Jump to content

ATEİSTLERİN "CEVAP VERİLEMEZ" DEDİKLERİ SORULARIN CEVAPLARI


Recommended Posts

PARADOKS MANTIK SORULARI -1

NOT:BUNLAR EN ZORLARI KALBİ OLAN İNANÇLI KİMSELER OKUMASIN

1.TANRI'NIN KENDİ KENDİNİ YOK ETMEYE GÜCÜ YETER Mİ?

2.TANRI'NIN İKİNCİ BİR TANRI'YI YARATMAYA GÜCÜ YETER Mİ?

3.TANRI'NIN BİRDEN FAZLA OLMAYA GÜCÜ YETER Mİ?

4.TANRI'NIN GÜCÜ YETMEYECEK BİRŞEYİ YARATMAYA GÜCÜ YETER Mİ?
5.TANRININ KENDİSİNDEN DAHA GÜÇLÜ BİR TANRI YARATMAYA GÜCÜ YETER Mİ?

6.TANRI MANTIK İLKELERİNİN ÜZERİNDE MİDİR? AYNI ANDA HEM DOĞRU OLAN HEM DE YANLIŞ OLAN BİR ŞEY YARATABİLİR Mİ ÖRNEĞİN; DAİRE ŞEKLİNDE BİR KARE?
 

Soruların Cevapları:
Cevap verilemez muazzâm bir soru bulduğunu düşünen ateist, heyecana gelip sürekli aynı soruları tekrâr ederek vehmettiği zaferini perçinlemeye çalışmış.
 

Yukarıdaki soruların mantıksızlığı,, akıl ve mantık dâiresine hapsolmuş olanlar için bu sorulara cevap vermeme gerekçesi olarak ileri sürülmektedir. Halbuki ehlullah âlemde hatâ olmadığını, yanlış gözüken her şeyde bir doğruluk yönü olduğunu bilir. Ehlullah, mi’râclarında Cebrâil aleyhisselâmı ya’nî Akıl kuvvetini geride, Sidre-i Müntehâ’da bırakıp yollarına aşk ile devâm edenlerdir. Onlar, esmâ ve ikilik dâiresinden çıkıp yoklukları ile Zât’a vâsıl olanlardır. Allah'ın yaratmış olduğu bu âlemde, mutlak (heryönüyle, sırf) çirkin, mutlak kötü, mutlak mantıksız ve mutlak gereksiz hiçbirşey yoktur.
 

Ehl-i Kabuk müslümânlar için bu sorular Mantıksızdır ve cevâba lâyık değildir. Zâten ehl-i kabuk,, sorunun mantıksızlığı gerekçesiyle cevap veremeyeceği için soruyu soranı aşağılayıcı ifâdeler kurar. Halbuki soruyu soran,,  Müslümânın zihnindeki tanrıyı müslümânın mantığıyla çelişkiye düşürmeye çalışıyor. Müslümânın bilgisizliğini göstermede veyâ Müslümânın mantık sınırları çerçevesinde mahpûs olduğunu göstermekte başarılı da oluyor. Halbuki Gerçek olan Allah Ya'nî İnsân-ı Kâmilin irfânındaki Allah (c.c.) çelişki aczine düşürülemez.

Mantıklı ya da mantıksız sorularla çelişkiye düşürülen müslümânların bu durumları,, onların ebedî mutlululuklarını engellemez. İlim, îmândan öncelikli bir temel olsa da, îmânın nûru bütün karanlıkları aydınlatır, en büyük karanlık olan cehâletin zarârlarını bile giderir.
 

Ehl-i Hakk için Âlemde bâtıl yoktur, âlemde hatâ da yoktur çünkü âlem Hakk ile doludur. Allah âlemi Hakk ile yaratmıştır. Dolayısıyla Yukarıdaki soruların, soruyu soranın eğer anlayabilirse mantığını mutmain kılacak cevapları vardır.
 

Yukarıdaki sorular, mantıksızlık ortak paydasında birleştikleri için aslında aynı sorulardır.
 
Soruların cevâbına geçiyorum:

Allah’ın kudreti sınırsızdır. Allah’ın Kâinâtı yaratması bizim zihnimizde basit bir eşyâyı, meyveyi hayâl etmemiz (yaratmamız) kadar basittir. Ve Allah’ın bir sivrisineği yaratması ile Bütün Kâinâtı yaratması arasında kudreti bakımından, güç yetirmesi bakımından hiçbir fark yoktur.

Allah’ın kudret sıfatının akıl almaz sınırsızlığı anlaşıldıktan sonra Allah’ın kudret sıfatının bağımsız, müstakill bir sıfat olmadığını bilmek gerekir.

Allah’ın kudret sıfatı Allah’ın diğer bütün sıfatlarında olduğu gibi Allah’ın Zât’ına bağımlıdır, Zât’ın emrindedirler.

Allah’ın sıfatlarının Zât’a yakınlıklarında bir öncelik sıralaması vardır. Zât’a en yakın Hayat sıfatı gelir. Sonra ilim sonra irâde ve daha sonra kudret sıfatı gelir. Allah bir şeyi yaratacağı zamân, kudreti sınırsız olduğu için her şeyi yaratabilir fakat irâde vasfının izin vermesi gerekir. İrâde sıfatının izin vermediği bir şeyi ya’nî Allah, istemediği bir şeyi yaratmaz.

Diyelim istedi ve yaratacak, fakat istediği şey Allah’ın ilmine aykırı, dikkat edin bizim ilmimize mantığımıza değil, Allah’ın kendi ilmine aykırı… Ya’nî Allah’ın ilim sıfatının muhâl gördüğü bir şeyi Allah’ın irâde sıfatı onay verse bile ya'nî Allah istese bile,, yaratmaz. Dikkat edin, Gücü yetmediği için değil. Kendi ilmi onay vermediği için, yaratmak muhâl olduğu için veyâ adâletine uymadığı, yaraşmadığı için yaratmaz.
 

Yukarıdaki dört sorunun bu temel cevâbına birinci soru için bir ilâve yapalım. Soruda Tanrının yok olmasından bahsetmiş. Evvelâ tanrı Allah demek değildir. Tanrı cins isimdir. Allah özel isimdir. Ayrıca, Tanrılık bir cins isim olduğu için  bir sıfattır. Allah ise tek bir Zât'ın ismidir. İlâhlık sıfatıyla mevsûf bir Zât'ın ismidir.

Mahlûkatta güç ve kuvvetin odaklandığı her şey tanrılık (ilâhlık) özelliği taşır. Ve bu bakımdan her ilâhın, Allah’a bir nisbeti vârdır. Aslında ilah olarak gözüken çokluk, Allah’tan başkası değildir. Kuvvet ve Kudretin odaklandığı varlıkların çok büyük varlıklar olmasına gerek yoktur, En küçük bir hardal tânesi veyâ elektron veyâ zerre bile, öldürme ve diriltme özelliği taşır.
 

Tanrı ve Tanrılar birer mahlûktur. Bütün sıfatlar ve onların gölgesi olan eşyâ gibi hayâlî varlıklardır. Allah ise yaratanların yaratanı, tanrıların tanrısıdır. Mutlak varlıktır, bir mahlûk değildir. Tanrılar, mahlûk olduğu için yok da olurlar. Allah ise hâlik olduğu için değil, mutlak varlık, sırf varlık olduğu için yokluğu tasavvur edilemez. Yokluğun olmadığı şeye sırf varlık veyâ Allah denir. Varlık (Mutlak varlık, Allah) yok olmaz, mutlak yokluk da ezelen ve ebeden vâr olmaz.

Not: Allahtan başka ilâh (tanrı) yoktur demek, Dünyâ da Tanrı görünümündeki bütün güç odaklarını inkâr etmek, onları yok saymak anlamında değildir. Allah'ın bütün bu ilâhlarla (Devlet başkanı, polis, terörist, zengin, hardal tânesi veyâ elektron) münâsebetini doğru kavrayın anlamındadır. "Gerçek ilâh benim, onların hepsi benim taht-ı kudretim dâhilinde iş yaparlar, gerçekte fâil benim" anlamındadır...
 

Soruyu soran, Allah’ı bilmediği, tanımadığı ve kabûl etmediği için Tanrı düzeyinde kaldığı için,, Soruda geçen tanrılar için,,  Soruyu soranın zihnindeki tanrı da zâten mahlûk bir tanrı olduğu için,,  evet Allah (c.c.) Tanrıları vâr eder ve yok eder ve zâten ediyor. İkinci soruda olduğu gibi eş gözüken, kafa tutan tanrılar yaratıyor ve yok ediyor. Gerçek Tanrının kendisi olduğu anlaşılsın,, Sabır gibi Metânet gibi kudsiyet ve ulviyet gibi yüce sıfatların gerçek sâhibi olduğu tahakkuk etsin diye, kemâlâtları açığa çıksın diye bu işleri yapıyor.
 

Diğer sorulara da evet deriz, zâten Allah güçlü olmasına rağmen güçsüzde de zuhur ediyor, kâmil olmasına rağmen nâkısta ve sınırlı varlıklarda da zuhur ediyor, mutlak tek olmasına râğmen ikilikte ve kesrette de açığa çıkıyor.
 

Bu açıklamalarımızdan sonra Ateist; “Yok sen bizi yanlış anladın biz tanrıları (ilahları) kasdetmedik. -Ya neyi kasdettin? -Allah’ı kasdettim Derse…
 

Başlangıçta verdiğimiz cevap geçerlidir. Allah’ın kudreti sonsuz ve sınırsızdır. Fakat ilminin muhâl gördüğü İrâdesinin izin vermediği (istemediği) bir şeyi yaratmaz. Dikkat edin, Allah’ın kendi ilminin muhâl gördüklerinden bahsediyoruz. Biz Allah’ın hangi acayiplikleri muhâl görüp görmediğini bilemeyiz. Bizim için ya da câhil insânların muhâl gördükleri çoğu şey Allah için muhâl olmayabilir (mu'cîze ve kerâmetler gibi). Bu da altıncı soruya ilâve bir cevap olsun… Dâire şeklinde bir kare yaratmak, soruyu soran ateistin zihninde imkânsız, yapılamayacak, muhâl bir iş zannedilmesine râğmen, nice imkânsız gibi zannedilen şeyler Allah’ın ilminde mümkindir. Bir kısmı da Allah’ın ilminin mümkin görmedikleridir ki bunlar hiçbir zamân yaratılmaz. Dikkat edin, Yaratılmaması kudretin yetersizliğinden değildir. Allah'ın irâdesinin veyâ ilminin onay vermemesi sebebiyle yaratılmaz.

 

Dikkat edin, eklenen resimde hem dâire hem kare gibi gözüken bir silindir vardır.
 

7.TANRI EVRENİ YARATMADAN ÖNCE NEREDEYDİ? NE YAPIYORDU?

Allah Evreni yaratmadan önce diye bir anlamlı soru cümlesi olmaz. Çünkü Evrenden önce zamân yoktur. Mekân konum ve hareketin bulunmadığı yerde zamân olmaz. Zamânın olmadığı yerde Öncelik ve sonralık da olmaz. Mekânın olmadığı bir yerde, Neredeydi? Sorusu ve Ne yapıyordu? Sorusu ifâde kalıbı bakımından yanlış olsa da biz sorudaki maksadı anladık.

Şoru şöyle sorulsaydı muhteşem olurdu: “Kâinât yok, daha yaratılmamış, bu durumda Allah nasıl var?”
 

Aslında şu ânda Allah’ın nasıl ve nerede olduğunu bilmeyene, Allah’ın mâhiyeti ve Allah’ı tanımak bilmeyene, Allah’ın varlığını dahî kabûl edemeyene ya’nî bu düşünce düzeyine ulaşamamış bir insâna, Kâinâtlar yok iken ki Allah’ın hâli anlatılmaz. İnce ince, uzun uzun anlatmak hikmete uygun olmaz. O yüzden Hûlâsanın hulâsâsı anlatılacak ki Ateistlerin müslümânları çok kolay olan inkâr yolu ile bile acze düşüremeyecekleri anlaşılsın yeter.
 

Zamân kâinâtın yaratılışı esnâsında,, mukayyed (sınırlı, bağımlı) varlıkların ve bu varlıkların hareketiyle başladığı için, Kâinât, Ezelî bir mahlûk ve ezelî bir hâdistir. Dikkat edin, Kâinâttan öncesi olamayacağı için bu anlamda Kâinât ezelîdir ve başlangıç vakti tasavvur edilemez. Yine Kâinât ya da Kâinâtlar, Allah’ın sayısız isimlerinin sürekli tecellî etdiği bir yer ve sürekli Allah’ın isimlerine mazhar ve ayna oldukları için ve Allah’ın isimlerine ve de zuhûrlarına bir son olamayacağı için ve dikkat edin Allah’ın esmâsının zuhurda kesintiye uğraması olanaksız olduğu için ya’nî Hakk Teâlâ, açığa çıkmada ta’tili (kesintiyi) kabûl etmeyeceği için yukarıda belirttiğimiz gibi Kâinât nisbeten ezelî olduğu gibi hem de Ebedîdir.
 

Bu Ebedîlik, yokluğa mahkûm olmadıkları ve bir sonları olmadıkları anlamında değildir. Kâinâttaki her sınırlı varlığın mahlûk olması sebebiyle her ân “halk-ı cedîde” dayanan kıyâmetleri ve nihâyî bir kıyâmeti vardır. 

Ayrıca Kur’ânda zikredilen büyük kıyâmet, Kâinâtın bütünü için aynı ânda geçerli değildir.
 

Kâinât, mukayyed, izâfi, sınırlı ve görünebilen varlıktır. Mutlak varlığın ya’nî Hakk Teâlânın , zuhurundan, formundan, zamânla kayıtlı tecellîlerinden ve yine mutlak varlıkta tahakkuk eden hayâllerinden ibârettir.
 

Kâinâtın,, hayâlî ve gölge ve izâfî ve mahlûk ve hâdis olan (meydana gelen, yeni oluşan, öncesinde Hakk olan), varlığı vâr iken,, Allah’ın mutlak varlığı nasıl kayyum olarak Kâinâtın varlığını ayakta tutuyorsa,, Kâinâtın mukayyed varlığı yok iken (görünmüyor iken) Allah (c.c.) yine bulunduğu mutlaklık hâli üzre mutlak varlık hâlinde bulunmaktadır.
 

Allah (c.c.) mutlak varlıktır, sırf varlıktır ya’nî varlığın ta kendisidir. Mukayyed olan eşyânın ya’nî duyu organlarımızla algılayabildiğimiz maddî varlığın özüdür esâsıdır.
 

İşte bu mutlak varlık sonsuz lâtîftir (soyut, ince). Mutlak varlık, her türlü zıdlıktan, şekilden, sûretten, bir sıfat ile kayıtlanmaktan münezzehtir. İdraklerden müteâldir. Zât-ı Hakk’ın kendine mahsûs bu Zât-ı Ehâdiye (Mutlak teklik) mertebesinde, kendisine Allah ismi bile nisbet edilemez. Ancak “O” (Hû) ismi ile bu mertebeye işâret edilebilir. Bu mertebe Hakk Teâlânın sırf zât, sırf teklik ve sırf varlık mertebesidir.
 

Bu bilgilerle ilk defa karşılaşanlar için yazılanları anlamak zor gibi gözükse de Şöyle bir misâl verirsek zannediyorum anlamanın bir ucundan tutabilirsiniz.

Atmosferde Su,, su buharı hâlinde mevcûddur fakat duyu organlarımızla bu suyu göremez ve hissedemeyiz (Aşırı rûtubet yoksa). Ancak bu su,, bulut olduğunda görebilir, yağmur olduğunda işitebilir ve kar olduğunda hem görür hem duyar hem de hissedebiliriz. Su buharı mutlaklığa benzediği ve nisbeten sınırsız olduğu ve nisbeten lâtif (soyut) olduğu için göremiyorduk. Yağmur veyâ kar şekliyle kayıtlandığında, sınırlandığında ancak gördük ve hissettik.
 

Bulut, yağmur damlası, kar tânesi,, su dan başka bir şey olmadığı gibi bulut, yağmur damlası ve karın atmosferde mevcûd olmaması, atmosferdeki suyun yokluğuna delîl olmaz. Su kendi hâli üzre mutlak bir biçimde atmosferde mevcûddur. Aynen bunun gibi Büyük patlamayla veyâ başka bir biçimde somut bir varlık hâlini alan Kâinât, Allah’ın kendi varlığının açığa çıkmasından görünür hâle dönüşmesinden ibâret olduğu gibi, büyük patlama olmadan, Kâinâtın yaratılmamışken, Görülür duyulur hissedilir hiçbir varlık yok zannetdiğimiz ortamda Allah yine bulunduğu mutlak teklik hâli üzre mutlak ve eltâf-ı lâtîf (lâtîflerin lâtîfi) varlığı ile en hakikî bir hâl ile mevcûddur.
 

Eşyâyı Kâinât, Allah’ın gölgesi mesâbesindedir. Ve Allah’ın varlığının bir âlâmetidir (delîlidir). Delîlden medlûle ulaşamamak, Gölgenin bir sâhibi olması gerektiğini düşünememek bir düşüncesizliktir.
Ebedî bir teknolojiyle üretilmiş insân makinesini kullanma beceriksizliğidir. Kâinâtların varlığında ve yokluğunda Kâinâtları ayakta tutanı ve kendi mutlak varlığı sâyesinde Kâinâtları açığa çıkaran asıl varlığı inkâr etmek bir bilinç düzeysizliğidir. Düşünce ve anlayışta bir evrim başarısızlığıdır.
 

8.TANRI GELECEĞİ HEM BİLİR, HEM DE DEĞİŞTİREBİLİR Mİ? (DEĞİŞTİRİRSE ESKİ BİLGİSİ YANLIŞ OLUR)

Başlangıçtaki muhâl cevâbı bu soruda da geçerli olmasına rağmen biz de böyle basit bir zekâ seviyesi bulmuşken Allah’ı sevenlerin üstünlüğünü başka bir vecihten gösterelim.
 

Soruyu soran, Allah’ın ezeldeki takdîr ve bilgisini hiçbir zamân bilemeyeceği için ezelî bilginin değiştirilip değiştirilmediğini hiçbir zamân anlayamaz.
 

Allah’ın bir mutlak bir de muallak kaderi vardır. Muallak kader değişebilir, mutlak kader değişmez.
 

Mutlak kaderin de değişmesi ancak Allah-u a’lem (Allah bilir), paralel evrene kaderin bölünmesi yoluyla olabilir.
 

9- TANRI HER ŞEYE KADİR OLMAMAYA DA KADİR MİDİR?

Yukarıda aynı minvaldeki soruların cevâbını vermiş ve demiştik ki, Allah Güçlü olmasına rağmen güçsüzde de zuhur ediyor, Muhtâc olmamasına râğmen fakirde zuhur ediyor ve hastada da gözüküyor, kâmil olmasına rağmen nâkısta da zuhur ediyor, mutlak tek olmasına râğmen ikilikte ve kesrette (çoklukta) de açığa çıkıyor.
Dolayısıyla Güçsüz gözükmeye elbette kâdirdir. Hattâ Güç, Güçsüzlükte gizlenmiştir.
 

10.TANRI DÜŞÜNEBİLİR Mİ? (DÜŞÜNME GELECEĞE VE GEÇMİŞE DAİRDİR. TANRI GELECEĞİ VE GEÇMİŞİ BİLDİĞİ İÇİN DÜŞÜNEMEMELİDİR. DÜŞÜNMEYE KALKTIĞINDA KENDİNİ YALANLAR. BU YÜZDEN TANRI GELECEK DE KURGULAYAMAZ. KURGULARSA GELECEĞİ BİLMİYORDUR).

Hakk Teâlâ, Zât’ının bir gereği olarak geçmişi ve geleceği ve her şeyi tek bir ânda bilir. Allah (c.c.) İsimlerinin hükümlerinin bir îcâbı olarak da İsimlerinin mazharı olan kullarının sınırlı perspektiflerinden de görür ve düşünür. Bu sınırlı kulların en kâmili olan,, Allah ism-i şerîfinin kulu ve aynası olan kulunun perspektifinden görür ve diğer kullarına bu perspektiften hükmeder. Onun gözü ile sever, nefret eder, zengin kılar fakir eder. Bu insân-ı Kâmile Kutbu’l Aktâb veyâ Gavs veyâ Kutb-u Medâr derler. Allah ism-i şerîfinin yeryüzündeki tek kuludur. İnsânlar içinde gizli ve sıradan bir insândır.
 

11- TANRI, HERHANGİ BİR SIFATINA (TANRI'NIN 99 İSMİ OLAN ESMA-ÜL HÜSNA’DA GEÇEN TÜM İSİMLERİ BİRER SIFATINA KARŞILIK OLDUĞUNA GÖRE) AYKIRI ŞEKİLDE DAVRANABİLİR Mİ? DAVRANABİLİRSE VE DAVRANIRSA, O ZAMAN BU SIFATI NASIL HAK EDER?

Niye aykırı davransın ki, esmâsı kendi esmâsıdır kendi esmâsının îcâbı ne ise ona uygun hükmeder ve fiiller işler. Soruyu soran, bu isimlerin birbirine muhalif ve karşıt olduğunun da farkında değil. Meselâ Şeytân Allah’ın mudill isminin kulu ve âleti iken, hz. Ömer, Allah’ın Hâdî isminin kulu ve âletidir. Bunlar birbirleriyle savaş etseler de her iki isimde hükmeden ve fâil olan Allah’tır. İsimlerin çoğu birbirine zıd olduğu için âlemlerde aykırılıklar ve savaşlar belli bir düzen dâhilinde sürüp gider.
 

Alıntıdır a. a. şenol

21558533_462978407434677_7765081163283570758_n.jpg

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 1,2k
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Soruların buharlaşması, Hakk gelince bâtıl ın zâil olması anlamına gelir. 

"O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanacaklar" (Enbiyâ 23)

âyet-i kerîmesinin dış yüzden anlamı; Allah'a güç ve kuvvetinden dolayı hesâp sorulamaz, şeklindedir.
Gerçekte ise âyetin anlamı; Allah'ın fiillerindeki hikmet anlaşılırsa, kelâmı anlaşılırsa ortada suâl ve i'tirâz kalmaz. suâl ve i'tirâz buharlaşır. Çünkü Allah'ın hüküm ve fiilleri yerli yerincedir. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
9 saat önce, Hurrican yazdı:

En zor dedikleri  Sorular da buharlaştı.

Delinin birine sormuşlar "2x2'nin cevabı nedir?" diye

Deli cevap vermiş "5"

"Olmaz" demişler.

Deli sinirlenmiş "5 lan 5! Nasıl anlamazsınız? Nasıl inanmazsınız? Sizin aklınız nerede?"

Deliye gülüp odasına göndermişler.

Deli bu işte hırs edinmiş,, günlerce kafayı yormuş. 

Günler sonra kendisine soru soranların yanına gitmiş.

"Size 2x2'nin 5 ettiğini basit bir soruyla kanıtlayacağım. Bu sefer sizde benimle hem fikir olacaksınız." demiş.

Sırf meraktan "Tamam" demişler. 

Deli sormuş "10-5 kaç eder?"

Demişler "5"

Deli kendinden emin bir şekilde "O zaman 2x2'nin 5 ettiği de doğru! Bakın sizde 5 cevabını verdiniz!" demiş

Deliye bir defa daha gülüp odasına yollamışlar.

Mutlu son!

 

Arkadaş kendi yaptığınız felsefeyle (felsefe değil akıl tutulması) kendi inandığınız tanrıyı kanıtlamaya çalışıyorsunuz. 

Kendi çıkmaz sorularınıza kendiniz cevap vermeyi (doğru veya yanlış olduğu üzerinde kafa yorma zahmetine girmeden) marifet görüp saygı bekliyorsunuz. 

Ben senin uyduruk tanrın "kendisinden bir tane daha yaratır mı?" diye merak etmiyorum o zaten yok.

Ben çok eşliliğin, mantıksal hataların, köleliğin, yamanın, tecavüzün, istismarın, cinsiyetçiliğin,  tanrı tarafından emredildiğine hangi akla hizmet inanıyorsunuz onu merak ediyorum.

tarihinde hartemes tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

 

 

1 saat önce, İlluminatus yazdı:

yıllardır inanmayan kedim sayende ehli sünnet misvaklı bir müslüman oldu yakında haccada gidecek 41 kere maştonton.

 

9 dakika önce, hartemes yazdı:

Delinin birine sormuşlar "2x2'nin cevabı nedir?" diye

Deli cevap vermiş "5"

"Olmaz" demişler.

Deli sinirlenmiş "5 lan 5! Nasıl anlamazsınız? Nasıl inanmazsınız? Sizin aklınız nerede?"

Deliye gülüp odasına göndermişler.

Deli bu işte hırs edinmiş,, günlerce kafayı yormuş. 

Günler sonra kendisine soru soranların yanına gitmiş.

"Size 2x2'nin 5 ettiğini basit bir soruyla kanıtlayacağım. Bu sefer sizde benimle hem fikir olacaksınız." demiş.

Sırf meraktan "Tamam" demişler. 

Deli sormuş "10-5 kaç eder?"

Demişler "5"

Deli kendinden emin bir şekilde "O zaman 2x2'nin 5 ettiği de doğru! Bakın sizde 5 cevabını verdiniz!" demiş

Deliye bir defa daha gülüp odasına yollamışlar.

Mutlu son!

 

Arkadaş kendi yaptığınız felsefeyle (felsefe değil akıl tutulması) kendi inandığınız tanrıyı kanıtlamaya çalışıyorsunuz. 

Kendi çıkmaz sorularınıza kendiniz cevap vermeyi (doğru veya yanlış olduğu üzerinde kafa yorma zahmetine girmeden) marifet görüp saygı bekliyorsunuz. 

Ben senin uyduruk tanrın "kendisinden bir tane daha yaratır mı?" diye merak etmiyorum o zaten yok.

Ben çok eşliliğin, mantıksal hataların, köleliğin, yamanın, tecavüzün, istismarın, cinsiyetçiliğin,  tanrı tarafından emredildiğine hangi akla hizmet inanıyorsunuz onu merak ediyorum.

 

Tepkisel cevaplar vermemek için mantıklı sorular toplamaya çalışıyorum, ateistlerin zekâ seviyesi ve algı düzeyleri ile alay etmek, onları küçük düşürücü bir dil kullanmak istemiyorum.

Muhatabınıza kötü davranmak istemediğiniz hâlde, gerçekleri açıklamak ba'zı durumlarda hakâret, alay, suçlama gibi çok farklı algılarla yansıma bulabilir.

Mecburiyetten açıklamak zorundayız ki; İnsânın değil ama, insânlığın ma'nevî evriminde müslümânlar üst basamaklarda,, ateist agnostik ve deistler ise evrimin en alt basamaklarındadırlar.

Açıkçası, bir ateist ile teist arasında şebek cinsi ile insân cinsi arasındaki kadar fark vardır. Bir teist ile İnsân-ı Kâmil (Evliyâ) arasında da Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn Arâbî hazretlerinin açıklamasına göre Maymun cinsi ile insân cinsi arasındaki farktan daha büyük fark vardır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 dakika önce, Hurrican yazdı:

 

Mecburiyetten açıklamak zorundayız ki; İnsânın değil ama, insânlığın ma'nevî evriminde müslümânlar üst basamaklarda,, ateist agnostik ve deistler ise evrimin en alt basamaklarındadırlar.

 

Açıkçası, bir ateist ile teist arasında şebek cinsi ile insân cinsi arasındaki kadar fark vardır. Bir teist ile İnsân-ı Kâmil (Evliyâ) arasında da Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn Arâbî hazretlerinin açıklamasına göre Maymun cinsi ile insân cinsi arasındaki farktan daha büyük fark vardır.

Evet, kesin öyle bu yüzden demokrasi, insan hakları, modern bilim, rasyonel düşünce, hümanizm, feminizm,  sizden çıktı ve biz inatla bunlara karşı çıkıyoruz. 

Hurrican artık odana gider misin?

Link to post
Sitelerde Paylaş
13 hours ago, Hurrican said:

Allah’ın kudret sıfatının akıl almaz sınırsızlığı anlaşıldıktan sonra Allah’ın kudret sıfatının bağımsız, müstakill bir sıfat olmadığını bilmek gerekir.

 

Tepkisel cevaplar vermemek için mantıklı sorular toplamaya çalışıyorum, teistlerin zekâ seviyesi ve algı düzeyleri ile alay etmek, onları küçük düşürücü bir dil kullanmak istemiyorum...(!!)

 

Ancak muhterem; sadece şu yukarıdaki cümlenizdeki altlarını çizdiğim kavram-eylem tutarsızlığı dahi balığın baştan nasıl koktuğunu, nasıl da kendiniz çalıp kendiniz oynadığınızı göstermek açısından kafidir herhalde.

 

Akıl almaz ve anlaşılmak...? Nasıl oluyor bu iş mesela, bir izah etseniz?.."Akıl almaz" olan nasıl "anlaşılıyor"..? Safi çelişki ve tutarsızlık. Siz açıklama yerine, aslen "açıklamamışsınız"..Bir de güzelce yazmışsınız "anlaşıldıktan sonra" diye. Nefis. Anlaşılıyorsa akıl almaz değilmiş demek ki. Veyahut halen akıl almaz ve anlaşılan bir şey de yok.

 

Velhasılı; bırakın da karşı taraf karar versin önce anlayıp anlamadığını. Siz milletin anlayıp anlamadığına da kendi adınıza karar vermeyin bir zahmet..

 

Ayrıca yukarıdaki küçük alıntıdan ziyade yazdıklarınızın tamamının bir bütün olarak ele alacak olursak eğer.. .. ..E zaten defalarca ele aldık, ele alındı; üzerine konuşuldu tartışıldı yazıldı çizildi, tam da bu forumda. İki tane tutarsız kendi kendine gelin güzey olan cümleyi önümüze getirerek Hindistan'ı yeniden keşfettiğinizi zannedeceğiniz yerde, zaten bunlara karşılık olarak yazılmış olanları oturup da inceleseniz ondan sonra yazsanız da, böylece hep beraber bir kaç adım öteden başlasak da nasıl olur acaba? Merak ediyorum hiçbir teist akıl edebilecek mi bunu bir gün gelip de?!.. Hayır bunlar ilk sizin aklınıza mı geldi sanıyorsunuz? 

 

Yok buharlaşmışmış vb..

O kadar çok geçti ki sizin gibiler buralardan, hatta önce biz geçtik o yollardan.

Haberiniz olsun.

Dönüş yolundaki tereciye tere satmak olmasın sizinkisi sonra..

 

Quote

Allah’ın sıfatlarının Zât’a yakınlıklarında bir öncelik sıralaması vardır. Zât’a en yakın Hayat sıfatı gelir. Sonra ilim sonra irâde ve daha sonra kudret sıfatı gelir. Allah bir şeyi yaratacağı zamân, kudreti sınırsız olduğu için her şeyi yaratabilir fakat irâde vasfının izin vermesi gerekir. İrâde sıfatının izin vermediği bir şeyi ya’nî Allah, istemediği bir şeyi yaratmaz.

 

Ayrca şunların dayanağı nedir yahu?

Hem Allah birşeyi yaratırken kendinden ayrı bir "irade vasfından" falan izin mi alıyor?

Onu bırak, iddia bu ya işte: yaratır mı yaratamaz mı? İsteyebilir mi? Yapabilir mi? Yaparsa ne olur?

 

Kadiri ve alim-i mutlaklık ise halen orada duruyor. Manası ne? Aslen "kısıtsızlık"..Siz ise kalkmış kelime oyunu ile bezeli, dayanağının da ne olduğu belli olmayan bir cümle ile arz-ı endam ediyor ve resmen kısıtlılığı sunuyorsunuz..

Siz bunları yazınca açıklama yaptığınızı mı zannediyorsunuz?

 

Yazınızın geri kalanı alıp da yerden yere, duvardan duvara vuracak nimetlerle dolu ama o kadar vaktim yok. Ha, kuyruğu kısıtırıp da hemen toz olmayacaklardansanız eğer, elbet her birine yazarız. Zaten yazılmışı da var.

 

Saygılar..

tarihinde teflon tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
13 saat önce, Hurrican yazdı:

NOT:BUNLAR EN ZORLARI KALBİ OLAN İNANÇLI KİMSELER OKUMASIN

:D 

O resim ne? Sanırım çelişmezlik ilkesinin doğru olmadığı anlatılıyor, ama amatör yoldan ve Risale-i Nur dilinde. Bu kadar uzatmaya gerek yoktu.

"İstiyor ama yapmıyor, çünkü ilmine aykırı. Ama yapamıyor değil haaa. İlmine aykırı. İstese yapar. Ama ilmine aykırı."

Çok güzel buharlaştırılmış en zor dediğimiz sorular. Tebrikler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
10 saat önce, Hurrican yazdı:

En zor dedikleri  Sorular da buharlaştı.

:D

Buharlașan ve bir türlü bir araya gelemeyen bizzat Sizin peșinde koșturduğunuz Tanrı´nız.

Sayenizde, bir türlü katılașamadı garibim. Ya utangaç, ya aciz ve beceriksiz, ya da.... 

Siz anladınız onu ...

 

Soruların babası șu: Nerede bu Tanrı ?

 

 

tarihinde kavak tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
12 dakika önce, teflon yazdı:

Yazınızın geri kalanı alıp da yerden yere, duvardan duvara vuracak nimetlerle dolu ama o kadar vaktim yok. Ha, kuyruğu kısıtırıp da hemen toz olmayacaklardansanız eğer, elbet her birine yazarız. Zaten yazılmışı da var.


Vaktin olduğu zamân çalış da gel, detaylı i'tirâz yap ki, boy aynası tutucam... Ama aynayı görünce hemen coşmayın, ürküp kaçmayın.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, Hurrican yazdı:

 

 

Mecburiyetten açıklamak zorundayız ki; İnsânın değil ama, insânlığın ma'nevî evriminde müslümânlar üst basamaklarda,, ateist agnostik ve deistler ise evrimin en alt basamaklarındadırlar.

 

o sebepten müslüman ülkelerin hepsi bilimde refahta insan haklarına saygıda 1 numara  hatta amerikayıda müslümanlar keşfetti aya ilk insanıda müslüman ülkeler yolladı 

söylesene shakespeare de müslümanmıydı ?

Link to post
Sitelerde Paylaş
3 hours ago, Hurrican said:

Vaktin olduğu zamân çalış da gel, detaylı i'tirâz yap ki, boy aynası tutucam... Ama aynayı görünce hemen coşmayın, ürküp kaçmayın.

 

Sen ön/giriş olarak sunduklarıma bir cevap veriver ki, detaylı itirazı hakedesin. Hani ayak sürüme, topu taca atma üstteki gibi.

Şuncacık bir-iki itiraz ve soru alt tarafı. Tutarsızlık, dayanak ve açıklamaları sorduk. Onları da buharlaştırıver(!) hemen. Yalnız bu sefer tutarlısından olsun. Hemen su koy verme böyle daha en baştan azizim...

 

Akabinde sana zaten bu sitede dahi daha önce verilmiş bu konuya ilişkin açıklamalardan derleme yaparız. Hani yeni birşey yazmaya dahi gerek yok. Yeni yetme olan sensin.

Haydi bakalım boy aynasına..

tarihinde teflon tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben orta dünya tanrısı Nah’ım..

 

Benim hakkımda konuştuklarınız aptalcadır. Zira ehl-i Nah olmayanlar beni algılayamaz. Hatta ehl-i Nah olmayanlarla konuşmak bile manasızdır.

 

Nah’ın kudreti sınırsızdır. Nah'ın Kâinâtı yaratması bizim zihnimizde basit bir eşyâyı, meyveyi hayâl etmemiz (yaratmamız) kadar basittir. Ve Nah’ın bir eşşek cinsel organını yaratması ile Bütün Kâinâtı yaratması arasında kudreti bakımından, güç yetirmesi bakımından hiçbir fark yoktur.

 

Nah'ın kudret sıfatının akıl almaz sınırsızlığı anlaşıldıktan sonra Nah’ın kudret sıfatının bağımsız, müstakill bir sıfat olmadığını bilmek gerekir.

 

Nah’ın kudret sıfatı Nah’ın diğer bütün sıfatlarında olduğu gibi Nah’ın Zât’ına bağımlıdır, Zât’ın emrindedirler.

 

.......
 

Not: Nahtan başka ilâh (tanrı) yoktur demek, Dünyâ da Tanrı görünümündeki bütün güç odaklarını inkâr etmek, onları yok saymak anlamında değildir. Nah'ın bütün bu ilâhlarla (Devlet başkanı, polis, teist, zengin, hardal tânesi veyâ elektron) münâsebetini doğru kavrayın anlamındadır. "Gerçek ilâh benim, onların hepsi benim taht-ı kudretim dâhilinde iş yaparlar, gerçekte fâil benim" anlamındadır...

 

 

Soruyu soran, Nah’ı bilmediği, tanımadığı ve kabûl etmediği için Tanrı düzeyinde kaldığı için,, Soruda geçen tanrılar için,,  Soruyu soranın zihnindeki tanrı da zâten mahlûk bir tanrı olduğu için,,  evet Nah (c.c.) Tanrıları vâr eder ve yok eder ve zâten ediyor. İkinci soruda olduğu gibi eş gözüken, kafa tutan tanrılar yaratıyor ve yok ediyor. Gerçek Tanrının kendisi olduğu anlaşılsın,, Sabır gibi Metânet gibi kudsiyet ve ulviyet gibi yüce sıfatların gerçek sâhibi olduğu tahakkuk etsin diye, kemâlâtları açığa çıksın diye bu işleri yapıyor.

 

 

Diğer sorulara da evet deriz, zâten Nah güçlü olmasına rağmen güçsüzde de zuhur ediyor, kâmil olmasına rağmen nâkısta ve sınırlı varlıklarda da zuhur ediyor, mutlak tek olmasına râğmen ikilikte ve kesrette de açığa çıkıyor.

 

 

Bu açıklamalarımızdan sonra Ateist; “Yok sen bizi yanlış anladın biz tanrıları (ilahları) kasdetmedik. -Ya neyi kasdettin? -Nah’ı kasdettim Derse…

 

 

.....

 

7.TANRI EVRENİ YARATMADAN ÖNCE NEREDEYDİ? NE YAPIYORDU?

 

Nah Evreni yaratmadan önce diye bir anlamlı soru cümlesi olmaz. Çünkü Evrenden önce zamân yoktur. Mekân konum ve hareketin bulunmadığı yerde zamân olmaz. Zamânın olmadığı yerde Öncelik ve sonralık da olmaz. Mekânın olmadığı bir yerde, Neredeydi? Sorusu ve Ne yapıyordu? Sorusu ifâde kalıbı bakımından yanlış olsa da biz sorudaki maksadı anladık.

 

......
 

Kâinâtın,, hayâlî ve gölge ve izâfî ve mahlûk ve hâdis olan (meydana gelen, yeni oluşan, öncesinde Hakk olan), varlığı vâr iken,, Nah’ın mutlak varlığı nasıl kayyum olarak Kâinâtın varlığını ayakta tutuyorsa,, Kâinâtın mukayyed varlığı yok iken (görünmüyor iken) Nah (c.c.) yine bulunduğu mutlaklık hâli üzre mutlak varlık hâlinde bulunmaktadır.

 

 

Nah (c.c.) mutlak varlıktır, sırf varlıktır ya’nî varlığın ta kendisidir. Mukayyed olan eşyânın ya’nî duyu organlarımızla algılayabildiğimiz maddî varlığın özüdür esâsıdır.

 

 

İşte bu mutlak varlık sonsuz lâtîftir (soyut, ince). Mutlak varlık, her türlü zıdlıktan, şekilden, sûretten, bir sıfat ile kayıtlanmaktan münezzehtir. İdraklerden müteâldir. Zât-ı Hakk’ın kendine mahsûs bu Zât-ı Ehâdiye (Mutlak teklik) mertebesinde, kendisine Nah ismi bile nisbet edilemez. Ancak “O” (Hû) ismi ile bu mertebeye işâret edilebilir. Bu mertebe Hakk Teâlânın sırf zât, sırf teklik ve sırf varlık mertebesidir.

 

 

.......

 

 

8.TANRI GELECEĞİ HEM BİLİR, HEM DE DEĞİŞTİREBİLİR Mİ? (DEĞİŞTİRİRSE ESKİ BİLGİSİ YANLIŞ OLUR)

 

Başlangıçtaki muhâl cevâbı bu soruda da geçerli olmasına rağmen biz de böyle basit bir zekâ seviyesi bulmuşken Nah’ı sevenlerin üstünlüğünü başka bir vecihten gösterelim.

 

 

.......

 

9- TANRI HER ŞEYE KADİR OLMAMAYA DA KADİR MİDİR?

 

Yukarıda aynı minvaldeki soruların cevâbını vermiş ve demiştik ki, Nah Güçlü olmasına rağmen güçsüzde de zuhur ediyor, Muhtâc olmamasına râğmen fakirde zuhur ediyor ve hastada da gözüküyor, kâmil olmasına rağmen nâkısta da zuhur ediyor, mutlak tek olmasına râğmen ikilikte ve kesrette (çoklukta) de açığa çıkıyor.

Dolayısıyla Güçsüz gözükmeye elbette kâdirdir. Hattâ Güç, Güçsüzlükte gizlenmiştir.

 

 

10.TANRI DÜŞÜNEBİLİR Mİ? (DÜŞÜNME GELECEĞE VE GEÇMİŞE DAİRDİR. TANRI GELECEĞİ VE GEÇMİŞİ BİLDİĞİ İÇİN DÜŞÜNEMEMELİDİR. DÜŞÜNMEYE KALKTIĞINDA KENDİNİ YALANLAR. BU YÜZDEN TANRI GELECEK DE KURGULAYAMAZ. KURGULARSA GELECEĞİ BİLMİYORDUR).

 

Nah Teâlâ, Zât’ının bir gereği olarak geçmişi ve geleceği ve her şeyi tek bir ânda bilir. Nah (c.c.) İsimlerinin hükümlerinin bir îcâbı olarak da İsimlerinin mazharı olan kullarının sınırlı perspektiflerinden de görür ve düşünür. Bu sınırlı kulların en kâmili olan,, Nah ism-i şerîfinin kulu ve aynası olan kulunun perspektifinden görür ve diğer kullarına bu perspektiften hükmeder. Onun gözü ile sever, nefret eder, zengin kılar fakir eder. Bu insân-ı Kâmile Kutbu’l Aktâb veyâ Gavs veyâ Kutb-u Medâr derler. Nah ism-i şerîfinin yeryüzündeki tek kuludur. İnsânlar içinde gizli ve sıradan bir insândır.

 

 

11- TANRI, HERHANGİ BİR SIFATINA (TANRI'NIN 99 İSMİ OLAN ESMA-ÜL NAH’DA GEÇEN TÜM İSİMLERİ BİRER SIFATINA KARŞILIK OLDUĞUNA GÖRE) AYKIRI ŞEKİLDE DAVRANABİLİR Mİ? DAVRANABİLİRSE VE DAVRANIRSA, O ZAMAN BU SIFATI NASIL HAK EDER?

 

Niye aykırı davransın ki, esmâsı kendi esmâsıdır kendi esmâsının îcâbı ne ise ona uygun hükmeder ve fiiller işler. Soruyu soran, bu isimlerin birbirine muhalif ve karşıt olduğunun da farkında değil. Meselâ Şeytân Nah’ın mudill isminin kulu ve âleti iken, hz. Ömer, Nah’ın Hâdî isminin kulu ve âletidir. Bunlar birbirleriyle savaş etseler de her iki isimde hükmeden ve fâil olan Nah’tır. İsimlerin çoğu birbirine zıd olduğu için âlemlerde aykırılıklar ve savaşlar belli bir düzen dâhilinde sürüp gider.

BIDI BIDI....
.....

Anladınız mı?
Ben de anlamadım..
Demek ki başarılı bir buharlaştırma seansı olmuş ! 
Sizi gidi sefil atayizler...
....
Aha da Nah'ın varlığının ispatı. 
 

e1iCT9Bm_400x400.png

tarihinde adeist tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
15 saat önce, Hurrican yazdı:

Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn Arâbî hazretlerinin açıklamasına göre Maymun cinsi ile insân cinsi arasındaki farktan daha büyük fark vardır.

Muhyiddini Arabi " Ey halk sizin taptığınız Allah benim ayaklarımın altındadır" dediği için idam edilmiştir.O teist değildi reklamınızı ona dayandırmayın.

tarihinde Antonius tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
36 dakika önce, adeist yazdı:

Aha da Nah'ın varlığının ispatı. 


Hiç, kedi köpek sâhibi oldun mu adeist? Evcîl hayvanların olduysa, onlardaki üstünlükleri farketmişsindir. Buna emîn ol, kedi köpekten üstün olmadığın gibi şebekler de senden üstündür. Şebeklerden üstün olan konuşma gibi becerilerin Allah'ın imtihân için sana verdiği özelliklerdir.  Hiçbirisini sen kendinde 'icâd etmiş, kendinde oluşturmuş değilsin. İnsân görünümünde olduğun için, muazzam teknolojilerle imtihân vesîlesiyle donatılmışsın.  Ebedî bir teknolojinin ürünü olarak dünyâda sâhip olduğun varlığını (imkânlarını) doğru kullanamadığın için. Şebek seviyesinde bile değilsin. Hayvanlar, kendilerine verilmiş imkânları doğru kullanırlar. Donanımını doğru kullanan insânlar ancak meleklerden üstün bir mertebeyi hakeder.
Diikat et, şebek gibisin demedim, şebek sizden üstündür diyorum. Şebeklikte bir seviyedir.

Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini mi sanıyorsun? Yahut, akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır. Onlar yoldan sapanlardır.
 

Link to post
Sitelerde Paylaş
12 dakika önce, Antonius yazdı:

Muhyiddini Arabi " Ey halk sizin taptığınız Allah benim ayaklarımın altındadır" dediği için idam edilmiştir.O teist değildi reklamınızı ona dayandırmayın.


Sin (Yavuz Sultân Selîm Hân) Şına (Şam'a) girdiğinde benim kabrim ortaya çıkar buyurmuştur şeyh-i ekber...
Böyle de olmuş, Yavuz hazretleri, hazret-i şeyhin kabrini açığa çıkartmış ve oraya bir câmi ve türbe inşâ ettirmiştir.
"Sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır" sözünü nerede söylendiği araştırılmış, bu sözde bir hikmet var, kazın denmiş ve kazılan yerde altınlar bulunmuştur.
Ya'nî hazret-i şeyh; "siz Allah'a tapdığınızı söylüyorsunuz ama aslında, Altına ve dinâra tapıyorsunuz" demek istemiştir.
Hazret-i Şeyhin bu söz üzerine şehîd edildiği asılsız bir iddiâdır.
Hz. Şeyh, Şam'da 78 yaşındayken, arkadaşının evinde vefât etmiştir. Tafsîlâtlı doğru bilgi için "Sâhilsiz bir ummân"  (Michel Chodkiewicz) kitabına bakılabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, Hurrican yazdı:


Sin (Yavuz Sultân Selîm Hân) Şına (Şam'a) girdiğinde benim kabrim ortaya çıkar buyurmuştur şeyh-i ekber...
Böyle de olmuş, Yavuz hazretleri, hazret-i şeyhin kabrini açığa çıkartmış ve oraya bir câmi ve türbe inşâ ettirmiştir.
"Sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır" sözünü nerede söylendiği araştırılmış, bu sözde bir hikmet var, kazın denmiş ve kazılan yerde altınlar bulunmuştur.
Ya'nî hazret-i şeyh; "siz Allah'a tapdığınızı söylüyorsunuz ama aslında, Altına ve dinâra tapıyorsunuz" demek istemiştir.
Hazret-i Şeyhin bu söz üzerine şehîd edildiği asılsız bir iddiâdır.
Hz. Şeyh, Şam'da 78 yaşındayken, arkadaşının evinde vefât etmiştir. Tafsîlâtlı doğru bilgi için "Sâhilsiz bir ummân"  (Michel Chodkiewicz) kitabına bakılabilir.

Sin  akıldır.(Dişidir)Şın ise zevktir.(Erkek bir mefhumdur)Orada bu unsurların birleşmesi manevi bir üremedir.Akıl ve zevk ise bizim nefsimizdir.Yani nefsimiz Düşünce ve duygularımızdan oluşur.Ayaklarda aynıdır.Manevi ayaktır onlar.Yani onlarda Seni başarıya ulaştıran yani seni senin Allahına götüren düşünce ve duygularındır.Sol ayak duyguları sağ ayak ise düşünceleri aklı temsil eder.Bunların altından kasıt ise bunlardan ortaya çıkandır.Yani sizin taptığınız Allah benim düşünce ve duygularımın eseridir diyor.Bu Aynı zamanda benim yaşamdaki müşkülüm neyse onu çözüp Başarıya ulaşmamdır.Sende benim durduğum yere gelirsen şayet seni başarıya  ulaştıracak düşünce yada fikir altınlarını bulursun ki o altınlar Süleyman altınlarının ta kendisidir.Muhyiddini Arabi bu sözüyle idam edilmesede görüşleri bu açıdaydı.Yoksa o Şama Selimin bir gün gireceğini bilemezdi:)Dolayısıyla Şeyh Muhyittin diyorki Ben varsam Allah vardır.Ama beni ben yapanda benim Allahımdır

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...