Jump to content

Cinlerin kökeni hakkında


Recommended Posts

2 hours ago, İlluminatus said:

Bu cinlerin kökeni nedir?

Detaylıca anlatan bir kitap veya makale varmı

 

Cinler, bir kaç farklı fenomenin birleşiminden kaynaklanan bir efsanedir. Bu yüzden, adı cin olmasa da, hemen her toplumda bilinirler. Basitçe, külli uydurma değil de, bir takım fenomenlerin yanlış değerlendirilmesinden kabul görürler.

 

Öncelikle, insanların garip bir huyu vardır. Adına gece korkusu denir. Bilhassa karanlıkta, gözünüzün bakmadığı yerde, gölgeler, karaltılar vs. görürsünüz. Bu beynin gece korunma güdüsüdür, böylece sizi tetikte tutar, adernaliniz falan yüksek olur, leopar gibi gece avcılarına karşı daha atik olursunuz. Diğer yandan sizi korkutur ve güvenli yerde, sürüyle beraber kalmaya güdüler. Özellikle çocukların, gece başını alıp gitmelerini de engeller. 

 

Bir diğer husus, halusinojenlerdir. En bilinenleri, bir takım mantarlar ve esrar gibi otlardır. Bunlar size olmayan şeyleri gösterir, halüsinasyonlar, fakat soru, acaba gereçkten varlarda, onları çekince mi görür hale geliyorsunuz, yani gözünüzdeki perdeyi mi kaldırıyor bunlar sorusudur. Diğer yandan, hadi mantarın işi malum, ama doğal bazı şeyler vardır ki, aynı etkiyi gösterebilirler ve neden bu hayalleri gerçek gibi gördüğünüzü anlamayabilirsiniz. "Oooo, alırım bir kaşık" diyerek daldığınız bal, sizi esrar çekmiş gibi hayalllere götürebilir örneğin. Bazı mağaralar, size halüsinasyon gösterebilir, içerdeki gazlar yüzünden. Bazı evler, aynı şekilde. Etilen vs. gibi gazların varlığını anlamanız mümkün değildir. Sonuçta, o evde cinler var, o delikte cinler var şeklinde gerçek bir haber olur, en azından o devirler için. 

 

Benzer şekilde, bazı kişiler, malum şizofreni denen bir dertten muzdariptir. Bunların çoğu da basit bir toplumda, deli olarak nitelenecek davranışlar göstermez. Sonuçta onlar bazen güvenilir kişi olurlar, çoğu zaman şaman falan gibi. Bunlar da olmayanı görür, diğerlerinin göremediğini görmüş olmakla üste bir de paye kazanır. 

 

Bir diğer ve çok ciddi bir durum ise, karabasan mevzusudur. Bu fizyolojik bir derdin sonucudur. Şöyleki, beyin, uyurken işini görmek üzere vücudu felç eder. Fakat, bazen bu haldeyken uyanabilirsiniz. Elinizi ayağanızı oynatamazsınız. Göğsünüzde bir ağırlık hissedersiniz. Çoğu zamanda sizi bu hale sokan bir cin falan görürsünüz. Basbaya görürsünüz. Bu tedavi edilebilen bir sorundur, ama bunu 1000 yıl önce kimseye anlatamazdınız elbette, o cin, sizin elinizi ayağınızı bağlaması, bağırmak isteseniz de sesiniz çıkmadığı için ağzınızı da bağlaması ve. baya baya gerçektir, sizin için. Ve bunu yaşayan, birkişi değil, sık sık görülen insanlardır, babanız, kardeşiniz, karınız vs. olabilir. 

 

Tabi, çeşitli psikolojik sorunlar, ilgi merakı vs. vs. de bu listeye eklenir, ama bunlar o kadar etkili değildir mevzuda. Bu tür vakalar, yukardaki durumları taklit etme olarak değerlendirilebilir. 

 

Cin gibi mitlerin kökeninde bunlar bulunur. Kültüre göre, ruh, iblis, hayalet, cin, UFO, uzaylı vs. vs. şeklinde bu fenomenler çeşitli sanrısal varlık tanımlarına dönüşür. 

 

Basitçe, hepsi, beynimizin bize çeşitli sebeplerle oynadığı bir oyundan ibarettir. Ama bunu bileli, bir yüz yıl bile olmadı daha. Belki, 1000 yılönce yaşasaydık, cinlerden şüphe edenin aklından ciddi şüphe ediyor olabilirdik.

tarihinde anibal tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
7 saat önce, anibal yazdı:

 

Cinler, bir kaç farklı fenomenin birleşiminden kaynaklanan bir efsanedir. Bu yüzden, adı cin olmasa da, hemen her toplumda bilinirler. Basitçe, külli uydurma değil de, bir takım fenomenlerin yanlış değerlendirilmesinden kabul görürler.

 

Öncelikle, insanların garip bir huyu vardır. Adına gece korkusu denir. Bilhassa karanlıkta, gözünüzün bakmadığı yerde, gölgeler, karaltılar vs. görürsünüz. Bu beynin gece korunma güdüsüdür, böylece sizi tetikte tutar, adernaliniz falan yüksek olur, leopar gibi gece avcılarına karşı daha atik olursunuz. Diğer yandan sizi korkutur ve güvenli yerde, sürüyle beraber kalmaya güdüler. Özellikle çocukların, gece başını alıp gitmelerini de engeller. 

 

Bir diğer husus, halusinojenlerdir. En bilinenleri, bir takım mantarlar ve esrar gibi otlardır. Bunlar size olmayan şeyleri gösterir, halüsinasyonlar, fakat soru, acaba gereçkten varlarda, onları çekince mi görür hale geliyorsunuz, yani gözünüzdeki perdeyi mi kaldırıyor bunlar sorusudur. Diğer yandan, hadi mantarın işi malum, ama doğal bazı şeyler vardır ki, aynı etkiyi gösterebilirler ve neden bu hayalleri gerçek gibi gördüğünüzü anlamayabilirsiniz. "Oooo, alırım bir kaşık" diyerek daldığınız bal, sizi esrar çekmiş gibi hayalllere götürebilir örneğin. Bazı mağaralar, size halüsinasyon gösterebilir, içerdeki gazlar yüzünden. Bazı evler, aynı şekilde. Etilen vs. gibi gazların varlığını anlamanız mümkün değildir. Sonuçta, o evde cinler var, o delikte cinler var şeklinde gerçek bir haber olur, en azından o devirler için. 

 

Benzer şekilde, bazı kişiler, malum şizofreni denen bir dertten muzdariptir. Bunların çoğu da basit bir toplumda, deli olarak nitelenecek davranışlar göstermez. Sonuçta onlar bazen güvenilir kişi olurlar, çoğu zaman şaman falan gibi. Bunlar da olmayanı görür, diğerlerinin göremediğini görmüş olmakla üste bir de paye kazanır. 

 

Bir diğer ve çok ciddi bir durum ise, karabasan mevzusudur. Bu fizyolojik bir derdin sonucudur. Şöyleki, beyin, uyurken işini görmek üzere vücudu felç eder. Fakat, bazen bu haldeyken uyanabilirsiniz. Elinizi ayağanızı oynatamazsınız. Göğsünüzde bir ağırlık hissedersiniz. Çoğu zamanda sizi bu hale sokan bir cin falan görürsünüz. Basbaya görürsünüz. Bu tedavi edilebilen bir sorundur, ama bunu 1000 yıl önce kimseye anlatamazdınız elbette, o cin, sizin elinizi ayağınızı bağlaması, bağırmak isteseniz de sesiniz çıkmadığı için ağzınızı da bağlaması ve. baya baya gerçektir, sizin için. Ve bunu yaşayan, birkişi değil, sık sık görülen insanlardır, babanız, kardeşiniz, karınız vs. olabilir. 

 

Tabi, çeşitli psikolojik sorunlar, ilgi merakı vs. vs. de bu listeye eklenir, ama bunlar o kadar etkili değildir mevzuda. Bu tür vakalar, yukardaki durumları taklit etme olarak değerlendirilebilir. 

 

Cin gibi mitlerin kökeninde bunlar bulunur. Kültüre göre, ruh, iblis, hayalet, cin, UFO, uzaylı vs. vs. şeklinde bu fenomenler çeşitli sanrısal varlık tanımlarına dönüşür. 

 

Basitçe, hepsi, beynimizin bize çeşitli sebeplerle oynadığı bir oyundan ibarettir. Ama bunu bileli, bir yüz yıl bile olmadı daha. Belki, 1000 yılönce yaşasaydık, cinlerden şüphe edenin aklından ciddi şüphe ediyor olabilirdik.

Evet konunun böyle bir algılanış şekli var. Genelde bu algılayış bilginin ne olduğunun tam olarak algılanamayışından kaynaklanmaktadır. Ancak bu algının eksikliği ve tutarsızlığı bir çok felsefik teolojik ve bilimsel alanlar tarafından tutarsız kabul edilmiştir. Örnek verecek olursak bu gün ruhun ne olduğunu tam olarak bilinemiyor.Teolojik, bilimsel ve felsefik alanlarda değişik teori ve görüşler var. Ama hiç biri varlığını tam anlamıyla ispat etmediği veya edemediği için yokluğunu da ispat edememiştir. Yani biz bir şeyi anlayamadığımız anlamlandıramadığımız için onun yokluğunu iddia edemeyiz. Bu tutarsız bir düşünce/teori olur. Genel kabul ruh gibi gaybi/metafizik/latif alana dahil olduğudur. Ama bu alanlarda dahi tam olarak açıklanamadığı. 

Teolojik alanda,  imani boyutlara,  felsefe ve bilimsel alanda ise metafizik alanına dahildirler.

Toparlayacak olursak insanların mahiyetlerini tam olarak bilemedikleri ya da algılayamadıkları gibi yokluklarınında iddia edilemeyeceği genel kabuldür.

İslami nas ve bilgilerde değişik açılardan bilgi verilmektedir. Dumansız ateşten yaratıldıkları(buradaki ateşten maksat soğuk-sıcak eteş,  lazer gibi ışıksal eteş vb.farklı şeylerle de ifade edildiği değişik görüşler vardır). İnsanlar gibi bir sınava tabi tutuldukları. İnsalar gibi inanan,  inanmayan,  iyi,  kötü vb.vasıflara sahip oldukları. İnsanlara göre daha hızlı ve güçlü oldukları,  ancak Allah'ın dilemesi dışında hiçbir tasarrufa sahip olmadıkları dile getirilir. Burada ki bilgilerede destek mahiyetinde bir örnek verebiliriz. Radyo dalgalarını, sinyallerini duyu ve akli yollarla hissetmemekteyiz. Geçmişte bunlar bilinmediği gibi bunları ispatlamaya çalışanlara da inanılmamış yokluğu iddia edilmiştir. Ancak bu gün gelişen teknolojiyle farklı bir çok cihazla bunları anlamakta ve müşahade etmektiyiz. Yani uygarlık ilerledikçe birçok sorunun ve bilinmeyenin açığa çıktığı anlaşılmaktadır. Şu dönemde bilemediğimiz şeylerin inkarı çok temelsiz bir iddia olur. Kaldı ki geçmişten gelen kaynaklarla bunu çok açık bir şekilde görmekteyiz.

Sonuç olarak tanrının varlığı ve yokluğuda bu temel üzerinedir. Ancak dini terminolojide onun dünya hayatında görülemeyeceği belirtilir. Ancak selim bir akıl ve anlayışla algılanabileceği sıkça dile getirilir. Burada şuna da dikkat çekmek isterim. Yine teolojide tanrını varlığından çok tekliği ve kudreti vırgulanır. Buda işin bir ileri boyutuydu.

Aktarmaya çalıştıklarım bir probaganda aracı değildir. Sadece bilginin daha kıymetli olduğunu vurgulama çabasıdır. Teşekkürler...

 

 

tarihinde BİLGİERDEMDİR tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
42 minutes ago, BİLGİERDEMDİR said:

Evet konunun böyle bir algılanış şekli var. Genelde bu algılayış bilginin ne olduğunun tam olarak algılanamayışından kaynaklanmaktadır. Ancak bu algının eksikliği ve tutarsızlığı bir çok felsefik teolojik ve bilimsel alanlar tarafından tutarsız kabul edilmiştir. Örnek verecek olursak bu gün ruhun ne olduğunu tam olarak bilinemiyor.Teolojik, bilimsel ve felsefik alanlarda değişik teori ve görüşler var. Ama hiç biri varlığını tam anlamıyla ispat etmediği veya edemediği için yokluğunu da ispat edememiştir. Yani biz bir şeyi anlayamadığımız anlamlandıramadığımız için onun yokluğunu iddia edemeyiz. Bu tutarsız bir düşünce/teori olur. Genel kabul ruh gibi gaybi/metafizik/latif alana dahil olduğudur. Ama bu alanlarda dahi tam olarak açıklanamadığı. 

Teolojik alanda,  imani boyutlara,  felsefe ve bilimsel alanda ise metafizik alanına dahildirler.

Toparlayacak olursak insanların mahiyetlerini tam olarak bilemedikleri ya da algılayamadıkları gibi yokluklarınında iddia edilemeyeceği genel kabuldür.

İslami nas ve bilgilerde değişik açılardan bilgi verilmektedir. Dumansız ateşten yaratıldıkları(buradaki ateşten maksat soğuk-sıcak eteş,  lazer gibi ışıksal eteş vb.farklı şeylerle de ifade edildiği değişik görüşler vardır). İnsanlar gibi bir sınava tabi tutuldukları. İnsalar gibi inanan,  inanmayan,  iyi,  kötü vb.vasıflara sahip oldukları. İnsanlara göre daha hızlı ve güçlü oldukları,  ancak Allah'ın dilemesi dışında hiçbir tasarrufa sahip olmadıkları dile getirilir. Burada ki bilgilerede destek mahiyetinde bir örnek verebiliriz. Radyo dalgalarını, sinyallerini duyu ve akli yollarla hissetmemekteyiz. Geçmişte bunlar bilinmediği gibi bunları ispatlamaya çalışanlara da inanılmamış yokluğu iddia edilmiştir. Ancak bu gün gelişen teknolojiyle farklı bir çok cihazla bunları anlamakta ve müşahade etmektiyiz. Yani uygarlık ilerledikçe birçok sorunun ve bilinmeyenin açığa çıktığı anlaşılmaktadır. Şu dönemde bilemediğimiz şeylerin inkarı çok temelsiz bir iddia olur. Kaldı ki geçmişten gelen kaynaklarla bunu çok açık bir şekilde görmekteyiz.

Sonuç olarak tanrının varlığı ve yokluğuda bu temel üzerinedir. Ancak dini terminolojide onun dünya hayatında görülemeyeceği belirtilir. Ancak selim bir akıl ve anlayışla algılanabileceği sıkça dile getirilir. Burada şuna da dikkat çekmek isterim. Yine teolojide tanrını varlığından çok tekliği ve kudreti vırgulanır. Buda işin bir ileri boyutuydu.

Aktarmaya çalıştıklarım bir probaganda aracı değildir. Sadece bilginin daha kıymetli olduğunu vurgulama çabasıdır. Teşekkürler...

 

 

 

 

Yokluğun iddiası mı olur? İddia ancak varlığın iddiasıdır, kanıtlanmadığı sürece de var olmadığı kesindir. Ha, varlığının kanıtlanmamış olması, onun yokluğunu kanıtlamaz. Yani, gidip hala var mı yok mu diye bakmak mantıklı olur; ama daha önemlisi, yokluğun kanıtı olmaz. 

 

Evet, geçmişte bir şeyleri bilmiyorduk. Gerçi radyo dalgalarını basbaya görebiliyorduk, zira ışıkta bir radyo dalgası, ama neyse.. Fakat artık bir sürü şeyi bliyoruz.

 

Neydi bu geçmişte bilinmeme durumu? Radyo dalgası mıydı? Dincilerin çarpıtmada büyük maharetlerinden biridir bu laf. Geçmişte, basbaya önümüzde duran ve gördüğümüz şeyi bir türlü anlamaya yanaşmıyorduk. Geçmişte nasıl görüyorduk bilir misin, gözümüzden bir şeyler çıkıyor, nesnelere dokunuyordu ve öyle görüyorduk. İşte o çıkan şeylerin de yokluğunu kanıtlayamıyorduk, haliyle, yokluk kanıtlanır mı? Koskoca öklid ve batlamiyus yanılacak değil ya? Hoş, gece niye görmüyoruz o zaman sorusu öyle ortada duruyordu, kabak gibi, ama bu hiç kaale alınmazdı. 

 

Ne oldu, foton denen şeyin varlığını keşfettik ve görme işinin de bu yolla olduğunu gördük, gözden çıkan o dokunaçlar bir hikaye idi. 

 

Eskiden bilinmeyen şeyler için uydurulan bir takım açıklamalar vardı. Evet, anlıyoruz, beynimiz bu açıklamaları istiyor, ama yeterince bilgisi yok. Bizde ruh, can, tanrı, cin, hayalet falan falan gibi şeyler uydurduk. Neden uydurduk, çünkü bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çıkmıştık. 

 

Bugünse, o radyo dalgaları gibi, bir sürü şeyi biliyoruz. Ve işte o eskiden tanrı ile, cinle, ruhla falan uydurup doldurduğumuz yerleri, gerçek doğrularıyla tamamlıyoruz. 

 

Bunların tamamı, bilgi eksikliğinden uydurulmuş zırvalar, martavallardı. Ha, o gün için bunu diyemezdik elbette, bunu değerlendirecek ne mantık yöntemlerine, ne de bilgiye sahiptik. Bu açıklamalar gayet mantıklıydı, o zamanın mantığına göre. 

 

Hah, bugün bildiklerimiz, bu cindir, tanrıdır, ruhtur gibi şeylerin, hem izahat olarak bir safsata, bir zırvalık olduğunu, hem de güya izah ettikleri yerde hiç bir şekilde yer almadıklarını gösteriyor. 

 

İzahat olarak zırvalık olmak ne demek? İzahatın mantık kurallarına uymaması demek. Bunu anlamak için, daha basit şeylerden bakmak gerekiyor. Amerika'da kadının biri, cadı olduğu için yargılanmaya çıkar. Onun cadı olup olmadığını anlamak için çok mantıklı bir test yapılır. Elini ayağını bağlayıp göle atarlar, eğer boğulur ölürse, demek ki cadı değilmiş. Yok kurtulursa, bu onun cadı olduğunun ispatı olacaktır. Kadın bir şekilde kurtulur, millet ayaklanır baya, bu ne böyle gibisinden, ama hapisten kurtulamaz. Öldükten yüzlerce yıl sonra mahkeme beratını verip özür diler falan. İşte bugün, ruha, cana, tanrıya falan izahatlar bu şekilde, akla ziyan abesliklerdir. 

 

Diğer husus ne, izah ettikleri şeyi aslında izah etmiyor oluşları. Tanrı mesela, güzelce izah ediyordu, insanın nerdne geldiğini, yasak elma, cennetten kovulma, adem havva falan. Ama bugün biliyoruz ki, insanlar hiçbir şekilde tek bir çiftten ortaya çıkmış olamaz. Ve gene biliyoruz ki, 3.8 milyar yıl süren evrimin bir sonucuyuz. Ve bugün hala o absürt mantıklarıyla, dinciler çıkar, amanda evrim yokta diye boyuna sayıklar dururlar, foton kadar gözümüzün önünde olan şeyi yani.

 

Yani, aslında cehaletimizin ürünü olan bu sanrısal mefhumlar, bilgimizin değil, bilgisizliğimizin eseriydi. Bildikçe, bunlar ufaldı, kayboldu, uzaklaştı gitti. Yani, bilgi, bu martavalların dibine dökülen kibrit suyu oldu. Bugünse suni bir bilgisizlik ortamı yaratıp, amanda aslında varda, biz bilmiyoruz bak bak şeklinde, acayip, absürt ve doğrusu salakça bir tavır görüyoruz. Zira, efenim ruh, yok tanrı, amanda cin gibi zırvaların yeri çoktan doldu. 

 

Tanrı dediğiniz şey ne,  yağmuru yağdıran, rüzgarı estiren, bebekleri doğurtan, kız mı, erkek mi bilip, ne olacağına karar veren. Hasta olunca şifa veren. Bugün bunlar ile tanrı arasında bir bağ mı kaldı? Ama efenim, taaa big bang nasıl olmuşta olmuş... Hoş, onunda tanrı olmadan olacağından eminiz, ama nerden nereye, tepeimzde kovasından sular döküp bizi sulayan tanrıdan, 13.7 milyar yıl ötedeki bir tanrıya....

 

Ruh mu ne? Bir uydurmaca, hepsi o. Efenim ama göremediğimiz, bilemediğimiz şeyler olabilirde, bunun da neydiğini bilmiyoruz da diye bir gev gev var, olacakta.. Cahil, salak çok ne de olsa. Ruhun ne olduğu, nasıl olduğu falan tam bir zırvalık sadece, zira şu an bildiğimiz kesin olarak ruh denen şeyin var olmadığı. Peki bu ne demektir. 

 

Eğer ruh var, olabilir, zart zurt diyorsanız, hasta olunca ilaç içmeyeceksiniz. Bugün bilgimizin geldiği yer, ruhun yok olduğunun bilinmesiyle ölümsüzlüğün dahi kapısını açtı. Bilmediğimiz, görmediğimiz, anlamadığımız ruhun bedenden çıkıp gitmesini engellemek falan gibi bir şansın yok, ama bilim bize, suni teneffüs yaparak öleni diriltebileceğimizi gösterdi. 

 

Sonuçta, eski yunanlılar, ışın denen kavramı keşfeden öklid dahi, gözden çıkan dokungaçlarla cisimlerin olduğunu düşünüp, salak salak önündeki şeyi göremeyince, binlerce yıl debelendi insanlık. Taa ki, newton bu olayın tersini düşünüp, yerçekimin yanında ışığı da keşfedince. Ne oldu, teleskop yapmanın, mikroskop yapmanın önü açıldı, radyo dalgalarını görmenin önü açıldı ve bugünlere geldik işte. 

 

Kısaca, bu ruh falan zırvaları, geçmişteki bazı bilinmezliklerin izahıydı, bu izaha dayanan soyut şeylerdi. Velakin artık bunların izahı somut olarak ortada. Dahası artık elimizde, geçmişte yaptığımız salaklık, absürtlüklerden falan ders alarak bulduğumuz, doğru neticeler veren mantık sistemi var. Buna bilim deniyor, hoş bilim bunun sadece bir parçası, hukukta aynı şekilde. Ve görüyoruz ki, amanda bilemeyiz, amanda göremiyoruz diye yok diyemeyiz falan, safi bir martaval, safi bir zırvalık.

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
7 dakika önce, anibal yazdı:

 

 

Yokluğun iddiası mı olur? İddia ancak varlığın iddiasıdır, kanıtlanmadığı sürece de var olmadığı kesindir. Ha, varlığının kanıtlanmamış olması, onun yokluğunu kanıtlamaz. Yani, gidip hala var mı yok mu diye bakmak mantıklı olur; ama daha önemlisi, yokluğun kanıtı olmaz. 

 

Evet, geçmişte bir şeyleri bilmiyorduk. Gerçi radyo dalgalarını basbaya görebiliyorduk, zira ışıkta bir radyo dalgası, ama neyse.. Fakat artık bir sürü şeyi bliyoruz.

 

Neydi bu geçmişte bilinmeme durumu? Radyo dalgası mıydı? Dincilerin çarpıtmada büyük maharetlerinden biridir bu laf. Geçmişte, basbaya önümüzde duran ve gördüğümüz şeyi bir türlü anlamaya yanaşmıyorduk. Geçmişte nasıl görüyorduk bilir misin, gözümüzden bir şeyler çıkıyor, nesnelere dokunuyordu ve öyle görüyorduk. İşte o çıkan şeylerin de yokluğunu kanıtlayamıyorduk, haliyle, yokluk kanıtlanır mı? Koskoca öklid ve batlamiyus yanılacak değil ya? Hoş, gece niye görmüyoruz o zaman sorusu öyle ortada duruyordu, kabak gibi, ama bu hiç kaale alınmazdı. 

 

Ne oldu, foton denen şeyin varlığını keşfettik ve görme işinin de bu yolla olduğunu gördük, gözden çıkan o dokunaçlar bir hikaye idi. 

 

Eskiden bilinmeyen şeyler için uydurulan bir takım açıklamalar vardı. Evet, anlıyoruz, beynimiz bu açıklamaları istiyor, ama yeterince bilgisi yok. Bizde ruh, can, tanrı, cin, hayalet falan falan gibi şeyler uydurduk. Neden uydurduk, çünkü bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çıkmıştık. 

 

Bugünse, o radyo dalgaları gibi, bir sürü şeyi biliyoruz. Ve işte o eskiden tanrı ile, cinle, ruhla falan uydurup doldurduğumuz yerleri, gerçek doğrularıyla tamamlıyoruz. 

 

Bunların tamamı, bilgi eksikliğinden uydurulmuş zırvalar, martavallardı. Ha, o gün için bunu diyemezdik elbette, bunu değerlendirecek ne mantık yöntemlerine, ne de bilgiye sahiptik. Bu açıklamalar gayet mantıklıydı, o zamanın mantığına göre. 

 

Hah, bugün bildiklerimiz, bu cindir, tanrıdır, ruhtur gibi şeylerin, hem izahat olarak bir safsata, bir zırvalık olduğunu, hem de güya izah ettikleri yerde hiç bir şekilde yer almadıklarını gösteriyor. 

 

İzahat olarak zırvalık olmak ne demek? İzahatın mantık kurallarına uymaması demek. Bunu anlamak için, daha basit şeylerden bakmak gerekiyor. Amerika'da kadının biri, cadı olduğu için yargılanmaya çıkar. Onun cadı olup olmadığını anlamak için çok mantıklı bir test yapılır. Elini ayağını bağlayıp göle atarlar, eğer boğulur ölürse, demek ki cadı değilmiş. Yok kurtulursa, bu onun cadı olduğunun ispatı olacaktır. Kadın bir şekilde kurtulur, millet ayaklanır baya, bu ne böyle gibisinden, ama hapisten kurtulamaz. Öldükten yüzlerce yıl sonra mahkeme beratını verip özür diler falan. İşte bugün, ruha, cana, tanrıya falan izahatlar bu şekilde, akla ziyan abesliklerdir. 

 

Diğer husus ne, izah ettikleri şeyi aslında izah etmiyor oluşları. Tanrı mesela, güzelce izah ediyordu, insanın nerdne geldiğini, yasak elma, cennetten kovulma, adem havva falan. Ama bugün biliyoruz ki, insanlar hiçbir şekilde tek bir çiftten ortaya çıkmış olamaz. Ve gene biliyoruz ki, 3.8 milyar yıl süren evrimin bir sonucuyuz. Ve bugün hala o absürt mantıklarıyla, dinciler çıkar, amanda evrim yokta diye boyuna sayıklar dururlar, foton kadar gözümüzün önünde olan şeyi yani.

 

Yani, aslında cehaletimizin ürünü olan bu sanrısal mefhumlar, bilgimizin değil, bilgisizliğimizin eseriydi. Bildikçe, bunlar ufaldı, kayboldu, uzaklaştı gitti. Yani, bilgi, bu martavalların dibine dökülen kibrit suyu oldu. Bugünse suni bir bilgisizlik ortamı yaratıp, amanda aslında varda, biz bilmiyoruz bak bak şeklinde, acayip, absürt ve doğrusu salakça bir tavır görüyoruz. Zira, efenim ruh, yok tanrı, amanda cin gibi zırvaların yeri çoktan doldu. 

 

Tanrı dediğiniz şey ne,  yağmuru yağdıran, rüzgarı estiren, bebekleri doğurtan, kız mı, erkek mi bilip, ne olacağına karar veren. Hasta olunca şifa veren. Bugün bunlar ile tanrı arasında bir bağ mı kaldı? Ama efenim, taaa big bang nasıl olmuşta olmuş... Hoş, onunda tanrı olmadan olacağından eminiz, ama nerden nereye, tepeimzde kovasından sular döküp bizi sulayan tanrıdan, 13.7 milyar yıl ötedeki bir tanrıya....

 

Ruh mu ne? Bir uydurmaca, hepsi o. Efenim ama göremediğimiz, bilemediğimiz şeyler olabilirde, bunun da neydiğini bilmiyoruz da diye bir gev gev var, olacakta.. Cahil, salak çok ne de olsa. Ruhun ne olduğu, nasıl olduğu falan tam bir zırvalık sadece, zira şu an bildiğimiz kesin olarak ruh denen şeyin var olmadığı. Peki bu ne demektir. 

 

Eğer ruh var, olabilir, zart zurt diyorsanız, hasta olunca ilaç içmeyeceksiniz. Bugün bilgimizin geldiği yer, ruhun yok olduğunun bilinmesiyle ölümsüzlüğün dahi kapısını açtı. Bilmediğimiz, görmediğimiz, anlamadığımız ruhun bedenden çıkıp gitmesini engellemek falan gibi bir şansın yok, ama bilim bize, suni teneffüs yaparak öleni diriltebileceğimizi gösterdi. 

 

Sonuçta, eski yunanlılar, ışın denen kavramı keşfeden öklid dahi, gözden çıkan dokungaçlarla cisimlerin olduğunu düşünüp, salak salak önündeki şeyi göremeyince, binlerce yıl debelendi insanlık. Taa ki, newton bu olayın tersini düşünüp, yerçekimin yanında ışığı da keşfedince. Ne oldu, teleskop yapmanın, mikroskop yapmanın önü açıldı, radyo dalgalarını görmenin önü açıldı ve bugünlere geldik işte. 

 

Kısaca, bu ruh falan zırvaları, geçmişteki bazı bilinmezliklerin izahıydı, bu izaha dayanan soyut şeylerdi. Velakin artık bunların izahı somut olarak ortada. Dahası artık elimizde, geçmişte yaptığımız salaklık, absürtlüklerden falan ders alarak bulduğumuz, doğru neticeler veren mantık sistemi var. Buna bilim deniyor, hoş bilim bunun sadece bir parçası, hukukta aynı şekilde. Ve görüyoruz ki, amanda bilemeyiz, amanda göremiyoruz diye yok diyemeyiz falan, safi bir martaval, safi bir zırvalık.

 

 

 

Öncelikle yorumlarınız için teşekkürler.

Her birimiz hayatı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Buna saygı duyuyorum.

Öncelikle geçmişe yaptığımız karalama ve kötü benzetmeler bu gün durduğunuz savunduğunuz gerçekleri ve bilgileri karalamaktır. İnsanlık tarihini sadece bu günden ibaretmiş algısıyla anlamak çok yanlış bir tutum. İnsanlık tarihini bir bütün olarak anlamalı geçmişin varlığını ve bu günün yaşamsallığını algıladığımız gibi geleceğinde olabileceğini es geçmemeliyiz. Bir şeylerin bilinememesi bilinmezlik üzerine teorilerle karalanmasına kapı aralamaz. Şu an sizin savunduğunuz anlam tam burayı taşıyor. Bilimin kesin olarak cevapladığı diye argüman gösterdiğiniz şeyler bir teoridir. Her teorinin ne kadar değişmez olduğunu dünden gelenler ispat ediyor! Aynı şekilde o teorilerin karşısını da incelememiz gerekiyor ki bilimsel bir olgu oluşsun.Umarım bu sizde de bizde de bir algı oluşturmuştur. Kaldı ki bu gün bilimsel denilen bir çok şeyin aslında bilimin temeline uymadığını görmekteyiz. Yani bilimin üstünde aslında daha üst bir terbiye onu eleştirmektedir. 

Yapmış olduğunuz savunmada yürüdüğünüz yolun, düşünce sisteminin çok sağlam olduğu kanısındasınız.

Şöyle ki: geçmişin hatalarını görürken gelecekten bu günün hata ve yanlış olabilecek kabullerini görmek istemiyoruz, her düşünen varlık gibi mutlak doğruyu kendi bilinci sanan bir varlık gibi hareket ediyoruz. Burada mantıki açıdan olduğu kadar bilimsel teolojik ve felsefi açıdan da tutarsızlık vardır. Bir teori/düşünce ortaya konulurken eldeki tüm bilgiler her yönleriyle ele alınır. Ancak siz elmanın sadece bir yarısını görmek istiyor, her şeyi onla açıklamaya, izaha kalkışıyorsunuz. Bu çok subjektif ve çelişkiler barındıran,  insanlığın kabul ettiği bir çok delil, değer ve kanıtların kesinliğine ve deliline hiç uygun düşmeyen bir izah. Ayrıca bu sonuca götürmediği gibi anlamsız boşluklar oluşturuyor. Sonuç olarak da sonuçsuz sorular içerisinde yüzdürüyor. 

Ayrıca şunu belirtmeliyim çok ciddi ön kabulleriniz olduğu kanısındayım. Bunlar güldüğünüz şeylerden daha absürt hatta güldüğünüz ve yadsıdığınız şeyin anlaşılmaması üzerine kurulu daha kapalı ve mistik ifadeler ve düşünceler. Bence sistemi anlamlandırmadan önce algımızı bilgimizi anlamlandırmalıyız.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 dakika önce, BİLGİERDEMDİR yazdı:

Aynı şekilde o teorilerin karşısını da incelememiz gerekiyor ki bilimsel bir olgu oluşsun.

 Teori hiçbir zaman bilimsel bir olgu olmaz. Bu kadar basit birşey nasıl bilinmiyorsa artık.

 

1 dakika önce, BİLGİERDEMDİR yazdı:

 

2 dakika önce, BİLGİERDEMDİR yazdı:

Bir teori/düşünce ortaya konulurken eldeki tüm bilgiler her yönleriyle ele alınır. Ancak siz elmanın sadece bir yarısını görmek istiyor, her şeyi onla açıklamaya, izaha kalkışıyorsunuz.

 

 Biz insanların kültürden ortaya çıkan metafiziksel ögeleri bulunan her boşluğa doldurmaya çalışmasına karşı çıkıyoruz.

 

 Metafiziksel ögeler zaten hiçbir zaman hipotez olamazlar. Yanlışlığını kanıtlamamız neredeyse imkânsızdır. Mesela ben "Tanrı fosillerle bizi test ediyor." desem bu hiçbir zaman hipotez olamaz. Yanlışlanabilirliği yoktur çünkü.

 

 Okkam'ın Usturası'nı biliyor musunuz?

Link to post
Sitelerde Paylaş
27 minutes ago, BİLGİERDEMDİR said:

Öncelikle yorumlarınız için teşekkürler.

Her birimiz hayatı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Buna saygı duyuyorum.

Öncelikle geçmişe yaptığımız karalama ve kötü benzetmeler bu gün durduğunuz savunduğunuz gerçekleri ve bilgileri karalamaktır. İnsanlık tarihini sadece bu günden ibaretmiş algısıyla anlamak çok yanlış bir tutum. İnsanlık tarihini bir bütün olarak anlamalı geçmişin varlığını ve bu günün yaşamsallığını algıladığımız gibi geleceğinde olabileceğini es geçmemeliyiz. Bir şeylerin bilinememesi bilinmezlik üzerine teorilerle karalanmasına kapı aralamaz. Şu an sizin savunduğunuz anlam tam burayı taşıyor. Bilimin kesin olarak cevapladığı diye argüman gösterdiğiniz şeyler bir teoridir. Her teorinin ne kadar değişmez olduğunu dünden gelenler ispat ediyor! Aynı şekilde o teorilerin karşısını da incelememiz gerekiyor ki bilimsel bir olgu oluşsun.Umarım bu sizde de bizde de bir algı oluşturmuştur. Kaldı ki bu gün bilimsel denilen bir çok şeyin aslında bilimin temeline uymadığını görmekteyiz. Yani bilimin üstünde aslında daha üst bir terbiye onu eleştirmektedir. 

Yapmış olduğunuz savunmada yürüdüğünüz yolun, düşünce sisteminin çok sağlam olduğu kanısındasınız.

Şöyle ki: geçmişin hatalarını görürken gelecekten bu günün hata ve yanlış olabilecek kabullerini görmek istemiyoruz, her düşünen varlık gibi mutlak doğruyu kendi bilinci sanan bir varlık gibi hareket ediyoruz. Burada mantıki açıdan olduğu kadar bilimsel teolojik ve felsefi açıdan da tutarsızlık vardır. Bir teori/düşünce ortaya konulurken eldeki tüm bilgiler her yönleriyle ele alınır. Ancak siz elmanın sadece bir yarısını görmek istiyor, her şeyi onla açıklamaya, izaha kalkışıyorsunuz. Bu çok subjektif ve çelişkiler barındıran,  insanlığın kabul ettiği bir çok delil, değer ve kanıtların kesinliğine ve deliline hiç uygun düşmeyen bir izah. Ayrıca bu sonuca götürmediği gibi anlamsız boşluklar oluşturuyor. Sonuç olarak da sonuçsuz sorular içerisinde yüzdürüyor. 

Ayrıca şunu belirtmeliyim çok ciddi ön kabulleriniz olduğu kanısındayım. Bunlar güldüğünüz şeylerden daha absürt hatta güldüğünüz ve yadsıdığınız şeyin anlaşılmaması üzerine kurulu daha kapalı ve mistik ifadeler ve düşünceler. Bence sistemi anlamlandırmadan önce algımızı bilgimizi anlamlandırmalıyız.

 

Geçmiş, geçmiş ile değerlendirilir. Geçmiştir, adı üstünde, geçip gitmiş, artık yok. O günkü bir adamı tutup, "Amanda sen neden bu kadar salaktın da, böyle bir şeyi kabul ettin" diyemezsin. Haksızlık olması falan değil, nerdne bulucan adamı, kemikleri bile kalmamış, yok olup gitmiş. 

 

Geçmiş ve tarih, bakılıp nelerin yanlış yapıldığını görmek ve tecrübe sahibi olmak için eşsiz bir olgudur. 

 

Eğer profilinizi geleceğe yönlendirmek istiyorsanız, geçmişteki hatalara ve doğrulara bakarsınız. Geçmişte böyle metafizik mefhum uydurmalarının asılsız, şapşalca ve martaval olduğunu bugün gayet güzel görüyoruz işte. Geçmişten alınacak en büyük ders budur. 

 

Elmanın olan hepsi bu, siz diyeyim, elmaya olmayan bir şey eklemeye çıkıp, ahanda bu da öbür yarısı diyorsunuz. Sonra da o görülemeyne, ölçülemeyen vs. şeyi bizimde kabul etmemizi bekliyorsunuz ki, bu da geçmişten hiç ders alınmadığının emaresi işte. 

 

İnsanlığın kabul ettiği deliller falan diyorsunuz ya, kadının ayağına taş bağlanıp suya atılınca öldüğünde yüzünün yukarı dönmesi, insalığın kadının cadı olduğuna dair kanıtıydı işte. 

 

Ortada anlamsız boşluklar falan da yok. Buz çağından çıkıyoruz, buzlar suya dönüyor, eskiden yüksek dağa kar yağarken, artık yağmur yağıyor. Değişen iklimle yağmurlar daha yoğun oluyor ve sel olup köyü basıyor. Köyü sel almasının sebebi bu, zavallı kadının çoraplarını çıkarması değil. Siz ise, geliyorsunuz, "Peki bu cadı değilse, o zaman neden sel aldı köyü, burada bir boşluk var" diyorsunuz. Bu su nerden geliyor, nası lgeliyor falan gidip bakmaktansa, amanda ahanda cadı diye, sallıyorsunuz. 

 

Sonrada size, ne cadısı, ne alaka dediğimizde, amanda önyargılarınız var diye kulp takmaya çıkıyorsunuz. Acaba, aslı astarı olmayan, safi laftan, boş laftan ibaret olan ruh, tanrı falan filan mı ön kabul, yoksa ne alaka demek mi ön kabul?

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
37 dakika önce, TheRationalAtheist yazdı:

 Teori hiçbir zaman bilimsel bir olgu olmaz. Bu kadar basit birşey nasıl bilinmiyorsa artık.

 

 

 

 Biz insanların kültürden ortaya çıkan metafiziksel ögeleri bulunan her boşluğa doldurmaya çalışmasına karşı çıkıyoruz.

 

 Metafiziksel ögeler zaten hiçbir zaman hipotez olamazlar. Yanlışlığını kanıtlamamız neredeyse imkânsızdır. Mesela ben "Tanrı fosillerle bizi test ediyor." desem bu hiçbir zaman hipotez olamaz. Yanlışlanabilirliği yoktur çünkü.

 

 Okkam'ın Usturası'nı biliyor musunuz?

Evet verdiğiniz örneği izah eder bir tarzda.

Evet bu dediklerinize katılıyorum. Ancak hepsinin de yokmuş gibi kabul edilmesi en az diğeri kadar tutarsız ve anlamsız. Vurgulamak istediğim eğer bir şeyleri bilmek istiyorsak önümüze çıkan şeyleri reddederek yürüyemeyeceğimiz. Ya da biliyormuş gibi hareket edemeyeceğimiz. Ve tabi sizin vurguladığınız gibi her şeyi mitlerle de dolduramayacağımız. Hepsinin aslında bir bütünün tamamı olan parçalar olarak görüp anlamlandırmayı da bu bağlamda yürütmeyi sağlamalıyız. Onları da oturduğu bağlamda değerlendirmeliyiz. Ancak bugün ne yazık ki geçmişte düşülen birçok yanlış farklı bir şekilde aynı yöntemlerle tekrarlanıyor. Bu da üzücü bir durum.

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 dakika önce, BİLGİERDEMDİR yazdı:

Evet verdiğiniz örneği izah eder bir tarzda.

Evet bu dediklerinize katılıyorum. Ancak hepsinin de yokmuş gibi kabul edilmesi en az diğeri kadar tutarsız ve anlamsız.

Neden? Önümüzde iki açıklama çıkıyor her zaman: Metafiziksel açıklama, natüralist açıklama. Natüralist açıklama bildiğimizden yola çıkarken metafiziksel açıklama çok büyük bir varsayımda bulunuyor: Fiziğin ötesinde birşey vardır. Okkam'ın Usturası'nı da bu konuda kullanıyoruz: İki eşit değerli açıklamadan daha az varsayımda bulunanı kabûl ederiz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

 

BİLGİERDEMDİR Anlamsız boşluk dediğiniz şeyi tamamlayan; etimoloji yani köken bilimidir. ''Ruh''' kelimesine belirli anlam yüklemesi yapıp, çıkış noktasını gözardı ediyorsunuz. Bu haliyle simyacılara benziyorsunuz. 

 

Ruh kelimesi Arapça'dan ziyade İbranice kökeni bir olan bir kelimedir. Ruh kelimesi; nefes, soluk ve ağzımızdan çıkan itme kuvveti ile de rüzgar anlamlarına gelir. Nefesiniz kesilince, ölürsünüz. Sizi canlı tutan şey nefesinizdir. Olduğunu söylediğiniz ''Ruh''u bilmiyorum ama Moşe/Musa Bereşit yani Yaratılış kitabında, Tanrının ağzındaki nefesini/ruhunu Adem'in burnuna üflemesiyle canlandığını söylemiştir (Yaratılış 2:7). İslamda da benzer bir olay vardır.

 

Musa sonrası yazıları da içeren Tanah'a da baktığımızda, ölünce sadece ölü olduğumuzu görüyoruz. İnsanlar ölüp, yaşamadıkları için ''diriliş'' inancı vardır. Yoksa hali hazırda ölmemiş birisinin; zaten ölümden dirilişe, tekrardan canlılığa ihtiyacı yoktur. İslam'da kabir hayatı yoktur sadece diriliş vardır diyen kimi kişiler de; Ruh'un sadece nefesimiz/soluğumuz olduğunu tekrar ederler.

 

Bunu bilmek neden önemlidir? Çünkü Yahudiler Roma'nın İsrail topraklarındaki hakimiyeti ile beraber sonraları Pagan Roma/Grek felsefesi ile tanışacaklardır. İslama geçmiş olan İsrailiyat da bu Grek felsefesi ile yoğrulmuş Yahudi inancının tezahürüdür. Aristo da; Hristiyan ilahiyatında Ruh inancının şekillenmesinde en önemli etkendir.

 

İsa dönemine baktığımız zamanda da, mesela İncil'den Elçilerin İşlerine; Pavlus'un ölümden sonra, bırakalım ruhu, dirilişe dahi inanmayan Yahudilerin var olduklarını görüyoruz (Elçilerin İşleri 23:8). Yani işin kökeni olan Yahudiler bile bizim anladığımız haliyle bir Ruh veya Cehennem inancına sahip değillerdi. Şöyle ki Cehennem kelimesi bile, Ge Ben Hinnom yani Hinnom'un Oğlunun Vadisinden gelmektedir. Ce-Hinnom/Gözyaşı Vadisi günümüzde de İsrail sınırları içerisinde yer alan bir yerdir.

 

Burası eskiden Tofet olarak anılan ve suç işleyen kimselerinin bedenlerinin gömülmek yerine yakıldığı bir çöplüktü. Suç işlemiş kişilerin ölü bedenleri yakılarak yok edilirdi. 

 

Zaten modern Hristiyan ilahiyatçılar da Kutsal Kitap'ta anladığımız haliyle bir Ruh ve Cehennem/Gehinnom inancını reddederler.

 

Mesela Grekçe yazılmış olan İncil'deki Hades ifadesini Grek kökenli Hristiyanların yanlış anladıklarını, ifadenin İbranice karşılığı olan Şeol'un ölü olma durumuyla ilişkili olduğu söylerler. Zaten çevirilerde de ölüler diyarı olarak adlandırılır. Ancak ölüler diyarına gitmiş İsa'nın bile 1. Petrus 3:18-19'a göre, ölüler diyarından/ölü olma halinden çıkıp, canlandıktan sonra; zindandaki 'ruh'lara görünebildiğini vurgularlar.

 

Belirtmem gerekir ki; Türkçe Kutsal Kitap çevirisi, teolojik meseleler için yetersizdir. Eski Antlaşmanın Grekçe versiyonundaki Ruh olarak geçen yerlerdeki Ruh kelimeleri, aslında İbranice ''nefeş'' yani can/kişi kelimesidir. İncil'in İbranicesine sahip değiliz ama buradaki ruh kelimesinin de bu anlamda kullanılmış olma şansı kuvvetle muhtemeldir.

 

Buna karşın Katolik Kilisesi ise 1513'teki Beşinci Laterano Konsilinde Ruh'un ölümsüz olduğu kabul etmiştir. Katolikler, kendileri ile beraber Ortodokslar dışında Havarisel yetkiye kimsenin sahip olmadığını ve yalnızca kendileri öğreti vermeye yetkin olduklarını söylediğinden; peki öyleyse, Ruh dediğimiz şey, Eski Antlaşma da hep ölümsüzdü diyelim. Bunun belki de tek kanıtı; 2. Makabelerdeki ölüler için dua kısmı olabilir ama bu kitap da, 382'deki Roma Konsilinde kanonik kabul edilmesine rağmen, Luther yüzünden 12 asır sonra Trento Konsilinde bir daha konanik oldukları kabul edilmiştir ancak Yahudilerin Tanah'ına dahil bir eser değildir. Ortodoks Kilisesinde ise bu konuda ortak bir iman açıklaması/kateşizm olmadığından, geleneklerine bakarak Ruh'un ölümsüzlüğünü kabul ettiklerini söyleyebiliriz. 

 

Kısacası şayet konuların kelimelerin kökenlerine inerseniz bu anlamsız boşluğu doldurabilirsiniz. Teoriler, bir olgu üzerinden ilerler siz ise en temel şey olan kelimenin kökenine bakmadan ilerlemiş ve kimi felsefelerle kendi kendinizi Ruh konusunda bir kalıba sıkıştırmışsınız. 

tarihinde beş kalır tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yeryüzü, gökyüzü, cennet ve cehennem tasvirleri uzun zamandan beri bilinmektedir.

Buna mukabil, hem iyi hem he kötü șeyler yapabilen doğaüstü ruhların yeryüzünü doldurduğu fikri daha eskilere dayanır.

Mesela eski yunan mitolojisinde cinlerin tasviri șöyledir:  

Avrupa´nın önemli dillerindeki "demon, Dämon, démon, demone, demonio, demônio" kelimesinin kökeni eski yunancadaki Daimon´a dayanır. Daimon bizzat kendisini, insanlarla Tanrı´ların arasındaki  ruhsal bir varlık olarak tanımlar. Yunan mitolojisinde bütün doğa fenomenleri ruhlara atfedilirdi; küçük bir derenin uğuldamasından tutun, sütün mayanlaması, buharlașma ve çürümeye kadar hepsi ruhların marifetiydi. Hastalık ve ölümün bile kökeni onlara dayanırdı.

Yunan șair Hesiod(MÖ 700), Daimones´leri, uygarlığın olușmasından önceki insanlık tarihindeki barıșsal bir dönemde, ölenlerin ruhları olarak tarif eder. Onların çeșitli türlerini ve sınıflarını betimler. Her insana, doğuștan itibaren onun kaderini belirleyen bir Daimon tahsis edilir. Daimon´un hem mutluluk hem de kederden sorumlu olabildiği için, sonraları insanlarda bunlardan iki tane olduğu kabul görmeye bașladı. Bir iyi ve bir de kötü Daimon.
 
Bu eski yunan cin betimlemesi, sizlere ve bilhassa dindarlara tanıdık gelmiștir. ;)

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
30 dakika önce, kavak yazdı:

Yeryüzü, gökyüzü, cennet ve cehennem tasvirleri uzun zamandan beri bilinmektedir.

Buna mukabil, hem iyi hem he kötü șeyler yapabilen doğaüstü ruhların yeryüzünü doldurduğu fikri daha eskilere dayanır.

Mesela eski yunan mitolojisinde cinlerin tasviri șöyledir:  

Avrupa´nın önemli dillerindeki "demon, Dämon, démon, demone, demonio, demônio" kelimesinin kökeni eski yunancadaki Daimon´a dayanır. Daimon bizzat kendisini, insanlarla Tanrı´ların arasındaki  ruhsal bir varlık olarak tanımlar. Yunan mitolojisinde bütün doğa fenomenleri ruhlara atfedilirdi; küçük bir derenin uğuldamasından tutun, sütün mayanlaması, buharlașma ve çürümeye kadar hepsi ruhların marifetiydi. Hastalık ve ölümün bile kökeni onlara dayanırdı.

Yunan șair Hesiod(MÖ 700), Daimones´leri, uygarlığın olușmasından önceki insanlık tarihindeki barıșsal bir dönemde, ölenlerin ruhları olarak tarif eder. Onların çeșitli türlerini ve sınıflarını betimler. Her insana, doğuștan itibaren onun kaderini belirleyen bir Daimon tahsis edilir. Daimon´un hem mutluluk hem de kederden sorumlu olabildiği için, sonraları insanlarda bunlardan iki tane olduğu kabul görmeye bașladı. Bir iyi ve bir de kötü Daimon.
 
Bu eski yunan cin betimlemesi, sizlere ve bilhassa dindarlara tanıdık gelmiștir. ;)

 

Bu araplara nasıl geçmiş peki?

 

Sümer veya pers medeniyetindenmi

tarihinde İlluminatus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
24 dakika önce, İlluminatus yazdı:

Bu araplara nasıl geçmiş peki?

 

Sümer veya pers medeniyetindenmi

 

Nasıl ki çeșitli kültürlerdeki yaratılıș mitleri ve destanları birbirine benziyorsa, cin tasvirlerinin de benzerlik göstermesine șașmamak gerek. Nihayet insanlar hemen her devirde, birbirlerinden bilgi alıșverișinde bulunuyorlardı. Aralarında benzerlik olduğu gibi farklılıklarda elbette var.


Mesela Zerdüștlüğün kutsal kitabı Avesta´da, Daevas´lar yani cinler, saygıdeğer tanrıların rakipleriydiler. Aslen bunlar da tanrılardı, ancak doğru ve yanlıșı ayırd edemedikleri için, bunlar reddedilmeliydi. Daha sonraki betimlemelerde ise Daevas´lar doğrudan yıkıcılığı temsil eden Ahriman´a hizmet ediyorlardı. Bu inanca göre o, kaos, yalan ve yıkıcılığı üstleniyor; gerçek ve düzene karșı yerini alıyor.  

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 saat önce, kavak yazdı:

 

Nasıl ki çeșitli kültürlerdeki yaratılıș mitleri ve destanları birbirine benziyorsa, cin tasvirlerinin de benzerlik göstermesine șașmamak gerek. Nihayet insanlar hemen her devirde, birbirlerinden bilgi alıșverișinde bulunuyorlardı. Aralarında benzerlik olduğu gibi farklılıklarda elbette var.


Mesela Zerdüștlüğün kutsal kitabı Avesta´da, Daevas´lar yani cinler, saygıdeğer tanrıların rakipleriydiler. Aslen bunlar da tanrılardı, ancak doğru ve yanlıșı ayırd edemedikleri için, bunlar reddedilmeliydi. Daha sonraki betimlemelerde ise Daevas´lar doğrudan yıkıcılığı temsil eden Ahriman´a hizmet ediyorlardı. Bu inanca göre o, kaos, yalan ve yıkıcılığı üstleniyor; gerçek ve düzene karșı yerini alıyor.  

 

bir kaç gün sonra babilin yaratılış destanı bide gılgamış destanını satın alacağım oradanda daha net anlaşılır

Link to post
Sitelerde Paylaş

Cin = görünmeyen varlık anlamında kullanılır Kuranda. İns ise İnsan = Görünen manasına.
Ortaçağda insanlar özellikle de mikrobik hastalıklar yüzünden yığınlarla ölüyordu, veba gibi, sıtma gibi, grip gibi...
Akıl hastalıklarının sebepleri araştırılmıyordu bile. Çünkü öyle bir bilim dalı henüz yoktu.
Bu yüzden ortaçağ insanı bu tür, kaynağını anlamadığı hastalıkların nedenini görünmeyen varlıklar olarak nitelendirdi ve onlara CİN dendi, sözcüğün etimolojisi Aramca veya Keldanice olsa gerektir, zira bu coğrafyada yaşayan çoğu toplum aynı sözcüğü kullanır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...