Jump to content

ACBÜZZENEB


Recommended Posts

YORUMLARINIZI BEKLİYORUM

1940’lı yıllarda Amerika’da yaşanan bir olay sonrasında İslam’ın konuyla ilgili görüşünü öğrenmek üzere Ömer Nasuhi Bilmen’in kapısını çalan Amerikalı bilim adamları, çıkan sonuç karşısında şok geçirirler.

1940’ların sonuna doğru Amerika’da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor.

Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için. Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar. Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor.

AMERİKALILAR İSLAM’A GÖRE TEST YAPTI ŞOK OLDU

Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar. Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor. Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar.

Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.

Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücün de buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.

Kaynak: Habeşli Bilal, Milli Gazete

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kuyruk sokumu kemiği zamanla çürüyüp erimez diye bir şey olamayacağı gibi.Kemiğin kan emip emmemeside tamamen palavradır. Anlatılan hikayede palavradır.

 Kuyruk sokumu Hayvanatın bittiği insanlığın başladığı yerdir.Malum İnsanın kuyruğu yoktur.Bu yüzden İnsanlık hayvanlığın sona erdirilmesi ile ortaya çıktığı için Acbüzzennep lafı müteşabihen sofiler tarafından söylenmiştir.

tarihinde yeniçeri53 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
1 hour ago, yeniçeri53 said:

Kuyruk sokumu kemiği zamanla çürüyüp erimez diye bir şey olamayacağı gibi.Kemiğin kan emip emmemeside tamamen palavradır. Anlatılan hikayede palavradır.

 Kuyruk sokumu Hayvanatın bittiği insanlığın başladığı yerdir.Malum İnsanın kuyruğu yoktur.Bu yüzden İnsanlık hayvanlığın sona erdirilmesi ile ortaya çıktığı için Acbüzzennep lafı müteşabihen sofiler tarafından söylenmiştir.

Alıntıdır. "Şempanzeler, akrabaları olan orangutan ve goril gibi iri yapılı ve kuyruksuz maymunlardır. "

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu blr şey değil!

 

Geçenlerde ABD'den bir bilim insanı ekibi tesadüfen Hz. Adem'in mezarını keşfetmiş. Kemikleri bir araya topladıklarında kemiklerin oluşturduğu iskeletin tam 100 karış boyunda olduğunu görmüşler. 

 

Üstüne üstlük Hz. Adem'in cinsel organının da tam 10 karış uzunluğunda olduğunu görünce şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuşlar. Keşif heyetindeki bayan bilim insanlarından bayılanlar olmuş.

 

Tüm bu buluntular müslümanların haberi olmasın diye masonlar tarafından çok gizli bir yerde saklanıyormuş.

 

Nabeeeeeeer?

Link to post
Sitelerde Paylaş
18 hours ago, osho said:

Alıntıdır. "Şempanzeler, akrabaları olan orangutan ve goril gibi iri yapılı ve kuyruksuz maymunlardır. "

O devrin düşünürlerinin genel kabulü anlamında belirtmiştim. Tevrattada Rab Tanrı ile güreşen Yakubun kuyruk sokumu kemiği incinir.Anlatılan Mükemmelliğe ulaşmak için İnsanın Olumsuz Duygu ve düşünceleriyle yaptığı mücadeledir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bunu da mı Yahudiler'den çaldınız yeter artık. 

 

 

http://www.sacred-texts.com/jud/loj/loj406.htm

 

Süleyman'ın wisdomı (bilgeliği kısmı):

 

During the lifetime of David, when Solomon was still a lad, he had settled another difficult case in an equally brilliant way. A wealthy man had sent his son on a protracted business trip to Africa. On his return he found that his father had died in the meantime, and his treasures had passed into the possession of a crafty slave, who had succeeded in ridding himself of all the other slaves, or intimidating them. In vain the rightful heir urged his claim before King David. As he could not bring witnesses to testify for him, there was no way of dispossessing the slave, who likewise called himself the son of the deceased. The child Solomon heard the case, and he devised a method of arriving at the truth. He had the father's corpse exhumed, and he dyed one of the bones with the blood first of one of the claimants, and then of the other. The blood of the slave showed no affinity with the bone, while the blood of the true heir permeated it. So the real son secured his inheritance.

 

 

tarihinde Desert Wind tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, Desert Wind yazdı:

Bunu da mı Yahudiler'den çaldınız yeter artık. 

 

 

http://www.sacred-texts.com/jud/loj/loj406.htm

 

Süleyman'ın wisdomı (bilgeliği kısmı):

 

During the lifetime of David, when Solomon was still a lad, he had settled another difficult case in an equally brilliant way. A wealthy man had sent his son on a protracted business trip to Africa. On his return he found that his father had died in the meantime, and his treasures had passed into the possession of a crafty slave, who had succeeded in ridding himself of all the other slaves, or intimidating them. In vain the rightful heir urged his claim before King David. As he could not bring witnesses to testify for him, there was no way of dispossessing the slave, who likewise called himself the son of the deceased. The child Solomon heard the case, and he devised a method of arriving at the truth. He had the father's corpse exhumed, and he dyed one of the bones with the blood first of one of the claimants, and then of the other. The blood of the slave showed no affinity with the bone, while the blood of the true heir permeated it. So the real son secured his inheritance.

 

 

Üstat coşturuyorsun yine :ders:

Link to post
Sitelerde Paylaş
On ‎7‎.‎9‎.‎2017 at 21:43, ogzygt yazdı:

Kuyruk sokumu kemiğinin (koksiks) tıbbi tedavilerle geçmeyen ağrılı rahatsızlıklarında ameliyatla çıkarılıp alınabilir ( Coccygectomy ). Birkaç defa yapmışlığım vardır. Çıkarılan kemik de çöpe atılır..

 

Çıkardığınız kuyruk sokumu kemiğimi atmayın, bakayım çocuklarım gerçekten benden mi bakacağım diyen müslüm olursa şaşmayacaksın demek ki... Şu anlatılan deli saçmasına göre öyle oluyor! Adam verin benim kuyruk sokumumu diye tutturabilir! La git genetik test yaptır desen anlamayacak demek ki! Daha ne salaklıklar duyacağız bunlardan ne bileyim... Bunların saçmalarına şaşırmamaya hâlâ alışamadım. Ne kadar salak olduklarını yine de unutup her salaklık yaptıklarında bu kadar salak insanlar da var mı diye hâlâ şaşırabiliyorum.
 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir ayrıntı var: Desert'in verdiği metinde herhangi kemikten bahsedilirken Müslümler kuyruk sokumundan bahsediyorlar.

 

Tipik efsane güncelleme tavrı! Bu safsatayı denemeye kalkışan olursa salakça bir safsataymış demesin, "heralde kemiğin işe yarayan kısmını bulamadım" desin diye salakça bir önlem!

 

Hayır şimdi ben bunlara salak demekte haksız mıyım! Salak olmasalar niye salak diyeyim? Apaçık salak bunlar. Şöyle salakça abuk sabuk saçma sapan yalanlarla saçma sapan inançlarını ayakta durmaya çalışanlara başka ne denir? Salak. Süzme hem de!

 

Böyle bir şey olsa derhal tıp literatürüne alınacağını düşünemeyecek kadar çifte süzme salaklar. Daha bunların ne zırvaları var. Sineğin bir kanadında zehir, bir kanadında panzehir varmış da bilmem ne de... Yahu bildiğin salak değilse bunlar ne o zaman? Birisi bana açıklasın da haaa salak değillermiş özür dilerim diyeyim yahu! Hayır salak olunca ne diyeceksin salak demekten başka? Apaçık salak! Aptal yani bildiğin, idyot!

 

Ben müslümken bu safsataları duyardım da sesimi çıkarmazdım ama içimden hep bir ses senin bu salakların arasında ne işin var diye sorardı, o sesi bastırır, sustururdum. Bunların bu safsatalarına hiç bir zaman inanmadım. Ya benim suçum günahım neydi de bu salakların içinden çıktım ben ya? Niye eskimo olmadım, niye Japon olmadım şu safsatayı ömrümde hiç duymamış olaydım ne vardı ya! Eğer reenkarnasyon olsaydı bir dahaki hayatımda şu safsata dinin adını sanını hiç duymadığım bir hayat isterdim.

 

Sadece Kurancılara takıldım en son da hah yahu hayat varmış dedim önce. Saçma sapan bir sürü zırvadan bir anda kurtulmuştum. Kuran'dan başka bir şeyi kabul etmemek ilk anda çok ferahlık vermişti. Fakat çok az zaman geçti, bir iki ay anca. Oturup Kuran'da ne yazıyor dikkatli ve ayrıntılı inceleyince... :lol: Film orada koptu. Kuran'ı okuduğumdan beri ateistim. :D  

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, democrossian yazdı:

Bir ayrıntı var: Desert'in verdiği metinde herhangi kemikten bahsedilirken Müslümler kuyruk sokumundan bahsediyorlar.

 

Tipik efsane güncelleme tavrı! Bu safsatayı denemeye kalkışan olursa salakça bir safsataymış demesin, "heralde kemiğin işe yarayan kısmını bulamadım" desin diye salakça bir önlem!

 

Hayır şimdi ben bunlara salak demekte haksız mıyım! Salak olmasalar niye salak diyeyim? Apaçık salak bunlar. Şöyle salakça abuk sabuk saçma sapan yalanlarla saçma sapan inançlarını ayakta durmaya çalışanlara başka ne denir? Salak. Süzme hem de!

 

Böyle bir şey olsa derhal tıp literatürüne alınacağını düşünemeyecek kadar çifte süzme salaklar. Daha bunların ne zırvaları var. Sineğin bir kanadında zehir, bir kanadında panzehir varmış da bilmem ne de... Yahu bildiğin salak değilse bunlar ne o zaman? Birisi bana açıklasın da haaa salak değillermiş özür dilerim diyeyim yahu! Hayır salak olunca ne diyeceksin salak demekten başka? Apaçık salak! Aptal yani bildiğin, idyot!

 

Ben müslümken bu safsataları duyardım da sesimi çıkarmazdım ama içimden hep bir ses senin bu salakların arasında ne işin var diye sorardı, o sesi bastırır, sustururdum. Bunların bu safsatalarına hiç bir zaman inanmadım. Ya benim suçum günahım neydi de bu salakların içinden çıktım ben ya? Niye eskimo olmadım, niye Japon olmadım şu safsatayı ömrümde hiç duymamış olaydım ne vardı ya! Eğer reenkarnasyon olsaydı bir dahaki hayatımda şu safsata dinin adını sanını hiç duymadığım bir hayat isterdim.

 

Sadece Kurancılara takıldım en son da hah yahu hayat varmış dedim önce. Saçma sapan bir sürü zırvadan bir anda kurtulmuştum. Kuran'dan başka bir şeyi kabul etmemek ilk anda çok ferahlık vermişti. Fakat çok az zaman geçti, bir iki ay anca. Oturup Kuran'da ne yazıyor dikkatli ve ayrıntılı inceleyince... :lol: Film orada koptu. Kuran'ı okuduğumdan beri ateistim. :D  

Ayıp olur bir şeyleri değiştirelim demişler Kuran'ı yazanlar da çoğu zaman böyle. :)

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 years later...
On 10.09.2017 at 09:49, democrossian yazdı:

Eğer reenkarnasyon olsaydı bir dahaki hayatımda şu safsata dinin adını sanını hiç duymadığım bir hayat isterdim.

 

(Forum'da yeniyim. Alıntı yaptığım bu inanç tümünüzün inandığı ortak bir değer midir? bilmiyorum. Eğer 'ortak' ise hepinizin sözlerime karşı çıkacağı açıktır.)

 

Üzgünüm ama var'dır reenkarnasyon... Bu konuda pek çok kitap bulabilirsiniz.

 

Ve her ne kadar size kabul etmiyor olsanız da Kuran'da da reenkarnasyonun varlığına dair pek çok ayet vardır. Cahillerin meallerine aldırış etmemenizi/kanmamanızı öneririm.

Kuran'ın kökeni hakkında tartışmaya girmek gibi bir niyetim yok, çünkü "inanç" konusu bireyin elinde olan bir şey değildir :) (Rum 30)

 

Sadece; reenkarnasyonun var olduğuna inanarak hayatı tekrar değerlenmek sizde farklılık yaratabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu kemiğe kutu olarak tasvir edebiliriz, ruhun bedene girdiği oda olarak anlatabiliriz. Tasavvufta durum bir kaç şekilde anlatılmaktadır..

 

Nurun meselesi, bir odaya giren ışığa benzer.  O ışık, bir camın(Fanus ve ampul gibi)  içindedir. o cam(fanus ve ampul) sanki parlak yıldızlar gibidir, kendi kendine yanar durur. Kat kat nurdur. ‘’ (Nur Ayeti)

 

 

Bedeni kafese, ruhu ise kuşa benzetirler. Bu güzel teşbihten alacağımız çok dersler var. Bunlardan birkaçı:

Beden ruh içindir, ruh beden için değil.

Kafesin boyanmasıyla kuş güzelleşmez. Beden sıhhati de ruhun olgunluğuna delil olamaz.

Kafesi büyütmekle kuşu geliştirmiş olamazsınız. Onun büyüme yolu daha başkadır.

Kuş, kafesten dışarıyı seyreder, ama gören kafes değildir.

“Göz bir hassedir ki; ruh, bu âlemi o pencere ile seyreder.” (Sözler)

Kuşsuz kafesi kimse evinde barındırmaz. En yakınımızı bile ölümünden sonra kaç gün misafir ediyoruz?

Kuş kafesten önce de vardı, kafesten uçtuktan sonra da varlığını devam ettirir.

 

Şu koca kâinat sarayı, ruh için bir oda gibi. Beden ise kafes. Ruh kafesten uçtuğu gibi, saraydan da çıkar gider, daha geniş âlemlere kavuşmak üzere.

Kafeste boğulmayan, odaya aldanmayan, kendini unutmayan ruhlara müjdeler olsun!...

tarihinde gokselbakkal tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Vahdet-i vücûd; ‘varlığın birliği’ ve ‘varlıkta birlik’ anlamında bir tasavvuf terimidir. Bu bağlamda Tanrı-âlem-insan ilişkilerini açıklayan düşünce sistemidir. Muhyiddin İbn Arabî tarafından sistemleştirilmiştir. Bunu İbn Arabî’nin değil öğrencilerinin sistemleştirdiğini söyleyenler de olmuştur.

Vahdet-i vücûd öğretisi Allah’ın varlığının zorunluluğu ilkesine dayanır ve varlığın “mümkün” ve “zorunlu” diye yapılan ayrımına karşı bir teoridir. Nitekim İbn Arabî’nin, “Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır.” sözü bunu göstermektedir. Genel hatlarıyla vahdet-i vücûd; Allah’ın tek varlık olduğu, evrenin Allah’ın dışlaşmış biçimi ve yansıması, Allah’ın da evrenin özü olduğu düşüncesidir. (Ayrıntı için bkz: Ekrem Demirli, “Vahdet-i Vücud”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, ? 42, s: 431 vd.; Ahmet Özalp, “Vahdet-i Vücud”, Şamil İslam Ansiklopedisi, ? 8, s. 166 vd.)

Vahdet-i vücûd inancında tek varlık olarak Allah kabul edilmekte, bunun dışındaki varlıklar ise Allah’ın tezahür ve tecellisi sayılmaktadır. Oysa Allah Teala yarattığı her şeyi ayrı ve gerçek varlıklar olarak yarattığını bildirmiştir. Nitekim birçok ayette “…Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur…” (Bakara, 2/255, 284; Nisâ, 4/131; Yunus, 10/155; Lokman, 31/26) buyurarak bunların gerçek ve ayrı birer varlık olduğunu söylemiştir. Bizim varlığımız da gerçek bir varlıktır. Konu ile ilgili çok sayıda ayetten ikisi şöyledir:

“Allah’ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları, gerçek olarak ve belirli bir süre için yarattığını kendi kendilerine düşünmezler mi? Doğrusu insanların çoğu, Rablerine kavuşacaklarını inkâr ederler.” (Rûm, 30/8)

“Allah, gökleri ve yeri bir gerçek olarak yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.” (Câsiye 45/22)

Aynı zamanda O, bizlere doğru yolu göstermek için yarattığı şeylerde işaretler var etmiştir. Bir ayette şöyle buyurulmuştur:

“Biz yakında belgelerimizi, her yerde olduğu gibi, kendi üzerlerinde de göstereceğiz. Artık Kur’an’ın doğru olduğu onlarca da anlaşılsın diye. Senin Rabbinin her olana bitene tanık olması yetmez mi?” (Fussilet, 41/53)

Çevremize baktığımızda elbette Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini kavrarız; ama onları Allah’ın birer parçası veya bizzat kendisi olarak görmek yanlıştır.

Sonuç olarak vahdet-i vücûd denen ve insanı Allah’ın bir parçası sayan inanç, hiçbir şekilde kabul edilemez. 

tarihinde gokselbakkal tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...