve "yasalar" ortaya çıkmıştır. Toplumsal sözleşmelerin (yasaların) ihlali durumda ne yapılacağı sorusu da "hukuk"u ortaya çıkarmıştır.


Yukarda iyilik - kötülük zıtlığı ile ele aldığımız davranış karakteristikleri insana özgü de değildir. Gruplar halinde yaşayan diğer hayvan türlerinde de benzeri davranışlar gözlenebilir. Örnek: Aslanlar 10 - 15 bireylik küçük sürüler halinde yaşarlar. Leopar ve çita ise soliter (tek başına) bir hayat sürer. Neden böyledir? Çünkü leopar ve çita tek başına bir av yakalayıp öldürebilme becerisine sahiptir. Grup kurmaya ihtiyacı yoktur. Aslanlar ise ancak gruplar halinde avlanabilirler (bir kısmı avı sıkıştırıp yönlendirir, sonra hep birlikte avın üzerine çullanırlar). Dişi aslanlar ava çıktıklarında bir tanesi geride kalarak bütün yavru aslanlara bakar, onları gözler, kollar (başkasının yavrusuna bakmak, birey açısından düşünürseniz, bir çeşit fedakarlık, bir "iyilik halidir). Leopar ve çitalarda ise başka bir leoparın veya çitanın yavrusunu kollamak diye bir şey söz konusu değildir; hatta bulunca öldürürler (ilerde kendilerine rakip olacağı için) ("kötülük" örneği).


Sürüler veya koloniler halinde yaşayan hemen hemen bütün türlerde (arı, karınca, kurt) bu çeşit bir "toplum iyiliği için kendini feda etme" durumu gözlenir.

Sonuç olarak:

Ahlak sanıldığı gibi "göklerden inmiş" mistik bir şey değildir, tamamen evrim dinamikleri ile açıklanabilir bir şeydir. Ahlak bir din değildir; tam tersine dinler ahlaktan (yani genlere kodlanmış dayanışma dürtüsünden) kaynağını alırlar. Buna katılmayan ve kendilerini ateist olarak tanıtan arkadaşların ateistliklerini gözden geçirmeleri önerilir. Hala "ahlak biyolojik değildir" diyenler olursa onların da "kripto ateist" olduklarından şüphelenilir.


Sevgiler, saygılar.
 

tarihinde delibekir tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 7 months later...
On 13.08.2016 at 03:19, delibekir said:

Son günlerde forumda ahlak kavramı üzerine çeşitli başlıklar altında tartışmalar yaşanıyor. Bu tartışmaların etrafında döndüğü ana nokta da ahlakın ateist - materyalist düşünce ile temellendirilemeyeceği ve bir çeşit din olduğu iddiası.

 

Ahlakin evrimle uyduruldugunu temellendirirsin de, niye ahlakli olunmasi gerektigini temellendiremezsin.(:

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ahlakın bilimsel olarak veya dinlerden bağımsız kalarak temellendirilemeyeceği ağır teist iddiasıdır ve bu iddiayı çürütmek çok kolaydır, teistin ikna olup olmaması bu noktada önemli bile değil.

 

İşte bu kısımda bahsi edilen türdeki ateistler hem şaşırtıyor hem de üzüyor. Ben "dinler ahlaktan gelir, ahlak yoktur, dinleri reddediyorsanız ahlakı da reddetmelisiniz" deyip duran az sayıdaki ateistin aşırı derecede cahil ve saplantılı olduğunu düşünüyorum. Dikkat edilirse bunların geneli tepkiseldir, din nefretleri şiddetlidir ve bu nefret bireysel deneyimlerine dayanır; dinde geçen her ne varsa reddedilmeli diye düşünür. Oysa sizin de söylediğiniz gibi ahlak gökten inmemiştir, bir davranış modelidir ve insanın bunu neden ürettiği gayet açıktır. Özelikle İslam gibi, bütün bir yaşam modeli ve devlet sistemi öneren dinlerin ahlaktan sözetmemesinin, ahlakla ilgili öneri ve emirler içermemesinin mümkün olmadığını bilmek gerek. İnsanlık tarihini dinlere eşitleyen, Adem ve Havva'dan önce dünya boşmuş gibi düşündüğünün farkında olmayan saplantılı kişiler bunlar. Neyse ki sayıları çok az.

 

Ama dinden çıktıktan sonra "Peki neden ahlaklıyız, ahlak nereden geliyor" diye açıkça soran, öğrenmek isteyen pekçok genç ateist gördük, onlar gerçekten bilmedikleri ve öğrenmek istedikleri için soruyor. Ahlak yok, ahlak dinlerden gelme deyip deli deli iddialarda bulunmuyorlar. 

 

O yüzden bu başlık değerli. Elinize sağlık delibekir. Çok güzel açıklamışsınız. Ahlak konusu ateist için çok önemli, çünkü dincisi de dindarı da ateisti en önce ahlak üzerinden vurmaya çalışır. Din olmazsa insanların hiç düşünmeksizin hırsızlık yapacağını, canını sıkanı öldürebileceğini, önüne gelene tecavüz edebileceğini, ensest yapacağını söyler durur, hepimiz biliriz. O yüzden ahlak nedir ve nereden gelir, ateist ahlakı nasıl temellendirir gibi konular bizim için önemlidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
11 saat önce, Türk Ateist yazdı:

az sayıdaki ateist

 

Bunları ateizmden dışlamak gerekiyor. Bunlar ateist değiller. Bunlar için en iyi olasılık, nihilist olmaları. Bu çok berbat bir şey olduğu halde eldeki olasılıkların en iyisi. En iyisi bu kadar berbatsa, gerisi felaket... Müslüm olup ateistmiş gibi maske takmak gibi beterin beteri olasılıklar geçerli...

 

Bir kaç defa söylediğim gibi bunları değil ateist kabul etmek, caddede yan yana yürümek değil, yanımdan geçip gitmesini istemem. hatta yaya geçitinde karşımdan gelmesini bile istemem. Bunlar için en iyi olasılık, hiç olmamaları olurdu.

tarihinde democrossian tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
5 hours ago, Strong Agnostik said:

 

Bunun kaynagi da genlerin kendilerini kopyalama egilimi degil mi?

Bilincsiz maddenin urettigi yanilsamalarin baglayiciligi olmaz, niye ahlakli olunmasi gerektigini temellendiremezsin.

 

Eee?

Sen ahlakla kafayı yemişsin. Ateistleri ahlakla köşeye sıkıştırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Yapamıyorsun!

Bu konuyu elli kere yüz kere tartıştık. Bu sakız çiğnenmez oldu!

 

Sen istersen yarın sokağa çık ve önüne gelen herkese küfür et, hakaret et. 

Akşama bak bakalım sağlıklı kalma, hayatta kalma şansın nasıl azalıyor!

Bunu birkaç gün devam ettirirsen senin ahlakı kendi kendine temellendirebileceğine eminim.

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
13 saat önce, democrossian yazdı:

 

Bunları ateizmden dışlamak gerekiyor. Bunlar ateist değiller. Bunlar için en iyi olasılık, nihilist olmaları. Bu çok berbat bir şey olduğu halde eldeki olasılıkların en iyisi. En iyisi bu kadar berbatsa, gerisi felaket... Müslüm olup ateistmiş gibi maske takmak gibi beterin beteri olasılıklar geçerli...

 

Bir kaç defa söylediğim gibi bunları değil ateist kabul etmek, caddede yan yana yürümek değil, yanımdan geçip gitmesini istemem. hatta yaya geçitinde karşımdan gelmesini bile istemem. Bunlar için en iyi olasılık, hiç olmamaları olurdu.

 

Ateizmden değil de kişisel hayatlarımızdan, ortamımızdan dışlayabiliriz en fazla. Bu insanlar herhangi bir bir dine ve Tanrı'ya inanmıyor, dolayısıyla ateistler. Değilsiniz diyemeyiz, varlar ve kendilerini ateist olarak tanımlıyorlar. Yoksun, sen ateist değilsin diyemeyiz ki. Yoksa ben de "Hay tüküreyim senin ateistliğine, ateist dediğin din odaklı mı bakarmış, her şeyi dine mi yontarmış, bu nasıl bir cehalet" diyorum kendi kendime ama yapacak bir şey yok. Yakıştıramıyoruz tabii. 

 

Bu tip insanların hemen bütün olgu ve kavramları değerlendirme biçimi sakattır zaten, din odaklıdır. Soyut bir kavramdan bahsederken ondan korkar, sonunda Tanrı çıkma endişesi taşırlar. Ahlak onlara göre soyut bir kavramdır ve dinler ahlakın üstünde çok durduğu için reddedilmelidir. Oysa ahlak davranış modelleri olarak karşımıza çıkan, yani somut karşılığı olan bir kavramdır ve nereden geldiği açıktır.

 

Sen bunlara nihilist diyorsun ama daha ziyade ağır arabesk bunlar. Nihilistlikleri bile ağır arabesk. Varlar ve neyse ki sayıları çok az da sesleri çok çıkıyor, takıntılılar. Ahlak takıntıları din takıntılarından geliyor. Sanki din gökten Allah tarafından indirilmiş gibi bakıyorlar sözde onunla mücadele ediyorlar. Oysa dinle mücadele edilmez. İnsanla edilir. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
21 saat önce, Türk Ateist yazdı:

din gökten Allah tarafından indirilmiş gibi bakıyorlar sözde onunla mücadele ediyorlar.

 

Doğru söylüyorsun. Bunu satanizm ile kıyaslamak olası. Yani tanrıya düşman olup onun bir başka düşmanı olan şeytana dost olup ona taparak tanrıdan intikam almak gibi. Tepkisel, yani arabesk bir tutum olduğu da böylece doğrulanıyor.

 

Nihilizm bunalım felsefesi olarak tanınır. Bunalıma giren ve depresyon geçiren herkes nihilist düşüncelere saplanabilir. Tehlikeli bir eğilimdir, intihar ile sonuçlanabilir.

 

Sonuç olarak tanrıya inanmamaktan değil, tanrıya inanmak ve ondan nefret etmek bunlarınki. O yüzden ben bunları ateist kabul etmemek ve dışlamak gerektiğini söyleyebiliyorum buna dayanarak. Yani bunlar ateist değiller, çünkü tanrıya inanıyorlar. Çünkü tanrıdan nefret ediyorlar. Çünkü tanrıdan intikam alıyorlar. Olmayan bir şeyle savaşılmaz dediğin gibi.

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 24.03.2017 at 03:30, poiuz said:

 

Eee?

Sen ahlakla kafayı yemişsin. Ateistleri ahlakla köşeye sıkıştırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Yapamıyorsun!

Bu konuyu elli kere yüz kere tartıştık. Bu sakız çiğnenmez oldu!

 

Sen istersen yarın sokağa çık ve önüne gelen herkese küfür et, hakaret et. 

Akşama bak bakalım sağlıklı kalma, hayatta kalma şansın nasıl azalıyor!

Bunu birkaç gün devam ettirirsen senin ahlakı kendi kendine temellendirebileceğine eminim.

 

 

 

Sıkıldıysan bu konulara girmeyeceksin, sana zorla bana takıl diyen mi oldu?

Ateizmi ilgilendiren belli basli konular bunlar, donup dolasip ayni seylerin tartisilmasi kacinilmaz.

 

Eger hayatta kalmayi ve cogalmayi baz alirsan,  teistler cogunlukta olduguna gore onlar daha ahlakli olur.

Genlerin devamliligini saglamak ile temellendirecegin ahlak olgusunun hicbir baglayiciligi olamaz.

Bilincsiz, anlam ve amac barindirmayan sureclerden, neyin mutlak iyi-dogru oldugu sonucu cikarilamaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Genel olarak faydalı bir yazı. ancak katılmadığım bazı noktalar var.

Mesela, dayanışmaya ihtiyaç kalmadıysa ne olacak.... iyi olmaya ihtiyaç kalmayacak mı...?

Gruba yiyecek bulmak için avlanmak.... bu bir iyilik değildir. başka bir canlıyı öldürüyorsun.

 

Bunun dışında iyi bir insan, kendisinden farklı olanı da sever. sadece kendi tarafındaki insanı düşünmez.

Bu açıdan "sürü için çalışma" şeklindeki bir açıklama ahlak kavramı için yeterince açıklayıcı değil.

 

Bence iyi insan olmanın temelinde, vicdan ve sevgi duygusu ile birlikte, özgür düşünce yeteneği bulunur.

         

Link to post
Sitelerde Paylaş

Laboratuardaki beyin analizleri, insanın sevimli bir şeyler gördüğünde beyninde mutluluk hormonlarının harekete geçtiğini gösterdi. Örneğin sevimli bir kedi yavrusunun bende yarattığı mutluluk tarif edilmez. Kedisiz yapamıyorum, kedi bağımlısıyım. Bu aslında o mutluluk hormonlarının yarattığı madde bağımlılığı. Bu aynen bir esrar bağımlılığı gibidir. Bağımlılık yapan kedi değil, bu olanaksız, bağımlılık yapan, onun neden olduğu hormon salımı.

 

Kedim rahat, mutlu, sağlıklı, keyfi yerinde ve neşeli oldu mu dünyalar benim yani, öyle bir mutluluk kaynağı. İyilik yapmak, iyi olmak insanı mutlu eder. Başka canlıların acısından zevk almak psikopatidir. Bir anomalidir ve hastalıktır, kanser gibi bir illettir.  Ahlak budur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
On ‎30‎.‎3‎.‎2017 at 17:56, Mindsurfer yazdı:

"sürü için çalışma" şeklindeki bir açıklama ahlak kavramı için yeterince açıklayıcı değil.

 

Tabii değil. Bu ahlakın evriminin sadece başlangıç aşaması. Ahlak kavramı evrimine bu noktadan başlıyor. Sonrasında insanın biyolojik evrimine eklemlediği bir kültürel evrimi var. Orada gelişiyor ahlak kavramı. İnsan kültürel evrimiyle diğer türlerden ayrılmıştır, biyolojik evrim bakımından bir hayvan türüdür.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İNSANLARI HAYVANLAR YETİŞTİRSEYDİ 


Tarzan hikayesini hepimiz biliriz, peki bebeklik çağlarında kaçırılmış ya da terk edilmiş, daha sonra hayvanlar tarafından yetiştirilmiş çocuk vakalarının gerçek olduğunu da biliyor muydunuz?

Hayvanlar tarafından yetiştirilen çocuk vakaları, nadir olmakla birlikte azımsanamayacak kadar çoktur, fakat daha ilginç olanı, bu çocukları ilerleyen yaşlarında bulanlar bilim insanlarına teslim ettiklerinde, hazırlanan raporlar çocukların en ufak insani özelliklerden dahi yoksun olduğunu ortaya koymuştur.

İşte bu gayet ilginç bir konudur, insan, insan olmak üzere ''yaratıldıysa,'' o halde nasıl olur da insansı özelliklerden bütünüyle mahrum kalabilir? Bu tip vakalar ve üzerlerinde yürütülen çalışmalar bize göstermiştir ki, insanı hayvandan ayıran yegane özellik, aldığı eğitim ve ebeveynlerini taklit etmesidir. İnsan eğer çevresinde taklit edebileceği insan ebeveynlerden yoksun kalarak büyüyecek olursa, çevresinde hangi hayvanı görürse onu taklit etmekte ve adeta bir nesilde hayvansı özellikleri geri gelmektedir.

Bu yazının öncelikli kaynağı, John McCrone'un 'Akıldışılık Miti' adlı eseridir, insan doğası ve zekası üzerine yazılmış bu eser, hayvanlar tarafından yetiştirilmiş ve insanlık ile bağları bulunmayan çocuklardan bahsedilen bir bölüm içermektedir. (Beşinci Bölüm)

 

AVEYRON'UN VİCTOR'U

McCrone'un anlattığı ilk vaka Aveyron'un Victor'udur, bu çocuk hakkında bağımsız araştırma yapmak isteyenler, 'Victor of Aveyron' şeklinde arama yapabilirler. Victor, 1800 yılında Güney Fransa'da çırılçıplak şekilde tarlalardan patates çalarken yakalanmıştı. Sağır değildi, fakat insan sesine karşı bütünüyle kayıtsızdı, bununla birlikte çevresindeki tüm öteki sesleri çok iyi işitiyor ve genelde ses işittiğinde korkuyordu, ancak kulağına bağırsanız da dönüp bakmıyordu, insan sesini hiç işitmemişti ve tanımıyordu.

Victor, sadece hırıltılar ve iniltiler çıkarıyor, hiç konuşamıyordu. Açıkçası kendisini bulanlar ona Victor adını koymasalar, bir adı ya da bir isime ihtiyacı da yoktu, daha önceki yıllarda ormanda avcılar tarafından yakalanmış, ancak meraklı gözlere sergilendiği kasaba meydanından kaçarak ormanda yaşamaya geri dönmüştü. Yakalandıktan sonra soğuk kış günlerinde dahi kendisine giydirilen kıyafetleri parçalayarak çıkarıyor, uyuyacağı zaman bir köpek gibi yere kıvrılıp uyuyor, ihtiyaç duyduğunda nerede olduğunu önemsemeden hacetini gideriyor, yürümüyor ve garip şekilde dört ayak üzerinde sıçrayarak dolaşıyor, sadece ormanda ya da hırsızlık yaptığı tarlalarda bulduğu ve alışık olduğu patates, bitki kökleri ve fındık gibi kısıtlı sayıda yiyeceği çiğnemeden, ısırarak ağzına aldığı parçaları yutarak besleniyordu.

O yıllarda Fransız Devrimi'nin ardından bir grup bilim insanı ve filozof tarafından kurulan İnsanın Gözlemcileri Derneği olmasa belki de Victor bu denli ilgi çekmezdi ve kayıtlara geçmezdi, ancak dernek yetkilileri olayı işitmiş, Napolyon'un kardeşi Lucien Bonaparte'dan yardım istemişler, o da çocuğun acilen Paris'e getirilerek incelenmesini emretmişti.

O yıllarda halen konuşma becerimizin doğuştan gelen bir özellik olduğuna inanılıyordu, bu sebeple çocuğun konuşamaması kafaları karıştırmıştı. Yine de çocuk eğitilirse konuşmaya başlayacağına dair güçlü bir inanç oluşmuştu. Victor, yaşına göre oldukça kısa boylu kalmış, bedeninde ormanda sürdürdüğü hayatından geriye kalan çok sayıda derin yara izi taşıyordu. Paris'te yapılan incelemelerde, çocuğun yemek ve uyumak dışında hiç bir şey düşünmediği gözlendi.

Victor üzerine çalışmalar sürdüren Bonnaterre adlı bilim insanı, çocuk hakkında şu satırları not almıştı;

"Onun aklıyla bedeni arasında hiçbir bağlantı olmadığı ve hiçbir şeye tepki göstermediği söylenebilir; sonuç olarak düşgücü ve belleği yok. Bu aptallık bakışlarına (çünkü hiçbir nesneye dikkatini veremiyor), eklemli olmayan ve gece gündüz duyulan uyumsuz sesine, yürüyüşüne (çünkü her zaman sıçrayarak yürüyor) ve hareketlerine (çünkü amaç ve kararlılığı yok) yansıyor."

 

ONU MAYMUNLARDAN AYIRAN NE

Bonnaterre şu sonuca varmıştı; "İnsan ırkından değilse onu maymunlardan ayıran ne var?"

Bir başka doğa bilimcisi Jean-Jacques Virey ise Victor'u incelediğinde şöyle söylemişti; ''Zarar vermeyi düşünmüyor, bunun ne demek olduğunu bile bilmiyor. Yalnızca orada masum masum oturuyor... Bu yüzden Aveyronlu bu çocuğun iyi ya da kötü olduğunu söylemek olanaksız; yumuşak başlı... fakat bizimle hiç ilişkisi yok.''

Victor, sağır ve dilsizlere konuşma öğretilen Ulusal Sağır Dilsiz Enstitüsü'nde aylarını geçirdi, fakat konuşmak konusunda en ufak bir ilerleme sağlayamadı. Çocuğa gerizekalı tanısı koyulduğunda ise bir doktor bu teşhise karşı çıktı, eğer gerizekalı olsaydı o yaşa kadar ormanda hayatta kalmasının imkansız olacağını söyledi.

Jean Itard, Victor'un eğitimini üstüne alarak beş yıl boyunca ödül ve ceza sistemini kullanarak çocuğu eğitmeye çalıştı, bu uzun ve acı verici eğitim süreci nihayet meyve verdi ve Victor ''su'' gibi çok temel, basit ve kısıtlı sayıda sözcüğü söyleyebilmeye başladı, fakat hayal kırıklığı sona ermedi, çünkü Victor asla akıcı bir üslupla konuşmayı başaramadı ve daha ziyade tek ya da iki heceli az sayıdaki sözcüğü söyleyebilmekten öteye gidemedi.

Seneler süren eğitimin ardından Victor'un insanlara karşı kayıtsızlığı da yok olmaya ve yerini sevecen bir üsluba bıraktı. Pişmanlık ve şükran gibi basit insani duygular gösterebilmeye başladı, yatakta uyumaya, giysi giymeye, masada yemek yemeye ve banyo yapmaya alıştı, halen çok sıkışacak olursa tuvaletini yapıyordu fakat bu konuda kendisini denetlemeyi daha fazla öğrenmişti.

Beşinci yılın ardından konuşma becerisi geliştiremeyen ve heceleri birbirlerine bağlayamayan Victor'un eğiticisi Itard sonunda pes etti ve çocuk kırk yaşlarında ölene kadar kendisine bakan bir hizmetçiye teslim edildi.

McCrone'a göre, Victor örneği Rousseasu gibi, insanın doğuştan akıllı ve verimli olduğunu düşünenleri haksız çıkarmıştı, doğal hallerine bırakılıp bebeklikten itibaren insan olmak üzere eğitilmeyen birey ''barbar ve anlamsız'' kalıyor, insansı özellikler geliştiremiyordu. Bu tespit anlayabilme becerisi olana insan hakkında çok şey anlatıyor.

Victor'un durumuna benzer, bebekliklerinden itibaren farklı hayvanlar tarafından yetiştirildikleri düşünülen kayıt altına alınmış otuz beş çocuk vakası varsa da, McCrone bunların bir kısmının uydurma, bazılarının ise gerçek olduğunu belirtiyor.

 

1341 yılında Almanya'nın Hesse ormanından bulunmuş, kurtlar tarafından yetiştirilmiş bir çocuk vakası Alman keşişler tarafından kayıt altına alınmıştı. Çocuk yaklaşık olarak yedi yaşlarındaydı, yakalandıktan kısa bir süre ölmüştü. Fakat üç yıl sonra Wetterau'da on iki yaşında benzer durumda bir çocuk daha bulundu. Kurt çocuk ayakta duramıyor, dört ayak üzerinde yürüyor, konforsuzluğa alışık olduğu bir hayat sürüyordu.

Bir diğer ünlü vaka, Hannover'li Peter vakasıydı. 1700'lerin başlarında babası tarafından ormana terk edilmiş, bir yıl sonra evine döndüyse de sonra yeniden ormana gitmiş, daha sonra ise çıplak ve dilsiz olarak bulunmuştu. Çocuğun haberi hızla yayılınca, İngiltere Kralı I. George, Peter'ı İngiltere'ye getirtmişti.

Peter, Victor'a göre insanlarla daha fazla vakit geçirdiği için insan sesine kayıtsız değildi, ancak konuşamıyordu. Uzun gayretlerin ardından topluma kısmen uyum sağlaması mümkün olduysa da, hayvandan daha fazla zeka belirtisi gösteremedi.

McCrone'a göre, insan sesleri hecelemeden önce iç ses geliştiremez, iç ses geliştiremeyen insan ise ancak akıllı bir hayvan kadar zeka belirtisi gösterebilir. Peter'ın durumu da bu boyuttaydı.

Daha güncel denebilecek bir örnek, 1920'lerde yaşandı, Hindistan'da kurtların yaşadıkları bir bölgede iki kız çocuğu bulundu. Çocukların kurtlar tarafından kaçırılıp büyütülmesine inanmak zor olabilir fakat bu tip bir olay ilk değildi, 1850'lerde İngiliz ordusunda albay olan William Sleeman'ın aktardığına göre bölgede bu tip olaylar daha önce de yaşanmış, 6-7 kadar benzer vaka tespit edilmişti.

McCrone'a göre bu olaylar doğruysa, Hindistan kurdunun özellikleri bu konuda etkili olabilir. Hindistan kurdu, kum rengi ve Avrupa kurtlarından daha az korkutucu olmakla birlikte, sürülerinde dişi  kurtların egemenlik sürdürdükleri bu kurtların en büyük bir diğer özellikleri annesi tarlada çalışırken bir kenara bıraktığı bebeği çalmak gibi sık rastlanan davranışlar sergilemeleriydi.

Çocuk psikoloğu Arnold Gesell'e göre, yavrularını zamansızca kaybetmiş ve yoğun şekilde salgıladığı annelik hormonu ile kafası karışmış dişi bir kurt, bir insan bebeğini çalarak kendi yavrusu gibi büyütebilir. Kurt çocuklara dair hikayeleri inanılır yapan unsur ise, bulunan çocukların hemen hepsinin benzer özellikler sergilemeleriydi.

 

Yakalandıklarında hepsi dört ayak üzerinde koşuyor, hatta bacak ve kol kasları bu şekilde koşmalarını mümkün hale getirecek şekilde kısalmış, ç,iğ ve çürük et dışında bir şey yiyemiyorlar, insana karşı korkudan başka bir duygu gösteremiyorlar, kurt benzeri homurtular çıkarıyor, ancak asla konuşamıyorlardı.

1920'de ortaya çıkan örnek ise göz ardı edilemeyecek kadar önemliydi. O yıl Kuzey Hindistan'da bir yetim yurdunun başında bulunan Papaz Joseph Singh, Bengal ormanında, Midnapore yakınlarında bir kurt sürüsü görmüş, sürünün içerisinde kurtlara eşlik eden iki insansı yaratığa tanık olmuştu.

Singh, bu olaydan çok etkilenmiş, kurtların uğrak yerlerinden birinin bir yığınak olduğunu keşfetmiş ve yakınına gizlenmiş, bir gecenin ilerleyen saatlerinde toplaşan kurtların arasında yeniden iki garip figürü görmüştü. Singh, gördüğü canlıları şu şekilde tarif etmişti;

''Korkunç görünüşlü... el, ayak ve beden insana benziyor; fakat kafa omuzları kaplayan büyük bir top... Gözleri parlak ve deliciydi, insan gözlerine benzemiyordu... İkisi de dört ayak üzerinde gidiyorlardı.''

 

KURT KIZLARDAN BİRİ

Singh gördüklerinden çok etkilenmiş, kalabalık bir grup insanla bölgeye giderek hayvanların gizlendikleri yığınağı kazmaya başlamışlardı. İlk gördükleri kurt kızlardan biriydi, dişlerini gösteren kız dışarı fırlamış, korkan insanlar ise ilk kızı okla vurmuşlardı. İki çocuk da oradaydı, biri üç diğeri beş yaşındaydı, Singh'in gece karanlığında görüp ''top gibi'' diye tarif ettiği kafalarına o şekli veren keçeleşmiş saçlarıydı. Çocuklar sağlıklı ve kıvraklardı, dört ayak üzerinde koşuyorlardı, görünüşlerinden kardeş olmadıkları, ayrı zamanlarda farklı yerlerden kaçırıldıkları sonucuna varıldı.

Çocuklara Kamala ve Amala isimleri verildi ve yetim yurduna götürüldüler. Singh ne Victor ne de Peter'ın hikayelerini bilmiyordu, ancak çocuklar hakkında anlattıkları bu çocukların hikayeleri ile büyük ölçüde uyuşuyordu. Çocuklar davranış ve düşünce bakımından insana dair en ufak bir iz taşımıyor, daha ziyade kurt özellikleri taşıyorlardı. Kıyafet giyinmek istemiyor, giydirilirse parçalıyor, çiğ et yiyorlar, homurtular çıkarıyorlar, gözleri geceleri kedi gözü gibi parlıyor ve karanlıkta görmekte hiç zorluk çekmiyorlar, burunları çok iyi koku alıyor ve deney yapmak için gizlenen etlerin yerlerini koklayarak hemen buluyorlar, işitme duyuları ise çok gelişmişti.

Çocuklardan Amala kısa süre sonra öldü, Kamala ise daha uzun yaşadı, dinsel nedenlerle onu yeniden insan haline getirmek isteyen Singh'in gayretleri sonucunda ayakta durmayı öğrendi ancak kısalmış tendonları nedeniyle asla dik durup yürüyemedi. Seneler içerisinde masada yemek yemeyi, öteki insanlardan korkmayıp diğer çocuklarla aynı odada yatakta uyumayı da öğrendi fakat iş konuşmaya gelince kamala başarı gösteremedi.

Normal bir çocuk haftada kırk sözcük öğrenebilir, ancak Kamala'nın kırk sözcük öğrenmesi, seneler sürmüştü, kelimeleri tam söyleyemiyor, sadece tek hecelerini telaffuz edebiliyordu, ilerleyen senelerde daha fazla hece telaffuz edebilse de, kelimeleri asla olması gerektiği gibi söyleyemedi.

Dokuz yıl yetim yurdunda özel bir ilgiyle eğitilen Kamala ancak üç yaşında bir çocuğun zekasına sahip olabilmişti.

 

İNSAN DOĞUŞTAN İNSAN OLMAK ÜZERE YARATILMADI

Kayıt altına alınan ve özel bir eğitimle"insanlaştırılmaya" çalışılan çocukları insanlardan ayıran sayısız özellik bulunsa da, en belirgin özellikleri genel olarak insandan korkmaları, yaşıtları gibi ergenlik çağında cinselliğe dair belirtiler göstermemeleri, geçmişe ve geleceğe dair herhangi bir düşünce belirtisi göstermeyerek sadece anı yaşamaları, en büyük soru işareti ise, konuşmayı asla öğrenememiş ve en sıkı eğitimde bile sadece birkaç sözcüğü o da kısıtlı biçimde ve eksik olarak söyleyebilmekten öteye gidememeleriydi.

Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, insan doğuştan insan olmak üzere ''yaratılmış'' bir varlık değildir. İnsan beyni doğduğunda ne yapacağını, dış dünyaya nasıl tepki vereceğini bilmez ve dışarıdan aldığı etkiler ile şekillenir. İnsanı insan yapan unsurlar, çevresindeki ebeveynlerinin ve öteki insanların nesiller boyunca adım adım geliştirerek birbirlerine aktardıkları insansı özellikler ve davranış biçimleri ile gelişir.

Eğer insan, henüz bebekken ya da çok küçük bir çocukken insan topluluğundan koparılacak olursa, insan olmayı ve insansı özellikler geliştirmeyi kendi başına beceremez, insan olmak onun doğasının kaçınılmaz bir parçası değildir, hayvanlarla birlikte büyüdüğü takdirde hayvansı doğasına geri dönecek ve yeni yaşam şartlarına adapte olacağı yeni özellikler geliştirecektir. Bu tip çocukların en iyi bilim insanları ve eğitmenler eşliğinde dahi yeniden insan haline getirilmeleri imkansız olabilir.

 

Şıvan Okçuoğlu

 

 

Neyin "iyi", neyin " kötü" olduğuna kişiler, kültürler karar verse de, bu iyi-kötü ayırımını yapabilme kabiliyeti beyinde oluşan bir evrimselmedir. Zamanla gelişmiştir, hayvanlarda yoktur veya yok denecek kadar azdır. Ahlak(moral) olmadan bugün yaşadığımız medeni hayatı yaşamak imkansız olurdu!

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...