Jump to content

İSLAMIN ALTIN ÇAĞI - AYDIN TONGA'NIN ODATV 'DE YAYINLANAN İLGİNÇ BİR YAZISI...


Recommended Posts

                                     "İslam'ın altın çağı" dedikleri dönemde neler oldu neler

                                                          Mesele üç beş KHK değil...

 

 

 

09.02.2017

Başta üniversite hocaları olmak üzere öğretmenleri  ve diğer emekçileri işinden, aşından eden; bir imzayla onlarca yıllık emeği sorgusuz sualsiz bir gecede diri diri mezara gömen ve adına nasıl oluyorsa kanun denen, “son fermanı” Prof. Dr. Korkut Boratav, şöyle yorumladı: "1948’de babamı, 1980’de beni, bugün de asistanımı üniversiteden attılar. Her dönem biraz daha gaddarlaşıyorlar. Şu anda yapılan 12 Eylül’den de diğerlerinden de daha kötüdür.”

 

İktidarlar, eleştirel düşünceye, bilime ve muhalif olan yaklaşımlara karşı hep mesafeli durmuşlar, bir biçimde onları itibarsızlaştırmak için adeta fırsat kollamışlardır. Hele ki iktidar, bağnaz bir söylemi kabullenmişse bilim bu kez açıktan açığa gözden düşürülmüş ve başta felsefeciler olmak üzere bilim insanları adeta aforoz edilmiş, dahası şanslı olanlar ömürlerini sürgünde ya da yoklukta geçirirken çoğu düşünür de bu sonu idam sehpasında karşılaşmışlardır. Bu anlamda tıpkı diğer dinlere mensup kimselerin yaşadığı acı olaylar gibi Müslüman bilim insanlarının yaşadıkları da ibretliktir. Çünkü, bu kimseler Müslüman olmalarına rağmen sırf düşünceleri nedeniyle yine İslamcı iktidarlar tarafından cezalandırılmıştır. Sözünü ettiğimiz bilim insanlarının yaşadıklarına ve İslam dünyasındaki bilim karşıtlığına birazdan değineceğiz ama ona geçmeden önce bu süreçte ihraç edilenlerden bir ismin altını kalın harflerle çizmek istiyoruz. Bu kişinin adı Hüsnü Gençtürk. İhraç edilmeden önce Mamak belediyesinde memur çalışıyordu. 20 yıldan fazla bir süredir kamu hizmetinde bulunan Gençtürk’ün iki sakat çocuğu var. Yatağa bağlı yaşamak zorunda kalan Uğur 21 yaşında ve mamayla besleniyor. Epilepsi hastası. Yine Sibel’de epilepsi hastası ve ancak anne babasının yardımları ile yemek yiyebiliyor ve günlük ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Sibel’de henüz 17 yaşında. Diyeceğimiz evet bir olağan üstü hal var; bu hali sakat çocuklarının nafakasını bile kaybedenlerden, sadece sosyal medya paylaşımlarından dolayı işinden olanlardan ve onlarca yıllık mesleklerini bir gecede yitirenlerden biliyoruz.

 

FELSEFEYE OLAN DÜŞMANCA TUTUMU İLE BİLİNEN GAZALİ

 

Gelelim yukarıda ifade ettiğimiz o tarihe. Felsefe düşmanlığı ile başlayalım. 14.yüzyıl Arap Tefsir ve fıkıh bilginlerinden İbn Kayyim El-Cevziyye, felsefe ile ilgili bakın neler söylüyor: “Filozoflar ismi, bir insanın kullanımında peygamberlerin dininden çıkan ve kendince aklının gerektirdiği yoldan başkasına gitmeyen kimseler için kullanılan özel bir ismin hali olmuştur. Müteahhirin âlimlerinin (sonradan gelenler) örfünde ise Aristo’nun izinden gidenler özellikle de Meşşai ekolü için kullanılan bir isimdir. Bunlar İbn-i Sina tarafından yazılan eş-Şifa adlı kitabında ve Onun diğer eserlerinde bahsedilen yolun takipçileridir” (İbn-ül Kayyim el–Cevziyye 1358: 257) Görüldüğü üzere “filozof” bağnazlar için dinsiz manasına gelen bir isim halidir; düşmanlık o kadar diri ve büyüktür. Yine şu sözlerde Saçaklızade lakabı ile tanınan 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı medrese âlimlerinden Muhammed bin Ebi Bekir el-Mer’aşi “Tertibu’l-Ulum’a aittir:  “Onlar (filozoflar) şöyle demektedirler: “Allah Teâlâ sadece ilk aklı yaratmıştır. –Bu sözlerinden dolayı onlara lanet olsun- Onlar söz konusu akıllar nazariyesi ile puta tapanlardan daha ileri düzeyde müşriktirler. Zira puta tapanlar putların yaratıcı ve var edici olduğuna inanmıyorlardı; sadece onların Allah katında şefaatçi olacaklarına inanarak tapıyorlardı”  Öte yandan Katip Çelebi’de felsefeye olan düşmanlığın sonuçlarını şöyle değerlendirir: “Anadolu fethedildikten sonra ilim pazarı çok verimli ve kârlı bir şekilde çalışıyordu. O çağlarda bir âlimin değeri şer’î ve felsefi ilimlerdeki bilgilerine göre idi. O zaman el-Cami beyne’l hikme ve’ş-şeria adı verilen felsefe ile dini bilgileri nefsinde toplayan ve birleştiren âlimler vardı. Çöküş dönemine girilince, ilim meltemi ve rüzgârı esmez oldu. Bazı müftülerin felsefe okunmasını yasaklamaları ve halkı Hidaye ve Ekmel okumaya yöneltmeleri ilmin gerilemesine yol açtı. Netice olarak ilim, şekle ait pek az kısmı müstesna tamamen yok olup gitti. Anadolu’da ilmin yok olup gitmesine bu gibi müftüler sebep olmuşlardı. İbn-i Haldun’un da işaret ettiği gibi, bir devletin çöküşünün alametlerinden biri de bu durumdur”

 

Felsefeye olan düşmanca tutumu ile bilinen Gazali’de bu noktada şu sözleri söylemekten çekinmez: “Benim onlara (filozoflara) karşı çıkmam, bir şeyi savunmak veya ispat etmek için olmayıp inkâr etmek ve onları dava etmek içindir. Çeşitli suçlamalarla onların inançlarını kesinkes çürütmektir. Bazan Mu’tezîle mezhebine göre onları suçlarım, bazan Kerramiye Mezhebine göre, bazan Vâkıfiye(duranlar) mezhebine göre, bütün mezhepleri birden onlara karşı kullanırım. Diğer mezhepler ayrıntıda bize aykırı olsalar da, dinin esaslarına dokunmamaktadırlar. Onlara karşı gösterişte bulunabilirim. Zira musibetler karşısında kinler kalkar, gider.”   Geçelim fikirlerinden ve duruşlarından dolayı cezaya uğrayan, sürgün edilen, öldürülen Müslüman bilim insanlarına.

 

MAİDE SURESİ 33. AYET GEREKÇE GÖSTERİLEREK KATLEDİLMİŞTİR

 

 

Başta mantık, psikoloji ve siyaset olmak üzere pek çok alanda yaptığı çalışmalarla yaşadığı döneme damgasını vuran 10.yüzyıl bilim insanlarından Farabi, tıpkı “Ihvan es-Safa” adlı felsefe topluluğu gibi Şii olduğu gerekçesiyle yer yer kovuşturmalara uğrar. Matematik, astronomi gibi alanlarda yürüttüğü çalışmalarla bilinen 9.yüzyılın önemli Müslüman bilim insanlarından Kindi’de soruşturmalara uğrayan isimlerden biridir. Soruşturma gerekçesi ise ne hırsızlık, yolsuzluk ne de cinayet ya da adli bir suçtur. Kindi, aklı merkeze alan ve “eleştirel düşünce” yönüyle öne çıkan “mutezile” mezhebine yakın durduğu için halife Mütevekkil tarafından baskı altında tutulmuştur.  Buna karşılık kimi isimlere yönelik baskılar soruşturma ya da kovuşturmanın ötesine geçmiştir. Örneğin Hallacı Mansur ve Suhreverdi gibi düşün adamları, fikirlerinin karşılığını canlarıyla ödemişlerdir. Dahası bu bedeli öderken karşılarına dini hükümler çıkarılmıştır. Şöyle ki Hallac-ı Mansur, Abbasiler döneminde Halife Muktedir ve din uleması tarafından, Maide Suresi 33. ayet gerekçe gösterilerek katledilmiştir.

 

GAZNELİ TARAFINDAN ÖLDÜRÜLDÜ

 

Bugün Müslümanlar tarafından büyük bir övgüyle sahiplenilen ve daha çok tıp alanında yaptığı çalışmalarla tanınan İbn-i Sina da yaşadığı dönemde büyük sıkıntılar yaşamıştır. Üstelik O’na bu sıkıntıları çektiren isimlerden biri de Müslüman lider Gazneli Mahmut’tur. Öyle ki İbn’i Sina adı geçen ismin gazabından kurtulmak için arkadaşı Ebu Sehl el-Mesihi ile birlikte yaşadığı ülkeyi bile terk etmiş; bu kaçış esnasında matematik ve tıp alanındaki çalışmaları ile bilinen Ebu Sehl el-Mesihi susuzluktan ve açlıktan Harizm çölünde hayatını kaybetmiştir. Gazneli Mahmut’un tarihe bıraktığı tek kara leke bu da değildir. Örneğin Astromi alanında uzman olan Biruni’nin hocası Abdüssamed’te dinsiz olduğu ve Karmatiliği kabul ettiği gerekçesiyle Gazneli tarafından öldürülmüştür. Kimi kaynaklar Biruni’nin de benzer gerekçelerle Gazneli tarafından hapse attırıldığını yazar. Nihai olarak Matematikçi Harezmi ile İbnu Heysem (11.yy) ve psikoloji, biyoloji, tarih çalışmalarıyla adını duyuran Cahız da (9.yy) dönemin din adamları ve kadıları tarafından kafir ilan edilmiştir. 

 

Bugün “İslam’ın Altın Çağı” olarak övgüyle sahiplenilen o dönemde işte bunlar yaşanmıştır. Bilim insanlarının başından baskı ve zulüm eksik olmamıştır. Üstelik bu baskıları “Müslümanlar” din adamları ve halifeler yapmıştır. Fakat şu var ki, bugün, övgüyle, saygıyla, hürmetle anılanlar ve dahi tarihe adını “İslam’ın Altın Çağı”nın düşünürleri olarak yazdıranlar da, yine yukarıda isimlerini andığımız kimseler olmuştur. Dahası, İslam dünyası, tarihinde bilim adına örnek bir dönemi gösterecekse bu yıllara sarılmaktadır. Diyeceğimiz o ki, dünya Gazneli Mahmut gibi despotların değil, İbn-i Sina, Biruni gibi bilim insanlarının çevresinde dönmektedir. Tıpkı dün olduğu gibi yarın da böyle olacaktır.

 

Aydın Tonga

Link to post
Sitelerde Paylaş

Güzel bir yazı. Öteden beri söyleriz, İslam coğrafyasında bilim İslama rağmen, onunla mücadele ederek bir parça var olmayı başarabilmiştir. Bunun başını da Mısır işgalinde İskenderiye kütüphanesinden getirilmiş olan ve Bağdat kütüphanesinde boşa bekleyen Yunan kitaplarını Arapça'ya tercüme emrini halife Me'mun çekmiştir. İslam coğrafyasında bilimin bir parça yeşerebilmesini ona borçluyuz. Bunu yaptığı için kendisini kafir ilan eden İmam Hanbel'i hapse attırdı ve onun müritleri halifeyi zehirleyerek suikastle öldürdü.

Fakat aynı Atatürk gibi... Genç yaşta öldürülmesine rağmen devrimlerini tamamlamayı başarmıştı. Tüm Yunan kitapları çevrilmiş, İbn Sina'lar, Farabi'ler boy atmaya başlamıştı. Gazali yobazı zehirli üfürüğüyle bu yeşillikleri soldurdu.

Atatürk'ü de doktorlar böbreklerine iyi gelir diye civa ile zehirlemişlerdir. Karaciğeri civa zehirlenmesi nedeniyle iflas etmiştir. Yoksa Atatürk öyle alkolik değildi, adam gibi içmeyi çok iyi bilirdi, kimse onu sarhoş görmemiştir. Adam gibi bir adamdı, şu adamda bir eksik yok muydu diye araştırıyorum, bulamıyorum. Ismarlasan böyle bir adam yaratamazsın yani! Bir bulabildiğim kusuru, Said denen adamı affetmeseydi daha iyi olurdu. Bugünkü belalar önlenmiş olurdu. Fazla yumuşaktı, daha radikal olmalıydı. Gerçi radikal devrimciler ondan daha başarısız oldu, o ayrı... Said olmasa başkası çıkardı. Bataklık kurumadıkça sivrisinekler sürekli çıkar.

Atatürk devrimleri dünyanın boy hedefidir, bunu böylece bilin. Yıkılmadık, devrilmedik başka devrimci kalmadı, hepsini devirdiler. Bir tek Atatürk devrimleri hâlâ ayakta. Temelleri oyulsa da henüz yıkılmadı.

Atatük'ü güncel kılan, "bilimle benim söylediğim çelişirse bilimi esas alın" demesidir. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir demesidir. Atatürk bu sözlerle ölümsüzleşmiştir. Çok büyük, bize çok numara büyük gelen bir liderdi. Böyle bir lider nasıl bizden çıktı, hayret. Salih Bozok'un dediği gibi, bulutları, Ağrı dağını kıskanabilir misiniz ben niye o kadar yüksek değilim diye... Atatürk böyle bir kişilik...

Link to post
Sitelerde Paylaş

İşin enteresan yanı, halife Me'mun tam olarak Arap değildir. Babası ünlü halife Harun Reşid'dir ama annesi Zerdüşt bir cariyedir.

Zaten o yüzden Şii halkın desteğini kazanıp bir ordu toplamış ve Arap anneden olma abisi Muhammed'i savaşta yenerek halife koltuğuna oturmayı başarmıştır. Babası Harun Reşid de Muhammed'in halife olmasını istiyordu. Me'mun'un başarısı sürpriz oldu.

Me'mun halife olur olmaz Bağdat kütüphanesinde bulunan Yuna kitaplarını tercüme etmek için bir komisyon kurdu ve hemen tercüme çalışmaları başlatıldı. Bunu duyan İmam Hanbel soluğu sarayda aldı. Bu gavur kitaplarını bundan üstün mü tutuyorsun diye Kuran'ı halifenin burnuna uzatınca olan oldu. Kimi rivayetlere göre Me'mun Kuran'ı elinden alıp yere attı ve ayağıyla çiğnedi. "Evet Müslümanları bu ilkel kitaptan kurtaracağım" dedi. Kimine göre ise bu rivayet Me'mun'u katletmek için Hanbelcilerin uydurması.

Fakat İmam Hanbel'e onun hoşuna gitmeyecek bir yanıt verdiği kesin. Hanbel saraydan hışımla çıktı ve herkese Me'mun kafir oldu demeye başladı. Me'mun onu zindana attırdı ve Me'mun öldükten sonra bile zindandan çıkamadı.  

Me'mun devrimlerini başarmış, tüm Yunan kitaplarını tercüme ettirmiş olmanın rahatlığıyla Fırat kenarında saçları kırlaşmış, olgun yaşında dinleniyordu. Bir eşek yüküyle hurma oradan geçti. Canı hurma çekti ve hurma getirmelerini istedi. Zehirli hurmayı yedikten hemen sonra öldü. Ama devrimlerini başarmış olarak öldü. Tercüme ettirdiği Yunan kitaplarını okuyan Farabi, bilim aydınlanmasının kandilini yaktı. İbn Sina, "Avicenna" lakabıyla dünyanın en büyük tıp doktorları arasına adını yazdırdı. Otopsi yaptığı gerekçesiyle kışkırtılan halk tarafından linç edilmekten son anda canını kurtararak kaçtı. Kan dolaşımını otopsi yüzünden gördüğü baskılara rağmen keşfedip tıp tarihine adını altın harflerle yazdırdı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

"İbn Sina kafiri ölülere zulmediyormuş" diye halk ayaklandırıldı. Kalabalık İbn Sina'nın yaşadığı ve otopsi çalışmalarını yaptığı yeri bastı. İbn Sina son anda kaçarak canını kurtarmayı başardı ve ülkesini terketti. Eğer adı "hükümdarları hastalıklarından iyileştiren hekim" e çıkmış olmasa canını kurtaramazdı. İyileştirdiği hükümdarlar namını yaymıştı. Bu sayede korundu. Yine de sonunda öldürüldüğüne dair rivayetler bulunmaktadır. Ölümünün ileri gelen İslam imamları arasında sevinçle karşılandığı bilinir.

Avicenna yani, dünyanın en büyük üç üstad tıp doktoru arasında adı geçen büyük hekim... Hayatı yobazlardan canını kurtarmak için kaçarak geçti... Galen solda, İbn Sina ortada ve Hipokrat sağda. Dünyanın belli başlı tüm tıp merkezlerinde bu kabartma yer alır.

islam_muze3.jpg

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...