Jump to content

Recommended Posts

Müslüman arkadaş "Kuran hiçbir dile çevrilemez" diyor.

Neden? 
Ben, müslüman arkadaşın Kurandaki mantıksızlıkları/saçmalıkları açıklayamadığından böyle bir söz söylüyor olduğunu düşünüyorum.
Çünkü beynin kullanıp biraz düşünebilse cevabını kutsal sandığı kitapta kolayca bulabilir ve bir de mantık süzgeçinden geçirebilse her şey APAÇIK ortaya çıkar.
Kurana bakalım.
Kitapta Kuranın Mekke ve etrafına, anlaşılsın diye ARAPÇA ve APAÇIK bir kitap olduğu yazar.
Bu kadar basit!!!!


Hadi bizim Türk müslüman bu kitap kendine gönderilmediği halde bu Arap kitabına inanıyor ve bu Arap dinini (tercüme edilebildiği kadar) yaşamaya çalışıyor. Sünnete inanlar deve sidiğini şifalı felan sayıyor ama bu ayrı konu. (Muhammed Türkiyede yaşasa sanırım eşek sidiğini şifalı bulurdu)
Şimdi Türkler bu kitabı anlayamıyor, Allah bunlara anlayamayacakları bir kitap göndermiş. Peki bu kitabı kim anlayabilir? Araplar! Ama onların da hali ortada. İslam anlayışları da ortada!!! Türk müslümanlarının, Arap İslamını onaylayacağını sanmıyorum.


Ama
"Belki bu günün Arapları anlayamıyordur, biraz gerilere gidelim" diyeceğim ama bir şey değişmiyor. Muhammed öldükten hemen sonra bölünmeler, savaşlar başlamış! O zamanın insanları da mı anlayamamış bu APAÇIK olan ARAPÇA kitabı?
Muhammede en yakın ve İslamı Muhammedden öğrenmiş insanlar birbirleriyle neden savaşa başlamışlar?
Aslında bu sorunun da cevabı çok basit. 


Muhammeden sonra hemen bir İKTİDAR SAVAŞI başlamış, ölen peygamberlerini bile doğru dürüst gömememişler. Adamlar dini, imanı, İslamı, Kuranı anında unutmuşlar;-) olsa da bu kitabın zamanla bölünmeler yol açacağı içeriğinden de belli. Kitapta bir yer "ak" derken diğer yerde "kara" demektedir. Kuran yazarlarının söylediği gibi APAÇIK bir kitap değildir. Mesela Kuranda bir yerde "senin dinin sana, benim dinim bana" der, "dinde zorlama olmaz" der. Birkaç sayfa ilerde "kafirleri gördüğün yerde öldür", "kendi eliyle cizre verinceye kadar savaş" der.
Hangisi doğru? Hangisini yapacağız?


(Yaşadıysa) Muhammed tek otorite ve peygamber olduğundan onun söyledikleri doğru kabul ediliyordu. Ama o öldükten sonra kimin sözlerine yüzde yüz güvenilebir? "ALİMLERE SOR" yazıyormuş Kuranda. Senin aliminle benim alimim bir mi? Arabın alimiyle, Afrikalının alimi bir mi? Alim denilen insanlar Muhammeden yüzlerce yıl sonra yaşayıp Kuranı değişik değişik yorumlayan insanlar.  Dünyayı bir öküzün boynuzunda sanan insanlar. Hangi alime güveneceğiz? Neden senin inandığın alim doğru yorumluyor olsun? 


Kuran kendi içinde tutarsız olduğundan ve yazıldığı gibi apaçık olamadığından, birileri "ak" derse devamlı bir "karşı görüş" olup "kara" diyecektir. Birileri "Muhammedi örnek al(hadislere inan)" derken başkaları "sadece Kuran yeter" diyecektir. Çünkü Kuranda her iki kelime de geçmektedir. Birileri "senin dinin sana, benim dinim bana" derken diğerleri kafir öldürmek için İSİDe üye olacaktır. 
Bu ne yazıkki kitabın fıtratında var. 
Her türlü yorumu yapan ALİMLER devamlı bulunacaktır.


Mekkenin etrafına, Araplar anlasın diye ARAPÇA inen APAÇIK kitabı, Mekkenin etrafında değilde binlerce km uzağında oturan ve Arapça bilmeyen TÜRKÜN alimlere(hangi alimlere ise?) sorarak İslamı, Kuranı anlayabilen Araplardan daha doğru yaşayabilmesi süper bir şey :-))) 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 166
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

 

Müslüman arkadaş "Kuran hiçbir dile çevrilemez" diyor.

Neden? 
Ben, müslüman arkadaşın Kurandaki mantıksızlıkları/saçmalıkları açıklayamadığından böyle bir söz söylüyor olduğunu düşünüyorum.
Çünkü beynin kullanıp biraz düşünebilse cevabını kutsal sandığı kitapta kolayca bulabilir ve bir de mantık süzgeçinden geçirebilse her şey APAÇIK ortaya çıkar.
Kurana bakalım.
Kitapta Kuranın Mekke ve etrafına, anlaşılsın diye ARAPÇA ve APAÇIK bir kitap olduğu yazar.
Bu kadar basit!!!!


Hadi bizim Türk müslüman bu kitap kendine gönderilmediği halde bu Arap kitabına inanıyor ve bu Arap dinini (tercüme edilebildiği kadar) yaşamaya çalışıyor. Sünnete inanlar deve sidiğini şifalı felan sayıyor ama bu ayrı konu. (Muhammed Türkiyede yaşasa sanırım eşek sidiğini şifalı bulurdu)
Şimdi Türkler bu kitabı anlayamıyor, Allah bunlara anlayamayacakları bir kitap göndermiş. Peki bu kitabı kim anlayabilir? Araplar! Ama onların da hali ortada. İslam anlayışları da ortada!!! Türk müslümanlarının, Arap İslamını onaylayacağını sanmıyorum.


Ama
"Belki bu günün Arapları anlayamıyordur, biraz gerilere gidelim" diyeceğim ama bir şey değişmiyor. Muhammed öldükten hemen sonra bölünmeler, savaşlar başlamış! O zamanın insanları da mı anlayamamış bu APAÇIK olan ARAPÇA kitabı?
Muhammede en yakın ve İslamı Muhammedden öğrenmiş insanlar birbirleriyle neden savaşa başlamışlar?
Aslında bu sorunun da cevabı çok basit. 


Muhammeden sonra hemen bir İKTİDAR SAVAŞI başlamış, ölen peygamberlerini bile doğru dürüst gömememişler. Adamlar dini, imanı, İslamı, Kuranı anında unutmuşlar;-) olsa da bu kitabın zamanla bölünmeler yol açacağı içeriğinden de belli. Kitapta bir yer "ak" derken diğer yerde "kara" demektedir. Kuran yazarlarının söylediği gibi APAÇIK bir kitap değildir. Mesela Kuranda bir yerde "senin dinin sana, benim dinim bana" der, "dinde zorlama olmaz" der. Birkaç sayfa ilerde "kafirleri gördüğün yerde öldür", "kendi eliyle cizre verinceye kadar savaş" der.
Hangisi doğru? Hangisini yapacağız?


(Yaşadıysa) Muhammed tek otorite ve peygamber olduğundan onun söyledikleri doğru kabul ediliyordu. Ama o öldükten sonra kimin sözlerine yüzde yüz güvenilebir? "ALİMLERE SOR" yazıyormuş Kuranda. Senin aliminle benim alimim bir mi? Arabın alimiyle, Afrikalının alimi bir mi? Alim denilen insanlar Muhammeden yüzlerce yıl sonra yaşayıp Kuranı değişik değişik yorumlayan insanlar.  Dünyayı bir öküzün boynuzunda sanan insanlar. Hangi alime güveneceğiz? Neden senin inandığın alim doğru yorumluyor olsun? 


Kuran kendi içinde tutarsız olduğundan ve yazıldığı gibi apaçık olamadığından, birileri "ak" derse devamlı bir "karşı görüş" olup "kara" diyecektir. Birileri "Muhammedi örnek al(hadislere inan)" derken başkaları "sadece Kuran yeter" diyecektir. Çünkü Kuranda her iki kelime de geçmektedir. Birileri "senin dinin sana, benim dinim bana" derken diğerleri kafir öldürmek için İSİDe üye olacaktır. 
Bu ne yazıkki kitabın fıtratında var. 
Her türlü yorumu yapan ALİMLER devamlı bulunacaktır.


Mekkenin etrafına, Araplar anlasın diye ARAPÇA inen APAÇIK kitabı, Mekkenin etrafında değilde binlerce km uzağında oturan ve Arapça bilmeyen TÜRKÜN alimlere(hangi alimlere ise?) sorarak İslamı, Kuranı anlayabilen Araplardan daha doğru yaşayabilmesi süper bir şey :-))) 

 

 

Müslümanlardaki yanlış kalpleriyle düşünmeye çalışmak. Kalp yerine beyinlerini kullanmaya başlayınca bu harika bilgilerden yararlanacaklar. Senin kitabın senin olsun, benim hayatı yaşamak için uyduruk kitaplara ihtiyacım yok diyip, kutsal dedikleri kitaplarını çöpe atacaklar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
 

Müslüman arkadaş "Kuran hiçbir dile çevrilemez" diyor.

Neden? 
Ben, müslüman arkadaşın Kurandaki mantıksızlıkları/saçmalıkları açıklayamadığından böyle bir söz söylüyor olduğunu düşünüyorum.
Çünkü beynin kullanıp biraz düşünebilse cevabını kutsal sandığı kitapta kolayca bulabilir ve bir de mantık süzgeçinden geçirebilse her şey APAÇIK ortaya çıkar.
Kurana bakalım.
Kitapta Kuranın Mekke ve etrafına, anlaşılsın diye ARAPÇA ve APAÇIK bir kitap olduğu yazar.
Bu kadar basit!!!!


Hadi bizim Türk müslüman bu kitap kendine gönderilmediği halde bu Arap kitabına inanıyor ve bu Arap dinini (tercüme edilebildiği kadar) yaşamaya çalışıyor. Sünnete inanlar deve sidiğini şifalı felan sayıyor ama bu ayrı konu. (Muhammed Türkiyede yaşasa sanırım eşek sidiğini şifalı bulurdu)
Şimdi Türkler bu kitabı anlayamıyor, Allah bunlara anlayamayacakları bir kitap göndermiş. Peki bu kitabı kim anlayabilir? Araplar! Ama onların da hali ortada. İslam anlayışları da ortada!!! Türk müslümanlarının, Arap İslamını onaylayacağını sanmıyorum.


Ama
"Belki bu günün Arapları anlayamıyordur, biraz gerilere gidelim" diyeceğim ama bir şey değişmiyor. Muhammed öldükten hemen sonra bölünmeler, savaşlar başlamış! O zamanın insanları da mı anlayamamış bu APAÇIK olan ARAPÇA kitabı?
Muhammede en yakın ve İslamı Muhammedden öğrenmiş insanlar birbirleriyle neden savaşa başlamışlar?
Aslında bu sorunun da cevabı çok basit. 


Muhammeden sonra hemen bir İKTİDAR SAVAŞI başlamış, ölen peygamberlerini bile doğru dürüst gömememişler. Adamlar dini, imanı, İslamı, Kuranı anında unutmuşlar;-) olsa da bu kitabın zamanla bölünmeler yol açacağı içeriğinden de belli. Kitapta bir yer "ak" derken diğer yerde "kara" demektedir. Kuran yazarlarının söylediği gibi APAÇIK bir kitap değildir. Mesela Kuranda bir yerde "senin dinin sana, benim dinim bana" der, "dinde zorlama olmaz" der. Birkaç sayfa ilerde "kafirleri gördüğün yerde öldür", "kendi eliyle cizre verinceye kadar savaş" der.
Hangisi doğru? Hangisini yapacağız?


(Yaşadıysa) Muhammed tek otorite ve peygamber olduğundan onun söyledikleri doğru kabul ediliyordu. Ama o öldükten sonra kimin sözlerine yüzde yüz güvenilebir? "ALİMLERE SOR" yazıyormuş Kuranda. Senin aliminle benim alimim bir mi? Arabın alimiyle, Afrikalının alimi bir mi? Alim denilen insanlar Muhammeden yüzlerce yıl sonra yaşayıp Kuranı değişik değişik yorumlayan insanlar.  Dünyayı bir öküzün boynuzunda sanan insanlar. Hangi alime güveneceğiz? Neden senin inandığın alim doğru yorumluyor olsun? 


Kuran kendi içinde tutarsız olduğundan ve yazıldığı gibi apaçık olamadığından, birileri "ak" derse devamlı bir "karşı görüş" olup "kara" diyecektir. Birileri "Muhammedi örnek al(hadislere inan)" derken başkaları "sadece Kuran yeter" diyecektir. Çünkü Kuranda her iki kelime de geçmektedir. Birileri "senin dinin sana, benim dinim bana" derken diğerleri kafir öldürmek için İSİDe üye olacaktır. 
Bu ne yazıkki kitabın fıtratında var. 
Her türlü yorumu yapan ALİMLER devamlı bulunacaktır.


Mekkenin etrafına, Araplar anlasın diye ARAPÇA inen APAÇIK kitabı, Mekkenin etrafında değilde binlerce km uzağında oturan ve Arapça bilmeyen TÜRKÜN alimlere(hangi alimlere ise?) sorarak İslamı, Kuranı anlayabilen Araplardan daha doğru yaşayabilmesi süper bir şey :-))) 

 

 

Tercümeyi genel olarak harfi (lafzi) ve tefsiri (manevi) diye ikiye ayırmak mümkündür. Harfi tercüme, nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık olması şartıyla bir dildeki lafızları başka bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir. 

 

Bu tercüme şeklinde, asıl dildeki hiç bir kelime atılmaz. Kur'an-ı Kerim açısından bakıldığında harfi tercüme, "mütercimin kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur'an'ın her lafzının yerine tercüme edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması, Kur'an'ın kelime, ibare yahut nas cihetiyle Arapça'dan başka bir dile aktarılması" şeklinde tanımlanabilir.

 

Bu tür çeviri gerçekte bazı harf, fiil ve isimlerin manalarını karşılayıp karşılamadığına veya ne ölçüde karşılandığına bakılmaksınızın Kur'anı ibarelerin harfen nakline dayanır. Harfi tercümenin ilmi ve hukuki eserlerde kullanımı kolay ve pratik ise de edebi eserler ve özellikle Kur'an-ı Kerim açısından uygulanması son derece güç, hatta bazen imkansızdır.

 

Tefsiri tercüme, asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şekli özelliklerine bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak manaya itibar edilir; bazı tabirler atılabilir veya ilaveler yapılabilir. Bu tercüme tarzında mütercim, asıl dildeki ifadeleri iyice anladıktan sonra onların belirttiği manayı başka bir dile kendi üslüp ve ifadesiyle nakleder. Tefsiri tercümede tercümenin harf ve lafızlarında, cümle ve ibarelerinde, İcaz ve ıtnabında, hacim ve kapmasında asıl metne eşitlik şart olmadığı gibi, her harf ve kelimesinin tercüme edilmesi de zorunlu değildir.

 

Türkiye'de Kur'an-ı Kerim tercümesi yerine daha çok "meal" lafzı kullanılmakta olup bu tercihle yapılan tercümenin eksik ve yetersiz olduğu belirtilmekte ve Kur'an'ın yerini tutmadığına işaret edilmektedir.

 

Allah kelamı olan Kur'an'ın hakiki tercümesinin mümkün olmadığı ve bütün dünya dillerine biraz genişçe bir mealinin yapılarak Kur'an'ı bütün insanlığın anlamasına yardımcı olunması gerektiği de bilinmelidir.

 

Herhangi bir eserin dahi anlam ve içeriğinden hiçbir şey kaybetmeden başka bir dile çevrilmesi çok güç olduğuna göre Kur'an-ı Kerim'in tercümesi söz konusu edildiğinde bu güçlüğün ve onun doğurduğu sorumluluğun kat kat artacağı açıktır. Zira Allah'ın muciz kelamı olan Kur'an'ı fesahat, belagat, icaz ve üslubuyla başka bir dile çevirmek imkansızdır. Bununla birlikte Kur'an'ın bu özellikleri onun tercümesine engel değildir ve yüce mesajları dili ne olursa olsun her insana ulaşmalıdır. Tercüme, muciz belagat yönünü ifade etmese de asli manalarda saklı bulunan diğer icaz cihetlerini muhafaza edebilir.

 

Kur'an-ı Kerim, Araplar arasından seçilmiş bir Peygambere nazil olduğuna ve öncelikle onlara hitap ettiğine göre dilinin Arapça olması tabiidir. Ancak onun muhatapları yalnız Araplar değil bütün insanlardır. Zira Kur'an kendisini insanlar için hidayet kaynağı, şifa ve rahmet, öğüt, uyarıcı ve müjdeleyeci olarak tanıtır. 

(mesala bk. Yunus, 10/57; İsra, 17/82) Şu halde Kur'an'ı sadece Araplara hasretmek diğer insanların onun şifa, rahmet ve hidayetinden faydalanmasına engel olmak Allah'ın her şeyi kuşatan rahmetini (Araf, 7/156) daraltmak demektir.  

 

Bütün bunlar Kur'an'ın diğer dillere çevirilmesini gerektirir. Kur'an'ın evvelkilerin kitabında geçtiği (Şuara, 26/196) her millete mutlaka kendi dillerini bilen bir elçinin gönderildiğini (İbrahim, 14/4; İSra 17/15; Şuara, 26/208; Kasas, 28/59) belirten ayetler de onun tercüme edilmesinin lüzumunu ifade etmektedir. Evrensel bir özellik taşıyan her mesajın yaygınlaşmasının tek yolu budur. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'in tebliği vacip hükmünde olup onu Arapların dışındaki insanlara ulaştırmanın en pratik yolu tercüme olduğundan çeşitli dillere çevirilmesi gereklidir.

 

Hz. Peygamber (S.A.V) pek çok hadisinde kendisinden öğrenilenlerin başkalarına ulaştırılmasını istemiştir. (Müsned, II, 159, 214, 606; Buhari, Enbiya, 50) Ayrıca bazı davranış ve uygulamalarıyla Kur'an'ı tercüme etmenin gerekli olduğunu göstermiştir. Nitekim Bizans, İran, Habeşistan gibi ülkelerin hükümdarlarına tercüme edileceiğini bilerek içinde ayetler bulunan mektuplar göndermiştir. (Buhari, Ahbar, 4) Onun hayatından da ilahi emirleri bütün insanlara bildirmenin gereğine işaret eden husular tesbit etmek mümkündür:

 

Zeyd b. Sabit'e yabancı dil öğrenmesini emretmesi. (İbn Sa'd, II, 358-359) Kur'an'ın yedi harf üzerine indiğini belirterek onu öğrenip okumayı ümmeti için kolaylaştırması, Selman,ı Farisi'nin Fatiha süresini Farsça'ya çevirmesi ve bu çeviriyi Hz.Peygamber (S.A.V)'in menetmemiş olması yönündeki haberler (Serahsi, I, 37) bunlardan bazılarıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Boş tartışma....

 

AteislereCEvapveren falan filan...

 

Allah bir yalan, safi, katıksız, su götürmez, inkar edilemez bir hakikat, en emin olabileceğimiz hakikat, allahın bir yalan olduğu. Amanda ahmet, mehmet, mert, peygamber falan, bu yalanın etrafındaki aciz ufak yalanlar sadece... 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş


Ilk "tercüme hatasini" kim yapmis bakalim...


Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehum bi zulmin ulâike lehumul emnu ve hum muhtedûn(muhtedûne). Enam 82

 

Âmenû olan kimseler ve îmânlarını zulümle karıştırmayanlar, işte onlar (korkudan) emindirler. Ve onlar hidayete erenlerdir. 

İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır. 
İnananlar ve inançlarını haksızlıkla karıştırmayanlardır emîn olmaya hak kazananlar ve onlardır doğru yolu bulmuş olanlar. 
İman edip, imanlarını varlık sebebine aykırı davranarak karartmayanlar, işte onlardır, güven içinde olacak olan ve doğru yola ulaşmış olanlar. 
İman edenler ve imanlarını zulüm (gizli şirk) ile karıştırmayanlar. . . İşte güvende olma hakkı onlarındır. . . Doğru yolu bulanlar onlardır! 
İman edenler ve imanlarına şirk, baskı, zulüm, işkence, haksızlık, isyan ve inkâr bulaştırmayanlar, bunlara âlet olmayanlar, işte onlar güven içindedirler. Doğru, hak yolda, İslâm’da sebat edenlerdir 
İman edip, imanlarına en büyük zulüm olan şirki hiçbir şekliyle bulaştırmayanlar: işte onların hakkıdır emniyet ve onlardır her bakımdan hidayet üzere (doğru yolda) olanlar. 
İyman edib de iymanlarını bir haksızlıkla telbis etmiyen kimseler işte korkudan emîn olmak onların hakkıdır ve hidayete erenler onlardır 
İman edip de imanlarını herhangi bir zulümle kirletmeyenler var ya, güvende olma/güvenilir olma işte onların hakkıdır; doğruyu ve güzeli yakalayanlar da onlardır. 
Îmân edip de îmanlarını bir zulümle (şirkle) bulaştırmayanlara gelince, işte onlar var ya, kendileri için (ebedî azab korkusundan) emîn olmak vardır ve onlar hidâyete erenlerdir. 
Iman eden ve imanlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlar var ya; işte onlar, güven onların(hakkı)dır. Doğru yolu bulanlar da onlardır.
 


bi zulmin : zulümle

 

Ilk tercüme Kuranda yazdigi gibi "zulüm" derken bunun yaninda "zulüm" kelimesini degisik yorumlayanlar da olmus.
Neden acaba?

 

İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "İmân edenler, bununla berâber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte (ancak) onlardır ki korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir" (En'âm, 82) ayeti indiği zaman, bu ayet Müslümanlara çok ağır geldi ve: "Hengimiz nefsine zulmetmiyor? (mahvolduk)" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır, burada kastedilen o değil, şirktir. Lokman'ın oğluna olan şu sözünü işitmediniz mi?: "Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma, zira şirk büyük zulümdür" (Lokman, 13).
Buhari, İman 23; Enbiya 8, 41; Tefsir, En'âm 3; Tefsir, Lokman 1; İstitâbe 1,9; Müslim, İman 197, (124); Tirmizi, Tefsir, En'âm, (3029)


Zulümün ne demek oldugunu bilen Araplara bu ayet cok agir geliyor. 
Dinler "inanmak" ve "dogru davranmak" üzerine kuruludur (ve/veya yanlis davranmamak -hirsizlik yapmamamak gibi). Islamda (inanmanin yaninda) dogru davranislara mükafat olarak saraplar, ballar akan irmaklar ile cennet, yanlislari cezalandirmak icin atesli cehennem vardir.
Araplar inanmasina zaten Allaha inanmislar (ne şirki ise?!) ama  bu (yapma denilen davranis) "zulüm" ebedi gitmek istedikleri cennetin kapisini kapatiyor. Cennete girmeyi cok zorlastiriyor. Insanlar şok geciriyorlar! 
Neden?

 

İşte bunlar, Allah'ın hudutlarıdır ve kim Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat ederse, (Allah) onu altından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar ve bu, “Fevzul Azîm”dir (en büyük kurtuluştur). 
Ve kim Allah'a ve O’nun Resûl'üne isyan eder ve O'nun sınırlarını aşarsa, onu, içinde ebedî kalacakları ateşe koyar. Ve onun için "alçaltıcı azap" vardır. 

 

Simdiye kadar inanmak ve Muhammede itaat etmek, altindan irmaklar akan cennete gitmek icin yeterliydi! Simdi bir de "zulüm" yüzünden cehennemde yanma riski var!

 

Ve Muhammed, "tercüme hatasi" mi diyelim "kivirma" mi diyelim tam bilemiyecegim ama bu ayetin anlasilmaz oldugundan degil yapilmasi zor oldugundan anlamini degistiriyor. Ahlaki anlamini iceriginden atiyor.

Vay Muho vay

 

 

iyi günler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sadece Kuran'a bakarak geleneği hiç ziklemeyerek kendi yorumunu da katmayarak Davut'un şu ayette niçin tövbe ettiğini açıklayın Edip Yüksel'in müridi olacağım, hiç kendi yorumunuzu katmadan açıklayın. Ben bu ayetin Davut'un zinasına gönderme olduğundan eminim meselâ:

 

Sad Suresi: 

 

21 - Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı.

 

22 - Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşe düştü. Ona "Korkma!" dediler, biz iki davacıyız. Birimiz, birimize haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.

 

23 - Biri: "İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz dişi[\b] koyunu var, benim ise bir tek dişi[\b] koyunum var. Böyle iken: Onu da bana ver,[\b] dedi ve tartışmada beni yendi" diye anlattı.

 

24 - Davud dedi ki: "Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçekten bir cemiyette yaşayanların çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edip de salih amel işleyenler başka. Ama onlar da pek az." Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi sanmıştı. Hemen Rabbinden mağfiret diledi, rüku ederek yere kapandı, tevbe ile Allah'a yöneldi.[\b]

 

25 - Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık.[\b] Şüphesiz yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır.

 

 

26 - Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki,[\b] seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır.

21 - Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı.

22 - Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşe düştü. Ona  benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle 

tarihinde Desert Wind tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...