Jump to content

İslam Uygarlığının Çöküşünden Gazali mi Sorumlu?


Recommended Posts

 

                                     

OdatTv'den SADIK USTA'nın ilginç bir yazısı.....

 

 

                                                           İslam uygarlığının çöküşünden Gazali mi sorumlu

   Amacım İslam uygarlığının çöküşüne ve Gazali’nin bundaki rolüne ilişkin yıllardır ileri sürülen bir hurafeye dikkat çekmek...

 

04.03.2017

Aydın ve düşünürlerimiz, bundan böyle Gazali’yi veya bir başka Müslüman filozofunu İslam uygarlığının çöküşünün veya mevcut geriliğimizin müsebbini olarak görmekten vazgeçmelidirler. Gazali’nin günah keçisi ilan edilmesi artık terk edilmelidir. Yıkılışın ve çözülüşün gerçek ekonomik-siyasi-felsefi-toplumsal nedenlerini araştırmalı ve özümsemelidir.

Amacım İslam uygarlığının çöküşüne ve Gazali’nin bundaki rolüne ilişkin yıllardır ileri sürülen bir hurafeye dikkat çekmek...

 

Tarihte eşine az rastlanır bir hızda ve bir insan ömrü süresi içinde Çin sınırından Cebelitarık Boğazı’na kadar büyük bir imparatorluk (kuşkusuz bu yayılmanın birçok nedeni var) kuran Müslümanlar, gelişmelerinin 3. yüzyılında yeniden çöküş sürecine girmişlerdi.

 

Çöküşün en önemli nedenlerinden biri halifelik tartışmasıyla başlayan iç bölünmeydi. Dört halifeden üçü komplo ve suikastlere kurban gitmişti. Hatta bu süreçte Hz. Muhammed’in en çok sevdiği torunu Hüseyin bile Kerbela’da bütün ailesiyle birlikte katledilcekti.

 

Müslümanlar arasındaki bölünme çok derindi ve kalıcılaşmıştı...

 

 

Dolayısıyla karşılıklı intikam duyguları, tarihin hiçbir döneminde dinmedi...

 

Abbasi hükümdarları ve sonrasındaki bilimsel, ekonomik, edebi ve felsefi gelişmenin en verimli döneminde bile iç çatışmalar durulmamıştı...

 

Hatta bölünme, Afrika’ya ve oradan da Endülüs’e sıçramıştı...

 

10. yüzyılın başlarında, iktisadi farklılaşma, mevcut durumun (zengin-yoksul, etnik ve dinsel ayrımcılık) niteliğini açığa vuran sosyal huzursuzluğa, toplumsal-dini hareketlerin isyanlarına ve ayaklanmalarına yol açmıştı.

 

Genel anlamda Ayyarun ve Şuttar Hareketi olarak bilinen yoksullar hareketi, ki bunların sayısı bazen Basra’daki Zenc Ayaklanması gibi 300 bin kişiye kadar genişleyebiliyordu; Bahreyn ve Yemen’e kadar yayılan Karmati hareketi veya genel anlamda uzun erimli devletler de kurabilen İsmaili akımı, milyonlarca insanı kucaklamakla kalmamış, 100-150 yıl süren, sonra dinmeyen ve bütün bölgeyi de etkisi altına alan kargaşalık ortamına neden olmuştu.

 

Bu öylesine bir kargaşalıktı ki ünlü Selçuklu Veziri Nizamülmülk, Siyasetname adlı eserinde bu hareketlerin onlarcasından ve genel olarak bölgede yarattıkları tehlikeden bahsederek (Şiiler, Hariciler, Fatimiler, Karmatlar, Kızılbaşlar vs) durumun ne kadar kırılgan olduğunu anlatır...

 

Haraç ve yağmalar, savaşların finans kaynağı olan vergiler, siyasi ve toplumsal baskının yanı sıra, yoksul halk üzerindeki inanılmaz sömürü sistemi; baskın basanındır düsturundan hareketle yüz binlerce insanın köleleştirilerek satılması (bu icraatlara dair yüzlerce bilgi ve kanıt bulunmaktadır) isyanlar ve ayaklanmalar çoktan iç barışı, üretimin ve pazarların ihtiyaç duyduğu huzuru yok etmişti.

 

10. yüzyılın ortalarından sonra da bırakalım Mekke ve Medine’yi ki bunlar çoktan sıradan kasabalara dönüşmüşlerdi, ticaretin ve üretimin merkezleri olan Suriye ve Irak bile göz ardı edilemeyecek çapta ekonomik kayba uğramıştı.

 

Kervan rotaları çoktan kuzeye doğru kaymıştı...

 

İmparatorluğun bedensel bütünlüğü fiilen parçalanmıştı, ancak çeşitli bölgelere dağılmış uzuvlarında hala kasılmaya benzer canlılık belirtisi de görülmekteydi. Endülüs Emevileri, Gazneliler, Selçuklular ve Moğol sonrasındaki Türk hakanlarının bilimsel başarılar da bunun ifadesiydi...

 

10. yüzyılın ortalarından itibaren bir İslam İmparatorluğu’ndan bahsetmek artık mümkün değildi, İslam uygarlığı kendi içinde birbiriyle rekabet eden ve savaşan devletlere çoktan bölünmüştü...

 

Rüstemliler, İdrisiler, Aglebiler, Tahiriler, Seferiler, Samaniler ve Gazneliler...Bu devletlerden sadece bazılarıdır...

 

UYGARLIKLAR NE ZAMAN ÇÖKER?

 

Bu arada parantez açarak şunları belirtelim. Uygarlıkların taşıyıcısı olan imparatorlukların çöküşü birkaç on yıl içinde gerçekleşmez. Çöküş süreci, önemli ekonomik, bilimsel ve siyasi ataklar devam ettiği halde başlamış olabilir...

 

Örneğin Hellen uygarlığı; başlangıcını Sparta ve Atina’nın yükseliş dönemi olarak alırsak, bu 7. yüzyılın ortalarına denk gelir. Çöküşüyse 4. yüzyılın ortalarında son bulur (Büyük İskender’in çürüyen devletleri silip süpürmesi). Atina ve Batı Anadolu’daki eşitlikçi devlet tasarıları da esas olarak bu dönemlerde ortaya çıkmıştı.

 

Veya Roma’nın çöküşü, 1. yüzyıldan itibaren çoktan başlamıştı, ancak bütünüyle dağılması için dört yüz yıl daha beklemek gerekecekti.

 

Aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu da 17. yüzyıldan sonra çöküş sürecine girmişti, ancak bütünüyle dağılması 1920’ye kadar sürmüştü...

 

İngiltere, 1776’da Amerika’nın bağımsızlık savaşıyla birlikte çöküş sürecine girmişti bile, ama bütünüyle havlu atması için 150 yıl daha gerekliydi...

 

ÇÖKÜŞTEN GAZALİ Mİ SORUMLU?

 

Şimdi gelelim en çok tartışılmasını istediğim görüşlerime... Yani İslam uygarlığının, dolayısıyla bilimsel ve felsefi gelişmenin Gazali’nin tutucu görüş ve felsefesi nedeniyle çöktüğü hurafesine...

 

Gazali’yi henüz anasından doğmadığı bir çağdan sorumlu tutmak, onu çökmekte olan bir uygarlığın müsebbibi ilan etmek hem gerçeçi değildir hem de yüzyılların en demagojik-etkin hurafesidir...

 

Hele bazılarının Gazali’yi karşı devrimin başlatıcısı, karşı-devrimin filozofu olarak göstermeleri yok mu...

 

Bu iddialar tarihsel gerçeklere uymuyor. Gazali’nin rolü en fazla, yıkılmakta olan Hellen uygarlığının çöküşünü, Sparta’nın tutucu ama göreceli eşitlikçi yasalarını yeniden uygulayarak durdurmak isteyen Platon’un rolü kadardır.

 

Platon, Yunan uygarlığının çöküşünün başladığını çoktan görmüştü (filozof olmak da budur zaten), ancak çöküşü durdurabilmek için zamanı geçmiş, dönemin ihtiyacına uygun olmayan muhafazakar görüşler ileri sürmekteydi. Platon da Gazali gibi materyalistlere düşmandı ve hatta “elimden gelse onların (Demokrit vs) yazdılarını yakar yıkarım” diyerek fetvalar da veriyordu, ama günün siyasetini o değil, Atina’nın aristokratları, felsefeyi de kısa bir sonra o değil, Aristoteles belirlemeye başlamıştı... (Bu konuda daha fazla bilgiye ulaşmak isteyenler özgün metinlerin de bulunduğu Dünyayı Değiştiren Düşünürler adlı çalışmalarımıza bakabilir).

 

 

 

Hellen uygarlığının çöküşünden Platon ne kadar sorumluysa, İslam Uygarlığının çöküşünden de Gazali o kadar sorumludur. Bu konuyu başlı başına tartışmak da yarar var... Ama başka bir zaman...

 

Esas konumuza dönersek...

 

Siyasi bölünme, ekonomik durgunluk ve kültürel gerileme doğal olarak yoksul-zengin farkını büyütmüş, siyaseti radikalleştirmiş, bilimsel gelişmeyi duraklatmış, felsefi gelişmeyi de kesintiye uğratmıştır...

 

Yani Gazali, Nizamülmülk vs. çökmekte olan bir uygarlığın yıkılışını engellemeye çalışan muhafazakar düşünür ve siyaset adamlarıydı. Rolleri sadece bu kadardı...

 

Doğru anlaşılmak için bir kez daha vurgulamakta yarar var: Gazaliler çöküşü başlatmadılar, çöküş sürecine girmiş olan bir uygarlığın yıkılışını durdurmak için muhafazakar programlar önermişlerdi. O gün açısından İslam uygarlığının yıkılışının alternatifi yoktu. Ne İbn Sina, ne İbn Tufeyl ne de İbn Rüşd bir alternatif sunabiliyordu. Eğer yükselmekte olan Avrupa, Rönesans döneminde, İbn Rüşd’e başvurmuş ve ondan öğrenmişse, bunun nedeni felsefi değil, ekonomik ve toplumsal ihtiyaçtır. Ayrıca İbn Rüşd’ler yıkılan bir uygarlığın son demlerinde ortaya çıktılar, Rönesans Avrupa’sı ise ihtiyacı olan felsefenin ilk heyecanını, uygarlık aşısını İbn Rüşd’te bulmaktaydı... Bu haliyle İbn Rüşd, yıkılan İslam uygarlığının değil, fakat yükselen Avrupa uygarlığının temeli ve mirasıdır. Bu da bilinmesi gereken bir gerçektir.

 

Peki, Antik Yunan uygarlığının siyasi, bilimsel ve felsefi eserlerini okuyan, bunlara şerhler yazan Müslüman düşünürler, bilimsel gelişmenin bir ifadesi olan merak duygusuna neden yol vermediler, aklı neden her şeyin üstünde tutmadılar veya sorgulamayı neden devam ettiremediler...

 

Veya neden münzevi bir yaşamı tercih ettiler...

 

Veya yazılarında neden otosansüre başvurdular...

 

Bunun birkaç nedeni var.

 

Birincisi, Müslüman toplumların gelişmişlik düzeyi (ekonomik anlamda) sıradan bir feodal üretim tarzının (üretim ve paylaşım ilişkilerinin) üzerine hiçbir zaman çıkamadı. 1500’lü yıllardaki gibi kapitalist üretim ilişkilerinin (Kuzey İtalya’da veya Kuzey Avrupa’da olduğu gibi) orta dereceli düzeyine bile hiçbir zaman erişilemedi.

 

Manifaktür sistemine dayanan üretim tarzı, her ne kadar El Cezeri’nin muhteşem teknolojik tasarımları olsa da, yine de çok sınırlı bir teknolojiyle yapılmaya devam etti.

 

Gerçek anlamda bir emek-sermaye çelişmesinin ortaya çıkacağı gelişmiş bir üretimin yoğunluğu hiçbir zaman yaşanmadı...

 

Kapitalizmin gelişmediği yerde, hümanist düşüncenin (filozof Terens’in “insani olan hiçbir şey bana yabancı değildir” düsturu), sorgulayan felsefenin, farklı siyasi program ve arayışların, yaygın bir sorgulama zihniyetinin, seçkin bir kültürel ve sanatsal etkinliğin, gelişkin bir sivil toplumun, özerk kamu alanlarının (örn. özerk kentler) yeşermesi mümkün değildir. 15. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan hümanizm akımıyla eşitlikçi toplumlardan bize miras olarak kalan ve insanlığı, dayanışmacı ruhu ve kardeşliği öne çıkaran (Yunus Emre, Mevlana vs) çağrılar birbirinden farklıdır.

 

Müslüman toplumlar bu aşamaya hiçbir zaman varamamışlardı. Ekonomik gelişme şundan önemlidir: Bilimin temel dürtüsü üretim faaliyetidir veya üretime koşullu durumlardır (savaş gibi). Bilim, üretimin düzeyini yükseltir ama bilimi de üretimin hızı, yoğunluğu ve tarzı belirler. Bilimsel araştırma sıkışmışsa, bunun nedenini felsefenin gericileşmesinde (tıkanmasında) değil ama doğrudan üretimin sıkışmışlığında aramak gerekir.

 

İhtiyaç->üretim->bilim->felsefe dörtlü formülasyonun kavramları hem birbirinden ayrıdır hem de birbirini etkileyen-tetikleyen süreçlerdir ki bazen de felsefe->bilim->üretim olabilir. Ama ihtiyaç her zaman temeldir.

 

Müslüman düşünürlerin, Rönesans ve Aydınlanma döneminden bildiğimiz başı dik, korkusuz (ama bazen ürkek ve korkaklar da vardı), sorgulayan, aklı her şeyin üzerinde tutan, yaratıcılıklarını konuşturan aydınlar olarak ortaya çıkmalarını beklemek bir anakronizmdir. Bu bir yönüyle, karasabanla üretim yapan bir köylüden Kuantum teorisini bilmesini beklemek gibi bir şeydir.

 

Kısacası birinci neden, tarihsel koşulların (ekonomik, bilimsel gelişme, kültür-sanat, felsefe) yoksunluğudur.

 

İkincisi, Müslüman düşünürler de her bilim adamı ve düşünür gibi, araştıran, sorgulayan ve yeni yollar arayan insanlardı. Ama onlar aynı zamanda korkuları olan, geçim sıkıntısı çeken ölümlü insanlardı. Dolayısıyla onların arasından başı dik veya kısmen başı dik olanlar (Hallac, Nesimi, Al Maari, İbn Sina, İbn Tufeyl, İbn Rüşd) çıktığı gibi, konformist ve gerici olanlar da çıkmıştır. Müslüman düşünürlerin en ileri düşünenleri bile kritik anda mevcut iktidarlarla uzlaşmaya hazırdı.

 

İbn Sina, İbn Tufeyl, İbn Rüşd’ler tartışmasız büyük adamlardı, ama aynı zamanda bunlar saraylarda ağırlanıyorlardı ya da her an devlet görevleri üstlenmeye (kimi zaman istemeyerek de olsa) hazırdılar...

 

Rönesans ve Aydınlanma döneminin büyük adamları arasından da çok sayıda konformist çıkmıştı. Ama buna rağmen onlar büyük adamlardır.

 

Kopernik, bir ilahiyatçı olarak insanlığa çağ atlatacak astronomik bulgularını açıklamaktan korkmuştu. Ama bu bulgulara dayanarak yeni bir çığır açansa yarı deli Kepler oldu.

 

Galilei kesin bilimsel bulgularını inkar etmek durumunda kalmadı mı...

 

Büyük tanrıtanımaz Jean Meslier ki bizim Turan Dursun’umuzla karşılaştırılır ve Sağduyu adlı eseri Atatürk’ün talimatıyla 1928’de basılmıştır, görüşlerini açıklamaktan korkmuştu. Felsefeye ve düşüncelere yön veren muhteşem eseri ölümünden sonra bulundu hem de ünlü vasiyetnamesiyle birlikte. Vasiyetnamesinde mealen, “Kusura bakmayın ey cemaat, yaşarken size gerçekleri açıklamaya cesaret edemedim... Kilisede vaaz verirken size anlattığım bütün hikaye yalandı”, demedi mi...

 

Bugün üniversitelerimizden binlerce solcu ve ilerici akademisyen atılmıyor mu?

 

21. yüzyılda yaşamıyor muyuz, herkesin yeterince aydınlandığını varsayamaz mıyız... Ama kaç kişi bu zulme ve kıyıma tepki göstermektedir?

 

Nerede Türkiye’nin aydınları...

 

Kenan Evren gibi astığı astık kestiği kestik bir adama kafa tutan Aziz Nesinlerimiz nerede?

 

BİLGİ KURAMININ DİYALEKTİĞİ

 

Ayrıca ve en önemlisi, Müslüman düşünürlerin düşünsel sınırlılıklarının en önemli nedeni, bilgi kuramının insanoğluna dayattığı zorunluluklardır.

 

Bir bilgiye, eğer o bilgi mevcut değilse ulaşamazsınız. Spekülatif bilgi de her daim belirli bir gerçeklik zemininde yükselir. İster parçalı bilgiden bütünsel olana, isterse bütünsel bilgiden parçalı bilgiye ulaşmak isteyelim, elimizde bulunması gereken en önemli şey somut veri ve bilgilerdir. Somut bilgiden hareketle daha üst düzeyde mantıklı (akıl) bağlantılar kurar ve düşünceyi zihnimizde bütünleştiririz. Somut bilginin kaynağı ise toplumsal (üretim, siyaset, felsefe, kültür) olgular ve koşullardır.

 

Sorgulamak, merak etmek, farklılığı görmek ve tahmin etmek, bilgiyle donanmak ve tasarılarla oynamak, tasavvur yoluyla zihnin sınırlarına dayanmak, “fantezi” üretmek, insan aklının ve yaratıcı düşüncenin sınırlarında gezinmek, keşfedilmemiş ve bilinmez olanı tutkuyla merak etmek ve arzulamak...

 

Bunların hepsi insan merkezli, kısmen de bireyin ve göreceli yetkinleşmiş kişiliğin gelişmişlik düzeyiyle ilgilidir...

 

Hümanizm nedir? Az önce saydıklarımızı içselleştiren insani birikim... Söz konusu birikiminin, toplumsal bir zemini olmadan bu türden bir insanın varlığını görmek halüsinasyondur veya beyhudece bir beklentidir.

 

Müslüman düşünür ölümüne inat eder ama felsefi açıdan yukarıda saydığımız sıfatları ve nitelikleri edinebilmesi için bilgiden hareket eden felsefi duruşun ilkeli, sistemli, mantıklı ve sürekli gösterilebilmesi için toplumsal alt yapı hazır değildi!

 

Üçüncüsü, Müslüman düşünürlerin felsefede ileriye gidememelerinin (sorgulama, tartışma, yaratıcılık vs) en önemli nedenlerinden biri de din ile bilim arasındaki ilişkide henüz gerekli aydınlanmaya nesnel olarak ulaşmamamış olmalarıdır. Dinler ilk dönemlerde bilimi geliştiren bir rol oynarlar, çünkü dinsel-metafizik düşünme tarzı aynı zamanda zihinsel etkinliği artıran bir rol de oynar.

 

 

 

Spekülatif düşünce alanı, kısmen dinsel düşünüşün alanına da girer. Dolayısıyla dinsel düşünüşle felsefe, çoğu zaman içiçe geçer.

 

Müslüman düşünürler ve filozoflar, Rönesans ve sonraki süreçte Aydınlanma döneminden bildiğimiz düşünürlerin deney ve gözlem yoluyla edindikleri açık bilimsel aydınlanmaya henüz varamamışlardı. Bunun alt yapısı hiçbir açıdan tamamlanmamıştı. Bu işler peygamberliğe soyunarak olmaz. Bilim ve düşüncenin dinle çatıştığı yerde, dini düşünce tarzına meyletme eğilimi hep baskın çıktı, çünkü onların aynı zamanda kaybedecekleri çok şeyleri vardı.

 

Soruna temas etmeden teğet geçmek, konuyu başkasının (Aristo) ağzından aktarmak veya yorumlamak, meramı mecazi, batıni anlamlarla ifade etmek, olguları alabildiğince soyutlaştırmak, dili, mantığı, düşünme tarzını ve yöntemi körelten yollara başvurmak, Müslüman düşünürlerin en büyük zaaflarıydı. Ama bunlar genel anlamda bütün Ortaçağ süresince görülen insani zaaflardı.

 

İki örnek verelim:

 

Biri yine İbn Tufeyl’den... Hayvanların anatomisini inceleyen Hayy İbn Yakzan, bedende hangi organın daha önemli olduğunu düşünme yoluyla anlamaya çalışır. Hayy’a (aslında İbn Tufeyl) göre kalp, bütün organların, hatta beyin ve ciğerin de üstünde yer alır. Kalp o kadar önemlidir ki Hayy, onun uğruna beyin ve kafadan da vazgeçebilmektedir. Aslında bununla eski bir tartışmaya atıfta bulunulmaktadır. Aristoteles de kalbi her şeyin üzerinde tutardı, ancak onlardan beş yüz yıl sonra gelen hekim Galen (130-210), yaptığı birçok buluşun yanı sıra düşünme ve yönetim organı olarak beyni de öne çıkarmıştı. Açıktan Aristo’dan yana tutum alan İbn Tufeyl, bir bakıma felsefi açıdan geri adım atarak dinin ve inancın merkezi olduğu düşünülen kalbi her şeyin üzerinde tutmaktadır. Böylece akıl ve bilim, inanç ve dini dogmalara feda edilmiş olmaktadır.

 

Gazali’nin de organlar içinde kalbi en üstte tutması tabii ki tesadüf değildi...

 

Aynı şekilde dünyanın yuvarlaklığı veya evrende neyin (güneş-dünya) merkez olduğu tartışmasında da en kritik anda Müslüman bilim adamları, Aristoteles’ten yana tutum alarak kendi zihinsel etkinliklerini kötürümleşmişlerdir. Kendilerine otosansür uygulamışlardır.

Tam da burada Biruni’den bahsederek olayı daha da netleştirelim. “Biruni evren tartışması üzerine açıktan, Müslümanların bu konuda verecekleri kararın, astronomiyi ilgilendiren bir sorun olmaktan ziyade metafiziğin ve teolojinin bir sorunu olduğunu kavramıştı. Bu nedenle de bu gibi kritik konularda insanlığın dengesini kaybettirecek girişimlerde bulunmayı kendilerine yasaklamışlardı.” Biruniler, “Tedbirsiz adımın uğursuz sonuçlara neden olacağını” düşünüyorlardı. (Seyyid Hüsiyen Nasr, İslam ve Bilim).

 

Toplumun içinde kargaşalığa neden olmaktansa kenara çekilmeyi, münzevi bir hayata kapılmayı salık veren İbn Tufeyller, aslında bu tutumlarıyla toplumun artık, boğazına kadar çamura battığını, dünyevi zaaftan kurtarılamayacağını ve haliyle çöküşe gittiklerini, onları ancak ahiret gününün paklayacağını da ilan etmiş olmaktadırlar.

 

Geri çekilmekte olan düşünürler, bir bakıma uygarlığın çöküşünü de ilan etmiş olmaktadırlar...

 

Birçoğumuz da bugün kenara çekilerek aynı şeyi yapmıyor muyuz?

 

Aydın ve düşünürlerimiz, bundan böyle Gazali’yi veya bir başka Müslüman filozofunu İslam uygarlığının çöküşünün veya mevcut geriliğimizin müsebbini olarak görmekten vazgeçmelidirler. Gazali’nin günah keçisi ilan edilmesi artık terk edilmelidir. Yıkılışın ve çözülüşün gerçek ekonomik-siyasi-felsefi-toplumsal nedenlerini araştırmalı ve özümsemelidir. Bu tutumda ısrar etmek aslında kolayıcılıktır. Sadece kolaycılık değil, aynı zamanda tutuculuktur ki bir bakıma Gazali’nin tutumunun tekrar edilmesidir...

 

Gelecek hafta da gelen soru ve yapılan yorumlar üzerine “aydın nedir”, “aydın kime denir”, “aydınlar hep devrimci ve solcu mu olur”, “sağcı aydın olmaz mı” sorununu tartışacağız...

 

Sorular yönelten veya yazışmak isteyen okurlarımız bize sadik.usta@gmail.com adresinden ulaşabilirler.

 

 Sadık Usta  OdaTV

Link to post
Sitelerde Paylaş
18 minutes ago, zeus- said:

İslam uygarlığı hiç var olmadı.

 

İslam bu dünyaya hep cehalet yaydı.

 

İslam = Cehalet

Aslinda haklisin. Hristiyanlar ronesans oncesi de medeniydi. Bologna universitesi neredeyse 1000 yasinda. Oxford 800 yasinda. Ronesans reformlari bir sicrama noktasi oldu ama oncesinde de cahil, barbar degillerdi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İslam ve uygarlık..yan yana hiç iyi durmuyor.Temeli bir bedevinin şehvetine,kişisel çıkarlarına,tecavüze,öldürmeye dayanan bir dinin uygarlığı mı olur.Sadece araplara hitap ettiği ayetlerinde de yazılı olan bu palavralar manzumesine biz Türklerin bazılarının ölümüne,araplardan daha fanatikçe savunmalarının nedeni zamanında atalarımıza yapılan soykırımın bilinçaltımızda bıraktığı derin izler olsa gerek.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İslam her şeye burnunu sokan bir dindir.El lahın indirdiği ile hükmetmeyenler,yönetmeyenler kafirdir diyen,hak düzeni bozmaya çalışanları maide 33te geçen yaptırımlara çarptırın diyen,içeriğinde bozgunculuk,fitne,günah,zina,hak düzen gibi kavramları bulunduran,devletleşmek isteyen bir anlayış her şeye burnunu sokmasa şaşırtıcı olurdu.Her neyse islam günaha,zinaya giden yolu kapatayım derken,beyin çölleştirici,yetenek,yaratıcılık öldürücü bir düzen kurdurtur.İslamın egemen olduğu,toplumsal yaşamın islama göre yapılandırıldığı bir düzende ne müzik yapabilirsiniz,ne film çekebilirsiniz,ne sinemaya gidebilirsiniz,ne kadınlı-erkekli etkinlik yapabilirsiniz.İşid denilen islami oluşum,müzisyenleri kırbaçlıyor,müzik araç-gereçlerini kırıyor,zinaya,günaha giden yolu kapatmak için.Bir kadının islam devletinde,binlerce erkeğin önünde konser verdiğini düşünün,bu durumu gözünüzün önüne getirin.Kara çarşaflı bir kadın şarkı söylüyor.Bu işin şakası tabi de:D.Böyle bir şeye islami düzende asla izin verilmez.Yine islami bir düzende heykeller putperestliğe yaklaştırdığı,şirke yönelttiği gerekçesiyle kırılır,yıkılır,o yüzden islami bir düzende heykeltraşlar da olmaz.Heykel yapan kişiyi de,Allaha ortak koşmak,fitne çıkarmak,hak düzeni bozmaya çalışmak,müslümanları putperestliğe yöneltmek gibi gerekçelerle maide 33te geçen yaptırımlara çarptırılırlar.Yine islami bir düzende,bol tanrılı,mitolojik bir film yapmak istediniz,yapacak kişi bulamazsınız da,hadi buldunuz diyelim,gizlice bu filmi çektiniz,islami düzende sinema salonu olmaz da,var olduğunu var sayalım,bu filmi yayınlamak istediniz,islam devletini yönetenler,filminizin içeriğini sakıncalı bulur,sizleri de Allaha şirk koşmak,fitne çıkarmak,hak düzeni bozmaya çalışmak gibi gerekçelerle maide 33teki yaptırımlara çarptırırlar.Ya elleriniz ayaklarınızı çaprazlama kesilir ya çarmıha gerilirsiniz ya öldürülürsünüz ya da sürülürsünüz.Hoş islami düzende,kadınlı erkekli film,dizi çekmek,kadınlı erkekli yapılacak her türlü etkinlik yasaklanır,kaldıki o düzende bol tanrılı,mitolojik bir film yapacaksınız.Yine islami düzende,bol tanrılı,mitolojik bir betik yazdınız,o düzende yazmazsınız,yazamazsınız da,yazdınız diyelim.Bu yazdığınız betiği pazara sürmek istiyorsunuz.Bunu yapabilirsiniz.İslam devletini yönetenler,betiğinizin içeriğini islama sakıncalı bulur,sizi de maide 33de geçen yaptırımlara çarptırırlar.
İslami bir düzende,her eylem,her uygulama,her söz islama uyumluluk,aykırılık açısından değerlendirilir.
İslamın yapılandırdığı beyinler,islami düzen için tehdit olarak gördükleri her türlü eylemi,uygulamayı ortadan kaldırır,her türlü aykırı sesi bastırır.
İslam açısından önemli olan,islami düzenin sürekliliğidir.
İslamın egemen olduğu bir düzende,islamı,kuranı eleştirenler,islam karşıtlığı yapanlar,fitne çıkarmak,hak düzeni bozmaya çalışmak,bozgunculuk yapmak gibi gerekçelerle maide 33de geçem yaptırımlara çarptırılırlar.
Bir baskı,dayatma,korku,sindirme düzeni kuran İslam aşırı yasakçı bir din olduğu için,islami bir düzende de,ne farklı bir düşünce olur, ne sanat olur,ne de kültürel zenginlik.
İslam aynı çıktığı yer gibi kuraktır,çoraktır,çöldür.İslam tek tipleştirir.İslam gelişimin,ilerlemenin önündeki en büyük engeldir.
İşin ilginç yanı ise şu.Kutsal betiğinde,muhammedin cinsel yaşamı düzenleniyor,el lah muhammedin eşlerini,ben ona dul ve bakire eşler veririm diye tehdit ediyor.Bu betik ,baskınlar düzenlemeye,başkalarının karısına-kızına el koymaya,bunların bölüştürülmesine,satılmasına izin veriyor.İçinde her türlü aşırılık var.Ama aynı din,aynı betik öyle bir düzen kurdurtuyor ki,örneğin o düzende bir kadın müzik yapamıyor,şarkı söyleyemiyor,bu durum  islama aykırı olarak görülüyor.

Bir de şu var tabi.İslami bir düzende evrim var diyemezsiniz.Neden? Çünkü evrim İslama,Adem ile adsız eşinin yaratılış masalına aykırıdır.Hani demiştik ya,İslami düzende her eylem,her uygulama,her söz islama aykırılık,uyumluluk açısından değerlendirilir diye.Evrim var demek,Kuran yalan,Allah yok,kuran insan yazımı demek anlamına geleceği için,böyle bir düzende de evrim var diyemezsiniz.Derseniz,maide 33te geçen yaptırımlara çarptırılırsınız.

 

Sonuç olarak,gevşeme olmadan islam hakkıyla uygulansın,toplumsal yaşam islama göre düzenlensin,yapılandırılsın,bir ülke islami yasaklara,kurallara,anlayışa göre yönetilsin orada gelişmenin,ilerlemenin olması olanaksızdır.İslamın egemen olduğu bir düzende ot bitmez,ot bitiyorsa da islama karşın bitiyordur,ama merak etmeyin ,islam devletini yönetenler  o otun islama aykırı bir yönünü bularak koparacaktır.

 

 

tarihinde Buzul tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Gazali yobazı, Farabi aydınlanmasına Farabi'nin kafir olduğunu öne sürerek karşı çıkmış ve bu aydınlanmayı karanlığa boğmayı başarmış islam tarihinin en yobaz karakteridir. İslam dünyası bu yobaza uymakla ve Farabi'ye kulak vermemekle tarihinin en büyük hatasını yapmıştır. Cehalet ve gerilik karanlıklarına gömülmeyi hak etmiştir.

 

Farabi islam tarihinde müstesna bir güneştir, onun kadar aydın fikirli bir deha o güne kadar bu topraklarda doğmamıştır. Farabi aydınlanmanın, Gazali yobazlığın timsalidir. Ne yazık ki savaşı Gazali kazanarak bu topraklar karanlıklara gömülmüştür.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Demokritos ile Platon'un savaşı da aynı. Demokritos belki tarihin gördüğü en parlak zeka. Onun gibi parlak bir deha bir daha gelmedi desek abartı olmaz. İlkçağda modern determinizmi öngörmüş olağanüstü bir zeka. Platon ise bütün yobazlıkların baş kaynağı idealizm felsefesini ortaya atarak tüm insanlığı binlerce yıl zehirlemiş bir adam. Aristo arayı bularak bu adamın zehirlerini temizlemeye çalışmış ama başaramamıştır.

 

Ortaçağ karanlığından bu gibi adamlar sorumlu.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 weeks later...

Her ne kadar çok kısa bir dönemi içine alan 'İslâm uygarlığı'ndan söz edilirse, bu uygarlık Kur'an'dan doğma bir şey değildir; Kur'an'ın kaynak olarak kabul edilmesiyle ortaya çıkmış değildir. 'İslâm uygarlığı' Eski Yunan'ın bilim kaynaklarının etkisiyle oluşmuş bir şeydir. Miladi 8. ile 10. ya da 11. yüzyıllar arasındaki iki yüz yıllık bir süreyi kapsayan bu gelişme, Eski Yunan kaynaklarından yararlanan İslâm bilginlerinin 'zındık', 'dinsiz' diye ilan edilmeleri, Eski Yunan bilimlerinin terk edilmesi ve bunlar yerine Kur'an'ın yeniden kaynak edinilmesi sonucu olarak sönüp gitmiştir. O tarihten bu yana da bir daha canlanamamıştır; çünkü İslâm ülkelerine, her ilmin Kur'an'da olup tüm gerçeklere ancak Kur'an yolu ile gidilebileceği zihniyeti egemen olmuştur. İlginç olan şudur ki, İslâm ülkeleri içinde Kur'an'a en fazla ve en sadık şekilde bağlı olanlar, en ziyade geri kalmış olanlardır. Bunun böyle olduğunu anlayabilmek için, günümüzde İslâm şeriâtının en yoğun ve öz'üne en sadık şekilde uygulandığı ülkelere, örneğin Afganistan, Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Sudan vs. gibi ülkelere şöyle bir göz atmak yeterlidir. Buna karşılık Kur'an'ı, yol gösterici rehber ve kaynak olmaktan çıkaran Atatürk Türkiyesi, yirmi otuz yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde uygarlaşma sürecine girmiş ve tüm İslâm ülkelerinin önüne geçmiştir.

 

-İlhan Arsel

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...