Jump to content

İslâmda aklın kullanımı husûsu.


Recommended Posts

Bilindiği üzere kültür dindarı bir müslüman İslâm söz konusu olduğunda sürekli sağdan-soldan işittiğini veya ezberini tekrarlar durur. Hele mevzû akıl ise dokunmayın"Hasanım"a... Kur'anda akıl ile alâkalı ne kadar çok âyet olduğundan dem vurur. Bunları referans alarak İslamda aklın öneminden bahseder; vs, vs... Halbuki o öve öve göklere çıkardığı akıl bugün tüm hastalıklara çare bulsa, dünyadaki bütün savaşlara son verse, her yer daha şimdiden Cennet misâli olsa, Muhammed'e biat etmemişse, tüm yaptıkları boşa gitmiştir. İslamda aklın önemi Muhammed'e biat düzeyi ile sınırlıdır.

 

Gerçekten de Kur'anda akla gönderme yapan epey âyet var.

Birkaçını sıralayalım:

 

Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.  (RA'D SURESİ / 4)
 

 

Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.  (NAHL SURESİ / 12)[

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.  (AL-İ İMRAN SURESİ / 190)

 

İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; ki akıl erdiresiniz.  (BAKARA SURESİ / 242)

 

Şimdi bunları okuyan müslüman, "E, ne güzel işte. Allah insanlara düşünmelerini, tefekkür etmelerini öğütlüyor.Ne var bunda ?" diyerek itiraz edebilir.

Ben de itiraz etmiyorum.

Sorgulamak, araştırmak düşünmek insanın ufkunu açar.

 

Da...

 

Bu âyetlerin muhatabı kim ?

Çünki Kur'an ateistlere, deistlere, agnostiklere hitâbetmez.

Muhatap genelde "müşrik" diye yaftalanan Araplar ve Ehl-i Kitaptır.

Ehl-i Kitap Allah'a inanır.

Müşrikler de öyle.

İnanmayan, Kur'adaki Akebut: 61-63'e, Zuhruf: 87'ye ve Mü'minûn: 84-85-86-87-88 ve 89'a baksın bir.

Müslümanların müşrik diye niteledikleri Araplar tek yaratıcı olarak kimi görüyorlarmış ?

Ha, putlar mı ?

Onlara neden saygı gösterdiklerini Kur'an söylesin bize...

 

"O'nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz" derler." (Zümer: 3)

 

Demek ki neymiş ?

Araplar putları yaratcı değil, şefa'atçi olarak biliyormuş.

Mevzu İslam olunca o derece daldan dala atlamalar var ki, siz istemeseniz de konu dağılıyor.

Akıldan başladık, putlara geldik.

Ne diyorduk ?

İslâm akla önem veriyor(muş)

Peki ama; nereye kadar ?

Bu sorunun cevabını da Kur'an versin.

 

"Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, "işittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Nur: 51)

 

E, artık Kur'an sözü üzerine söz etmek bize yakışmaz.

Değil mi ya ?

tarihinde Vefik Sâmi tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

O kadar çelişkiler varki hayret verici ve çok cahil bir zihniyet bu yazan insanın nasıl düşündüğünü ve insanları nasıl manipüle etmesini gösteriyor.

Ben islam'ı bir oda'ya benzetiyorum oda'nın içinde ne varsa onları bilirsin, diyer oda'da ne var bilmek istemezsin ve bilmezsin yani kur'an çok basit ve sabit bir bilgi veriyor.

Her şeyi bilime borçlüyüz hocalara değil, muhammed'e değil, araplara değil!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kuranın içeriğine ne yazıyorsa katılacaksınız.Ne yazıyorsa doğru ve gerçek olarak göreceksiniz.Kuranın içeriğinde tek bir yanlış bulma seçeneğiniz bile yok diyen,bulursanız Allah sizi yakar,size zakkum yedirip,irin içeren bir anlayış nasıl akla önem verebilir ki.İslam karşıtlığını,Kuran eleştirisini de bozgunculuk olarak gören bir anlayış var ortada.Bu anlayış boyun eğilmesini ister.Başka bir olasılıklı mı var.

 

Akıl etmez misiniz?

Nasıl akıl etmiş oluruz?

Kuranın içeriğinde ne yazıyorsa katılıyorum.Kuranın içeriğinde ne yazıyorsa doğru ve gerçektir.Kuranın içeriğinde tek bir yanlış bile yoktur diyin.Bu çağrıyı işitin ve boyun eğin.

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kierkegaard diye bir düşünür var.. adam hayatını ''Tanrı ve iman'' konusuna adamış resmen. akıl-iman /iman-şüphe ilişkisi üzerine çok güzel tespitleri var. sırf imanımı kaybetmemek adına bu adamı okudum. bir kaç yılda onun düşünce ve mantalitesi ile de imanıma tutunmaya çalıştım. ancak adamı iyice bir anlayınca onunda dediği TESLİMİYET. hepsi bu kadar.  o sadece akıl ve imanın neden uyuşmayacağını,şüphenin normal hatta iman alanında faydalı olduğunu falan temellendirmiş. çok zeki adam bunlarıda güsel yapılandırmış. ancak yapacak bişi yok. akıl iman ile bir arada bulunamıyor.. kierkegaard dürüst bir adam olduğu için fideizmi temellendirmeye harcamış enerjisini bizim hocalar gibi kıvırmaya,yalana ve kelime oyunlarına girmemiş..

tarihinde Burakey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
14 saat önce, Vefik Sâmi yazdı:

İslâm akla önem veriyor(muş)

Peki ama; nereye kadar ?

Bu sorunun cevabını da Kur'an versin.

 

"Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, "işittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Nur: 51)

 

E, artık Kur'an sözü üzerine söz etmek bize yakışmaz.

Değil mi ya ?

Ayeti öncesi ve sonrasıyla okursanız az çok ne kast ettiğini anlarsınız. Burada kast edilen hevasına uymadığı için Allah ın ve rasulünün hükmünü beğenmeyen tipler. Akılla bir alakası yok.

 

45 - Allah, her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki yağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yapar; çünkü Allah her şeye kâdirdir.

46 - Andolsun biz (her şeyi) apaçık bildiren âyetler indirdik. Allah dilediğini doğru yola iletir.

47 - Bir de "Allah'a ve Resulüne inandık ve itaat ettik" diyorlar da, sonra bunun arkasından yan çiziyorlar; bunlar mümin değillerdir.

48 - Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, bakarsın ki, içlerinden birkısmı yüz çevirip dönerler.

49 - Ama, eğer (Allah ve Resulünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona, gönülden bağlı olarak saygı ile gelirler.

50 - Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe ve tereddüd içinde midirler? Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!

51 - Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak "işittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.

52 - Her kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.

 

Kuran'da akıl kötülenmez. Gözlem de kötülenmez. Bunları kullanman için sana veren Allah, bunları neden kötülesin?  Akıl, Gözlem, Sezgi ... bunların hepsi vahyin türleridir. Doğru tanımlandığında ve doğru kullanıldığında (imkanlarını ve sınırlarını bilerek ve terbiye ederek) kişiyi doğruya götürür. Biri diğerini yok sayarsa ya da yok etmeye kalkarsa ortaya dengesizlik ve dalalet çıkar. Çünkü hiç biri kendi varlığını ve doğruluğunu açıklamaya kendi başına yetmez. Birbirlerinden faydalanırlar, birbirlerini doğrulama yöntemi olarak kullanırlar. Hepsinin muhtaç olduğu temel ise inançtır. Bu forumda da bir kez daha ikrar ettim ki inançsız insan yok.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İslamın akıl etmez misiniz demesi boyun eğmez misiniz,beyninizi paket halinde gelen dogmalara tutsak etmez misiniz,kuranın içeriğinde ne yazıyorsa katılıyorum demez misiniz anlamına gelir.Bunu kabul edersen aklını kullanmış biri olursun.Bunu kabul etmezsen de,sorgulamalar seni İslamdan çıkarttıysa da aklını kullanmayan bir akılsız olursun.

 

Allaha,meleklere,cinlere,şeytana,adem ile havvaya,yarılan denize,balığın içinde günlerce yaşayan birine,yılana dönüşen asaya,Kuranda geçen diğer mitolojik öge ve olaylara inanmadın mı hem akılsız,hem de kafirsin.Ama gel gör ki kafir olabilmek için ortada üstü örtülen,yalanlanan bir gerçek olmalıdır.İslam ilgisiz ve yersiz yaftalamada bulunmaktan,kara çalmaktan,yalan söylemekten kaçınmaz.İslama girmenin birinci koşulu da yalan söylemeyi kabul etmekten geçer.

 

Kuranın modeli düz bir dünya ve 7 katlı gök modeli,bu yanlış mı dedin kafir ve akılsızsın,kurana göre yer ve gökler 6 günde yaratılmıştır,bu yanlış mı dedin kafir ve akılsızsın,göğün oturulabilir yerlerine oturup melekleri dinleyen cinlerin alev toplarıyla vurulması bir masaldır mı dedin akılsızsın,yıldızlarla şeytan mı taşlanır,bu ne saçmalık mı dedin kafir ve akılsızsın,mitolojik bir varlık şeytana inanacaksın,birde bunun koca koca yıldızlarla taşlandığına inanacaksın ve bunlara inanmayanlara ortada üstü örtülen,yalanlanan bir gerçek olmadığı halde kafir diyip yalan söyleyecek,kara çalacaksın ki aklını kullanan biri ol.

 

İslamın akıl kullanmak derken söz ettiği bu işte.Paket halinde gelen dogma paketinin tüm içeriğine katılıyorum de.Bu dogma paketinin içeriğinde ne yazıyorsa doğru ve gerçektir,bu dogma paketinin içinde tek bir yanlış bile yoktur de.Görmediğin olayları görmüş gibi yalancı tanıklık yap,bunlara inanmayanlara da ortada üstü örtülen,yalanlanan bir gerçek olmadığı halde yalan söyleyerek,kara çal.Böylece aklını kullanmış biri olursun.

 

Ayrıca işte bu anlayış aslında kafirliğe neden olmaktadır.Kuranın içeriğinde ne yazıyorsa katılıyorum diyin,yoksa dinden çıkarsınız,inanmadan ölürseniz de sizi cehennemde sonsuza dek yakar,zakkum yedirir,irin içiririz diyen bir anlayış gerçeklerin üstünün örtülmesine,yalanlanmasına neden olur.Düşün Kuranı okuyorsun,bir yanlışlık,bir saçmalık gözüne çarptı,kabul edemeyeceğin buyruklar ve olaylar var.Ama Kuran sana ne diyor seve seve tüm içeriğimi gerçek ve doğru olarak görerek,katılıyorum diyeceksin.Tek bir yanlış bulma seçeneğin bile yok.Bunu kabul etmezsen de akılsız olursun,bir kafir olursun ve sonsuza dek yanarsın.

Link to post
Sitelerde Paylaş
2 saat önce, Yeni Üye yazdı:

Ayeti öncesi ve sonrasıyla okursanız az çok ne kast ettiğini anlarsınız. Burada kast edilen hevasına uymadığı için Allah ın ve rasulünün hükmünü beğenmeyen tipler. Akılla bir alakası yok.

 

Evvelâ bir tesbit yapalım ki münâkşaya zemin oluştursun. Bu takdirde tartışma, konu dışına çıkmadan sürer. Ben, kişilerin inancını, algısındaki İslâmı değil, bir doktrin olarak İslâmı eleştiriyorum. Kaynaklarım da Kur'an ve Hadisler. 1400 küsûr yıllık yaşanmış İslam yâni. Fahreddin er Râzi Tefsir-i Kebir miftahu'l Gayb adlı eserinde şunu der:

 

"Bir sûre veya âyetin sebeb-i nüzûlünün husûsuliği, o sûre ya da âyetlerdeki hükmün umûmiliğine mâni değildir. "

 

Evet, Nur 51'in öncesi Muhammed'e biat etiğini iddia edip de sonradan mızıkçılık edenlerle ilgili Ama; Nur 51'deki ifâde genel. İstisnâ kaydı yok. "İnandım" dedikten sonra yapılacak iş "İşittik ve itaat ettik" demek. Siz bırakın yan çizmeye çabalaynaları, dürüst ve samimi olarak soranlar, bu sorularıyla İslâm Peygamberini sıkıştıranlar hem 'âyet'le, hem de bizzat Muhammed tarafından uyarılmıştır.

 

Alıntı

“Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın. Eğer onları Kur'ân indirilirken sorarsanız size açıklanır..." (Maide, 5:101)

 

"Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz." 

 

Buhârî, İ'tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131

 

Kur'an pasajlarının anlaşılmasında "siyak-sibak" düsturu elbette mühimdir. Fakat; bu durumda mevzûyu sâdece âyetin öncesi-sonrası ile sınırlamak doğru değildir. İslâmıi doktirinin doğruluğunu savunma gayretinde olanların en mühim açmazı ellerinde bir münâkaşa vasatının olmamasıdır. Bâzen iddialarını doğrulama adına "siyak-sibak" der, bâzen de birâyeti hâkim kültürün anlayışına uydurma adına, tamâmen farklı bir zaman ve ortamda gelmiş başka bir âyetle açıklamayaçalışırlar. Şimdi siz lise ve dengi okullar için bir kitap yazsanız, I. Ünitede geçen bir durmu anlatmak için "Bknz VII: Ünite" deseniz ve bunu da sık tekrar etseniz, okuyan çocuklar sürmenaj olur. Gerçi istisnâen "Bknz. daha geniş bilgi için 677-682 shf" diyebilirsiniz. Ama bu durumu bir metod yaparak absürdleştiremezsiniz. Çünk; doğru olmaz.

 

2 saat önce, Yeni Üye yazdı:

Kuran'da akıl kötülenmez. Gözlem de kötülenmez. Bunları kullanman için sana veren Allah, bunları neden kötülesin?  Akıl, Gözlem, Sezgi ... bunların hepsi vahyin türleridir. Doğru tanımlandığında ve doğru kullanıldığında (imkanlarını ve sınırlarını bilerek ve terbiye ederek) kişiyi doğruya götürür. Biri diğerini yok sayarsa ya da yok etmeye kalkarsa ortaya dengesizlik ve dalalet çıkar. Çünkü hiç biri kendi varlığını ve doğruluğunu açıklamaya kendi başına yetmez. Birbirlerinden faydalanırlar, birbirlerini doğrulama yöntemi olarak kullanırlar. Hepsinin muhtaç olduğu temel ise inançtır. Bu forumda da bir kez daha ikrar ettim ki inançsız insan yok.

 

Benim "Kur'anda akıl kötülenir" diye bir iddiam oldu mu ? Neden söylemediğim şeyleri bana "cevap" verir gibi kullanıyorsunuz ? "Elçi" olduğu iddiasındaki hangi kişi insanların aklını devre dışı bırakarak amacına ulaşabilir ? Herkes illâ ki o aklı kullanacaktır. Burada aklın nasıl kullanıldığı önemlidir. İslâmda akıl, Muhammed'e kayıtsız ve şartsız itaatle yükümlüdür. Nitekim Hicretten kısa süre sönra Medinede yaşanan bir hâdise durumun vahâmetini gözler önüne serer.

 

Alıntı

2153- Enes (r.a) ile Hz. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:

“Peygamber (s.a.v.) hurma aşılaması yapmakta olan bir topluluğa uğramıştı. Onlara:

“Bunu yapmasanız daha iyi olur” buyurdu.

Enes der ki:

“Bunun üzerine hurmalar o sene, aşısız koruk çıkardılar. Resulullah (s.a.v.) onların yanına uğramıştı. Onlara:

“Hurmalarınıza ne oldu?” buyurdu. Onlar:

“Sen böyle böyle söylemiştin!” dediler. Resulullah (s.a.v.):

“Sizler dünya işinizi daha iyi bilirsiniz!” buyurdu.

 

İbn Mâce, Ruhun 15, 2471; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/152.

 

Görüldüğü üzere, Muhammed'in öyle her şeyi bilmediği ortaya çıkar. Çarpma işleminin sağlaması gibi, Muhammed'in isteğinin doğru olmadığı da ispat edilmiştir. Ama o, bu durumdan sâdece kendi alanı olan "elçilik" iddiasını ileri sürerek sıyrılmayı bilmiştir. Çünki; elçi olmadığınız müddetçe ; ahiretten, Cennet ve Cehennemden haber vermeniz mümkün değildir.

 

Bu arada sizi bulmuşken iki soru sorayım:

 

1 - İnanç ile iman kavramları aynı anlamda mı kullanılır, yoksa farklı mıdırlar ?

2 - Allah'a mı tapıyorsunuz yoksa güç'e mi  Allah'a tapmak ile güç'e boyun eğmek arasındaki kalın çizgiyi nasıl ifâde edersiniz ?

 

Saygılar.

tarihinde Vefik Sâmi tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
21 dakika önce, Vefik Sâmi yazdı:

Evet, Nur 51'in öncesi Muhammed'e biat etiğini iddia edip de sonradan mızıkçılık edenlerle ilgili Ama; Nur 51'deki ifâde genel. İstisnâ kaydı yok. "İnandım" dedikten sonra yapılacak iş "İşittik ve itaat ettik" demek. Siz bırakın yan çizmeye çabalaynaları, dürüst ve samimi olarak soranlar, bu sorularıyla İslâm Peygamberini sıkıştıranlar hem 'âyet'le, hem de bizzat Muhammed tarafından uyarılmıştır.

 

Alıntı

“Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın. Eğer onları Kur'ân indirilirken sorarsanız size açıklanır..." (Maide, 5:101)

 

"Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz." 

 

Buhârî, İ'tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131

 

Bu anlattığınız şeyin aklı kullanmayı sınırlamakla bir alakası yok, hocam. Şöyle düşünün, Allah insanı olan biteni doğru anlaması ve yorumlaması ve hayatına doğru bir istikamet çizmesi için gerekli olan melekelerle donatmış. Akıl, Vicdan vb. Son olarak kendimizde olanla bulamayacağımız kısımı da peygamberler aracılığıyla ve vahiyle bildirmiş. İnsanlar hazır vahiy alan birini bulmuşken fırsat bu fırsattır deyip aklına gelen her şeyi sorunca, bu ayet ve hadislerle uyarılmış. İnsanoğlunun bu özelliği bugün de devam ediyor. Sorularına cevap verecek birini bulduklarını düşündüklerinde anlamlı sorular kadar anlamsız sorular da soruyorlar maalesef. Bu durumun en bilinen bir örneği israiloğullarının kesmelleri emredilen inekle alakalı peşpeşe sordukları sorular. Bir inek kesin deniyor. Herhangi bir inek kesseler iş bitecek. Yok cinsi ne olsun, yok yaşı ne olsun, yok rengi ne olsun, saçma sapan ve anlamsız bir sürü sorunca hepsine de cevap geliyor. Müslümanlara edeb öğretiyor Kuran ve Peygamber. Size lazım olanı zaten ben bildiriyorum. Bildirmediğim detay şeyleri sormayın. Çünkü sorduğunuz her spesifik soru ve aldığınız her cevap mükellefiyetinizi daha da ağırlaştıracak. Aybaşı halini sorarsanız onun cevabını alırsınız. Nasıl sevişelim diye sorarsanız onun cevabını alırsınız. Seviş işte. Yok şurasını öpebilir miyim, yok burasını ısırabilir miyim, yok şu pozisyonda olur mu? Karıştırıp durma.

Link to post
Sitelerde Paylaş
48 dakika önce, Vefik Sâmi yazdı:

Bu arada sizi bulmuşken iki soru sorayım:

 

1 - İnanç ile iman kavramları aynı anlamda mı kullanılır, yoksa farklı mıdırlar ?

2 - Allah'a mı tapıyorsunuz yoksa güç'e mi  Allah'a tapmak ile güç'e boyun eğmek arasındaki kalın çizgiyi nasıl ifâde edersiniz ?

Ben otorite değilim. Neden özellikle bu soruları sorduğunuzu da bilmiyorum ama kendi anlayışıma göre izah edeyim. 

 

1) İnanç kalbin bir amelidir. Şüphenin zıddıdır. Yaklaşık olarak güvenmek demektir. Kalbi olan her insan bir şeye inanır. Her şeyden şüphe eden bir insan olamaz. İhsan Fazlıoğlu diye bir bilim tarihçisinin verdiği şu örneği manidar bulurum:

 

"Sinan Paşa, Fatih’in hocası ve veziri; biliyorsunuz çok zeki bir adam. 18 yaşında müderris olmuş. İstanbul kadısı olan âlim Hızır Bey’in oğlu... Bir gün babasıyla yemek yiyorlar; düşünceli ve durgun... Diyor ki, Hızır Bey:

- “Oğlum, hayırdır.”

- “Baba, her şeyden şüphe ediyorum. Şu tencere var mı, yok mu; ondan bile emin değilim.”

Alıyor Hızır Bey tencereyi, "Sen şüphelenmeye devam et" diyerek, Sinan Paşa'nın kafasına indiriyor..."

 

Şüphe entellektüel bir tavır olarak caziptir ama günlük hayat şüphe üzerine kurulamaz. Nasıl akıl sorgulamak, sebepleri ve mekanizmaları bilmek isterse Kalp te tatmin olmak ister. Hayatın yaşanabilir olması için kalbin tatmin olması gerekir. Şu örneği vereyim mesela. İnsan eşine güvenir ve onun sadakatine inanır. İnanmasa, hep şüphe duysa o kişi açısından evlilik devam edebilir mi? 

 

İman da ıstılahi(terminolojik) olarak Peygambere güvenmek ve onun getirdiklerini tasdik etmektir. Bu imanın giriştir tabii. İman da nihayetinde bilmeye(marifet) ulaşmak ister. 

 

2) Allah tan başka güç olmadığına göre Allah a mı tapıyoruz güce mi sorusu benim için çok anlamlı değildir. İkisi farklı değil ki zaten. Allaha mı tapıyorum, onun bilgisine mi? Onun iradesine mi? Onun rahmetine mi? Onun gücüne mi? Onun güzelliğine mi? benim için pek anlamlı değil bu sorular.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, Yeni Üye yazdı:

Ben otorite değilim. Neden özellikle bu soruları sorduğunuzu da bilmiyorum ama kendi anlayışıma göre izah edeyim. 

 

İlginç !..

 

İnandığı dine bakılmaksızın, her inanlının daha baştan iyi bilmesi gereken hususlar bunlar. Eğer kültür dindarı değilseniz tabii. Nasıl bir İlah'a inandığı veya taptığını bilmeyen, aslında Tanrı'ya değil, güç'e tapıyor demektir. Elbette bir yaratıcı varsa güç sahibi de olmalı. Ama; siz, O'nun gücünden çekindiğiniz için mi ya da size vaadleri ve sağlayacakları üzerinden çıkarlarınızla ilişkilendirdiğiniz için mi tapıyorsunuz ? Kur'an İlahı sürekli olarak insanların zaaf, korku ve beklentileri üzerinden kendisine iman devşirmeye çabalar. Halbuki "Mülkün sahibi" olanın buna ihtiyaç duymaması gerekir. Eğer, inandığım ilah gücünü benim zaaf ve beklentilerim üzerinden gösteriyorsa o ilah-milah değil şarlatanın tekidir. Belli bir güç'e sâhip krallar, imparatorlar da aynı yöntemler ile kitleler üzerinde egemenlik tesis edebiliyorlar değil mi ?

 

Dün akşam bir tv kanalında müslüman vaiz Nurettin Yıldız'ı dinledim.

Şöyle diyordu:

 

"Aman ha ateistlerle münakaşaya girmeyin !.. Onların kurtuluşu için çabaladığınızı sanırken, inancınızı yitirirsiniz. Elektrik akımına kapılan birini kurtarmak için elinizi uzattığınızda siz de telef olursunuz."

 

Aslında "Elektriğe kapılan adam" örneği hayli ilginç geldi bana.

Ama; onun gibi İslâm İlâhiyatına vâkıf birinin ateistlerle münâkaşa girmekten bu derece imtinâ ediyor olması daha da ilginç geldi doğrusu.

Öte yandan, soru sormaya sınırlamalar getirilmesi ve hattâ üstü örtülü biçimde müslümanların bundan "men" edilmesi, tamda "İşittik ve itaat ettik" hükmüyle ilgili.

Nasıl bağlantı kuramadınız hayret değrusu.

 

Her ne ise ben anlayacağımı anladım.

Uzatmanın  da bir mânâsını göremiyorum.

tarihinde Vefik Sâmi tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
On ‎14‎.‎11‎.‎2017 at 13:28, Vefik Sâmi yazdı:

2 - Allah'a mı tapıyorsunuz yoksa güç'e mi  Allah'a tapmak ile güç'e boyun eğmek arasındaki kalın çizgiyi nasıl ifâde edersiniz ?

 

bu soru şuna benzedi. :) 

 

Domates mi daha kırmızı, armut mu daha lezzetli?

 

Allah kendini öldürebilir mi sorusunu soran zihniyetten ne bekliyorsun :) 

 

Müslümanlar uyanık olmalı yanlış soruya doğru cevap aranmaz.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
2 saat önce, ahmet1405 yazdı:

 

bu soru şuna benzedi. :) 

 

Domates mi daha kırmızı, armut mu daha lezzetli?

 

Allah kendini öldürebilir mi sorusunu soran zihniyetten ne bekliyorsun :) 

 

Müslümanlar uyanık olmalı yanlış soruya doğru cevap aranmaz.

 

Zât-ı âlinize "saçma" gelen soruyu iki yıldır değişik forumlarda sorarım.

Bu müddet zarfında bir "cevap" bekledim durdum.

Ama; görünen o ki cevap şöyle dursun, sorudan murad edileni anlayan yok.

 

Eskiler "Teşbihte hatâ olmaz" demişler.

Ne var ki teşbih edilen ile teşbih arasında mantıklı bir korelasyon bulunmalıdır ki ifâde edilen husus geyik muhabbetine kaçmasın..

Sizin teşbihte Allah hangisi oluyor ?

 

Domates mi armut mu ?

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 14.11.2017 at 15:02, Yeni Üye yazdı:

 

 

İman da ıstılahi(terminolojik) olarak Peygambere güvenmek ve onun getirdiklerini tasdik etmektir. Bu imanın giriştir tabii. İman da nihayetinde bilmeye(marifet) ulaşmak ister. 

 

 

İmanın tamamı peygambere güvendir. iddia sahibin kanıtı nedir? sözleridir. sözlerine bakıyoruz dünya bilgimizle çelişen bir çok yanlış bilgi veriyor bize. öyleyse apaçık yalan söylüyor. mesele aslında bu kadar basit. ayrıca siz peygamberi doğrudan görmediniz bile. rivayetlere iman ediyorsunuz. bu apaçık saçmalıktır. böyle bir tanrı kendi söylediği tanrısallık vasıfları ile çelişir.

 

size neye iman ettiğinizi söyleyim;  duygusal olarak emin olduğunuz şeylere olan bağlılıklarınıza iman ediyorsunuz. kuranı okuyup bunlar yüce yaratıcının sözleridir demenin başka bir yolu yoktur..kuranı ilk okumaya başladığımda heyecan,saygı ve korkudan okuduklarımı anlayamamıştım bile..kolay mı Allahın kelamını okuyordum.. bu kitabı bize yüce allahu tealanın kitabı diye yüceleştirerek ballandıra ballandıra anlatanlar eğer kötü niyetle bunu yapıyorlarsa hepsi alenen haysiyetsiz şerefsiz insan müsveddeleridir..gerçekten inanarak konuşanlara sözüm yok..

tarihinde Burakey tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
10 saat önce, Burakey yazdı:

İmanın tamamı peygambere güvendir. iddia sahibin kanıtı nedir? sözleridir. sözlerine bakıyoruz dünya bilgimizle çelişen bir çok yanlış bilgi veriyor bize. öyleyse apaçık yalan söylüyor. mesele aslında bu kadar basit. ayrıca siz peygamberi doğrudan görmediniz bile. rivayetlere iman ediyorsunuz. bu apaçık saçmalıktır. böyle bir tanrı kendi söylediği tanrısallık vasıfları ile çelişir.

 

Peygamber ya da nebi gelecekten ya da gaybden haber veren demektir. Onun doğruluğunun ve sadıklığının kanıtı kendi şahsiyeti ve yaşantısıdır. Çünkü hiç kimse anlattığı şeyleri gözleriyle görmüş değil. Ama herkes mutabık ki "O yalan söylemez." Onun hayatı hemen her detayıyla tarihlere geçmiştir. Yaşadığı zamanda hiç kimse ona aldatıcı ya da yalancı diyememiştir. Çünkü herkes ne kadar emin ve güzel ahlaklı olduğunu kabul etmektedir. En büyük düşmanı Ebu cehilin bile peygambere hitaben “Ey Muhammed, biz seni değil, senin getirdiklerini yalanlıyoruz.” dediği rivayet edilir. Ancak büyülenmiş, mecnun falan gibi mazeretlere sığınabilmişlerdir. Dünyalık istiyorsan dünyalık verelim, kadın istiyorsan en güzel kadınları verelim, reislik istiyorsan reislik verelim diye teklif etmişler ama o bunların hiç birini kabul etmemiş sadece Allah ın birliğini tebliğ etmeyi tercih etmiştir.  

Evet biz Allahı görmedik, peygamberi de görmedik. Ama mesela ben sadece yanında durduğum ve yüzüne baktığım için kalbimin ürperdiği ve gözyaşlarına boğulduğum insanlar gördüm hayatımda. Yani onlar hiç konuşmadan ne kadar derin ve olgun olduklarını hissedebildiğim kamil insanlar. Tarihte ya da bugün arayanlar onları bulabilir, görebilir, onlardan istifade edebilir. Onlar Allahın izniyle sadece kitaplarda ya da rivayetlerde var olan ve lafızlardan ibaret bir olguyu kalplere nakşetmek ve manalarıyla idrak etmek konusunda insana rehberlik yaparlar. 

Dini yaşama adım taklitle atılır, örnek alarak ve mücahedeyle(gayret göstererek) insan olgunlaşır. Öyle bir mertebeye ulaşır ki kitaba, rivayete ihtiyaç duymadan dosdoğru şeyler insanın kalbine sevdirilir. İyi bir mümin olmak iyi bir doktor olmaktan daha kolay ya da daha farklı değildir. İyi bir doktor olmak için ise 6 sene hocalar gözetiminde okuyoruz(rivayetler), sonra bir altı sene hocalar gözetiminde uzmanlık yapıyoruz(bir rehber eşliğinde uygulamalı eğitim) vb. mesleki tecrübelerle de öyle bir uzmanlık seviyesine ulaşıyoruz ki kitaba ihtiyacımız kalmıyor. Belki biz kitap oluyoruz.

Daha elif ba yı öğrenmeden ben niye doktorluğun nirvanasına ulaşamıyorum diyen birisi kadar edepsiz, akılsız ve ölçüsüz başka kim olabilir?

Link to post
Sitelerde Paylaş
53 dakika önce, Yeni Üye yazdı:

Peygamber ya da nebi gelecekten ya da gaybden haber veren demektir. Onun doğruluğunun ve sadıklığının kanıtı kendi şahsiyeti ve yaşantısıdır. Çünkü hiç kimse anlattığı şeyleri gözleriyle görmüş değil. Ama herkes mutabık ki "O yalan söylemez." Onun hayatı hemen her detayıyla tarihlere geçmiştir. Yaşadığı zamanda hiç kimse ona aldatıcı ya da yalancı diyememiştir. Çünkü herkes ne kadar emin ve güzel ahlaklı olduğunu kabul etmektedir. En büyük düşmanı Ebu cehilin bile peygambere hitaben “Ey Muhammed, biz seni değil, senin getirdiklerini yalanlıyoruz.” dediği rivayet edilir. Ancak büyülenmiş, mecnun falan gibi mazeretlere sığınabilmişlerdir. Dünyalık istiyorsan dünyalık verelim, kadın istiyorsan en güzel kadınları verelim, reislik istiyorsan reislik verelim diye teklif etmişler ama o bunların hiç birini kabul etmemiş sadece Allah ın birliğini tebliğ etmeyi tercih etmiştir.  

Evet biz Allahı görmedik, peygamberi de görmedik. Ama mesela ben sadece yanında durduğum ve yüzüne baktığım için kalbimin ürperdiği ve gözyaşlarına boğulduğum insanlar gördüm hayatımda. Yani onlar hiç konuşmadan ne kadar derin ve olgun olduklarını hissedebildiğim kamil insanlar. Tarihte ya da bugün arayanlar onları bulabilir, görebilir, onlardan istifade edebilir. Onlar Allahın izniyle sadece kitaplarda ya da rivayetlerde var olan ve lafızlardan ibaret bir olguyu kalplere nakşetmek ve manalarıyla idrak etmek konusunda insana rehberlik yaparlar. 

Dini yaşama adım taklitle atılır, örnek alarak ve mücahedeyle(gayret göstererek) insan olgunlaşır. Öyle bir mertebeye ulaşır ki kitaba, rivayete ihtiyaç duymadan dosdoğru şeyler insanın kalbine sevdirilir. İyi bir mümin olmak iyi bir doktor olmaktan daha kolay ya da daha farklı değildir. İyi bir doktor olmak için ise 6 sene hocalar gözetiminde okuyoruz(rivayetler), sonra bir altı sene hocalar gözetiminde uzmanlık yapıyoruz(bir rehber eşliğinde uygulamalı eğitim) vb. mesleki tecrübelerle de öyle bir uzmanlık seviyesine ulaşıyoruz ki kitaba ihtiyacımız kalmıyor. Belki biz kitap oluyoruz.

Daha elif ba yı öğrenmeden ben niye doktorluğun nirvanasına ulaşamıyorum diyen birisi kadar edepsiz, akılsız ve ölçüsüz başka kim olabilir?

 

inandırıldığınız hikayeler ile kendi inancınızı perçinliyorsunuz.

belirttiğim kısım hadislerde ve kuranda defalarca tersi yönde ele alınmıştır.

örneğin müdessir suresinde, ayetlerimiz ona iletildiğinde kahrolası düşündü ve kahrolası tekrar nasıl düşündü ve dedi şüphesiz bu insan sözüdür, sözleri ile anlatılan kişi ya da kişiler ve yine hadislerde ve ayetlerde inanmayanlar olarak anlatılan kişilerin hepsi mutabıktır ki peygmberiniz yalan söylemektedir ve onun anlattıkları allahtan vb değildir. bu yüzden de zaten bu kişiler bulundukları yerde öldürülmüş ya da haklarında bu şekilde emir verilmiştir.

 

müslümancıkların böyle ilginç bir hayal dünyası var. kafalarından yarattıkları alternatif evrende, hayal kahramanlarını şişirdikçe şişiriyorlar.

bir kişi, size inanmıyorsa, doğal olarak ilk akla gelecek olasılık: doğruyu söylemediğinizi düşünmesidir. hadisler ve ayetlerde de görülüyor ki: diğerleri, hayali peygamberinize pek çok kere yalancı demişler.  

 

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 14.11.2017 at 17:46, Vefik Sâmi yazdı:

 

Kur'an İlahı sürekli olarak insanların zaaf, korku ve beklentileri üzerinden kendisine iman devşirmeye çabalar. Halbuki "Mülkün sahibi" olanın buna ihtiyaç duymaması gerekir. Eğer, inandığım ilah gücünü benim zaaf ve beklentilerim üzerinden gösteriyorsa o ilah-milah değil şarlatanın tekidir. Belli bir güç'e sâhip krallar, imparatorlar da aynı yöntemler ile kitleler üzerinde egemenlik tesis edebiliyorlar değil mi ?

 

Hani insan şöyle biraz bilgelik, oturmuşluk, sahip olduğu özellikleri sindirmişlik falan bekliyor, değil mi?

Kur'an'ı ilk okumaya başladığımda beni en çok şaşırtan şey bu olmuştur. Karşımda yüce bir yaratıcı değil de şımarık, kıskanç, sevimsiz ve şiddeti alabildiğine sevip onunla tehdit eden bir büyük cahil görüp çok şaşırmıştım. Ben de sanıyordum ki böyle bilge, yumuşak, sevgi dolu, derin laflar eden ve insanın manevi yanına hitap eden bir ilah...

Şunu yazana akıl, ilahi ve yüce bir güç olabilir mi? Nanik yapan çocuk gibi, işte ben sizi bunlarla korkutuyorum diyor.

 

Zümer 16: "Onlar için üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutur. Ey kullarım, bana karşı gelmekten sakının."

 

Allah Kur'an'da çok sık akledin, düşünün falan der. Ne güzel. Ama bunları öyle bir kullanır ki, kendi söylediği veya emrettiği şey her ne ise, yalnızca onu pekiştirme amacı taşır.

"Seni yarattığım ne kadar açık, akledemiyor musun?" ya da "Söylediklerimi yapmayanların sonu hep cehennem olacak ve sonsuza dek yanacaklar. Ne yapman gerektiğini düşünemiyor musun?" gibi.

 

Ve Kur'an'ın ilahının ana beklenti ve amacı, sizin de ilk iletinizde söylediğiniz gibi, kişi Allah ve peygambere imana davet edildiğinde yapması gereken tek şey hiç düşünmeksizin kabul ve itaat etmesidir. Düşünmek ve akletmek, yalnızca inanmayı sağlamak ve buna ilişkin cümleleri pekiştirmek amaçlı kullanılır. Yönlendirmek içindir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, Yeni Üye yazdı:

Peygamber ya da nebi gelecekten ya da gaybden haber veren demektir. Onun doğruluğunun ve sadıklığının kanıtı kendi şahsiyeti ve yaşantısıdır. Çünkü hiç kimse anlattığı şeyleri gözleriyle görmüş değil. Ama herkes mutabık ki "O yalan söylemez." Onun hayatı hemen her detayıyla tarihlere geçmiştir. Yaşadığı zamanda hiç kimse ona aldatıcı ya da yalancı diyememiştir. Çünkü herkes ne kadar emin ve güzel ahlaklı olduğunu kabul etmektedir. En büyük düşmanı Ebu cehilin bile peygambere hitaben “Ey Muhammed, biz seni değil, senin getirdiklerini yalanlıyoruz.” dediği rivayet edilir. Ancak büyülenmiş, mecnun falan gibi mazeretlere sığınabilmişlerdir. Dünyalık istiyorsan dünyalık verelim, kadın istiyorsan en güzel kadınları verelim, reislik istiyorsan reislik verelim diye teklif etmişler ama o bunların hiç birini kabul etmemiş sadece Allah ın birliğini tebliğ etmeyi tercih etmiştir.  

 

 

Bakınız, biraz siyer-i nebi okursanız, İslâm târihinin ilk dönemlerine göz gezdirirseniz, şunu göreceksiniz: İslâm peygamberine, "Biz namaz kılmayız, oruç tutmayız" diyen yok. Halbuki bu ibâdetler bir insan için pek kolay değil. "Haccetmeyiz" diyen de yok. Çünki: zâten Araplar yılda bir kez Hac ibâdeti yaparlar, Recep ayında oruç tutarlardı. Namaz da kılıyorlardı. Mescidleri vardı. Mescid,  "secde edilen yer " mânâsındadır. Kıldıkları namaz, şeklen şu anki müslüman namazına birebir benzemeyebilir. Ne var ki bu ibâdetler temelsiz değil. İlk defâ İslam peygamberince ortaya konmuş değil. "Getirilenler"in çoğunu yalanlamıyor olmaları, eski Arap inancında zâten bunların bulunuyor olmasındandır. Muhammed, insanları başka bir İlah'a da çağırmıyor. Arapların tek yaratıcı olarak kabul ettikleri Allah'a çağırıyor. Tek itiraz, Ebubekrin Halifeliğinin ilk dönemnde Zekât konusunda çıktı. Mekke ve Medine hâriç hemen hemen tüm Arabistan zekâta itiraz etti. Bu da işin ruhâni değil, ekonoımik boyutu ile ilgili daha ziyâde.

 

Bilenen tek anlaşmazlık "put" meselesi. Hattâ  müslümanların "uydurma" diye karşı çıktıkları "Garânik" hadisesinde "müşrik" olarak nitelenen Araplar "Muhammed putlarımıza saygı gösterdi" diyerek sevinirler. İslâm Peygamberine itiraz etmezler. Genelde en mühim anlaşmazlık Arapların "Şefa'âtçi" olarak gördüğü putlar üzerine oplmuştur.

 

Konu başlığı "İslâm ve akıl" olmasına rağmen, sizin inanç üzerine beyanlarınız daha çok duygusallığa yönelik. İnanç başka insanlardaki "İman gücü"ne bakarak oluşmaz. Sizin gördüğünüz şey işin zâhiri kısmıdır. Bu güne kadar insanların inanç düzeyini gösteren bir "İnanç ölçer" icad edilemedi. Kimde ne olduğunu aslâ bilemeyiz. Sağdan-soldan kulağımıza çalına "kerâmet" masallarıyla inanç husûle gelmez. Tekrar ediyorum; kişi inandığı İlah'ın "Olması gereken" niteliklerini bilmedikçe, Yaradan ile yaratılan arasındaki ilişkinin ilkesel düzeyini kavramadıkça, bireyde oluşan ve "iman" zennedilen şey sıradan bir teslimiyet ve boyun eğiştir. Bu boyun eğmenin en mühim dayanakları da ölüm korkusu, Cehennemde yanma endişesi ve Cennet beklentisidir. Kendisine olan inancı insanın zaafları, korku ve beklentileri üzerine bina eden her ne ise o asla bir İlah olamaz.

tarihinde Vefik Sâmi tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
14 saat önce, Burakey yazdı:

size neye iman ettiğinizi söyleyim;  duygusal olarak emin olduğunuz şeylere olan bağlılıklarınıza iman ediyorsunuz. kuranı okuyup bunlar yüce yaratıcının sözleridir demenin başka bir yolu yoktur..kuranı ilk okumaya başladığımda heyecan,saygı ve korkudan okuduklarımı anlayamamıştım bile..kolay mı Allahın kelamını okuyordum.. bu kitabı bize yüce allahu tealanın kitabı diye yüceleştirerek ballandıra ballandıra anlatanlar eğer kötü niyetle bunu yapıyorlarsa hepsi alenen haysiyetsiz şerefsiz insan müsveddeleridir..gerçekten inanarak konuşanlara sözüm yok..

Özelde Kuran ve genelde dinin bütününü doğru anlamak için dikkate alınması gereken bazı şeyler var.

Birincisi bunların Allahın zatı için değil insan ve insanın dünya hayatı için olduğudur. İnsanı muhatap aldığıdır. Zaten nazil olma demek bir tür aşağı düşme ve tenezzül demektir. Kuran en yüksek mertebeden(Allah ın zatı) peygamberin ağzından çıkan bir söze gelene kadar bir çok kez düşüş yaşar. Peygamberin ağzından çıktığında da düşük bir canlı olan insanı muhatap alan ve düşük bir hayata(dünya hayatı) dair bir sözdür. O yüzden insan neyse ve nasılsa Kuran onu verili kabul eder ve ona hitap eder. Onu yükseltmeye çalışır.

 

İnsanların çoğu dini mitolojik anlatımlar üzerinden anlamakla yetinir. Allah, şeytan, melek, peygamber vb. görmediği ve ne manaya geldiğini, hayata dair ne söylediğini ve hakikatini bilmediği şeyler. Bu insanlar dini emirler ve yasaklar üzerinden anlar. Yani bir mitoloji var ve onun üzerine bina edilmiş emirler ve yasaklar. Eğer kişi bunlarla yetinemeyecek bir bilinç seviyesine ulaşmışsa burada Kuranın ve Dinin ikinci özelliğini anlaması gerekir, o da aslında özelde dinin, genelde varoluşa dair her şeyin derece derece, katman katman bir yapısının olduğudur. Yani bir ceviz gibi en dışında, bir kabuk var, onun içinde bir kabuk daha var, onun içinde bir kabuk daha var, onun içinde yenecek kısım var. onun da içinde özü var. Ceviz bütün bunların bütünü olduğu gibi din de bütün mertebe ve derecelerin bütünlüğüdür ancak biz onu kendi mertebemizde anlar ve yaşarız. Örneğin kabuk bizden Allah ın evi denilen dikdörtgen bir karataşı ziyaret etmemizi ister ama bu işin hakikatinde bir taşa ve eve değil o evin sahibine ulaşmak hedefi vardır. İşte bunun gibi bir sürü şey. Bir de din bütün kişisel farklılıklardan ve anlayışlardan öte bir şeydir. Bütün insanlığa hitap eder. İnsan kendini ilgilendiren ve mertebesine uygun kısmı alır ve uyar. Eczanede bütün ilaçlar satılır ama bir hasta sadece kendi hastalığı için gerekli ilacı alır. O yüzden siz dini ve Allah ı anlamayı ve yargılamayı değil, kendi hastalığınızı teşhiş etmeyi ve dinden hastalığınıza iyi gelecek ilacı almayı düşünün. 

 

Bu forumda da görüldüğü gibi kadınlar,  kadınlar sizin tarlanızdır ifadesinden rahatsız olmuyor ama erkek olanlar oluyor. Ya da erkekler çok eşlilikten ya da "erkekler kadınlar üzerinde yönetici ve hakimdirler" hükmünden rahatsız olmuyor ama kadınlar oluyor. Homoseksüel olanlar bundan razı ama bir kısım kişiler bunu yanlış görüyor vb. Yani hani akıl akıl deyip duruyorsunuz ya, aranızda bir konuda mutabakat olsa ve akıl bunu emreder deseniz de dinin buna karşı olduğu bir durumu gösterseniz daha somut konuşabiliriz. Aklın görevi kendi sınırlarını aşan hakikatler hakkında zan ve hevaya dayalı yorumlar yapmak değildir ki. Akıl bu hayatı yaşarken, olan bitenler arasında sebep sonuç ilişkisi kurmaya, eşya yapmaya, uygarlık kurmaya yarayan bu dünyaya ait basit bir araçtır. Gaybı taşlamak aklın ne haddine?

tarihinde Yeni Üye tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Kuranın içeriğinde ne yazıyorsa katılıyorum diyen biri örnek olarak,İslam düzeninde Allaha yok diyenlerin,insanları Allah yolundan çevirenlerin,İslamı eleştirenlerin fitne çıkaran bozguncular olarak görülmesini ve bu kişilerin öldürülmesini savunacaktır.Kendi islamlarının müslümanı olan gayrimüslimlerden söz etmiyorum tabi burada.Onlar inanabilecekleri bir din isteyen,İslamı benimseyebilecekleri bir biçime getiren kişilerdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...