Jump to content

Varligimizin hikmeti


Recommended Posts

4 saat önce, anibal yazdı:

Özgür irade diyenlerde bir ara uğrasınlar, damardan biraz oksitosin vereyim de, varlarını yoklarını bağışlasınlar bir yerlere, bakalım ona ne diyecekler?

 

:) 

Gel basayım damardan oksitosini, bak bakalım kayayı çakılı, kurdu kuşu emzireyim diye yanıp tutuşuyor musun tutuşmuyor musun diyorsun.

 

Senle özgür iradeden anladığımız farklı anibal. Yemek yemeden, su içmeden dur bakalım gibi bir şey değil. Oralarda irade zaten yok, onu özgür irade vardır diyen herkes elbette biliyor ve karşı çıkmıyor.

Ciddi ve önemli kararlarımızı nasıl alırız ve onları alırken değerlendirdiğimiz parametreleri neye göre ya da nasıl ele alırız vs. Özgür iradenin olmaması sağduyuyla da insanlık pratiğiyle de uyumlu değil. Hoş, sağduyumuza hiç uymayan, anlamakta çok zorlandığımız başka bir dolu şey var (kuantum benim için öyle mesela) ama özgür irade konusunun o denli karmaşık olduğunu da sanmıyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 216
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

14 saat önce, Cundeb yazdı:

Yazdıklarının hepsine vakıfım ve sırasıyla cevap vereceğim.

Kadının kuranda 2. sınıf insan olduğu tamamıyle yalandır. Öncelikle bu yalanları ve yalanları oluşturduğu iddia edilen ayetleri inceleyelim.

1-Miras paylaşımı meselesi:

Nisa 7; Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından -onun azından da çoğundan da- farz kılınmış bir nasip olarak kadınlara da bir pay vardır.

 

Kadınlara da diye ayrıca belirtilmiş. Demek ki cahiliye devrinde kadınların miras hakkı hiç yok. Kuranla beraber kadınlar mirastan pay alabilir hale geliyor.

 

Nisa 11; Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki kızın payı kadar. (ayet çok uzun olduğu için en çok dikkat çeken yerde kesiyorum.)

Nisa 12; ....Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir vasiyettir bu. Allah Alîm'dir, Halîm'dir.

 

Direkt olarak nisa 11'e bakarsak karşımıza bir eşitsizlik var. Ancak adaletsizlik yok.O dönemin toplumundaki uygulamalara bakacak olursak:

-Erkek evlendiği zaman kadına nikah güvencesi adı altında bir miktar para verir. (mihr) Kadın, erkeğin evine taşınır. Erkek boşanma durumunda nafaka verir. Eğer ki erkek ve kadın mirastan eşit pay alsaydı, asıl adaletsizlik o zaman doğardı. Burada mühim nokta yukarıdaki altı çizili yer. Kimseye zarar gelmemesi. Ayetlerdeki geçen şekil şartları da buna yönelik. Yani günümüzde mihir olayı kalkmışsa, erkek kadının evine taşınıyorsa, boşanma halinde erkeğe nafaka verilecekse mirasın paylaşımının uygulaması da değişecektir. Kuranın ruhu bunu gerektirir. Temel mesele '' Miras bölüşümü kimse zarara uğratılmadan adaletli bir şekilde yapılmalıdır.''

 

2- Kadının şahitliği meselesi:

Bakara 282; Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın ... Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar... (Ayetin yine tamamını değil dikkat çeken noktalarını yazdım. Dileyen açıp bakabilir.)

Görüldüğü üzere burada bağlamımız borçlar hukuku. O dönem ticaretle uğraşan insanların büyük çoğunluğunun erkek olduğunu pek ala söyleyebiliriz. Şahitlerimiz başlangıçta tercihen tabii ki işi bilenlerden olacaktır. Çoğunluk da erkek olduğu için 2 erkek şahit olarak istenecektir. 2 erkek olmazsa 1 erkek 2 kadın FAKAT altı çizili yere dikkatinizi çekerim. Herhangi 1 erkek 2 kadın değil rızanızla kabul edeceğiniz yani ticari meselelerden az buçuk çakan kişiler olmalı. Peki neden 2 kadın? Biri şaşarsa öteki hatırlatsın diyor ayette. Şimdi düşünelim; 2 kadın var biri ticarete düşündüğümüz kadar vakıf çıkmadı ve yanıldı. Bu kadın devreden ÇIKAR. Geriye tanıklığına güveneceğimiz kim kaldı? 1 erkek 1 kadın. Devreden çıkan kadından sonra yerine bir kadın daha çağırın demiyor ayette. Aslında ortada 1 erkek 2 kadın diye bir şey yok. Kadınlardan biri ola da şaşırırsa diye tanıklık sıfatını koruma altına almak için böyle bir hüküm kuranda var. Ve bu durum sadece TİCARİ konularla sınırlı.

 

Nur suresi 4; İffetli kadınlara iftira atıp da dört tanık getirmeyenlere gelince, onlara hemen seksen sopa vurun. Ve onların tanıklıklarını ebediyen kabul etmeyin. Onlar, sapmışların ta kendileridir.

Nur suresi 5; Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesna. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Nur suresi 6; Kendi eşlerine bir zina isnat edip de kendilerinden başka tanıkları olmayanların herbirinin tanıklığı, kendisinin kesinlikle doğru sözlülerden olduğu hususunda Allah'a yeminden ibaret dört kez tanıklık ikrarıdır.

Nur suresi 7; Beşincide, eğer yalancılardansa, Allah'ın laneti üzerine olsun diye söz söyler.

Nur suresi 8; İtham edilen eşin, itham eden kocanın kesinlikle yalancılardan olduğuna ilişkin, Allah adına dört kez yemin şeklindeki tanıklığı, ondan cezayı düşürür.

Nur suresi 9; Bu durumda kadının beşinci sözü, suçlayan erkek doğru söyleyenlerdense, "Allah'ın gazabının kendisi üzerine olması"nı söylemekten ibarettir.

 

Şimdi ayetlere bakalım. Ayetlerde açıklanan konu zina meselesidir. Sırasıyla altı çizili yerleri inceleyelim. Eğer ki az önce bahsettiğim nisa suresinde geçen ayetlerdeki mesele sırf ''kadın-erkek'' meselesi olsaydı burada nur suresinde geçen dört tanığın cinsiyetleri ayrı ayrı belirtilirdi. Ancak buna gerek duyulmamış. Böylece nisa suresinde şahitlik konusunda parmak basılan asıl noktanın ticari işlere vakıf olma olduğu daha da netleşmiş oldu.

6. ayete baktığımızda bu sefer kendi eşe yapılan bir zina suçlamasına görüyoruz. 4 şahit lazımdı fakat sadece biz gördük. Bu durumda ne yapacağız? Allahı şahidimiz olarak gösteriyoruz ve ona 4 kez yemin ediyoruz. Peki kadın kaç kere yemin edecek? 8 kere olması lazımdı değil mi ? YANLIŞ. Kadın da 4 kez yemin ediyor. E hani 2 erkek 1 kadına eşitti?

Şimdi ne yapacağız? Ortada karşılıklı olarak edilmiş 4 yemin var. Kimi tercih edeceğiz. Erkeği değil mi? Ne de olsa kadın islamda 2. sınıf vatandaş. YANLIŞ. Yeminler karşılıklı olarak söylendiğinde kadının beyanı esas alınıyor ve kadına yapılan suçlama düşüyor. Kadına burada pozitif ayrımcılık yapıldığı o kadar açık ki...

 

Önceki iletilerimde de söylemiştim bir kez daha tekrarlayacağım. KURANDA RECM GEÇMEZ. Cezalar bellidir. Recmin r'si ceza olarak kuran tarafından ön görülmemiştir.

Demem o ki; ''İslamda kadın 2. sınıf olarak görülüyor.'' algısına kapılarak islamdan vazgeçmeyin. Çünkü böyle bir şey yok.

 

Ekleme: İleti fazla uzadığı için burada kesiyorum. Hala daha ikna olmadıysan kalanına da yarın devam edebilirim.

 

 

 

Zamanımdan dolayı hepsine cevep vermiyorum erkek 2- hak kadın 1- alacak diye bir adeltsizlik  deyilmi?neymiş efem erkek kadına  mehir vercekmiş.  belki kadında mehir verecek  iç güvey dediyimiz şey ne? yeri geldimi cahiliye dönemi aşaplarsınız işinize geldimi ozamankı dönem dersiniz iki yüzlülüye gerek yok cahiliye döneminde kadın özgürdü işte yapıyordu istemediyi  erkeyede Gitmezdi MUHMMED ÖRNEK HADİSLERİ OKU ÇOĞU KIZ MUHMMEDİ İSTMEMEMİŞ.Hatice olayına gelirsek muhmmet haticeye mehirmi verdi? muhmmed acından ölüyordu hatice ona evlilik teklif yaptı mehir vermiş sayıldı şimdi bu ALLAHININ KAŞISINDA GÜNAH ALLAHA KARŞI GELMEK OLMUYORMU? HEPSİNİ OKUMADIM  YAZININ YERİ GELDİMİ CEVABINI ALACAKSIN .Ç KÖLENİN CARİYENİN OLDUĞU DİNİ  SAVUNMAK KENDİ KARDEŞİNİN KENDİSİNİN BAŞINA GELSE KABUL EDECEK  KARAHTERDEKİ KİŞİSİN SEN.FUHUŞUN YASAK OLMAYAN BİR  KURANDAN BAHSEDİYOR ONUDA OLMAYAN ALLAHI KONUŞTURRAK YAPIYORSUNUZ FUHUŞ YAPIP PARA BİRKTİRİP GELİP HÜRÜYETİNİ PEZEVEKTEN ALAN İSLAM DİNİNDEN  BAHSEDİYORUZ ALLAH DİYOR HUHUŞ YAPTIRMAYIN AMA CEHNEM DE YAKARIM YIKARIM YOK YAN CEBİME KOY DİYOR ÇÖL BEDEVİLERİ BUNUDA TANRIYA İSNAT EDİYORLAR SAPIKLAR DİN İNSAN YAŞAMINI KISIKLAYAN ZORBA BİR DİNDİR NAMUS FELAN BUNLAR BAHANE  ÇARŞAFIN ALTINDA DAHA İYİ YAPAR ORSBULUK YAPMAK İSTEDİKTEN SONRA  ÇARŞAF NERDEN GELİR FUHUŞ YAPAN SÜMERİLLERDEN GELİYOR SİZ BUNU KUTSAL SAYIYORSUNUZ KUTSAL BİR ŞEY VARSA O DONDUR  KENDİ YARTIĞINI AŞAĞLAR HAKERET EDEER

SOKAK KARILARI GİBİ BİRDE BUNU TARIYA ARIFTA BULUNUYORSUNİ

 

 

 SANA BİR SORU  DANSÖZ GİBİ KIVIRMA YOK TAKLADA ATMA DİNİN NE DİYORSA ONU SORACAĞIM İSLAMIN BEŞ ŞARTINI  SAYARMISINSAYRMISIN? SANA BİR SORU DAHA BU ALTAKİ AYTİ KALDIRABİLİYORSAN SEN ZATEN ADAM DEYİLSİN  KALDIRAMIYORSAN SUS SENİ İNSAN SANSINLAR İSLAMI AĞZINA ALMAMAN GERKİR EYER SENDE ŞEREF ONUR VAR İSE. BU ŞAHİTLERİ BULMA GÖRVİNİ ÇÖJ BEDEVİSİ MUHMMED SANA VERMİŞ BUL BAKALIM.

 

d%C3%96rt%C5%9Eah%C4%B0tget%C4%B0%C5%9Er

tarihinde güven tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
2 hours ago, Türk Ateist said:

 

:) 

Gel basayım damardan oksitosini, bak bakalım kayayı çakılı, kurdu kuşu emzireyim diye yanıp tutuşuyor musun tutuşmuyor musun diyorsun.

 

Senle özgür iradeden anladığımız farklı anibal. Yemek yemeden, su içmeden dur bakalım gibi bir şey değil. Oralarda irade zaten yok, onu özgür irade vardır diyen herkes elbette biliyor ve karşı çıkmıyor.

Ciddi ve önemli kararlarımızı nasıl alırız ve onları alırken değerlendirdiğimiz parametreleri neye göre ya da nasıl ele alırız vs. Özgür iradenin olmaması sağduyuyla da insanlık pratiğiyle de uyumlu değil. Hoş, sağduyumuza hiç uymayan, anlamakta çok zorlandığımız başka bir dolu şey var (kuantum benim için öyle mesela) ama özgür irade konusunun o denli karmaşık olduğunu da sanmıyorum.

 

İşte burası pek anlaşılmayan tarafı olayın. Konu anlaşılabilisn diyerek, bu gibi örnekleri veriyoruz. Çünkü herkesin bariz şekilde görüp anlayabilecekleri örnekler. 

 

Fakat mesela, desem ki, kadının birine bir marangozun karaciğeri nakledilir. Kadın donörün adını bile bilmez. İyileşince, markete gidip hırdavatlara merka salar. Testereler, çiviler, çekiçler falan, tahta kesip biçmeye başlar. Şimdi bunu neye yorabilirsin? 

 

Adam coğrafya öğretmeni. Bir kaza geçirip beyninin bir yanının nerdeyse yarısını kaybedince, müzğe merak salmaya başlar, çok farklı, sanatçı bir adam olur çıkar. 

 

Çeşitli sebeplerden beynin iki lobunu birbirine bağlayan sinirleri keserseniz, ki eskiden sara tedavisi için çokca yapılırdı, hastanın içinde iki ayrı kişi olduğunu görürsünüz. Mesela, sağ eli salataya çatalı uzatırken, sol elinin sağ eli yakalayıp karşıda oturanın önündeki yemeğe daldığı falan görülür. 

 

Şimdi bunlar nedne böyle oluyor, sorulması gereken ve cevabı beklenen soru bu. Eğer bir biyolojik makineden ibaret değilsek, nasıl oluyorda, bir takım şeyler özgür irade ile aldığımız kararları değiştirebiliyor? 

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 12.04.2018 at 21:03, anibal yazdı:

 

İşte burası pek anlaşılmayan tarafı olayın. Konu anlaşılabilisn diyerek, bu gibi örnekleri veriyoruz. Çünkü herkesin bariz şekilde görüp anlayabilecekleri örnekler. 

 

Fakat mesela, desem ki, kadının birine bir marangozun karaciğeri nakledilir. Kadın donörün adını bile bilmez. İyileşince, markete gidip hırdavatlara merka salar. Testereler, çiviler, çekiçler falan, tahta kesip biçmeye başlar. Şimdi bunu neye yorabilirsin? 

 

Adam coğrafya öğretmeni. Bir kaza geçirip beyninin bir yanının nerdeyse yarısını kaybedince, müzğe merak salmaya başlar, çok farklı, sanatçı bir adam olur çıkar. 

 

Çeşitli sebeplerden beynin iki lobunu birbirine bağlayan sinirleri keserseniz, ki eskiden sara tedavisi için çokca yapılırdı, hastanın içinde iki ayrı kişi olduğunu görürsünüz. Mesela, sağ eli salataya çatalı uzatırken, sol elinin sağ eli yakalayıp karşıda oturanın önündeki yemeğe daldığı falan görülür. 

 

Şimdi bunlar nedne böyle oluyor, sorulması gereken ve cevabı beklenen soru bu. Eğer bir biyolojik makineden ibaret değilsek, nasıl oluyorda, bir takım şeyler özgür irade ile aldığımız kararları değiştirebiliyor? 

 

Tamam, ne demek istediğini elbette anlıyorum ama bunlar sıra dışı örnekler değil mi? Birtakım hastalıklar veya travmalar sonucu ortaya çıkmış durumlar bunlar.

Prefrontal korteks hasar aldığında kişilik bile tümden değişiyor neredeyse... Literatürde çook meşhur bir vaka vardır mesela, bilirsin. Phineas Gage. Adam demir yolu işcisi, çalışırken bir patlama oluyor ve kafasına kocaman bir demir çubuk gelip deliyor. Konvülsiyon geçirdiği için sırt üstü düşüyor, sersemiyor, kısa süre sessiz kalıyor ve birkaç saniye sonra gayet normal ayağa kalkıp yürümeye ve konuşmaya başlıyor, hatta öküz arabasını kullanıp kasabanın öte tarafındaki oteline gidiyor. Bir iki ay sonra enfeksiyon vb her şey tamamen düzeliyor, adam normal hayata dönüyor.

Ama işte Phineas eski Phineas değil. Sorumluluk sahibi, son derece sağlam bir kafa ve kişiliğe sahip bu adam küfürbaz, insanlara karşı kaba ve saygısız ve de sorumsuz biri oluveriyor. Ölmeden önce sirklerde çalışıyordu en son.

 

On 12.04.2018 at 21:03, anibal yazdı:

Çeşitli sebeplerden beynin iki lobunu birbirine bağlayan sinirleri keserseniz, ki eskiden sara tedavisi için çokca yapılırdı, hastanın içinde iki ayrı kişi olduğunu görürsünüz. Mesela, sağ eli salataya çatalı uzatırken, sol elinin sağ eli yakalayıp karşıda oturanın önündeki yemeğe daldığı falan görülür. 


İki lobu birbirine bağlayan o fiber kablo (corpus callosum dedikleri) kesildiğinde beyin ayrılmış oluyor haliyle. Ayrık Beyin diyorlar zaten buna. Mantıksal amaçlara göre komut veren sol taraf, dürtüsel komutlar veren, arzular şelale olsun diyen de sağ taraf. 

Bununla ilgili çok hoş bir bilimsel bir anektod var, madem ateistiz, onu da es geçmeyeyim. Corpus callosotomy ameliyatı sonrasında görülebilen, senin de çatal örneğiyle değindiğin Yabancı el sendromu üzerine araştırmalar deneyler yapan bir nörofizyolog, hastalarına bir dizi testler yapıyor.

Testlerden birinde hastaların "evet" ya da "hayır" diye yanıtlaması gereken sorular var, ve bu sorular sağ sol sol yarım küreyi ayrı ayrı uyaracak şekilde düzenlenmiş. 

Sorulardan biri "Tanrı'ya inanıyor musunuz?" oluyor.

Soru sağ yarım küreye sorulduğunda yanıtlar hep "Evet" olurken, sol yarım küreye sorulduğunda "Hayır, inanmıyorum" oluyor. Deney sonunda Prof Vilayanur S. Ramachandran  "Şimdi bu adam cennete mi gidecek cehenneme mi?" diye espri yapıyor güya, ama aslında ciddi tabii.

Bunlar özgür irade tartışmak için pek de uygun örnekler değil, çünkü dediğim gibi, bir hastalık, vb nedeniyle beyinleri ciddi değişimlere uğramış vakalar. 

 

Neye göre, nasıl karar veriyoruz anibal? 

Meslek seçmek, üniversite sınavından sonra elde edilmiş puanla gidilecek okulu seçmek, evlenmeye karar vermek, iş değiştirmek, yaşanacak şehri değiştirmek vs vs gibi ciddi ve önemli kararları rastgele, tesadüfen mi seçiyoruz?

Her birini iyice düşünerek, birçok parametreyi akılcı biçimde değerlendirerek bir karara varıyoruz. Karar verme süreci kendi başına son derece kompleks bir süreç. Birçok veya birkaç alternatif içinden birini, yeterince güçlü nedenler sonunda seçiyoruz. 

 

Kararlarımız kendi geçeklerimizden bağımsız değil. Bu da hep yanlış anlaşılmak istenen bir konudur.

Biz hormonlarımızdan beynimizin çalışma biçiminden, duygularımızdan, duyularımızdan, evrimden, toplumsal birtakım kalıplardan, deneyimlerimizden, ailemizden, eğitimimizden, genetiğimizden yalıtık ya da bağımsız değiliz, hepsi birden bizi "biz" yapan gerçeklerimiz. Önemli bir karar alırken hiç kuşkusuz hepsi birden devreye giriyor, dolayısıyla biz elbette, hiç tartışmasız biyolojik bir makinayız. Yani ben "biyolojik bir makina değiliz" demiyorum, tam da tersi, daima bunu söylerim. Öyleyiz çünkü.

 

Kısaca, önemli ve ciddi kararlarımızı, oldukça kompleks olan karar verme süreciyle alırken hiç öyle yazı tura atmaktan farksız bir biçimde aldığımızı düşünmüyorum. Elini kolunu hareket ettirmek, yemek yemeden duramamak, uçamamak, bir müziği veya bir meyveyi sevmek ya da bazılarını hiç sevmemek nedeniyle hangisini yiyeceğine veya dinleyeceğine hiç düşünmeden karar verebilmek gibi davranışlarla özgür irade dediğimiz şeyi yanlışlamaya çalışmak da çok çocukça geliyor. Hani inançlılar için gayet geçerli bir yöntem de ateiste yapmayın şunu diyorum...

Kısaca, özgür irade genelde yanlış anlaşılır, ya da benim anladığım özgür irade, çok temel ve tartışılması saçma olan biyolojik bazı refleksif davranışları zaten kapsamıyor. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
2 hours ago, Türk Ateist said:

 

Bunlar özgür irade tartışmak için pek de uygun örnekler değil, çünkü dediğim gibi, bir hastalık, vb nedeniyle beyinleri ciddi değişimlere uğramış vakalar. 

 

Soru şu, hastalık vs. o özgür iradeyi nasıl değiştirebiliyor? Atıyorum, o demiryolu işçisinin delinen kafasına o delikten bir iblis girip, içerden silah dayayıp mı yaptırıyor oluyor öyle? 

 

Eğer bir takım etmenler, beyin yapısı vs. adamın davranışlarını, yani özgür iradesiyle yaptıklarını değiştirebiliyorsa bu ne anlama gelir? Elbette, bu davranışları belirleyen şeyin o dokular vs. olduğunu gösterir. 

 

2 hours ago, Türk Ateist said:

Neye göre, nasıl karar veriyoruz anibal? 

Meslek seçmek, üniversite sınavından sonra elde edilmiş puanla gidilecek okulu seçmek, evlenmeye karar vermek, iş değiştirmek, yaşanacak şehri değiştirmek vs vs gibi ciddi ve önemli kararları rastgele, tesadüfen mi seçiyoruz?

 

Tesadüf olan biten şey için geçerlidir, sebep olmaz, ancak sonuçtur. Bunları yaparken, beynimizdeki mantık işlemci yapısını kullanıyoruz. 74 serisi diye bilinen bir takım entegreler vardır. Mesela 7400 entegresi gibi. İki girişinde voltaj varsa, çıkışında voltaj olan dört işleyici içerir. Bu basit gibi görünebilir, fakat bunlardan binlercesi bugün bildiğimiz, uçakları uçuran bilgisayar işlemcilerini oluşturuyor. İşte insna vücudu da böyle bir şey, sadece beyin değil, her taraftan gelen bilgiler işlenip, bu sonuç elde ediliyor. 

 

Bunu nerden biliyoruz,  zira insan davranışları rasgele değil. Atıyorum, tipindne belli bir adamın yanındaki kadına laf atarsan, adamın davranışının teveccüh ettiniz demek mi, görmezden gelmek mi, yoksa size bir araba sopa atmaya çıkmak mı olacağını bilirsiniz iyi kötü. 

 

2 hours ago, Türk Ateist said:

Her birini iyice düşünerek, birçok parametreyi akılcı biçimde değerlendirerek bir karara varıyoruz. Karar verme süreci kendi başına son derece kompleks bir süreç. Birçok veya birkaç alternatif içinden birini, yeterince güçlü nedenler sonunda seçiyoruz. 

 

Kararlarımız kendi geçeklerimizden bağımsız değil. Bu da hep yanlış anlaşılmak istenen bir konudur.

Biz hormonlarımızdan beynimizin çalışma biçiminden, duygularımızdan, duyularımızdan, evrimden, toplumsal birtakım kalıplardan, deneyimlerimizden, ailemizden, eğitimimizden, genetiğimizden yalıtık ya da bağımsız değiliz, hepsi birden bizi "biz" yapan gerçeklerimiz. Önemli bir karar alırken hiç kuşkusuz hepsi birden devreye giriyor, dolayısıyla biz elbette, hiç tartışmasız biyolojik bir makinayız. Yani ben "biyolojik bir makina değiliz" demiyorum, tam da tersi, daima bunu söylerim. Öyleyiz çünkü.

 

Kısaca, önemli ve ciddi kararlarımızı, oldukça kompleks olan karar verme süreciyle alırken hiç öyle yazı tura atmaktan farksız bir biçimde aldığımızı düşünmüyorum. Elini kolunu hareket ettirmek, yemek yemeden duramamak, uçamamak, bir müziği veya bir meyveyi sevmek ya da bazılarını hiç sevmemek nedeniyle hangisini yiyeceğine veya dinleyeceğine hiç düşünmeden karar verebilmek gibi davranışlarla özgür irade dediğimiz şeyi yanlışlamaya çalışmak da çok çocukça geliyor. Hani inançlılar için gayet geçerli bir yöntem de ateiste yapmayın şunu diyorum...

 

Bundan ötesi, yani yemek içmek dışındaki işlerde aynı şekilde gelişiyor.  Bahsettiğin şeylerin başka şeylerden, kararlardan falan farkı, uygulanma sıklığı. Bir şeyi ne kadar sık yaparsanız, beyindeki karar verme mekanizması buna daha çok özelleşmiş oluyor. Yani, yemek yemek için çalışan mekanizma neyse, üniversite seçimi için gereken mekanizma da aynı. Biz sıklıkla yapıp otomatize ettiğimizi düşündüğümüz şeyleri azımsıyoruz sadece. Örneğin, yüz tanıma denen olay, o kadar karmaşık bir işlev ki. Daha basit gibi görüne bir şeyler yemek meselesi için uğraşan beyin, geometri problemi çözerken harcadığı kaynak, işlevi sağlayan beyin dokusu, enerji vs. olarak pek farklı değil.

 

Altı üstü yürümek... ama bir robot yapıp yürütmeye çıkarsanız, aya gitmek kadar zor olduğunu görürsünüz aslında. Lafta hiç bilmediğiniz yerçekim, newton kuralları, arşimed kanunları vs. vs. hepsi o basitçe yürüme esnasında beyin tarafından sürekli işleniyor. 

 

Yani, biz, atıyorum marsa gitmeyi büyütüyor, ya da en azındna hakkını veriyoruz ama, yürümek, yemek yemek, müzik dinlemek, dans etmek falan gibi şeyleri küçümsüyoruz. Bunlar kara verme, uygulama vs. açısından marsa gitmekten daha az bilgli karar verme kabiliyeti gerektirmiyor. Marsa gitmenin en zor tarafı oraya inebilmek, ama bu sandalyenin üzerinden yere atlamak yada yerde dururken yüksek bir yere atlayıp çıkmaktan daha kolay aslında, karar vs. kapasitesi açısından.

 

Doğada yazı tura zaten yok. Hiç bir şey yazı tura ile olmuyor zaten. Ama insan algısı berbat. Her şeyi böyle indirgemeye çıkıyoruz. İşin en ironik tarafı ise, işte o yazı tura atma meselesini sanki öyle basitmiş gibi düşünüyoruz ki, tesadüf deyip geçiyoruz. Ama biri bize sorduğunda, yazı mı tura mı diye, aslında en karmaşık matematiği çözerkende aynı şekilde kullandığımız şeyi aynı ölçekte kullanmış oluyoruz. 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, anibal yazdı:

 

Soru şu, hastalık vs. o özgür iradeyi nasıl değiştirebiliyor? Atıyorum, o demiryolu işçisinin delinen kafasına o delikten bir iblis girip, içerden silah dayayıp mı yaptırıyor oluyor öyle? 

 

Eğer bir takım etmenler, beyin yapısı vs. adamın davranışlarını, yani özgür iradesiyle yaptıklarını değiştirebiliyorsa bu ne anlama gelir? Elbette, bu davranışları belirleyen şeyin o dokular vs. olduğunu gösterir. 

 

 

Tesadüf olan biten şey için geçerlidir, sebep olmaz, ancak sonuçtur. Bunları yaparken, beynimizdeki mantık işlemci yapısını kullanıyoruz. 74 serisi diye bilinen bir takım entegreler vardır. Mesela 7400 entegresi gibi. İki girişinde voltaj varsa, çıkışında voltaj olan dört işleyici içerir. Bu basit gibi görünebilir, fakat bunlardan binlercesi bugün bildiğimiz, uçakları uçuran bilgisayar işlemcilerini oluşturuyor. İşte insna vücudu da böyle bir şey, sadece beyin değil, her taraftan gelen bilgiler işlenip, bu sonuç elde ediliyor. 

 

Bunu nerden biliyoruz,  zira insan davranışları rasgele değil. Atıyorum, tipindne belli bir adamın yanındaki kadına laf atarsan, adamın davranışının teveccüh ettiniz demek mi, görmezden gelmek mi, yoksa size bir araba sopa atmaya çıkmak mı olacağını bilirsiniz iyi kötü. 

 

 

Bundan ötesi, yani yemek içmek dışındaki işlerde aynı şekilde gelişiyor.  Bahsettiğin şeylerin başka şeylerden, kararlardan falan farkı, uygulanma sıklığı. Bir şeyi ne kadar sık yaparsanız, beyindeki karar verme mekanizması buna daha çok özelleşmiş oluyor. Yani, yemek yemek için çalışan mekanizma neyse, üniversite seçimi için gereken mekanizma da aynı. Biz sıklıkla yapıp otomatize ettiğimizi düşündüğümüz şeyleri azımsıyoruz sadece. Örneğin, yüz tanıma denen olay, o kadar karmaşık bir işlev ki. Daha basit gibi görüne bir şeyler yemek meselesi için uğraşan beyin, geometri problemi çözerken harcadığı kaynak, işlevi sağlayan beyin dokusu, enerji vs. olarak pek farklı değil.

 

Altı üstü yürümek... ama bir robot yapıp yürütmeye çıkarsanız, aya gitmek kadar zor olduğunu görürsünüz aslında. Lafta hiç bilmediğiniz yerçekim, newton kuralları, arşimed kanunları vs. vs. hepsi o basitçe yürüme esnasında beyin tarafından sürekli işleniyor. 

 

Yani, biz, atıyorum marsa gitmeyi büyütüyor, ya da en azındna hakkını veriyoruz ama, yürümek, yemek yemek, müzik dinlemek, dans etmek falan gibi şeyleri küçümsüyoruz. Bunlar kara verme, uygulama vs. açısından marsa gitmekten daha az bilgli karar verme kabiliyeti gerektirmiyor. Marsa gitmenin en zor tarafı oraya inebilmek, ama bu sandalyenin üzerinden yere atlamak yada yerde dururken yüksek bir yere atlayıp çıkmaktan daha kolay aslında, karar vs. kapasitesi açısından.

 

Doğada yazı tura zaten yok. Hiç bir şey yazı tura ile olmuyor zaten. Ama insan algısı berbat. Her şeyi böyle indirgemeye çıkıyoruz. İşin en ironik tarafı ise, işte o yazı tura atma meselesini sanki öyle basitmiş gibi düşünüyoruz ki, tesadüf deyip geçiyoruz. Ama biri bize sorduğunda, yazı mı tura mı diye, aslında en karmaşık matematiği çözerkende aynı şekilde kullandığımız şeyi aynı ölçekte kullanmış oluyoruz. 

 

 

 

Yürümek kompleks bir bir davranıştır, beyin bunun için bir sürü işlem gerçekleştirir, yemek yemek de öyle ama senin de belirttiğin gibi çok sık gerçekleştiği için insan bunları otomatik olarak yapar. Özel bir irade kullanması, düşünmesi gerekmeden direkt yapar.

 

Ama kompleks kararlar için aynısı geçerli değildir. Beynin işlemesi açısından bakınca fark olmaması değil konu. Yani beynin nasıl işlem yaptığını, bilgiyi nasıl işlediğini bilmekle ilgisi yok, sen bunları açıklıyorsun. Biri daha zor diğeri daha basit demiyorum zaten.

 

Diyorum ki insan kendisiyle ilgili önemli bir karar alırken refleksif, otomatik davranmaz, oturup iyice düşünür. O sırada hormonları, aile ve eğitim gibi arka planı, duyuları, deneyimleri, beklentileri vs vs hep birlikte devreye girer ve insan alternatifler içinden kendisine en uygun olanı seçmeye çalışır. Bunu söyleme nedenim beynin daha çok yorulduğunu, daha karmaşık işlemler yaptığı için daha fazla enerji harcadığını ve böylelikle özgür iradenin ulvi bir yeti olduğunu vurgulamak değil, böyle düşünmüyorum çünkü.

Söyleme nedenim, bütün o fonksiyonlara bağlı olduğumuz, bizi oluşturan faktörlerin hepsi birden olduğu. Yani hormonlarımla, beynimin  işleyiş biçimiyle, ailemle, eğitimimle, genetiğimle, algılarımla vs vs bir bütünüm, hepsi birden beni oluşturuyor. Bir karar alırken onların etkisi dışında olabilme şansım da ihtimalim de yok. 

 

Hepimiz birbirimizden farklıyız ve bizi farklı kılan arka planlarımız. Prensipte birbirinin aynısı olan biyolojik makineleriz, birimize biraz fazla bilmem ne hormonu dayandığında ya da o hormon eksik olduğunda, veya beynimizde bir şeyler koptuğunda diyelim, değişiyoruz. O durumda bile benlik algımız var olmaya devam ediyor, ekstrem durumlar dışında.

 

Sen, tamamen genlerin baskısıyla yaşıyoruz, yaptığımız her şey onların bize dayattığı şeyler diyorsun. Yani atıyorum, senin bu kadar manyak bir adam olmaktan başka şansın zaten yoktu. Allaan unuttuğu çöllere gidip aylarca fosil aramak, dünyanın ucundaki okula "Bu işin en iyi eğitimi burada"deyip gitmek, biyolojiye mühendislik de eklemeden olmaz demek vs vs, yapabileceğin tek şeydi, çünkü ancak o vakit mutlu olacak, genlerini de -kabaca söylüyorum- tatmin etmiş olacaktın.

 

Senin bakış açın aşağı yukarı bu, di mi?

Soruyorum ki yanlış anlamış isem yanlış üzerinden devam etmeyeyim.

 

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
21 dakika önce, fezadabirtürk yazdı:

sadece üretmek için ,dünyevi amaçlar için mi var olduk ? 

 

Biz yalnızca annemizle babamız bir gece keyfine baktığı için olduk. Başka bir nedeni yok.

Var oluş nedenimiz bu diye bir kalemden, bir kaşıktan farksız olmamız gerekmiyor. Zira farklı olduğumuz açık. Olmuş işte. Demek ki oluyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 hour ago, Türk Ateist said:

 

Yürümek kompleks bir bir davranıştır, beyin bunun için bir sürü işlem gerçekleştirir, yemek yemek de öyle ama senin de belirttiğin gibi çok sık gerçekleştiği için insan bunları otomatik olarak yapar. Özel bir irade kullanması, düşünmesi gerekmeden direkt yapar.

 

Öyle değil işte. İkiside aynı mekanizma. Aslında düşünüyorsun, ama artık düşündüğünü fark bile etmiyorsun. 

 

Araba kullanıyor musun bilmem, ama ilk direksiyona çıktığında ne oluyordu? Hep düşünerek basıyordun frene, gaza falan. Fakat sonra ne oldu, usta bir şoför bunları düşünmez bile, bahsettiğin gibi otomatiğe bağlanır gider. 

 

 

 

1 hour ago, Türk Ateist said:

Ama kompleks kararlar için aynısı geçerli değildir. Beynin işlemesi açısından bakınca fark olmaması değil konu. Yani beynin nasıl işlem yaptığını, bilgiyi nasıl işlediğini bilmekle ilgisi yok, sen bunları açıklıyorsun. Biri daha zor diğeri daha basit demiyorum zaten.

 

O kompleks dediğin kararlarda en fazla yürümek kadar ancak komplekstir. İşte pek farkedilmeyen şey bu. Zor veya kolay dediğin tüm kararlar, aslında aynı temel mekanizma tarafından alınıyor. Bir tür deep learning meselesi. Bahsettiğin ve zor dediğin şeyler, sadece rutin olmayan şeyler. O yüzden otomatiğe bağlanamıyor, zira genelde tekrar etmiyor. 

 

GArip bir şekilde, insan doğduğunda yürümeyi bilerek doğar. Yeni doğmuş bebeği suya daldırırsan, ağırlık kalan bacaklarını atıp yürümeye çıktığını görebilirsin. Ama bunu süratle unutur ve yeniden öğrenmesi gerekir. Dilersen protez bacak kullananlarla falan konuş, o kadar basit mi, değil mi? Ve dikkat et, bacak olayın sadec eçok basit bir kısmıdır, denge, zemin yapısına göre ayarlar falan hala beyinde duruyor olacaktır. 

 

Beyin birden farklı, alakasız şeyler falan değil. Bir hormon salgılanıyor, öğrenme moduna geçiyor falan. Beynin yapısı bu, öğrendikçe otomatikleştiriyor. Yani, her gün üniversite seçseydin, bu da otomatiğe bağlanacaktı. 

 

 

 

1 hour ago, Türk Ateist said:

Diyorum ki insan kendisiyle ilgili önemli bir karar alırken refleksif, otomatik davranmaz, oturup iyice düşünür. O sırada hormonları, aile ve eğitim gibi arka planı, duyuları, deneyimleri, beklentileri vs vs hep birlikte devreye girer ve insan alternatifler içinden kendisine en uygun olanı seçmeye çalışır. Bunu söyleme nedenim beynin daha çok yorulduğunu, daha karmaşık işlemler yaptığı için daha fazla enerji harcadığını ve böylelikle özgür iradenin ulvi bir yeti olduğunu vurgulamak değil, böyle düşünmüyorum çünkü.

Söyleme nedenim, bütün o fonksiyonlara bağlı olduğumuz, bizi oluşturan faktörlerin hepsi birden olduğu. Yani hormonlarımla, beynimin  işleyiş biçimiyle, ailemle, eğitimimle, genetiğimle, algılarımla vs vs bir bütünüm, hepsi birden beni oluşturuyor. Bir karar alırken onların etkisi dışında olabilme şansım da ihtimalim de yok. 

 

Otomatik davranış dene pek çok şey de, aynı şekilde düşünme süreçlerinden geçer. Değişen şey şudur, artık o nöron bağları ile otomatik hale gelmiştir. İnsan o pozisyonda düşündüğünü bile anlamaz. Bu noktada, bahsettiğin şey, halihazırda o bağların mevcut olmaması ve öğrenim moduna geçmiş olursun. Fakat, işleyiş, kullanılan yapı falan aynı yapıdır. Ki o yapı yürümeyi veya konuşmayı da böyle öğrenmiş bir yapı. 

 

 

1 hour ago, Türk Ateist said:

Hepimiz birbirimizden farklıyız ve bizi farklı kılan arka planlarımız. Prensipte birbirinin aynısı olan biyolojik makineleriz, birimize biraz fazla bilmem ne hormonu dayandığında ya da o hormon eksik olduğunda, veya beynimizde bir şeyler koptuğunda diyelim, değişiyoruz. O durumda bile benlik algımız var olmaya devam ediyor, ekstrem durumlar dışında.

 

Çünkü o hormonlar falan da o mekanizmanın parçası. Hatta, ayak tırnağın bile diyeyim. Ve buna ekstremde denen her durum dahil. Dahası, kararlarımızın çoğunu, daha karar vermeden yarım saniye önce falan zaten vermiş oluyoruz. 

 

 

1 hour ago, Türk Ateist said:

Sen, tamamen genlerin baskısıyla yaşıyoruz, yaptığımız her şey onların bize dayattığı şeyler diyorsun. Yani atıyorum, senin bu kadar manyak bir adam olmaktan başka şansın zaten yoktu. Allaan unuttuğu çöllere gidip aylarca fosil aramak, dünyanın ucundaki okula "Bu işin en iyi eğitimi burada"deyip gitmek, biyolojiye mühendislik de eklemeden olmaz demek vs vs, yapabileceğin tek şeydi, çünkü ancak o vakit mutlu olacak, genlerini de -kabaca söylüyorum- tatmin etmiş olacaktın.

 

Sadece genler değil. Evet, genler de önemli, ama elbette işin bir de çevre etkisi var. Yediğimden, içtiğimden, ilkokul hocamın verdiği eğitimden, babamın kızıp attığı toakata kadar, bana etki eden her şey. Ve bu doğuşumda genlerimde var olmuş değildi. Her an, bir sonraki anın belirleyicisi olarak sürüp gidiyor işte. 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
34 dakika önce, anibal yazdı:

O kompleks dediğin kararlarda en fazla yürümek kadar ancak komplekstir. İşte pek farkedilmeyen şey bu. Zor veya kolay dediğin tüm kararlar, aslında aynı temel mekanizma tarafından alınıyor. Bir tür deep learning meselesi. Bahsettiğin ve zor dediğin şeyler, sadece rutin olmayan şeyler. O yüzden otomatiğe bağlanamıyor, zira genelde tekrar etmiyor. 

 

 

Aynı şeyleri söylüyoruz. Birine zor, diğerine daha kolay demiyorum. Sadece çoktan öğrenmiş olduğumuz ve sık tekrarladığımız için otomatiğe bağladığımızı ve düşünmeye ihtiyaç duymadan yaptığımızı söylüyorum. Verdiğin araba kullanma işi de gayet yerinde bir örnek, ilk zamanlar vitesi, debriyajı ve gazı düşünerek/hesap yaparak kullanıyorken, bir zaman sonra bedenin adeta birer parçası gibi kullanmaya başlıyorsun. 

 

Ama sen hala mekanizmanın nasıl işlediğini açıklıyorsun. Orada hemfikiriz, tartışacak bir şey bulamıyorum. Kendimizi tekrar ediyoruz.

 

38 dakika önce, anibal yazdı:

Sadece genler değil. Evet, genler de önemli, ama elbette işin bir de çevre etkisi var. Yediğimden, içtiğimden, ilkokul hocamın verdiği eğitimden, babamın kızıp attığı toakata kadar, bana etki eden her şey. Ve bu doğuşumda genlerimde var olmuş değildi. Her an, bir sonraki anın belirleyicisi olarak sürüp gidiyor işte. 

 

Aman da determinizm mi indeterminizm mi konularına hiç girmeyeceğim, zira çok keskin çizgiler yok. 

 

İşte önemli bir karar alırken hormonların, genlerin vs vs dışında etki eden çok önemli faktörler var insan o kararı verirken hepsini birden değerlendiriyor ve bir sonuca varıyor. Bütün bunların toplamında kendisi için yeterince anlamlı ve güçlü nedenler üreterek, iradesi ile. Bu ve diğer tüm kararların yarım saniye önce (bunu altı saniyeye çıkaranlar var) alınması, o kararın sana ait olmadığı anlamı taşımıyor. Yani beynimin içinde benden bağımsız, girdileri kafasına göre işleyen bir mekanizma yok, ben beynimden başka bir şey değilim zaten.

 

Esasen bu konu dipsiz kuyu. Özgür irademiz olduğundan ben şahsen eminim, daha önce söylediğim gibi öteki türlüsü sağduyuyla da insanlık pratiğiyle de uyuşmuyor. En azından özgür irade olduğunu düşünmek evrimsel olarak da daha yararlı, daha avantajlı gibi duruyor, ben tabii bu yüzden var olduğunu düşünüyor değilim. 

Daha çook uzun yıllar tartışılacak gibi. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
10 saat önce, Türk Ateist yazdı:

Kararlarımız kendi geçeklerimizden bağımsız değil. Bu da hep yanlış anlaşılmak istenen bir konudur.

Biz hormonlarımızdan beynimizin çalışma biçiminden, duygularımızdan, duyularımızdan, evrimden, toplumsal birtakım kalıplardan, deneyimlerimizden, ailemizden, eğitimimizden, genetiğimizden yalıtık ya da bağımsız değiliz, hepsi birden bizi "biz" yapan gerçeklerimiz. Önemli bir karar alırken hiç kuşkusuz hepsi birden devreye giriyor, dolayısıyla biz elbette, hiç tartışmasız biyolojik bir makinayız. Yani ben "biyolojik bir makina değiliz" demiyorum, tam da tersi, daima bunu söylerim. Öyleyiz çünkü.

Biz evrenin kuralları tarafından oluşturulagelmiş, oluşmak zorunda olmuş olan sabit olmayan bir fonksiyon gibiyiz.

Fonksiyonları anlatırken bir makineymiş gibi anlatmıştı öğretmenimiz;

Fonksiyonun bir tanımı olur, 

f(x)=3x+5

gibi.

Makineye giren girdiler, sürekli aynı çıktıyı verirler, çünkü fonksiyonun tanımı sabittir,

Fakat biz sabit olmayan fonksiyona benzediğimizden, bir girdi olduğunda, fonksiyonun tanımını değiştiriyor, yani 2. kez aynı girdi geldiğinde dahi çıktı farklı oluyor.

 

Aslında bir robotuz desek, ve de ardından şunu eklesek,

Robot X'i gördüğünde, Y davranışını sergileyecek ve robot bir daha X'i Y'nin bir türevi olan Y1 davranışını sergileyecek,

bunların tamamını hesaplayamıyor ve hesaplayamamış oluşumuz, bizim bir girdiye vereceğimiz cevabı nasıl değiştirebilir.

 

Madem ki bir robotuz, bir girdiye vereceğimiz cevaplar değişse de bellidir, bilmesek de bilsek de.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
6 hours ago, Türk Ateist said:

 

Aynı şeyleri söylüyoruz. Birine zor, diğerine daha kolay demiyorum. Sadece çoktan öğrenmiş olduğumuz ve sık tekrarladığımız için otomatiğe bağladığımızı ve düşünmeye ihtiyaç duymadan yaptığımızı söylüyorum. Verdiğin araba kullanma işi de gayet yerinde bir örnek, ilk zamanlar vitesi, debriyajı ve gazı düşünerek/hesap yaparak kullanıyorken, bir zaman sonra bedenin adeta birer parçası gibi kullanmaya başlıyorsun. 

 

Konu işte burada karışıyor: Onlaır yaparken de aslında düşünüyoruz. Ama düşündüğümüzü farketmiyoruz. Neden sarhoşlar düzgün yürüyemez, düzgün de düşünemez? 

 

Sorun, bizim düşünme dediğimiz tanımda. Biz, beynin diğer faaliyetleri ile düşüncenin aslında aynı faaliyet olduğunu bilmiyorduk. Bir şey yürüyor, ama bir ruh var, düşünüyor vs. Düşünce dediğimiz kavramda tıpkı ruh falan gibi, yeterli fizyoloji bilgimizin olmadığı dönemde bir şeyleri ifade etmek için kullandığımız terim. 

 

6 hours ago, Türk Ateist said:

Ama sen hala mekanizmanın nasıl işlediğini açıklıyorsun. Orada hemfikiriz, tartışacak bir şey bulamıyorum. Kendimizi tekrar ediyoruz.

 

 

Aman da determinizm mi indeterminizm mi konularına hiç girmeyeceğim, zira çok keskin çizgiler yok. 

 

İşte önemli bir karar alırken hormonların, genlerin vs vs dışında etki eden çok önemli faktörler var insan o kararı verirken hepsini birden değerlendiriyor ve bir sonuca varıyor. Bütün bunların toplamında kendisi için yeterince anlamlı ve güçlü nedenler üreterek, iradesi ile. Bu ve diğer tüm kararların yarım saniye önce (bunu altı saniyeye çıkaranlar var) alınması, o kararın sana ait olmadığı anlamı taşımıyor. Yani beynimin içinde benden bağımsız, girdileri kafasına göre işleyen bir mekanizma yok, ben beynimden başka bir şey değilim zaten.

 

Aynı mekanizma, yürürken de geçerli. hormonlar, genler falan. Basitçe, ilgisi çeken bir erkeği görünce kızların kıvırtarak yürümesi.. Kızları gören erkeğin dik yürümesi, kabarması vs. Düşünerek yapılan şeyler değil gene, hormonlar falan işte.. 

 

Ve hepsi senin kararın, senin eylemin zaten. Sen bu eyleme, ki bir kimyasal tepkime aslında, girenler belli, çıkanlar elbette belli olacak, irade diyorsun hepsi bu. 

 

Sanılanın aksine, bugünün bilgi işlem makinelerinde insan beyni taklit edilmiyor. Ama onlara bakarak insan beyninin nasıl çalıştığını çözüyoruz. Bunu anlamak için Turing ve Von Neumann makinelerini iyi anlamak faydalı bir şey. 

 

 

6 hours ago, Türk Ateist said:

Esasen bu konu dipsiz kuyu. Özgür irademiz olduğundan ben şahsen eminim, daha önce söylediğim gibi öteki türlüsü sağduyuyla da insanlık pratiğiyle de uyuşmuyor. En azından özgür irade olduğunu düşünmek evrimsel olarak da daha yararlı, daha avantajlı gibi duruyor, ben tabii bu yüzden var olduğunu düşünüyor değilim. 

Daha çook uzun yıllar tartışılacak gibi. 

 

O özgür irade dediğimiz şey, basitçe, bizi, bizim dışında bir gücün o eylemi yapmaya zorlayıp zorlamadığı. İmamın çocuğa sulanırken yaptığı elbette özgür iradesi, kimse onun kafasına silah dayamıyor. Ama bu, o pisliği işlerken, hormonlarının vs. onu buna mecbur kıldığı gerçeğini değiştirmiyor. İşte bu yüzden dinler tarih boyunca güya iyilik emrederken kötülüğün kaynağı oluyor. Basitçe o lanet olası üreme güdülerine dair hormonlar olmasa, kimse kimseye tecavüz eder miydi?

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
6 saat önce, anibal yazdı:

O özgür irade dediğimiz şey, basitçe, bizi, bizim dışında bir gücün o eylemi yapmaya zorlayıp zorlamadığı. İmamın çocuğa sulanırken yaptığı elbette özgür iradesi, kimse onun kafasına silah dayamıyor. Ama bu, o pisliği işlerken, hormonlarının vs. onu buna mecbur kıldığı gerçeğini değiştirmiyor. İşte bu yüzden dinler tarih boyunca güya iyilik emrederken kötülüğün kaynağı oluyor. Basitçe o lanet olası üreme güdülerine dair hormonlar olmasa, kimse kimseye tecavüz eder miydi?

 

 

Hah işte, aynı noktaya geldik. Üreme güdülerini ateşleyen hormonlar olmasa yalnız bu tecavüzcü pislikler değil, biz de üreyemezdik. Seksüel sapmaların nedeni o hormonların var olması değil, başka başka şeyler. Örneğin dinler gibi farklı türdeki sapkınlıklar, yanlış öğrenilmiş davranışlar, bazen de beyinde başka yolaklarda görülebilen aksaklıklar vs. 

 

Yoksa hepimiz aynı güdü ve içgüdüleri taşıyoruz, aynı hormonlar tarafından yönetiliyoruz. Bunlarla birlikte ailelerimiz, eğitimimiz vs vs gibi çevresel faktörlerden direkt etkileniyor, hepsiyle birlikte şekilleniyoruz. Ben rezil dinci, dibine kadar yoz bir aileye doğup dünyadaki tüm değerli olanaklardan mahrum büyüyor ve kara burkamı giyip dünyaya yalnız katı dinci gözlüğüyle bakıyorum, bir diğeri biyolog bir babaya ve yine bilimin içindeki bir anaya doğup direkt bilimin içine yuvarlanıyor, top misali. Ben özgür irade var derken, neden bu bilimi seçti de diğeri burkayla gezip bir dolu sapıklığı normal görüyor demiyorum mesela, onun da kendi dünyası, kişiliği, arka planı vb içinde kendi kararlarını almaktan başka şansı olmadığını biliyorum. Ancak bu kadının da doğru müdahale ile bir parça da olsa değişebileceğini, normale yakın hale gelebileceğini de düşünüyorum.

 

Tecavüz demişsin ya?

Diğer hayvanlar da birbirlerine ve başka türlerin bireylerine tecavüz ediyor. Çoğu türde bu davranış var. İnsanda da var ancak insanda diğerlerinden farklı biçimde gelişmiş bir beyin, daha doğrusu bilinç var. Özgür irade içinse ilk koşul benlik algısı ve bilinç. Bunların sağlıklı işlediği insanlar hormonlarını değil, seksüel davranışlarını denetleme yetisine sahip oluyor. Çok seks yapmak istediğinde, çok uyarıldığında bir partner bulamazsa gidip tecavüz etmiyor mesela, oturup mastürbasyon yapıyor ve gerilimden kurtuluyor. 

Bir de şu pedofilleri tam olarak anlayıp çözebilseydik...

Link to post
Sitelerde Paylaş
11 saat önce, CinleriGorenAdam yazdı:

Biz evrenin kuralları tarafından oluşturulagelmiş, oluşmak zorunda olmuş olan sabit olmayan bir fonksiyon gibiyiz.

Fonksiyonları anlatırken bir makineymiş gibi anlatmıştı öğretmenimiz;

Fonksiyonun bir tanımı olur, 

f(x)=3x+5

gibi.

Makineye giren girdiler, sürekli aynı çıktıyı verirler, çünkü fonksiyonun tanımı sabittir,

Fakat biz sabit olmayan fonksiyona benzediğimizden, bir girdi olduğunda, fonksiyonun tanımını değiştiriyor, yani 2. kez aynı girdi geldiğinde dahi çıktı farklı oluyor.

 

Aslında bir robotuz desek, ve de ardından şunu eklesek,

Robot X'i gördüğünde, Y davranışını sergileyecek ve robot bir daha X'i Y'nin bir türevi olan Y1 davranışını sergileyecek,

bunların tamamını hesaplayamıyor ve hesaplayamamış oluşumuz, bizim bir girdiye vereceğimiz cevabı nasıl değiştirebilir.

 

Madem ki bir robotuz, bir girdiye vereceğimiz cevaplar değişse de bellidir, bilmesek de bilsek de.

 

 

Pek robot sayılmayız ama. Bizim bir girdiye vereceğimiz yanıt hesaplanamaz çünkü sistem tamamen kaotik, olaylar birbirinin nedeni olsa bile. Girdiyi işlerken anılarımız, belleğimiz, sahip olduğumuz bilgilerimiz, deneyimlerimiz vb de devreye giriyor. Bunlara o an devrede olan hormonları, genetiği vs de ekle. İç ve dış etkenler birlikte devreye giriyor ve epeyce kaotik bir bir sistem ortaya çıkıyor. Ama kaotik olması mantıksal olmamasını gerektiği anlamına gelmiyor tabii. 

 

Seçenekler belliyse ki özgür iradeden bahsettiğimize göre tabii belli olmak zorunda, cevap çok büyük ihtimalle onlardan biri olacaktır zaten, bu elbette bellidir. O seçenekleri ortaya koyan da biziz ama. Bir dolu seçenek arasından uygun bulmadıklarımızı direkt eleriz, ortada uygun gördüklerimiz kalır ve daha ayrıntılı değerlendirmeler yaparak birine karar veririz.

 

Özgür irade dediğimiz şey kesin olarak sınırlı. Gücümüz sınırlı ve biz bir kararı alırken sahip olduğumuz özellikler ve yetiler çerçevesinde alıyoruz. Seçenekler arasından birisini seçmek söz konusu olduğunda bütün bu saydıklarım bir arada çalışıyor.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
20 minutes ago, Türk Ateist said:

 

Hah işte, aynı noktaya geldik. Üreme güdülerini ateşleyen hormonlar olmasa yalnız bu tecavüzcü pislikler değil, biz de üreyemezdik. Seksüel sapmaların nedeni o hormonların var olması değil, başka başka şeyler. Örneğin dinler gibi farklı türdeki sapkınlıklar, yanlış öğrenilmiş davranışlar, bazen de beyinde başka yolaklarda görülebilen aksaklıklar vs. 

 

Laf açılmışken neden böyle oluyor ona da bir bakmak lazım. Tabi çok detaylara girebilmemiz mümkün değil.

 

Erkeklerin elbette üreme güdüleri var. Fakat bir diğer güdüleri ise, alfa birey olma güdüsü. Din, alfa birey olma işin, ya tanrıya, ya da ruhbanlara havale eder. Bu durumda, erkek, alfa birey güdüsünü tatmin yoluna gidemez. Bu durumda beta olacaktır. Beta olma durumunda da, alfanın görmediği yerde, kolay av olan her avın, ama dişi, ama yemek, güçlenmesi için bir nimet olduğunu kabul eder. Sonuçta, öncelikle çocuklara musallat olur, çünkü en kolay lokma onlardır. Paralelinde, gece sokakta yalnız olan kadın vs. de bu listede yer almaya başlar. Konu sadece cinsellikle bitmez, bu betalar, örneğin bakan olur, tek derdi kendi gücünü artırmak, yani kesesini doldurmak olacaktır. Sonuçta ahlaksızlık alır başını gider. Bunlar düşünmeye, özgür iradeye falan tabi değillerdir, ceza yazarak falan engellenemezler. 

 

 

20 minutes ago, Türk Ateist said:

Yoksa hepimiz aynı güdü ve içgüdüleri taşıyoruz, aynı hormonlar tarafından yönetiliyoruz. Bunlarla birlikte ailelerimiz, eğitimimiz vs vs gibi çevresel faktörlerden direkt etkileniyor, hepsiyle birlikte şekilleniyoruz. Ben rezil dinci, dibine kadar yoz bir aileye doğup dünyadaki tüm değerli olanaklardan mahrum büyüyor ve kara burkamı giyip dünyaya yalnız katı dinci gözlüğüyle bakıyorum, bir diğeri biyolog bir babaya ve yine bilimin içindeki bir anaya doğup direkt bilimin içine yuvarlanıyor, top misali. Ben özgür irade var derken, neden bu bilimi seçti de diğeri burkayla gezip bir dolu sapıklığı normal görüyor demiyorum mesela, onun da kendi dünyası, kişiliği, arka planı vb içinde kendi kararlarını almaktan başka şansı olmadığını biliyorum. Ancak bu kadının da doğru müdahale ile bir parça da olsa değişebileceğini, normale yakın hale gelebileceğini de düşünüyorum.

 

 

Bu, bu kadar basit değil. Dediğim gibi, turing makinesini anlamak gerekiyor. Çok basitleştirilmiş bir turing makinesi şöyle diyagramlaştırabiliriz:

 

turing machine ile ilgili görsel sonucu

 

İnsan buna benzer. Hormonlar bu şemada, atıyorum XR ile gösterilen hat gibidir, bir tür geri besleme zinciri içerir. Ama kendi başına bir şey oluşturmaz. Fakat W0 olarak gösterilen her şeyin başladığı noktayı doğrudan etkiler. Basitçe, ilgili hormon ortaya çıktığı zaman, bu makine sadece o hormonun gereğini yapmak üzere çalışacaktır. Bu şema açısından bakarsak, çevresel faktörler W0'dan giriyor, W3-6 ya ulaşıyor. Onların yeniden yapılanmasını gerektiriyor. Bu nedenle de, XR'den gelen aynı hormon, N7 ve ötesinde aynı etkiyi herkeste aynı şekilde iş görmüyor, çünkü W4-7 çevre etmenleri ile farklılaşmış oluyor. 

 

Bu turing makinesi, aslen hayatın basit bir modeli. 

 

Fakat, bu makinede, okların değerleri belli, bunları işleyen kutucuklarında hangi işlemi yaptıkları belli. Bu şemanın eksikliği, bellek ki o bellek sadece beyne özel değildir, pek çok organın belleği vardır bir şekilde, yapısının bu sistemde pek açık görülmemesi. 

 

Şimid o kadına doğru müdahale dediğiniz şey, W0'a uygulanan bir girdi olacak, Sonuçta, eğer doğru girdi olursa, elbette çıktılarda değişecek. 

 

Turing makinesinin özelliği, aslen, şu kutucuklardaki işlemlerin, giren değerlere göre farklı hale gelebiliyor olması. Fakat biyolojik makine dediğimizde, akla vites kutusu gibi bir şey geliyor. Bir tür dişli çark sanki. Birini çeviriyorsunz, onu az çeviriyorsunuz, öteki çok dönüyor falan gibi. Ama canlı sistem böyle bir makine değil. 

 

Turing, bu adaptiv makine kavramını 1920'lerde ortaya attı. Fakat, onun decision lojiğini gerçekleyebilen ilk makinelere ancak 1990'larda ortaya çıktı. İlk biligisayarlar vs. Turing modelini kullansa da, tam anlamıyla turing makinesi olamayacak kadar ilkeldiler. 

 

Tabi, bunun sonucunda bizim de aklımızda yaşayan makine terimi, X girince ile çarpıp Y'yi bulan makine tanımı ile sınırlı kaldı. girdilerin makineni işlevlerini değiştirdiği bir sistemi kafamızda canlandıramadık gitti. Dikkat eden, ilk bilgisayar aslında çok daha önce Fransa'da icat edildi ve garip şekilde, teknik olarak bilgisayar olsa da, kumaş, kilim falan dokuyordu. 

 

Baistçe, insan yada çekirgenin biyolojik makinesi, dış ve içi uyarılara göre sürekli kendini değiştirir. Bu nedenle, şu uyarı, ama hormon, ama hava sıcaklığı, bu makineye ne etki edecek bilinmesi çok güçleşir. Çünkü o makine herhangi bir anda, önceki tüm olup bitenler ki onlar rasgele şekilde gerçekleşir, her birey için farklı bir hal alır. 

 

O çarşaflıya da "doğru" yaklaşmak demek, bu makinenin kendini yeniden programlamasını ki bunu zaten kesintisiz yapıyor o makine, sağlamak demekten ibarettir. 

 

 

20 minutes ago, Türk Ateist said:

Tecavüz demişsin ya?

Diğer hayvanlar da birbirlerine ve başka türlerin bireylerine tecavüz ediyor. Çoğu türde bu davranış var. İnsanda da var ancak insanda diğerlerinden farklı biçimde gelişmiş bir beyin, daha doğrusu bilinç var. Özgür irade içinse ilk koşul benlik algısı ve bilinç. Bunların sağlıklı işlediği insanlar hormonlarını değil, seksüel davranışlarını denetleme yetisine sahip oluyor. Çok seks yapmak istediğinde, çok uyarıldığında bir partner bulamazsa gidip tecavüz etmiyor mesela, oturup mastürbasyon yapıyor ve gerilimden kurtuluyor. 

Bir de şu pedofilleri tam olarak anlayıp çözebilseydik...

 

Hayvanlarda mastürbasyon falan yapıyor elbette. Özgür irade denen şeyde, aslında o beyinden, daha doğrusu beynin o anki halinde ibaret. Tamam, sadece beyin değil, işin içine hemen her organ giriyor, ama en nihayetinde karar mekanizması beyin. Beyin onlardan "etkilenmiyor", yani kararını verirken onları danışman olarak kullanmıyor, gelen etkilere göre, küt belirlenebilir olan çıktıyı üretiyor. 

 

Pedofilileri anlamak kolay. Beta birey olmaları. Ne alfa, ne beta olsalar, pedofili falan olmazlardı, ama beta olunca, kendilerini alfanın himayesinde düşünerek, alfaya yaramayacak şeyleri gasp etmeyi görev bilirler. Evet, çocuklar alfaya yaramaz, çocuk bunlar, eti, budu ne? Ama onun işini görür. Bu pedofili, adi tecavüz, zoofili, nekrofili gibi pek çok sapıklık şeklinde görülebilir. 

 

Ve onları beta yapanda, beta kalmaya zorlayanda genelde din olur. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 16.04.2018 at 11:05, anibal yazdı:

 

Laf açılmışken neden böyle oluyor ona da bir bakmak lazım. Tabi çok detaylara girebilmemiz mümkün değil.

 

Erkeklerin elbette üreme güdüleri var. Fakat bir diğer güdüleri ise, alfa birey olma güdüsü. Din, alfa birey olma işin, ya tanrıya, ya da ruhbanlara havale eder. Bu durumda, erkek, alfa birey güdüsünü tatmin yoluna gidemez. Bu durumda beta olacaktır. Beta olma durumunda da, alfanın görmediği yerde, kolay av olan her avın, ama dişi, ama yemek, güçlenmesi için bir nimet olduğunu kabul eder. Sonuçta, öncelikle çocuklara musallat olur, çünkü en kolay lokma onlardır. Paralelinde, gece sokakta yalnız olan kadın vs. de bu listede yer almaya başlar. Konu sadece cinsellikle bitmez, bu betalar, örneğin bakan olur, tek derdi kendi gücünü artırmak, yani kesesini doldurmak olacaktır. Sonuçta ahlaksızlık alır başını gider. Bunlar düşünmeye, özgür iradeye falan tabi değillerdir, ceza yazarak falan engellenemezler. 

 

 

 

 

Bu, bu kadar basit değil. Dediğim gibi, turing makinesini anlamak gerekiyor. Çok basitleştirilmiş bir turing makinesi şöyle diyagramlaştırabiliriz:

 

turing machine ile ilgili görsel sonucu

 

İnsan buna benzer. Hormonlar bu şemada, atıyorum XR ile gösterilen hat gibidir, bir tür geri besleme zinciri içerir. Ama kendi başına bir şey oluşturmaz. Fakat W0 olarak gösterilen her şeyin başladığı noktayı doğrudan etkiler. Basitçe, ilgili hormon ortaya çıktığı zaman, bu makine sadece o hormonun gereğini yapmak üzere çalışacaktır. Bu şema açısından bakarsak, çevresel faktörler W0'dan giriyor, W3-6 ya ulaşıyor. Onların yeniden yapılanmasını gerektiriyor. Bu nedenle de, XR'den gelen aynı hormon, N7 ve ötesinde aynı etkiyi herkeste aynı şekilde iş görmüyor, çünkü W4-7 çevre etmenleri ile farklılaşmış oluyor. 

 

Bu turing makinesi, aslen hayatın basit bir modeli. 

 

Fakat, bu makinede, okların değerleri belli, bunları işleyen kutucuklarında hangi işlemi yaptıkları belli. Bu şemanın eksikliği, bellek ki o bellek sadece beyne özel değildir, pek çok organın belleği vardır bir şekilde, yapısının bu sistemde pek açık görülmemesi. 

 

Şimid o kadına doğru müdahale dediğiniz şey, W0'a uygulanan bir girdi olacak, Sonuçta, eğer doğru girdi olursa, elbette çıktılarda değişecek. 

 

Turing makinesinin özelliği, aslen, şu kutucuklardaki işlemlerin, giren değerlere göre farklı hale gelebiliyor olması. Fakat biyolojik makine dediğimizde, akla vites kutusu gibi bir şey geliyor. Bir tür dişli çark sanki. Birini çeviriyorsunz, onu az çeviriyorsunuz, öteki çok dönüyor falan gibi. Ama canlı sistem böyle bir makine değil. 

 

Turing, bu adaptiv makine kavramını 1920'lerde ortaya attı. Fakat, onun decision lojiğini gerçekleyebilen ilk makinelere ancak 1990'larda ortaya çıktı. İlk biligisayarlar vs. Turing modelini kullansa da, tam anlamıyla turing makinesi olamayacak kadar ilkeldiler. 

 

Tabi, bunun sonucunda bizim de aklımızda yaşayan makine terimi, X girince ile çarpıp Y'yi bulan makine tanımı ile sınırlı kaldı. girdilerin makineni işlevlerini değiştirdiği bir sistemi kafamızda canlandıramadık gitti. Dikkat eden, ilk bilgisayar aslında çok daha önce Fransa'da icat edildi ve garip şekilde, teknik olarak bilgisayar olsa da, kumaş, kilim falan dokuyordu. 

 

Baistçe, insan yada çekirgenin biyolojik makinesi, dış ve içi uyarılara göre sürekli kendini değiştirir. Bu nedenle, şu uyarı, ama hormon, ama hava sıcaklığı, bu makineye ne etki edecek bilinmesi çok güçleşir. Çünkü o makine herhangi bir anda, önceki tüm olup bitenler ki onlar rasgele şekilde gerçekleşir, her birey için farklı bir hal alır. 

 

O çarşaflıya da "doğru" yaklaşmak demek, bu makinenin kendini yeniden programlamasını ki bunu zaten kesintisiz yapıyor o makine, sağlamak demekten ibarettir. 

 

Turing makinesi iyi bir benzetme gibi görünüyor, ya da şöyle söyleyeyim, beynin çalışma biçimiyle prensipte aynı gibi duruyor ama çok eksik. 

Beynimiz, her biri binlerce sayıdaki diğer nöronlara bağlı olan milyarlarca nörondan oluşuyor. Çok ama çok kaotik.

Karar aldığımız andaki:  tüm bedenden yollanan sinir sinyalleri, beynimizin moleküler yapısı, hormonal durumu, maruz kaldığım tüm iç ve dış uyaranlar; anılarımız, bilgilerimiz, eğitimimiz, hafızamız, belleğimiz eğilimlerimiz vb her şey o milyarlarca nöronun bunlardan sonra çalışması...

O yüzden çok kompleks, çok zeki bir makineyle kıyaslamak eksik olur. Gerçi sen bunu son satırının bir üstündeki paragrafta kendin açıklamışsın, ama farklı bir sonuca ulaşarak. 

 

Pedofiller için söylediklerine katılıyorum tabii ama o kadarla bitmiyor gibi. Neden böyle oldukları epeyce bir bilinse de, bir kısmının ki onlar en ağır vakalar oluyor, tedavi edilmesi hala mümkün değil, yolu hala bulunmadı. Bu da pedofiliyi aslında tam olarak çözemediğimiz anlamı taşıyor.

Bunlar şimdililik tamir edilemeyen, tamamen bozuk makinalar.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
4 hours ago, Türk Ateist said:

 

Turing makinesi iyi bir benzetme gibi görünüyor, ya da şöyle söyleyeyim, beynin çalışma biçimiyle prensipte aynı gibi duruyor ama çok eksik. 

Beynimiz, her biri binlerce sayıdaki diğer nöronlara bağlı olan milyarlarca nörondan oluşuyor. Çok ama çok kaotik.

Karar aldığımız andaki:  tüm bedenden yollanan sinir sinyalleri, beynimizin moleküler yapısı, hormonal durumu, maruz kaldığım tüm iç ve dış uyaranlar; anılarımız, bilgilerimiz, eğitimimiz, hafızamız, belleğimiz eğilimlerimiz vb her şey o milyarlarca nöronun bunlardan sonra çalışması...

O yüzden çok kompleks, çok zeki bir makineyle kıyaslamak eksik olur. Gerçi sen bunu son satırının bir üstündeki paragrafta kendin açıklamışsın, ama farklı bir sonuca ulaşarak. 

 

Pedofiller için söylediklerine katılıyorum tabii ama o kadarla bitmiyor gibi. Neden böyle oldukları epeyce bir bilinse de, bir kısmının ki onlar en ağır vakalar oluyor, tedavi edilmesi hala mümkün değil, yolu hala bulunmadı. Bu da pedofiliyi aslında tam olarak çözemediğimiz anlamı taşıyor.

Bunlar şimdililik tamir edilemeyen, tamamen bozuk makinalar.

 

 

İnsan beyni olarak bakmamak gerekiyor. Şöyle diyeyim, bir bilgisayar, yani beyne, kendini yakacak bir kodu işletmesini de söyleyebilirsin, işler. Daha basitleştireyim, bilgisayara tek bir komut vererek, şu an çalışan bilgisayarı tamamen çalışmaz hale getirebilirsin. Bunu neden diyoruz? Beyin orada öylece dursada, ona ulaşan girdiler onun varacağı sonuçları da etkiliyor, en kötücül yere varsa bile. 

 

Diğer yandan insan beynini, o şekildeki kutucuklardan sadece biri gibi düşünmek gerekiyor, belki en uygun kutucuk, N9 olabilir. 

 

Beyni kendi başına incelemek gerekirse, "Neural Network" modeli daha uygun olacaktır. Bu daha çok üst beyin, forntal kısımlar vs. için daha iyi bir modeldir. Bu modelin detaylarına girmeden, beynin de nasıl çalıştığını görmek uygun olur. O nöronlar varya, onlar aslında öyle işlem vs. yapmıyor. Temel becerileri, diğerleri ile bağ kurabilmek. Öğrenme denen şey, bu bağların kurulması demek, en basit anlatımla. Ve bu bağlar kalıcı, göreve özel değil, bazen hayat boyu kalan şeyler. 

 

Ve bu bağlardan bir sürüsü, doğuşta bize hazır geliyor, onlara da içgüdü diyoruz. 

 

Ağır pedofli vakaları için, söylenebilecek şey... Basitçe, obzeliği önlemek, obezliği tedavi etmekten çok daha kolaydır. Ama bu toplumsal bir düzen gerektirir. Her köşede hamburger satan, her sokakta güzel şekerlemeler satan varken, bu pek kolay olmaz, hatta imkansız olur. Aynısı pedofili içinde geçerli. Uygun çevre var edilirse, pedofili ortaya çıkamaz, çıkanı da düzeltmek kolaylaşır. Pedofiliyi önleme yolunca en önemli adım, alfa kavramını yok edip, kişilerin kendinin alfası olmasını sağlamaktır. Bu da "bireyselleşme" olarak bilinen şeydir. Betaların var olmasına müsaade etmemek gerekir. 

 

PEdofil imamlara bakarak, tüm müslümanlara pedofil damgası yapıştırmak isabetli olur mu? Elbette olmaz. Zira, pedofilinin ortaya çıkması için kişini kendini sürünün piyadeleri, erleri, tebası olarak değil, betası olarak görmesi gerekir. Onlarda işte imamlardır. Her hafta, koca millet gelir onun sözlerini dinler, onun diyeceklerini dinleyip, sözlerini tutarlar. Bu noktada, ortada bir alfa varsa, kötü bir birey ortaya çıkarken, o kendisi alfa ise aksine iyi biri çıkabilir. Ama dinde, alfa mutlaktır: Tanrı. Ve işte bu sebepten, kilisenin rahipleri ve camilerin imamları çok ciddi şekilde potansiyel bir pedofil olacaktır. Ama gled eşimd, imam ve rahipleri kaldır ortadan, nasıl kaldırabileceksen...

 

O azılı pedofil vakalara bakarsan da, gene aynı beta profilini bir noktada görürsün. Ama kimsenin aklına onu mesela alfa yapmak gelmez. Bilim şöyle ilerledi, böyle ilerledi desekte, hala psikiyatri vs. gibi alanlada, teizm hükümdarlığı sürüyor. Burada dini referans etmekten bahsetmiyorum, işin metafizik tarafı mesele. İşte bilincin o biyolojik makinedne farklı bir şeymiş gibi kaubl edilmesi, ruh gibi yaklaşımların falan olması. 

 

Şimdi bu bilimin büyük yarası üzerinde biraz durmak gerekiyor. Tesit, ruhçu kafa, maalesef her yeri sarmış ve ayıklaması zor. Ha, bunun bazı yerlerden ayıklanması gerekmiyor elbette, hatta çok faydalı bile olabilir bazen. Ama öncelikle bilimden mutlak arındırılması gerekiyor. Yani nasıl bir şey bu olgu. Şöyle anlatalım.

 

Son model, yüksek teknolojili, süper bir Rotring kalem düşün, bir tür dolmakalem. Yanından eski, yüz yıllık bir dolmakalem. Hangisi daha kıymetlidir? Ha, eski dolmakalem Einstein diye birininmiş devri zamanında, unutmadan.

 

Yesyeni, sentetik, LC Waikiki işi ucuz bir kazak ile, Bir kez giyilmiş ama tertemiz bir kaşmir kazak olsa hangisini tercih ederdik. Pardon, hafızam zayıflıyor sanki, unuttum kaşmir kazağı bir kez giyen, en meşhur seri katil imiş, son cinayetinde kadının kalibini sökerken yakalanmış ve bir daha giymek nasip olmamış.

 

Gördüğün gibi, ama müspet ama menfi, bir şeylere manevi anlamlar yüklemek, işte bahsettiğim teist davranış. Bunu hepimiz yapıyoruz. Arkamda sıradan bir şapka var, ama gözüm gibi bakıyorum, zira Denizaltı Filo komnutanının bizzat hediyesi. 

 

Benzer şekilde, bizde insan davranışlarına, insanlara falan msüpet veya menfi bir tür ruh eklemeye çalışıyoruz. Onların tamamının evrimin bir ürünü olduğunu ço kolay unutuyoruz. Bilinç falan denen şeyde böyle bir şey. Ve bu da, müzmin sorunlarımızı çözümsüz bırakmaya sebep oluyor, maalesef.

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
12 saat önce, anibal yazdı:

 

İnsan beyni olarak bakmamak gerekiyor. Şöyle diyeyim, bir bilgisayar, yani beyne, kendini yakacak bir kodu işletmesini de söyleyebilirsin, işler. Daha basitleştireyim, bilgisayara tek bir komut vererek, şu an çalışan bilgisayarı tamamen çalışmaz hale getirebilirsin. Bunu neden diyoruz? Beyin orada öylece dursada, ona ulaşan girdiler onun varacağı sonuçları da etkiliyor, en kötücül yere varsa bile. 

 

Diğer yandan insan beynini, o şekildeki kutucuklardan sadece biri gibi düşünmek gerekiyor, belki en uygun kutucuk, N9 olabilir. 

 

Beyni kendi başına incelemek gerekirse, "Neural Network" modeli daha uygun olacaktır. Bu daha çok üst beyin, forntal kısımlar vs. için daha iyi bir modeldir. Bu modelin detaylarına girmeden, beynin de nasıl çalıştığını görmek uygun olur. O nöronlar varya, onlar aslında öyle işlem vs. yapmıyor. Temel becerileri, diğerleri ile bağ kurabilmek. Öğrenme denen şey, bu bağların kurulması demek, en basit anlatımla. Ve bu bağlar kalıcı, göreve özel değil, bazen hayat boyu kalan şeyler. 

 

Ve bu bağlardan bir sürüsü, doğuşta bize hazır geliyor, onlara da içgüdü diyoruz. 

 

Ağır pedofli vakaları için, söylenebilecek şey... Basitçe, obzeliği önlemek, obezliği tedavi etmekten çok daha kolaydır. Ama bu toplumsal bir düzen gerektirir. Her köşede hamburger satan, her sokakta güzel şekerlemeler satan varken, bu pek kolay olmaz, hatta imkansız olur. Aynısı pedofili içinde geçerli. Uygun çevre var edilirse, pedofili ortaya çıkamaz, çıkanı da düzeltmek kolaylaşır. Pedofiliyi önleme yolunca en önemli adım, alfa kavramını yok edip, kişilerin kendinin alfası olmasını sağlamaktır. Bu da "bireyselleşme" olarak bilinen şeydir. Betaların var olmasına müsaade etmemek gerekir. 

 

PEdofil imamlara bakarak, tüm müslümanlara pedofil damgası yapıştırmak isabetli olur mu? Elbette olmaz. Zira, pedofilinin ortaya çıkması için kişini kendini sürünün piyadeleri, erleri, tebası olarak değil, betası olarak görmesi gerekir. Onlarda işte imamlardır. Her hafta, koca millet gelir onun sözlerini dinler, onun diyeceklerini dinleyip, sözlerini tutarlar. Bu noktada, ortada bir alfa varsa, kötü bir birey ortaya çıkarken, o kendisi alfa ise aksine iyi biri çıkabilir. Ama dinde, alfa mutlaktır: Tanrı. Ve işte bu sebepten, kilisenin rahipleri ve camilerin imamları çok ciddi şekilde potansiyel bir pedofil olacaktır. Ama gled eşimd, imam ve rahipleri kaldır ortadan, nasıl kaldırabileceksen...

 

O azılı pedofil vakalara bakarsan da, gene aynı beta profilini bir noktada görürsün. Ama kimsenin aklına onu mesela alfa yapmak gelmez. Bilim şöyle ilerledi, böyle ilerledi desekte, hala psikiyatri vs. gibi alanlada, teizm hükümdarlığı sürüyor. Burada dini referans etmekten bahsetmiyorum, işin metafizik tarafı mesele. İşte bilincin o biyolojik makinedne farklı bir şeymiş gibi kaubl edilmesi, ruh gibi yaklaşımların falan olması. 

 

Şimdi bu bilimin büyük yarası üzerinde biraz durmak gerekiyor. Tesit, ruhçu kafa, maalesef her yeri sarmış ve ayıklaması zor. Ha, bunun bazı yerlerden ayıklanması gerekmiyor elbette, hatta çok faydalı bile olabilir bazen. Ama öncelikle bilimden mutlak arındırılması gerekiyor. Yani nasıl bir şey bu olgu. Şöyle anlatalım.

 

Son model, yüksek teknolojili, süper bir Rotring kalem düşün, bir tür dolmakalem. Yanından eski, yüz yıllık bir dolmakalem. Hangisi daha kıymetlidir? Ha, eski dolmakalem Einstein diye birininmiş devri zamanında, unutmadan.

 

Yesyeni, sentetik, LC Waikiki işi ucuz bir kazak ile, Bir kez giyilmiş ama tertemiz bir kaşmir kazak olsa hangisini tercih ederdik. Pardon, hafızam zayıflıyor sanki, unuttum kaşmir kazağı bir kez giyen, en meşhur seri katil imiş, son cinayetinde kadının kalibini sökerken yakalanmış ve bir daha giymek nasip olmamış.

 

Gördüğün gibi, ama müspet ama menfi, bir şeylere manevi anlamlar yüklemek, işte bahsettiğim teist davranış. Bunu hepimiz yapıyoruz. Arkamda sıradan bir şapka var, ama gözüm gibi bakıyorum, zira Denizaltı Filo komnutanının bizzat hediyesi. 

 

Benzer şekilde, bizde insan davranışlarına, insanlara falan msüpet veya menfi bir tür ruh eklemeye çalışıyoruz. Onların tamamının evrimin bir ürünü olduğunu ço kolay unutuyoruz. Bilinç falan denen şeyde böyle bir şey. Ve bu da, müzmin sorunlarımızı çözümsüz bırakmaya sebep oluyor, maalesef.

 

 

 

Özgür iradeyi tartışmayı bir kenara bırakacağım şimdi, çünkü psikiyatri ve pskoloji için yazdıkların can evime değdi. Yaramı dağladın.

Yıllardır psikyatri de psikoloji de yeniden, en baştan yazılmalı der dururum, nedeni de senin burada değindiğin bakış açısı. Hani bir tür ruh eklemek gibi bir şey değil ama, insan davranışlarının kökenlerini bilmek ya da onları ciddiye almak konusunda çok büyük açık, eksik var.

 

On sene boyu insana Freud okutulur mu? Ciltlerce kitabını okutuyorlar.

Okul bitti, yüksek bitti ama ben bir şekilde tatmin olmamıştım. Onca sene boyu öğrettiklerini elbette hafife almıyorum ama inan bana hepsini neredeyse unutmam veya gerçeklerle yer değiştirmelerini sağlamam gerekti. 

 

Evrimsel psikoloji daha çok bebek ama o kadarcık öğrendiklerim bile önce beni rahatlattı, bir dolu şeyi anlamamı sağladı. Hastalık diye baktığımız sorunlar ve tedavi etmek için kullandığımız yığınla teknik, bir şekilde havada kaldı. Önce ben ikna olacağım ki karşımdakine faydam olsun, değil mi?

Ama şöyle bir sorun doğru, "Bu kadar basit mi?". Evet, gerçekten o kadar basit, bazen pek bir şey yapmaya gerek olmadığını, yaşadığı şeyin doğal insan yapısının devamı sayıldığını, basit yöntemlerle veya doğru analizle her şeyin çözülebileceğini anlatmak yetti. Fobilerle ilgili dev gibi bir liste vardır mesela, çoğunun nedeni evrimseldir. Bunu bilmelerini sağlamak, yani kişinin yaşadığı korkunç fobinin on binlerce yıl önceki ataların da bir şekilde yaşadığını bilince, daha doğrusu sen bunu gerçekten ciddiye alarak ve doğru biçimde anlatmak, tedavide büyük kolaylık sağlıyor. Depresyonda bile. Çünkü akılla ilgili hastalıkların en rahatsız edici yanı, bu hastalıklara sahip insanların kendilerini herkesten farklı, istenmeyen, bir uzaylıymış gibi hissetmeleri ve hep öyle kalacaklarını sanmalarıdır. Yalnız olmadıklarını, aynı hastalığı yaşayan çağdaşları üzerinden anlatmak yerine kökenini biraz anlatmak onlara da iyi geliyor. Sıradalaştırınca daha kolay başediyorlar çünkü kabullenmeleri kolay oluyor ve motivasyonları artıyor.

 

Eşyaya anlam yüklemek, eğer dozunda ise zararlı değil aslında. Ben buna daha ziyade duygusal bağlanma diyorum, ben de bazı eşyalarımla duygusal bağ kurarım, onları elime alıp bakmasam da bir köşede mutlaka muhafaza ederim. Onlar bizim anılarımızı, değer verdiğimiz an ve kişileri simgeler, onları maddesel bir alana taşıyıp bir tür canlılığını devam ettirir. Bunlar hoş ayrıntılar. İnsanı insan yapan şeylerin en önemlilerinden biri anıları zira... Alzheimer o yüzden korkunçtur. Dinler insanın bu yetenek ve ihtiyacını sadece sömürmüş olan parazitler. 

 

Pedofillere gelince...

Birçok seksüel sapmanın, hatta birçok psikiyatrik hastalığın nedeni çocukluğa, ergenliğe dayanır. Bu, hadi çocukluğuna bi inelim kafası değil tabii, öyle bir şey zaten yok psikolojide.

Aile ya da çevre, bir şeylerin yanlış yerleşmesine neden oluyor. Bilmeden oluyor bu tabii. Esasen aile, çevre ne kadar birey, alfa veya beta olmadan da sağlam varlık göstermek konusunda ne kadar başarılı, o önemli. Bilgiden bahsetmiyorum, insanlar bu gibi bilgilere sahip olmadan da sağlıklı, normal bireyler olup mutlu mesut yaşarlar, yaşıyorlar da. 

Demek istediğim, pedofillerin zaten çocukluk ve gençlikleri berbattır, önemli bir kısmı beyaz yakalı dediğimiz eğitimli ve çevresince saygı gören kimseler olsalar da. Ama burada kendileri de cinsel istismara uğramıştır sonucu çıkmasın, öyle bir şey söylemiyorum, çünkü öyle değil. Ama ihmal edilmiş çocuklar oldukları açık. Güven yok, iletişim kurma becerisi yok, kendini ifade etme yeteneği yok vs vs. Yok da yok... Ve bu negatif özellikler, aşağılanmak veya küçümsenmek yoluyla hep beslenmiş. Bu çocuk veya genç, nasıl alfa birey olacak? Hadi alfa da olmasın, ama beta olmaktan yırtıp arada bir yerde sağlıklı biri olması mümkün mü? Bu yalnız pedofiller için değil, psikiyatrik sorunu olan birçok insan için geçerli aslında. 

 

"PEdofil imamlara bakarak, tüm müslümanlara pedofil damgası yapıştırmak isabetli olur mu? Elbette olmaz. Zira, pedofilinin ortaya çıkması için kişini kendini sürünün piyadeleri, erleri, tebası olarak değil, betası olarak görmesi gerekir. Onlarda işte imamlardır. Her hafta, koca millet gelir onun sözlerini dinler, onun diyeceklerini dinleyip, sözlerini tutarlar. Bu noktada, ortada bir alfa varsa, kötü bir birey ortaya çıkarken, o kendisi alfa ise aksine iyi biri çıkabilir. Ama dinde, alfa mutlaktır: Tanrı. Ve işte bu sebepten, kilisenin rahipleri ve camilerin imamları çok ciddi şekilde potansiyel bir pedofil olacaktır. Ama gled eşimd, imam ve rahipleri kaldır ortadan, nasıl kaldırabileceksen..."

 

Dinde alfa mutlaktır ve bu yalnızca Tanrı'dır, evet. Bunu ben de söyler ve kullanırım ama pedofilli veya çocuk tecavüzleri konu olduğunda hiç böyle bakmamıştım. Şu anda ciddi bir pencere açtın bende. Neden hiç aklıma gelmedi, neden düşünemedim dedim ve seni şu an kıskandım. Aynı zamanda içim biraz daha fazla karardı ve umudum zedelendi desem abartmış olmam. İmamlık, papazlık, rahiplik vb müesseseleri, en azından daha uzunca bir süre yok etmek mümkün olmadığı için bu sapıklığı yapmaya devam etmelerinin önüne geçilemeyecek demektir. Daha da kötüsü, bunlara mensup camialar da bu adamlara ciddi bir tepki göstermeyecek, başa gelenlerin üstünü örtmeye devam edecek demektir.

tarihinde administrator tarafından düzenlendi
Yazarın isteği üzerine düzenlendi.
Link to post
Sitelerde Paylaş
13 saat önce, anibal yazdı:

 

 

Anibal, hep alfadan, onun kim olduğundan falan söz ederiz, alfayı tanırız ama beta hakkında pek konuşmayız. Genel olarak eksik ya da yanlış tanımlanır. Bir ara onu da anlatır mısın biraz? Dün seni okuduktan sonra epeyce düşündüm bunu ve çok önemli olduğunu gördüm. Sağlıklı insan olmak, ama özellikle erkek olmak özellikle bizim toplumda biraz zor, o yüzden her yönüyle anlatmak hepimizin kendini anlamada işine yarayabilir.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...