İlluminatus 0 Oluşturuldu: Şubat 20, 2018 Raporla Share Oluşturuldu: Şubat 20, 2018 TACIR ILE IFRITIN ÖYKÜSÜ Şehrazat söze başlayarak şunları anlatmış: Ey bahtı güzel şahım, vaktiyle tacirler içinde, pek çok serveti ve tüm ülkelerde ticari ilişkileri olan bir tacir varmış. Bir gün, atına atlayıp işinin gerektirdiği bir yere gitmek üzere yola çıkmış. Sıcak pek fazla olduğundan, bir ağacın altında oturmuş; elini azık torbasına sokarak oradan birkaç lokmalık yemek ve hur ma çıkarmış; hurmaları yiyip bitirince çekirdeklerini ileriye fırlat mış; ama birdenbire önünde uzun boylu bir ifrit belirmiş ve kılıcını sıyırarak tacire yaklaşmış ve haykırmış; "Ayağa kalk, çocuğumu öl dürdüğün gibi ben de seni öldüreceğim!" demiş. Tacir, ona "Ben se nin çocuğunu nasıl öldürebilirim?" diye sorunca* ifrit, "Hurmalarıyi yince çekirdeklerini fırlattın. Çekirdekler oğlumun göğsüne çarptı; onu yaraladı ve hemen oracıkta öldü" demiş. Bunun üzerine tacir if rite, "Bil ki ey yüce ifrit! Ben inanç sahibi bîr insanım, yalan nedir bilmem ve de çok zenginimdir; çocuklarım ve bîr de eşim var. Son ra, evimde bana emanet edilmiş mallar bulunuyor. Bana izin ver, evime gidip bende hakkı olanların hesaplarını göreyim; bunları ta mamlayınca yıl sonunda sana geri dönerim. İşte sana işim bitince ge ri döneceğimi vaat ve yemin ediyorum. O zaman bana istediğini ya pabilirsin. Allah bu söylediklerimin tanığıdır" demiş. Ecinni ona gü venmiş ve tacirin ayrılmasına izin vermiş. Tacir ülkesine geri dönmüş; tüm bağlantılarından kurtulmuş, herkese hak ettiğini vermiş, sonra da karısına ve çocuklarına başına gelenleri anlatmış; ana-babası, karısı ve çocukları hepsi birden ağla maya başlamışlar. Sonra da tacir vasiyetnamesini hazırlamış; o yılın sonuna kadar yakınlarıyla birlikte yaşamış; bu sürenin sonunda yola çıkmaya karar vermiş. Kefenini koltuğunun altına sıkıştırarak ya kınlarına, komşularına veda etmiş, burnunun dikine yola koyul muş. O zaman yakınları ona ağlayıp çırpınmış, matem haykırışları koparmışlar. Tacire gelince, yoluna devam etmiş; ve söz konusu olan bahçe ye girmiş; o gün yeni yılın ilk günüymüş; oturup kötü bahtına ağlar ken, yanında boynu zincirli bir ceylan sürükleyerek bir şeyh çıkagelmiş; taciri selamlamış ve ona mutlu bir yaşam diledikten sonra, "Ecinnilerin barındığı bu yerde tek başına oturmanın sebebi ne dir?" diye sormuş. Bunun üzerine tacir ifritle olan serüvenini ve bu rada oturmasının nedenini ona anlatmış. Ceylanın sahibi şeyh, bu na çok şaşırmış ve "Vallahi! Senin inancın büyük bir inançmış. Öy kün de öylesine olağanüstü ki, iğneyle gözün iç köşesine yazılsa, dü şünceye saygı duyanlar için üzerinde durulmaya değer bir konu olurdu!" demiş. Sonra onun yanına oturup "Vallahi, ey kardeşim, if ritle serüveninin sonunu görmedikçe yanından ayrılmayacağım" de miş; ve gerçekten oturup onunla konuşmaya başlamış; ve onu, de rin bir üzüntüye ve fırtınalı düşüncelere kapılarak korku ve dehşet ten bayılacak gibi görmüş. Ceylanın sahibi onunla oturup dururken, birdenbire siyah renkli iki tazıyla ikinci bir şeyh çıkagelmiş; yaklaşıp ikisini de selam lamış ve onlara, ecinni uğrağı olan bu yerde ne yaptıklarım sormuş. Bunun üzerine ona öyküyü baştan sona anlatmışlar- Ancak o da yan larına henüz oturmuşken yedeğinde doru renkte bir katır bulunan üçüncü bir şeyh onlara doğru gelmiş. Selam verip bu yerde oturma larının nedenini sormuş. Onlar da başından sonuna kadar öyküyü anlatmışlar. Ama anlatılanı burada tekrarlamanın hiç yaran yok. Tam o sırada bir toz çevrintisi yükselmiş ve çayırın ortasına doğru şiddetli bir fırtına esmiş. Sonra, toz dağılmış ve elinde iyice bi lenmiş bir kılıçla söz konusu olan ecinni ortaya çıkmış. Gözleri kıvıl cım saçarak onlara yaklaşmış ve aralarından taciri çekip alarak ona "Gel" demiş; "Gel ki, sen benim yaşantımım soluğu, yüreğimin ateşi çocuğumu nasıl öldürdüysen, ben de seni öylesine öldüreyim!' Bunun üzerine tacir ağlayıp yakınmaya başlamış; üç şeyh de onunla birlikte ağlayıp inlemeye ve hıçkırmaya başlamışlar., Ceylanın sahibi ilk şeyh, sonunda yüreklenerek ecinninin elleri ne sarılmış; "Ey ecinni, ey ecinni padişahlarının başı ve başlarının tacı! Sana bu ceylanla olan serüvenimi anlatır ve sen bundan etkile nirsen, karşılığında, beni bu tacirin kanının üçte birini bağışlayarak ödüllendirir misin?" diye sormuş. Ecinni, "Evet, hiç kuşkun olma sın, sayın şeyh! Bana öyküyü anlatır, ben de onu olağanüstü bulursam, tacirin kanının üçte birini bağışlarım" demiş. BIRINCI ŞEYHIN OYKUSU Birinci şeyh şunları anlatmış: Bil ki ey yüce ifrit, şu gördüğün ceylan, benim amcanım kızıydı ; ve benim etim, kanım gibiydi. Onunla daha pek gençken evlen dim ve birlikte otuz yıl yaşadık. Allah ondan çocuk sahibi olmamı is temedi. Bunun üzerine bir cariye edindim. Allah'ın lütfuyla bana do lunay kadar güzel bir oğlan çocuğu doğurdu; hoş gözleri, birleşik kaşları ve kusursuz bîr yapısı vardı. Yavaş yavaş on beş yaşında bir delikanlı oluncaya kadar büyüdü. O sırada önemli bir iş için uzak bir kente gitmek zorunda kaldım. Amcamın kızı, şurada gördüğünüz ceylan, çocukluğundan beri büyücülüğe ve sihir sanatına kendini kaptırmış imiş; sihirbazlık bilgisiyle, oğlumu buzağıya, annesi olan cariyeyi de ineğe dönüştür müş; sonra da bunları çobanımızın bakımına terk etmiş. Ben, uzun bir süre geçtikten sonra geziden döndüm. Oğlum dan ve annesinden haber sordum; amcamın kızı bana, "Cariye öldü; oğlun kaçtı; nereye gittiğini bilmiyorum" dedi. Bütün bir yılı, yüreğimin acısıyla, gözüm yaşlı geçirdim. O yılın kurban bayramı gelince, çobandan, bana semiz bir inek ayırmasını söyledim; bana iyice semiz bir inek getirdi -ama bu, şu ceylanın büyülediği cariyemdi- yenlerimi kıvırdım, giysimin etekle rini topladım ve bıçak elde, ineği kurban etmeye hazırlandım. Bir denbire bu inek inlemeye ve alabildiğine gözyaşları dökmeye başla dı. Bunu görünce duraksadım; onu kurban etmesini çobandan istedim Tacir buzağının ağladığını görünce, yüreği acımayla dolmuş ve çobana, "Bu buzağıyı sürüye kat!" demiş. Ecinni bu garip öyküye çok şaşırmış; sonra ceylanın sahibi şeyh, sözünü sürdürmüş: Ey ecinni şahların efendisi! Bütün bunlar olup biterken amcamın kızı, orada durup bakıyor: ve "Bu buzağı kurban edilmeliydi; çünkü tam yağlanmış!" diyordu. Ama ben, acıdığımdan ötürü, karar veremiyordum; çobana onu götürmesini söyledim; o da buzağıyı alıp gitti. İkinci gün, otururken, çoban yanıma geldi ve bana, "Efendim, size sevineceğiniz bir şey söyleyeceğim; ama ödülümü isterim" dedi. Ona, "Kuşkun olmasın!" diye yanıt verdim. Çoban, 'Ey ünlü tacir" diye sözünü sürdürdü; "Benim büyücü olan bir kızım var. Büyü yap mayı yanımızda yaşayan yaşlı bir kadından öğrendi. Dün bana verdi ğiniz buzağıyla birlikte kızımın yanına gittim. Kızım, onu görür gör mez, başım tül yazmayla örttü ve gülmeye ve sonra da ağlamaya başladı; ve de bana, 'Baba, benim değerim senin gözünde bu denli dü şük mü ki, benim yanıma yabancı erkeklerin girmesine izin veriyor sun?' dedi, Ona "Hani nerede bu yabancılar?' dedim; 'Sonra neden ilkin güldün, sonra da ağladın?' diye sordum. Bana, 'Yanındaki bu buzağı, efendimiz tacirin oğludur; ama büyülenmiş. Onu öz anası ile birlikte böyle büyüleyen de üvey anasıdır. Kendisini buzağı kılığında görünce dayanamayıp güldüm; ve de ağlıyorsam, nedeni buzağı nın annesinin, babası tarafından kurban edilmesindendir' dedi. Kı zımın bu sözlerini duyunca çok şaşırdım. Sonra size haber getirmek için sabahın gelişini sabırsızlıkla bekledim." Şeyh, sözünü Ey kudretli ecinni, diye sürdürmüş. Çobanın bu sözlerini duyunca, onun ile birlikte acele evden çıktım; şarap içme den sarhoş olmuş gibiydim; çocuğumu görmek düşüncesi, mutlulu ğu ve neşesi o denli yoğundu! Çobanın evine ulaşınca, genç kız bana "Hoş geldin!" dedi ve elimi öptü; sonra buzağı yanıma geldi ve ayak larımın önünde yuvarlandı. Çobanın kızına, "Bu buzağı hakkında anlattıkların doğru mu?" diye sordum. Kız da: "Evet, kuşkusuz efen dim, bu senin oğlun, yüreğinin alevidir" dedi. Ona, "Ey nazik ve yar dımsever genç kız" dedim; "Oğlumu kurtarırsan, sana babanın eli nin altındaki tüm mal ve hayvanları veririm!" Bu sözlerime güldü ve bana: "Efendim bu vereceklerini ancak iki koşulla kabul edebilirim" dedi: "İlki oğlunla evlenirsem; ve ikincisi de istediğimi büyüleyip hapsetmeme izin verirsen: Yoksa karının hayınlıklarına karşı koymanın sonucunu alamam!" Çobanın kızının sözlerini duyunca, ey kudretli ecinni, ona "Olur!" dedim; "Ve dediğim gibi babanın elinin altında bulunan zen ginlikler de senin olacak! Amcamın kızına gelince, onun yaşamını istediğin gibi ele alabilirsin!" dedim. Bu sözlerimi duyunca kız eline bir bakır leğen aldı; onu suyla doldurdu ve su üstüne büyülü sözcükler okudu. Sonra bunu, "Eğer Allah seni buzağı yarattıysa eşkalini değiştirmeden buzağı olarak kal! Ama büyülenmişsen, Yüce Tanrı'nın izniyle ilk yaratıldığın hale dön!" diyerek buzağının yüzüne serpti. Bunu söyler söylemez, buzağı kıpırdamaya ve silkinmeye başla dı ve yeniden insan kılığına döndü. Ona, "Allah'a şükürler olsun!" dedim; "Söyle bana amcamın kızı sana ve anana ne yaptı?" Ve o da bana başlarına ne geldiyse hepsini anlattı. Bunun üzerine, "Oğlum" dedim; "Bahta hükmeden Allah, senin kurtulman ve hakkını elde etmen için birini görevlendirmiş." Bundan sonra, ey iyi yürekli ecinni, oğlumu çobanın kızıyla ev lendirdim; o da büyücülük bilgisiyle amcamın kızım büyüledi; onu şurada gördüğünüz ceylan kılığına soktu; ve ben buralardan geçer ken şu taciri gördüm; ne yaptığım sordum; ondan başına geleni öğrendim. Başına daha neler gelebileceğini merak ederek birlikte bek ledim; benim öyküm bu kadar, demiş. Bunu duyan ecinni, "Bu öykü yeterince şaşırtıcı, İstenen kanın üçte birini bağışladım" diyerek haykırmış, İKİNCİ ŞEYHİN ÖYKÜSÜ Bil ki, ey ecinni, şahların efendisi, bu iki köpek benim kardeşle rimde Babamız ölünce, bize miras olarak üç bin dinar bıraktı. Ben, hisseme düşenle, alışverişe koyulduğum bir dükkân açtım. Kardeş lerimden biri ticaret yapmak üzere geziye çıktı; kervanlara katıla rak bir sene kadar bizden uzakta kaldı. Döndüğü zaman elinde avcunda hiçbir şey kalmamıştı. Ona dedim ki, "Kardeşim, benbu gezi ye çıkmamanı salık vermiştim sana." Ağlamaya başladı ve: "Karde şim" dedi; "Kudretli ve yüce olan Tanrı, bunun böyle olmasını iste di. Artık sözlerin bana hiçbir yararı yok; çünkü hiçbir varlığım kal madı." Bunun üzerine onu dükkâna götürdüm; sonra da hamama gittik; onu en iyi cinsten bir esvapla donattım. Sonra da oturup bir likte yemek yedik. Ona, "Kardeşim, sana kazancımın geçen yıldan bu yıla hesabım çıkarayım ve sermayeye dokunmaksızm, bu kazan cı seninle paylaşalım!" dedim. Hesaplanınca o yıl bin dinar kâr sağladığımı gördüm. Kudretli ve Yüce Tanrı'ya hamdettim; en yoğun ne şeyle keyiflendim. Sonra kazancı iki eşit parçaya bölerek kardeşimle paylaştım. Ama, kardeşlerim, yeniden ayrılmayı kararlaştırdılar; benim de onlarla birlikte gitmemi istiyorlardı. Ancak ben bunu asla kabul etmedim ve onlara, "Geziye çıkmakla sanki ne kazandınız da, beni size öykünmeye zorluyorsunuz" deyince bana sitem ettiler; ancak so nuç alamadılar; çünkü onlara uymadım. Böylece, her birimiz kendi dükkânlarımızda bütün bir yıl alışverişle uğraştık. "Fakat onlar yeni den bana gezi önerisinde bulundular; ben yine onlara uymadım. Bu böyle tam altı yıl sürdü. Sonunda kentten ayrılmak bakımından on lara uymak durumunda kaldım ve onlara, "Kardeşlerim elimizde ka lan parayı sayalım!" dedim; saydık ve tüm paramızın altı bin dinar olduğunu gördük. Bunun üzerine kendilerine, "Bunun yarısını top rağa gömelim! Başımıza bir felaket gelirse, kullanabilmek için,., Her birimiz ticaret yapmak üzere biner dinar alalım!" dedim; "Allah görüşünü bağışlasın!" dediler. Bunun üzerine parayı aldım; iki eşit parçaya böldüm. Üç bin dinarı gömdüm; geri kalan üç bin dinarı ara mızda eşit olarak dağıttım: her birimize biner dinar düşecek şekil de... Sonra her birimiz çeşitli mallar satın alarak bir gemi kiralayıp tüm mallarımızı içine taşıttık ve yola koyulduk. Yolculuk tam bir ay sürdü; bu sürenin sonunda bir kente ulaşıp burada mallarımızı sattık. Her bir dinara karşılık on dinar kâr sağla dık. Sonra bu kentten ayrıldık, Denizin kıyısına ulaştığımızda, orada eski ve yıpranmış giysiler içinde bir kadın gördük. Kadın benim yanıma yaklaştı elimi Öperek, "Efendim, yardım edip beni kurtarır mısınız? Ben size elbet bunun karşılığım öderim" dedi. "Kuşkusuz yardım edip seni kurtarırım. Ama karşılığım ödemek zorunda olduğunu düşünme!" dedim. Ba na, "Öyleyse benimle evlenin! Beni kendi ülkenize götürün! Size tüm varlığımı adayayım! Bunu benden esirgemeyin! Ben minnettarlığın ve iyiliğin ne olduğunu bilenlerdenim. Benim fakir görünüşüm den de utanmayın!" dedi. Bu sözleri duyunca, ona taa içimden bir acıma duydum; zira kudretli ve Yüce Tanrı'nın iradesine karşı dur mak mümkün değildir. Onu yanıma aldım; zengin elbiseler giydir dim ve gemide altına şahane halılar serdim. Ona tam ve yürekten; ve de incelikli bir karşılamada bulunmamdan sonra yola koyulduk, Yüreğim onu büyük bir aşkla sevdi; ve o andan itibaren gece ve gündüz hiç yammdan ayırmadım; kardeşlerimin arasında, sadece ben, onunla ilgileniyordum. Bu yüzden kardeşlerim beni kıskandı lar; benim zenginliğime ve mallarımın üstün niteliğine de imreniyor lardı; bende olan her şeye aç gözlülükle bakıyorlar; benim ölümü mü ve paramı ele geçirmeyi düşünüyorlardı: Çünkü, Şeytan davra nışlarını, onlara en güzel renkler içinde gösteriyordu. Bir gün karımın yanında uyurken, bize yaklaşıp ikimizi de ala rak denize attılar; karım suda uyandı; bir çırpıda değişip ifriteye dö nüştü. Beni omzuna aldı ve bîr adaya götürüp bıraktı. Sonra bütün gece gözden kayboldu; sabahleyin dönüp bana, "Beni tammadm mı? Senin karınım, ben. Yüce Tanrı'nın izniyle seni ölümden kurtarıp buraya getirdim. Çünkü, bil ki ben bir ecinniyeyim. Gördüğüm an dan beri gönlüm sevdi; sadece Allah böyle istediği için; ve ben Al lah'a ve koruyup kutsadığı Peygamberine inanırım. Fukara kılığın da senin yanına geldiğim halde, yine de benimle evlenmek istedin. O zaman, ben de karşılık olarak, seni sudan çıkarıp ölümden kurtar dım. Kardeşlerine gelince, onlara çok kızdım; kuşkusuz onları öldürmem gerek!" dedi. Bu sözleri duyunca, çok şaşırdım; yaptığına teşekkür ettim; ve ona "Kardeşlerimin yok edilmesine gelince, gerçekten buna gerek yok!" dedim. Sonra ona, başından sonuna kadar, kardeşlerimle ara mızda olup bitenleri anlattım. Sözlerimi duyunca, bana 'Ben bu gece onların yanına uçacağım ve gemilerini batıracağım. Ölüp gitsin ler!" dedi. Ona, "Allah aşkına, sakın bunu yapma! Zira atasözü, 'Ey layık olmayan kimseye yardım eden! Bil ki, suçlu, işlediği suçuyla zaten yeterince cezalandırılmıştır' der. Sonra, ne de olsa onlar be nim kardeşlerimdir" dedim. Bana, "Mutlaka onlan öldürmem ge rek!" dedi. Boşuna hoşgörüsüne sığındım. Sonra beni omuzlarına al dı, uçtu ve evimin taraçasına bıraktı. Evimin kapısını açtım; üç bin dinarı sakladıkları yerden çıkardım ve gerekli iş ve adet hükmündeki hatır ziyaretlerini yaptıktan sonra dükkânımı açtım; yeniden mal satın aldım. Akşam olunca dükkânımı kapadım; eve dönünce bir köşeye bağlanmış bu iki köpeği gördüm. Beni görünce, ayağa kalkıp ağla maya, giysilerime sürtünmeye başladılar; o anda karım koşarak gel di ve, "Bunlar senin kardeşlerin!" dedi. Ona, "Ama kim bunları bu hale sokmuş?" diye sordum, "Ben! Büyü alanında benden daha bilgi li olan kızkardeşime rica ettim; o da bunları on sene geçmeden kur tulmamak üzere, bu hale soktu" dedi. "İşte ey kudretli ecinni, bundan dolayı buraya geldim; artık on sene dolduğu için baldızımı bulup onlan kurtarmasım dileyeceğim. Buraya ulaştığımda şu iyi yürekli genci gördüm; serüvenini öğren dim; onunla aranızda olup biteceği görmeden de bir yere gitmek is temedim. Benim Öyküm de böyle!" deyip sözünü bitirmiş. Ecinni, "Bu gerçekten şaşırtıcı bir öykü; cinayeti karşılayacak cezanın üçte birini daha affediyorum" demiş. Bunu izleyerek katırın sahibi olan üçüncü şeyh öne çıkmış ve ecinniye, "Ben sana bu ikisininkinden de harika bir öykü anlataca ğım" demiş; "Sen de bana, karşılığında, cinayetin geri kalan kan be delini bağışlayacaksın!" Ecinni, Teki, öyle olsun!" diye yanıt vermiş. Ve üçüncü şeyh anlatmaya başlamış: Ey Sultan, ey ecinniler başı! Bu katır benim karımdı. Bir za manlar yolculuğa çıkmış, ondan tam bir yıl uzakta kalmıştım; işleri mi bitirince bir gece, ansızın onun yanına döndüm ve onu yatağın ha lı örtüsü üzerinde bir zenci köle ile yatarken buldum; orada ikisi ko nuşuyor, kırıtıyor, gülüyor, öpüşüyor ve şakalaşarak birbirini azdırı yorlardı. Beni görür görmez, karım hemen ayağa kalkıp bir testi suyla üzerime saldırdı; bu testiye bazı sözcükler mırıldandı ve suyu üzerime serpti; bana da, "Kendine özgü kılıktan çık, köpek kılığına gir!" dedi. Ben hemencecik bir köpek oldum; beni evden kovdu; çık tım, uzun süre sokaklarda süründükten sonra bir kasap dükkânına ulaştım. Dükkâna yaklaşıp oradaki kemik parçalarını yemeye başla dım. Dükkân sahibi beni fark etti ve alıp evine götürdü. Kasabın kızı beni görünce, hemencecik yüzünü örttü ve babası na, "Böyle mi yapılır? Birlikte bir erkek getiriyor ve eve sokuyor sun!" dedi. Babası, "Hani nerede bu erkek?" diye sorunca; "Bu kö pek bir insanoğludur. Onu bir kadın büyülemiş. Ben onu kurtarma gücüne sahibim" diye yanıt verdi. Bu sözleri duyunca, babası, "Öy leyse Allah aşkına onu kurtar kızım!" dedi. Kız eline bir testi su al dı; üzerine birkaç sözcük mırıldandıktan sonra birkaç damlasını üs tüme serpti; ve "Bu kılıktan çık, ilk haline dön!" dedi. Hemen eski halime döndüm; ve genç kızın elini öptüm; ona, "Şimdi senden, beni büyüleyen karımı büyülemeni diliyorum" dedim. Bunun üzerine ba na bir miktar su verdi ve "Karını uyur vaziyette bulursan, onu bu suyla ıslat! İstediğin kılığa girecektir" dedi. Gerçekten, onu uyur ken buldum ve üzerine su serperken, "Bu kılıktan çık, katır şekline gir!" dedim. Hemen o an katıra dönüştü. Ecinni katıra dönerek, "Doğru mu bu anlattıkları?" diye sor muş. Katır, başım öne doğru sallayıp, hal diliyle, "Ah evet! Ah evet! Çok doğru!" demek istemiş, üçüncü şeyh üçünün en şaşırtı cı olan öyküsünü anlatınca ecinni çok şaşırmış ve de zevkten ve he yecandan titreyerek, "Cinayetin bedelinin geri kalanını da bağışla dım, taciri bırakıyorum" demiş. Bunun üzerine tacir mutluluktan uçarcasına şeyhlerin önüne gelmiş; onlara teşekkürler etmiş; onlar da kendilerince onun ölüm den kurtulmasını kutlamışlar; ve sonra her biri ülkelerine gitmiş ler. Link to post Sitelerde Paylaş
Recommended Posts