Jump to content

TATLICI (Bir Günlük Gerçek Hikaye)


Recommended Posts

-Uyan hemşeri!

-Hey!

-Saat 3,5, yarım saat geç uyandık.

 

Patronun sinir bozucu sesiyle uyanan Metin'e gecenin bu saatinde uyandırılmak ağır geliyordu.

Hele o tatlı dökülen odunlukta tatlı kızartması yok mu, saatin yedisine kadar işkenceden farksızdı.

Ama yaptığı iş ne olursa olsun, askeri görev sayar, en iyisini yapmaya çalışırdı.

İş yerinde beş tane eleman vardı,diğerleri patronun köylüsüydü, böyle durumlarda hemşerilik güdülür ve ezilebilirdi.

Bu yüzden dikkatli olmalı, hakkını yedirmemeliydi.

 

Tatlı dökümü bittikten sonra yeni uyanıyormuş gibi tekrar el-yüz yıkandı, kahvaltı edildi.

Her tablaya 200-300 arası tatlı dizildi. Tablalar ortalama bir metrekare, camlı, tek tekerli, arka ayaklarını kaldırıp yürütülen cinsten.

Tablasını alan Kırıkkale sokaklarında gözden kayboldu.

 

1982'nin yakıcı bir Haziran ayı. Sokaklar bomboş, kimsecikler yok.

Metin'in Tatlıı! diye bağırışı canlanma için yeterli olmuyordu, fakat padişahın fermanını okur gibi hep aynı kelimeyi çığırıyor, ne kadar gür çığırırsa ferman o kadar kişiye ulaşacak ve  bu buyruğu yerine getirecekmiş gibi yırtınıyordu.

Ama nafile, kimse oralı olmuyordu. 

Öğlen olmuş halen tatlılar olduğu gibi duruyordu.

Tatlıları satmadan geri götürmek alay konusuydu. Ayrıca işçilerin yaşı ilerlemiş olanı, bir kaç kez tatlıyı geri götürene kapının gösterileceğini çınlatmıştı.

Metin her ikisine de gelemezdi, kendine beceremedi dedirtemezdi, onun için bir şeyler yapmalıydı.

 

Bu düşünceler içinde dolanırken, birden adımları hızlanmış, kendini şehrin dışında bulmuştu.

Madem ki, şehirde satılmıyor o halde bir köye gitmeliydi. Bulunduğu yerde şehrin dışına giden topraklı bir yol gördü. Nereye gittiğini bilmeden rastgele o yola girdi.

Bu meçhule gidişin bir kararıydı. Bazen çareler meçhulde gizlenir. O da günü kurtarmak için böyle bir gizi çözmeye kendini mecbur hissetmişti. Çünkü ekmeğin yeri belli, aslanın ağzındaydı. Ama o ekmek bazen şimdiki gibi meçhulde olabiliyordu. Bu yüzden kuralı bozmuş, kimsenin yapmayacağı farklı bir mücadele içine girmişti. Zaten yapacak başka bir şey de göremiyordu...

 

Yedi kilometre kadar yürümüş halen köy diye bir şey görünmüyordu.

Üstelik topraklı yol gittikçe daralmış, keçi yoluna dönmüştü.

Bir müddet sonra keçi yolu da bitti, karşısına tarlalar çıktı.

Tarlalar yeni sürülmüş dev tezeklerden başka bir şey görünmüyordu.

Artık geriye dönmek de bir adım ileri atmak da imkansız hale gelmişti.

Orada çaresiz öyle kalakalmıştı.

Kısa bir müddet sonra geldiği yönden bir katırlının geldiğini gördü. En azından nerede olduğunu ondan öğrenebilirdi. İyice yaklaştıktan sonra sordu.

-Buralarda köy yok mu?

-Aha! bu tarlaların sonunda bizim köy var.

-Peki, yolunuz yok mu?

-Yoo.

-Ee, nasıl gidip geliyorsunuz?

-Aha! bu katırlarla...

 

Üstündeki giysi neredeyse yamalarla tutturulmuş adam tarlanın içinde gözden kaybolurken, ne gibi bir meçhule girişin de ilk ipucunu vermişti.

Ama artık çok geçti, tarla da olsa ilerlemeliydi. Tablaya ve içindekilere zarar gelmeden o tezeklerden nasıl aşabilirdi?.

Daha on metre kadar gitmişti ki, tatlıların her biri bir tarafa savrulmuştu.

Üstelik tabla her hoplamasında bilek gücüyle inişini yumuşatmaya çalışırken ayrı bir efor sarfediyordu. Ayrıca tepeden vuran güneşin sıcağı dayanılır gibi değildi.

Her adım atışta tabla havaya uçuyor farklı yere çakılıyordu.

Tatlılar 300 kişilik horon ekibi gibi zıplıyor, balık sürüsü gibi bir tarafa yığılıyordu.

Bazen de Kuğu Gölü bale dansçıları gibi süzülüyor, havaya uçanlar geri düştüğünde hangi çağa ait olduğu bilinmeyen harflere dönüşüyordu.

Metin tablayı bazen itiyor, bazen de geri çekiyor adeta tezeklerin etrafında semazen olmuş dönüyordu...

 

Bir kaç saatlik uluslararası danslar ve oyunları icra ettikten sonra nihayet köy görünmüştü.

Haftalardır kara yüzü görmeyen tayfanın "Kara göründü!!!" diye bağırmasındaki duyguyu daha iyi anlamıştı.

Bir yandan "yolsuz köyümüz yok" diye yalan söyleyen yöneticilere kızıyor, buna bir anlam veremiyordu.

İşte yolsuz bir köy, hem de başkentin dibinde...

 

Zağer cinsi köpek gibi inleyen nefesi düzelmişti, dili iki karış dışarıda köye giremezdi.

Üstü-başı çamur banyosu yapmış gibiydi. Bir müddet kurumasını bekledi, sonra onları silkeledi, bir nebze temizlenmiş sayılırdı. Zaten gördüğü katırlı adam da ondan farklı değildi, en azından yamalı olmamasıyla bir adım önde sayılırdı...

 

Köyde tavuklardan başka canlı görünmüyordu.

Evlerin tamamı toprak ve bakımsızdı. 

Kahvehane olduğu belli olan bir harabe yapıya yaklaştı, içeride 20 kişi kadar vardı. İnsanların kılıkları dikkatini çekmişti, keçi yolunda karşılaştığı katırlı adam gibi hepsinin giysileri yamalarla meydana gelmişti. Üstelik yamalar o kadar eskiydi ki, renkleri solmuş, neredeyse tek renge dönmüştü.

Yoksul oldukları açıktı ama bu durum tatlı almalarına engel görmüyordu, çünkü bir tatlı parasını artık çocuklar bile beğenmiyordu.

 

Kahve benzeri harabe yapıdan tablanın başına geçmek üzere çıktığında gözlerine inanamadığı bir kalabalıkla karşılaştı.

Gelirken bomboş olan köyün meydanı şimdi insan kaynıyordu.

Herkes tablanın bir kaç metre uzağında meraklı gözlerle tablaya kenetlenmişlerdi.

Hepsinin kıyafetleri antik çağdan kalma yama, çul, çuvaldan ibaretti.

Oldukça bakımsızdılar.

Bakışmaların dışında koca o kalabalıkta çıt çıkmıyordu.

Tabla yüzlerce meraklı göz arasında uzay gemisini andırıyordu.

Bu durum karşısında Metin adeta donmuş gibiydi.

Aniden gelen bir ses bütün sessizliği bozuverdi.

-Hemşerim bu nedir?

-Tatlı.

-Hımm.

-Yenir mi?...

 

İşte şimdi her şey anlaşılmıştı.

Bu insanlar yoksul olmasının yanısıra tatlıyı bilmiyordu.

 

Metin bunun yenen bir şey olduğunu anlatırken, az ilerden bir ses geldi.

-Doğru, doğru, bu yenir, hem de çok gozel, askerdeyken arkadaşlar ısmaladıydı, ben gördüm.

 

Tatlının ne olduğu ispatlanmıştı ama kimse almamıştı.

Metin en yakında olana bir tatlı ikram etti, kanıt tamamlanmalıydı.

Adam tatlıyı yerken, onunla birlikte sanki tüm meydandakiler yiyordu, şapır, şupur, yutkunma sesleri yankı yapıyor, başka bir ses duyulmuyordu.

Metin'in içi burkulmuş, bütün duyarları zirveye çıkmış, gözlerine yansıtmasa da adeta hisleri ağlıyordu.

O esnada sekiz büklüm olmuş, yürüyecek hali dahi kalmamış bir ihtiyar biraz yaklaşarak Metin'e seslendi.

-Evlat, burada kimsenin parası yok, sen en iyisi hava kararmadan şehre dön.

İşte bu her şeyin bittiği andı, yolu olmayan köyün parası da yoktu. Bunu antik çağdan kalma insanları gördüğünde anlamalıydı. Artık kendine hayıflanmanın bir anlamı yoktu. Galiba ihtiyarın dediğini yapmalıydı.

Kendini tüyü yolunmuş tavuk gibi hissediyordu.

Aklından tavuk geçince bir anda bir fikir geliverdi.

Bu köyde bolca tavuk görmüştü, tavuk varsa yumurta da var demekti, öyle ise bir yumurtaya bir tatlı niye olmasındı, zaten ikisi de aynı paraydı.

En azından bir denemeliydi.

Bütün cesaretini toplayarak, kürsüden seslenen bir politikacı gibi nutuk çekmeye başladı.

-Ey ahali!, tarla demedim, çamur demedim, köyünüze geldim. Yola çıktığımda bir meçhule yol almıştım, şimdi o meçhul artık biliniyor, sizlerin tatlı yemeniz lazım, bu nasıl olacak derseniz, çok kolay, bir yumurtaya bir tatlı.

Metin daha sözünü bitirmemişti ki, ne olduysa o anda oldu.

O sakin,miskin duran köylüler arıların istilasına uğramış gibi her biri bir tarafa kaçışmaya başladılar. Koşanlar, itenler, çekenler,  birbirinin üzerinden atlamaya çalışanlar, sökülen yamalar, adeta havada uçuşmaya başladı. Sekiz büklüm olmuş ihtiyar dahi kendinden umulmayan çeviklikle koşmaya çalışıyordu.

Bir anda meydan boşalmış, insanların yerini toz bulutu almıştı.

Neler olmuştu, acaba kötü nutuk mu çekmişti?

Bu karışıklığa bir yandan anlam bulmaya çalışıyor, bir yandan da ter ile karışan tozun içinde çamurdan bir canlıya dönmüştü...

 

Çok geçmeden bu defa insanların meydana koşmalarıyla bir toz bulutu daha yükseldi.

Herkesin eli havada ellerinde yumurtalarla bana bir tane, üç tane diye bağırarak gelmeye başladılar.

Metin tatlı vermek için tablanın kapağını açmak zorundaydı ama bu toz bulutunun ortasında nasıl yapardı?

İnsanlar tatlı almak için tablayı itip çekerken, tabla köyün meydanında kaptansız gemi gibi dolanıyordu.

Bu arada tablanın üzerine gelen tozun, damlayan terin haddi hesabı yoktu, buna aldıran da yoktu.

Kısa müddet içinde tatlı bitmiş yerini yumurta almıştı.

Aynı anda köyün meydanında şapır-şupur sesleri koro eşliğinde yankılanıyordu.

300 tane tatlı bir müzik aleti olmuş, gark, gurk, curk sesleri ritm ve ahengi tamamlıyordu...

 

Bu arada karanlık çökmüş, tezekler ile boğuşma zamanı gelmişti.

Ama artık önemli değildi, yumurtayla da olsa tatlıyı satmış olmanın sevinci vardı.

Metin'in düşüncelerini meşgul eden yaşananlarla birlikte bu yok yoksulluğun nedeniydi.

Nasıl olur da bu kadar yok yoksul olunabilirdi?

Oysa gözün aldığı her yer ekili araziydi. 

Bunca bereketli topraklarda bunca yoksulluğun nedeni ne olabilirdi?

Üstelik erkeklerle birlikte kadınların hatta çocukların ellleri dahi nasırlıydı.

Geri dönüş hep bu sorulara cevap aramakla geçti...

 

Patronun evine geldiğinde gece yarısı olmuştu. Başından geçeni anlatma gereği görmedi, bir başka alay konusu olabilirdi. Uzun zamandır köy yumurtası yemediği için patron yumurta takasına sevinmişti. "On tanesini sen al gerisini getir" dedi.

Metin bunun üzerine kendinden gurur duymuş olarak tablanın kapağını açtı.

İşte o an gördüğü manzara karşısında dünyası başına yıkıldı.

Sap samanların arasına istiflediği bütün yumurtalar kırılmış, sarı, beyaz, toz, kabuk birbirine karışmıştı.

Tepsiyi fırından çıkarır gibi tabladan çıkardı yere bıraktı.

Birden üzerinde tepinmeye başladı. Tepinirken, yumurtalar başına sıçrıyor, tozun, çamurun ardından bu defa da yumurta banyosu içinde kalmıştı.

Ama ne olduysa aniden frene basar gibi durmuş ve gülme krizi gelmiş gibi kahkaha atmaya başladı.

Boşuna tepindiğini düşündü.

Amaç tatlıyı satmak değilmiydi, o halde yırtınmanın ne anlamı vardı?

Varsın yumurtalar kırılsındı, onu bir kaza olarak görmeliydi.

Oysa görevini yapmış olmanın hazzını yaşamalıydı.

Öyle de yaptı.

Banyo yaptıktan bir saat sonra uyanmak üzere yatağa geçti.

Başkentin dibinde insanların bu kadar yoksul oluşuna cevap arayarak uykuya daldı...

 

bilgivehis

 

tarihinde bilgivehis tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...