Jump to content

Maide 33 de ki bozguncularin kapsamı kimlerdir yanlış anlaşılmaya yanıt.


Recommended Posts

Maide suresi, Ayet 33:

"Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır."

Bu âyetin nüzul sebebi hakkındaki rivayetler şunlardır:

1. Kitap ehlinden bir kavim hakkında inmiştir ki, Hz. Peygamber (asm) ile aralarında sözleşme yapmışlardı, sözleşmelerini bozdular ve yol kesip yeryüzünde bozgunculuk yapmaya kalkıştılar. (İbnü Abbas'dan bir rivayet).

2. Müşrikler hakkında inmiştir. (İkrime'den, Hasenü'l-Basri'den ve Alâ'dan rivayet)

3. Olayları meşhur olan Ureyneliler hakkında inmiştir ki, Ukûl, Ureyne ve Beciyle'den bir kısım halk yoksulluk ve hastalık içinde oldukları halde Medine'ye gelmişler, Müslüman olduklarını açıklamışlar, Resulullah kendilerini zekattan toplanan beytü'l-mâl develerinin otladıkları yere göndererek bunların sütlerinden içip geçinmelerini ve hastalıklarını da bu develerin sidikleriyle tedavi etmelerini emretmiş, varmışlar. Bir müddet sonra tamamen sıhhatlerini kazanıp iyileştikten sonra dinden dönmüşler, çobanları öldürüp develeri sürmüşler ve yolları kesip ırza da tecavüz ederek kaçmışlar, fakat takip edilerek yakalanmışlardı. (Enes b. Mâlik, Urve b. Zübeyr ve daha bazı zevattan rivayet)

4. Ebu Bürde de denilen Hilâl b. Uveymirî Eslemî'nin kavmi hakkında inmiştir ki, Peygamberimiz (asm) bu Hilâl ile "Ne iyiliğine, ne kötülüğüne yardım etmemek; ona gelen Müslümanlar emanlı olup heyecana düşürülmemek ve aynı şekilde her kim Resûlullah'a gitmek üzere Hilâl'e uğrarsa emanlı olup heyecana düşürülmemek." üzere "barış anlaşması" (akd-i muvâdea) yapmıştı. Bir gün Kinâne oğullarından bir kısım halk Müslüman olmak maksadıyla gelirken Hilâl'in kavmine uğramış, o gün de Hilâl orada yokmuş, kavmi tutmuşlar bunların yollarını kesmişler ve kendilerini öldürüp mallarını almışlardı.

Bu rivayetlerin toplamından anlaşıldığı üzere âyetin inişi, her halde yol kesme haydutluğu ile ilgilidir. Fakat bazıları bu hükmün kâfirlere mahsus olduğuna, bazıları da fâsık Müslümanları da içine aldığına kâni olmuşlardır ki, fakihlerin çoğunun görüşü budur.

Peygamber (asm) ile harb etmek akıl ve âdet bakımından mümkün olabilirse de, Allah ile savaşmak ne aklen ne de şer'an mümkün olmadığından her halde mecazdır. Halbuki bir lafzın hem hakikat, hem mecaz olması caiz olamaz. Şu halde burada savaş, hem Allah'a ve hem peygamberine ilgisi itibariyle mecaz olmak gerekir. Şu halde "muharebe" lafzı, ya Allah ve Resulünün emirlerine ve hükümlerine karşı gelmekten mecazdır. Veya o emirler ve hükümleri tatbik ve icra eden Allah'ın kullarına savaştan mecazdır. Sonra bu savaşın bilinen mânasıyla açık savaş olmadığı da gerek siyak (söz gelişin)tan ve gerekse nüzul sebeplerinden anlaşılmaktadır. Zira görülüyor ki bunda esirlik ve cizye gibi hükümler yoktur.

Tefsircilerin çoğunluğu ve fakihler, harbin aslı, bir selb (zorla alma) mânâsını içine alması bakımından bu savaştan maksat, yol kesmek demek olduğunu beyan etmişler ve buna "büyük hırsızlık" adını vermişlerdir. Bazıları da gerek, şehir dışında ve gerek içinde olsun. Yani açıktan hırsızlığa kalkışmak demişlerdir. Bu mânâda ise müste'min (emân alarak İslâm ülkesinde bulunan gayri müslim), zımmî (gayr-i müslim vatandaş), harbî (müste'min ve zımmî olmayan gayri müslim), kâfirlerden vaki olabileceği gibi, fasık Müslümanlar tarafından da olabilir. Özetle bunlar, biri diğerini koruyarak toplanıp kuvvetli bir engel teşkil eden ve bu şekilde gerek Müslümanların ve gerek İslâm tabiyetinde veya himayesinde bulunanların canlarına veya mallarına veya ırzlarına kasteden ve asayişlerini bozan sosyal ve siyasi sapıklık erbabıdır. Ve bu âyette bunların cezası olan dinî ceza açıklanmıştır. Şöyle ki:

Allah ve Resulüne savaş açan, yani Allah'ın ve Resulünün emirlerine ve hükümlerine fiilen karşı çıkmakla Allah'a ve Resulullah (asm)'a harp vaziyeti alan ve yeryüzünde bozgunculuk için koşan, cana veya mala veya ırza saldırmaya veya tarla ve nesli yok etmeye girişmek ve ihmalcilik ile hak (doğru) nizamı ve halkın asayişini bozmak ve ifsat etmek için çalışan kimselerin suçlarının derecelerine göre cezaları şundan ibarettir:

Öldürülmeleri, yani adam öldürmüşler ise kısas yoluyla değil, affı caiz olmamak üzere cezayı tatbik ederek öldürülmeleri veya asılmaları, yani hem adam öldürmüşler, hem de mal almış veya ırza tecavüz etmişlerse diri olarak asılıp, süngü ile öldürülecek, yahut öldürüldükten sonra ölü olarak asılarak halka gösterilmeleri, veya ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi, yani adam öldürmemişler de yalnız mal almışlar ise, biri sağdan, biri soldan olmak üzere birer elleriyle birer ayaklarının kesilmesi, veya bulundukları yerden sürülmeleri, (yani bunların hiçbirisini yapmış olmayıp yalnız yolda tehdit etmişler ise yeryüzünden sürülmeleri), hapsedilmeleri veya bulundukları yerden diğer bir yere sürülmeleri.

İşte Allah'a ve peygamberine harp vaziyeti alarak silahlanıp bozgunculuk yapanların derecelerine göre tayin edilen cezaları, yani şer'î cezaları bu şekilde öldürmek veya asmak veya kesmek veya sürgüne göndermekten ibarettir. Bilinmektedir ki, herhangi bir savaşın mahiyeti bu dördün birinin dışında kalmaz ve bu cezalar bunların gerektirdikleri fiillerin mahiyeti gereği olarak hakkıyle karşılıklarıdır.

A'ta'dan, Katâde'den, Hasen'den buradaki tekrarların, yani "ev" atıf harfinin tahyir (iki şeyden birini seçmek) için olduğuna dair bazı rivayetler vardır. Buna göre âmir bunlara bu dört cezadan birisini tatbik etmeye mecbur, fakat işin gerektirdiği duruma göre bunlardan birini seçmekte serbesttir demek olur. Fakat cumhur (âlimlerin çoğunluğu) bunun gerek rivayet ve gerek dirayet bakımından doğru olmadığını ve tekrarın seçim yapmak değil, yukarda gösterildiği üzere suçun derecelerine göre dağıtım ve taksim etmek için olduğunu ve şu halde veliyyü'l-emr (âmir)in bu konuda seçme hakkı olmayıp, suçun derecesine göre cezayı yerine getirmekle yükümlü bulunduğunu, mesela hapis yatması gerekeni kesmek, kesmek gerekeni öldürmek ve yalnız öldürülmesi gerekeni asamayacağı gibi, bunun zıddını da yapamayacağını ve hiçbir şekilde affetme hakkı olmadığını açıklamışlardır. Hakikatte katili hapsetmekle yetinmek ve katil olmayanı asabilmek gibi rivayet ve dirayet bakımından akla uymayan bir "istediğini seçme" mânâsının batıl olduğu açıktır.

Fakat biz burada şunu söyleyebiliriz ki " = ev" edatı, hakikatte seçmeye ve bölmeye muhtemeldir. Gerçi burada taksim (bölmek) ve tevzi (dağıtmak) rivayet ve dirayet bakımından tercih edilmiş ve seçilmiştir. Fakat bununla tahyir (seçim yapma) ihtimalinin mutlak batıl ve hükümsüz olması da gerekmez. Çünkü sürgüne göndermeyi âzâ kesmeye, kesmeyi öldürmeye, öldürmeyi asmaya çıkarabilecek şekilde, cezayı şiddetlendirme şeklinde bir seçim yapma asla caiz olamamakla beraber, tersine asmayı öldürmeye, öldürmeyi uzuv kesmeye, uzuv kesmeyi hapse indirebilecek şekliyle cezayı hafifletme suretinde bir seçme ve bir selahiyet düşünülmesi akla yatkın ve mümkündür.

Seçim yapma ihtimali, aslında mevcud ve bazı rivayetler de nakledilmiş olduğu halde bu imkan büsbütün inkâr edilemez ve edilemeyince de zaten "cezalar, şüphelerle düşer" olduğu için hâl ve zamanın değişmesine göre cezayı hafifletici olmak üzere, gerektiği zaman bu ihtimali de düşünmek doğru olabilecektir. Bu mânâ, bir lafzı aynı zamanda hem seçim yapmaya, hem de tenviâ (çeşitlendirmeye) yorumlayarak iki mânâyı bir delalette toplamak değil, çeşitli durumlar ve farklı zamanlara göre iki mânâyı sırayla düşünerek bir çeşit seçime ihtimal veren taksim ile "iki ihtimalle amel olarak" her şüpheden uzak bir mânâ almaktır ki, hem cezanın mânâsına, hem de genel kâidelerden hafifletme hükümlerine çok uygundur.

Bilinmektedir ki salb (asman)ın mânâsıkollarından bir yere germektir. Nitekim "salib" bundan alınmıştır. İmam Şâfiî hazretlerinin asmanın ölü olarak yapılmasını, yani önce öldürüp, Müslüman ise namazı da kılındıktan sonra asılıp, herkese gösterilmesini tercih etmiştir ki, faydalı olduğunda şüphe yoktur.

Bir yere sürgüne göndermeye gelince, esasen nefy, idam etmek, yok etmek demektir. Halbuki burada öldürme ve asmaya karşılık zikredilmiş olduğu için "asma" mânâsına olmadığı açıktır. O halde hayatta olan bir kimsenin bütün yeryüzünden sürülmesi ancak hapsetme demek olabilir ki, Arap dilinde nefy bu mânâya da kullanılmış olmasında fikir ayrılığı yoktur. İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri ve pek çok dil bilgini bu mânâyı tercih etmişlerdir. Gerçi bulunduğu memleketten diğer bir beldeye çıkarmaya veya dâr-ı İslâm (Müslüman memleketin) den çıkarmaya da nefy (sürgün) denilebilirse de, bunun ikisi de sakıncadan uzak olmadığı için caiz görülmemiştir. Çünkü maksat, şerri defetmektir. Halbuki bir haydutu diğer bir memlekete sevketmek, orada bulunan Allah'ın kullarına zarar vermekten uzak değildir. Büsbütün İslâm memleketinden gayri müslimlerin memleketine çıkarmak ise gayri müslimlere bir şahsın katılmasını arzu etmek demek olduğundan hiç caiz olmaz demişlerdir. Bununla beraber şahısların ve yerlerin değişmesine göre anılan sakıncanın ortaya çıkmayacağı anlaşılırsa, diğer bir memlekete sürgün etmenin caiz olduğu söyleyenler de vardır. Bu cümleden olarak Ömer b. Abdülaziz hazretlerinden bu mânâ rivayet edilmiştir. Daha önce Tihâme çölünün en uzağında "Dehlek", Habeş'te "Nâsı' " birer sürgün yeri idi denilmiştir.

Dilimizde de nefy, bu mânâda kullanılmaktadır. İmam Şâfiî de demiştir ki, burada nefy'in iki mânâya gelme ihtimali vardır. Birisi, eğer bunlar adam öldürmüş, mal almış ve yakalanmış iseler, cezaları yerine getirilir. Eğer yakalanmamış iseler devamlı takip edilirler. İşte bu şekilde nefyden maksad, bunların hükümetten korkarak bir beldeden bir beldeye devamlı şekilde kaçıp gitmesidir.

İkincisi, yalnız korkutmak ile kalmış, adam öldürmemiş ve mal almamış olanlar da devamlı olarak takip edilir. Fakat tutuldukları zaman tazir edilir (şer'î haddin dışında hakimin uygun göreceği bir ceza ile cezalandırılır)ler ve hapsedilirler. Bunlar hakkında da nefyden maksat yalnız hapistir. İmâm Şâfiî'nin nefyi böyle iki hale göre mânâlandırması bizim tahyir (seçme) ve taksim etme meselelerindeki hatırlatmamıza benzer. Bir de Şâfiî'nin bu ifadesi hapsin had (şer'î ceza) değil, tazir mahiyetinde olduğunu göstermektedir. Hakikatte hapis miktarı tayin edilmemiş olduğuna göre böyle olması gerekir. Şu halde bunun şer'î ceza (had) olması, hapsin aslına göredir.

İşte Allah ve Resulüyle savaş eden ve yeryüzünde bozgunculuk etmek için, koşanların cezaları başka bir şey değil, ya öldürülmek, ya asılmak, ya elleri ayaklarının çapraz olarak kesilmesi veya yeryüzünden nefyolunmak (sürülmek)tır. Fakat bu cezanın kısaltılması (veya tahsisi) mutlak değil, izafidir. Zirâ bu ceza bunların sırf dünyadaki düşüklük ve rezaletleridir. Bundan başka bunlar için ahirette pek büyük bir azab daha vardır. Ki bunların hiçbiriyle kıyas edilmesi mümkün değildir.

(bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

Link to post
Sitelerde Paylaş

 İnkâr eden ve insanları Allah’ın yolundan alıkoyanların,bozgunculuklarına karşılık azaplarının üstüne azap ekleriz.Nahl 88

 

Kuran'a göre Allah'a inanmamak ve İslamı eleştirmek,İslam karşıtı düşüncelerini yaymak,yani Allah yolundan alıkoymak bozgunculuktur.

 

Sana haram ayda/savaşın yasak olduğu ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır. İnsanları Allah'ın yolundan alıkoymak, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Harâm'ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir suçtur. Fitne de, adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.” Eğer onların güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden de kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktir ve orada süreli kalırlar.Bakara 217

 

Kurana göre fitne kalmayıncaya,yeryüzüne islam egemen kılınıncaya dek savaşılmalıdır.Eğer vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.Neden vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.Kimdir bu zalimler?

 

Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın.Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.Bakara 193

 

Fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlara karşı savaşın. Eğer vazgeçerlerse şüphesiz Allah ne yaptıklarını görmektedir.Enfal 39

 

Ey iman edenler! Ne bir alışveriş ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatın bulunmadığı bir gün gelmeden önce size verilen rızıktan Allah yolunda harcayın. Kâfirler işte onlar zalimlerdir.Bakara 254

 

Kurana göre Allah'a inanmamak bir fitnedir.Allah'a inanmama fitnesi yeryüzünden silininceye dek savaşılmalıdır.Eğer zalimler,yani kafirler Allah'a inanmama fitnesinden vazgeçerlerse zalimlerden,yani kafirlerden başkasına düşmanlık yoktur.

 

İslamın amacı ve isteği şudur.Allah'a inanmama fitnesini ortadan kaldır,islam dışı dinleri yeryüzünden sil,yeryüzüne islamı egemen kıl,islam düzenleri kur,islamı atalar dini durumuna getir,beyni islama inanmaya programlanmış kuşaklar yetiştir.Bu düzenlerde Allah'a inanmayanlar,İslamı eleştirip,islam karşıtı düşüncelerini yayıp,Allah yolundan alıkoymaya çalışanlar olursa da onları,bozgunculuk yaptıkları,Allaha karşı savaş açtıkları gerekçesiyle maide 33te geçen yaptırımlara çarptır.Ya ellerini ayaklarını çaprazlama kes,ya çarmıha ger,ya öldür,ya da sür.Maide 33de türk kuran çevirmenlerince asılmak olarak çevrilen yusallebunun anlamı çarmıha germektir.

 

Allah ve Peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya çarmıha gerilmek yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azap vardır.Maide 33

 

İslam düzeninin varlığının korunması ve sürdürülmesi müslüman sayısıyla bağlantılı olduğu için,dinden çıkanların çoğalması,müslümanların azalması islam düzeninin sonunu getireceği için,allaha inanmayanlar,islamı eleştirip,islam karşıtı düşüncelerini yayanlar,dinden dönenler öldürülürler.İslam,her eylem ve düşüncenin islama uygunluk,aykırılık açısından değerlendirildiği,toplumsal yaşamın islama göre yapılandırıldığı,islam karşıtı düşünce ve kişilerin bozgunculuk,allaha karşı savaş açma gerekçesiyle ortadan kaldırıldığı bir baskı,dayatma düzeni kurdurtur.

 

 

tarihinde Buzul tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bakara 278 - 279

Ey inananlar, Allah'tan sakının ve artık almadığınız faizleri bırakın inancınız varsa.

Bunu yapmazsanız bilin ki Allah'la ve Peygamberiyle savaşa giriştiniz. Tövbe ederseniz anamalınız sizindir, ne zulmedersiniz, ne zulüm görürsünüz.

 

Maide 33

Allah'a ve Resûlüne savaş açanlarla yeryüzünde bozgunculuk etmeye koşanların cezaları, ancak öldürülmektir, yahut asılmaktır, çapraz olarak elleriyle ayaklarının kesilmesidir, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada uğradıkları horluktur, âhiretteyse pek büyük bir azap vardır onlara.

Link to post
Sitelerde Paylaş
43 minutes ago, akılsızşuursuzatom said:

Maide suresi, Ayet 33:

Bu âyetin nüzul sebebi hakkındaki rivayetler şunlardır:

 

- Açıklama dediğin şey nüzul sebebi hakkındaki "rivayetler" ile başlıyor. Dakka bir gol bir. Açıklamamanın tamamı daha en başta buradan çöpe gidiyor zaten

 

- Açıklama dediğin şeyin içi yine rivayetlerle birlikte; "tefsircilerin çoğu", "beyan etmişlerdir" vb. ibare ve ifadelerle dolu. Açıklama mı, yoksa kesinliği ve üzerinde fikir birliği olmayan bir yorum mu bu?

 

Kadiri mutlağın yazdığı kitabın 3-4 satırlık bir ayeti için neredeyse bir kaç sayfalık bir açıklama icap ediyorsa eğer, orada bir sorun vardır.  Haddizatında "o ayet apaçık değil" ve "kendi başına hiç bir kıymeti yok" demektir bu bir anlamda.

 

Apaçık kitabın 3-4 satırı için 1500 satırlık açıklama? :smashfreak:

 

Yazdıkça batmak ya da özrü kabahatinden büyük diye buna denir herhalde..Tek başına Maide 33 bile kuranı çöpe göndermeye yeterlidir.

Meselenin bir de bir_akıl_insan'ın yazdığı yönü var ki, vallahi bir müslümanın yerinde olsam gördüğüm anda topuklayıp kaçarım.

tarihinde teflon tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
30 dakika önce, akılsızşuursuzatom yazdı:

 

Masal anlatma, ayette geçen “bozgunculuk” kelimesi kişisel yoruma bırakılmıştır, ucu açıktır. Şerri otoritenin gönlünden ne geçerse o olur. Örnekte ki gibi Yunus suresine sembolik bir masaldır demek bile bozgunculuk ve idam sebebi olabilir.

 

https://www.theguardian.com/world/2014/sep/29/iran-executes-man-heresy-mohsen-amir-aslani

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu Kur’an Allah’tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir. Ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o Kitab’ı açıklayandır. Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbindendir.

Onu uydurdu mu, diyorlar? De ki: Haydi, eğer doğrulardan iseniz Onun benzeri bir sûre getirin ve Allah'tan başka gücünüzün yettiği kimseleri çağırın.

Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz yorumu da kendilerine bildirilmemiş olan şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böylece yalanlamışlardı. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak.

Onlardan ona inananlar var ve ona inanmayanlar da vardır. Rabbin bozgunculuk çıkaranları daha iyi bilir.Yunus 37,38,39,40

 

Kuranda muhammede,dolayısıyla Allaha ve Kuranın Allah tarafından gönderildiğine inanmamak zalimlik,bozgunculuk olarak görülür.Fitne adam öldürmekten kötüdür.Adam öldürmekten daha kötü olan bu fitnelerin listesini Kurandan çıkartın ve sunun,bakalım.İşte Kuran ayetleri ortada.

Link to post
Sitelerde Paylaş
29 dakika önce, bir_akil_insan yazdı:

Bakara 278 - 279

Ey inananlar, Allah'tan sakının ve artık almadığınız faizleri bırakın inancınız varsa.

Bunu yapmazsanız bilin ki Allah'la ve Peygamberiyle savaşa giriştiniz. Tövbe ederseniz anamalınız sizindir, ne zulmedersiniz, ne zulüm görürsünüz.

 

Maide 33

Allah'a ve Resûlüne savaş açanlarla yeryüzünde bozgunculuk etmeye koşanların cezaları, ancak öldürülmektir, yahut asılmaktır, çapraz olarak elleriyle ayaklarının kesilmesidir, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada uğradıkları horluktur, âhiretteyse pek büyük bir azap vardır onlara.

burada  savaşa  girmek  emrine  hükmüne  itaat  etmedinizde  faiz  yedinizdir. 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Maide 33. "Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozguncu­luğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklan kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azap vardır."

 

1- Ebû Nasr Âhmed b. Ubeydullah el-Mahfidî, Ebû Amr b. Necid'den, o Müslim'den, o Abdurrahman b. Hammad'dan, o Said b. Ebî Arube'den, o Katade'den, o da Enes'ten bize şu rivayette bulundu;

"Ukl ve Ureyne Kabilelerinden on kadar bir insan grubu Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek: 

"Ey Allah'ın Rasulü, biz davar sahibi kimselerdik. Tarlalarımız, ekinimiz yoktu. Bu yüzden Medine'nin havasını sağlığımıza elverişsiz bulduk" dediler. Rasulullah (s.a.v.) on­lara bir deve sürüsü ve bir çobanla Medine dışına çıkmalarını ve orada develerin sütlerin­den ve idrarlarından içerek tedavi olmalarını emir buyurdu. Bunlar, Harre denilen mıntı­kanın civarında bulunuyorlardı. Sıhhatlerine kavuşunca Rasulullah (s.a.v.)'ın çobanını kat­lettiler, develeri de sürüp götürdüler. Rasulullah (s.a.v.) peşlerinden adam gönderip on­ları getirtti. Ellerini ve ayaklarını kestirip gözlerini çıkarttırdı ve bunları ölünceye dek Harre'de bu halleri üzere öylece bırakıldılar."

Katade dedi ki: "Bize zikrolunduğuna göre bu âyet bu eşkıya hakkında nazil ol­muştur."

 

2- Yezîd İbni Habîb'ten, İbnu Cerîr anlattı. Abdülmelik îbni Mervân, Enes'e mektup yazdı ve Maide: 5/33 âyetinden sordu. Enes ona mukabil mektup yazdı ve bu âyetin, İslamdan dönen, çobanlan öldürüp, develeri götüren, Aranıyyîn hakkında indiğini haber verdi.

Bundan sonra Cerîr'den bunun benzerini anlattı. 

Abdürrezzak, Ebu Hureyre'den bunun benzerini anlattı. 

 

Suçlu da olsa bir insana işkence yapmak, ellerini ayaklarını kestirip, gözlerini çıkartmak ve öylece bir çukura atıp ölüme terk etmek bir peygambere yakışır mı?

 

Diyecektim de sonra vazgeçtim, inanmadı diye sonsuza kadar insan yakan bir tanrıya da ancak böyle temsilci yakışır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yok öyle değil... Rezilullah salla aleyhinde vesselam kefendibimiz bir yağma dönüşünde yağma mallarını ve cariyeleri üleşirken en iyi ganimetleri kendine ayırınca Umayya bin Kumanya adlı kişi Rezilullah salla aleyhinde vesselam kefendibimize "yok ya anan mı güzeldi lan senin" şeklinde hürmetsizlikte bulununca Rezilullah salla aleyhinde vesselam kefendibimiz son derece müteessir olarak sükut buyurdular. Sonra "muhakkak ki Çipril bana Umayya bin Kumanya'nın kafir olarak öleceğini haber verdi" buyurdular.

 

Daha sonra yine bir yağmada Umayya bin Kumanya'nın ayağı bir kılıç darbesiyle kesildi. Topal topal sekerek anaaam anaaam diye bağırınca Rezilullah salla aleyhinde vesselam kefendibimiz "ben size demedim mi, anasını Yallahu Zülcabar Hazırtlarına şirk koşmak suretiyle şirke girdi, tiz boynunu vurun, Yallahu Zülcabar Hazırtları böğürdü ki bana şirk koşan ve Yallah ile reziline karşı gelenler bozguncuların ta kendileridir, haça asılmak ya da elleri ayakları çapraz kesilerek öldürülmeleri gerekir! Zaten ayağı kesilmiş, eli de çapraz tarafından kesilerek kan zayiatından mevta edildi. Rezilullah salla aleyhinde vesselam kefendibimiz buyurdu ki haça da asın bunu ki ibret olsun! Eli ayağı kesik kanlar akarak haça asıldı. Görenler Yallah ve reziline hürmetsizlik edenlerin sonu budur işte dediler.

 

Sonra Rezilullah salla aleyhinde vesselam kefendibimiz Çiprilin gelip Yallahu Zülcabar Hazırtlarının verdiği hükmü çok beğendiğini ve Kıran'a bâyat olarak yazılmasını emrettiğini buyurdular. Bu Kıran bâyeti böyle zuhur eylemiştir. Yallahü elem... Yallah doğrusunu bilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Gördüğünüz gibi masal uydurmaktan daha kolay bir şey yok. Oturur buna benzer on masal daha uydurabilirim.

 

Masalı masalla açıklamaya çalışarak aşırı gülünç oluyor ve embesil konumuna düşüyorsunuz.

 

Kuran'ı hadisle açıklamaya çalışmak masalı masalla açıklamanın en tipik örneğidir. Masal uydurmanın önünde bir engel olmadığı için bu çaba geçersizdir. Kir kirle yıkanmaz.

 

Söz konusu Kuran pasajı insan haklarına, insanlık değerlerine çok ağır bir saldırıdır. Böyle bir ilkel vahşetin savunusunu yapmak "ben insan değilim vahşi ve ilkel bir yobazım" anlamına gelir. Bu pasaj en temel insan hakları ve insanlık erdemleri ile taban tabana zıttır. Bağdaşması olanaksızdır. Ya bu pasajı çöpe atacaksınız, ya tüm insanlık erdemlerini...

 

Bu ilkel vahşi yobazlıkları layık olduğu çöpe fırlatmak insanlığın en birinci ödevi olması gerekir ama insanlık bu bilinç düzeyine bir türlü gelemiyor. Tanrı çıkarlara çok uygun düştüğü için bir vahşete ilkelliğe saygı teranesidir yürüyüp gidiyor aksak topal olsa da... Bunu gömmenin zamanı geleli çok oldu da çok geçti! Hortlak bir zombi gibi sürünerek de olsa hâlâ ilerliyor ne yazık ki...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bozgunculuğun ucu açıktır, şerri otorite işine nasıl gelirse öyle karar verir. Gariban bir müslümanı yüksek sesle müzik dinlediği için, şu hadislere bakıp bozguncu ilan edebilir.

 

Ebu Talib el-Giylanî Hz. Ali (r.a.)'den Peygamberimiz (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Ben musikî âletlerini ve trampetleri kırmak üzere gönderildim."

İbni Muberak, Enes b. Malik (r.anh)'den Peygamberimiz (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Kim bir şarkıyı dinlemek üzere oturursa, kıyamet günü kulağına kurşun dökülür."

Buna binaen âlimler musikînin -genellikle- haram olduğu kanaatine varmışlardır.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...