Jump to content

Beden kılcal damarlarla sarılmış, kornea mercek göz içi sıvı şeffaf ve damarsız tesadüf mü?


Recommended Posts

Biliyoruz ki bedenimizin neresine iğne batsa kan fışkırır.bedenin her tarafı kılcal damarlarla adeta örümcek ağı gibi sarılmış

gözün ışık giren kısımları hariç göz küresi göz akı dahil her tarafı irili ufaklı kan damarları ile sarılmış adeta 

 

ve yine biliyoruz ki  sadece kornea denilen en dıştaki saat camı gibi tabaka  ve ondan sonra ki odacık göz merceği mercek ile retina arasındaki göz içi sıvısı hepsi ama hepsi şeffaf

tek bir kan damarı ve kan yok.

 

travma ve kazalarda  göz içi kanamalar olduğunda  görme bu kandan etkilenir 

zira kanın kendisi kırmızı şeffaf olmayan bir sıvıdır şeffaf olmadığı için ışığı geçiremez kıramaz ve görme asla gerçekleşemez

 

mucizevi şekilde göz sistemi bu göz içi kanamaları hızla emer absorbe eder gözü temizler şefaff sıvı eski haline gelir ve görme netleşir

 

göz merceği serum şeklindeki şeffaf sıvıdaki besinler ile beslenir zira kan damarları yoktur.

 

biliyoruz ki göz merceği kaslar vasıtası ile uzak ve yakın ayarı yapar yani incelir kalınlaşır ve bu ayarlarla görüntüyü netleştirir

 

ancak göz küresi sonradan şekilsel olarak  uzayıp şişkinleşirse görüntü önde veya arkada oluşur

bu iki kusuru da ince kenarlı ve kalın kenarlı diye ayrı ayrı mercekler ile düzeltiliyor

oysa göz merceği zaten bu iki fonksiyonu tek başına yapabiliyor

ama göz küresi şekilsel bozukluğu yüzünden gözlükle yapay lensle düzeltilebiliyor

bu bir kusurdur hastalık değildir disease disorder defect farklıdır .

daha çokta modern dönem bozukluklarıdır

 

şimdi bütün memelilerde kendi cinsine gözüne göre göz merceği var ve normal görür

 

yani görüntü gerçek canlı mercek ile ratinaya tam düşer kusursuz görür

bu tesadüfe evrime devrime veriliyor

 

görüntü önde veya arkada oluşursa basit ince kalın mercekle gözlükle düzeltilse

ahanda buda bilimin fiziğin optik kuralların ışığın kırılma kanunlarının bilmem ne indisine göre bilimseldir ilimseldir

kendine başına olmaz 

 

yani cansız donuk ölü burnundaki gözlük ve mercekler ilimsel bilimsel filimsel

ama oda ne o canlı ortama göre değişebilen kanlı canlı merceğe gelince tesadüf  evrim devrim kendiliğinden falanda filanda

haydi ordan:)

aklın zerre var ise milyok kez bu  saçmalığı reddedersin

yoksa sana akıllı denmez

Allahu Ekber Allahu Ekber Allahu Ekber.

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Beyinsiz zombiler olarak sizin derdiniz elbette bir şeyler öğrenmek, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmeye çalışmak. 

Sizin vasıtanızla bu konuları samimi olarak merak eden insanlara faydası olur belki;

 

Alıntı

GÖZÜN EVRİMİ

akıllı tasarım varsayımının çöküşü

"Akıllı tasarım"cılar, "insan gözü gibi mükemmel bir yapının rastlantılarla ortaya çıkması mümkün değildir" derler.

Bu sözler, herşeyden önce, bilerek eksik söylenmiş sözler. Araştırma, düşünme, sorgulama yeteneklerini kaybetmiş insanları aldatmaya yarayan sözler. Evrim sadece rastlantı değildir. Rastlantılar da rol oynar ama önemli olan şu 3 öğe'nin birarada olmasıdır:
1) Canlıların yapılarını tekrar inşa edebilmelerini sağlayan, kopyalanabilen bir bellek (DNA/RNA).
2) Bu belleğin 100% hatasız olmaması ve kopyalama sırasında az da olsa hata oluşması (çoğalma sırasında örneğin). Bu hatalar böylece rastlantısal değişikliklere yol açıyor.
3) Doğal seçilim: bir canlı türüne avantaj sağlıyan herhangi bir değişiklik (çevresine daha iyi uyma, daha hızlı koşma, daha iyi görme... gibi) bu canlı türünün daha çok çoğalmasını sağlar. Tersine, bir avantaj sağlamaz ve yaşamını zorlaştırırsa bu canlılar daha az çoğalır. Doğal olarak, çok belirgin zararlı değişimler ölüme yol açabilir.

Başka bir deyişle, canlıların kötüden iyiye doğru gelişmelerini sağlayan şey mükemmellik değil, çoğalma sırasında DNAlarda oluşan hatalar. Bu hatalar doğa'nın "deneme" yapmasına olanak sağlar.

Bir canlıda hücreler devamlı yenilenir, hücreler devamlı ölür, yerine yenileri gelir (sinir hücreleri hariç). DNAlar kopyalanırken hata olması demek, DNAlarda oluşan hataların birikmesi demek. Böylece, hücreler yavaş yavaş işlevlerini kaybeder, yani yaşlanır. Yaşlanmanın sonu da ölüm. İnsanlar (ve diğer canlılar) bu yüzden ölümlü.

Kısaca, DNA'nın kopyalanması sırasında hata olmasa idi, Evrim olmazdı, Dünyada insan olmazdı, yaşlılıktan ölüm olmazdı.


İnsanın "mükemmel" gözü

Darwin, yaşadığı devrin sınırlı bilgileri ışığında, insan gözünün kusursuz yapısının Evrim sonucu oluşmasının zor olduğunu söylemişti. Gözün anatomisi, ışık almaçları, çeşitli türlerdeki gözlerin yapısı hakkında bilgileri sınırlıydı. Genetik'ten ise tamamen habersizdi. Optik alanında da uzman olmadığı için de bazı çok basit olayları anlayamadı. Bunu aşağıda gözün indirgenemez karmaşıklığı komedisi konusunda göreceğiz.

O zamandan beri bilim çok ilerledi, eksik olan bilgiler tamamlandı. .

(IMG:
http://img281.imageshack.us/img281/9567/insangoezuedl1.jpg)

Önce insan gözünün "kusursuzluğundan" başlıyoruz

İnsan gözünün ışığa duyarlı hücreleri, ışığa doğru değil, içeriye - beyne - doğru bakar. Optik sinirler retinanın ışığa dönük tarafından, ışığı keserek geçer, birleşir, gözü delip çıkar ve beyne gider. Bu sinirlerin çıktığı, gözün delik olan noktası kördür.

Bu optik sinirler ve retina beynin bir uzantısıdır, doğrudan beyne giderler. Bunu aklınızda tutun, daha sonra bahsedilecek.

Retina gözün arkasına öylesine gevşek bir biçimde bağlıdır ki (unutmayın ki sinirler, ışığa bakan ön tarafta; retinayı göze bağlayan bir şey yok!!!), insanın başına gelen şiddetli bir darbeyle retina yerinden ayrılabilir.

Kör noktanızı "görün"

Aşağıdaki siyah noktaya, sol gözünüzle bakın (sağ gözünüzü elinizle kapayarak). Kafanızı ileri-geri hareket ettirince, yaklaşık 30 cm uzaklıkta, kırmızı yuvarlak kaybolacak. Bunu yaparkan başınızı düz tutmaya dikkat edin.

Koskoca bir bölge kör, değil mi.

(IMG:
http://img281.imageshack.us/img281/7016/koernoktanieziegoerueneh5.jpg)

Bu insan gözü yapısı «tasarlanmış» olsa idi biz buna «akıllı tasarım» değil, «aptal tasarım» derdik. Ben bir işveren olsam, ve emrimdeki bir mühendis bana böyle bir görüntü alıcısı tasarımı getirse, kendisini kapının önünde bulur.

Biz şimdi, tasarım hatalarıyla dolu olan insan gözünü bir kenara bırakalım, ve yapı olarak mükemmele yakın olan ahtapot gözüne gelelim.

(IMG:
http://img184.imageshack.us/img184/9335/5ahtapotih6.jpg)

Ahtapot gözünün yapısında, insan gözünün yapısındaki "aptallıklar" yok. Sinirler gözün arkasından çıkıyor (retinanın önünden geçip ışığı kesmiyor), retina da gözün arkasına – sinirlerden ötürü – sıkı sıkıya yapışık. Kör nokta yok.

Burada akıllı tasarımcıların deyimiyle "mükemmel" olan insanın "mükemmel tasarlanmış" göz yapısının, ahtapot gözüyle karşılaştırıldığında ne kadar "aptal bir tasarım" olduğunu görüyoruz.

Bu neden? Cevabı gayet basit. Evrim ufak adımlarla ilerler. Değişimler 100 milyonlarca yılda olur. En önemlisi, bu değişimlerin, sonunda nereye varacağını bilen bir bilinç yoktur.

Evrim ufak adımlarla ilerlediği için de, 500 Milyon yıllık gelişmeden sonra geri dönüş olamaz. Bu durumda geri dönüş, kötüye gidiştir ve organizmanın yok olmasıyla sonuçlanır. Organizma, imkanlar elverdiğince, ufak adımlarla gidebildiği kadar iyiye gitmek zorunda. Çıkmaz bir yolda olsa da.

500 Milyon kadar yıl önce göz evrimleşirken, yumuşakçalarda, böceklerde, omurgalılarda başka başka yollar izlemiş. Omurgalılarda ters bir yola girmiş, sinirler arkadan değil, önden gelmiş retinaya. O zamanın basit, bulanık gösteren gözleri için bu sorun değildi tabii. Gözler daha iyiye doğru geliştiğinde ise bu yolun çıkmaz yol olduğu ortaya çıktı. Doğada "çıkmaz yol" diye işaretler yok, ne yapalım. Yolun sonuna geliniyor şimdi. Önde bir duvar var. Retinalar çarpmalarda ayrılır, sinirleri beslemek için önde oluşan damarlar yaşlılıkta körlüklere neden olur, vbvbvb.

Bu yazını sonunda "mükemmel göz yarışması"nda şampiyonun kim olduğu görülecek. Tabii ki bir omurgalı değil.

Belki omurgalıların ilkel atalarından birinin gözlerinin nasıl olduğunu merak edersiniz. Haydi, şöyle pek fazla düşünmeden omurgalıların ilk ortak atalarından olan yassı kurtçukların (planaria veya platyhelminthes veya flatworm) gözlerine bakalım.

(IMG:
http://img184.imageshack.us/img184/5041/planar1na8.jpg)
(IMG:http://img184.imageshack.us/img184/4364/planari4wk4.gif)

Ne görüyoruz? Böyle rastlantı olabilir mi? Omugalıların ortak atasında, gözlerde sinirler ters yönden geliyor. Yuvarlak, merceksiz bir çukur, sinirler çukurun önünden içeri giriyor (ışığı keserek).
Bu hata, insan gözünün yapısındaki hatanın aynısı. Hatalı omurgalı gözlerine giden yolun başı.


Ne dersiniz, bir tasarımcı bilinçsiz olabilir mi?

Evrim sırasında girilen yanlış yollarda geriye dönüş yok. Ancak yanlış bir yolda olabildiğince iyiye doğru gidiliyor.

Gözün indirgenemez karmaşıklığı komedisi


İlk yapılan foroğraf makinaları, önünde delik olan kapalı bir kutu şeklinde idi (kamara=oda). Kamera sözü buradan gelir. Deliğe de «iğne deliği göz bebeği» denir.

Bu ilkel fotoğraf makinalarında öndeki delik ne kadar büyükse görüntü o kadar bulanık, ama giren ışık o kadar da fazla olur. Burada dikkatinizi çekmek istediğim olay, bu yapının basitliği: arkasında ışığa hassas bir kağıt ve önünde ufak bir delik olan boş bir kutu. O kadar.

(IMG:
http://img182.imageshack.us/img182/521/kamarakz0.jpg)

Böyle bir fotoğraf makinasıyla çekilen resim:

(IMG:
http://img182.imageshack.us/img182/1539/pinholecameraimageko0.jpg)
http://unblinkingeye.com/Articles/PinCam/pincam.html

Bu arada kısa bir bilgi: Bu optik olayı önce Basra doğumlu Ibn al-Haitham (965-1040), 1000 yıllarında betimlemiş. İranlı, şii müslümanlardan, matematikçi, fizikçi, optikçi, astronom.
İslama rağmen bilim yapılmış zamanında, ama çöpe atılmış. Batı dünyası tabii sonradan sahip çıkmış buna.


Neyse, önemli olan Darwin'in bu optik olaylardan haberi olmadığı için, görüntü almaçlarının çok basit olabileceklerini atlamış olması.

Şimdi en basitinden başlayarak gözün nasıl gelişebileceğine ve doğadaki örneklere bakalım.

Işığın yönünü belirleyebilen ışık almaçları

İlk gözler, ışığa hassas bölgeler. Burada göz yerine ışık almaçları sözünü kullanmak daha doğru. Bu bölgeler çukurlaşarak, yukarıdaki kamara'ya benzeyen "gözler" oluşmuş. Bu gözlerin ilkel olanları görmeye değil, ışığın yönünü bulmaya yarıyan, ışığa hassas çukurlar.

Işığın yönünü bilen bir deniz hayvanı ne tarafta yosun yani yiyecek olduğunu bulabilir; yosunlar her bitki gibi güneş ışığı ile beslenir çünkü. Bu tip çukur bir ışık almacı olan bir deniz kabuklusu böylece çok büyük bir avantaj elde eder.

(IMG:
http://img86.imageshack.us/img86/5929/1dizkapagiemidyesikamarrw4.jpg)

Bu yapının biraz daha gelişmiş olanı:

(IMG:
http://img86.imageshack.us/img86/4524/2beyrichinyariekkabuklusy4.jpg)

Biraz daha ileri aşamada ise görme başlıyor. Odacıklı Nautiluste «iğne delikli kameranın» tıpatıp bir benzeri var. Bu göz çok basit olsa bile basit şekilleri ayırdedebilecek kadar gelişmiş.

(IMG:
http://img182.imageshack.us/img182/9995/kamara3sz7.jpg)

(IMG:http://img86.imageshack.us/img86/3860/3odacieklienautilusnautkq2.jpg)

Bu evrim tabii ki bilinçli bir şekilde değil, çukurlaşan ışık almacı olan canlıların avantaj yakalayıp daha iyi çoğalmasıyla, yani doğal seçilimle olur.
En basit, ışığa duyarlı bir çukur bile göz işlevini görüyor. Bu yavaş yavaş evrimleşip basit bir görüntü almacına dönüşebilmiş. Bu gelişme sürecinde hiç bir ekleme, karmaşıklığın artması söz konusu değil. Sadece çukur biraz daha genişliyor, öndeki delik ufalıyor. Oluşan yapı, çarpıcı olarak, insanların deneye deneye buldukları en ilkel fotoğraf makinasının tıpatıp eşi.


Sonuç: göz, "indirgenemez karmaşıklıkta" değildir. Çok basit, merceksiz, korneasız, iris'siz, gözkapaksız, netlik ayarı olmayan, dışarıya açık ... yapılar göz işlevini görebilirler.

Gözün "indirgenemez karmaşıklığı" uydurmadır.


Şimdi de en basitinden mercekli bir göz. Bu da kabuklular ailesinden. Odacıklı Nautilus'ün gözüne çok benziyor. Farkı, deliğinin kapalı olması ve bir mercek.

 

Mercekli gözler

Daha gelişmiş canlılarda gözlere eklenen bir öğe var: kristalin mercek. Bu nereden geldi? Bir "rastlantı" bunu oluşturabilir mi? Bunlar herkesin sorabileceği sorular.

Doğada bir sürü madde fotonları elektrik akımına dönüştürür (hemen hemen bütün yarı iletkenler, klorofil, opsin..). Işık almaçları, doğrudan doğruya beynin sinir hücrelerinden gelişen yapılar.

Genelde sinir hücreleri, sadece elektriği iletmekle kalmıyor, çeşitli işlevler için duyu organları da oluşturuyor: görme, işitme, denge... Çok ilkel yaratıklarda bile denge organları, yerçekiminin yönünü belirleyen organlar var. Bu organlar da doğrudan sinir hücrelerinden gelişiyor.

Hayvanlar aleminde tulumlular diye çok ilkel, çok basit canlılar var. Bazıları deniz anasına benzer, suda yüzer, bazıları denizin dibine yapışık yaşar. Bunlar aynı zamanda çok az gen'e sahip canlılar. Yüzen bir sindirim sisteminden başka bir şey değiller diyebiliriz. Araştırmacılar, bu canlıların basitliklerinden ötürü üzerlerinde çok çalıştı. Bu basitliklerine rağmen sinir sistemleri, çok ilkel gözleri de var.

Tulumluların bir kaç çeşidi var. Deniz dibinde tutunan (larva yüzüyor sonra bir yere yerleşiyor), ve yüzen tulumlular. Yüzen tulumlularda göz, daha doğrusu ışık almaçları var. Deniz dibinde tutunanlarda ise sadece yüzen larva durumundayken var. Bu gözler, anlaşıldığı kadarıyla yüzücü tulumluların gece ve gündüz arasındaki farkı anlayıp kendilerini yiyecekleri olan planktonlara göre ayarlamalarına yarıyor. Planktonlar, gece ve gündüz farklı derinliklerde gezer, bu tulumlular da onları takip eder.

(IMG:
http://img219.imageshack.us/img219/2051/tulumluzo1.jpg)
(IMG:http://img219.imageshack.us/img219/4290/medusesalpsal7.jpg)
Uzmanlar tulumlu'ların sinir sistemlerinde bir protein keşfetti. Bu protein yerçekimini algılamaya yarayan organın bir bölümünü oluşturuyor.

Bu protein bir kristalin türü. Tulumlular ise göze sahip olan en ilkel organizmalardan.

Aşağıdaki resimler tulumlu larvalarında denge (yerçekimi yönünü tayin) organlarını gösteriyor (ok). Sinir hücrelerinden oluşan yuvarlak torbalarda saydam bir proteinden (kristalin) oluşan yuvarlak bir top:

(IMG:
http://img219.imageshack.us/img219/2333/statolith1tunicatemb8.jpg)
(IMG:http://img219.imageshack.us/img219/5407/statolith2tunicatesz6.jpg)

Tulumluların akrabası deniz anası larvasında denge organı
(IMG:
http://img219.imageshack.us/img219/8855/statolith1jellyfishfe0.jpg)

Tulumlularda, sinir hücrelerinden bir kısmı kristalin üretip denge organı oluşturuyor. Bu organ yuvarlak bir torba içinde bir saydam küre. Sinir hücrelerinden diğer bir kısmı çukurlaşarak görüntü almacı (göz) oluşturuyor.

Bu organizmada, görüntü almacı oluşturan sinir hücreleri bir mütasyonla kristalin de üretebilir. Zaten genlerde var.

Bu tulumlular, aynı zamanda ne, biliyor musunuz?


Omurgalıların ortak atası.

Neymiş; omurgalıların ortak atası olan tulumluların sinir hücrelerinde "iğne delikli göz" ve "kristalin" üretme genleri ayrı ayrı işlevler için ayrı ayrı organlarda aktif oluyormuş. Bu genler hepsinde var, unutmayalım.

- Denge organları kapalı bir torba içinde küre şeklinde bir kristalin.
- Gözler, ucunda bir delik olan bir çukur.

Bu organların oluşmasını kontrol eden genler beraber aktif olduklarında ortaya ne çıkar? Bir mütasyon sonunda mesela;

Beraber söyleyelim: 
m.e.r.c.e.k.l.i. g.ö.z.

Bir başka önemli nokta, gözümüzdeki mercek, tesadüfle saydam olan bir mercek değil. Baştan beri saydam. Çok uzak atalarımız olan tulumlulardaki saydamlığını korumuş.Yani denizanaları ve tulumlular saydam olmasalardı belki bizim böyle mercekli bir gözümüz olamazdı. Delikli bir çukurla idare ederdik o zaman.

Yaratılışçıların anlaması için açıklama: bilinçli olduğundan saydamlığını korumuş değil. Göz kristalinleri saydamlığını kaybedenler kör olup çoğalma şanslarını yitirdikleri için.


Böylece, ufak bir rastlantı (mütasyon), iki organın oluşumunu kontrol eden genleri aynı anda aktif olmalarını sağlayarak, yuvarlak, saydam bir merceği olan, torba şeklinde kapalı bir gözü oluşturablilir.
Bu rastlantı, organizmaya bir üstünlük sağladığı için de organizma daha iyi çoğalır, mütasyon kalıcı olur.


Bunlar şimdilik varsayım (hipotez). Ama o kadar basitleştiriyor ki işleri, ve o kadar da akla yakın ki, yakında doğrulanacağından eminim.

Son durum:

Evet, yukarıdaki yazıyı yazdıktan sonra, eylül 2005 te yazılmış bir yazı buldum:
http://www.medicalnewstoday.com/medicalnews.php?newsid=31008

The researchers also found that, remarkably, expression of the sea squirt crystallin gene is controlled by genetic elements that also respond to the factors that control lens development in vertebrates

Araştırmacılar, omurgalılarda göz merceğinin oluşumunu kontrol eden genetik elemanların, tulumlularda (sea squirt) kristalin'in (denge organındaki top) oluşmasını da kontrol ettiklerini buldu.

Artık şüphe yok.

 

Gözlerimizdeki kamçılılar.

Bir şey araştırılırken en önemli nokta "sorunun doğru sorulması". Soru doğru sorulursa, iş çok kolay. Bu demek ki, soru sormadan önce de insan düşünmeli.

Tüm canlılar için ışığın çok büyük önemi var. Okyanus dibindeki sıcak su kaynaklarını ve bazı mağaralarda kimyasal enerjiyi kullanarak yaşayan canlıları saymazsak, enerji güneş ışığından geliyor. İlkel dünyada, ışık olan yerlerde tek ve çok hücreli yosunlar büyüyor. Onları bulmak ve otlanmak için tek ve çok hücreli hayvanların da ışığa doğru gitmeleri lazım.

İlkel hayvanlarda sinir sistemi yok, veya çok önemsiz. Bu demek ki sinir sistemi oluşmadan da ışık almaçlarının oluşabilmesi ve kullanılması lazım.

Bu düşüncede önemli olan 2 öğe var: ışığa duyarlılık ve hareket.
Başka bir deyişle, ilkel organizmalarda ışığa duyarlılıkla hareket mekanizmalarının yakın ilişkilerinin olması gerekiyor. 

soru:
İlk ışık almaçlarının işlevi ne idi?
cevap:
Işığa doğru gitmek, veya ışıktan kaçmak.

İlkel canlılar için bu çok önemli. Enerjisini güneşten aldığı ışıkla üreten, klorofil taşıyan canlılar için, ışığa gitmek beslenmek demek. Otçullar için ışığa doğru gitmek, yiyeceğin bol olduğu yere gitmek demek. Korumasız bir larva için de ışıktan kaçmak, kuytu bir yerde saklanabilmek demek. Yönünü ışık almaçları ile belirleyen bir canlı, ötekilere göre büyük bir avantaj yakalıyor.

Işık almaçlarının ilk işlevi: ışığın yönüne göre hareket.

soru:
Işığa göre hareket etmek için ne gerekiyor?
cevap:
Hareketi sağlayan öğelerin ışığa duyarlı bir öğe tarafından kontrol edilmesi.

Hareket tek hücrelilerde kamçı veya kıllar tarafından sağlanıyor.

Tek hücreliden bir örnek: Euglena

(IMG:
http://img227.imageshack.us/img227/6987/euglenaeng0jf.jpg)
http://biocab.org/Euglena_Fig.html

Burada ışık almacının yapısı çok basit: ışığı geçirmeyen (bize renkli görünen) bir boyalı nokta.
Hemen arkasında ışığa duyarlı bir bölge.
Bu yapının işlevi, ışığın yönünü belirlemek. Boyalı noktanın gölgesi ışığa duyarlı bölgeye düşünce ışığın yönü belli oluyor.
Ve bu iki öğe, hemen kamçının dibinde. yani kamçının hareketini kontrol eden yerde.
Kısaca, ışığın yönü doğrudan doğruya kamçının çalışmasına etki ediyor.
İşte ışığın yönüne göre hareketi sağlayan çok basit bir düzenek.
Ne sinir sistemi, ne beyin gerektiriyor. Çok basit bir kontrol mekanizması.


İlkel çok hücrelilere geçelim.

Burada da aynı şey.İlkel çok hücrelilerden denizanalarının larvaları arasında sinir sistemi olamayan ve yüzme yönü ışığa duyarlı kamçılı hücreler tarafından kontrol edilenler var. Burada kamçılar, hareketi sağlama değil, dümen işlevini üstlenmiş.

(IMG:
http://img227.imageshack.us/img227/2769/jheredesi027f10ht3gm.gif)
http://jhered.oxfordjournals.org/cgi/content/full/96/3/171

Bütün ışık almaçlarında ortak bir özellik var. Işığa duyarlı molekül olan Rhodopsin, hücre zarında. Işığa duyarlılığın artması, bu molekül sayısının çoğalması ile oluyor. Bu da hücre zarının büyümesi ile, yani, hücre yüzeyinin artması ile oluyor. Bütün ışığa duyarlı hücreler bu evrimden geçmiş. Hücre zarı kıvrım kıvrım olmuş, yani Rhodopsinin bulunduğu hücre yüzeyi artmış.

Aşağıda bu hücre tiplerinden örnekler. Kamçı kalıntılarına dikkatinizi çekerim.

(IMG:
http://img227.imageshack.us/img227/126/receptordivlg8ua.jpg)


Omurgalı gözlerindeki ışığa duyarlı hücreler.

Omurgalı (ve tabii insan) gözlerinde de ışığa duyarlı hücreler (çomakçık ve koniler) kirpiksi hücre tipinde. Aşağıdaki resim bir omurgalı gözündeki ışığa duyarlı çomakçık hücresinin kesiti. Işığa duyarlı bölgenin hemen dibinde, tek hücrelilerde suyu itip hareketi sağlayan kamçının eksiksiz bir kalıntısı var (cillium) ... 

(IMG:
http://img321.imageshack.us/img321/4035/eyerodstructure4wk.jpg)
http://education.vetmed.vt.edu/Curriculum/...EYE/RODCONE.HTM

Senin, benim, onun....gözlerimizdeki ışığa duyarlı hücrelerde, ilkel atalarımızın ışığa doğru gitmelerini sağlayan kamçıların kalıntıları var. Neye yaradıkları belli olmayan, belki de artık hiçbir işe yaramayan kamçı kalıntıları.

Ne dersiniz, Evrim kuramına saçmalık denebilir mi?


ek bilgi için:

http://pharyngula.org/index/weblog/comment...d_ciliary_eyes/
http://www.bioinformatics.org/oeil-couleur/dossier/book.pdf
http://pages.unibas.ch/diss/2004/DabsB_6788.pdf
http://jhered.oxfordjournals.org/cgi/content/full/96/3/171

 

"Mükemmel göz" yarışması.

Kazanan: kabuklulardan mantis-shrimp, veya crevette-mente, veya peygamberdevesi-karidesi (kelime kelime çevirisi bu, ne yapayım).

http://en.wikipedia.org/wiki/Mantis_shrimp

http://www.nwf.org/nationalwildlife/articl...&articleID;=1114

(IMG:http://img186.imageshack.us/img186/7228/mantisshrimp2dr4.jpg)

40 cm'ye varabilen bu «karides» in gözleri dünyanın harikalarından.

Davranışlarını da okuyunca, kendisi de dünya harikalarından.

Gözleri: bileşik gözlerden, her gözde 10,000 gözcük var.

Kızıl ötesi ve mor ötesi ışıkları da görüyor. Bazı türlerde çeşitli renkleri ayırdedebilen 12 değişik almaç (bizde 4) ve bizde olmayan 4 çeşit polarize ışığı gören almaçlar da var (etti 16), İki göz de ayrı ayrı çalışabiliyor, aks'ının etrafında dönebiliyor, ve birbirinden bağımsız olarak derinliği algılayabiliyor (bizde 2 gözün beraber çalışması gerekli). Dünyanın bilinen en karmaşık renkli görme organları.

Bunların avları ufak, çoğunlukla saydam, hızlı yüzen canlılar. Bu gözler bu ortamda yaşayan bir avcı için gerekli olduğundan bu kadar gelişmiş.

Müthiş bir avcı. Kıskaçlarının saniyede 23m (evet metre) lik bir hızı var (ses hızının 15te biri). 2 cm'lik bir vuruşu saniyenin binde birinde yapabiliyor demek bu. Öyle ki hızdan suyun içinde kavitasyon (hava kabarcıkları) oluşuyor. Avlarının hiç bir şansı yok. Bir tanesi 1998de bir akvaryumun 8mm lik camını kırmış. Tek başına ayrı bir akvaryuma alıp adını Tyson koymuşlar.

Dalgıçların bunlara koyduğu bir isim de ne olduklarını belli ediyor: "başparmak doğrayıcı"!!!!!

Kendi aralarındaki ilişki de okumaya değer:

Komşularını tanıyorlar, eşlerine kur yaparken fosfor gibi parlıyorlar, bazı türler 20 yıl aynı eşle, aynı delikte yaşıyor, yumurtlarıyla ortaklaşa ilgileniyorlar... Öyle 4 eş, cariye mariye almak yok. Tek eşli.

Müthiş, müthiş.

 

Gözler, Evrimin doğaçlamaları.


(IMG:http://news.nationalgeographic.com/news/2007/03/images/070323-owl-picture.jpg)
(IMG:http://img347.imageshack.us/img347/3262/eyesuperiy3.jpg)
(IMG:http://img332.imageshack.us/img332/2030/eyecatrn1.jpg)
(IMG:http://img332.imageshack.us/img332/553/eyeflyws6.jpg)
(IMG:http://img184.imageshack.us/img184/6818/eyemidyexl7.jpg)
(IMG:http://img254.imageshack.us/img254/8026/eyespidervd6.jpg)
(IMG:http://img184.imageshack.us/img184/967/eyebughb7.jpg)
(IMG:http://img184.imageshack.us/img184/9424/eyeoctopusnp5.jpg)

 

hacı'nın bir çalışması:

Darwin türlerin kökenini doğal seçimle açıklamaya çalışmıştı... Darwin zamanında kalıtımın nasıl başarıldığı bilinmiyordu. Genler bilinmiyordu. Yaşamın temelinin moleküler olduğu hakkında en ufak bir bilgi yoktu. Darwin’e göre bir hayvan türü, başka bir hayvan türünden çıkıyordu. Doğal seçilim dışında bunun temel mekanizması meçhuldü. Bugün bu konuda çok şeyler biliyoruz. Buna yalnız hayvanların nasıl türleştiği değil, yeni vücut planlarının nasıl ortaya çıktığı da dahil. Evrim kuramının battığına inananlar utansın...

Dünyada milyonlarca bitki ve hayvan türü var. Onların tümünün tek bir atadan çıkmış olabileceğine inanmak zor olabilir. Ama deliller açıkca bütün canlı varlıkların bundan 4 milyar yıl kadar önce yaşayan tek bir canlı türünden çıktığını göstermektedir. Bu delillerin en önemlisi genetik şifrenin bütün canlılarda aynı olmasıdır., İkinci önemli delil ise mevcut bütün proteinlerin ışığı sola kırmasıdır. Enzimler yalnız ışığı sola kıran proteinleri katalize ederler. Işığı sağa kıran proteinler de vardırlar ama onlar canlıların yapısına katılmazlar. Çünkü enzimler, ışığı sağa kıran proteinler üzerinde etkili değillerdir.

Canlılar arasında buna benzer daha birçok ortak paydalar ve benzerlikler vardır. Bu benzerlikler genomu da tutmaktadır. Bazı genler arasında şaşırtıcı benzerliklerin olduğu gözlemlenmiştir. Dört milyar yıl içinde onlar fazla değişikliğe uğramadan korunmuşlardır. İnsandan sineğe, yumuşakcalardan kuşlara kadar her hayvan türünde aynı genlerin bulunması evrimin bir gerçek olduğunun en kesin kanıtıdır.

Bu sayfalarda önce gözün evrimine kısaca değinmek istiyorum. Bunun için ilk canlıya gitmeye gerek yoktur. Doğa gözü Cambrian patlaması denen çağdan birkaç yüz milyon yıl önce keşfetmiştir. Yani canlılar aşağı yukarı 700 milyon yıldan beri görmektedirler.

Her doğal etkinlik gibi görme de bazı genlerin varlığına gereksinim gösterir. Hayvanlarda mevcut gözlerin anatomik yapısını yakından inceleyince bu genlerin birbirlerinden çok farklı olması gerektiği gerçeği ile karşı karşıya kalırız. Bunun aksini düşünmek çılgınlıktır. Sineklerdeki kompound gözle, insanlardaki sofistike gözün aynı genler tarafından dizayn edildiğini ileri sürmek çılgınlıktan da öte, insan sağ duyusu ve mantığı ile bağdaşmamaktadır diye düşünebilirsiniz. Ve öyle düşünmede elbette haklısınız. Gerçekten bu genler farklıdırlar..

Sinek gözü kaynağını ommatidium denen göz birimlerinin hayali bir disk etrafında dizilmesinden ortaya çıkar. Böyle bir mekanizma ile görüntüleri izleyen yüzlerce küçük ve ilkel kompound göz ortaya çıkmıştır. Sefalopodlarda göz varlığını müşterek bir kaynağa borçludur. Retinanın ve lensin gelişip, birleşmesi ile ortaya çıkar. İnsanda göz diensefalon denen beyin yöresinin ileri (öne) doğru gelişerek önde yer alan ektoderm (deri) ile temasa gelmesi sonucu ortaya çıkar.

Bu gözlemler ışığında yakın zamanlara kadar gözün farklı ve bağımsız bir kökeni olması gerektiği üzerinde fikir birliği vardı.

İnsanda doğuştan kazanılan ilginç bir sendrom vardır. Bu hastalıkta bebekler gözsüz, yüz ve başı tutan anomalilerle birlikte doğmaktadır. Bu hastalar üzerinde yapılan genetik moleküler incelemeler, PAX6 geninin mutasyona uğramış olduğunu göstermiştir. Bu mutasyon her iki alleli birden tutuyorsa, yukardaki sendrom ortaya çıkmaktadır. Hastalığın yalnız bir alleli tutan heterozigot şeklinde ise iris (güzün rengini veren ve daralıp, genişleyen doku) gelişememektedir.
Bu sendromun fareleri ve böcekleri tutan şekli de vardır. PAX6 genindeki mutasyonun homozigot olanında farelerin yavruları gözsüz ve burunsuz doğmakta ve doğumdan sonra yaşamamaktadırlar.

Aynı sendrom böceklerde, örneğin meyva sineğinde, küçük göze veya gözsüzlüğe neden olmaktadır.

Vertebralılarda ve insektlerde bu göz anomalilerinden sorumlu genin müşterek olduğu saptanmıştır.

Bu gen PAX6 olarak bilinir. Meyva sineklerinde PAX6 geninin şifrelediği protein, insan PAX6 geninin şifrelediği proteine yüzde 94 benzemektedir. Böceklerde ve vertebralılarda gözün gelişmesinden bu gen sorumludur.

Bu nasıl olabilir? İnsan ve sinek gözü arasında mevcut anatomik farklılıkları aynı genle açıklamak mümkün müdür?

Sineklerde yapılan yoğun araştırmaların sonunda PAX6 geninin gözün yapımını sağlayan gen olmadığı, sadece o genlere bağlanarak onların etkinliklerini sağladığı anlaşılmıştır. PAX6 gen ürünü için transkripsiyon faktörü terimi kullanılır.

Bütün hayvanlar alemi aynı transkripsiyon faktörünü kullanarak gözlerin yapımını denetlemektedir. Her ne kadar direkt olarak gözlerin yapımını sağlayan genler farklı ise de, hayvanlar aleminde onları yalnız tek bir transkripsiyon faktörü denetlemektedir. Bu faktör olmadan göz genleri spesifik göz dokusunun ortaya çıkmasını sağlayamamaktadırlar. Bu transkrisiyon faktörü o genlere bağlanarak onların hayvan türü için gerekli spesifik nitelikleri içeren gözü yapmasını sağlamaktadır.

Gözün gelişmesini sağlayan temel gen ürünleri 800 milyon yıl hemen hiç değişmeden varlıklarını sürdürmüşlerdir. Her ne kadar gözün hayvanlar için gerekli spesifik anatomik yapısını sağlayan genler ayrı iseler de, onlar yalnız tek bir faktörle koşullandırılmakta ve göreve davet edilmektedirler. Bütün hayvanlar aynı transkripsiyon faktörüne yanıt vermektedirler. Onlar olmadan hiç bir hayvanda göz gelişememektedir. Görüldüğü üzere tek başına hayvan için spesifik göz genlerinin bulunması yetmemektedir. O genler ortak olarak paylaşılan bir faktör olmadan görev yapamamaktadırlar..

Görme fonksiyonu açısından sinekler ve insanlar ve bütün hayvanlar yakın akrabadırlar..

Doğa gözü bir kere keşfetmiştir.

Çeşitli hayvanlarda mevcut farklı anatomik dizaynlar aynı temanın varyasyonlarından ibarettirler.

Her ne kadar bu anatomik dizaynlar farklı genlerin ürünü iseler de, o genlerin de müşterek bir atadan farklılaşmış olduklarını tahmin etmek mantıksız değildir. Çeşitli hayvan türlerinde farklı anatomik strüktürlere sahip ama, aynı görevi gören organları oluşturan genlerin farklı olması doğaldır. Genler bunu mutasyona uğramakla veya diğer çeşitli yöntemlerle değişerek, başarmışlardır.

Bütün bu farklı gözleri oluşturan genlerin sinekte ve insanda ve ikisinin arasındaki bütün hayvanlarda, aynı regülatör gene bağımlı olması, doğanın ilginç ve akılsız tasarımlarından biridir.

HACI

 

 

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

değerli kardeşlerim şunu bilmeliyiz ki 

 

güneşi bir göz gibi gök yüzüne yerleştiren ışık kaynağı ve gündüzde görücü kılan kim ise 

senin yüzüne  güneş gibi iki gözü yerleştiren de katiyyen O' dur

 

çünkü göz ile görme  ışık ve güneş arasında kopmaz koparılmaz bir irtibat vardır

 

nasıl ki güneş ile dünya arasında  ve gözün ile güneş arasında bir engel koymamış misal istese ayı veya daha büyük gezegeni dünya ile güneş arasına koyar 

dünya sürekli gölgede gecede kalır hiç bir zaman göremez ısınamazsın hayat biter gider(ay tutulmalarında gündüz geceye döner)

ve o gökyüzünü  adeta gözün merceği gibi şeffaf kılmış ki ışık gelebilsin dünya aydınlansın ısınsın gözde görsün iş yapsın

 

ve nasıl ki yaşlılıkta katarakt bir beyaz bulut gibi gözüne perde olur  o şeffaflık bozulur görmen etkilenir

 

aynen böylede o şeffaf gökyüzünü katarakt gibi bulutlarla daimi sarar adeta gündüzü geceye çevirir(bulutlu yağmurlu zamanlarda güneş görünmez hava kararır insan sıkılır açık gök yüzüne güneşe hasret kalır stresse girer)

 

 

aynen böylede geceyi dinlenme sakinleşme uyuma dilimi kılmış ve gözler kapanır karanlık gece siyah bir battaniye bir yorgan gibi üzerine örtülür mışıl mışıl uyursun

sabah dünyanın gözlerini güneşe açması ile sende uyanırsın.

 

ilahi hikmet nasıl ki gece gündüzü münavebeli hikmetli kıldığı gibi gecici yer değiştirdiği gibi

gök yüzündeki bulutları da adeta gözün üstün örten çapağı silip süpürdüğü gibi  rüzgar  süpürgesi ile süpürür güneş ile göz dünya ile güneş arasındaki perdeyi kaldırır o gül yüzlü güneş  sıcak yüzünü gösterir gök yüzü tüm genişliği berraklığı ile açılır insanında gözü gönlü açılır.

 

insan fazla ışıkta göremediği gibi az ışıkta ta göremez 

güneş ışığının görebilecek frekans ve yoğunlukta olması  hassas ayardır

 

 

dikkat ile bakmakta hikmet ile nazar etmede  faydalar vardır.

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hastir ordan geri zekalı manyak...

 

Gözün içinde neden sıvı dolu, böyle saçmasalak bir işe ne gerek var ki ?

Neden gözündeki salak gibi ön taraftan çıkıp görüşü enegelliyor?

Kör notka denen absürt salak iş neden var?

 

Göz, kendi başına salak tasarımın, beyinsiz dangalak, hiç bir bok bilmeyen şapşal bir yaratıcının ispatıdır. 

 

Böyle dangalak bir yaratıcya da, sen gibi geri zekalı manyaklar tapar zaten.

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Gözün anatomisine kısa bir göz atalım. Orada ne görüyoruz?

Göz bir fotoğraf makinesine benziyor. Ön kısmı ışık geçiren ve kornea denen şeffaf bir dokudan oluşmuş. Işığı kıran lens de şeffaf. İris göze koşullara uygun gereken miktarda ışık girmesini sağlıyor. Vitröz cisim aslında gözü dolduran bir sıvı. Gözün arkasında ışık sinyallerini alıp beyne götüren ve retina denen bir tabaka var.

 

Gözün ön tarafı şeffaf olmasaydı, ışık arka tabakası olan retinaya ulaşamazdı ve görmek mümkün olamazdı. Çağdaş göz ilkel gözün her hayvanda evrilmesi sonucu ortaya çıkan bir organdır. Bu evrimde mekanizma doğal seçilimdir. Doğal seçilimde var ve yok olmak izere iki seçenek vardır. Gözün bütün dokuları bu mekanizma ile gelişmişlerdir. Şeffaf olması gerekenler ne kadar şeffafsa göz o kadar iyi gören bir organdır ve evrimsel olarak onlar yeğlenmişlerdir. Vitröz cisimde damarların olmamasının ve kornea ve lensin şeffaf proteinlerden oluşmasının nedeni de budur.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Allah olsa damarlı veya saydam olmayan şekilde yaratırdı ve yinede mükemmel şekilde görürdük, ne kör nokta olurdu ne de miyop/hipermetrop gibi göz problemi.

Gözün kusurları, damarın göze uymaması vb. bunlar natüralist görüşün doğruluğunu kanıtlar, teist görüşü çökertir.. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, Abdülmalik yazdı:

Allah niye gözün bir kısmını damarsız yaratmış ki?

Damarlısı olmamış demek ki.

Bu kadar basit.

 

Aslında milyonlarca yıl önce damarlısı da olmuş. Hatta göz mikroskopla incelenirse arada bir vitröz cisimde damar atıkları ile karşılaşılmaktadır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Konu sahibinin tee ayağına kadar getirilen bu kadar değerli bilgileri okuduğunu veya umursadığını mı zannediyorsunuz ?

Günlerden beri yaptığı resmen İslam misyonerliği.

Kötü birisi olduğunu zannetmiyorum ama saf olduğu muhakkak.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...