Jump to content

Recommended Posts

Ey Peygamber, müminleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlup edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.(Enfal Suresi, 65, 66)

 

Savaşın amacı ne kadar meşru, hatta kutsal olursa olsun yine de istenmeyen, korkulan, acı ve ıstıraplara sebep olan bir harekettir. Bu sebeple savaşanların maddî-manevî teşvike ihtiyaçları vardır. Peygamberimiz (sav) savaşlarda bunu yapmış, Allah'ın gazilere, şehitlere vaad ettiği muhteşem ödülleri hatırlatarak askerlerine şevk vermiştir. Bu sünnet o günden bugüne bütün İslâm ordularında uygulanmış, kumandanlar askeri coşturmak için mehter gibi mûsiki dahil değişik yöntemlere başvurmuşlardır.

Tefsirlerde bire on savaşma yükümlülüğünün bire iki nispetine indirilmesi konusunda Bedir Savaşı gibi bazı olaylara atıf yapılmış ve 66. âyetin bir öncekini neshettiğinden söz edilmiştir. İbn Abbas'ın bir yorumuna dayanan (Buhari, "Tefsîr", 8/6) Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'ye göre (II, 877), Bedir dahil hiçbir zaman sahabe bire on savaşmamıştır. Bu âyet bir olaya bağlı olmaksızın bir mümine, on düşmana karşı olsa da savaşmasını, bu şart içinde dahi savaştan kaçmamasını farz kılmış, sonra farz olma hükmü kaldırılmıştır. Kurtubî'nin şu açıklaması, İslâm âlimlerinin nesih anlayışları bakımından da ilgi çekicidir: "İbn Abbas'tan gelen rivayet bunun farz olduğunu gösteriyor. Sonra bunun müminlere ağır geldiği sabit olunca farz, bir kişinin iki kişi karşısında sebat etmesi yükümlülüğüne indirildi. Böylece müminlerin yükleri hafifletildi, yüz kişinin iki yüz kişi karşısında kaçmaması farz kılındı. Buna göre, yapılan bir hafifletmedir, nesih değildir ve bu anlayış güzeldir. Maamafih Kadı İbnü't-Tayyib, 'Bir hüküm tamamen ortadan kaldırılmasa bile aslında veya niteliklerinde bir değiştirme yapılmasına da nesih denebilir; çünkü bu takdirde ikincisi, birincinin aynı değildir' demiştir" (VIII, 45). Bize göre bu iki âyet ortaklaşa şunu ifade etmektedir: Gerektiği ve kaçınılmaz hale geldiği zaman bire on bile savaşılabilir; karşı tarafı savaşa iten sebep ve saiklerle müminlerinki farklı olduğu için bu bilinç farkı gücü ve dayanmayı (sabrı) etkiler, Allah rızâsı için savaşan ve şehit olduğu takdirde kendisini dünyadakinden daha mutlu bir hayatın beklediğine inanan müminlerin gücü on katına çıkar ve Allah'ın izniyle zafer kazanılabilir. Bu iman ve bilinç zayıfladıkça güç de azalır. Ancak müminlerle kâfirlerin, hak yolunda savaşanlarla ona karşı savaşanların, maddî güce eklenen manevî güçleri bire ikiden aşağı düşmez. Müminler güç dengesi hesabını yaparken terazinin kefesine bu moral güç farkını da koymalıdırlar. (bk. Kuran Yolu, ilgili ayetlerin açıklaması)

Merhum Elmalılı bu ayetleri şöyle açıklar:

Ey Nebi! Senin hasbin, yeterin Allah'dır, sana uyan müminlerle beraber. Bunda iki mânâ yüklüdür: Birisi; Allah sana da, onlara da yeter. İkincisi; sana Allah ve onlar yeter. Şu halde başka bir şeyden endişeye kapılmadan Allah'a sığınarak vazifenize bakınız, demek olur. Bu âyetin Mekke'de otuz üç erkek ve altı kadından sonra kırkıncı olarak Hz. Ömer'in İslâm'a girişi üzerine nâzil olduğu dahi söylenmiş ise de, çoğunluğun beyanına göre; Bedir'de savaş başlamadan önce "Beydâ" denilen yerde nazil olmuştur. 

Ey Nebi! Müminleri düşmanla savaşa "tahrid" et. İyice ta'lim edip, eğitip, hazırla ve teşvik eyle. Bu âyette, tahsis ve sınırlama vardır. Şöyle ki: Eğer sizden yirmi tane sabreden olursa iki yüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden bin kişiye galip gelirler. 

Şu halde bu nisbete kadar düşman karşısında sabır ve sebat göstersinler. Bu ölçüde ve böyle bir azim ve iman ile sabra alışsınlar, ilâhî nusrete güvenip mücahede eylesinler. Daha fazlasından mükellef değiller. Sabır ve sebat ile ilgili emirler sınırsız da değildir. Bu nisbetin böyle iki bölüm şeklinde ve sayıyla ifadesi iki nükteye dayanmaktadır: Birincisi, fazlasıyla kendilerine güvenmek için bir moral takviyesidir. Yani bu nisbetin sadece yirmi ve iki yüz gibi küçük gruplara mahsus olmayıp, çoğaldıkça da aynı oranın geçerliliğini anlatmaktır. 

İkincisi, İslâmiyet'in başlangıcında askeri birliklerin teşkilatlanmasındaki temel unsuru belirtmeye işarettir. Demek oluyor ki iman, bir mümini kâfire karşı on kattan daha fazla büyülten ve güçlü kılan bir kuvvettir. Ve bu kuvvet tek kişi olduğu zaman değil, en az yirmi kişilik bir grup oluşturdukları zaman kendini gösterir ve ortaya çıkar.

Bu galip gelme, o kâfirlerin gerçekten anlayışsız bir kavim olmaları sebebiyledir. Çünkü onlar başlangıcı ve sonucu anlamazlar: Allah'a ve ahirete imandan uzaktırlar, savaşları, müminlerinki gibi, Allah rızası için, Allah'ın emrine uymak için ve îlâyı kelimetullah (Allah kelimesini yükseltmek) niyetiyle değildir. Hamiyet-i cahiliyye denilen kavmiyet (ırkçılık) uğruna ve şeytanca maksatlarla düşmanlık ve yağma içindir. Onların gözünde dünya hayatı ve nimetleri her şeydir, ahiret hayatı ise bir hiçtir. Güçlü bir kalb ve gerçek bir azim ile cihada atılmazlar. Bundan dolayı hayatın ve harbin gerçek amacına ve özüne vakıf olan müminlerin bir tanesi, onların onuna karşı koymaya ve galip gelmeye adaydır. Bu iman ve bu azim ile sabır ve sebat gösterip bütün gayretlerini ortaya koymalıdırlar. Bundan anlaşılıyor ki, ilk Müslümanlar çok büyük bir kudsi kuvvete erişmiş ve çok ağır bir sabır göstermekle mükellef bulunuyorlardı. Böyle bir mazhariyete ermiş bulunan üç yüz küsur kişilik Bedir mücahitlerinin karşısında bin kişilik müşrik ordusu hakikaten ne kadar az bir sayı ne kadar küçük bir sayı eder. Çünkü kuvvet bakımından Müslümanlara denk olabilmeleri için, bu ölçüye göre, en az üç bin kişi olmaları gerekirdi. 

Şimdi Allah sizden o yükü, o teklifi çok hafifletti, ve gerçekte sizde bir zayıflık olduğunu bildi. Yani savaş gücü bakımından içinizde bedenen veya sabır ve moral yönünden bir takım zaafları olanların varlığı sebebiyle öylesine sabır ve tahammül mükellefiyetinin bundan böyle umum için uygun olmadığı kendini gösterdi. Gerçi böyle olacağını Allah Teâlâ ezelden bilirdi. Fakat zamanı şimdi geldi, durum bütün yönleriyle olduğu gibi açığa çıktı ve bilindi. Müslümanlar çoğaldıkça içlerinde zayıf olanlar da bulunduğundan, daha önceki çile çekmiş sadakat sahibi müminlerde olduğu gibi, birin ona karşı koyması ve savaştan kaçmaması ve eğer bu durumda bile firar ederse "Allah'ın gazabına uğrayıp, cehenneme varacağı" (Enfâl Suresi, 8/16) hakkındaki ilâhî hüküm hafifletilmiştir. Şu halde bundan böyle sizden yüz adet sabırlı kimse olursa ikiyüz kişiye galip gelirler, ve sizden bin (sabırlı) kişi olursa ikibine karşı Allah'ın izniyle galip gelirler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir. 

Allah'ın yardımına ermek için her halükârda sabır en büyük şarttır. Şu halde bundan böyle bire karşı iki nisbetinden daha fazlasına sabredemeyenler, sebat gösteremeyip savaşı terkedenler firarî sayılmazlar. Fakat silah ve mühimmatı bulunduğu halde bire karşı ikiden de yüz çevirip savaştan kaçanlar, "Allah'ın gazabına uğrayıp cehennemi boylayanlardan" olurlar. Yani bu âyetin hükmünü hak ederler. Bunda da en az yüz kişilik bir bölük olmak şartı geçerlidir. Bundan anlaşılır ki, bu tahfîf, birin ona karşı galip gelme ihtimalini ve imkânını ortadan kaldırmak için değildir, ikiden fazlaya karşı savaşı kabul etmenin ve direnmenin vacip olmadığını ve mendup olduğunu bildirmek içindir. Şu halde Müslümanlar, iki kattan daha fazla bir düşmana karşı savaşı kabul etmemekten dolayı günahkâr duruma düşmezler. Genel anlamda savaşa güç yetirme meselesinde esas nisbet ikiye birdir. Bununla beraber daha sonradan da İslâm Tarihi'nde Allah'ın izniyle birin on misli düşmana ve daha ziyadesine galip geldiği nice savaşlar vardır. Hasılı, Allah'ın yardımı savaşa hazırlık ve savaş sırasında gösterilen sabır ve sebata göre vaad olunmaktadır. (bk. Elmalılı, Tefsir, Enfal Suresi, 65 ve 66. ayetlerin açıklaması)

Savaştan kaçmanın hükmü ise şu ayetlerle belirlenmiştir: 
 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ زَحْفاً فَلاَ تُوَلُّوهُمُ الأَدْبَارَ ﴿١٥﴾ وَمَن يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ إِلاَّ مُتَحَرِّفاً لِّقِتَالٍ أَوْ مُتَحَيِّزاً إِلَى فِئَةٍ فَقَدْ بَاء بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ ﴿١٦﴾

 

Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ lekîtumullezîne keferû zahfen fe lâ tuvellûhumul edbâr. Ve men yuvellihim yevme izin duburahû illâ muteharrifen li kıtâlin ev mutehayyizen ilâ fietin fe kad bâe bi gadabin minallâhi ve me’vâhu cehennem, ve bi’sel masîr.


“Ey Müminler! İnkâr edenlerle savaşta karşı karşıya gelince onlara arkanızı dönüp kaçmayın. Kim savaş için yer değiştirmek veya başka bir birliğe katılmak amacıyla olmaksızın savaş sırasında düşmana arkasını dönüp kaçarsa Allah'ın öfkesine uğramış olur, onun varacağı yer cehennemdir, ne kötü bir son!” (Enfal Suresi, 8/15, 16)

Bedir Savaşı'ndan sonra ganimetlerin taksimi konusunda farklı bek­lenti ve görüşler ortaya çıkması üzerine gelen âyetler arasında bulunan ve savaş­tan kaçmanın sonuçlarını açıklayan bu âyetleri, savaştan önce inmiş kabul edenle­rin tespit ve yorumları vakıaya uygun düşmemektedir. Bedir'den önce küçük akın­cı hareketleriyle başlayan çatışmalar bu savaştan sonra büyüyerek devam etmiştir. Bunun böyle olacağını bilen Allah Teâlâ, hem müminleri gerektiğinde savaşmaya ve bunun getirdiği acılara, zorluklara katlanmaya teşvik etmek hem de savaştan kaçmayı engelleyici müeyyide oluşturmak üzere bu âyetleri indirmiştir.

Hz. Peygamber'in (a.s.m.) bizzat katıldığı savaşlarda kaçanların, savaş taktiği veya bir başka birliğe katılmak gibi seçeneklerinin olamayacağı, halbuki başka zaman ve durumlarda böyle meşru gerekçelerin bulunabileceği düşüncesinden yola çıkan bazı müfessirler, âyetlerin şiddetli ifade ve hükümlerinin Hz. Peygamber zamanına ve onun bizzat katıldığı savaşlara mahsus olduğunu ileri sürmüşler, bu durumda düşmanın sayısı ne olursa olsun savaşı bırakıp çekilmenin caiz olmadığını söylemişlerdir. Bu yorumu destekleyen şöyle bir örnek de vardır: 
Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber'in bulunmadığı bir çatışmada sıkışınca bazı arkadaşlarıyla birlikte geri çekilmişti. Sonradan kendi aralarında düşününce yaptıklarının, Allah'ın öfkesine uğratan bir firar olduğu kanaatine vararak "Medine'ye gizlice girelim, Hz. Peygamber'i görelim. Eğer tövbemiz kabul edilirse orada kalalım, edilmezse başımızı alıp gidelim" dediler. Sabah namazından önce Peygamberimizi görerek durumu arzettiler. O şöyle buyurdu: "Siz savaştan kaçanlar değil, tekrar savaşmak üzere geri çekilenlersiniz." Bunun üzerine İbn Ömer ve arkadaşları efendimizin elini öpmüşler, o da sözlerine şunu eklemiştir: "Müslümanlar geri çekildiklerinde takviye için geldikleri birlik benim" (Ebû Dâvûd, "Cihâd", 106)

Savaştan kaçma fiilini kebâir (büyük günahlar) arasında sayan meşhur hadis (Buhârî, "Vesâyâ", 23; Müslim, "îmân", 145) yanında iki âyet daha konumuzla doğrudan ilgilidir. Birincisi Uhud Savaşı ile ilgili olup orada savaş meydanını terkedenler kınanmış ve Allah'ın affından söz edilmiştir. (Âl-i İmrân Suresi, 3/155) İkinci âyet de Huneyn Savaşı'ndaki dağılma ve kaçma ile ilgilidir; orada da kaçanlar kınanmış, bir kısmının affedildiği bildirilmiştir. (Tevbe Suresi 9/25-26) Bu naslardan çıkan hüküm, savaş taktiği veya bir başka birliğe katılma amacı dışında savaştan kaçmanın büyük bir suç ve günah olduğudur. İlgili âyet ve hadisleri yorumlarken özelleştirme (tahsis) veya aralarında çelişki görüp bir kısmının hükmünü kalkmış gösterme (nesih) yerine işin gereğini, tarihî şartları ve genel hükümleri göz önüne alarak sonuçlar çıkarmayı tercih ediyoruz. Buna göre nasları şöyle yorumlamak mümkündür: Savaşılan düşman bire iki, bire on bile olsa gerektiğinde Müslümanlar, Allah'ın yardımına güvenerek savaşa girmeye ve dayanmaya teşvik edilmiştir. Askerî birlikler fiilen çarpışırken bazı askerlerin tek başlarına veya grup halinde, savaş gereği olmaksızın kaçmaları hem diğerlerine zarar vereceği hem de harbi kazanma şansını azaltacağı için şiddetle yasaklanmıştır. Ancak teke tek çarpışmalarda canı kurtarmak için gerektiğinde kaçmak veya büyük bir düşman gücü karşısında zafer ihtimali bulunmadığı için savaşa girmemek, keza büyük zayiat verilmesi hali ve ihtimali karşısında kumanda ile ve düzenli bir şekilde çekilmek... savaştan kaçma veya bunun kınanan, yasaklanan çeşitlerinden birisi olarak değerlendirilemez. İbn Ömer'le ilgili olayda bir kaçma, arkasından pişmanlık, tövbe ve Hz. Peygamber'e gelip başvurma, teslim olma durumu vardır. Bu hadise dayanarak "başka bir birliği desteklemek için yer değiştirme" kavram ve kuralını, konunun tabiatına ters düşecek şekilde sürdürmek ve genişletmek doğru değildir. İbn Ömer ve arkadaşlarıyla ilgili olay bir kaçma, sonra pişmanlık duyup teslim olma fiillerinden ibarettir. Hz. Peygamber bunları affetmiş, gelip kendisine teslim olmalarını, onlara teselli olsun diye, bir cepheden bir başka cepheye intikal ve kendisinin bulunduğu birliğe iltihak olarak değerlendirmiştir. Şartlar uygun düştüğünde her zaman, savaştan kaçan, sonra pişman olup yetkili makama teslim olan askerlerin affedilip tekrar cepheye sevkedilmeleri mümkündür. 

      

 

Enfal-65 ve Enfal-66 Hakkında Merak Etdikleriniz ve Ateist'ler için cevaplar burdadır, Allah Enfal-65 ve Enfal-66 ile alakalı çelişkide olan Ateistlere ve diğer Ateistlere Hidayet nasip etsin ve kalplerine İman versin, İnşaAllah diğer bir konuda görüşmek üzere. İyi günler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim anladigim sudur; tanrinin insanlar arasinda olup bitenlere ya da kafalarindan gecenlere mudahale etmedigidir. Ozgur iradenin varolabilmesi icin olan bir zorunluluktur bu. Bu durumda Enfal 65inci ayette savasa gidenlere guven verecek bir mesaj var, fakat karsidaki ordu cali cirpidan olmadigi icin savasin gidisati ile ilgili gercekler de var. 66inci ayette savasin gidisati nedeniyle tanriya olan guven azalmasin, ya da moraller iyice dusup terk etmeler baslamasin diye yapilmis, durumu okuyan bir guncelleme var. Bu ayetler icin farz kelimesini kullanmissiniz, Kuran'da boyle bir detay yok, yani 100 kisi 1000 kisiyi haklamazsa ayvayi yer diyemeyiz. Ya da sonraki guncelleme ile 1000 kisi 2000'i yenmekle yukumlu diyemeyiz, zaten mantikli bir zorundalik olamaz bu.

 

Belli ki savas oncesi tesvik olsun diye soylenmis sozler. Tanri bunlari zaten bilmiyor muydu sorusu geliyor akla, ve bastan 10 kat yerine 2 katli bir ornek veremez miydi? Savasa gittigimizi dusunelim, hangisiyle daha cok gaza geliriz? 10 katla... Benim anladigim budur, bence bu ayetler fazlaca yorulup abartilmis. Bir metni yanlislamak icin okumakla dogrulamak icin okumak arasinda hic bir fark yoktur. Ikisinden de dogru mesaj anlasilmaz. Ateistler ya da Hristiyanlarin Kuran okumasindan da Sunni ve Siilerin Kuran okumasindan da saglikli sonuclar cikmamistir bu gune kadar. Okumanin ardinda iyi de olsa kotu de olsa niyet vardir cunku.

 

Bence Kuran konusuldugunda kendi kontekstinden ilerlemek lazim, sonradan yazilip cizilmis detayli hikayeler ile aciklamaya calisinca insani memnun eden sonuclar da cikabiliyor, hayati cehenneme ceviren cahillikler de. "Kulaktan kulaga" diye bir oyun var, bildiginiz gibi 5-6 kisinin uzunca bir cumleyi bozulmadan birbiri arasinda aktaramamasi uzerine varolan bir oyundur. Simdi bu oyunu 230 yil oynarsaniz, ilk kaleme alinmis hadis kitaplarina ulasirsiniz. Hayata ve insanoglunun zaaflarina bakin, dogru karari vermek icin deha olmaya gerek yok. Kuran'i aciklamak icin bu kitaplardan tek bir satira ihtiyac duyarsaniz demek ki ya Kuran basarisiz, muhtac bir kitaptir, ya da siz kitabin yazarina guvenmiyorsunuz demektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
 

Benim anladigim sudur; tanrinin insanlar arasinda olup bitenlere ya da kafalarindan gecenlere mudahale etmedigidir. Ozgur iradenin varolabilmesi icin olan bir zorunluluktur bu. Bu durumda Enfal 65inci ayette savasa gidenlere guven verecek bir mesaj var, fakat karsidaki ordu cali cirpidan olmadigi icin savasin gidisati ile ilgili gercekler de var. 66inci ayette savasin gidisati nedeniyle tanriya olan guven azalmasin, ya da moraller iyice dusup terk etmeler baslamasin diye yapilmis, durumu okuyan bir guncelleme var. Bu ayetler icin farz kelimesini kullanmissiniz, Kuran'da boyle bir detay yok, yani 100 kisi 1000 kisiyi haklamazsa ayvayi yer diyemeyiz. Ya da sonraki guncelleme ile 1000 kisi 2000'i yenmekle yukumlu diyemeyiz, zaten mantikli bir zorundalik olamaz bu.

 

Belli ki savas oncesi tesvik olsun diye soylenmis sozler. Tanri bunlari zaten bilmiyor muydu sorusu geliyor akla, ve bastan 10 kat yerine 2 katli bir ornek veremez miydi? Savasa gittigimizi dusunelim, hangisiyle daha cok gaza geliriz? 10 katla... Benim anladigim budur, bence bu ayetler fazlaca yorulup abartilmis. Bir metni yanlislamak icin okumakla dogrulamak icin okumak arasinda hic bir fark yoktur. Ikisinden de dogru mesaj anlasilmaz. Ateistler ya da Hristiyanlarin Kuran okumasindan da Sunni ve Siilerin Kuran okumasindan da saglikli sonuclar cikmamistir bu gune kadar. Okumanin ardinda iyi de olsa kotu de olsa niyet vardir cunku.

 

Bence Kuran konusuldugunda kendi kontekstinden ilerlemek lazim, sonradan yazilip cizilmis detayli hikayeler ile aciklamaya calisinca insani memnun eden sonuclar da cikabiliyor, hayati cehenneme ceviren cahillikler de. "Kulaktan kulaga" diye bir oyun var, bildiginiz gibi 5-6 kisinin uzunca bir cumleyi bozulmadan birbiri arasinda aktaramamasi uzerine varolan bir oyundur. Simdi bu oyunu 230 yil oynarsaniz, ilk kaleme alinmis hadis kitaplarina ulasirsiniz. Hayata ve insanoglunun zaaflarina bakin, dogru karari vermek icin deha olmaya gerek yok. Kuran'i aciklamak icin bu kitaplardan tek bir satira ihtiyac duyarsaniz demek ki ya Kuran basarisiz, muhtac bir kitaptir, ya da siz kitabin yazarina guvenmiyorsunuz demektir.

 

kuranın bağlamı, kulaktan kulağa masallar ile anlaşılır. diğer türlü kuranın ne anlattığı konusunda pek bir çıkarımda bulunmak olası değildir.

 

örneğin: namaz kılın der kuran. tamam, deyip günün belirlediğiniz saatlerinde istediğiniz hareketleri gerçekleştirip, namaz kıldım diyebilirsiniz. çünkü kuranda namazın tanımı yoktur. bağlamı içinde, namazın karşılığı yoktur. günde x vakit masturbasyon yapmak da yine namaz sayılabilir. burada hadislere muhtaçsınızdır.

 

öncelikle: kuran, herhangi bir tanrısallık taşımaz. evlere şenlik, saçma sapan metinler bütünüdür. saçma sapan olması, temelde cahil insanların inançlarını taşıyor olmasından kaynaklanır.

 

diğer yandan, tanrı diye bir şey yoktur. bu yüzden herhangi bir metnin/şeyin tanrısallığı da olası değildir.

 

bu durumda, bu metinleri bağlamı içinde inceleyenler, zaten bu uyduruk inançları taşımaksızın, acaba bu saçmalık neden burada sorusu ile inceleyenler olacaktır; inananlar değil.

 

kuran başarısız, gülünç bir kitaptır. kuran, kendisini okuyanların büyük kısmını kahkahalar veya tiksinti içinde dinden çıkartır. dinin başarısı, toplumun yarattığı korkudur. bugün neredeyse kimse, kuranı eleştirirsem allah beni öttürür korkusunu taşımıyor. bugün neredeyse herkes; kuranı eleştirmenin, beyin yoksunu müslümlerin başına bela olmasına yol açacağı korkusu ile susuyor. 

 

özetle: kuranın, basit bir edebi eser olarak bile bir değeri yoktur. tanrısallık ise, tanrı diye bir şey olmadığından, zaten söz konusu bile değildir. kuran, ancak insan inançlarının evrimsel süreci açısından değerlendirilebilir. bunun dışında, dönemsel tarihsel varlığı yansıtmayı bile beceremez. içinden, nerede yaşadığı bile belli olmayan, bir avuç çöl faresinin birbiri ile iktidar amaçlı itişmesi dışında pek bir şey çıkartılamaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
 

 

kuranın bağlamı, kulaktan kulağa masallar ile anlaşılır. diğer türlü kuranın ne anlattığı konusunda pek bir çıkarımda bulunmak olası değildir.

 

örneğin: namaz kılın der kuran. tamam, deyip günün belirlediğiniz saatlerinde istediğiniz hareketleri gerçekleştirip, namaz kıldım diyebilirsiniz. çünkü kuranda namazın tanımı yoktur. bağlamı içinde, namazın karşılığı yoktur. günde x vakit masturbasyon yapmak da yine namaz sayılabilir. burada hadislere muhtaçsınızdır.

 

öncelikle: kuran, herhangi bir tanrısallık taşımaz. evlere şenlik, saçma sapan metinler bütünüdür. saçma sapan olması, temelde cahil insanların inançlarını taşıyor olmasından kaynaklanır.

 

diğer yandan, tanrı diye bir şey yoktur. bu yüzden herhangi bir metnin/şeyin tanrısallığı da olası değildir.

 

bu durumda, bu metinleri bağlamı içinde inceleyenler, zaten bu uyduruk inançları taşımaksızın, acaba bu saçmalık neden burada sorusu ile inceleyenler olacaktır; inananlar değil.

 

kuran başarısız, gülünç bir kitaptır. kuran, kendisini okuyanların büyük kısmını kahkahalar veya tiksinti içinde dinden çıkartır. dinin başarısı, toplumun yarattığı korkudur. bugün neredeyse kimse, kuranı eleştirirsem allah beni öttürür korkusunu taşımıyor. bugün neredeyse herkes; kuranı eleştirmenin, beyin yoksunu müslümlerin başına bela olmasına yol açacağı korkusu ile susuyor. 

 

özetle: kuranın, basit bir edebi eser olarak bile bir değeri yoktur. tanrısallık ise, tanrı diye bir şey olmadığından, zaten söz konusu bile değildir. kuran, ancak insan inançlarının evrimsel süreci açısından değerlendirilebilir. bunun dışında, dönemsel tarihsel varlığı yansıtmayı bile beceremez. içinden, nerede yaşadığı bile belli olmayan, bir avuç çöl faresinin birbiri ile iktidar amaçlı itişmesi dışında pek bir şey çıkartılamaz.

 

Koyu Ateist misiniz, koyu Sünni misiniz anlayamadım. Aynı seviyede yazıp, aynı şeyleri anlayamamışsınız. Kuran çok basit. Namaz kılmayı kültüre işlemiş hareketler ve dualar biçimi olarak gördükten sonra başka bir format hayali kuramayan Sünnler de sizinle aynı şeyleri söylerler. Tabi ki siz Kuran'dan salat'in nasıl olacağını çıkaramazsınız. Herşeyden önce önyargınız var, yanlışlamak üzere çeviriyorsunuz sayfaları. Nerede bir acayiplik bulsanız da Sünni birini köşeye sıkıştırsanız. Sıkıştıramazsınız, onların da her türlü hikayelerle dolu hadis ve sünnet kitapları var. O keşmekeşten işlerine gelen hikayeyi çıkarır, size kanıt diye yapıştırırlar.  Kanıt değildir, bilimsel hiç değildir, ama zaten onun bilimle kanıtla işi yoktur.

 

O nedenle yazdım ya Ateist de Sünni de Kuran'dan tek kelime anlamaz diye. Kuran okumanın çok önemli fakat basit bir ruh hali vardır, ve buna ulaşmak için hem mevcut inancınızı bastırmanız, hem öğrendiklerinizi unutmaya çabalamanız, hem de kitapta iyi kötü tüm örneklerin size yazıldığını kavramanız lazım. İsrailoğulları'nın buzağıyı kesme hikayesinin aslında sizin gibi namazı nasıl kılacağız diyenlere ders olsun diye yazıldığını ancak o zaman anlayabilirsiniz.

 

Kuran'ı başucu kitabı gibi okursanız zorluk çekersiniz. Konular bir kaç ayette bir değişir. Notlar alarak, konuların ayet numaralarını işaretleyerek, üzerlerine düşünerek giderseniz anlamaya başlarsınız. Kuran roman gibi değil, sebat ederek okunur. Dizilimi karışık gibi gelse de anlaşılması kolaydır.

 

Namaz meselesini basite indirgeyeyim, salat bir iletişimdir. Yani Kuran'a göre yaratıcıyı övmek, şükretmek için, hatada bulunulmuşsa af dilemek için, istersen sohbet etmek için kullanacağın, tek yönlü çalışan bir iletişim biçimi, bir meditasyon, rahatlama işidir. İngilizce ile karıştırmaktan hoşlanmam ama cloud'a upload etmektir. Çalışır mı, çalışmaz mı, tanrı var mı, yok mu, onlar ayrı tartışma konularıdır, ve bugüne kadar kimse tarışarak bir yere varamadığı için o iddialarınıza hiç girmeyeceğim.

 

Kuran'dan bu basit iletişim biçimini çıkarmak çok kolaydır. Dua okumak, ayet okumak kişinin kendi tercihidir. Bana yazara kendi kitabını okumak pek mantıklı gelmediği için kendi sözlerini kullanarak iletişme yöntemi daha mantıklı geliyor.

 

Bir gazla bir sürü çamur atmışsınız, fikrinize saygı duyuyorum. Hepimiz özgür irade ile bir yol tutturup gideceğiz. Ben inanmayı bırakalı bir kaç yıl oldu. Bilim ve mantık ile örtüşen kanıtlar bulduğumu düşündüğüm için Sünnilikten uzun zaman önce istifa ettiktten sonra müminliğin ne olduğunu keşfettim. Belki bir zan içinde olabilirim, ama mutlu ve huzurluyum. Akıl çalıştırıp mantıklı düşünerek de tanrının varlığını kabul etmek mümkün. Sonucu ölünce göreceğiz, belki de hiç bir şey görmeyeceğiz. Sevgiler...

Link to post
Sitelerde Paylaş
 

 

Koyu Ateist misiniz, koyu Sünni misiniz anlayamadım. Aynı seviyede yazıp, aynı şeyleri anlayamamışsınız. Kuran çok basit. Namaz kılmayı kültüre işlemiş hareketler ve dualar biçimi olarak gördükten sonra başka bir format hayali kuramayan Sünnler de sizinle aynı şeyleri söylerler. Tabi ki siz Kuran'dan salat'in nasıl olacağını çıkaramazsınız. Herşeyden önce önyargınız var, yanlışlamak üzere çeviriyorsunuz sayfaları. Nerede bir acayiplik bulsanız da Sünni birini köşeye sıkıştırsanız. Sıkıştıramazsınız, onların da her türlü hikayelerle dolu hadis ve sünnet kitapları var. O keşmekeşten işlerine gelen hikayeyi çıkarır, size kanıt diye yapıştırırlar.  Kanıt değildir, bilimsel hiç değildir, ama zaten onun bilimle kanıtla işi yoktur.

 

O nedenle yazdım ya Ateist de Sünni de Kuran'dan tek kelime anlamaz diye. Kuran okumanın çok önemli fakat basit bir ruh hali vardır, ve buna ulaşmak için hem mevcut inancınızı bastırmanız, hem öğrendiklerinizi unutmaya çabalamanız, hem de kitapta iyi kötü tüm örneklerin size yazıldığını kavramanız lazım. İsrailoğulları'nın buzağıyı kesme hikayesinin aslında sizin gibi namazı nasıl kılacağız diyenlere ders olsun diye yazıldığını ancak o zaman anlayabilirsiniz.

 

Kuran'ı başucu kitabı gibi okursanız zorluk çekersiniz. Konular bir kaç ayette bir değişir. Notlar alarak, konuların ayet numaralarını işaretleyerek, üzerlerine düşünerek giderseniz anlamaya başlarsınız. Kuran roman gibi değil, sebat ederek okunur. Dizilimi karışık gibi gelse de anlaşılması kolaydır.

 

Namaz meselesini basite indirgeyeyim, salat bir iletişimdir. Yani Kuran'a göre yaratıcıyı övmek, şükretmek için, hatada bulunulmuşsa af dilemek için, istersen sohbet etmek için kullanacağın, tek yönlü çalışan bir iletişim biçimi, bir meditasyon, rahatlama işidir. İngilizce ile karıştırmaktan hoşlanmam ama cloud'a upload etmektir. Çalışır mı, çalışmaz mı, tanrı var mı, yok mu, onlar ayrı tartışma konularıdır, ve bugüne kadar kimse tarışarak bir yere varamadığı için o iddialarınıza hiç girmeyeceğim.

 

Kuran'dan bu basit iletişim biçimini çıkarmak çok kolaydır. Dua okumak, ayet okumak kişinin kendi tercihidir. Bana yazara kendi kitabını okumak pek mantıklı gelmediği için kendi sözlerini kullanarak iletişme yöntemi daha mantıklı geliyor.

 

Bir gazla bir sürü çamur atmışsınız, fikrinize saygı duyuyorum. Hepimiz özgür irade ile bir yol tutturup gideceğiz. Ben inanmayı bırakalı bir kaç yıl oldu. Bilim ve mantık ile örtüşen kanıtlar bulduğumu düşündüğüm için Sünnilikten uzun zaman önce istifa ettiktten sonra müminliğin ne olduğunu keşfettim. Belki bir zan içinde olabilirim, ama mutlu ve huzurluyum. Akıl çalıştırıp mantıklı düşünerek de tanrının varlığını kabul etmek mümkün. Sonucu ölünce göreceğiz, belki de hiç bir şey görmeyeceğiz. Sevgiler...

 

kuran aynı döneme ait olmayan, oradan uradan bulunmuş toparlanmış ve günün siyasi gereksinimlerine göre emirlerle doldurulmuş bir uyduruk metindir. sandığınız gibi içinde bir bütünlük ya da yapısal bir kurgu bulunmaz.

 

sandığınız gibi kurana çamur atma derdimiz de bulunmuyor. bu metin öylesine berbat ve gülünçtür ki, rastgele sayfa açıp gülmeye başlayabilirsiniz.

 

bir tanrının olamazlığı, tanrı tanımından yola çıkarak görülebilir. kuranın gülünçlüğü ve saçmalığının bununla ilgisi bulunmuyor. ama tanrısal olmayışı, tanrının yokluğu ile açıktır.

 

siz, sanıyorum ki  bir tanrı inancıyla yetiştirilip, sonrasında dinin uygulamalarında size ters olan şeylerle karşılaşıp, sorgulama sürecine girmişsiniz. fakat bu sorgulama sürecinde, tabunuz olan tanrının varlığı/yokluğu kısmına hiç uğramadan, size uymayan kısımların sünnilikten kaynaklandığına ve aslında kuranın başlıbaşına yeterli bir kaynak olduğuna inanmışsınız.

 

kitabınızı okumanızda yarar var. ama öncesinde, dinlerden bağımsız olarak bir tanrının varlığı/yokluğu kısmını sorgulamanızda yarar var. bu sorgulamayı yapmadan, körü körüne, okumadığınız ya da anlamamak için çaba gösterdiğiniz bir metnin yükünü taşıyor olacaksınız.

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
 

Tanrinin varligini ya da yoklugunu kanitlamaktan aciz biri icin cok buyuk laflar bunlar. Bastan asagi talihsiz bir cevap olmus. Ben vardir ya da yoktur diye iddiada bulunmadim, siz olmadigina cok eminseniz delilinizi getirin de kibirle serlesip forumlara bosalan bos biri olmadiginizi anlayalim.

 

 

:D

 

başlangıç için imzama bakabilirsiniz.

 

herhangi bir şeyin olabilirliği, tanımı ile tartılabilir. tanrı pembe papuçtur derseniz: evet, tanrı vardır. 

 

tanrı muhtaç olmayandır ve bir şeyler yaratmıştır derseniz, o tanrı yoktur. çünkü eylem, ihtiyaç doğrultusundadır. bu durumda tanrınız ya muhtaçtır ya da eylemsizdir. eylemsiz tanrı herhangi bir şey yaratamaz. her iki durumda da tanrı tanımınız geçersizdir. 

 

tanrınızın var olabilmesi için aciz, muhtaç, yetersiz olması gerekir. diğer türlü, bütün özellikleri birbiri ile çelişir. her iki durumda da, tanrı tanımınızı uydurmuşsunuz demektir.

 

tabii bunlar islamın tanrısı temel alınarak yapılan yorumlar. kendi kişisel tanrınızı da tanımlarsanız, onun da olanaksızlığını ya da yetersizliğini gösterebiliriz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
 

Insan yapay zekayi ihtiyacindan mi, kendisi gibi dusunebilme becerisine sahip bir yazilimin ne yapacagini gormek icin mi gelistirmeye calisir?

 

:D  her eylem ihtiyaçtandır.

 

sorduğunuz soru bile muhtaciyet barındırıyor. devam etmeye çalışmadan önce, hiç değilse biraz düşünmeye çalışmanızda yarar var.

 

beyinlerini yen açanlar için: insan, bir amaca sahip: düşünebilen yazılımın ne yapacağını görecek. bunun için düşünebilen bir yazılıma ihtiyacı var. yani muhtaç. bu yüzden düşünebilen yazılım üretiyor. yani eylem gerçekleştiriyor.

 

özet: ihtiyaç var -> eylem gerçekleşiyor

 

diğer yandan, gerçek dünyada: düşünebilen yazılımlar insan için çokça zaman alan işlerin çok daha hızlı ve yüksek kapasite ile gerçekleştirilebilmesi ihtiyacı doğrultusunda geliştiriliyor; meraktan değil. merak kısmı, hobi sahiplerinin işi.

 

islam ve türevlerinin tanrısına geri dönersek: bu uyduruk tanrı figürü bir amaca sahip, her ne ise o amaç, onu gerçekleştirmek için insana muhtaç. bu yüzden insanı yaratıyor. 

yani insanın varlığına muhtaç tanrı, eylemde bulunuyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tanrinin herseye gucu yetip kendisini oldurememesi ile ilgili teori, Hristiyan kokenli ateizmden geldigi icin tanrinin bir canli ya da bir varlik olarak hayal edilmesinden kaynaklaniyor, ve kolaylikla yanlislanabilir. Sizin savundugunuz teori Kuran baglaminda tutarli bir mantik.

tarihinde AdvanceSpark tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim tanri tezim aslinda bizim yapay zeka uretme arayisimiz ile dogru orantili. O nedenle sordugum bir soruydu. Bilgisayar programi icerisinde varolan bir yapay zekanin evrenini de olusturabilirsiniz, neyi hissedip neye dokunabilecegini de belirleyebilirsiniz. Biz sadece ve sadece meraktan ve hep daha iyisini yapabilecegimiz gudusuyle bir gun bir seylerin tanrisi olacagiz. En azindan bir grup yazilimci olacak. Bu durumda birileri icin tanri var olacak. Tipki bizim icin olabilecegi gibi. Biz kendimizi kullara nasil tanitirsak oyle bilecekler, arada sorgulayip bir mantik acigi yakalayan da cikabilecek. Tanri olmak imkansiz degildir. Belki de Tevrat ve Kuran arasindaki tarz farki da farkli zamanlarda farkli yazilimcilar tarafindan hazirlanmis olmalarindandir. Tanrinin olmusuzlugu, hangi ortamda yasadigina baglidir. Mantiginizi dogru bulsam da insanoglunun yazilim ile tanri haline gelme ihtimalini goz onunde bulundurarak bunu bir kanit degil, cok iyi bir teori olarak goruyorum.

tarihinde AdvanceSpark tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
 

Benim tanri tezim aslinda bizim yapay zeka uretme arayisimiz ile dogru orantili. O nedenle sordugum bir soruydu. Bilgisayar programi icerisinde varolan bir yapay zekanin evrenini de olusturabilirsiniz, neyi hissedip neye dokunabilecegini de belirleyebilirsiniz. Biz sadece ve sadece meraktan ve hep daha iyisini yapabilecegimiz gudusuyle bir gun bir seylerin tanrisi olacagiz. En azindan bir grup yazilimci olacak. Bu durumda birileri icin tanri var olacak. Tipki bizim icin olabilecegi gibi. Biz kendimizi kullara nasil tanitirsak oyle bilecekler, arada sorgulayip bir mantik acigi yakalayan da cikabilecek. Tanri olmak imkansiz degildir. Belki de Tevrat ve Kuran arasindaki tarz farki da farkli zamanlarda farkli yazilimcilar tarafindan hazirlanmis olmalarindandir. Tanrinin olmusuzlugu, hangi ortamda yasadigina baglidir. Mantiginizi dogru bulsam da insanoglunun yazilim ile tanri haline gelme ihtimalini goz onunde bulundurarak bunu bir kanit degil, cok iyi bir teori olarak goruyorum.

 

hangi olasılıkla olursa olsun, tanımlar olduğu sürece, herhangi bir şeyin olabilirliği sorgulanabilir.

 

günün birinde insanlar, sanal bir evrenin yaratıcısı konumuna yükselebilirler. bu sanal evren içinde ortaya çıkabilecek bilinçler, bir simülasyon içinde olduklarını anladıklarında, yaratıcıya ulaşabilirler.

 

fakat, ne olursa olsun, bir tanrı söz konusu değildir. çünkü tanrının tanımı mutlaklıklara dayanır ve bu tanım, kendi kendini yanlışlar.  insanın hiçbir şeyi mutlak değildir. yukarda bunu açıkladım.

 

bir tanrınız olacaksa eğer, bu tanrı eksik, aciz, yetersiz olmalıdır. yani aslında bir tanrı değil, görece üstün bir yaratıcı olacaktır. tabii bu durumda, o zaman yaratıcının yaratıcısı kimdir sorunsalı ile sonsuza yolculuğa çıkmak gerekir.

 

sanal evren içindekiler eğer bir simülasyon içinde olduklarının farkında değillerse, bu durumda içlerinden mutlak tanrılar peşinde koşanlar olabilir ve bunlar da yine yukardaki nedenden dolayı, olmayan bir tanrı arayışında olacaklardır.

 

özetle: sanal evrenler, tanrı ile hiçbir şekilde ilişkilendirilemez. tanrı, mutlak özelliklere sahip varlık olarak tanımlandığı sürece, olasılıksızdır. tanrı mutlak özelliklere sahip değilse, eksik, aciz ve yetersiz olmalıdır. bu durumda, bu tanrının tanrısı kimdir diyerek, hiçbiri mutlak olmayan sonsuz sayıda aciz, yetersiz ve eksik tanrı bulunur. bu durumda, aslında zaten tanrı diye bir şeyin olmadığı görülmektedir.  

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Zaman bizim gerçekliğimizde yaşadığımız bir boyut. Her şeyi zamanla açıklamaya kalkarsak kendimizi sınırlamış oluruz. Yaradılışçıların tanrının ol dedi oldu, yani puf diye ortaya insan ya da x canlı çıktı zannetmelerinin sebebi de zamanın göreceliliğini hesaba katmamalarıdır. Her şey sonsuz kütle ve sıfır hacmin patlamasıyla oluştu. Rastlantısal oluşmuş bir evrenin rastlantısal kuralları olmalı. Fizik kanunlarının çok nce ayarlanmış olduğu rastlantısal bir ortamın kendi kendine oluşması da mantıklı değildir. Çoklu evren konusunda bilim adamları soru ilaretleri içindeyken ve Big Bang'e yol açan koşullar ve içinde yaşadığımız gerçekliğin kanunları sabitken bunların arkasında bir tasarımcı olmayışı anlayışınbeni benden alıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
 

Zaman bizim gerçekliğimizde yaşadığımız bir boyut. Her şeyi zamanla açıklamaya kalkarsak kendimizi sınırlamış oluruz. Yaradılışçıların tanrının ol dedi oldu, yani puf diye ortaya insan ya da x canlı çıktı zannetmelerinin sebebi de zamanın göreceliliğini hesaba katmamalarıdır. Her şey sonsuz kütle ve sıfır hacmin patlamasıyla oluştu. Rastlantısal oluşmuş bir evrenin rastlantısal kuralları olmalı. Fizik kanunlarının çok nce ayarlanmış olduğu rastlantısal bir ortamın kendi kendine oluşması da mantıklı değildir. Çoklu evren konusunda bilim adamları soru ilaretleri içindeyken ve Big Bang'e yol açan koşullar ve içinde yaşadığımız gerçekliğin kanunları sabitken bunların arkasında bir tasarımcı olmayışı anlayışınbeni benden alıyor.

 

yine yazayım...

 

tanrı, tanımı gereği olanaksızdır. bu da, tanrının insanlar tarafından uydurulduğunu gösterir.

 

konu, tanrı olmayan bir  tasarımcı ise -yukarda yazdığım gibi- ya onun tasarımcısı kimdir diyerek sonsuza uzayan bir soru zinciri oluşur. hiçbir adımda tanrı diye bir şey olmadığı için, bu da aslında ya bir tasarımcının olmadığı ya da en fazla n. tasarımcının kendiliğinden var olduğu ile sonlanır.

 

diğer yandan, tanrınızı evrenlerde arıyorsanız, zaten yaratılmış bir tanrı arıyorsunuz.

 

fizik kanunları ince ayarlanmış değildir. bu sistem: birlikte, bu şekildedir. anlam veremediğiniz şeyleri araştırmak yerine, üstü örtülü tutup, inançlarınızı olumlamak için destek kılmaya çalışıyorsunuz.

 

bugün biliniyor ki, evren sonunda hiçbir şeyin birbiri ile ilgisi olmayacak şekilde ayrışacaktır. çünkü her şey gittikçe birbirinden ayrılmaktadır. ince ayarlanmışlık savınız daha en başından balon oldu. çünkü ince ayarlanmışlığa, her şey denge içinde işliyor düşüncesinden yola çıkarak  varıyorsunuz. oysa ki denge diye bir şey bulunmuyor. bizler görece çok uzun bir süreç içinde çok kısa bir zaman diliminde yaşıyoruz ve bu zaman dilimi içersinde gerçekleşen olayları dengeli bir döngü sanıyoruz.

 

basit bir örnekle: bir makina hep aynı işleri yapması için üretilir. makina zamanla bozulur. makina bir yerden sonra kırılır. burada bir ince ayarlanmışlık var mıdır? vardır. ama zamanla kırılma da vardır. çünkü üreten varlık, bizim gerçekliğimizde, tanrı olmayan bir tasarımcıdır.

 

evrene de eğer bir ince ayarlanmışlık olarak bakacaksanız, zamanla ayrışacağını ve hiçbir döngünün kalmayacağını bilerek, tanrı olmayan bir tasarımcı tarafından hazırlandığını anlamanız gerekir.

 

bu durumda, o tasarımcının tasarımcısı kimdir?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...