Jump to content

aklıma takılan sorular


Recommended Posts

tanrı eğer muhteşem herşeye muktedir evrenin yaratıcısı sonsuz bir varlık ise  evreni yaşamı ve dinleri yaratması başlı başına bir saçmalık değilmi ? 

 

yani herşeye gücü yeten bir tanrı neden sırf kendisine ibadet etsin diye canlılar yaratır yada evreni neden yaratma gereksinimi duyar bu onun demekki güçlerinin sınırlı olduğunu göstermezmi sonuçta sınırsız bir tanrının insana evrene veya başka bir şeye ihtiyacı yok ama kendisine ibadet etsin diye canlılar yaratıyor tanrı sıkılmışmıdır yada egomu kasmak ister o zaman bu onun tanrı olmadığınının kanıtı değilmidir?   

 

hadi buna aklımız ermez diyelim özgür irade cennet cehennem kavramı saçmalıktan ibaret değilmidir  eğer tanrı herşeyi biliyorsa bizim gideceğimiz yeride biliyor yapacaklarımızıda biliyor o halde size özgür irade verdim demesiyle bu çelişmezmi ? bize özgür irademi veriyor yoksa irade verdiğine inanmamızımı istiyor ? bir örnekle açıklayayim hani küçük çocuklar araba sürmek ister bizde oyuncak araba veririz halıda sürerek eğlenir ve gerçekten araba sürdüğünü zanneder ya  işte size özgür irade verdim demeside budur

tarihinde İlluminatus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Mükemmel & eksiksiz tanrı tam olarak eylemsizdir,
yaratma gereği duyuyorsa bunun sebebi daha önce kendinde olmayan herhangi birşeye ihtiyacı olmasıdır.
Yaratma eylemi tanrının eksiksiz olmadığını gösterir.

Tanrı figürü nereden tutsanız elinizde kalıyor..

 

Özgür irade, kader ve çelişkiler için; 

Alıntı
Cennet cehennem mavalı için öncelikle gerekli olan şey; iradedir. Fakat bir tanrının her şeyi bildiği savunulursa ortada irade kalmaz. Varsayıyorum ki yarın bir insanı öldüreceğim fakat bunu henüz yapmadım. Eğer benim, o kişiyi öldüreceğim daha ben yapmadan biliniyorsa bunu seçme hakkım kalmamış demektir. Eğer o adamı öldüreceğim biliniyorsa , sonraki gün onu öldürmemeyi seçemem. Eğer o adamı öldüreceğim biliniyorsa ve iradem varsa, sonraki gün onu öldürmemeyi seçebilirim ama bu sefer de gelecek yanlış bilinmiş olur.
 
Eğer irade varsa kader yoktur, kader varsa irade yoktur. İkisi bir arada geçerli olamaz. 
 
Uslamlama- İrade Versiyonu
 
1- Tanrı varsa her şeyi bilendir.
2- İnsanların özgür iradesi ya vardır, ya yoktur.
3- Eğer bir durum, gerçekleşmeden önce "kesin olarak" biliniyorsa, o durum gerçekleşecektir (gerçekleşmezse kesinliği olmaz).
4- Eğer tanrıya inanmayışımız, biz daha ortada yokken biliniyorsa, bu gerçekleşecektir.
5- İrademiz varsa; inanıp inanmamayı seçebiliriz
6- Fakat inanmayışımız, daha gerçekleşmeden, tanrı tarafından kesin olarak seçildiği için irade kapsamına girmez.
7- Dolayısıyla ya irade yoktur, ya da tanrı her şeyi bilmiyordur.
8- Tanrı her şeyi bildiğine göre irade yoktur.
9- Dolayısıyla insan iradesine bağlı, ölümden sonra yaşam vaad eden hiçbir görüş gerçek olamaz.
 
Uslamlama- Sınanma Versiyonu
 
1- Tanrı varsa her şeyi bilendir (tanım gereği).
2- Tanrı insanları yaratmış ve dünyada sınamaktadır (kutsal kitaplardan).
3- Her şeyi bilen tanrı, insanların ne yapacaklarını daha onlar yapmadan, hatta ortada daha cennet, cehennem, evren, dünya yokken bilmektedir.
4- Bir sınav sonucunun bilinmemesini gerektirir.
5- Sınanma düşüncesi ile her şeyi bilme düşüncesi aynı anda yürüyemez.
 
Sınav; Fakat Her Şeyi Biliyor
 
Konuyu anlamak için belirli metaforları kullanmak yararlı olacaktır. Dinlerde ve dindarlarda oldukça karşılaştığımız sınav düşüncesi üzerinde duralım. Bir öğretmen ile bir öğrenci düşünün. Bu öğretmen, öğrenciyi neden sınava geçirir? Çünkü, seviyesini ve bilgisini başka türlü ölçemez. Bir öğretmen, öğrencilerinin başarısını başka türlü tespit edemediği için sınava başvurur. Peki ya her şeyi bilen bir tanrının bu tür bir yola başvurmasının amacı nedir? Eğer başarıyı sınavsız tespit edebilecek güçteyse sınav düşüncesi ile herşeyi bilme düşüncesi bir kez daha çelişkiye düşer.
 
Konumuzdan sapmamak amacıyla bu metaforu biraz daha genişleteyim. Bu öğretmen o kadar bilgili olsun ki, öğrencinin ne yapacağını "kesin olarak" bilebilsin. Fakat olasılıktan bahsetmiyorum, kesinlikten bahsediyorum. Örneğin öğrenci bir soruda "A" şıkkını işaretleyecekse, bunu öğretmen kesin olarak bilsin, yaklaşık olarak ya da tahmin olarak değil. Bu durumda öğrenci B şıkkını işaretleyebilir mi? Eğer işaretlerse öğretmenin bilgisi kesinlik içermiyor demektir. Fakat bu ihtimali en başından elemiştik. O halde, öğrenci A şıkkından başkasını işaretleyemez, burda iradenin olmadığı barizdir. Fakat eğer çocuğun iradesi yoksa ne diye sınavdadır?
 
Eğer çocuğun kaç puan alacağı, ne işaretleyeceği kesin olarak biliniyorsa öğretmen çocuğu neden sınava sokmuştur? Eğer çocuk farklı bir puan alamayacaksa sınavın ne anlamı kalır?
 
Eleştiri 1- İspat
 
> Allah senin ateist olacağını biliyordu eğer bu dünyaya göndermeseydi sen de "Hayır ben ateist olmayacaktım" diyecektin. İşte ispat için dünyaya gönderiliyoruz.
 
Bu eleştiri durumu ne kadar kurtarır? Her şeye gücü yeten bir tanrının bana bir şey ispat etme gerekliliği mi var? Hadi diyelim var; bunun sonucunda çıkabilecek sorunları göstermek isterim. Şöyle ki "Her şeyi bilen bir tanrıya karşı çıktığım için cehennemde yanacaksın" denebilir bunun sonucunda. Dolayısıyla dünyaya gönderilme ihtiyacı ortadan kalkmış olur. Bu durumda da imtihan görüşü saçmalığını korumaya devam eder. Ayrıca cehenneme gideceğimi bildiği halde tanrı beni yaratmıştır. İsterse hiç yaratamayabilirdi.
 
Hadi diyelim, tanrı bana ispat etmek için, beni dünyaya gönderiyor. Bunun sonucunda ya ben ahirette tanrıya şöyle bir cevap verirsem sonucu ne olur : "İyi de beni bu şartlar altında değil de X şartları altında dünyaya gönderseydin ben sana inanacaktım". Bu cevabın sonunda aynı şekilde tanrı beni X şartları altında dünyaya mı gönderecektir yoksa cehenneme mi atacaktır? Eğer beni cehenneme atacak olursa, aynı şeyi "Hayır ben ateist olmayacaktım" dediğim zaman da yapması gerekmez miydi? Eğer beni X şartları altında tekrar dünyaya gönderirse ve ben yine inanmazsam ve ona şöyle dersem "Eğer beni X şartları altında değil de Y şartları altında dünyaya gönderseydin sana inanırdım" ne olur? Aynı şekilde, cehenneme atarsa bunu ilk başta yapmış olması daha mantıklı olurdu, eğer Y şartları altında tekrar dünyaya gönderirse bu döngü sonsuza kadar devam edecektir.
 
1- Tanrı, bize, yapacaklarımızı ispat etmek için bizi dünyaya gönderir.
2- Fakat ispat edilmesi gereken sonsuz sayıda olasılık vardır. Örneğin "Ben 21. yüzyılda değil de 15. yy.da yaşamış olsaydım sana inanırdım" olasılığını ispat etmek için de 15. yüzyılda dünyaya göndermesi gerekir.
3- Eğer bunu yapmazsa; neden, ateist olup olmayacağımı ispat etmek için göndermiştir?
4- Eğer bunu yapıp bir kere daha dünyaya gönderirse bu sefer de diğer sonsuz sayıda olasılığı gerçekleştirmek için dünyaya yollamalıdır.
5- Bunun sonucunda da cehenneme asla kimse gidemez.
 
Kısaca bize ispat etmesi gereken sonsuz sayıda olasılık vardır. Bu da eleştirinin zayıf noktasıdır.
 
Eleştiri 2- Sonuçları Bilmek
 
>Önünüzde iki yol olsun. Tanrı bu iki yolun sonunda ne olacağını bilir. Fakat hangi yolu seçeceğiniz konusunda size karışmaz. Tanrının bildiği, olası tüm sonuçlardır
 
Bu eleştirinin zayıf noktası ilk görüşte belli oluyor. Her şeyi bilen bir güçten bahsediyorsak bizim seçeceğimiz yolun sonucundan ziyade hangi yolu seçeceğimizi de bilecektir. Eğer hangi yolu seçeceğimizi bilmiyorsa, ona "her şeyi" bilen diyemeyiz. Her şeyi bilen bir güç hangi yoldan gidileceğini de bilir. Bu tür bir eleştiri dinlerin varsayımsal tanrısının dışındaki bir tanrıdır. Çünkü dinlerin tanrısı bizim seçeceğimiz yolları da bilecektir.
 
Eleştiri 3- Mutlak Matematiksel Bilgi
 
>Bir araba belli bir hızla bir yolda ilerliyor, başka bir araba da onunla kesişen bir yolda belli bir hızla ilerliyor. Bu iki arabayı da gören bir matematikçi arabaların hızlarını ve mesafelerini hesaplıyor. Daha sonra arabalar çarpışıyor. Matematikçi yüzünden araba çarpışmadı, o sadece bunu hesapladı.
 
Bu eleştiri bahsedilen konuyla alakalı değildir. Araba örneğinde farklı ihtimaller söz konusudur. Örneğin arabalardan biri yavaşlayabilir, durabilir, yön değiştirebilir. Yani araba örneğinde mutlak bir doğru yoktur. Tahmin vardır. Bu benzetme, tanrıdaki mutlak doğru ile ilişkilendirilemez, çünkü tanrıdaki bilgi kesindir ve gerçekleşmesi kaçınılmazdır..Tahmin ve mutlak doğru farklı olaylardır.
 
Buna benzer küçük bir örnek vereyim. Dünyanın,ayın hızını ve gerekli tüm faktörleri hesaplayarak güneş tutulmasını hesaplıyorsunuz. Gerçekleşiyor. Elbette siz hesapladınız diye gerçekleşmiyor bu olay. Fakat burada atlanılan konu güneşte bir irade olmadığıdır. Eğer güneş istediği gibi hareket etseydi, o zaman hesaplayamazdık; eğer hesaplayabiliyorsak, güneşte irade yoktur. Bahsedilen çelişki en iyi, bu şekilde ifade edilebilir sanırım.
 
Eleştiri 4- Tercih Hakkı
 
>Tanrı tercih hakkı vermiş.Senin ne yapacağını biliyor ama sana karışmıyor.
 
Eğer benim yapacağım daha evren ortada yokken biliniyorsa, ben istesem de bir şeyleri değiştiremem.Şöyle düşünüm. Yarın ne yapacağını tanrı biliyor olsun. Ben tanrının gördüğü şeyi değiştirebilir miyim? Bir oyuncu senaryosunun dışında oynayamaz...Benim hayatım bir kitapsa ve bu kitapta yarın ne yapacağım yazılı ise ben bunu değiştiremem ve benim tercih hakkım yok demektir.
 
Tanrının her şeyi bildiğini şuna benzetebiliriz; bir film çekilmiş olsun ve bu bizim DVD mizde kaydedilmiş olarak kalsın. Bunu izlediğinizi düşünün. Siz bunu bir kere izledikten sonra, artık filmde bir olaydan sonra hangi olay gelecek bilebilirsiniz. Peki ya filmin kaydedildiği şekilde oyuncuların iradesi var mıdır? Yoktur. Olaylar artık oyuncuların tercihi dışındadır. Eğer o filmde oyuncuların tercih hakkı söz konusu olsaydı, filmi her izlediğimizde farklı sonuçlar görmeyi beklerdik.
 

 

tarihinde Ebu Kafir tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Cenabı Hak bu kadar masraf ve itinayla neden kainatı ve insanları yarattı bundaki amacı nedir?

bu sorunun cevabı aşağıdaki alıntıda gizli:

 

Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-ı salâtın rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsilî hikâyeciğe bak:

    Bir zaman bir sultan varmış; servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli pek acaib defineleri varmış. Hem kemalâtça sanayi-i garibede pek çok mehareti varmış. Hem hesabsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası varmış. Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılaı varmış. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca; o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san'atının hârikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müşahede etsin:

 

     Bir vechi: Bizzât nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün.

 

     Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın.

 

    Bu hikmete binaen, cesîm ve geniş ve muhteşem bir kasrı yapmağa başladı. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip kendi dest-i san'atının en 

latif, en güzel eserleriyle zînetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mu'cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini câmi' sofralar, o sarayda kurdu. Herbir taifeye lâyık bir sofra tayin etti. Öyle sehavetkârane, san'atperverane bir ziyafet-i âmme ihzar etti ki, güya herbir sofra, yüz sanayi-i latifenin eserleriyle vücud bulmuş gibi kıymetli hadsiz nimetleri serdi. Sonra aktar-ı memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti. Sonra bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilâtının manalarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti. Tâ ki, sarayın Sâni'ini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin ve sarayın nakışlarının rumuzlarını bildirip, içindeki san'atlarının işaretlerini öğretip, derûnundaki manzum murassa'lar ve mevzun nukuş nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtına ve hünerlerine delalet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdâbını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyatı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin. İşte o muarrif üstadın herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede şakirdleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki:

    "Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımağa çalışınız. Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san'atını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem bu gördüğünüz ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem şu görünen in'am ve ikramlar ile, size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz. Hem şu kemalâtının âsârıyla, manevî cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeğe ve teveccühünü kazanmağa iştiyakınızı gösteriniz. Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, herşey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yekta, istiklal ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, nazirsiz bîhemta tanıyınız ve kabul ediniz."
Sözler ( 121 )

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
Şimdi, dr.Kemal yazdı:

Cenabı Hak bu kadar masraf ve itinayla neden kainatı ve insanları yarattı bundaki amacı nedir?

bu sorunun cevabı aşağıdaki alıntıda gizli:

 

Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-ı salâtın rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsilî hikâyeciğe bak:

    Bir zaman bir sultan varmış; servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli pek acaib defineleri varmış. Hem kemalâtça sanayi-i garibede pek çok mehareti varmış. Hem hesabsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası varmış. Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılaı varmış. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca; o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san'atının hârikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müşahede etsin:

 

     Bir vechi: Bizzât nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün.

 

     Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın.

 

    Bu hikmete binaen, cesîm ve geniş ve muhteşem bir kasrı yapmağa başladı. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip kendi dest-i san'atının en 

latif, en güzel eserleriyle zînetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mu'cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini câmi' sofralar, o sarayda kurdu. Herbir taifeye lâyık bir sofra tayin etti. Öyle sehavetkârane, san'atperverane bir ziyafet-i âmme ihzar etti ki, güya herbir sofra, yüz sanayi-i latifenin eserleriyle vücud bulmuş gibi kıymetli hadsiz nimetleri serdi. Sonra aktar-ı memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti. Sonra bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilâtının manalarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti. Tâ ki, sarayın Sâni'ini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin ve sarayın nakışlarının rumuzlarını bildirip, içindeki san'atlarının işaretlerini öğretip, derûnundaki manzum murassa'lar ve mevzun nukuş nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtına ve hünerlerine delalet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdâbını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyatı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin. İşte o muarrif üstadın herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede şakirdleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki:

    "Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımağa çalışınız. Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san'atını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem bu gördüğünüz ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem şu görünen in'am ve ikramlar ile, size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz. Hem şu kemalâtının âsârıyla, manevî cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeğe ve teveccühünü kazanmağa iştiyakınızı gösteriniz. Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, herşey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yekta, istiklal ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, nazirsiz bîhemta tanıyınız ve kabul ediniz."
Sözler ( 121 )

 

yazının çoğu eski kelimeler sözcüklerle donatılmış sen adam gibi bir türkçe ile atmadığın sürece bu yazının pek anlamı kalmıyor

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, İlluminatus yazdı:

yazının çoğu eski kelimeler sözcüklerle donatılmış sen adam gibi bir türkçe ile atmadığın sürece bu yazının pek anlamı kalmıyor

 

keyfin bilir kardeş

bu yazı imanı ebedi cenneti kazandırabilecek bir sır içeriyor

zamanında ben de çok merakla araştırmıştım ordan biliyorum

bu dünyada herşeyin bir bedeli var

imanın bedeli de gayret ve iyi niyet

bu ikisi varsa bir insanın şaşırması yanlış yola sapması imkansız

Link to post
Sitelerde Paylaş
22 dakika önce, dr.Kemal yazdı:

 

keyfin bilir kardeş

bu yazı imanı ebedi cenneti kazandırabilecek bir sır içeriyor

zamanında ben de çok merakla araştırmıştım ordan biliyorum

bu dünyada herşeyin bir bedeli var

imanın bedeli de gayret ve iyi niyet

bu ikisi varsa bir insanın şaşırması yanlış yola sapması imkansız

neymiş o sır ? yazıyı okuyabildiğine  göre paylaş adam gibi bir türkçe ile

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Peygamber durduk yerde niye hayatını tehlikeye attı diye saçma sapan bir soru soran bir kişinin akıl mantık sağlamlığı yok demektir. 

 

Kumara evini arabasını koyan bir kumarbaz kazanma şansı düşük kumar gibi bir olaya niye girdi acaba? Kazanacaklarının hayaliyle olmasın? Bir haydut örgütü, yağmacı çetesi kuracak kişi de herhalde ganimetleri, cariyeleri düşünecek. Öldürülmeyi düşünmeyecek!

 

Kendine bir ton ibadet yükledi masalının ise uyduruk olduğunu anlamayacak kadar ahmak bir kişiyi kaale almak gerekmez. Bir insanın kendisine anlatılan uyduruk masallara kanmaya bu kadar eğilimli olması embesil olduğunun şaşmaz göstergesidir.

 

Ülen insan bir düşünür: Bu namaz bu kadar önemliyse bunun ayrıntısı bu Kuran'da niye yok? Vakti, rekatı, adedi niye doğru düzgün yazmıyor acaba? Bunu arada bir akıllarına estikçe yatıp kalkmadıklarını zannetmeni sağlayacak, düzenli ve sürekli yapmadıklarını düşünmeni engelleyecek hangi ifade var bu Kuran'da?

 

Hayır bir iler tutar tarafınız olsun da haaa bak bu işin burasından tutup kaldırılır desek be! Nerden baksan argümanlarınız yerlerde sürünüyor!

 

O kadar çok namaz hadi kılmış olsa bile bazı kişiler kölelikten zevk alır. Bu bizi bağlamaz ki? Köpek gibi koşulsuz itaatten, üstün bir güce yalakalıktan hoşlanan tiplerin olması bizi niye bağlasın?

 

tarihinde democrossian tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, TheRationalAtheist yazdı:

 Dr. Kemal'in dediğini TDK yardımıyla çevirmeye çalışacağım. Bekleyin.

 

 Ama neden bu soruyu Ateistcafe'de soruyorsunuz?

genelde müslümanlar da arasıra bakıyor o sebepten  bu soruları islam forumunda sorsam eminim 1 saat geçmeden silinir

tarihinde İlluminatus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
3 dakika önce, TheRationalAtheist yazdı:

 

 Neden kendisine kulluk edilmesini istedi?

O kulluk edilmeye layık olan tek varlıktır.

Çünkü herşey yoktan yarattı.Ve onu en güzel sürette yarattı.

 

Allah'ın boyası (ile boyanın). Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Bizler ancak O'na kulluk ederiz.)BAKARA-138

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 30.04.2018 at 23:49, Yeraltı yazdı:

O kulluk edilmeye layık olan tek varlıktır.

Çünkü herşey yoktan yarattı.Ve onu en güzel sürette yarattı.

 

Allah'ın boyası (ile boyanın). Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Bizler ancak O'na kulluk ederiz.)BAKARA-138

 

 Şimdi asıl soruya geldik:

 

 Tanrı insanları yaratıp kendisine kulluk ettirdiğinde eline ne geçecek? İnsanlar yaratıldı, kendisine kulluk ediyorlar, ne olacak şimdi? Bu davranışın hikmeti nedir?

Link to post
Sitelerde Paylaş
2 dakika önce, Yeraltı yazdı:

O kulluk edilmeye layık olan tek varlıktır.

Çünkü herşey yoktan yarattı.Ve onu en güzel sürette yarattı.

 

Allah'ın boyası (ile boyanın). Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Bizler ancak O'na kulluk ederiz.)BAKARA-138

Bu boyadan bana biraz göndersene.:0_80cbc_37a71a73_L:

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...