Jump to content

Yüzyılların Çözülemeyen Sırrı BİLİNÇ


Recommended Posts

 

      İnsan kendisinin bilincindedir. Ancak bilincin nasıl oluştuğunu ya da neye yaradığını kimse bilmiyor.Filozoflar, bu sırrı uzun zamandır aydınlatma çabasındalar. Son yıllarda bu tartışmaya psikologlar, fizikçiler  ve nörobiyologlar da katıldı. Somut bir kütle olan beyindeki hücreler ve sinapslar gerçekten de benlik gibi soyut bir şeyi yaratabilirler mi? Bu soru, yeni kuramların geliştirilmesine yol açıyor.

Ben "benim". Ben "ben" olduğumu biliyorum. Ben "ben" olduğumu bildiğimi biliyorum... Genelde, yaşayan, düşünen ve duyumsayan varlıklar olduğumuzu doğal  karşılıyoruz. Ancak yine de zaman zaman benliğimizle ilgili şöyle bir tuhaf duyguya kapıldığımız olur: Diyelim ki bir pastanede ya da başka herhangi bir yerde bir köşede düşünceli düşünceli oturuyor ve diğer insanları seyrediyoruz. Birden "birisi" olmak, bunu bilmek ve varlığını çözemediğimiz şu tuhaf dünyaya burada ve şu anda bu gözlerden bakmak bizi şaşkına çevirir.

 

      Çocuklar da, derin düşüncelere daldıkları zaman var olmayla ilgili bu türden tuhaf duygulara kapılırlar: Ben, neden bir başkası, örneğin kız kardeşim değilim?Babam bir başkası olsaydı, ben olur muydum? Neden şu an yaşıyorum ve ortaçağda  ya da gelecekteki bir zaman diliminde yaşamıyorum? Bir kedi ya da sinek olsaydım nasıl olurdu bu?

 

      Bilinç, bir insan olarak var olduğumuz anlamına gelen iç dünyamız, özünde açıklanamayacak kadar gizemli görünüyor. Yeniçağa gelinceye değin benliğimizle ilgili olarak şöyle düşünüyorduk: Düşünmek ve duyumsamak insan olarak var olmamızın temelini oluşturur. Bu yeteneklerimiz, beynimizde bulunan ve bedenimizi yöneten ölümsüz ruhumuza aittir. Ruhumuz, düşünmemizi ve duyumsamamızı sağlıyor.

 

      Ancak bize son derece doğru ve mantıklı gelen bu sav, artık tedirgin edici bir biçimde sorgulanmaya başlandı. Günümüzde nörobiyolojinin, psikolojinin ve sinirsel ağlar kuramının sonuçları bu konuya açıklık getiriyor. Bu sonuçlara göre, anlak(zeka) düzeyimiz bile, geçici olan beynimizin sahip olduğu geçici yeteneklerinden  kaynaklanıyor. O halde benlik nedir? İç dünyamız nedir? Bu sorular günümüzde felsefenin yanıt aradığı en önemli sorulardır. Kısaca bilimin çözmeye çalıştığı en içinden çıkılmaz bulmacasıdır bu sorular. Benliği böylesine gizemli kılan özellikle şu üç sorudur:

*Somut olan beyin süreçlerinden nasıl olur da renkler, kokular,sevinç ve acıdan

oluşan soyut bir dünyamız oluşur?

*Diğer canlıların benlik bilinci var mıdır? Örneğin köpeklerin, deniz kabuklarının

ya da arıların?

*Neden bir iç dünyamız var? Bilinçsiz bir biçimde yaşayamaz mıydık?

 

        Bilincin bu gizemliliği, kısa zaman öncesine kadar o denli kafa karıştırıcı olarak algılanıyordu ki, bilim adamları bu konunun anlaşılmaz olduğunu kabul  etmişlerdi. Daha doğrusu üzerinde durulacak bir konu olduğunu düşünmüyorlardı.Ancak durum değişti. Giderek daha fazla araştırmacı, bulmacalar bulmacasından çekinmiyor artık. Nörobiyologlarla davranış bilimciler, filozoflarla psikologlar, robotik uzmanlarıyla fizikçiler arasında bilinç konusunda hareketli bir tartışma ortamı başladı. Piyasaya yeni dergiler çıkıyor, bilinçle ilgili kongreler düzenleniyor. ABD'li filozof Daniel Denett'in dediği gibi, "Woodstock sanki yeniden yaşanıyor.

 

          Bremen Üniversitesi'nde davranış fizyolojisi  ve beyin araştırma profesörü olan Gerhart Roth bu konudaki görüşlerini şöyle açıklıyor: "Bilinçle ilgili, sözde çözümü olanaksız bulmacalardan çekinmek son derece gereksiz ve saçmadır. Fizikte olduğu gibi, henüz açıklanamamış temel problemler bile, akıllıca bilim yapma için bir engel oluşturmaz. Bilinci, başka doğa olayları gibi, araştırabilir ve onunla ilgili kuramlar geliştirebiliriz."

        

            Özellikle, Darwin'in evrim kuramının ortaya çıkışından sonra doğruluğu tartışma götürmeyen hayvanlarla olan bedensel ve ruhsal akrabalığımız, bizi bilincin doğal bir olay olduğunu kabullenmeye zorluyor. Filozof Hans Jonas'ın bir eserinde yazdığı gibi, evrim kuramı, insanın yaratılanların en kusursuzu olduğu düşüncesinden vazgeçilmesi konusunda dönüm noktası oldu.

 

             Fransız filozof Rene Descartes, canlılar arasında yalnızca insanın bir ruha ve böylece de bilince sahip olduğunu öğretmişti. Halbuki evrim kuramına göre hayvanların da bir iç dünyası var.

         

              Hayvanlar arasında en yüksek bilince sahip olanların insansı maymunlar (apes) olduğu belirlenmiş. Bu maymunlar, bir çok davranış bilimcisinin belirleyici  olarak kabul ettiği tek bilinç testini başarıyla geçiyorlar. İnsansı maymunlar, öteki hayvanlardan farklı olarak  kendilerini aynada tanıyabiliyorlar. Görüntüsü aynaya yansıyan kıllı yaratığın bir arkadaşı değil de kendisi olduğunu anlayan bir şempanzenin davranışları bir anda değişiyor. Aynaya büyülenmiş bir biçimde bakarken, tuhaf ağır çekim hareketleri yapıyor, garip sesler çıkarıyor, mimikler yapıyor, bedeninin diğer zamanlarda göremediği yerlerini inceliyor. Hatta, bir orangutan dişisi, bir marul yaprağını alıp kafasını  üzerine yerleştirmiş ve aynadaki görüntüsünü incelemiş. Araştırmacıların çoğu şu ana değin edinilen bilgilerin ışığında, büyük maymunlardan farklı olarak makaklar, pavianlar ve gibonlar gibi daha küçük maymunların aynadaki görüntülerine bir anlam veremediklerini varsayıyorlar. İnsansı maymunların kendilerini aynada gerçekten de tanıyabildiklerini kanıtlayan test, "renk testi" dir. Bu testte, maymunların yüzlerine, kendilerine fark ettirilmeden bir renk lekesi koyuluyor. Maymunlar, bu renk lekesini daha sonra aynadaki görüntülerinde farkettiklerinde hemen silmeye çalışıyorlar İnsan bebekleri, bu renk testini bir buçuk- iki yaşına geldiklerinde başarıyorlar.

 

Primat araştırmacısı ve psikolog olan Daniel Povinelli, ayna deneyinden yola çıkarak, insansı maymunlarla insanların bilince ve benliğe sahip tek canlılar olduklarını tahmin ediyor. "Eğer bu gerçekten böyleyse, bilinç, insansı maymunlar evrim yoluyla daha küçük maymunlardan türediklerinde oluştu." 32 yaşındaki Povinelli, ABD'nin Louisiana eyaletindeki bir araştırma merkezinde yöneticilik yapıyor ve bu merkezde insanlarla maymunların nasıl düşündüklerini araştırıyor. Povinelli benlik hissine doğru atılan evrimsel adımın nasıl gerçekleşmiş olabileceğiyle ilgili çarpıcı bir varsayım geliştirdi ve olası bir yanıt buldu:"Benlik bilinci, önce beden bilinci olarak gelişti. Beden bilinci, insansı maymunların atalarına kendileri için çok yeni ve o ana değin beceremedikleri tırmanma hareketleri  geliştirmelerine olanak tanıyordu."

 

             Povinelli ve çalışma arkadaşı, John Cant, Kuzey Sumatra'nın yağmur ormanlarında bir çok maymun türünü incelediler. Bu incelemeler sırasında küçük ve büyük maymunlar beklenmedik bir farkın olduğunu gözlemlediler ve buna dayanarak şu tahmini yürüttüler: Belki de vahşi atalarımız benlik bilincine doğru sözcüğün tam anlamıyla tırmandılar.Uzun kuyruklu makaklarla siamang maymunları , dallar arasında son derece tek düze bir biçimde ve az sayıda kolaylaştırıcı hareket yardımıyla tırmanıyor ve dallardan sarkıyorlar. Oysa orangutanlar, son derece değişken biçimlerde, düş dünyalarını kullanarak, zengin bir yaratıcılıkla ve ince bir zekayla hareket ediyorlar. Povinelli ile Cant tarafından farkedilen bu özellikler sonucunda, şu genellemeyi yapmak mümkün: Küçük maymunlar basmakalıp, tek düze bir biçimde hareket ederken, insansı maymunlar sonsuz bir özgürlük ve değişkenlikle hareket ediyorlar.

 

        Bu belirgin farklılığın nedeni konusunda her iki araştırmacı aynı düşüncede: "Beden bilinci, insansı maymunların  özel hareket yeteneklerini ortaya çıkarmış olabilir! Belki de bu tür bir beden bilinci, benlik bilincinin evrimsel başlangıç noktasıydı. İnsansı maymunların bilinçli tırmanabilme yeteneği olmasaydı, gelişimlerini tamamlayamayacaklardı. Çünkü bu büyük ve ağır hayvanlar için ağaçtaki yaşam daha küçük yapılı akrabalarına oranla daha zorlu ve tehlikelidir. Dallar, büyük maymunların ağırlığıyla daha çok sarkıyor ve özellikle de ağaçtan ağaca geçişler bu nedenle önemli oranda zorlaşıyor. Hafif maymunlar kolayca tırmanabiliyor, sarkabiliyor ve zıplayabiliyorlar. Oysa ağır maymunların ağaçlarda hareket etmesiyle dalların kırılma ve aşırı bükülme olasılıkları artıyor. Bu da bu maymunların kafalarını kullanarak, artistik biçimde hareket etmeleri anlamına geliyor. O nedenle, büyük maymunlara basmakalıp hareketler yeterli gelmiyor. Bu hareketlerin yerine, "benlik bilinci" adında, özgürlük ve değişkenliğe olanak veren evrimsel olarak yeni bir "psikolojik sistem" devreye giriyor.

 

           Povinelli'nin tırmanma varsayımı, ortaya çıkışı üzerinden henüz çok zaman geçmemiş olsa da, şimdiye değin benimsenmiş şu düşünceyi sorguluyor:

Benlik bilinci, insansı maymunların sosyal zekalarının bir aracı olarak gelişmiş. Benlik bilincinin gelişimi vahşi atalarımıza özellikle şu açılardan faydalı olmuş: Başkalarının iç dünyasını tahmin edebilmek, türdeşlerinin duygu ve amaçlarını anlamak, ancak kendi varlığının bilincinde olmakla mümkün. Bu yetenek, şempanzelerin karmaşık sosyal yaşamlarını olanaklı kılıyor. Şempanzeler, sosyal ilişkilerinde son derece kurnaz oluyor ve birbirlerini kandırıyorlar.

 

             Povinelli bu konuya şu şekilde karşı çıkıyor: Yüksek bir gelişim göstermiş sosyal bir akıllılık, pavianlar gibi, aynada kendini tanıyamayan maymun türlerinde de var. Sosyal zeka, benlik bilincine bağlı değildir. Povinelli' nin araştırma merkezinde yapılan deneyler, şempanzelerin birbirlerinin iç dünyasını anlayamadıklarını gösteriyor. Bir başkasının ruhsal durumunu anlamaya çalışma isteği ancak biz insanlarda gelişmiş olmalı.

 

             Benlik bilinci, insanın kendi ruhsal dünyası ile ilgili herhangi bir içsel bilgiye sahip olması anlamına gelmez. Benlik bilincinin biyolojik anlamı vardır. Bilincin özü, ruha bir iç bakış değildir. Daha çok etkinlikten, davranıştan ve hareketten oluşur. Povinelli'ye göre, "Benlik hissinde önemli olan, insanın sahnede oyuncu olduğunu ve bu dünyada bir şeyler yaratabileceğini bilmesidir.

 

              1979 yılında ölen psikolog James Gibson şu bulguları elde etmişti: İnsanın algılaması, bir olaya karşı kesinlikle kayıtsız kalmıyor. Tersine algılamamız bize doğrudan o olayda nasıl bir etkimizin olabileceğini bildiriyor. O nedenle örneğin bir sandalyeyi değersiz bir eşya gibi görmeyiz, onu bir sandalye olarak algılarız. Sandalye bize üstüme otur der. Bir elma beni ye, dolu bir bardak benden iç, bir kalem de beni eline al ve benimle yaz der. İçinde yaşanılan mekan , kesinlikle fizikteki soyut üç boyutlu hacim değildir. Mekan, bedenimiz ve onun hareket yetenekleriyle ilişkilidir. Yukarısı ve aşağısı; tavan ve taban, içerisi ve dışarısı, engeller ve geçişler vardır. Bir dağın ve yamaçlarının diklik derecesine baktığımızda, onu tırmanmanın zorluğunu görürüz. Karıncalar kadar küçük olsaydık, bir değnek artık değnek, bir sandalye de sandalye olmazdı

 

            Almanya'nın Frankfurt kentinde yaşayan filozof Thomas Metzinger'in de belirttiği gibi, yaşadıklarımızın tümü, beynimiz tarafından kullanmamız için üretilen dünyanın zihinsel şablonundan (mental model) başka bir şey değildir. Öznellik, bilinç ya da benlik, bu şablonda bir görüntümüz, yani bir benlik modeli varsa oluşur.

  

            Povinelli savında haklıysa, evrimde oluşan ilk benlik modeli, tırmanan atalarımızın sahip oldukları beden bilinciydi. Buna karşılık, insanın benliği sonsuz derecede zengindir: Kişiliğimiz, tarihimiz ve yapıtlarımızla ilgili bilgiler,tüm bunlar benliğin bir parçasıdır.

            Thomas Metzinger'e göre, "ben" olmanın sezgisel açıdan verdiği güven, kendimizi soyut olarak bilmemize değil, kendi bedenimizi duyumsamamıza dayanır. Çünkü beden bize her zaman var olduğunu hissettirir.

     

             ABD'li nörolog ve beyin araştırmacısı Antonio Damasio da bu düşünceyi paylaşıyor. Damasio, beyin hasarlı hastalar üzerinde yaptığı çalışmalara dayanarak , öznelliğin, beden içinden gelen işaretlere, yani biyolojik süreçlere bağlı olduğunu tahmin ediyor.

 

              Günümüzde, araştırmacıların uyguladığı davranış deneyleri her geçen gün daha kusursuzlaşıyor, ayrıca yapılan tartışmalar da giderek daha ayrıntılı konuları kapsıyor. Ancak tüm bunlara karşın, şu ana değin, insan ve insansı maymunlar dışında hangi canlıların benlik bilincine dair, en küçük de olsa, bir belirti geliştirdiklerini söylemek çok zor. Oyun oynarken saklanan kedi, bu şekilde oyun arkadaşına görünmez olduğunu biliyor mu? Bir köpek sahibinin acı çektiğini bildiğinden mi onun üzüntülü halinden etkilenir? Belki de çok az benlik bilincine sahip olan ya da hiç benlik bilinci olmayan hayvanların iç dünyası hakkında bir şeyler öğrenmek daha da zor.

 

                ABD'li nöropsikolog Michael Gazzaniga, örneğin bir farenin orgazmı duyumsayabildiğini düşünebiliyor. Ancak, doğa tarihinde hangi canlılarda ilk kez iç dünya gibi bir şeyin oluştuğu konusunda tahmin yürütemiyor. Kendisi şu konudan emin: "Bilinç, istek ve acıya olan duyarlılıkla başladı. Çünkü bilincin, değerlendirilmeyen bir bilgi ya da aldırış edilmeyen bir var olma duygusu olarak, biyolojik açıdan var olması anlamsız olurdu. Hiç bir canlı şu anda yaşadıklarını korumak ya da değiştirmek konusunda harekete geçmezdi."

 

             Bremen'de yaşayan nörobiyolog Hans Flohr bu konudaki görüşünü ise şöyle açıklıyor: "En ilkel bilinç bile yalnızca basit bir duyumsama değildir." Tersine, yüksek dereceli bir farkındalığı içerir. Bir acıyı duymak, aynı zamanda onu bilmek anlamına gelir. İç dünyanın, yalnızca tarafsız bir var olma duygusundan başlayarak evrim geçirdiğini düşünmek büyük olasılıkla yanlış bir düşüncedir. Bilinç, başlangıçtan bu yana hoş ve hoş olmayan duyumsamalar, gereksinimler ve ilgili etkinliklerle ilişkiliydi." O halde benlik bilincinin özünü,"ben benim" olarak değil de, "ben istiyorum" ve "ben davranıyorum" olarak mı açıklamalı?

 

            Danimarka'da ders veren İngiliz beyin araştırmacısı Rodney Cotterill, en ilkel bilinç gibi en gelişmiş bilincin de doğrudan doğruya bedensel hareketle ilgili olduğundan emin. "Bizler, rastlantısal izlenimlerine tepki veren edilgen gözlemciler değiliz. Tersine, yapacağımız bir sonraki hareketi planlamak için gerekli bilgiyi ediniyoruz. Bilinç, her an gerçekte var olan ya da yalnızca olduğu düşlenen hareketlerin sonucudur. Bunlar, bir sonraki hareketin seçimini etkilerler."

 

             Bazı psikologlar, son derece basit görünen algılamaların bile edilgen olmadığı konusunda emin. Örneğin, bir yüzü algılamamız için o yüze bakışlar yöneltmemiz gerek. Bu sırada her bir anın algılaması, bir sonraki göz hareketinin planlanması için temel oluşturur. Bir evi, onun içini dolaşarak inceleriz. Olacağı önceden bilinmeyen bir patlamada ise algılama şöyle olur: Patlamanın bilincine varmadan, belki refleks sonucunda kafamızı çeviririz. Patlamayı bilinçli olarak işittiğimizde ise, verilebilecek bir çok olası tepki arasından birine karar veririz. Verilen karar dikkate almama da olabilir.Cotterill'e göre bilincinde olduğumuz her şeyin hareket ve etkinlikle yakın bağlantısı var. Ona göre, "Bilinçli düşünme de kas hareketlerinin düşlenmesi şeklinde olur."

 

             Cotterill'in değişik kuramını ABD'li filozof Andy Clark destekliyor: "Bize yaşamımızda araçlar ve bunların düzenlenmesi yardımcı oluyor.Soyut içerikli şeyleri somut işaretlerle ifade ediyoruz. O nedenle kitaplar, notlar ve şekillerle çalışabiliyoruz. Bir anlamda, barışta aptal kalabilmemiz için dünyayı akıllı hale getiriyoruz."

 

              Rodney Cotterill, bilinç konusunda ayrıca şu sonuca varmış: "Bilinç, beyin yapıları sayesinde olabiliyor. Bu yapılar, hareketin güdülenmesinde (motive edilmesinde) ve planlanmasında rol oynuyor. Bu işlemlerse limbik sistemin bazı bölgelerinde ve beyin kabuğunda bulunan ve davranışları belirleyen bölgelerde yapılır. Bu yapılar, yürütücü işlevleri ve farkındalığı denetler. Ayrıca yaratıcı hareket planlamasına katkıları olabilecek düşünsel içerikleri bilincine getirirler. Bilincin birlik ve beraberliğini sağlayan şey hareketin birliğidir.

            

            Belki de, düşünmeyi, dili,algılamayı, belleği ve duyguları, en azından temelde beyin etkinliği olarak açıklayabilmek yalnızca bir zaman meselesidir.Günümüzde, bu yeteneklerin bir kısmının benzetim(simülasyon) modelleri, bilgisayarda sinirsel ağlar yardımıyla yapılabiliyor.

 

 

             Evrim kuramının yanı sıra son yıllarda elde edilen bilimsel başarılar, bilincin giderek biyolojik süreçlerle olduğunun kabul edilmesine yol açıyor.Bilgileri işleyen bir makine olan beynimiz, iç dünyamızın renklerini anlaşılmaz bir biçimde yaratıyor.

 

              Bilinç, kendiliğinden yapılabilen hareketlerin yeterli olmadığı, ayrıca davranışın daha açık ve yaratıcı olması gerektiği durumlarda devreye giriyor sanki. Aslında kahve yapmak, çamaşır asmak ya da araba kullanmak gibi karmaşık işleri kısmen, bilincin katılımı olmadan yerine getirebiliyoruz. Ancak ne zaman ki bu işleyişte bir tıkanma, zorluk ya da tehlike yaşanmaya başlanıyor işte o an pür dikkat kesiliyoruz. Bir resime yalnızca biçimsel ve yüzeysel  olarak değil de daha ayrıntılı ve yoğun bakmak istediğimizde daha "bilinçli" bakıyoruz. Ayrıca o an deneyimlere açık oluyoruz.

 

               Ancak bütün bu açıklamalara karşın şu sorular yanıtsız kalıyor: Neden bütün bunları yaşıyoruz? Havadaki titreşimlerin, kulakla beyindeki düzeneklerle karşılaşması sonucunda nasıl olur da senfoni gibi olağanüstü güzellikte sesler uyumu yaşanır? Sinirsel etkinliklerden nasıl olur da aşk ya da nefret ortaya çıkar? Burada somut süreçlerin ruha dönüşmesi gibi akıl almaz, esrarengiz bir şey olmuyor mu?

 

               ABD'li genç filozof David Chalmers'in dediği gibi, düşünceleri, duyguları ve algılamaları neden yaşadığımız sorusu, araştırma konusu olan bilincin zor problemidir.Buna karşılık, olağan bilim çerçevesinde çözümü olan kolay problemler vardır. Örneğin, benliğin geliştirilmesinin ne gibi biyolojik avantajları olabileceği kolay bir problemdir.

 

              

               Chalmers gibi araştırmacılar ya da Roger Penrose gibi fizikçiler, mavinin maviliği ya da acının acılığı gibi zor problemlerin anlaşılmasının fizikteki temel ilişkilerin keşfedilmesini gerektirdiğini söylüyorlar. Bunun gerçekleşmesi, görelilik kuramı ya da kuantum mekaniğinin geliştirilmesine benzer bilimsel bir devrim anlamına gelirdi.

 

                 Bir kısım araştırmacı, problemin karmaşıklığı karşısında umutsuzluğa kapılırken, Gerhart Roth veya California'lı beyin araştırmacısı Walter Freeman, herhangi bir karmaşıklığın olmadığını öne sürüyorlar. Temelde bulmaca gibi gözüken konu çoktan çözümlenmiştir; tartışma konusu olmaktan çıkarılabilir. Bu konuda Freeman şunları söylüyor: "Bilinç, tıpkı yer çekiminin kütleye bağlantısı gibi belirli beyin olaylarına bağlıdır."

 

                  Nörobiyolog Hans Flohr ise meslektaşlarını, zor problem için buldukları çözümün, düşünmeyi sona erdirmeye karar vermekten başka bir şey olmadığı konusunda suçluyor. Buna karşılık Walter Freeman, neden yerçekimi ya da bilinç diye bir şeylerin olduğu konusunda kafa yormanın anlamsız olduğunu savunuyor. Aslında bilimsel açıdan anlamlı olan yalnızca bunların nasıl çalıştıkları ve hangi kuralların bu olayları birleştirdiğidir.

 

                   Araştırmacılar zor problem karşısında, bilinci oluşturan beyin süreçlerini açık ve net bir biçimde tespit ve karakterize etmekten başka bir şey yapamazlar. En azından insanlarda bilinçli düşünme, beyin kabuğundaki etkinliğe bağlıdır. Yaşananların değişkenliği ile farklı bilinç durumları, beyin kabuğunun işleyişinin olağanüstü hareketliliği ve değişkenliği sayesinde olur.Beyin kabuğunda, etkinlikleri bizim yaşadıklarımıza bağlı olarak değişen, birbirleriyle kuvvetli bağlantıları olan nöron birlikleri olabilir. Hans Flohr, beyin kabuğundaki etkinliğin artışının, bu birliklerin ateşlenme ya da kendiliğinden yaratılma olasılığını artırdığını söylüyor. Bu hücrelerin ne kadarı belirli bir zaman aralığında etkin bir duruma getirilmişse, o anda var olan düşünsel içeriklerin sayısı o kadar yüksek olur. Ayrıca ruhsal süreçler de o derece karmaşıklaşır.

               Bilinç, içgüdüsel ya da öğrenilen hareketler ışığında, yaratıcı davranışı olanaklı kılar. Walter Freeman, bu tür bir esnekliğin beyinde önemli bir etkinliğin olması anlamına geldiğini vurguluyor. Freeman'a göre :

"Bir hayvanın hareketlerini serbestçe yaratabilmesi için bunların sonuçlarını önceden bilmesi ve değerlendirebilmesi gerekiyor. Örneğin, hedefine yaklaşıp yaklaşmadığını  fark etmeli. Bu da şu anlama gelir: Hayvan, planlarına geçmişte kazandığı deneyimleri ile ilgili bilgi aktarmalı." Hayvanın ayrıca yeni deneyimler kazanma konusunda etkin bir anlayışta olması ve geçmişteki davranışlardan öğrenmesi gerekiyor.Freeman'a göre, tüm bu yetenekler olmadan bilinç gelişemez. Araştırmacı, bu tür davranışları semenderler gibi ilkel omurgalılarda bile görüyor. Ancak bundan, semenderlerin kendilerinin bilincinde oldukları sonucunu çıkarmayı göze alamıyor.

 

                   

                 Nörobiyolojinin amacı, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaptığımız bütün ruhsal davranışlarımızı beyin etkinliği olarak açıklayabilmek. Ancak bilim bu amaca gerçekten ulaşırsa, bilinç sorununun tüm karmaşıklığı büyük olasılıkla bilinecek. Bir an için, bütün davranışlarımızın nöron süreçleri olarak açıklanabildiğini düşünelim. O zaman bilince gerek olmaz.Belirli sinirsel süreçleri algılama, düşünme ve duygular olarak yaşamamızın anlamı kalmaz. Dahası, varlığımız tümüyle bilinçsiz olabilir. İç dünyası olamayan böyle bilinçsiz bir insan -bir zombi- dışarıdan bakıldığında bilinci olan bir insandan ayırt edilemezdi! Böyle bir şeyi düşünmek son derece rahatsızlık vericidir. Ayrıca da çok karmaşıktır. Şöyleki: Bir çok doğa bilimci, davranışlarımızın açıklanması konusunda somut olayların yeterli olduğuna inanmaktadır. Buna karşılık, bilincimizin yaşamımızın anlamı açısından önemsiz olduğu bilinçsiz olarak da varlığımızı sürdürebilmemiz düşüncesine aklımız tepki gösteriyor. Duyumsama yeteneğimiz olmazsa, diğer insanları sevmemizin anlamı kalmaz.

                 Nörobiyolog Hans Flohr bu konuda şöyle diyor: Bir zombinin diş ağrısı çektiğini düşünelim. Kendisinin bilincinde olmadığı için şunlar olur: "Ağrıyı duyumsamaz. Ruhsal dünyası bilinçsiz ancak onun dışında bizlerle aynı yapıda olduğu için ağrıyı duyumsadığını bilmek ister." Buradaki çelişkili nokta şudur: Bilinci olmayan bir zombi kendisinin bilinçli bir yaratık olduğuna inanır!

 

                  Zombi problemi, düşünürler arasında çok bilinen beden-ruh probleminin mantıksal derinliklerine iner. Descartes'tan sonraki düşünürler en çok bu konuyla boğuşmuşlardır. Fransız filozofunun ilk olarak ortaya attığı problem şudur: Ruh ve bedenin birbirlerine etkileri nasıl olur? Ruh soyut, bilişsel bir öz olup fiziksek değilse, o halde nasıl olur da, kol kaldırmak için gerekli fiziksel enerjiyi sağlayabilir.

 

                    İç dünyamızın ölümsüz bir ruhtan oluşmadığı, tersine biyolojik bir olay olduğu düşüncesi beden-ruh sorununu kesinlikle gündemden düşürmüyor. Bilincin bir anlamı varsa, bir etkisinin de olması gerek. Ancak günümüze değin hiç kimse, ruhun bedeni hangi düzenekler yardımıyla etkileyebildiğini ya da bunun tersini anlayamadı.

 

                     Bilinç tümüyle bilimsel olarak açıklanabilse bile, "birisi" olmanın verdiği gizem ortadan kalkmaz.

                    Thomas Metzinger, kendi varlığını sorgulamayı unutmadı: "Benim 'ben' olmam aslında en tuhaf olaydır! Bu kadar çok insan arasında Thomas Metzinger'in olmasının yanı sıra, onun ben kendim olmam nasıl olur? Benim ben olduğum gerçeği hiç bir kaynakta geçmiyor. Ayrıca hiç bir kuram bana bunu açıklayamaz."

 

                        Bu da bilinç sorunundaki akıl almaz tuhaf noktadır: Dışarıdan bakıldığında, Thomas Metzinger'in Thomas Metzinger olduğu dünyanın en olağan durumuymuş gibi görünüyor. Ancak içten, kişinin gözüyle bakıldığında, konu çok derin, gizemli ve sır dolu oluyor.

 

                        Metzinger bu konuda, "Asıl sorun öznelliktir, yani kişinin kendi bakış açısıdır." diyor. Fiziksel dünyada yalnızca doğa kanunlarına uygun hareket ve birbirlerine bağlı etki zincirleri vardır. Böyle bir ortamda nasıl olur da insan bağımsız, özgür, kendi başına davranan bir varlık olarak yaşar ve bunu anlar?

 

                        Bilinç. Bu sır henüz çözülmüş değil. Yine de olası çözümlere giderek yaklaşılıyor. Bununla birlikte, bilinçle ilgili ne kadar çok bilgiye sahip olursak, ölümlü olduğumuz gerçeğini o ölçüde kabul etmemiz gerekiyor. Ancak bu konu da kesin olarak kanıtlanmış değil. Böylelikle, ruhun ölümsüz olduğu düşüncesine açılan kapı aralanmış oluyor.

 

 

Mayıs 1998 TÜBİTAK Bilim Teknik

"Die suche nach dem ich", GEO,Mart 1998

Kısaltılmış Çeviri: Ayşegül Yılmaz

 

Konu Danışmanı: Sirel Karakaş

Prof.Dr.H.Ü. Deneysel Psikoloji Ana Bilim Dalı

 

 

 

 

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 43
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Bilincin kökenini materyelist felsefe ile çözmek mümkün. Canlılarda her türlü etkinliğin nedeni maddeseldir. Psikolojik olduğu söylenen etkinliklerde ve düşünlerde de mekanizma maddeseldir. Ama beyinsel etkinliklerin çoğundan bireyler haberdar değillerdir. Bilinçde birey beyinsel etkinliklerden haberdardır. Beyinsel süreçlerde nörotranfmiterler ve diğer kimyasal maddeler açığa çıkarlar. Bu sırada nöronlar arasında sinyal iletimi yapılır. Bu sürekli bir iletişimdir. Çoğu bilinçaltında gerçekleştiği için farkedilmez. Farkedilenlerin bilinçli veya istemli oldukları söylenir.

Bilinç neden vardır?. Aslında bilinç yalnız insanlara ve diğer akıllı hayvanlara ait bir yeti olmayıp, bakteriler dahil bütün canlılarda vardır. Bilmek fiilinden türeyen bilinç temelde  çevreyi tanımak (farkında olmak)  şeklinde kendini manifest eder. İnsanda bir derece daha karmaşıklaşan bilinç farkında olduğunun farkında olmak şekline dönüşür.  Canlılar neden çevreyi farkederler? Çünkü yaşamlarını sürdürebilmek için buna mecburdurlar. İlk canlılar ortaya çıkarlarken yalnız çevreyi farkederek ona uygun adaptasyon gösterenler yeğlenmişler, diğerleri yok olmuşlardır. Yani doğal seçilim yasası bilinç için de geçerlidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, haci yazdı:

Bilincin kökeni için bir teori ortaya atmıştım. Onu aşağıdaki adresde bulabilirsiniz.

http://haci-haci.typepad.com/maddenin_canli_davrani_se/54-bi̇li̇nci̇n-fi̇zi̇ği̇/

Güzel bir yazı. Harcanan emeğe, zamana ve gelecek nesillere faydalı olabilecek şeyler bırakma motivasyonunu ayrıca takdir ederim.

 

Olayın felsefi tarafıyla ilgilenmediğini tahmin ettiğim için önemli bir ayrımı belirtmek isterim:

Bilincin materyalizmle açıklanabileceği ile ilgili bir giriş yapmışsın ve moleküllerin, atomların, atom altı parçacıkların ve kuantum olayların proto-bilinç olarak ifade edilen öncü bir bilinç taşıması gerektiği sonucuna ulaşmışsın ki bu oldukça mantıklı bir çıkarımdır. Ancak bu artık materyalizm değildir, her maddenin kişisel bilinç sahibi olduğunu savunan panpsişizmdir (panpsychism). Bir nevi madde-bilinç dualitesini tüm hiyerarşide kabul etmektir. Zaten bilinç alanında faaliyet gösteren bir çok bilim çevresinde ve konuyla ilgilenenler nezdinde de panpsişizmi ivme kazanmakta olan bir felsefi pozisyondur. Ancak bilincin varlığını bir kere kabul ettiğinizde ortaya dualizmdeki sorunun aynısı ortaya çıkıyor, bunlar arasındaki ilişkiyi açıklama zorluğu. Birbirlerini nasıl etkiliyorlar?

"Pan-psişizm" kelime anlamı itibariyle ruhun veya bilincin her yerde olması demektir. Bu nedenle materyalizm ile idealizm arasındaki politik bir pozisyon görünümündedir. Çünkü materyalizm var olan her şey maddedir, madde dışında bir şey yoktur der. İdealizm ise temel olanın bilinç olduğunu savunur (non-materyalizm). Bu anlamda ikisi de monisttir (non-dual).
Ancak burada bu meselenin politikliği değil doğrusu bizi ilgilendirmelidir. Panpsişizm yara alan materyalizme yara bandı görevini görürken acaba gerçek daha farklı olamaz mı?

Bilim bize maddenin büyük patlama denen olayla oluştuğunu söyler. Demek ki madde ve uzay-zaman temel olamazlar. O zaman daha temel bir şey gereklidir o da haliyle madde olmayan olmalıdır. Bu madde olmayan şeyin var edebilme potansiyeli olduğu kesindir. Buna boşluktaki (vakum) kuantum dalgalanmaları adını da verebiliriz bilinç adını da verebiliriz. Bu nedenle idealizm (non-materyalizm) daha açıklayıcı olması nedeniyle daha doğru olan daha mantıklı olan pozisyondur.
 

Link to post
Sitelerde Paylaş
8 hours ago, Birko said:

 

      İnsan kendisinin bilincindedir. Ancak bilincin nasıl oluştuğunu ya da neye yaradığını kimse bilmiyor.Filozoflar, bu sırrı uzun zamandır aydınlatma çabasındalar. Son yıllarda bu tartışmaya psikologlar, fizikçiler  ve nörobiyologlar da katıldı. Somut bir kütle olan beyindeki hücreler ve sinapslar gerçekten de benlik gibi soyut bir şeyi yaratabilirler mi? Bu soru, yeni kuramların geliştirilmesine yol açıyor.

 

Bilinc denilen kavram aslında tanımsız ve bu deyimle ne kastedildiği tam olarak açık olmayan bir çeşit "illüzyon"dur. Gizemli ve anlaşılmaz bir şey gibi görünmesinin birkaç nedeni var:

1- "Bilinç"i bir bütün olarak kabul etmek bu fenomeni ele almayı zorlaştırmaktadır. Komple bir bilinçten değil, bazı bilinç elemanlarından söz etmek gerekir (örneğin: renk görme bilinci, hareketi algılama bilinci, benlik bilinci, otorite hissi = serbest irade bilici, ağrı hissetme bilinci, ses duyma bilinci, vs...). Ortalıkta dolaşan bilinç lafı ile genellikle bu saydıklarımın bir toplamı, bir bileşkesi kastedilir. Oysa bilinç kendi başına "unique" bir fonksiyon değildir.

2- Beyin dış dünyayı algılamak üzere evrimleşmiştir; kendi yapısını ve işleyişini anlamaya yönelik bir yapısı veya işlevi yoktur. Bilinç ise global beyin fonksiyonlarının bizzat kendisidir. Beyin kendini "anlayamaz" (bıçak kendini kesemez).

3- Bilinç işlevleri tamamen sübjektifdir. Dışardan ulaşılıp ölçülemez. Herkes sadece kendi bilincini bilir. Karşımızdaki insanın bir bilinci olup olmadığını bile bilemeyiz (kendi beyanı dışında bilinci olup olmadığını ispatlayamayız). Dolayısıyla bilimsel yöntemlerle çalışılması çok zordur. 

 Yukardaki nedenlerle henüz tam olarak anlaşılamamış olmakla birlikte, bilincin beyin dışında (maddesel olmayan) bir "şey" olduğuna dair bir veri yoktur. Bu yöndeki (dualist) felsefi argümanlar ise (bana göre) ikna edici değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
15 dakika önce, vitamin yazdı:

Güzel bir yazı. Harcanan emeğe, zamana ve gelecek nesillere faydalı olabilecek şeyler bırakma motivasyonunu ayrıca takdir ederim.

 

Olayın felsefi tarafıyla ilgilenmediğini tahmin ettiğim için önemli bir ayrımı belirtmek isterim:

Bilincin materyalizmle açıklanabileceği ile ilgili bir giriş yapmışsın ve moleküllerin, atomların, atom altı parçacıkların ve kuantum olayların proto-bilinç olarak ifade edilen öncü bir bilinç taşıması gerektiği sonucuna ulaşmışsın ki bu oldukça mantıklı bir çıkarımdır. Ancak bu artık materyalizm değildir, her maddenin kişisel bilinç sahibi olduğunu savunan panpsişizmdir (panpsychism). Bir nevi madde-bilinç dualitesini tüm hiyerarşide kabul etmektir. Zaten bilinç alanında faaliyet gösteren bir çok bilim çevresinde ve konuyla ilgilenenler nezdinde de panpsişizmi ivme kazanmakta olan bir felsefi pozisyondur. Ancak bilincin varlığını bir kere kabul ettiğinizde ortaya dualizmdeki sorunun aynısı ortaya çıkıyor, bunlar arasındaki ilişkiyi açıklama zorluğu. Birbirlerini nasıl etkiliyorlar?

"Pan-psişizm" kelime anlamı itibariyle ruhun veya bilincin her yerde olması demektir. Bu nedenle materyalizm ile idealizm arasındaki politik bir pozisyon görünümündedir. Çünkü materyalizm var olan her şey maddedir, madde dışında bir şey yoktur der. İdealizm ise temel olanın bilinç olduğunu savunur (non-materyalizm). Bu anlamda ikisi de monisttir (non-dual).
Ancak burada bu meselenin politikliği değil doğrusu bizi ilgilendirmelidir. Panpsişizm yara alan materyalizme yara bandı görevini görürken acaba gerçek daha farklı olamaz mı?

Bilim bize maddenin büyük patlama denen olayla oluştuğunu söyler. Demek ki madde ve uzay-zaman temel olamazlar. O zaman daha temel bir şey gereklidir o da haliyle madde olmayan olmalıdır. Bu madde olmayan şeyin var edebilme potansiyeli olduğu kesindir. Buna boşluktaki (vakum) kuantum dalgalanmaları adını da verebiliriz bilinç adını da verebiliriz. Bu nedenle idealizm (non-materyalizm) daha açıklayıcı olması nedeniyle daha doğru olan daha mantıklı olan pozisyondur.
 

Felsefe ile aram iyi olmadığı için ben soruna hiç bu açıdan bakmamıştım. İlginç bir cevap vermişsiniz. Pan-psişizm i hiç duymamıştım. Bana bir şey öğrettiniz. Teşekkürler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Taklit.

Bilinç diye canlının etrafından yakaladığı resimlerle etrafını taklit etmesine deniyor.

 

Karşınıza geçmiş kafeste sizle aynı hareketleri yapmaya çalışan maymun veya goril gibi.

Maddede olan olguları, kendinde taklit ediyor canlı.

Anasından babasından ne görürse onu yapıyor yani.

 

Yalnız bu taklit için yıllar geçtikçe hep daha fazla taklit alanı açmaya başladı, simulasyon alanları büyüyor.

İnsanların beyinleri yetmiyormuş gibi bir de devasa taklit alanları yaratmaya başladık. Bilgisayarlar.

Şu anda evrenle aynı büyüklşükte oyun alanına sahip oyunlar çıktı.

Milyarlarca galaksisi, gezegeni olan oyunlar var. Yani taklit alanında evrenin aynısını da yaratmaya başladık son 10 yıl içinde.

 

Bu durumun gizemi herkesi çekiyor, anlıyorum.

Ancak bu data ile taklit olayına fazla takılmayın.

Gerçek değil bu çünkü.

 

Sizler gerçek değilsiniz.

 

üst üste binen depolanmış bilgilerin gıcırtısısınız.

 

2 yıl önceki halinizle bile aranızda en az %40 fark var.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, delibekir yazdı:

1- "Bilinç"i bir bütün olarak kabul etmek bu fenomeni ele almayı zorlaştırmaktadır. Komple bir bilinçten değil, bazı bilinç elemanlarından söz etmek gerekir (örneğin: renk görme bilinci, hareketi algılama bilinci, benlik bilinci, otorite hissi = serbest irade bilici, ağrı hissetme bilinci, ses duyma bilinci, vs...). Ortalıkta dolaşan bilinç lafı ile genellikle bu saydıklarımın bir toplamı, bir bileşkesi kastedilir. Oysa bilinç kendi başına "unique" bir fonksiyon değildir.

Bütünlükten kastını tam anlayamadım. Yani bilinç sürekli değildir belli zamanlarda ortaya çıkar mı demek istiyorsun? Mesela, gitarın telleri titreşip müzik üretmediği sürece tellerin veya gitarın olmadığını mı düşünmeliyiz? Bunu mu demek istiyorsun? Müzik yoksa gitar yoktur diye mi düşünmeliyiz çünkü müziği üreten şey gitardır, gitar müzik üretmezken yoktur demek garip bir durumdur. Yoksa eğer o müzik oluşturma potansiyeli nasıl var olabiliyor?

Alıntı

2- Beyin dış dünyayı algılamak üzere evrimleşmiştir; kendi yapısını ve işleyişini anlamaya yönelik bir yapısı veya işlevi yoktur. Bilinç ise global beyin fonksiyonlarının bizzat kendisidir. Beyin kendini "anlayamaz" (bıçak kendini kesemez).

Madde kendisini anlayamazsa zaten bilinci maddesel olmayan olarak tanımlamış oluyorsun.
Başka bir kişinin beyninin fonksiyonlarını gözlemlediğin zaman o kişinin iç dünyasını göremiyorsun sadece maddenin davranışını görüyorsun, bu da zaten sorunun kendisidir. Bir madde yığını nasıl oluyor da kişisel deneyimler oluşturabiliyor?

Alıntı

3- Bilinç işlevleri tamamen sübjektifdir. Dışardan ulaşılıp ölçülemez. Herkes sadece kendi bilincini bilir. Karşımızdaki insanın bir bilinci olup olmadığını bile bilemeyiz (kendi beyanı dışında bilinci olup olmadığını ispatlayamayız). Dolayısıyla bilimsel yöntemlerle çalışılması çok zordur. 

Haklısın ama bu bilincin gerçekte var olmadığını göstermez.

Alıntı

 Yukardaki nedenlerle henüz tam olarak anlaşılamamış olmakla birlikte, bilincin beyin dışında (maddesel olmayan) bir "şey" olduğuna dair bir veri yoktur. Bu yöndeki (dualist) felsefi argümanlar ise (bana göre) ikna edici değildir.

Maddenin nasıl olup da madde olmayan bir şeyi var ettiği seni nasıl ikna etmeyi başarmış açıklar mısın çünkü insanlar ikna olamadıkları için maddeden ayrı bir şey olması gerektiğini düşünüyor. 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomunu bir araya getirince su oluşturursun. Su farklı bir şey olsa da sonuçta maddedir, elle tutulur, gözle görülür, uzayda belirli bir hacim kaplar vs. aynen kendisini oluşturan bileşenleri gibi. Peki bilinç nerededir? Maddenin ürünü ise neden madde gibi belirli bir konumda belirli bir hacmi kapladığını göremiyorum, neden fotoğrafını çekemiyorum, neden bir yerden bir yere taşıyamıyorum?

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, Güçlü Ateist yazdı:

Taklit.

Bilinç diye canlının etrafından yakaladığı resimlerle etrafını taklit etmesine deniyor.

Öncelikle kendisi ve kendisi olmayanın ayrımını nasıl yapıyor? Tahta tahta olduğunu biliyor mu?
Resimleri nasıl kendisinin avantajına olması gerektiği şekilde yorumluyor ve taklit emesi gerektiği kararını nasıl veriyor?

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 hour ago, vitamin said:

Bütünlükten kastını tam anlayamadım. Yani bilinç sürekli değildir belli zamanlarda ortaya çıkar mı demek istiyorsun? Mesela, gitarın telleri titreşip müzik üretmediği sürece tellerin veya gitarın olmadığını mı düşünmeliyiz? Bunu mu demek istiyorsun? Müzik yoksa gitar yoktur diye mi düşünmeliyiz çünkü müziği üreten şey gitardır, gitar müzik üretmezken yoktur demek garip bir durumdur. Yoksa eğer o müzik oluşturma potansiyeli nasıl var olabiliyor?

Hayır, tamamen farklı bir şey:

Beyinde her bir fonksiyonun belli bir yeri vardır. O yer hasara uğrarsa o fonksiyon da izole olarak kaybolur (örneğin renk görme bilinci kaybolur; yani hem dünyayı, hem rüyalarını siyah-beyaz görür, renkleri hayal edemez). Buna benzer onlarca ayrı fonksiyon bilinir. Bunlar bir anlamda "mikrobilinçler"dir. Gündelik hayatta Bilinç denilen şey aslında bütün bu mikrobilinçlerin bir araya gelmesi ile ortaya çıkmış, bir çeşit "yamalı bohçadır"; bir bütünlüğü yoktur; parça - parça giderilebilir. Aynı zamanda, zaman içinde de sürekliliği yoktur (uyku - uyanma, dikkat düzeyi gibi); fakat kastettiğim o değil.

1 hour ago, vitamin said:

Madde kendisini anlayamazsa zaten bilinci maddesel olmayan olarak tanımlamış oluyorsun.
Başka bir kişinin beyninin fonksiyonlarını gözlemlediğin zaman o kişinin iç dünyasını göremiyorsun sadece maddenin davranışını görüyorsun, bu da zaten sorunun kendisidir. Bir madde yığını nasıl oluyor da kişisel deneyimler oluşturabiliyor?

Bilinç tabii ki kendisi bir madde değildir; bir fonksiyondur; ama bilinci üreten beyin maddedir.

Madde yığını denilen o şey son derecede kompleks bir nöron ağıdır. Bunun içinde sürekli olarak ileri derecede yoğun bir aksiyon potansiyeli trafiği vardır (bir milimetreküp beyin korteksi içinde milyonlarca nöron ve her bir nöronun onbinlerce sinapsı var. Herbir sinaps bir transistör gibi düşünülebilir. Sadece bir milimetre küpü içinde birkaç milyar transistör barındıran 1.6 kilogramlık bir bilgi işlem makinesi düşünün). Bu devasa ve karmaşık elektriksel trafik o anda zihnin içeriği her ne ise ona paralel yürür. Yani zihnin içeriğini o aksiyon potansiyeli trafiği "paterni", o sırada yürütülmekte olan işlemler oluşturur. Dışardan baktığınızda gördüğümüz an be an değişen bu patern bizzat o andaki zihnin kendisidir; orada ekstra - gizli saklı başka bir element bulunamaz.

Bu paterne "içerden" bakabilseydik (yani patern kendi kendine bakabilseydi) o zaman bu "zor soruyu", yani "nasıl oluyor da maddi bir yapıdan kişisel deneyimler oluyor"u anlamak o kadar da zor gelmezdi diye düşünüyorum. Fakat, söylediğim gibi bu paternin kendi kendini görebilmesini sağlayacak bir beyin mekanizmamız yok (burada aslında daha da temel bir sorun daha var: beyindeki bu patern kendi kendine bakabilecek durumda olsaydı bile, baktığı anda zihin içeriği yani o patern değişmiş olacaktı, değişmiş paterni anlamaya çalışırken patern yine değişmiş olacaktı... ve yine anlaşılamayacaktı). Bir başka temel sorun da şu: beyinin toplam bilgi işleme kapasitesi kendi kendini anlamaya yeter mi? Ya da daha genel bir soru: herhangi bir bilgi işleme makinasının kapasitesi kendi işleyiş yapısını tam olarak çözümleyebilmeye yeter mi? Cevap hayır ise (ki bana öyle geliyor) o zaman beynin bilinci anlaması (yani bir anlamda bilincin kendi kendini anlaması) yine imkansız gibi duruyor.

Bence, o zihin- madde ikilemi ile ilişkili o zor soruyu zor yapan temel problemler bunlar (bu benim kendi görüşüm).

1 hour ago, vitamin said:

Maddenin nasıl olup da madde olmayan bir şeyi var ettiği seni nasıl ikna etmeyi başarmış açıklar mısın çünkü insanlar ikna olamadıkları için maddeden ayrı bir şey olması gerektiğini düşünüyor. 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomunu bir araya getirince su oluşturursun. Su farklı bir şey olsa da sonuçta maddedir, elle tutulur, gözle görülür, uzayda belirli bir hacim kaplar vs. aynen kendisini oluşturan bileşenleri gibi. Peki bilinç nerededir? Maddenin ürünü ise neden madde gibi belirli bir konumda belirli bir hacmi kapladığını göremiyorum, neden fotoğrafını çekemiyorum, neden bir yerden bir yere taşıyamıyorum?

Bilinç, yukarda söylediğim gibi madde değildir; maddi bir yapının fonksiyonudur. Herhangi bir fonksiyonun maddesel olup olmadığından söz edilemez. Örneğin kalbin fonksiyonu kasılıp kanı pompalamaktır. "Pompalama" nasıl masanın üzerine konup elle tutulacak bir şey olmadığı gibi, "madde dışı, gizemli" bir şey de değilse, bilinç de öyledir. Daha spesifik olarak, yine yukarda değindiğim gibi, bilinç beyindeki elektriksel akım trafiği paternidir. Bunun hacmi, ağırlığı vs. olmaz. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
13 saat önce, vitamin yazdı:

Bütünlükten kastını tam anlayamadım. Yani bilinç sürekli değildir belli zamanlarda ortaya çıkar mı demek istiyorsun? Mesela, gitarın telleri titreşip müzik üretmediği sürece tellerin veya gitarın olmadığını mı düşünmeliyiz? Bunu mu demek istiyorsun? Müzik yoksa gitar yoktur diye mi düşünmeliyiz çünkü müziği üreten şey gitardır, gitar müzik üretmezken yoktur demek garip bir durumdur. Yoksa eğer o müzik oluşturma potansiyeli nasıl var olabiliyor?

Madde kendisini anlayamazsa zaten bilinci maddesel olmayan olarak tanımlamış oluyorsun.
Başka bir kişinin beyninin fonksiyonlarını gözlemlediğin zaman o kişinin iç dünyasını göremiyorsun sadece maddenin davranışını görüyorsun, bu da zaten sorunun kendisidir. Bir madde yığını nasıl oluyor da kişisel deneyimler oluşturabiliyor?

Haklısın ama bu bilincin gerçekte var olmadığını göstermez.

Maddenin nasıl olup da madde olmayan bir şeyi var ettiği seni nasıl ikna etmeyi başarmış açıklar mısın çünkü insanlar ikna olamadıkları için maddeden ayrı bir şey olması gerektiğini düşünüyor. 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomunu bir araya getirince su oluşturursun. Su farklı bir şey olsa da sonuçta maddedir, elle tutulur, gözle görülür, uzayda belirli bir hacim kaplar vs. aynen kendisini oluşturan bileşenleri gibi. Peki bilinç nerededir? Maddenin ürünü ise neden madde gibi belirli bir konumda belirli bir hacmi kapladığını göremiyorum, neden fotoğrafını çekemiyorum, neden bir yerden bir yere taşıyamıyorum?

Bilincin ne olduğu ilginç bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilinç madde midir? Bilinç maddenin ürünüdür ama kendisi madde olamaz. Olsaydı bilirdik. Çünkü maddeyi ölçüp biçebiliyoruz. Bilinci de bir yerde ölçüyoruz ama, maddeyi ölçtüğümüz gibi fiziksel niteliklerini dikkate alarak ölçmüyoruz. Kaç kilo bilinç var diyemeyiz. Ama az veya çok olduğunu göreli olarak bilebiliriz. 

Bilinç bir davranıştır arkadaşlar. Maddenin davranışlarından biridir. Canlılık nasıl maddenin davranışlarından biri ise, bilinç de öyledir. Canlı nedir? Cansızla canlı arasındaki en önemli fark nedir? Canlı maddeyi cansız maddeden davranışları ile ayırırız. Buna kitabımda uzun uzun yer verdim. Canlı ile cansız arasındaki en bariz ve önemli fark budur. Bilinç de maddenin davranış şekillerinden biridir.

Hidrojen ve oksijen bir araya gelip suyu oluştururken değişen nedir? Değişen o elementlerin toplu davranış örneğidir. Suda hidrojen ve oksijende olmayan farklı davranış örnekleri ortaya çıkmaktadır. Bilinç de öyle bir davranış örneğidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bilinç her ne kadar madde değilse de kökeni, maddenin öğelerinin birbirleri ile tepkileşmeleri sonucu ortaya çıkan bir epifenomendir. Başka bir nedeni olamaz. Çünkü maddenin olmadığı yerde bilinç de yoktur. Bilinç madde ile özdeştir. Daha spesifik olarak bilinç, maddenin davranış örnekleri ile özdeştir. Maddenin davranış örneklerinden biri ve en ilgincidir.

Bilinç bir enerji türü olabilir mi? Bilincin enerji olabilmesi için termodinamik kanunlarına uyması gerekir. Maddenin davranışları bilinci yaratıyorsa, bilinç entropi ile ilgili olabilir mi? Bilinç maddenin davranışlarından biri ise ki öyle görünüyor- bu davranışlar sırasında açığa çıkan bir değer olabilir mi? Evrende entropi giderek artmaktadır. Bu durumda evrende bilinç de giderek artmaktadır diyebilir miyiz? Dünyada yaşayan canlılarda bilinç giderek artmakta mıdır? Canlılar giderek daha akıllı mı olmaktadırlar? Canlılar evrilip giderek daha akıllı oluyorlarsa, bilinç için canlılığın olmazsa olmaz bir özelliğidir diyebilir miyiz?

Dünyada yaşayan canlıların giderek daha akıllı olduklarını gösteren sayısız gözlemler yapılmıştır. Bu gözlemlerden bilincin entropi olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür. Bilinç enerjinin entropi şeklinde bir manifestasyonu olabilir.  Bu durumda bilinç enerjidir diyebilmeliyiz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

"Bilinç" denilen olgu, henüz gizemini korumaya devam ediyor. 
"Bilincin kaynağı nedir....?" diye sesli düşünüyorum;  

"Madde" olamaz çünkü zaten hissizliği, cansızlığı ifade eden bir terim.

Tanrı hiç olamaz, çünkü zaten kendiliğinden varolan ve bu yönüyle insan zekasını yok saymayı gerektiren bir varsayım.
(Tanrı kendiliğinden oluşuyorsa, bu; hayat ve bilinç her şekilde oluşabilir, demektir.) 

Bu durumda bence en yakın olasılık evrenin zaten bilinçli bir canlı olması.
Veya evrenin henüz keşfedilmeyen bir noktasında bilinç üreten doğal bir canlılık merkezi bulunuyor, olabilir.

Bu durumda, madde ve enerji olarak bahsettiğimiz kavramlar da, hayat ve bilinç ile bütünleşik olarak değerlendirilmeli. 

Hayat, daima bir önceki hayattan geldiğine göre, bilinç de ancak daha önceki bilinçten gelmelidir.
Aksi durumda en bu en temel olgular, yoktan varolmuş olur ki, bu hiç mantıklı değil.

Bilincin sadece madde ile açıklanması da çok zor. Çünkü materyalizme göre, algılanabilen veya ölçülebilen herşey maddedir.

Peki algılama ve ölçme ne ile mümkün olmaktadır...?  

 

                                    

tarihinde Mindsurfer tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
14 saat önce, delibekir yazdı:

Hayır, tamamen farklı bir şey:

Beyinde her bir fonksiyonun belli bir yeri vardır. O yer hasara uğrarsa o fonksiyon da izole olarak kaybolur (örneğin renk görme bilinci kaybolur; yani hem dünyayı, hem rüyalarını siyah-beyaz görür, renkleri hayal edemez). Buna benzer onlarca ayrı fonksiyon bilinir. Bunlar bir anlamda "mikrobilinçler"dir. Gündelik hayatta Bilinç denilen şey aslında bütün bu mikrobilinçlerin bir araya gelmesi ile ortaya çıkmış, bir çeşit "yamalı bohçadır"; bir bütünlüğü yoktur; parça - parça giderilebilir. Aynı zamanda, zaman içinde de sürekliliği yoktur (uyku - uyanma, dikkat düzeyi gibi); fakat kastettiğim o değil.

Televizyonda da görüntü ve ses üreten bileşenler vardır ve bunlara müdahale edince ilgili özelliği devre dışı kalır. Bunun böyle olması televizyonun görüntü ve sesi oluşturan kaynak olduğunu göstermez. En fazla söylenebilecek şey bu süreçte bir görevi olduğudur. Beynin bilinci oluşturduğu ispat edilemeyen bir kabuldür.
Deneyimlerle ilgili bölgelerin korelasyona sahip olması bu yerlerin bilinci ürettiğini göstermez. Bilinçliymiş gibi hareketler yapan bir robotu gördüğünde onun bilinçli olduğuna emin olabilir misin? Olamazsın, sadece onun bilinçli gibi davrandığını söyleyebilirsin. Bilinçli bir insanla korele davranışları olduğunu söyleyebilirsin en fazla.

Alıntı

Bilinç tabii ki kendisi bir madde değildir; bir fonksiyondur; ama bilinci üreten beyin maddedir.

Bir fonksiyonun bilinçli olması nedir? Bana bilinçli bir fonksiyon gösterebilir misin? Bir fonksiyonun bilinçli olabileceğinin kanıtı var mıdır yoksa bir varsayım mıdır?
Nefes almak akciğerler, kalp kısaca dolaşım sisteminin bir fonksiyonuysa bilinçli olması gerekli midir, ben solunum yapıyorum diyebilir mi? Gerekli değilse o zaman hangi koşullar oluşursa ortaya çıktığını biliyor olman gerekir ki bilinçli fonksiyondan söz etmen tutarlı olsun.

Alıntı

Madde yığını denilen o şey son derecede kompleks bir nöron ağıdır. Bunun içinde sürekli olarak ileri derecede yoğun bir aksiyon potansiyeli trafiği vardır (bir milimetreküp beyin korteksi içinde milyonlarca nöron ve her bir nöronun onbinlerce sinapsı var. Herbir sinaps bir transistör gibi düşünülebilir. Sadece bir milimetre küpü içinde birkaç milyar transistör barındıran 1.6 kilogramlık bir bilgi işlem makinesi düşünün). Bu devasa ve karmaşık elektriksel trafik o anda zihnin içeriği her ne ise ona paralel yürür. Yani zihnin içeriğini o aksiyon potansiyeli trafiği "paterni", o sırada yürütülmekte olan işlemler oluşturur. Dışardan baktığınızda gördüğümüz an be an değişen bu patern bizzat o andaki zihnin kendisidir; orada ekstra - gizli saklı başka bir element bulunamaz.

Bu paterne "içerden" bakabilseydik (yani patern kendi kendine bakabilseydi) o zaman bu "zor soruyu", yani "nasıl oluyor da maddi bir yapıdan kişisel deneyimler oluyor"u anlamak o kadar da zor gelmezdi diye düşünüyorum. Fakat, söylediğim gibi bu paternin kendi kendini görebilmesini sağlayacak bir beyin mekanizmamız yok (burada aslında daha da temel bir sorun daha var: beyindeki bu patern kendi kendine bakabilecek durumda olsaydı bile, baktığı anda zihin içeriği yani o patern değişmiş olacaktı, değişmiş paterni anlamaya çalışırken patern yine değişmiş olacaktı... ve yine anlaşılamayacaktı). Bir başka temel sorun da şu: beyinin toplam bilgi işleme kapasitesi kendi kendini anlamaya yeter mi? Ya da daha genel bir soru: herhangi bir bilgi işleme makinasının kapasitesi kendi işleyiş yapısını tam olarak çözümleyebilmeye yeter mi? Cevap hayır ise (ki bana öyle geliyor) o zaman beynin bilinci anlaması (yani bir anlamda bilincin kendi kendini anlaması) yine imkansız gibi duruyor.

Bence, o zihin- madde ikilemi ile ilişkili o zor soruyu zor yapan temel problemler bunlar (bu benim kendi görüşüm).

Terliksi hayvan tek hücreli bir canlıdır. İyi bir yüzücüdür, yiyecek bulur, çiftleşir (bir çok insandan daha aktif seks hayatı da olabilir), avcılardan kaçar, engellerden kurtulmayı öğrenir.Kılcal bir tübe konulduğunda kurtulur, birden fazla kere tekrarlandığında daha hızlı bir şekilde kurtulur. Bir beyni, sinir sistemi, nöronları, sinapsları olmayan tek hücreli canlı zekaya sahip izlenimi vermektedir

Bu örnekten bakınca beynin bilinci ürettiğini söylemek ne kadar geçerlidir?

Alıntı

Bilinç, yukarda söylediğim gibi madde değildir; maddi bir yapının fonksiyonudur. Herhangi bir fonksiyonun maddesel olup olmadığından söz edilemez. Örneğin kalbin fonksiyonu kasılıp kanı pompalamaktır. "Pompalama" nasıl masanın üzerine konup elle tutulacak bir şey olmadığı gibi, "madde dışı, gizemli" bir şey de değilse, bilinç de öyledir. Daha spesifik olarak, yine yukarda değindiğim gibi, bilinç beyindeki elektriksel akım trafiği paternidir. Bunun hacmi, ağırlığı vs. olmaz. 

Fonksiyon dediğin şey bir soyutlamadır. Bilincin yaptığı bir soyutlamadır. Belli bir davranış şekline verdiğin addır. Bu nedenle madde de bir soyutlamadır. Dağ, taş, çiçek, insan, hayvan, canlı, cansız bunlar hep soyutlamadır.
Buradaki soru bu davranış şekillerinin neyin davranışı olduğudur, kişisel bilincimiz neyi soyutluyor sürekli!
Bu da bizi her şeyin temeli olan bir şeye götürür. O temel şeye de bilinç deriz.
Neden?
Çünkü, ben senin fiziksel bir davranışının bir bilinç durumuna karşılık geldiğini bilirim, yani sen kırmızı bir rengi gördüğünde beyninin maddesel olarak nasıl bir davranış sergilediğini ölçebilirim. Benim maddesel olarak ölçtüğüm şey senin sübjektif deneyiminin (bilincinin) karşılığıdır.
Senin bilincinin bendeki görüntüsü maddedir, ben senin kırmızı rengi nasıl kırmızı tecrübe ettiğini bilemem. Ben sadece senin sübjektif bir deneyiminin soyutlamasına erişebilirim yani maddesel karşılığına. Senin 1. eldeki deneyiminin bendeki yani sen olmayan 2. eldeki karşılığı maddedir. O nedenle madde bir soyutlamadır, üründür.
O nedenle kişisel deneyimlere erişim yoktur, bilinemez. Sadece korelasyonları ölçülebilir.
Bu da bizi her şeyin içinde var olduğu bir bilince götürür. Evren, bu kozmik bilincin kişisel deneyimlerinin 2. el olan bizlerdeki görüntüsüdür. Bu da idealizmdir. Her şey kozmik bilincin içindedir her şey o nedenle bilinçtir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
20 saat önce, vitamin yazdı:

Öncelikle kendisi ve kendisi olmayanın ayrımını nasıl yapıyor? Tahta tahta olduğunu biliyor mu?
Resimleri nasıl kendisinin avantajına olması gerektiği şekilde yorumluyor ve taklit emesi gerektiği kararını nasıl veriyor?

Deneme yanılma.

Nasıl olsa oyun hamuru bol (canlılık malzemesi)

 

Şimdi 5 yaşındaki bir insan yavrusu kendi avantajına olması gerektiği yorumlamayı iyi biliyor mu? Çok az biliyor,

2 yaşındaki hiç bilmiyor.

 

Yalnız canlılık hiç bir şeyi yoruma bırakmamış.

Mesela nefes almama seçeneği vermemiş sana, ya da kalbini durdurma seçeneğin de yok.

 

1 saniye de olsa hayatta kalıyorsun.

 

Bundan da şu anlaşılıyor.

Canlılığın umurunda değil senin yaşam süren, 1 saniye bile hjayatta kalsan malzemen başka bir canlı tarafından kullanılıyor.

Canlı cansız ayrımını kaldıralım.

 

Oluşturduğun bütünlük bir sxaniye bile var olsa, yansa da, patlasa da canlı ya da cansız bir karışımın içine geri çekiliyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
26 dakika önce, Güçlü Ateist yazdı:

Deneme yanılma.

Nasıl olsa oyun hamuru bol (canlılık malzemesi)

Deneme yanılma demek bir geri bildirimin var olması ve bu geri bildirimi yorumlayıcı bir mekanizmanın var olması demektir. Ayrıca yorum sonuçlarının kaydedildiği bir bellek.
Kaydetmeyi DNA gibi bir yapıyla yapsan onu oradan load edip tekrar yorumlayacak bir mekanizma gereklidir. Her şekilde yorumlama olması gerekir. O da proto-bilinç olmalıdır.
Yoksa sırf maddenin bir durumu başka bir duruma tercih etme, hayatta kalma gibi bir amacı olamaz. Tercih, amaç böyle şeyler non-materyal şeylerdir. Demek ki non-materyal şeyler evrimi gütmektedir...

Link to post
Sitelerde Paylaş
3 hours ago, vitamin said:

Televizyonda da görüntü ve ses üreten bileşenler vardır ve bunlara müdahale edince ilgili özelliği devre dışı kalır. Bunun böyle olması televizyonun görüntü ve sesi oluşturan kaynak olduğunu göstermez. En fazla söylenebilecek şey bu süreçte bir görevi olduğudur. Beynin bilinci oluşturduğu ispat edilemeyen bir kabuldür.
Deneyimlerle ilgili bölgelerin korelasyona sahip olması bu yerlerin bilinci ürettiğini göstermez. Bilinçliymiş gibi hareketler yapan bir robotu gördüğünde onun bilinçli olduğuna emin olabilir misin? Olamazsın, sadece onun bilinçli gibi davrandığını söyleyebilirsin. Bilinçli bir insanla korele davranışları olduğunu söyleyebilirsin en fazla.

Korelasyonların tek başına bir açıklama olmayabileceği doğrudur. Ancak, beyin - bilinç ilişkisinde sadece korelasyon değil, neden - sonuç ilişkisi de söz konusu. Şöyle bir hipotez düşün: Beyindeki X bölgesi renkli görme bilincini üreten bölgedir. Bu önerme nasıl test edilir? 1. Sadece o bölgeyi ortadan kaldırdırıp beyinin kalan kısımlarını koruduğunuzda sadece renkli görme bozulur, başka birşey olmaz. 2. Aynı bölgeyi tekrar işler hale getirdiğinizde renkli görme tekrar geri gelir. 3. Beyindeki başka bir bölgeyi yok ettiğinizde başka bozukluklar olur, fakat renkli görme kaybolmaz. 5. Beyindeki başka bir bölgeyi uyardığınızda başka şeyler olur, fakat renkli görme etkilenmez. Bunlar yeterli değil midir? Yeterli değil ise neden-sonuç ilişkisi başka nasıl ispatlanır?

Televizyon benzetmesi olayı tam karşılamıyor. O benzetmede televizyona bir DVD player ekleyin. Aynı zamanda başka data giriş kaynakları da olsun (mesela anten girişi, başka bir kaynaktan optik giriş, başka bir kanaldan oyun makinesi girişi vs.). DVD playera bir film koyup izliyoruz. Ben diyorum ki ekranda izlediğim filmin görüntü ve sesini oluşturan bilginin kaynağı DVD üzerine kayıtlı izlerdir; maddi olmayan herhangi bir şey yoktur burada. Önermem bu. Bunu nasıl test ederim. Diğer her şey aynı iken DVDyi dışarı çıkarıp okunmaz hale gelecek şekilde çizer yine yerine takar bakarım. Görüntü - ses alamam. Çizik DVD'yi dışarı çıkarır içine aynı DVDnin çizilmemiş sağlam bir kopyasını koyarım. Görüntü- ses geri gelir. Anteni çıkarıp bakarım. Filme ait görüntü- ses kaybolmaz, fakat antenden gelen TV yayınına bakacak olursak onun kesilmiş olduğunu görürüz. Diğer girişleri de tek tek iptal eder bakarım. Yine filme ait görüntü- ses kaybolmaz; fakat, örneğin oynayacağımız oyunun görüntü ve sesi kaybolur. Böylece anlarız ki ekranda gördüğümüz filmin ses ve görüntü olarak içeriğinin kaynağı DVDdir. 

Robot örneğinde aslında aynı şeyi söylüyoruz. Tamamen bilinçli "gibi" davranan (insan gibi) bir robota "bilinçli misin sen kardeş" diye sorarsan bilinçliyim tabii ki diyecektir (hayır bilinçli değilim ama bilinçliymiş gibi davranıyorum derse zaten durumunun farkında olacak yani bir "benlik bilinci" söz konusu olacaktır). Nasıl "normal" bir insanın da bilinçli olup olmadığını içine bakıp göremiyor, söylediği ile yetiniyorsak, robot için de aynı şekilde düşünmememiz için bir neden yok. Yani aslında "bilinç" dediğimiz şey bir çeşit illüzyondur. "ördek gibi yürüyor, vak vak diyorsa ördektir". Bilinci tanımlamadan bunun ötesinde bir yorum yapmak mümkün değildir. Daha önce de söylediğim gibi, bilincin bir tanımı yoktur. Bir düşünün: kendinizin bilinçli olduğunuzu bana nasıl ispatlarsınız? Çok gelişmiş bir robot olmadığınızı bana ispatlayamazsınız. Ve hakikaten de öylesiniz. Çok gelişmiş bir robotsunuz (hepimiz öyleyiz). 

4 hours ago, vitamin said:

Bir fonksiyonun bilinçli olması nedir? Bana bilinçli bir fonksiyon gösterebilir misin? Bir fonksiyonun bilinçli olabileceğinin kanıtı var mıdır yoksa bir varsayım mıdır?
Nefes almak akciğerler, kalp kısaca dolaşım sisteminin bir fonksiyonuysa bilinçli olması gerekli midir, ben solunum yapıyorum diyebilir mi? Gerekli değilse o zaman hangi koşullar oluşursa ortaya çıktığını biliyor olman gerekir ki bilinçli fonksiyondan söz etmen tutarlı olsun.

Bir fonksiyonun bilinçli olmasından değil; bilincin (kendisinin) bir fonksiyon olmasından bahsediyoruz.

4 hours ago, vitamin said:

Terliksi hayvan tek hücreli bir canlıdır. İyi bir yüzücüdür, yiyecek bulur, çiftleşir (bir çok insandan daha aktif seks hayatı da olabilir), avcılardan kaçar, engellerden kurtulmayı öğrenir.Kılcal bir tübe konulduğunda kurtulur, birden fazla kere tekrarlandığında daha hızlı bir şekilde kurtulur. Bir beyni, sinir sistemi, nöronları, sinapsları olmayan tek hücreli canlı zekaya sahip izlenimi vermektedir

Bu örnekten bakınca beynin bilinci ürettiğini söylemek ne kadar geçerlidir?

Terliksi hayvan moleküler düzeyde bazı adaptif mekanizmalara sahiptir. Buna zeka demek biraz zor. Ama desek de birşey farketmez. Zeka ile fenomenal bilinç aynı şey değildir.

Beyin ile bilinç elemanları arasındaki ilişkiye yukarda değindim. Bilinç denilen şeyin beynin işlevi olduğu konusunda, nörobiyolojik açıdan, hiçbir tereddüt yoktur (daha yüzlerce kanıt sayılabilir). Birkaç örnek daha vereyim: tıbta beyni olmayanın bilinci de olmaz, anensefalik bebekler, bitkisel hayat, beyin ölümü vs. Beyni etkilediği bilinen bazı ilaçlar bilinci de etkiler (örnek: uyuşturucu, keyif verici maddeler, anestezide kullanılan ilaçlar, uyku ilaçları). Beyin - bilinç ilişkisi reddedilecek olursa tıbbın dükkanı kapatması gerekir. 

Bilinci tartışanlar arasında (ciddi bilimciler ve filozoflar arasında diyelim) tartışma konusu beynin bu işte bir rolü olup olmadığından çok, beyne ek olarak ekstra bir "şeyin" daha var olup olmadığıdır. 

5 hours ago, vitamin said:

Fonksiyon dediğin şey bir soyutlamadır. Bilincin yaptığı bir soyutlamadır. Belli bir davranış şekline verdiğin addır. Bu nedenle madde de bir soyutlamadır. Dağ, taş, çiçek, insan, hayvan, canlı, cansız bunlar hep soyutlamadır.
Buradaki soru bu davranış şekillerinin neyin davranışı olduğudur, kişisel bilincimiz neyi soyutluyor sürekli!
Bu da bizi her şeyin temeli olan bir şeye götürür. O temel şeye de bilinç deriz.
Neden?
Çünkü, ben senin fiziksel bir davranışının bir bilinç durumuna karşılık geldiğini bilirim, yani sen kırmızı bir rengi gördüğünde beyninin maddesel olarak nasıl bir davranış sergilediğini ölçebilirim. Benim maddesel olarak ölçtüğüm şey senin sübjektif deneyiminin (bilincinin) karşılığıdır.
Senin bilincinin bendeki görüntüsü maddedir, ben senin kırmızı rengi nasıl kırmızı tecrübe ettiğini bilemem. Ben sadece senin sübjektif bir deneyiminin soyutlamasına erişebilirim yani maddesel karşılığına. Senin 1. eldeki deneyiminin bendeki yani sen olmayan 2. eldeki karşılığı maddedir. O nedenle madde bir soyutlamadır, üründür.
O nedenle kişisel deneyimlere erişim yoktur, bilinemez. Sadece korelasyonları ölçülebilir.
Bu da bizi her şeyin içinde var olduğu bir bilince götürür. Evren, bu kozmik bilincin kişisel deneyimlerinin 2. el olan bizlerdeki görüntüsüdür. Bu da idealizmdir. Her şey kozmik bilincin içindedir her şey o nedenle bilinçtir.

Bu "soyutlama" kısmındaki mantık akışını pek takip edemedim. Buradaki argüman klasik idealizm ise o ayrı bir konu. Ama şunu sormadan da geçmeyeyim: İdealistlere göre, caddede karşıdan karşıya geçerken bizi ezmek üzere üzerimize doğru gelen bir kamyon aslında maddesel olarak var olmayan soyut bir şey, "bir idea", "kozmik bilincin" bir uzantısı mıdır? Aslında bizi ezmez mi? Ezilmek de mi soyut birşeydir. Eğer aslında maddi olarak ezilmek diye birşey yoksa neden kaçarız?  

"Kozmik bilinç" bana göre bir safsatadır. "kozmik karın ağrısı" lafı ne kadar anlamsız ise o kadar saçmadır. Bırakın kozmik bilinci, kendi başına bütünlüğü olan "normal" bir bilinç bile yoktur; hepsi birleştiğinde bu "bilinç" denilen fenomeni oluşturan birtakım izole beyin fonksiyonları vardır. Bunlarla ilişkili kişisel (sübjektif) deneyimler (fenomenal bilinç) ise aslında bir çeşit illüzyondur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...