Jump to content

Recommended Posts

Okuma yazma bilmeyen insanlar var. Atatürk'ü bilmeyen insan da var. Da durum çok üzücüdür. Bu yüzden Wikipedia'yı bölüp bölüp çeşitli başlıklara dağıttım.

yok "Annem okuma yazma bilmiyor", "Babam peygamberi tanımıyor", "Kardeşim Osmanlıyı Güney Amerika'da devlet zannediyor" gibi tipler için tek tek ekledim. Buyrun okuyun:

 

Milli Mücadele (1919-1923)

Ayrıca bakınız: Türk Kurtuluş Savaşı

Örgütlenme

220px-Mustafa_Kemal_Atat%C3%BCrk_met_ond
 
9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 17 Nisan 1919

Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'da milisler (Kuvayı Milliye) şeklinde örgütlenen direniş hareketleri başlamıştı. Kendisi son görev yeri Adana'dan ayrılmadan Ulukışla'ya gelerek ilk örgütlenmeyi başlatmıştır.

Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışı

2 Şubat 1919 tarihinde Mersinli Cemal Paşa doğudaki Osmanlı ordularını mütareke koşullarına göre düzenlemek için müfettiş olarak Anadolu'ya gönderilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe ve Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, 1918 yılı Kasım ayında Osmanlı hükûmetine nota verdiler. Doğuda Türklerin silahlanıp Hristiyanları öldürdüğünü, buna karşı önlem alınmasını talep ettiler. Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin tarafından işgal kuvvetlerinin Yüksek Komiserlerinin verdiği notalar gereğince olağanüstü yetkilerle donatılarak Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet)'deki Hristiyan ahaliyi korumak ve işgal kuvvetlerine karşı yapılan ufak çaplı isyanları bastırmak için görevlendirildi. Atatürk, gazeteci Falih Rıfkı Atay'a Samsun'a hareket etmeden önce Vahdettin ile olan son görüşmesini anlatmıştır. Bu görüşmede Vahdettin, Samsun'a hareket etmeden önce kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal Paşa'ya "Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!" demiştir. Ancak Atatürk, Vahdettin'in samimiyetinden emin olamadığını, onun İtilaf Devletleri'nin siyasetine uygun hareket ederek bu siyasete karşı gelen Türklerin yatıştırılmasını istediğini anlatmıştır.[55] Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da Refet Bey (Bele), Kâzım Bey (Dirik), 'Ayıcı' Mehmet Arif Bey, Hüsrev Bey (Gerede)lerle beraber Samsun'a çıktı.[56]

Amasya Genelgesi

Mustafa Kemal ve arkadaşları Havza'daki çalışmalarını tamamladıktan sonra 12 Haziran 1919'da Amasya'ya geçti. 22 Haziran 1919'da Rauf Bey (Orbay), Kâzım Karabekir Paşa, Refet Bey (Bele) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte Amasya Genelgesi'ni yayınladı. Genelge hazırlandıktan sonra Erzurum'da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e gönderilerek onayı alındı. Daha sonra bütün mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla ulaştırıldı. Amasya Genelgesi İstanbul'da bulunan işgal güçlerinin tepkisi çekmiştir ve İngilizler Mustafa Kemal'i İstanbul'a geri getirmek için İstanbul Hükumeti üzerindeki baskılarını arttırmıştır. Bu sırada İçişleri bakanı olan Ali Kemal Bey bir genelge yayımlayarak Mustafa Kemal'in iyi bir asker olduğunu ancak İngiliz baskısı sonucu görevinden alındığını ifade etmiştir. Amasya Genelgesi'nde vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğu, İstanbul hükümetinin üzerine aldığı sorumluluğu yerine getiremediği, bu durumun milleti yok olmuş gibi gösterdiği anlatılmıştır. Genelgede "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan edilmiştir. Anadolu'nun her bakımdan güvenli bir yeri olan Sivas'ta bir kongre toplanacağı belirtilmiştir. Bu kongreye katılmak için her ilden 3 temsilcinin seçilerek gönderilmesi ve temsilcilerin seyahatlerini gizli tutmaları istenmiştir. Doğu illeri için de Erzurum'da bir kongrenin toplanacağı, daha sonra Erzurum Kongresi üyelerinin de Sivas'a katılmak üzere hareket edeceği belirtilmiştir.[57]

Erzurum Kongresi

Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum'da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (Erzurum Kongresi) katıldı.[58] Kongre üyelerinin ısrarıyla Osmanlı ordusundan istifa etti ve Kongre başkanlığına seçildi. Bu kongrede milli sınırlar içinde vatanın bölünmez bir bütün olduğu, vatanı korumayı ve bağımsızlığı sağlamayı İstanbul hükumeti sağlayamazsa, geçici bir hükumet kurulacağı, Hristiyan azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalık verilemeyeceği, manda ve himayenin kabul edilemeyeceği kararlaştırılmıştır.[59]

Sivas Kongresi

4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi'nde alınan kararları uygulamak amacıyla bir Temsil Heyeti oluşturuldu ve başkanlığına da Mustafa Kemal Paşa seçildi.[60] Kongrede, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalandığı gün işgale uğramamış vatan topraklarının bir bütün olduğu ve birbirinden ayrılamayacağı vurgulanmıştır. Kuvay-i Milliye'nin tek kuvvet olarak tanınması ve milli iradenin egemen kılınmasının esas olduğu belirtilmiştir. Milli iradeyi temsil etmek üzere Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin derhal toplanması ve hükumet kararlarının meclisin denetimine sunulması istenmiştir. Sivas Kongresi'nde bütün milli cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.[61]

TBMM'nin Açılışı

27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. Bu dönemde, Osmanlı topraklarının paylaşılması sürecinin son aşaması olup "Amerikan Mandası" olarak dile gelen dış politika sorunu da tartışılarak reddedilmiştir. Aralık 1919 tarihini taşıyan son ABD teklifinde[62] "geniş bir Ermenistan yanında bir Türk Devleti" kurulması] stratejik hedef olarak ortaya konmuştur. Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın Mart 1920'de işgal güçlerince basılması ve önde gelen vatanperver mebusların tutuklanması üzerine 23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasını sağladı. Erzurum mebusu sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi. TBMM bir kurucu meclis gibi çalışarak Milli Mücadele'yi yürütecek olan Anadolu hükümetinin altyapısını kurdu.

Hâkimiyetin sağlanması

220px-Mustafa_Kemal_Pasha_Time_magazine_
 
24 Mart 1923 tarihli Time dergisinin kapağı

Merkezi denetimden uzak bulunan Kuva-yi Milliye örgütleri dağıtılarak düzenli bir ordu oluşturuldu. Milli Mücadele'nin en kanlı çatışmaları, düzenli orduya katılmayı kabul etmeyen Kuva-yi Milliye gruplarına karşı verildi.

İnönü Savaşları

İngiltere başbakanı Lloyd George'a göre Yunanistan büyümeli ve İngiltere ile menfaatleri birleştirilmeliydi. Yunanistan boğazları Avrupa'ya açık tutmalı, Akdeniz'de İngiltere'nin çıkarlarına uygun davranmalıydı. Eğer böyle davranmazsa İngiliz donanması onu uslandırmak için yeterdi. Sevres Antlaşması'nın kuvvet kullanılmadan uygulanamayacağı anlaşılmıştı. İtilaf Devletleri ise kuvvet kullanacak halde değildi. İtilaf Devletleri, Yunanları yalnız Türk illerini alıp kendi vatanına katmak için değil, kendi davalarını da yürütmek için Anadolu'ya çıkardı. Ancak İtilaf Devletleri de Türkiye'ye karşı uygulanacak politikalarda artık beraber değildir. İtalya, Yunanların Anadolu'ya yerleşmesinden dolayı rahatsızdı. Fransa ise Suriye'deki toprak kazançlarını yeterli görmektedir. Artık Yunanlar kendi ordularıyla Anadolu'ya boyun eğdirmek zorundadır. Mustafa Kemal de Yunan ordusunu yenerse, Türkiye'yi kurtarmış olacaktır.[63] 6 Ocak 1921 günü Bursa’dan Eskişehir'e ve Uşak’tan Afyon'a doğru iki kol hâlinde ileri harekâta başlayan Yunan Ordusu, 9 Ocak'ta İnönü mevzilerine kadar ilerledi. Ancak Türk Ordusu'nun savunması karşısında ileri gidemeyeceklerini anlayarak, 11 Ocak 1921 sabahı İnönü mevzilerinden çekilmek zorunda kaldı. Birinci İnönü Muharebesi düzenli ordunun ilk zaferi olduğundan Kuva-yi Milliye'den düzenli orduya geçiş hızlanmış, halkın yeni kurulan orduya güveni artmıştır. Bu başarı bütün dünyanın dikkatini çekmiş; İtilaf Devletleri, 26 Ocak 1921'de Osmanlı Devleti’nin Londra’ya bir heyet göndermesini ve bu toplantıda Ankara Hükûmetinden de temsilci bulundurulmasını istemişlerdir.[64]

Birinci İnönü zaferinden sonra İtilaf Devletleri Sevr Antlaşması'nda Türklerin yararına bir değişiklik yapılmasını görüşmek için Londra’da bir konferans toplanmasına karar vermişlerdir. 21 Şubat–11 Mart 1921 tarihleri arasında yapılan konferansta, Türkler yararına bir sonuç çıkmamış, mücadele devam etmiştir. Yunanistan, Londra Konferansı bitmeden, Anadolu’da yeni bir saldırı yapmak üzere hazırlıklara başlamıştır. 23 Mart 1921 günü sabah erken saatlerde, 3. Yunan Kolordusunun Batı Cephesinden, 1. Yunan Kolordusunun da Güney Cephesinden ileri harekete geçmesiyle muharebeler başlamıştır. 23 Mart–1 Nisan 1921 arasında meydana gelen İkinci İnönü Muharebesi tekrar Türk Kuvvetlerinin zaferiyle sona ermiştir. Bu zaferden sonra Fransızlar Zonguldak'tan, İtalyanlar da Güney Anadolu'dan askerlerini çekmeye başlamıştır.[65]

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri

İnönü Savaşları'nda savunma taktiği uygulayan Türk Ordusu, Aslıhanlar-Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldırı gücüne ulaşamadığını göstermişti. Bu durumdan yararlanmaya karar veren Yunan Ordusu İnönü, Eskişehir, Afyon ve Kütahya arasındaki çizgide yer alan Türk mevzilerine yüklenerek buraları işgal etmek ve Ankara'ya kadar ilerlemek istiyordu. Takviye birliklerle iyice güçlenen Yunan Ordusu 10 Temmuz 1921'den itibaren saldırıya geçti ve 20 Temmuz'a kadar yaptıkları saldırılarla Türk Ordusu'nu geri çekilmeye zorladı. Mustafa Kemal Paşa, Türk Ordusunun Sakarya Irmağı'nın doğusuna kadar çekilmesini emretti. Böylece vakit kazanılacaktı. Bu savaşlar sonunda Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi büyük stratejik bölgeler elden çıktı. TBMM'de moral bozukluğu yaşandı ve sert tartışmalar meydana geldi. Ancak Yunan Ordusu büyük ateş ve silah üstünlüğüne rağmen, Türk Ordusunu yok edememişti. Türk Ordusu, güvenli bir şekilde Sakarya'nın doğusuna çekilmişti.[66]

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrasında Büyük Millet Meclisi içinde iktidara yani Mustafa Kemal Paşa'ya karşı tepkiler artmaya başladı. Bu muhalefeti yöneltenler ordunun başına geçmesi için Mustafa Kemal Paşa'ya baskı yapmaya başladı. Gerçek niyetleri ise O'nu Ankara'dan uzaklaştırmak ve Enver Paşa'nın iktidarını sağlamaktı. Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921 günü Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmayla başkomutan olmayı kabul ettiğini ancak başkomutanlığın faydalı olabilmesi için Meclis'in ordu ile ilgili yetkilerini üç ay süreyle kendisinde toplayacak bir kanun çıkartılması gerektiğini açıkladı. Paşa'nın başkomutanlığını isteyenlerin bu şekilde hayalleri suya düşürülmüş oldu. 5 Ağustos 1921 günü oy birliği ile çıkartılan yasa ile Mustafa Kemal Paşa, TBMM Orduları Başkomutanlığı'na getirildi.[67]

Sakarya Meydan Muharebesi

Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlığa geçmesinin hemen ardından yayınladığı Tekâlif-i Milliye Emirleri ile halkı ordunun donatılması için seferberliğe çağırdı. 12 Ağustos'ta Polatlı'da teftiş yaparken attan düştü ve kaburga kemiği kırıldı.[68] 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde yapılan Sakarya Meydan Muharebesi'nde Yunan Ordusu'nun hücum gücü tükendi.[69] Türk Ordusu ani bir taarruzla Yunan Ordusu'nu Sakarya Nehri'nin doğusundan çıkarmayı başardı. Bu zaferden sonra 19 Eylül 1921'de Büyük Millet Meclisi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'yı oy birliğiyle Mareşal rütbesine terfi ettirdi ve Gazi unvanı verdi.[70] Sakarya Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zayiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 49.289'dur. Yunan ordusunun zararı; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007'dir.[69]

Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, 13 Ekim 1921'de Ankara Hükümeti ile Güney Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalandı. Böylece Türkiye'nin doğu sınırı tamamen güvenlik altına alındı. Fransa ise TBMM Hükümeti ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşma ile Fransa TBMM Hükümeti'ni tanımış ve Hatay-İskenderun dışında, Türkiye'nin bugünkü güney sınırı çizildi. Antlaşma sayesinde güney cephesi güvenli duruma geldiğinden buradaki Türk birlikleri de Batı Cephesi'ne kaydırıldı. İtalyanlar ise, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerinde tutunamayacaklarını anlayarak 1921 yılı sonuna kadar işgal ettikleri yerlerden çekildi. Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında İngiltere de Ankara'yı tanıyarak TBMM ile, 23 Ekim 1921 tarihinde tutsakların serbest bırakılması konusunda antlaşma yapıldı.[69]

Büyük Taarruz

300px-Kocatepe1922.jpg
 
Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa Kocatepe'de. (26 Ağustos 1922)

Tam 1 yıl süren taarruz hazırlıkları sonucunda, 26 Ağustos 1922 sabahı büyük bir dikkatle hazırlanan taarruz planı uygulamaya konuldu. 26-30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı'nın son aşamasıdır. 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde bir gün içinde Yunan Ordusunun büyük bir bölümü imha edildi. 31 Ağustos'ta Mustafa Kemal Paşa komutanlarını Çalköy'deki karargâhında toplayarak kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızlı bir şekilde takip edilmesini ve İzmir ile civarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Ege'ye doğru ilerlenmesini emretti. 1 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal bir bildiri yayımlayarak ordulara şu emrini verdi: “Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve yurtseverlik kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!”.[71]

Türk Ordusu 2 Eylül’de Uşak’ı geri aldı. Burada Yunan Ordusu Başkomutanı General Nikolaos Trikupis esir edildi. 9 Eylül'de Türk Süvarileri İzmir'e girdi. 18 Eylül 1922'ye kadar yapılan Takip Harekâtıyla tüm Batı Anadolu’daki Yunan birlikleri sınır dışına çıkarıldı. Türk ordusunun kazandığı bu başarı, Mudanya Ateşkes Antlaşması’na giden süreci başlattı.[71]

Karşıyaka'da Mustafa Kemal'in kalması için yakınları Yunanların elinde esir olan bir baba-oğul evlerini hazırlamıştır. Bu evde daha önce Yunan Kralı Konstantin de kalmış, eve merdivenlerde ayakları altına serilen Türk Bayrağı'nı çiğneyerek girmiştir. Bu kez baba-oğul merdivenlere Yunan Bayrağı'nı sermiştir. Mustafa Kemal Paşa eve girecekken "Lütfedin, bu karşılıkla bu lekeyi silin!" denilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da "O, geçmişse hata etmiş; bir milletin onuru olan bayrak çiğnenmez, ben onun hatasını tekrar etmem. Bayrağı kaldırın yerden." diyerek bayrağı kaldırtmıştır.[72]

İzmir kurtarıldıktan sonra asıl sorun, İstanbul ve Boğazlar Bölgesi'nde sürmekte olan müttefik kuvvetler işgalinin sona erdirilmesidir. Türk Kuvvetleri derhal Çanakkale'ye yönelerek buraların Trakya dahil boşaltılmasını talebederler. İngiltere buna ek Donanma (ki içlerinde zamanın en modern 2 adet Uçak Gemisi bulunmaktadır) ve Kara Kuvveti göndererek cevap verir.[73] Aynı şekilde ABD başkanı da 28.9.1922 günü 13 yeni savaş gemisinin Türkiye'ye komşu denizlere gönderilmesini emredecektir.[74]1908-1923 arasında komutanı Amiral Bristol olan USS Scorpion gemisinin, istihbarat yapmak suretiyle Lozan Antlaşması yapılana kadar devamlı İstanbul'da bulunduğu da anlaşılmaktadır. Barışa giden yol ancak bu ciddi askeri ve politik baskılarla mücadeleye devam sonucu kazanılmıştır.

Mudanya Ateşkes Antlaşması

Büyük Taarruz'dan sonra Mudanya Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona ermiştir. Antlaşma 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanmıştır. Antlaşma TBMM, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalanmıştır. Yunanlar görüşmelere katılmamış, İtalya vekaleten onları temsil etmiştir. Bu antlaşmanın hükümlerine göre Türk ve Yunan orduları arasındaki savaş bitmiştir. Doğu Trakya TBMM'ye teslim edilmiş ve barış antlaşması imzalanana kadar TBMM'nin burada en fazla 8000 kişilik bir jandarma kuvvetini bulundurmasına onay verilmiştir. Boğazlar ve İstanbul TBMM hükümetinin yönetimine bırakılmıştır. Barış antlaşması yapılana kadar İtilaf Devletleri'nin İstanbul'da kalması karara bağlanmıştır.[75]

Lozan Barış Antlaşması

Mudanya Ateşkes Antlaşması'ndan sonra barış görüşmelerinin yapılması için tarafsız bir ülke olan İsviçre'nin Lozan şehri seçilmiştir. Türkiye'yi İsmet İnönü temsil etmiştir. Konferans 20 Kasım 1922 günü toplanmış ve anlaşmazlık sonucu 4 Şubat 1923'te görüşmeler kesilmiştir. 23 Nisan 1923'te görüşmeler tekrar başlamış ve 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalanmıştır. Lozan Antlaşması'nda 20 Ekim 1921'de Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması'ndaki güney sınırı aynen korunmuştur. Irak sınırı çizilememiş ve 9 ay zarfında çözülmesi kararlaştırılmıştır. Meriç Nehri Yunanlarla olan sınır kabul edilmiştir. Karaağaç ve çevresi savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verilmiştir. Ege Denizi'ndeki Bozcaada ve İmroz Türkiye'ye verilmiş, Yunanların elinde kalan Anadolu'ya yakın adaların silahsızlandırılmasına karar verilmiştir. Kapitülasyonlar tamamen kaldırılmıştır. 1845'ten Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar olan Osmanlı İmparatorluğu'nun borçları sermaye üzerinden yeniden hesaplanarak azaltılmıştır. Borçlar Osmanlı'dan ayrılan devletlere gelirlerine orantılı olarak bölüştürülmüştür. Türkiye'nin borçları Türk parası veya Fransız frangı üzerinden ödeme teklifi kabul edilmiştir. Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlardan serbest geçiş sağlanmış, Boğazlar Komisyonu kurulmuş, Boğazlar ve civarının askersiz hale getirilmesi sağlanmıştır. İstanbul'da yaşayan Rumlarla Batı Trakya'da yaşayan Türkler hariç Türkiye'deki bütün Rumlarla Yunanistan'daki bütün Türklerin yer değiştirmesi onaylanmıştır.[76] Böylece Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlanmıştır.[77] Bu antlaşma ile Sevr Antlaşması yürürlükten kalkmış, Türkiye Cumhuriyeti Lozan Antlaşması temelleri üzerine kurulmuştur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Cumhurbaşkanlığı (1923-1938)

Cumhuriyet İlanı ardından geçilen cumhurbaşkanlığı seçiminde oylamaya katılan 158 milletvekilinin tamamının oyları ile Balâ, Ankara milletvekili[88][89] Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.[90] Atatürk kendi deyişiyle Türkiye'yi "muasır medeniyet seviyesine çıkarmak" amacıyla bir dizi köklü değişime imza attı.

1924 Anayasası gereğince TBMM 29 Ekim 1923'teki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra üç defa daha (1927, 1931, 1935 yıllarında) Gazi Mustafa Kemal'i tekrar cumhurbaşkanlığına seçti.[91] Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde İsmet İnönü, Fethi Okyar ve Celâl Bayar başbakanlık yapmıştır. Bu dönem içerisinde en fazla süre görevde kalan ve en fazla hükûmet kuran isim İsmet İnönü'dür. Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresince kurulan hükûmetler sırası ile 1. T.C. Hükûmeti, 2. T.C. Hükûmeti, 3. T.C. Hükûmeti, 4. T.C. Hükûmeti, 5. T.C. Hükûmeti, 6. T.C. Hükûmeti, 7. T.C. Hükûmeti ve 8. T.C. Hükûmeti'dir.

İç politika

220px-Ataturk-September_20%2C_1928.jpg
 
20 Eylül 1928 Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Kayseri'de halka yeni Türk alfabesini tanıtırken
220px-Atat%C3%BCrk_TBMM%27den_%C3%A7%C4%
 
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, yanında İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve kadrosunun diğer üyeleriyle birlikte TBMM'den çıkıyor. (29 Ekim 1930)
220px-Ataturk-1930-amongpublic.jpg
 
Tokat'ta bir yurttaşın derdini dinleyen Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (21 Kasım 1930)
Ayrıca bakınız: Atatürkçülük ve Atatürk Devrimleri

Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi.[92]

Devrimler

150px-Ataturk-hatreform.jpg
 
Atatürk Kastamonu'da şapkayı tanıtırken (24 Ağustos 1925)

TBMM'de 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilerek, medreseler kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün okullar, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır. Eğitim kurumlarının bir çatı altında toplanmasıyla eğitim millî bir nitelik kazanmıştır.[93]

3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen bir kanunla halifelik kaldırılmıştır.[94] 3 Mart 1924 tarihinde Osmanlı hanedanı üyeleri vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürülmüştür.[95]

17 Şubat 1925 tarihinde aşar vergisi kaldırılmıştır. Aşarın getirdiği gelir devletin giderlerinin yüzde otuzuna yaklaşmasına rağmen, köylünün rahatlatılması ve üretimin arttırılması amacıyla bu vergi kaldırılmıştır.[96]

25 Kasım 1925'te Şapka Kanunu kabul edildi. Bu kanunla TBMM üyelerine ve memurlarına şapka giyme mecburiyeti getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir davranıştan men edildi.[97]

30 Kasım 1925'te tekkelerin, zaviyelerin ve türbelerin kapatılması kanunu TBMM'de kabul edildi ve 13 Aralık 1925 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.[98]

Osmanlı Devleti'nde kullanılan saat, takvim ve ölçüler, Avrupa'daki devletlerden değişik olduğundan, sosyal, ticari ve resmî ilişkileri zorlaştırıyordu. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde farklılığı gidermek için bazı çalışmalar yapılsa da yetersizdi. Cumhuriyet döneminde bu sıkıntıları gidermek için çalışmalara başlandı. 26 Aralık 1925'te çıkarılan bir kanunla Hicri ve Rumi takvimlerin yerine Miladi Takvim kabul edildi ve 1 Ocak 1926'dan itibaren kullanılmaya başlandı. Bunun yanı sıra güneşin batışına göre ayarlanan alaturka saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi örnek alındı. Bir gün 24 saate bölünerek günlük hayat düzenlendi.[99]

1928 yılında milletlerarası rakamlar kabul edildi. 1931 yılında çıkarılan bir kanunla önceden kullanılan arşın, endaze, okka gibi ölçü birimleri kaldırılarak, bu ölçülerin yerine uzunluk ölçüsü olarak metre, ağırlık ölçüsü olarak kilo kabul edildi. Yapılan değişikliklerle ülkede ölçü birliği sağlandı.[99]

1935 yılında çıkarılan bir kanunla, cuma günü olan hafta tatili yerine cumartesi öğleden sonra ve pazar günü hafta tatili olarak belirlenmiştir.[99]

17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanunu'ndan tercüme edilip düzenlenerek oluşturulan Medeni Kanun kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926'da yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla Türk aile hayatı yeniden düzenlenmiş; tek kadınla evlilik, resmî nikâh esası getirilmiş, miras konusunda eşitlik sağlanmıştır.[100]

1 Mart 1926 tarihinde 1889 İtalyan Zanerdelli Kanunu örnek alınarak hazırlanan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe konuldu.[101]

1 Kasım 1928'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni Türk harflerinin kabulüne ilişkin kanunu kabul etti. Kanunun kabulünden sonra halka okuma yazma öğretmek amacıyla Millet Mektepleri kuruldu. 24 Kasım 1928'de de Atatürk Millet Mektepleri Başöğretmeni olarak ilan edildi.[102]

Kadınlara 1930 yılında yerel, 1934 yılında ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.[103]

12 Temmuz 1932'de Atatürk'ün talimatıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. 1934 yılında yapılan kurultayda cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936'daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olarak değiştirilmiştir.[104]

Atatürk’ün talimatıyla kurulan kurumlardan bir diğeri Türk Tarih Kurumu'dur. Türk tarih ve medeniyetini araştırmak amacıyla oluşturulan Türk Tarihi Tedkik Heyeti 4 Haziran 1930 tarihinde ilk toplantısını yapmış ve yönetim kurulunu seçmiştir. 29 Mart 1931 tarihinde Türk Ocakları’nın 7. Kurultayı’nda kapatılma kararı alınmasından sonra, 12 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti ismiyle yeniden örgütlenmiş ve çalışmalarına devam etmiştir. Kurumun adı 1935 yılında Türk Tarihi Araştırma Kurumu olarak daha sonra ise Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilmiştir.[105]

21 Haziran 1934'te çıkarılan Soyadı Kanunu'na göre her Türk, kendi adından başka, ailesinin ortak olarak kullanacağı bir soyadına sahip olacaktı. Bu soyadları Türkçe olacak, ahlâka aykırı ve gülünç adlar soyadı olarak alınamayacaktı. Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra 24 Kasım 1934 tarihinde TBMM tarafından, Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verilmiştir.[106][107] 26 Kasım 1934 tarihinde çıkarılan kanunla ise; Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır.[108]

3 Aralık 1934'te çıkarılan Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun ile hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani giysi taşımaları yasaklanmıştır. Hükümet her din ve mezhepten uygun göreceği tek bir ruhaniye mabet ve ayin haricinde ruhani kıyafetini taşıyabilmek için müsaade verebilecektir.[109]

Laiklik, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, İnkılapçılık ilkeleri 10 Mayıs 1931 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası'nın programında yer almış, 5 Şubat 1937'de ise anayasaya girmiştir.[110]

Siyasi Olaylar

220px-Mustafa_Kemal_golden_scoop_politic
 
Tek partili dönemde milletvekillerinin Atatürk tarafından seçilmesini eleştiren, 1920'lerin sonlarında yayınlanmış bir karikatür. Atatürk'ün kolunda eski yazı ile Halk Fırkası, binada ise Millet Meclisi yazmaktadır.

Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadele'yi başlatan beş kişilik kadronun Mustafa Kemal Paşa dışındaki dört üyesi (Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa) muhalefete geçerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdular. 1925 Mart'ında çıkan Genç Hâdisesi (Şeyh Sait İsyanı, Doğu İsyanı) üzerine sıkıyönetim ilan edilerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.

Eski İttihatçılar Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılmasından sonra, iktidara gelebilmek için tek yolun Mustafa Kemal'i öldürmek olduğuna karar verdiler ve suikast planları hazırlamaya başladılar. Suikast için en uygun yerin İzmir olduğuna karar verildi. Mustafa Kemal'in İzmir'e geleceği 16 Haziran 1926 günü suikastı yapmaya karar verdiler. Plana göre suikast, Başoturak'la Yemişçarşısı'ndan gelen sokakların, Kemeraltı'ndaki Hükümet Caddesi'yle birleştiği yerde yapılacaktı. Bu noktada Mustafa Kemal'in otomobili dönemeç nedeniyle yavaşlayacak, önce Lâz İsmail ile Gürcü Yusuf tabancaları ile ateş edecek gerekirse bomba da kullanacaktı. İlk saldırı başarısız olursa Ziya Hurşit de arkadan ateş edecekti. Sonra kalabalığa karışıp otomobile binecek ve giritli motorcu Şevki'nin motoruyla Sakız Adası'na kaçacaklardı. Ancak suikastı planlayanlardan Sarı Efe Edip'in İstanbul'a gitmesi ve Mustafa Kemal'in bir gün gecikmesi nedeniyle motorcu Şevki İzmir Valisine giderek Mustafa Kemal'e bir ihbar mektubu yazdı. Aynı gün Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi yakalandı. Sarı Efe Edip ve Aleaddin Bey de İstanbul'da yakalandı. İzmir'de kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde 13 kişi idama mahkum edildi.[111]

Daha sonra İstiklal Mahkemeleri Ankara'ya geldi. Eski Maliye Nazırı Cavit Bey, Doktor Nâzım, eski Ardahan milletvekili Hilmi, İttihat ve Terakki'nin sorumlu sekreterlerinden Nail Bey idama, bazı İttihatçılar ise on yıl hapse mahkûm olmuştu. Yurt dışında bulunan Rauf Orbay 10 yıl sürgüne mahkum edilmişti. Soruşturmalarda suçsuz olduğu anlaşılan Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy serbest bırakıldı. Giritli motorcu Şevki'ye de 6500 lira mükafat verildi.[112]

1927'de kabul edilen Cumhuriyet Halk Fırkası Tüzüğü ile Atatürk partinin "değişmez genel başkanı" ilan edildi ve milletvekili adaylarını seçme yetkisi, kaydı, hayatı boyunca kendisine tanındı. 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan CHF ikinci kurultayında Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan Nutuk'u (Söylev) okudu.[113] Kurtuluş Savaşı'nın Gazi'nin bakış açısıyla anlatımını içeren Nutuk, Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Mücadele'ye ilişkin resmî görüşünün esasını oluşturur ve Milli Mücadele'yi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte başlatan ve yürüten askerî ve siyasi şeflere karşı (Rauf, Karabekir, Refet Bele, Mersinli Cemal Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez, "Sakallı" Nurettin Paşa, Celalettin Arif Bey vb.) bir tartışma konusu niteliği de taşır.[114] Atatürk 1927 yılında askerlikten Mareşal rütbesiyle emekli oldu.

220px-Mehmet_Emin-Mustafa_Kemal-Ali_Said
 
Türk Ordusu Başkomutanı ve Cumhurbaşkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ferik Ali Sait Paşa ve Mirliva Mehmed Emin Paşa ile İnebolu'da (1925).

10 Nisan 1928 tarihinde yapılan anayasa değişikliğiyle anayasadan devletin dininin İslam olduğu hükmü ve TBMM’nin görev ve yetkilerinden söz eden 26. maddeden dinî hükümlerin yerine getirilmesi ibaresi çıkarılmıştır. Ayrıca, milletvekillerinin ve cumhurbaşkanının yeminlerinden “vallahi” sözcüğü çıkarılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 yılındaki programında, laiklik partinin ana unsurlarından biri olarak belirtilmiştir.[115]

12 Ağustos 1930'da İsmet Paşa'nın hükûmetine alternatifleri sunmak amacıyla çok partili demokratik hayata kavuşmak için Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar)'e Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdurarak kız kardeşi Makbule Hanım (Boysan, Atadan),[116] çocukluk ve okul arkadaşı Nuri Bey (Conker)'leri de üye yaptırdı. Ancak 17 Kasım 1930'da gericilerin partiyi kullanmaları korkusu[117] ve partinin Mustafa Kemal'i hedef almasından[118] dolayı partiyi fesih etti.

Bu demokrasi denemesinden biraz önce, ordunun siyasete müdahale etmesinin demokrasiye zarar verebileceğini düşünerek Askerî Ceza Kanunu'nu (22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 Sayılı Kanun) meclisten geçirdi. Bu kanunun 148. maddesine ordu mensubunun siyasi toplantılar ve gösterilere katılmasını siyasi partiye üyesi olmasını, siyasi maksatlarla şifahi telkinlerde bulunmasını, siyasi makale yazmasını ve siyasi nutuk söylemesini yasaklanan hükmü koydurdu.

23 Aralık 1930 günü sabahı Menemen’de şeriat istediklerini belirten bir grup eyleme geçmiştir ve topladıkları insanlarla beraber belediye binasının önüne kadar gelmiştir. Olayı haber alan jandarma, grubu dağıtmak için Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay, emrindeki bir müfrezeyi bölgeye göndermiştir. Eylemciler arasından açılan ateş neticesinde Kubilay yaralanmış ve cami avlusuna doğru koşmaya başlamıştır. Cami avlusunda açılan ikinci el ateş sonucu yere düşmüştür. Daha sonra eylemciler bıçakla Kubilay'ın başını kesmiştir. Bu sırada alaydan yetişen kuvvetler bölgeye gelmiştir ve eylemcilerin ateş açması üzerine çatışma çıkmıştır. Eylemcilerden Mehdi Mehmet, Şamdan Mehmet ve Sütçü Mehmet ölü, Emrullah oğlu Mehmet Emin yaralı olarak ele geçirilmiştir. Olayın ertesinde sıkıyönetim ilan edilmiş ve yapılan yargılamalarda 32 kişi idama, 73 kişi de çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır.[119]

29 Ekim 1933'te Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'nin onuncu kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmada ülkenin kuruluş temelini ve gelecek vizyonunu yalın bir dille tüm dünyaya ve Türk milletine anlatmıştır.[120]

Ekonomi

Atatürk, Cumhurbaşkanlığı döneminde, sadece bürokratların değil tüm vatandaşların mülkiyet hakkını tanımış ve 1923-1938 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %7,5 oranında büyüyerek Türkiye'nin GSMH'si dünya toplamının binde 3,62'sinden binde 6,52'sine yükselmiştir.[121] Atatürk'ün döneminde Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en hızlı kalkınan ülkelerinden biri olmuştur.[122]

Dış politika

220px-Abdullah_I_of_Jordan_and_Mustafa_K
 
Ürdün Kralı I. Abdullah ile (1937)
220px-King_Edward_VIII_and_Mustafa_Kemal
 
Türkiye'yi ziyaret eden Birleşik Krallık Kralı VIII. Edward ile (4 Eylül 1936)
225px-Atat%C3%BCrk_ve_Amanullah_Han.jpg
 
Atatürk ve Afganistan Kralı Amanullah Han, Ankara (1928). Amanullah Han oldukça etkilendiği Atatürk reformlarının benzerlerini kendi ülkesinde uygulamaya koymaya çalıştı.[123] Atatürk döneminde Türkiye, Afganistan’ın modernleşmesi sürecine aktif bir şekilde destek verdi.[124]

Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika konularının başlıklarını Musul sorunu, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi, Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi, Balkan Antantı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Sadabat Paktı ve Hatay Sorunu oluşturmaktadır.

Atatürk dış politikasında gerçekçi davranmıştır.[125] Atatürk dış ilişkilerde dinamik ve gözü pektir; ama maceracı değildir.[125] Atatürk dış politikada kendisini hangi ilkenin yönettiğine dair “Biz kendimizi bilen kimseleriz. Olmayacak isteklerimiz yoktur[126]” olarak tanımlamıştır.[125] Atatürk İslamcılık ve Turancılık akımlarının zararlı boyutlarına karşı Misâk-ı Millî ile çizmiş olan sınırlarda kalınmasını benimsemiştir.[125] 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nı Atatürk dış politikada belirleyici bir unsur olarak tutmuş, bu antlaşmada çizilen Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları büyük ölçüde (Hatay sorunu dışında) belirleyici olarak saptanmış, ekonomi açısından Lozan'ın kaldırdığı kapitülasyonlardan taviz verilmemiştir.[125] Atatürk'ün Lozan'ı temel almasının önemi geçen zaman içinde bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır; çünkü I. Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında yer alan bir ulusun çizdiği kavramlar o dönemden bugüne yürürlükte olan tek antlaşma olarak durmaktadır.[125]

Atatürk’ün sağlam kişiliğinin ve kararlı mizacının damgasını vurduğu ve tamamen millî bir karakter taşıyan dış politika uygulamaları günümüz için örnek alınacak pek çok temel niteliğe sahiptir.[127] Orta öğretimden itibaren askeri terbiye gören ve savaşlara katılan Atatürk'ün askerlik sonrası hayatında barışın idamesine uğraşmıştır. Ayrıca bu yolda örnek tutum ve davranışlar sergilemiştir. Bunları Atatürk’ün; “ Bizim kanaatimizce beynelmilel siyasi güvenliğin gelişmesi için ilk ve en mühim şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde samimi olarak birleşmesidir” sözünde açıkça görebiliyoruz.[128]

Musul Sorunu

Lozan Antlaşması sırasında Türkiye-Irak sınırı çizilmemişti. Musul-Kerkük bölgesinde zengin petrol yataklarının bulunması İngiltere başta olmak üzere birçok ülkenin dikkatini çekiyordu. Zengin petrol yataklarının bulunduğu bölge, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanması sırasında İngiltere tarafından işgal edilmişti. I. Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra Irak'ta İngilizlere bağlı bir yönetim kurulmuş, bu ülke İngiliz mandası altına alınmıştı. Musul, nüfusunun çoğunun Türk olması sebebiyle Misak-ı Milli dâhilindeydi. Ancak İngilizler zengin petrol yataklarının bulunduğu bölgeyi bırakmaya yanaşmıyorlardı. Lozan Barış Antlaşması sırasında bu konuda bir sonuç alınamamış, sorunun daha sonra Türkiye ve İngiltere arasında çözülmesine karar verilmişti. 1924 yılında görüşmelere başlanmış fakat sonuç alınamamıştır. Daha sonra sorun Milletler Cemiyeti'ne götürülmüştür. 1924 yılının Ekim ayında toplanan Milletler Cemiyeti de Türkiye-Irak sınırını çizmiş ve Musul bölgesini Irak tarafında bırakmıştır. 13 Şubat 1925'te ise Şeyh Sait İsyanı çıkmıştır.15 Nisan'da tamamen bastırılan ayaklanma İngilizlerin işine yaramıştır. Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkan Türk ordusu hırpalanmış, Musul-Kerkük üzerine askeri harekât yapma imkânı ortadan kalkmıştır. Bu durumda Türkiye, 5 Haziran 1926 tarihinde İngilizlerle imzalanan Ankara Antlaşması gereğince bazı maddi çıkarlar karşılığı, Milletler Cemiyeti'nin öngördüğü sınırı kabul etmiştir.[129]

Türk-Yunan İlişkileri

Türk Yunan yakınlaşması için 1930 yılında Yunan başbakanı Elefterios Venizelos'u Türkiye'ye davet ederek Milli Mücadele'nin düşmanı Yunanistan'la barışın temellerini attı. Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi 1923 yılında Lozan Antlaşması'na ek protokol uyarınca Türkiye'deki Rumların Yunanistan'a, Yunanistan'daki Türklerin Türkiye'ye zorunlu göçüne karar verilmiştir. Türkiye'de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada'da, Yunanistan'da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır[130]. Değişimin çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olayda 1930 İnönü-Venizelos sözleşmesine dek zorunlu göç uygulamasına devam edilmiştir. 1934'te Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi. Ancak Nobel Ödül Komitesi değerlendirmeye almadı.

Milletler Cemiyeti

Türkiye 13 Nisan 1932 tarihinde yapılan Cenevre Silahsızlanma Konferansı’nda Milletler Cemiyeti ile işbirliği yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine İspanya ve Yunanistan Türkiye’nin Milletler Cemiyeti'ne kabul edilmesini teklif etmiştir. Türkiye’nin barışçı siyasetini gözlemleyen Milletler Cemiyeti bu teklifi 6 Temmuz 1932'de genel kurulda oy birliği ile kabul etmiştir. Türkiye 18 Temmuz 1932'de bu cemiyete üye olmuştur. Milletler Cemiyeti'nin yerini 1945 yılından itibaren Birleşmiş Milletler almıştır.[131]

Balkan Antantı

Ana madde: Balkan Antantı
250px-Entente_Balkanique.png
 
Balkan Antantını imzalayan devletler

Balkan Anlaşma Yasası, 9 Şubat 1934 tarihinde Atina'da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan anlaşmadır.[132]

1933’te Almanya’da Nazi Partisi'nin iktidara gelmesi, İtalya’nın Akdeniz’de ve Balkanlar'da genişleme çabası ve Avrupa devletlerinin silahlanma yarışına girmesi dünya barışını tehdit etmeye başladı. Bu gelişmeler sonucunda Balkan devletleri arasında bir yakınlaşma meydana geldi. 14 Eylül 1933 tarihinde Ankara'da Türkiye ile Yunanistan Arasında İçten Anlaşma Yasası[133], 17 Ekim 1933 tarihinde Ankara'da Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakemlik ve Uzlaştırma Antlaşması[134], 27 Kasım 1933 tarihinde Belgrad'da Türkiye - Yugoslavya Dostluk, Saldırmazlık, Yargısal Çözüm, Hakemlik ve Uzlaştırma Antlaşması imzalandı.[135]

Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Lozan Konferansı'nda Türkiye ve İtilaf Devletleri arasında Boğazlar rejimiyle ilgili Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştı. 1923 yılında imzalanan anlaşmanın tarafları İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Sovyetler Birliği ve Türkiye’dir. Bu sözleşme sayesinde savaş ve barış zamanında ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest olacaktı.[136]

İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmasıyla birlikte Avrupa'da birçok siyasi değişiklik oldu. Boğazların herhangi bir saldırıya karşı korunmasını üstlenen devletlerden İtalya, Habeşistan'a saldırdı. Japonya ise kendi isteğiyle Milletler Cemiyeti’nden ayrıldı. Dünya barışının korunması için toplanan konferanslar neticesiz kalmış, tüm devletler silahlanmaya başlamıştı.[136]

Siyasi ortamın bozulduğunu gören Atatürk, Boğazlar meselesini kesin olarak çözmeye karar verdi. Türk Hükümeti, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Lozan Antlaşması'ndaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini talep etti. Bunun üzerine İsviçre'nin Montreux şehrinde bir konferans toplanmış ve 20 Temmuz 1936'da Türkiye, İngiltere, Fransa, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Japonya ve Sovyetler Birliği arasında Montreux Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Konferansa katılmamış olan İtalya daha sonra 2 Mayıs 1938'de Boğazlar Sözleşmesi'ne katılmıştır. Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin ana maddeleri şunlardır:[136]

  • Boğazlar kayıtsız şartsız Türk hâkimiyetine bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.[136]
  • Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, ancak savaşta ve barışta asker ve sivil hava kuvvetlerinin geçmesine izin verilmeyecektir.[136]
  • Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.[136]
  • Barış zamanında denizaltı gemileri müstesna olmak şartıyla savaş gemileri on beş gün evvel Türkiye Hükümeti'ne haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak şartıyla Boğazlardan geçebileceklerdir.[136]
  • Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere mensup ticaret gemileri, düşmana hiçbir surette yardımda bulunmamak şartıyla gündüzün serbestçe geçebileceklerdir.[136]

Montreux Sözleşmesi 20 yıl yürürlükte kalacaktı. Ancak bu sürenin dolmasından 2 yıl önce antlaşmanın taraflarından hiçbirisi sözleşmenin iptalini istemezse, sözleşme yürürlükte kalmaya devam edecekti. Montreux Sözleşmesi'nin 1956'da süresi dolduğu halde böyle bir iptal isteği hiçbir ülke tarafından yapılmadığı için hâlen yürürlüktedir.[136]

Sadabat Paktı

Ana madde: Sadabat Paktı

İtalya'nın doğu ülkelerini hedef alan istila politikası nedeniyle Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937'de hran'da Sadabat Sarayı'nda imzalanmıştır. Devletler antlaşma ile dostluk ilişkilerini sürdüreceklerini, Milletler Cemiyeti Paktı ve Briand-Kellog Paktı'na bağlı kalacaklarını, birbirinin iç işlerine karışmayacaklarını, birbirlerine saldırmayacaklarını, ortak çıkarlarıyla ilgili konularda birbirlerine danışacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini belirtmişlerdir.[137]

Hatay Sorunu

Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra İskenderun Sancağı, Suriye’den Anadolu’ya ilerleyen Fransızlarca işgal edilmiştir. Böylece, birçok yerde olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi oluşmuştur.[138]

200px-Kemal_Ataturk_congratulation_of_th
 
Yerel yasama meclisi Atatürk tarafından önerilen Hatay Devleti Bayrağı'nı kabul ettikten sonra Atatürk'ün gönderdiği telgraf

20 Ekim 1921'de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre İskenderun, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmî dil Türkçe olacak ve Türk parası geçerli olacaktır.[139]

Lozan Antlaşması’nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, Türk sınırları dışında kaldı.[140]

1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almıyordu. Fransa, Suriye’den çekilirken, sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekteydi. Türk Hükümeti durumu kabul etmedi. Cenevre’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Fransa ile yapılan görüşmeler netice vermeyince 9 Ekim 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, Suriye’ye yapıldığı gibi İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi.[141] Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında: “... Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun — Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyordu.[142] Fransız büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” dedi.[143] 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar verdi.[144] Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini düşünen Fransızlar askerî bir anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilerek, bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Kurmay Albay, Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri, Hatay’a girdi. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve Meclis çoğunluğunu Türkler kazandı. Böylece bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet ise, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararını aldı.[145]

Trakya Manevraları

Ana madde: Trakya Manevraları

İtalya'da Benito Mussolini'nin Almanya'da ise Adolf Hitler'in iktidara geldikten sonra saldırgan bir şekilde silahlanmaları ve Avrupa kıtasında yeniden toprak paylaşımı peşinde koşmaları İkinci Dünya Savaşı'nın yaklaşması şeklinde değerlendiriliyordu. Bunu üzerine Atatürk hem silahlı kuvvetleri savaş durumuna hazırlamak hem de olası tehditlere bir gözdağı vermek için 1937 yılında Trakya Manevraları'nı düzenlemeye karar vermiştir. Kırklareli, Tekirdağ ve Edirne illerini kapsayan tatbikata 200 bin asker katılmıştır. Senaryoya göre Meriç Nehri boyunca saldıran hayali düşman kuvvetleri Kıyıköy, Vize'den çıkartma yapan birliklerce desteklenmiş ve Türk birliklerine saldırmıştır. Tatbikata Bulgaristan, Fransa, Irak, İngiltere, İran, Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya askeri temsilcileri katılmıştır.[146]

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir de Alman kanalında şöyle bir reklam gördüm:

-Adamın biri çalıştığı işyerindeki işareti göremeyip hata yapıyor. Patron da çok kızıyor "Sen salak mısın, bak duvarda kocaman yazıyor, işareti görmedin mi? Böyle hata yapılır mı?" filan diye. İş arkadaşı da adamı korumaya başlıyor "Patron" diyor, "Adam gerçekten okuma yazma bilmiyor".

- O açıdan bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Ülkemizde ve dünyada okuma yazma bilmeyen bir sürü insan var. Almanya'da bile yüz binlercesi var ve bu alanda çalışan kuruluşlar var. Ben kendim de tanıdım. Gençken başıma gelmişti. Şaka yapıyor sandım ama bazı bölgelerde gerçekten okuma yazması olmayan insan var.

 

Annem / babam olsa ne yapardım?

- Doğruca Wikipedia'nın Mustafa Kemal Atatürk bölümüne girerdim. Yazıları önce kendim okuyup, sonra basitleştirerek bir güzel Word'de yazardım. Sonra fontları büyütürdüm, bir sürü resim fotoğraf eklerdim. Yazıcıdan iki tane çıkartırdım (çünkü belli olmaz). Götürüp ellerine verirdim.

 

Dediğim gibi cahil kişiye kızılmaz, yardımcı olunur. Çünkü bilemeyiz. Adam çocukken öğrenmediyse, öğrenmediği için refah partisi / AKP propagandasına kapıldıysa, O zaman okur-yazar bireyler olarak yardım etmeliyiz.

/ Yok anlamak istemiyorsa, Bu dediğimi yaptıktan sonra, eyvallah çekersin. "Peki" dersin. Olduğu gibi kabul edersin. Ama bu tür kişilerin bahanesi kalmamalı. görmemeyi seçerse, o zaman yapacak bir şey yok. O onun kendisini ilgilendirir.  

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • haci pinned this Başlık
  • 3 weeks later...
  • 1 month later...
  • 4 months later...

İnternet ortamı, bilgi kirliliğin en yoğun olduğu yerlerdir. Hele ki Wikipedia gibi okuyucuların kafasına göre yazıları değiştirebildiği bir ortam, bilgi güvenilirliği anlamında dikkate alınabilirlikten bir hayli uzaktır. Dolayısı ile bu tür kaynaklar üzerinden bir bilgi erişimi değil, ancak bir bilgi kargaşası ve kirliliği yaratılabilir. Ayrıca bir kişiyi veya görüşü, kendi taraftarları kadar ona muhalif olanların değerlendirmeleri üzerinden de öğrenmeye çalışmalısınız. Böylelikle zihninizde daha objektif bir tablo ortaya çıkarabilirsiniz. Bu doğrultuda özellikle muhafazakar entelektüel Kadir Mısıroğlu'nun yazıları ve hasbihalleri, meseleye ilişkin farklı mütalaaları öğrenmek babında faydalı olabilir.

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 months later...
On 13.10.2017 at 16:26, Bedevii yazdı:

İnternet ortamı, bilgi kirliliğin en yoğun olduğu yerlerdir. Hele ki Wikipedia gibi okuyucuların kafasına göre yazıları değiştirebildiği bir ortam, bilgi güvenilirliği anlamında dikkate alınabilirlikten bir hayli uzaktır. Dolayısı ile bu tür kaynaklar üzerinden bir bilgi erişimi değil, ancak bir bilgi kargaşası ve kirliliği yaratılabilir. Ayrıca bir kişiyi veya görüşü, kendi taraftarları kadar ona muhalif olanların değerlendirmeleri üzerinden de öğrenmeye çalışmalısınız. Böylelikle zihninizde daha objektif bir tablo ortaya çıkarabilirsiniz. Bu doğrultuda özellikle muhafazakar entelektüel Kadir Mısıroğlu'nun yazıları ve hasbihalleri, meseleye ilişkin farklı mütalaaları öğrenmek babında faydalı olabilir.

 

 

Dolu bilginin olduğu yerde heralde boş bilgide çıkacaktır mutlaka . 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 6 months later...
On 16.03.2017 at 13:29, leonardo18 yazdı:

 

 
 

 

On 16.03.2017 at 13:13, leonardo18 yazdı:

Okuma yazma bilmeyen insanlar var. Atatürk'ü bilmeyen insan da var. Da durum çok üzücüdür. Bu yüzden Wikipedia'yı bölüp bölüp çeşitli başlıklara dağıttım.

yok "Annem okuma yazma bilmiyor", "Babam peygamberi tanımıyor", "Kardeşim Osmanlıyı Güney Amerika'da devlet zannediyor" gibi tipler için tek tek ekledim. Buyrun okuyun:

 

Atatürkü tanımak gerçeklerle yüzleşmek demek anlamına da gelebileceğinden okuma yazma bilenlerin de atatürkü tanımayı kaldıramaması durumlarını da göz önünde bulundurmak gerekir..

 

 

tarihinde Kafamdakisesler tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 year later...

iste böyleee,

                       Atatürkün ülkeyi ve insanlarini kurtarmak icim verdigi CABA hakkindaki yazilari buraya tasiyan arkadaslara cok cok TESEKKÜRLER.O ve arkadaslari olmasaydi Türkiiye bugün arap ülkelerinden pekte farkli olamazdi di deye bazan düsünüyorum.Bazanda  7,000 yildir yasadigimiza göre demekki özellikli yaratilmis  milletlerden birtanesidir bu millet.

Tekrar tesekkürler.

Türkiyeyi kurtaranlar TÜRKLÜGÜNÜ hala yasiyor olanlardi.

Yoksa diger müslümanlarr gibi ülkelerini koruyacaklarina milyonlarcasi baska ülkelere kacarlardi.Düsünün bir kere.Afganistandan kacanlari,arap ülkelerindeen kacanlari,Türkiyeye siginan 4 milyon surriyeliyi.

                 Türkiyeden tek kisi komsu ülkelere siginmadigi gibi,komsu ülkelerden MADDI ve MANEVi yardima kosanlar sayilamiyacak kadar coktu.

Hint KIRALI ne demistir biliyormusunuz ,100,000 hint askerini degil 10,000 Türk askerini tercihh ederim demistir.

                  1071de malazgirt savasinda 220,000 bizans askerine karsi ALPASLAN 40.000 askerle GALiP gelmis,imparatoruda esir almisti.

                   8 milyonluk iisreil 4500 milyonluk ortadogu araplarinin agzini burnunu kac dafadir kirip duruyor.Üstelikte arabin ALLAHIDA araplarin yanindaymis.Hani nerde pismis findik gibi TUGLALARI ALLAH düsmanlarin basina atip yariyordu düsmanlarin basini,Hani 1 müslüman 20 gavura bedeldi.Hemide güye bu sözü ALLAH söylemis.Allahi bile yalanci cikariyor buu FELLAHLAR.

                      Simdi söyleyin,bu sözü ALLAHMI  söyledi yoksa FELLAHMI söyledi?

Hadi görem sizi.

                       Yunanlilar komutanlarinin ayaginin altina TÜRK bayragini serince adam gururla bayragii cignar.Ataürkün önüne Yunan bayragini sererrler,ama ATATÜRK o bayrak bir milleti temsil eder onu cignamak SEREFSIZLIKTiR der ve BAYRAGI CIGNAMAZZ,KALDIRIN bunu der.Böylece TÜRKLÜGÜNÜ gösterir ATATÜRK.Sonra bayrak cignamak birr güclülük degil BEYiSiZlikTir.Bir cocukdahi bayragi dürülü oldugu yerden alip cignayabilir.Bayrak cignamak güclülük deyil AKILSIZLIKTIR ,milliyetlere saygisizlik,FASiSTLikTiR.ATATÜRK burdada degerli birmilletten oldugunu göstermistir.

Dedeniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...