Jump to content

Mitokondri Organelinin Siyanobakterilerden Evrimleşmesi?


Recommended Posts

Böyle bir tez duymuştum .. Hücrelerdeki enerjiyi sağlayan mitokondri organelinin yüz milyonlarca yıl önce ilkel siyanobakterilerden evrimleştiğini söylüyordu.

 

Doğruluk payı nedir ?

 

@ateistdusunce

@haci

tarihinde Omnipotent tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Endosimbiyoz kuramı bu hipotezi desteklemektedir. Hem kloroplast  hemde mitokondri ökaryotik hücreye sonradan girdiği bu nedenle kendine özgü DNA' ya sahip olduğu düşünülmektedir. Bu kapsamda ökaryotik hücrede mitokondri üzerinde yapilan deney ve incelemeler bulunmaktadır . Mitokondrinin üremesi hücre kontrolünde gerçekleşirken bazı durumlarda hücreden bağımsız üreme yoluna gittiği ve hücrenin mitokondri üremesini kontrol altına almak için fazla mitokondriyi hidrolize uğrattığı görülmüştür.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, ateistdusunce yazdı:

Endosimbiyoz kuramı bu hipotezi desteklemektedir. Hem kloroplast  hemde mitokondri ökaryotik hücreye sonradan girdiği bu nedenle kendine özgü DNA' ya sahip olduğu düşünülmektedir. Bu kapsamda ökaryotik hücrede mitokondri üzerinde yapilan deney ve incelemeler bulunmaktadır . Mitokondrinin üremesi hücre kontrolünde gerçekleşirken bazı durumlarda hücreden bağımsız üreme yoluna gittiği ve hücrenin mitokondri üremesini kontrol altına almak için fazla mitokondriyi hidrolize uğrattığı görülmüştür.

Peki mitokondirinin yapısıyla bakterilerin yapısı benziyor mu ? Bunun benzerliğiyle ilgili bir çalışma var mı ?

 

Kloroplast için de "en ilkel göz" veya canlıların optik yapılarının en ilkel atası deniyordu .. Bu doğru mu ? Neticede güneş ışığını emiyor ..

Link to post
Sitelerde Paylaş
28 minutes ago, Omnipotent said:

Peki mitokondirinin yapısıyla bakterilerin yapısı benziyor mu ? Bunun benzerliğiyle ilgili bir çalışma var mı ?

 

Kloroplast için de "en ilkel göz" veya canlıların optik yapılarının en ilkel atası deniyordu .. Bu doğru mu ? Neticede güneş ışığını emiyor ..

Kloroplast ilkel siyanobakterilere ,mitokondri ilkel prokaryot bakterilere benzemektedir .

 

Bütün organellerin sindirilemeyen prokaryotlardan geliştiği ve değiştiği  üzerine çalışmalar yapılmaktadır 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, Omnipotent yazdı:

Böyle bir tez duymuştum .. Hücrelerdeki enerjiyi sağlayan mitokondri organelinin yüz milyonlarca yıl önce ilkel siyanobakterilerden evrimleştiğini söylüyordu.

 

Doğruluk payı nedir ?

 

@ateistdusunce

@haci

En son bilimsel görüşlere göre doğruluk payı yüzde 100'dür.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, ateistdusunce yazdı:

Kloroplast ilkel siyanobakterilere ,mitokondri ilkel prokaryot bakterilere benzemektedir .

 

Bütün organellerin sindirilemeyen prokaryotlardan geliştiği ve değiştiği  üzerine çalışmalar yapılmaktadır 

 

Siyanobakteri ile ilkel prokaryot bakteriler arasında ciddi bir yapı farkı var mı ?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, haci yazdı:

En son bilimsel görüşlere göre doğruluk payı yüzde 100'dür.

Tek mitokondri değil bütün organeller ilkel siyanobakterilerden evrimleşmiş sanırım ..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, haci yazdı:

Bu konuda teorilerin olmasına karşın orası spekülasyon...

Mümkün bence .. Sindirilemeyen bakteriler zamanla evrimleşebilir ..

 

Bir de göz ve göz benzeri ilkel yapıların tamamının kloroplast organelinden evrimleştiği düşünülüyor sanırım ..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Gözün evrimi konusunda benim bir kuramım var.. Aşağıda onunla ilgili bir ileti bulacasınız.

 

GÖZÜN EVRİMİ

Darwin türlerin kökenini doğal seçimle açıklamaya çalışmıştı... Darwin zamanında kalıtımın nasıl başarıldığı bilinmiyordu. Genler bilinmiyordu. Yaşamın temelinin moleküler olduğu hakkında en ufak bir bilgi yoktu. Darwin’e göre bir hayvan türü, başka bir hayvan türünden çıkıyordu. Doğal seçilim dışında bunun temel mekanizması meçhuldü. Bugün bu konuda çok şeyler biliyoruz. Buna yalnız hayvanların nasıl türleştiği değil, yeni vücut planlarının nasıl ortaya çıktığı da dahil. Evrim kuramının battığına inananlar utansın...

Dünyada milyonlarca bitki ve hayvan türü var. Onların tümünün tek bir atadan çıkmış olabileceğine inanmak zor olabilir. Ama deliller açıkca bütün canlı varlıkların bundan 4 milyar yıl kadar önce yaşayan tek bir canlı türünden çıktığını göstermektedir. Bu delillerin en önemlisi genetik şifrenin bütün canlılarda aynı olmasıdır., İkinci önemli delil ise mevcut bütün proteinlerin ışığı sola kırmasıdır. Enzimler yalnız ışığı sola kıran proteinleri katalize ederler. Işığı sağa kıran proteinler de vardırlar ama onlar canlıların yapısına katılmazlar. Çünkü enzimler, ışığı sağa kıran proteinler üzerinde etkili değillerdir.

Canlılar arasında buna benzer daha birçok ortak paydalar ve benzerlikler vardır. Bu benzerlikler genomu da tutmaktadır. Bazı genler arasında şaşırtıcı benzerliklerin olduğu gözlemlenmiştir. Dört milyar yıl içinde onlar fazla değişikliğe uğramadan korunmuşlardır. İnsandan sineğe, yumuşakcalardan kuşlara kadar her hayvan türünde aynı genlerin bulunması evrimin bir gerçek olduğunun en kesin kanıtıdır.

Ben önce gözün evrimine kısaca değinmek istiyorum. Bunun için ilk canlıya gitmeye gerek yoktur. Doğa gözü Cambrian patlaması denen çağdan birkaç yüz milyon yıl önce keşfetmiştir. Yani canlılar aşağı yukarı 700 milyon yıldan beri görmektedirler.

Her doğal etkinlik gibi görme de bazı genlerin varlığına gereksinim gösterir. Hayvanlarda mevcut gözlerin anatomik yapısını yakından inceleyince bu genlerin birbirlerinden çok farklı olması gerektiği gerçeği ile karşı karşıya kalırız. Bunun aksini düşünmek çılgınlıktır. Sineklerdeki kompound gözle, insanlardaki sofistike gözün aynı genler tarafından dizayn edildiğini ileri sürmek çılgınlıktan da öte, insan sağ duyusu ve mantığı ile bağdaşmamaktadır diye düşünebilirsiniz. Ve öyle düşünmede elbette haklısınız. Gerçekten bu genler farklıdırlar..

Sinek gözü kaynağını ommatidium denen göz birimlerinin hayali bir disk etrafında dizilmesinden ortaya çıkar. Böyle bir mekanizma ile görüntüleri izleyen yüzlerce küçük ve ilkel kompound göz ortaya çıkmıştır. Sefalopodlarda göz varlığını müşterek bir kaynağa borçludur. Retinanın ve lensin gelişip, birleşmesi ile ortaya çıkar. İnsanda göz diensefalon denen beyin yöresinin ileri (öne) doğru gelişerek önde yer alan ektoderm (deri) ile temasa gelmesi sonucu ortaya çıkar.

Bu gözlemler ışığında yakın zamanlara kadar gözün farklı ve bağımsız bir kökeni olması gerektiği üzerinde fikir birliği vardı.

İnsanda doğuştan kazanılan ilginç bir sendrom vardır. Bu hastalıkta bebekler gözsüz, yüz ve başı tutan anomalilerle birlikte doğmaktadır. Bu hastalar üzerinde yapılan genetik moleküler incelemeler, PAX6 geninin mutasyona uğramış olduğunu göstermiştir. Bu mutasyon her iki alleli birden tutuyorsa, yukardaki sendrom ortaya çıkmaktadır. Hastalığın yalnız bir alleli tutan heterozigot şeklinde ise iris (güzün rengini veren ve daralıp, genişleyen doku) gelişememektedir.
Bu sendromun fareleri ve böcekleri tutan şekli de vardır. PAX6 genindeki mutasyonun homozigot olanında farelerin yavruları gözsüz ve burunsuz doğmakta ve doğumdan sonra yaşamamaktadırlar.

Aynı sendrom böceklerde, örneğin meyva sineğinde, küçük göze veya gözsüzlüğe neden olmaktadır.

Vertebralılarda ve insektlerde bu göz anomalilerinden sorumlu genin müşterek olduğu saptanmıştır.

Bu gen PAX6 olarak bilinir. Meyva sineklerinde PAX6 geninin şifrelediği protein, insan PAX6 geninin şifrelediği proteine yüzde 94 benzemektedir. Böceklerde ve vertebralılarda gözün gelişmesinden bu gen sorumludur.

Bu nasıl olabilir? İnsan ve sinek gözü arasında mevcut anatomik farklılıkları aynı genle açıklamak mümkün müdür?

Sineklerde yapılan yoğun araştırmaların sonunda PAX6 geninin gözün yapımını sağlayan gen olmadığı, sadece o genlere bağlanarak onların etkinliklerini sağladığı anlaşılmıştır. PAX6 gen ürünü için transkripsiyon faktörü terimi kullanılır.

Bütün hayvanlar alemi aynı transkripsiyon faktörünü kullanarak gözlerin yapımını denetlemektedir. Her ne kadar direkt olarak gözlerin yapımını sağlayan genler farklı ise de, hayvanlar aleminde onları yalnız tek bir transkripsiyon faktörü denetlemektedir. Bu faktör olmadan göz genleri spesifik göz dokusunun ortaya çıkmasını sağlayamamaktadırlar. Bu transkrisiyon faktörü o genlere bağlanarak onların hayvan türü için gerekli spesifik nitelikleri içeren gözü yapmasını sağlamaktadır.

Gözün gelişmesini sağlayan temel gen ürünleri 800 milyon yıl hemen hiç değişmeden varlıklarını sürdürmüşlerdir. Her ne kadar gözün hayvanlar için gerekli spesifik anatomik yapısını sağlayan genler ayrı iseler de, onlar yalnız tek bir faktörle koşullandırılmakta ve göreve davet edilmektedirler. Bütün hayvanlar aynı transkripsiyon faktörüne yanıt vermektedirler. Onlar olmadan hiç bir hayvanda göz gelişememektedir. Görüldüğü üzere tek başına hayvan için spesifik göz genlerinin bulunması yetmemektedir. O genler ortak olarak paylaşılan bir faktör olmadan görev yapamamaktadırlar..

Görme fonksiyonu açısından sinekler ve insanlar ve bütün hayvanlar yakın akrabadırlar..

Doğa gözü bir kere keşfetmiştir. Çeşitli hayvanlarda mevcut farklı anatomik dizaynlar aynı temanın varyasyonlarından ibarettirler. Her ne kadar bu anatomik dizaynlar farklı genlerin ürünü iseler de, o genlerin de müşterek bir atadan farklılaşmış olduklarını tahmin etmek mantıksız değildir. Çeşitli hayvan türlerinde farklı anatomik strüktürlere sahip ama, aynı görevi gören organları oluşturan genlerin farklı olması doğaldır. Genler bunu mutasyona uğramakla veya diğer çeşitli yöntemlerle değişerek, başarmışlardır. Bütün bu farklı gözleri oluşturan genlerin sinekte ve insanda ve ikisinin arasındaki bütün hayvanlarda, aynı regülatör gene bağımlı olması, doğanın ilginç ve akılsız tasarımlarından biridir.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, haci yazdı:

Gözün evrimi konusunda benim bir kuramım var.. Aşağıda onunla ilgili bir ileti bulacasınız.

 

GÖZÜN EVRİMİ

Darwin türlerin kökenini doğal seçimle açıklamaya çalışmıştı... Darwin zamanında kalıtımın nasıl başarıldığı bilinmiyordu. Genler bilinmiyordu. Yaşamın temelinin moleküler olduğu hakkında en ufak bir bilgi yoktu. Darwin’e göre bir hayvan türü, başka bir hayvan türünden çıkıyordu. Doğal seçilim dışında bunun temel mekanizması meçhuldü. Bugün bu konuda çok şeyler biliyoruz. Buna yalnız hayvanların nasıl türleştiği değil, yeni vücut planlarının nasıl ortaya çıktığı da dahil. Evrim kuramının battığına inananlar utansın...

Dünyada milyonlarca bitki ve hayvan türü var. Onların tümünün tek bir atadan çıkmış olabileceğine inanmak zor olabilir. Ama deliller açıkca bütün canlı varlıkların bundan 4 milyar yıl kadar önce yaşayan tek bir canlı türünden çıktığını göstermektedir. Bu delillerin en önemlisi genetik şifrenin bütün canlılarda aynı olmasıdır., İkinci önemli delil ise mevcut bütün proteinlerin ışığı sola kırmasıdır. Enzimler yalnız ışığı sola kıran proteinleri katalize ederler. Işığı sağa kıran proteinler de vardırlar ama onlar canlıların yapısına katılmazlar. Çünkü enzimler, ışığı sağa kıran proteinler üzerinde etkili değillerdir.

Canlılar arasında buna benzer daha birçok ortak paydalar ve benzerlikler vardır. Bu benzerlikler genomu da tutmaktadır. Bazı genler arasında şaşırtıcı benzerliklerin olduğu gözlemlenmiştir. Dört milyar yıl içinde onlar fazla değişikliğe uğramadan korunmuşlardır. İnsandan sineğe, yumuşakcalardan kuşlara kadar her hayvan türünde aynı genlerin bulunması evrimin bir gerçek olduğunun en kesin kanıtıdır.

Ben önce gözün evrimine kısaca değinmek istiyorum. Bunun için ilk canlıya gitmeye gerek yoktur. Doğa gözü Cambrian patlaması denen çağdan birkaç yüz milyon yıl önce keşfetmiştir. Yani canlılar aşağı yukarı 700 milyon yıldan beri görmektedirler.

Her doğal etkinlik gibi görme de bazı genlerin varlığına gereksinim gösterir. Hayvanlarda mevcut gözlerin anatomik yapısını yakından inceleyince bu genlerin birbirlerinden çok farklı olması gerektiği gerçeği ile karşı karşıya kalırız. Bunun aksini düşünmek çılgınlıktır. Sineklerdeki kompound gözle, insanlardaki sofistike gözün aynı genler tarafından dizayn edildiğini ileri sürmek çılgınlıktan da öte, insan sağ duyusu ve mantığı ile bağdaşmamaktadır diye düşünebilirsiniz. Ve öyle düşünmede elbette haklısınız. Gerçekten bu genler farklıdırlar..

Sinek gözü kaynağını ommatidium denen göz birimlerinin hayali bir disk etrafında dizilmesinden ortaya çıkar. Böyle bir mekanizma ile görüntüleri izleyen yüzlerce küçük ve ilkel kompound göz ortaya çıkmıştır. Sefalopodlarda göz varlığını müşterek bir kaynağa borçludur. Retinanın ve lensin gelişip, birleşmesi ile ortaya çıkar. İnsanda göz diensefalon denen beyin yöresinin ileri (öne) doğru gelişerek önde yer alan ektoderm (deri) ile temasa gelmesi sonucu ortaya çıkar.

Bu gözlemler ışığında yakın zamanlara kadar gözün farklı ve bağımsız bir kökeni olması gerektiği üzerinde fikir birliği vardı.

İnsanda doğuştan kazanılan ilginç bir sendrom vardır. Bu hastalıkta bebekler gözsüz, yüz ve başı tutan anomalilerle birlikte doğmaktadır. Bu hastalar üzerinde yapılan genetik moleküler incelemeler, PAX6 geninin mutasyona uğramış olduğunu göstermiştir. Bu mutasyon her iki alleli birden tutuyorsa, yukardaki sendrom ortaya çıkmaktadır. Hastalığın yalnız bir alleli tutan heterozigot şeklinde ise iris (güzün rengini veren ve daralıp, genişleyen doku) gelişememektedir.
Bu sendromun fareleri ve böcekleri tutan şekli de vardır. PAX6 genindeki mutasyonun homozigot olanında farelerin yavruları gözsüz ve burunsuz doğmakta ve doğumdan sonra yaşamamaktadırlar.

Aynı sendrom böceklerde, örneğin meyva sineğinde, küçük göze veya gözsüzlüğe neden olmaktadır.

Vertebralılarda ve insektlerde bu göz anomalilerinden sorumlu genin müşterek olduğu saptanmıştır.

Bu gen PAX6 olarak bilinir. Meyva sineklerinde PAX6 geninin şifrelediği protein, insan PAX6 geninin şifrelediği proteine yüzde 94 benzemektedir. Böceklerde ve vertebralılarda gözün gelişmesinden bu gen sorumludur.

Bu nasıl olabilir? İnsan ve sinek gözü arasında mevcut anatomik farklılıkları aynı genle açıklamak mümkün müdür?

Sineklerde yapılan yoğun araştırmaların sonunda PAX6 geninin gözün yapımını sağlayan gen olmadığı, sadece o genlere bağlanarak onların etkinliklerini sağladığı anlaşılmıştır. PAX6 gen ürünü için transkripsiyon faktörü terimi kullanılır.

Bütün hayvanlar alemi aynı transkripsiyon faktörünü kullanarak gözlerin yapımını denetlemektedir. Her ne kadar direkt olarak gözlerin yapımını sağlayan genler farklı ise de, hayvanlar aleminde onları yalnız tek bir transkripsiyon faktörü denetlemektedir. Bu faktör olmadan göz genleri spesifik göz dokusunun ortaya çıkmasını sağlayamamaktadırlar. Bu transkrisiyon faktörü o genlere bağlanarak onların hayvan türü için gerekli spesifik nitelikleri içeren gözü yapmasını sağlamaktadır.

Gözün gelişmesini sağlayan temel gen ürünleri 800 milyon yıl hemen hiç değişmeden varlıklarını sürdürmüşlerdir. Her ne kadar gözün hayvanlar için gerekli spesifik anatomik yapısını sağlayan genler ayrı iseler de, onlar yalnız tek bir faktörle koşullandırılmakta ve göreve davet edilmektedirler. Bütün hayvanlar aynı transkripsiyon faktörüne yanıt vermektedirler. Onlar olmadan hiç bir hayvanda göz gelişememektedir. Görüldüğü üzere tek başına hayvan için spesifik göz genlerinin bulunması yetmemektedir. O genler ortak olarak paylaşılan bir faktör olmadan görev yapamamaktadırlar..

Görme fonksiyonu açısından sinekler ve insanlar ve bütün hayvanlar yakın akrabadırlar..

Doğa gözü bir kere keşfetmiştir. Çeşitli hayvanlarda mevcut farklı anatomik dizaynlar aynı temanın varyasyonlarından ibarettirler. Her ne kadar bu anatomik dizaynlar farklı genlerin ürünü iseler de, o genlerin de müşterek bir atadan farklılaşmış olduklarını tahmin etmek mantıksız değildir. Çeşitli hayvan türlerinde farklı anatomik strüktürlere sahip ama, aynı görevi gören organları oluşturan genlerin farklı olması doğaldır. Genler bunu mutasyona uğramakla veya diğer çeşitli yöntemlerle değişerek, başarmışlardır. Bütün bu farklı gözleri oluşturan genlerin sinekte ve insanda ve ikisinin arasındaki bütün hayvanlarda, aynı regülatör gene bağımlı olması, doğanın ilginç ve akılsız tasarımlarından biridir.

 

 

 

 

 

 

Yazına göre PAX6 geni görmeyi sağlayan temel genlerden birisi değil , sadece yardımcı olan bir gen ..

 

Peki görmenin ana genleri hangileri ? Var mı bilinen genlerin bir listesi ?

Link to post
Sitelerde Paylaş
19 dakika önce, Omnipotent yazdı:

Yazına göre PAX6 geni görmeyi sağlayan temel genlerden birisi değil , sadece yardımcı olan bir gen ..

 

Peki görmenin ana genleri hangileri ? Var mı bilinen genlerin bir listesi ?

Her hayvan için ayrı ve spesifik bir görme geni vardır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Gözün evrimine devam....

 

Canlılarda ilerde gözün gelişmesini sağlayacak ilkel alt yapının doğası nedir?

Canlıların yaşamında ışığın önemini abartmak mümkün değildir. Çünkü ışık enerji kaynağıdır.Canlılık ise temel olarak, en ilkel düzeyde, enerji dönüşümlerinden başka bir şey değildir.Bu nedenden dolayı gören ve görmeyen bütün canlılarda ışığı manüple eden sistemlerin gelişmesi sürpriz oluşturmamalıdır.

Bilime ilk canlı hücrenin suda ortaya çıktığı ve orada evrildiği görüşü hakimdir. Bu mantıklı bir çıkarımdır. İlk canlıların güneşden kaynak alan mor ötesi ışınlara karşı koruyucu bir ortama gereksinimleri vardır. Her ne kadar su bu ortamı oluşturursa da, yeterli değildir. Güneş ışınlarından yararlanarak var olan bir canlının, güneş ışınlarının zararlarından da kendini koruması gerekmektedir. İlk hücrelerin kendilerini bu zararlı ışınlara karşı nasıl korudukları önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Önce bu sorunun yanıtı verilmelidir. İlk fotosentetik hücre bu durumda ne güneşle yaşayabilir, ne de güneşsiz yaşayabilir. Bunun bir orta yolu olmalıdır.

Bu ilk hücrelerde mor ötesi ışınlarına bağlı DNA zedelenmesini onları bloke ederek önlemek mümkün değildir. Çünkü bu arada yararlı ışınlar da bloke edilecekler ve güneş enerjisinden yeterince yararlanılamayacaktır. Zedelenen DNA’nın tamiri çok daha iyi bir seçenektir. Photolyase (fotoliase) denen bir enzim bu işlevi üstlenmiştir. Fotoliyaze zedelenen DNA'nın uçlarına tutunarak onları tamir eder. Bu enzimi olan hücreler genlerini yeni nesillere daha kolay geçirecektir.

Fotosentetik hücreler zarlarında bulunan fotoreseptörler aracılığı ile ışığı tanırlar. Fotoreseptörler hücrenin güneş ışınlarını algılamsı için gereklidirler. Bu reseptörler cryptochromes (kriptokromlar) olarak bilinirler ve fotoliase’lerden evrilmişlerdir. Bundan eminiz çünkü kriptokromlar fotoliase'lere çok benzeyen flavo protein yapısında moleküllerdir. Kriptokromlar bütün canlılarda vardırlar. Bu gözlem kriptokromların prokaryotlar ve ökaryotlar birbirlerinden ayrılmadan, yani çok önceleri, siyanobakterilerde, ortaya çıkmış olduklarını göstermektedir.

Fotoreseptörler mor ötesi ışınlarının yalnız mavi spektrumu oluşturan 400-500 nm arasındaki dalga boylarını tanırlar ve onlara tepki gösterirler. Bu dalga boyu mor ötesi ışınları denizlerde diğer dalga boylarından daha derinlere penetre olurlar. Bu yüzden ilk hücrelerde bu spektrumu tanımak önemlidir. Hücreler onların zararlı etkilerini bloke edebilmek için onları tanımaya özelleşmişlerdir.

Özetle diyebiliriz ki: Güneş ışınlarından yararlanabilmek için hücrenin herşeyden önce mor ötesi ışınlarının zararlı etkilerinden kendini koruması gerekmektedir.

İlk hücreler bunu fotoliase denen bir enzimle başarmıştır.

Daha sonra veya aynı zamanda o enzimi şifreleyen genden, kriptokrom denen fotoreseptörler şifrelenmeye başlamıştır.

Kriptokrom'lar circadian ritimden sorumludurlar. Yani hücrenin gece ve gündüz arasındaki farkı bilmesinden sorumludurlar.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
3 saat önce, haci yazdı:

Gözün evrimine devam....

 

Canlılarda ilerde gözün gelişmesini sağlayacak ilkel alt yapının doğası nedir?

 

 

Canlıların yaşamında ışığın önemini abartmak mümkün değildir. Çünkü ışık enerji kaynağıdır.Canlılık ise temel olarak, en ilkel düzeyde, enerji dönüşümlerinden başka bir şey değildir.Bu nedenden dolayı gören ve görmeyen bütün canlılarda ışığı manüple eden sistemlerin gelişmesi sürpriz oluşturmamalıdır.

 

 

 

Bilime ilk canlı hücrenin suda ortaya çıktığı ve orada evrildiği görüşü hakimdir. Bu mantıklı bir çıkarımdır. İlk canlıların güneşden kaynak alan mor ötesi ışınlara karşı koruyucu bir ortama gereksinimleri vardır. Her ne kadar su bu ortamı oluşturursa da, yeterli değildir. Güneş ışınlarından yararlanarak var olan bir canlının, güneş ışınlarının zararlarından da kendini koruması gerekmektedir. İlk hücrelerin kendilerini bu zararlı ışınlara karşı nasıl korudukları önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Önce bu sorunun yanıtı verilmelidir. İlk fotosentetik hücre bu durumda ne güneşle yaşayabilir, ne de güneşsiz yaşayabilir. Bunun bir orta yolu olmalıdır.

 

 

 

Bu ilk hücrelerde mor ötesi ışınlarına bağlı DNA zedelenmesini onları bloke ederek önlemek mümkün değildir. Çünkü bu arada yararlı ışınlar da bloke edilecekler ve güneş enerjisinden yeterince yararlanılamayacaktır. Zedelenen DNA’nın tamiri çok daha iyi bir seçenektir. Photolyase (fotoliase) denen bir enzim bu işlevi üstlenmiştir. Fotoliyaze zedelenen DNA'nın uçlarına tutunarak onları tamir eder. Bu enzimi olan hücreler genlerini yeni nesillere daha kolay geçirecektir.

 

 

 

Fotosentetik hücreler zarlarında bulunan fotoreseptörler aracılığı ile ışığı tanırlar. Fotoreseptörler hücrenin güneş ışınlarını algılamsı için gereklidirler. Bu reseptörler cryptochromes (kriptokromlar) olarak bilinirler ve fotoliase’lerden evrilmişlerdir. Bundan eminiz çünkü kriptokromlar fotoliase'lere çok benzeyen flavo protein yapısında moleküllerdir. Kriptokromlar bütün canlılarda vardırlar. Bu gözlem kriptokromların prokaryotlar ve ökaryotlar birbirlerinden ayrılmadan, yani çok önceleri, siyanobakterilerde, ortaya çıkmış olduklarını göstermektedir.

 

 

Fotoreseptörler mor ötesi ışınlarının yalnız mavi spektrumu oluşturan 400-500 nm arasındaki dalga boylarını tanırlar ve onlara tepki gösterirler. Bu dalga boyu mor ötesi ışınları denizlerde diğer dalga boylarından daha derinlere penetre olurlar. Bu yüzden ilk hücrelerde bu spektrumu tanımak önemlidir. Hücreler onların zararlı etkilerini bloke edebilmek için onları tanımaya özelleşmişlerdir.

 

 

 

Özetle diyebiliriz ki: Güneş ışınlarından yararlanabilmek için hücrenin herşeyden önce mor ötesi ışınlarının zararlı etkilerinden kendini koruması gerekmektedir.

 

 

İlk hücreler bunu fotoliase denen bir enzimle başarmıştır.

 

 

 

Daha sonra veya aynı zamanda o enzimi şifreleyen genden, kriptokrom denen fotoreseptörler şifrelenmeye başlamıştır.

 

 

Kriptokrom'lar circadian ritimden sorumludurlar. Yani hücrenin gece ve gündüz arasındaki farkı bilmesinden sorumludurlar.

 

 

 

 

 

 

Konu göze gelmişken insan gözünün hatalarından da biraz bahsedelim .. Yaratılışçıların "İndirgenemez Karmaşıklık" gibi gerizekalıca iddiaları vardır bu konuda bilirsin haci .. Oysa göz hatalar bütünüdür ..

 

Alıntı ;

 

Göz mükemmel mi?
fotosellerOmurgalıların gözü, karmaşık bir yapıya sahip olmasına karşın mükemmel olmaktan hayli uzak. Örneğin, insan gözü pekçok kusura sahip: Gözdeki fotoreseptörler gözde ters durmakta; retina ters yüz olmuş durumdadır. Fotoselleri beyne bağlayan kablolar, retinanın yüzeyini her yönden kaplamış, bu nedenle ışık ışınları fotosellere çarpmadan önce kablo yığınından oluşan bir katmandan geçmek zorunda kalmıştır. Fotosellerin geride konumlanmış olmasının sonuçlarından biri de, onların verilerini taşımakta olan kabloların, bir şekilde retinadan geçip beyne geri dönmelerinin gerekiyor olmasıdır. Omurgalı gözünde bunun için bu "kablolar", retinadaki belli bir deliğe doğru yaklaşıp, onun içine doğru dalmaktır. Sinirlerle dolu olan bu deliğe gerçekten ışığa karşı kör olduğu için kör nokta deniyor, hatta gerçekte gayet geniş olduğundan bu kör noktayı kör bir leke olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır.

Karanlık mağara ve yer altında yaşayan birçok hayvanın gözleri ise mükemmel olmanın aksine körelmiş hatta bir deri parçası ile kapanmıştır. Bu canlılar gözleri mükemmel olduğu için değil, tam tersine mükemmel olmadığı için evrimsel olarak rakiplerine göre daha avantajlı olabilimiştir. Enfeksiyona açık, az korunaklı göz oyuğunun kapanması ve gözün işlevinin azaltılması, bu tür örneklerde hayatta kalmayı gözleri normal olan rakiplerden daha olanaklı kılar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
5 saat önce, haci yazdı:

Doğal olgularda hatadan bahsetmek onları anlamamakla özdeştir. Çünkü canlılık dahil her doğal olgu uzlaşmadır. Onlarda mükemmellik aranmaz.

Arayan aptal dolu dünya ..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Abes bir başlık olmuş aslında...

 

Siyanobakterilerden gelmeyen bir canlı mı varmış dünyada? Bilinen ilk canlılar onlar, hepimiz onlardan doğru geldik aslında. 

 

Konu sanıldığı ve anlatıldığı kadar basit değil. Zira, aslında henüz siyanobakterilerde yoktu ortada eli ayağı düzgün şekilde. 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrende her şeyin varlığı tek bir şeydir.

Bütün maddeler varlıklarını hidrojene borçludurlar. Hidrojen var olmasaydı, diğerleri de olmazdı.

Aynı durum canlılık için geçerli.

Siyanobakteriler olmasaydı, diğer canlılar da olmazdı.

Evrende her ilk bir başlangıç olabiliyor.

Bunu evrim olarak biliyoruz.. Evrimi reddeden gafillerin aklına kibrit suyu sıkarım ben.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, haci yazdı:

Evrende her şeyin varlığı tek bir şeydir.

Bütün maddeler varlıklarını hidrojene borçludurlar. Hidrojen var olmasaydı, diğerleri de olmazdı.

Aynı durum canlılık için geçerli.

Siyanobakteriler olmasaydı, diğer canlılar da olmazdı.

Evrende her ilk bir başlangıç olabiliyor.

Bunu evrim olarak biliyoruz.. Evrimi reddeden gafillerin aklına kibrit suyu sıkarım ben.

Virüsler tam olarak nasıl ve ne zaman evrimleşti peki haci ? "Yarı canlı" sınıfındalar ve yapıları bakterilerden bile daha ilkel .. Virüslerin kökeni nereye dayanıyor ?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...