Jump to content

Sevdiğim Laflar...


Recommended Posts

  • İleti 289
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Neyzen Tevfik'in üstadı, hiciv ustası Şair Eşref (1846-1912)'ten insanı güldüren bir dörtlük:

 


Ben s..imle oynarım, çünkü babam da oynamış,
Çıkmadım meydana ben cennetteki Tûbâ gibi,
Belki etmezdi bu eğlence babamdan intikal,
Ben de doğsaydım n'olurdu Hazret-i İsa gibi!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Her insan, yapmadığı tüm iyiliklerden suçludur. (Voltaire)

 

İyiliği tanımak, tanımlamaktan kolaydır. (W.H. Auden)

 

Bir şeyin ilginçleşmesi için ona uzun süre bakmak yeter. (Gustave Flaubert)

 

İnsanın kendine vurulması, ömür boyu sürecek bir aşkın başlangıcıdır. (Oscar Wilde)

 

İnsan, sevilmek için birçok şey yapar; ama kıskanılmak için yapmayacağı şey yoktur. (Mark Twain)

 

Yaşarken yalnızca kendine iyiliği dokunanın, öldüğünde tüm dünyaya iyiliği dokunur. (Tertullianus)

 

Ömrün kısa olmasına üzülürüz de, ömrümüzün her döneminin bir an önce son bulmasını isteriz. (Joseph Addison)

 

Yasaklanan ya da sansür edilen her sözcük, yeryüzünün dört bir yanında yankılanır durur. (Ralph Waldo Emerson)

 

İki gerçek birbiriyle asla çelişmez. (Galileo Galilei)

 

Kötüler, iyilerin akıllı olabileceğini gördüklerinde hep şaşırırlar. (Marquis de Vauvenargues)

 

Liderliğin işlevi, daha çok takipçi değil, daha çok lider yetiştirmektir. (Ralph Nader)

 

En güç tavsiye yazısı, tanıdık için yazılandır. (Kin Hubbard)

 

İnsanın karakterini, hiçbir şey, gücendiği şaka kadar açık seçik ortaya koyamaz. (Georg Lichtenberg)

 

Zenginin esprisi her zaman komiktir. (Thomas Edward Brown)

 

İnsanlar korktuklarına karşı, sevdiklerinden daha hoşgörülüdürler. (Edgar Watson Howe)

 

Bizimle aynı fikirde olmayanlara karşı, ancak bizden zayıfsalar, hoşgörülüyüzdür. (David Grayson)

 

Hoşgörü, kayıtsızlığın bir başka adından başka bir şey değildir. (W. Somerset Maugham)

 

Hoşgörü adına, hoşgörüsüzleri hoş görmeme hakkını görebiliriz kendimizde. (Karl Popper)

 

Hayalperest, gerçeği kendinden gizler; yalancı ise yalnızca başkalarından. (Friedrich Nietzsche)

 

Sakın bir özrü, mazeretle mahvetmeyin. (Kimberly Johnson)

 

Mazeret ne kadar uzunsa, gerçekliği o kadar azdır. (Robert Half)

 

Sabırlı adamın öfkesinden kork! (John Dryden)

 

Hayatın fazla ciddiye alınmaması gerekiyorsa, o zaman ölüm de ciddiye alınmasın. (Samuel Butler)

 

Anlamaya başlamanın ilk belirtilerinden biri, ölme isteğidir. (Franz Kafka)

 

Övülmeyi reddetmenin altında, iki kez övülme isteği yatar. (François de La Rochefoucauld)

 

Kendinden çok şey bekleyen insan, başkalarından da çok şey bekler. (Andre Gide)

 

Yaptıklarından pişman olan, kendi kendini cezalandırır. (Publilius Syrus)

 

Politikada, doğru tarafta yer alıp kaybetmeniz gereken zamanlar da olur. (J.K. Galbraith)

 

Nevroz, sakladığınızı bilmediğiniz bir sırdır. (Kenneth Tynan)

 

Bir kere satılan vicdan, iki kere de satılır. (Norbert Wiener)

 

Sır saklamak isteyen, sır sahibi olduğunu saklamalı. (Johann Wolfgang von Goethe)

 

Birinin bir sırrı olduğunu bilmek, o sırrı bilmenin yarısıdır. (Henry Ward Beecher)

 

Uyumak, sanıldığı kadar kolay bir iş değildir; onun uğruna bütün gün uyanık kalmanız gerekir. (Friedrich Nietzsche)

 

Suikast, sansürün en aşırı biçimidir. (George Bernard Shaw)

 

İnsanların size karşı olmaları diye bir şey yoktur. Onlar, kendilerinden yanadırlar, o kadar. (G. Fowler)

 

Bir insan, haklı olduğundan en küçük bir kuşku duymuyorsa, ondan daha korkuncu yoktur. (Laurens van der Post)

 

Senden önce gelenlerden ibret al ama senden sonra gelenlere ibret olma. (Sokrates)

 

Bir seçim yapmanız gerekiyor da, yapmıyorsanız, bu da bir seçimdir. (William James)

 

Yolun götürdüğü yere gitme; yolu olmayan yere git ve ardında bir iz bırak. (Ralph Waldo Emerson)

 

Nereye gittiğini bilmiyorsan, her yol seni oraya götürebilir. (Lewis Carroll)

 

Neyin gereğinden fazla olduğunu bilmeden, neyin yeterli olacağını asla bilemezsiniz. (William Blake)

 

Hayatın bütün esrarını çözdüğün vakit, ölümü arzularsın. Çünkü o da hayatın sırlarından biridir. (Halil Cibran)

 

Cahiller, sanat ve doğanın birçok sırrını, büyülü sanırlar. (Francis Bacon)

 

Ne kadar sık yanlış anlaşıldığımız bilinse, kimse fazla konuşmazdı bu âlemde. (Johann Wolfgang von Goethe)

 

Bir insanı, verdiği yanıtlardan çok, sorduğu sorularla değerlendirin. (Voltaire)

 

İnsanı aydınlatan, cevap değil, sorudur. (Eugene Ionesco)

 

Bilmediğiniz bir şeyi sormak için bile, birçok şeyi öğrenmiş olmanız gerekir. (Jean-Jacques Rousseau)

 

Güce duyulan şehvet, tüm tutkuların en kötüsüdür. (Publius Cornelius Tacitus)

 

Büyük olmanın en hoş yanlarından biri, küçük düşünme lüksüne sahip olmaktır. (Marshall McLuhan)

 

Tembellik o kadar ağır ilerler ki, yoksulluk çabucak yetişir ona. (Benjamin Franklin)

 

Tüccarın vatanı yoktur. (Thomas Jefferson)

 

Tüccar, dürüstlüğü bile para getirsin diye kullanır. (Charles Baudelaire)

 

Herkes, bir şey satarak yaşar. (Robert Louis Stevenson)

 

Zengin bir toplumda, lüks ve ihtiyaç arasında kesin bir ayrım yapılamaz. (J.K. Galbraith)

 

Şöhretin her türlüsü tehlikelidir: İyisi, kıskançlık getirir; kötüsü ise utanç. (Thomas Fuller)

 

Hatiplikte amaç, gerçekleri söylemek değil, inandırmaktır. (Thomas Babington Macaulay)

 

Ülkesi için yalan söylemek, herkesin yurtseverlik görevidir. (Alfred Adler)

 

Herkes uzun yaşamak ister, ama hiç kimse yaşlanmak istemez. (Jonathan Swift)

 

Yenilgi, başarısızlıkların en kötüsü değildir. Asıl başarısızlık, hiç denememiş olmaktır. (George E. Woodberry)

 

Yeterince uzun yaşarsanız, bütün zaferlerin yenilgiye dönüştüğünü görürsünüz. (Simone de Beauvoir)

 

Birçok yenilgiye uğrayabiliriz; önemli olan, yenik düşmemektir. (Maya Angelou)

 

Bir şiir, hiçbir zaman bitmez, yalnızca terk edilir. (Paul Valery)

 

Sanat ve edebiyatta, yeni bir akımın canlılığı, uyandırdığı öfkeyle ölçülebilir. (Logan Pearsall Smith)

 

Güzellik, fazlalıklardan arınmışlıktır. (Michelangelo)

 

Yeteneği gizlemeyi bilmek de, büyük yetenek ister. (François de La Rochefoucauld)

 

Deha, kafandakini gerçeğe dönüştürme yeteneğidir. (F. Scott Fitzgerald)

 

Zafer, doğası gereği, küstah ve kibirlidir. (Marcus Tullius Cicero)

 

Zafer, acımasız olmadan edemez. (Jose Ortega y Gasset)

 

Zaman, Doğa'nın her şeyin aynı anda olmasını önleme biçimidir. (Woody Allen)

 

Zenginin alçakgönüllü, alçakgönüllünün de zengin olması zordur. (Epiktetos)

 

Diktatörler bahane aramaz. (Edmund Burke)

 

Bireyselliği ezen her şey, hangi ad altında olursa olsun, despotizmdir. (John Stuart Mill)

 

Herkes kendi kapısının önünü süpürse, tüm dünya tertemiz olurdu. (Johann Wolfgang von Goethe)

 

Keşfin önündeki en büyük engel cehalet değil, bilgi yanılsamasıdır. (Daniel J. Boorstin)

 

Zorbalık, her zaman, özgürlükten daha örgütlüdür. (Charles Peguy)

 

Bir insan kendine süngülerden bir taht kurabilir, ama o tahta oturamaz. (William Ralph Inge)

 

İnsanları daha az, fikirleri daha çok merak edin. (Marie Curie)

 

Merakın günaha dönüştüğü bir an mutlaka gelir. (Anatole France)

 

Bu dünya, düşünenler için bir komedi, hissedenler içinse bir trajedi. (Horace Walpole)

 

Bazen, yaşamak bile cesurca bir eylemdir. (Seneca)

 

İnsan ya düşündüğü gibi yaşamalı ya da nasıl yaşadığını düşünmeyi bırakmalıdır. (Paul Bourget)

 

Bu kadar alçakgönüllü olma. Henüz o kadar büyük değilsin. (Golda Meir)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Fransız yazar Andre Gide'in, yakından tanıdığı İrlandalı yazar Oscar Wilde'ı anlattığı bir tanıtım yazısı vardır. Oscar Wilde'ın "De Profundis" isimli eserinin Önsözüne de konulmuş olan bu uzun ve samimi yazıda Andre Gide, dostu Oscar Wilde'ı okuyucuya tanıtır, bazı ortak hatıralarından söz eder...

 

Wilde'ın ölümünden yaklaşık bir yıl sonra kaleme alınmış olan, Aralık 1901 tarihli bu yazıdan bazı kısımları alıntılıyorum:

 


..........

 

Wilde, "Ben bütün dehamı hayatıma harcadım; eserlerime yalnızca yeteneğimi harcadım" derdi. Büyük bir yazar değildi ama, kelimenin tam anlamıyla büyük bir hayat adamıydı. Yunan filozofları gibi, Wilde da, bilgeliğini yazıya dökmez, konuşmasıyla ve yaşamıyla aktarırdı. Bilgeliğini, tedbirsizce, insanların uçucu bellleğine emanet ederdi, suyun üzerine yazar gibi... Yaşamöyküsünü, onu daha uzun süre tanımış olanlar yazsın; onu can kulağıyla dinlemiş olanlardan biri, burada yalnızca bazı kişisel anılarını aktaracak.

 

Wilde'ı, ancak hayatının son yıllarında tanımış olanlar, hapisten zayıflamış ve çökmüş olarak çıkan bir Wilde'a bakarak, hapisten önceki dâhi Wilde'ı hayal edemezler.

 

Kendisiyle ilk karşılaşmamız, 1891 yılında oldu. Wilde o sıralarda, Thackeray'in "büyük adamların başlıca yeteneği" diye tanımladığı şeye, "sükseye" sahipti. Hareketleriyle, bakışlarıyla, her durumda ağırlığını koyardı. Sükse yapacağı o kadar kesindi ki, sanki başarısı Wilde'dan önde gidiyordu, ona yalnızca ilerlemek kalıyordu. Kitapları şaşkınlık ve beğeni yaratıyordu. Bütün Londra, oyunlarını görmeye koşuyordu. Zengindi, büyüktü, yakışıklıydı; mutluluk ve iltifata boğulmuştu. Onu kimileri Asyalı bir Dionysos'a, kimileri bir Roma imparatoruna, kimileri de Apollon'a benzetirdi. Gerçekten de göz kamaştırıcıydı. Paris'e gelir gelmez, ismi ağızlarda dolaşmaya başladı, onunla ilgili birtakım abes hikâyeler anlatılıyordu; Wilde henüz yalnızca yaldız uçlu sigaralar içen ve sokaklarda elinde bir ayçiçeğiyle dolaşan adamdı. Sosyetede ünü sağlayanları kandırmakta becerikli olan Wilde, gerçek kişiliğinden daha önde gelen, espriyle oynadığı eğlenceli bir hayalet yaratmayı bilmişti.

 

Ondan söz edildiğini ilk önce Mallarmé'nin evinde duymuştum. Sohbetini göklere çıkarıyorlardı. Kendisini tanımayı istiyor, ama ummuyordum. Mutlu bir tesadüf, daha doğrusu, bu isteğimden söz ettiğim bir dostum aracılığıyla tanıdım. Wilde'ı bir restoranda yemeğe davet etmişlerdi. Dört kişiydik, ama tek konuşan Wilde olmuştu.

 

Wilde sohbet etmezdi; anlatırdı. Hemen hemen tüm yemek boyunca durmadan anlattı. Tane tane, ağır ağır anlatıyordu; sesi olağanüstüydü. Fransızcayı son derece iyi biliyordu ama bekletmek istediği kelimeleri sanki biraz ararmış gibi yapıyordu. Aksanı yok gibiydi, yalnızca olmasını istediği kadar, zaman zaman kelimelere yeni ve tuhaf bir hava verecek kadar aksanı vardı. "Septisizm" yerine, bilerek, İngilizcedeki gibi "skepticism" diyordu.

 

O gece bize anlattığı bitmez tükenmez öyküler karışıktı; en iyi öykülerden değildi. Bizden emin olamayan Wilde, bizi deniyordu. Bilgeliğini ve çılgınlığını, ancak tahminine göre, dinleyenin hoşuna gidecek kadar açığa vururdu; asla fazlasını göstermezdi. Karşısındakine, heveslendiği kadarını verirdi. Ondan bir şey beklemeyenler, bir şey bulamazdı ya da ancak hafif bir köpük düşerdi paylarına. Her şeyden önce karşısındakini eğlendirmeye meraklı olduğu için de, onu tanımış olduklarını sananlardan birçoğu, yalnızca eğlendirici yanını tanırdı.

 

Yemek bittikten sonra dışarı çıktık. İki arkadaşım yan yana yürüyorlardı. Wilde beni kenara çekti, "Siz gözlerinizle dinliyorsunuz" dedi epey sertçe. "Bu öyküyü onun için anlatıyorum size:

 

Narkissos öldüğünde kır çiçekleri çok üzülmüş, onun ardından ağlayabilmek için nehirden su damlaları istemişler.

 

"Ah!" demiş nehir, "her damlam gözyaşı olsa Narkissos'un ardından ağlamama yetmez. Ben ona âşıktım!"

 

"Ah", demişler kır çiçekleri de, "Nasıl âşık olunmaz Narkissos'a? Öyle güzeldi ki!"

 

"Güzel miydi?" diye sormuş nehir.

 

"Senden iyi kim bilebilir? Her gün üzerine eğilip senin sularında kendi güzelliğini seyrederdi uzun uzun..."

 

Wilde, bir an durdu...

 

Nehir cevap vermiş:

 

"Ben ona âşıktım; çünkü sularıma eğildiğinde, onun gözlerinde, sularımın yansımasını görürdüm."

 

Sonra Wilde, tuhaf bir kahkahayla kasılarak ekledi: "Bu öykünün adı, Mürit."


Evinin kapısının önüne varmıştık, ondan ayrıldık. Benimle yeniden görüşme isteğini belirtti. O yıl ve ondan sonraki yıl boyunca onu sık sık, her yerde gördüm.

 

Dediğim gibi, Wilde, başkalarının karşısına bir tören maskesiyle çıkardı; şaşırtmak, eğlendirmek, bazen kızdırmak üzere... Hiçbir zaman karşısındakini dinlemez, düşünce kendi düşüncesi olmadığı sürece onu hiç ilgilendirmezdi. Tek başına parlamadığı an, kendini gözden silerdi. O zaman ancak onunla baş başa kalınca yeniden ortaya çıkardı. Baş başa kaldığı an hemen söze başlardı:

 

"Dünden beri neler yaptınız?"

 

O sıralar benim hayatım inişsiz çıkışsız olduğu için, anlatacaklarımın hiçbir ilginç yanı yoktu. Sıradan birkaç olay sayardım, Wilde'ın alnı kırışırdı:

 

"Gerçekten bunlar mı yaptıklarınız?"

 

"Evet"

 

"Doğru söylüyorsunuz, değil mi?"

 

"Evet, tabii."

 

"Peki o zaman niye anlatıyorsunuz? Hiç ilginç değil ki!... Bakın, iki dünya vardır: Sözü edilmeden var olan dünyaya gerçek dünya denir; çünkü bu dünyayı görmek için sözünü etmeye hiç gerek yoktur. Ötekisi ise sanat dünyasıdır, bu dünyadan söz etmek gerekir; çünkü ancak sözü edildiğinde var olur.

 

Adamın biri, öykü anlattığı için köyünde çok sevilirmiş. Her sabah köyden ayrılır, akşam döndüğünde de, bütün gün çalışıp yorulmuş olan köylüler çevresine toplanıp ona sorarlarmış:

 

"Neler gördün bugün? Hadi anlat."

 

Anlatırmış o da:

 

"Ormanda flüt çalan bir keçi-tanrı gördüm, çevresinde küçük periler halka olmuş dans ediyordu."

 

"Başka ne gördün? Anlat" dermiş köylüler.

 

Anlatırmış:

 

"Deniz kıyısına vardığımda, dalgaların üzerinde üç denizkızı gördüm. Altın bir tarakla yemyeşil saçlarını tarıyorlardı."

 

Köylüler, bu öyküleri anlattığı için seviyorlarmış onu.

 

Bir sabah, her zamanki gibi köyden ayrılmış. Deniz kıyısına geldiğinde bir de bakmış ki, dalgaların üzerinde üç denizkızı altın bir tarakla yeşil saçlarını tarıyorlar. Gezintisine devam etmiş; ormana yaklaştığında, flüt çalan bir keçi-tanrı ve halka olup dans eden periler görmüş.

 

O akşam köyüne döndüğünde, köylüler her akşamki gibi,

 

"Neler gördün? Hadi anlat" deyince,

 

"Hiçbir şey görmedim" demiş.


Wilde bir süre durur, öykünün etkisi üzerime sinsin diye bekler, sonra yeniden başlardı:

 

"Dudaklarınız hoşuma gitmiyor; hiç yalan söylememiş birinin dudakları gibi dümdüz. Size yalan söylemeyi öğreteceğim, dudaklarınız antik masklarda olduğu gibi güzel ve kıvrımlı olacak. Sanat eserini sanat eseri, tabiat eserini de tabiat eseri yapan nedir, biliyor musunuz? Aralarındaki fark nereden gelir? Aslına bakarsanız, nergis çiçeği bir sanat eseri kadar güzeldir; aralarındaki fark, güzellik olamaz. Nedir ikisini ayıran, bilir misiniz? Sanat eseri her zaman tektir. Kalıcı hiçbir şey yaratmayan doğa, yaptıklarının hiçbiri kaybolup gitmesin diye hep kendini yineler. Yığınla nergis çiçeği vardır; işte bu yüzden her birinin ömrü bir gündür. Doğa ne zaman yeni bir biçim icat etse, hemen onu yineler... Deniz canavarı, başka bir denizde, kendisine benzer bir başka deniz canavarı yaşadığını bilir. (...) Evet, biliyorum... bir gün yeryüzünde büyük bir sarsılma oldu, sonunda doğa, eşi olmayan bir şey, gerçekten tek olan bir şey yaratacakmış gibi sarsıldı ve İsa dünyaya geldi. Evet, biliyorum... Ama dinleyin bakın: Arimatealı Aziz Yusuf, akşam vakti, İsa'nın az önce can verdiği Golgota Tepesi'nden inerken, genç bir adamın beyaz bir taşın üzerine oturmuş ağlamakta olduğunu görmüş. Adama yaklaşmış, 'Istırabını anlıyorum' demiş. 'O adam gerçekten doğru bir adamdı.' Ama delikanlı şöyle yanıtlamış: Ah! Ben ona ağlamıyorum. Ağlıyorum, çünkü ben de mucizeler yarattım. Ben de körlerin gözlerini açtım; felçlileri iyileştirdim, ölüleri dirilttim. Ben de meyvesiz incir ağacını kuruttum, suyu şaraba çevirdim... Ama insanlar beni çarmıha germedi."

 

Bana çok kez öyle gelirdi ki, Oscar Wilde, temsil etmekle görevlendirildiğine inanmıştı.

 

İncil, bir Pagan olan Wilde'ın kafasını meşgul eder, içini kemirir, İncil'i, mucizeleri yüzünden affedemezdi. Paganlıkta mucize, sanat eseridir; Hristiyanlık bu sınırı aşıyordu. Sanatta sağlam her gerçekdışı şey, hayatta inançlı bir gerçeklik gerektirir. Wilde'ın en ustaca öyküleri, en düşündürücü hicivleri, bu iki ahlakı, yani Pagan natüralizmi ile Hristiyan idealizmini karşılaştırmak ve Hristiyan idealizmini anlamsızlaştırmak amacını taşırdı.

 

"İsa, Nasıra'ya dönmek istediğinde" diye anlatırdı... "Nasıra o kadar değişmiş ki, kentini tanıyamamış. Onun yaşadığı Nasıra, ağıtlarla ve gözyaşlarıyla doluymuş; oysa bu yeni kentte kahkahalar ve şarkılar varmış hep. İsa kente girdiğinde çiçeklerle yüklü kölelerin beyaz mermerden bir evin mermer basamaklarına doğru koşuşturduğunu görmüş. İsa eve girmiş, donuk akik rengi bir salonun dibinde, lal rengi örtülere uzanmış bir adam görmüş; dağınık saçları kırmızı güllerle iç içe, dudakları şaraptan kıpkırmızıymış. İsa adama yaklaşmış, omzuna dokunup sormuş: Niçin böyle yaşıyorsun? Adam dönmüş, İsa'yı tanımış ve yanıtlamış: Ben cüzzamlıydım, beni iyileştirdin. Niçin başka türlü yaşayayım? İsa o evden çıkmış. Sokakta, yüzü, elbiseleri boyalı, ayakları incilerle süslü bir kadın görmüş; kadının arkasında, iki renk giysili, gözleri arzuyla dolu bir erkek yürüyormuş. İsa adama yaklaşmış, omzuna dokunup sormuş: Neden bu kadını izliyor, öyle bakıyorsun ona? Adam dönmüş, İsa'yı tanımış ve yanıtlamış: Ben kördüm, gözlerimi açtın. Gözlerimle başka ne yapabilirim ki? Bunun üzerine İsa, kadına yaklaşmış, Bu tuttuğun yol günah yoludur, niçin tuttun bu yolu? diye sormuş. Kadın İsa'yı tanımış, gülerek yanıtlamış: Tuttuğum yol keyifli; üstelik sen bütün günahlarımı affetmiştin. O zaman İsa'nın yüreği kederle dolmuş, bu kentten ayrılmak istemiş. Ama çıkarken, kenti çevreleyen hendeklerin dibinde, oturmuş ağlayan bir delikanlı görmüş. İsa ona yaklaşıp kıvırcık saçlarına dokunmuş, Dostum, niçin ağlıyorsun? diye sormuş. Lazar doğrulup bakmış, İsa'yı tanımış ve yanıtlamış: Ben ölüydüm, beni dirilttin. Hayatımı başka ne yapayım isterdin?"


Bir başka gün de, Wilde, şöyle başladı söze: "Size bir sır vereyim mi?"

 

Heredia'nın evindeydik, kalabalık salonun ortasında beni bir kenara çekmişti.

 

"Bir sır... ama kimseye söylemeyeceğinize söz verin... İsa niçin annesini sevmezdi, biliyor musunuz?"

 

Bunu kulağıma, fısıltıyla, utanır gibi söyledi. Sonra kısa bir ara verdi, kolumu tuttu, arkaya çekildi ve bir kahkaha patlatarak birden,

 

"Bâkire olduğu için!" dedi.


İzninizle son bir öykü daha aktaracağım, en tuhaf, aklı tökezletecek hikâyelerden biri; Wilde'ın yarattığı belli belirsiz çelişkiyi anlayabilen anlasın.

 

"Sonra Tanrının mahkemesinde büyük bir sessizlik olmuş. Günahkârın ruhu, çırılçıplak çıkmış Tanrının karşısına. Tanrı, günahkârın hayatının yazılı olduğu defteri açmış:

 

"Hayatının çok kötü olduğu kesin" demiş. "İşlediğin günahlar: (burada Wilde, dâhiyane, harika bir günah listesi sıraladı)"

 

"Bütün bunları yaptığına göre, seni kesinlikle cehenneme göndereceğim."

 

"Cehenneme gönderemezsin beni!"

 

"Niye gönderemezmişim cehenneme?"

 

"Çünkü hayatım boyunca orada yaşadım."

 

Bunun üzerine, Tanrının mahkemesinde büyük bir sessizlik olmuş.

 

"Ne yapalım! Cehenneme gönderemediğime göre seni cennete göndereceğim."

 

"Cennete gönderemezsin beni!"

 

"Niçin gönderemeyeyim cennete?"

 

"Çünkü onu hiç hayal edemedim."

 

Ve Tanrının mahkemesinde büyük bir sessizlik olmuş."


Bir sabah, Wilde, okuyayım diye bir yazı uzattı bana... Oldukça kaba bir eleştirmen, "düşüncesini allayıp pullamak üzere güzel masallar uydurmayı bildiği için" kutluyordu onu.

 

"Sanıyorlar ki" dedi Wilde, "Bütün düşünceler çıplak doğar."

 

"Benim ancak masallarla düşünebildiğimi anlamıyorlar. Heykeltraş düşüncesini mermere aktarmaya çalışmaz; doğrudan mermerle düşünür. Yalnızca tunçla düşünebilen bir adam varmış. Günün birinde bu adamın aklına bir fikir gelmiş; mutluluk, bir anlık mutluluk fikri... Bu düşüncesini anlatma gereği duymuş. Ama insanlar hepsini tükettiğinden, yeryüzünde hiç tunç yokmuş. Adam düşüncesini anlatmazsa delireceğini hissetmiş. Karısının mezarı üzerindeki bir tunç parçasını, karısının, hayatta sevdiği tek kadının mezarını süslemek için yaptığı bir heykeli düşünüyormuş; kederin, ömür boyu süren kederin heykeliymiş bu... Ve adam, düşüncesini anlatmazsa delireceğini hissetmiş. Bunun üzerine kederin, ömür boyu süren kederin heykelini alıp kırmış, eritmiş ve bu tunçla mutluluğun, bir anlık mutluluğun heykelini yapmış."

 

Wilde, "sanatçının yazgısı" diye bir şeye inanır, düşüncenin insandan güçlü olduğunu düşünürdü...

 

"İki tür sanatçı vardır" derdi... "Bazı sanatçılar yanıtlar, ötekiler de soru sorar. Yanıtlayan sanatçılardan mı, yoksa soru soran sanatçılardan mı olduğunu bilmeli insan; çünkü yanıtı veren, asla soruyu soran değildir. Bazı eserler bekler, uzun süre boyunca anlaşılmazlar; bunlar henüz sorulmamış sorulara yanıt getirenlerdir; sorunun yanıttan çok sonra geldiğine rastlarız sık sık."

 

Devam ederdi:

 

"Ruh bedenin içinde yaşlı doğar; beden de ruhu gençleştirmek için yaşlanır zaten... Platon, Sokrates'in gençliğidir."

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 months later...
On 18.12.2018 at 23:41, Getaf yazdı:

Kutsal kitapları okuyup anlayana ATEİST

Okuyup anlamayana YOBAZ

Hiç okumayana DİNDAR denir...

                                         

 Nikola Tesla

 

 

 

 

 

 

@kavak bu da sana gelsin:

 

眼泪干得最快。    Çin atasözü! :0_80cbc_37a71a73_L:

 

 

üçüde saçma, çünkü bir insan ateistse bu doğuştandır sonradan ateist olmak diye birşey yoktur o zaten doğuştan öyledir.okuyup anlamamak diye birşey yoktur anlıyordur işine gelmiyordur, kutsal kitapları okumadım ve hiç bir dini vecibeyi yerine getirmeyi düşünmüyorum gerekte yok..

tarihinde Zihinsel Orgazm tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Her inancın, uygarlıktan nasibini almış biri için yaşanılması kesinlikle mümkün olmayacak bir cennet vaat etmesi oldukça ilginçtir. (Evelyn Waugh)

 

Bilebildiğim kadarıyla, hiçbir ilâhide zekâ kelimesi geçmiyor. (Bertrand Russell)

 

Sık sık tanrıdan ve atalardan söz edilmeye başlanmışsa, ya canınız ya da paranız isteniyor demektir. (Pierre-Joseph Proudhon)

 

Saçmalık hakkında düşünmenin bir sakıncası yoktur. Bu saçmalığa inanmadığınız sürece... (Robert Sapolsky)

 

İnsan, olanaksız olana inanabilir, ancak olası olmayana asla inanmaz. (Oscar Wilde)

 

Aklın sarkacı, doğru ile yanlış arasında değil; anlamlı ile anlamsız arasında gidip gelir. (Carl Gustav Jung)

 

İnsanların paranormale inanma arzusu, paranormalin var olmadığı yönündeki tüm kanıtlardan daha güçlüdür. (Susan Blackmore)

 

Dünyada öyle aç insanlar var ki, tanrı onlara ancak ekmek biçiminde görünebilir. (Charles Dickens)

 

Hiçbir anababa, çocuklarının çirkin olduğunu düşünmez; bu kendi kendini aldatma, zihnin ürünleri için daha da geçerlidir. (Miguel de Cervantes)

 

Düşüncelere ya da bir ülküye dayanan ahlak, kötülüğün daniskasıdır. (D. H. Lawrence)

 

Ahlakî davranışın niteliği, işin içindeki insan sayısıyla ters orantılı olarak değişir. (Aldous Huxley)

 

Ahlak, yaşlılığın hüzünlü bilgeliğiyle birlikte gelir. Merak duygusu yok olup gittiğinde. (Graham Greene)

 

İnsan, bir ilkenin en yararlı yanının amaca ulaşmak için her zaman feda edilebilir olduğunu çok çabuk öğrenemez. (W. Somerset Maugham)

 

Dünyada iki tür insan vardır: bilinçli dogmatikler ve bilinçsiz dogmatikler. Her zaman, bilinçsiz dogmatiklerin öbürlerinden çok daha bağnaz olduğunu görmüşümdür. (G. K. Chesterton)

 

Darkafalılık, öküzler ve koyunlarda hoşgörüyle karşılanabilir; ama Shakespeare'le aynı türden olduğunu öne süren bir hayvanda utanç vericidir. (Aldous Huxley)

 

Bence, entelektüel olmak, entelektüel konuları bilmek demek değildir; entelektüel konulardan zevk almak demektir. (Jacob Bronowski)

 

Yalnızca siyaset ya da ticaretteki ünüyle tanıdığımız bir kişinin biraz entelektüel beğenisi ya da yetisi de olduğunu keşfedersek, o kişiye derin bir saygı duyarız. (Ralph Waldo Emerson)

 

Aydının görevi her zaman "başka türlü düşünmek"tir. Bu asla bir sapkınlık değildir. Toplum için kesinlikle gerekli bir özelliktir. (Harvey Cox)

 

Birey, her zaman, cemaatin baskılarından kurtulmak için savaşım vermiştir. Böyle yaptığınızda çoğu zaman yalnız kalır, bazen de korkuya kapılırsınız. Ama kendi kendinin sahibi olma ayrıcalığı için ödenmeyecek bedel yoktur. (Friedrich Wilhelm Nietzsche)

 

Uygar yaşam çok fazla evcilleşti. Uygar yaşamın, dengesini koruması isteniyorsa, atalarımızın avlanarak yatıştırdıkları içgüdülere, zararsız çıkış yolları bulunmalı. (Bertrand Russell)

Link to post
Sitelerde Paylaş

İnsan, dünyaya gelme amacını gerçekleştirdiği zaman, ideal konumuna ulaşır. Peki, aklın ondan talep ettiği şey nedir? Çok kolay bir şey: kendi tabiatına uygun biçimde yaşaması... (Seneca)

 

Hayatın amacı, mutlu olmak değildir. Yararlı olmak, onurlu olmak, merhametli olmak, yaşamış olmanın ve iyi yaşamış olmanın bir fark yaratmasını sağlamaktır amaç. (Ralph Waldo Emerson)

 

Anlayabildiğimiz kadarıyla, insan varlığının yegâne amacı, safi varoluş karanlığında bir anlam ışığı yakabilmektir. (Carl Gustav Jung)

 

Hayat hem anlamlı, hem de anlamsızdır. Ben, bu konuda kaygılı da olsam, anlamın baskın çıkacağını ve savaşı kazanacağını ummaktan yanayım. (Carl Gustav Jung)

 

Amacımız şudur: Bize lütfedilen yaşamı olabildiğince anlamlı kılmak; kendimizle gurur duyabileceğimiz bir şekilde yaşamak; bir parçamızın yaşamayı sürdürebileceği şekilde davranmak. (Oswald Spengler)

 

Yaşamın yalnız ve yalnız bir amacı vardır: Dünyanın çetrefilliğine tanıklık etmek ve onu, güzellikleri, sırları, bilmeceleriyle olabildiğince anlamak... Ne kadar çok anlar, ne kadar çok bakarsanız, yaşamdan aldığınız zevk, duyduğunuz huzur o kadar artar. Bundan ötesi yoktur. (Anne Rice)

 

Tüm anlamı keşfedip, tüm gizemi yitirdiğimizde, bomboş bir sahilde yapayalnız kalacağız. (Tom Stoppard)

 

Şu acıklı durumumuzda tek tesellimiz, başka bir hayat beklentisi... Burada, aşağıda, her şey bir muamma... (Martin Luther King)

 

Yaşamayı seviyorum. Bazen canımdan bezdiğim oluyor, doğduğuma pişman oluyorum, dünyamdan geçiyorum, ama yine de çok iyi biliyorum ki, yalnızca yaşıyor olmak bile müthiş bir şey... (Agatha Christie)

 

İnsanlar her şeyde ve herkeste bir "anlam" bulmaya çalışıyorlar. Çağımızın hastalığı bu işte. Pratiklikten tamamen uzak olduğu halde diğer tüm çağlardan daha pratik olduğuna inanan bir çağ bu. (Pablo Picasso)

 

Yaşam ve sevgi, yaşam ve sevgidir; bir demet menekşe, bir demet menekşedir ve bir "anlam gerekliliği" görüşünü dayatmak, her şeyi mahvetmektir. Yaşa ve bırak yaşansın; sev ve bırak sevilsin; çiçek aç ve sol; amaçsızca uzayıp giden doğal eğimi takip et. (D. H. Lawrence)

 

Her insan ara sıra, üstüne bindiği gezegenin hiçbir yere gitmediği, gezegenin ölçülü tuhaflıklarını kontrol eden Kuvvet'inse aslında pek özel bir şey olmadığı yönünde bir şüpheye kapılır. Bu karamsar görüş üstüne yeterince uzun süre düşünürse, atlıkarıncada kahkahalar atan çocukların ya da bir kadının kolundaki saatin incecik, zarif ibrelerinin kendisinden daha amaçlı döndüğü yönünde hüzünlü bir fikre kapılır. (James Thurber)

 

İnsan, varlığının anlamsız olduğunu bilir fakat buna rağmen mücadele eder. Hayat, eninde sonunda monotonlaşmaya mahkumdur. İnsan bu gerçeği anladığında, bulantı başlar. İnsan artık bir yabancıdır. (Albert Camus)

 

Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama yaşamak ve örneğin yiyip içmek, kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. (Albert Camus)

 

İnsan kendini öldürmüyorsa, bir daha yaşamdan söz açmamalıdır. (Albert Camus)

 

İnsanın her gün yaptığı en önemli şey, o gün intihar etmemeye karar vermesidir. (Albert Camus)

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 weeks later...

80 yaşında bile âşık olanlara şaşırmayın. Aptallığın yaşı mı olur? (Nicanor Parra Sandoval)

 

Bekârlara ağır vergi konulmalı. Bazı erkeklerin öbürlerinden daha mutlu olmaları hakça değil. (Oscar Wilde)

 

Fizik, bir din değildir. Öyle olsaydı, para toplamamız çok daha kolay olurdu. (Nobel ödüllü ABD'li fizikçi Leon Lederman)

 

Din, zaman kaynaklarının dağılımı açısından pek verimli değil. Bir Pazar sabahı yapabileceğim başka bir sürü şey var benim! (Bill Gates)

 

Şu rafta bir Kutsal Kitap duruyor. Ama onu Voltaire'in yanına koydum: zehir ve panzehir... (Bertrand Russell)

 

Tüm dinler gelir geçer, geriye bir tek şu kalır: Sandalyede öylece oturmak ve uzaklara bakmak. (V. V. Rozanov)

 

Demokrasi ile diktatörlük arasındaki temel fark şudur ki; demokraside önce oy verir sonra emir alırsınız. Diktatörlükte ise oy kullanmakla vakit kaybetmezsiniz. (Charles Bukowski)

 

Kapitalizmde, insan insanı sömürür. Komünizmde ise bunun tam tersi olur. (John Kenneth Galbraith)

 

Açlıktan ölmek üzere olan bir köpeği besleyip doyurduğunuzda, sizi ısırmayacaktır. Bu, insanla köpek arasındaki temel farklılıktır. (Açlıktan ölmek üzereyken karnını doyurup yaralarını sardığınız bir köpek, sizi ısırmaz. Bir köpekle bir insan arasındaki asıl fark budur) (Mark Twain)

 

Bir kadının haklı olmaktan anladığı şey, bütün suçun onda olmamasıdır. (Sophie Arnould)

 

O veya bu düşünür tarafından şimdiye dek söylenmemiş olacak kadar tuhaf ve mantıksız bir şey bulmak imkânsızdır. (Rene Descartes)

 

Başarısızlık da bir seçenektir. Eğer ki başarısız olmuyorsanız, yeterince girişimde bulunmuyorsunuz demektir. (Elon Musk)

 

Annem, bana or.... çocuğu diye seslenmesindeki ironiyi bir türlü göremedi. (aktör Jack Nicholson)

 

Dikkat ettiniz mi? Trafikte, sizden yavaş giden herkes aptaldır, sizden hızlı giden herkes de manyak. (George Carlin)

 

Bir yamyamın çatal bıçak kullanması, gelişim midir? (Stanislaw Jerzy Lec)

 

Tüm aptalları kendi yanınıza çekin, nereye isterseniz oraya seçilirsiniz. (Tüm aptalları kendi tarafına topla, böylece istediğin herhangi bir seçimi kazanabilirsin) (Frank Dane)

 

Genç kalmanın sırrı; dürüst yaşamak, yavaş yemek ve yaşınız hakkında yalan söylemektir! (Lucille Ball)

 

Bazı insanların yaşıyor olmalarının tek sebebi, onları öldürmenin yasalara aykırı olmasıdır. (Edgar Watson Howe)

 

Seks yapmak, briç oynamak gibidir; eğer iyi bir partnere sahip değilseniz, kuvvetli bir eliniz olmak zorunda... (Woody Allen)

 

Dünyanın en önemli sorusu şudur: "Çocuk neden ağlıyor?" (Alice Walker)

 

3.000 çift ayakkabım yoktu ki benim... 1.060 çift vardı. (halk ayaklanmasıyla devrilen Filipinler'in eski diktatörü Ferdinand Marcos'un müsrifliğiyle tanınan karısı Imelda Marcos)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Amerikan vatandaşı, demokrasi adına savaşmak için okyanusları aşar ama seçimlerde oy vermek için karşı caddeye geçmez. (Bill Vaughan)

 

Amerika, küçücük bir odadaki kocaman, dost canlısı bir köpek gibidir. Kuyruğunu her sallayışında, bir sandalye devirir. (Arnold Toynbee)

 

Amerika, ikisinin arasında medeniyet kurmadan, barbarlıktan yozluğa geçen tek ülke. (Oscar Wilde)

 

Kan kokusu almış bir köpekbalığından daha tehlikelisi, petrol kokusu almış Amerikan emperyalizmidir. (George Bernard Shaw)

 

Christopher Columbus'un Amerika'yı keşfettikten sonra, bundan başkalarına söz etmiş olması ne büyük talihsizlik. (Margot Asquit)

 

Ulusal bir aciliyet durumunda, uyandırılmak üzere talimat verdim. O sırada kabine toplantısında olsam bile! (eski ABD Başkanı Ronald Reagan)

 

Başkan seçilmenin avantajları da yok değil hani. Seçildiğim günün ertesi, lise notlarım, "Çok Gizli Belgeler" kategorisine alındı. (eski ABD Başkanı Ronald Reagan)

 

Çocukluğumda bana herkesin Başkan olabileceğini söylemişlerdi. Artık(şimdilerde) buna inanmaya başlıyorum. (Clarence Darrow)

 

Bombalarımız, ortalama öğrencilerimizden daha akıllı. En azından Kuveyt'in yerini bulabiliyorlar. (A. Whitney Brown)

 

Rusya'da sadece 2 tane TV kanalımız vardı. Kanal 1, propagandaydı... Kanal 2 ise, sürekli ''Hemen Kanal 1'i açın'' diyen bir KGB görevlisinden ibaretti. (Yakov Smirnoff)

 

Hiçbir değeri yok o teorinin... Yanlış bile değil! (Nobel ödüllü Avusturyalı fizikçi Wolfgang Pauli) (bir öğrencisinin hazırladığı teze karşılık)

 

Araştırmacılar, çikolatanın beyinde marihuana ile benzer reaksiyonlar yarattığını keşfettiler. Araştırmacılar, ikisi arasında başka bazı benzerlikler de keşfettiler ama ne olduğunu hatırlayamıyorlar! (Matt Lauer)

 

Eğer türümüzün evrende yalnız olduğu doğruysa, o zaman evrenin kendisine bayağı düşük bir hedef koyduğunu ve çok aza kanaat getirdiğini söyleyebilirim. (George Carlin)

 

Bazen evrendeki akıllı yaşamın varlığına ilişkin en kesin işaretin, kimsenin bizimle temasa geçmemiş olmasında yattığını düşünüyorum. (Bill Watterson)

 

UFO'ları, dünya dışı varlıkların tanımlanamayan akılları biçiminde değil, dünyevî varlıkların tanımlanamayan akıldışılıkları olarak görmek çok daha doğru olur. (Nobel ödüllü ABD'li fizikçi Richard Feynman)

 

Bilimi analitik, yapmacık, yüzeysel buluyorum çünkü rüyalara, şansa, kahkahaya, duygulara ya da paradoksa; yani en çok sevdiğim şeylere hiç başvurmuyor. (film yönetmeni Luis Bunuel)

 

Kaos teorisi, halkın eski teorileri anlamaya başladığı düşüncesiyle paniğe kapılan bilimciler tarafından icat edilmiş yeni bir teoridir. (Mike Barfield)

 

(Teknoloji hakkında) Geleceğin fabrikasında bir adam ve bir köpek olmak üzere yalnızca 2 kişi çalışacak. Adamın görevi köpeği beslemek olacak, köpeğin görevi de adamın cihazlara dokunmasını engellemek. (Warren Bennis)

 

Eleştirmenlerin sözlerine kulak asmayın. Şimdiye kadar hiçbir eleştirmenin heykeli dikilmemiştir. (besteci Jean Sibelius)

 

Eserlerimle ölümsüzlüğe ulaşmak istemiyorum. Ölümsüzlüğe, ölmeyerek ulaşmak istiyorum. (yazar-film yönetmeni-aktör Woody Allen)

 

Tüm önyargılardan arınmış bir insanım. Herkesten eşit derecede nefret ediyorum! (komedyen W.C. Fields)

 

Dürüstlük en iyi politika olabilir belki ama, eleme mantığıyla bakılırsa, sahtekârlığın da en iyi ikinci politika olduğu apaçık ortada. (komedyen George Carlin)

 

Doğruyu söylemek daima en iyi politikadır; tabii eğer mükemmel bir yalancı değilseniz... (Jerome K. Jerome)

 

Hayatı fazla ciddiye almayın; nasıl olsa içinden sağ çıkamayacaksınız. (Hayatı çok ciddiye almayın. Daha ondan canlı kurtulan olmadı) (Elbert Hubbard)

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...