Jump to content

Recommended Posts

Ateistlerin en temel iddiası maddenin sonsuzdan beri var olduğu ve tüm canlı-cansız varlıkların bu maddi yapıdaki özellikler sonucunda tesadüfen oluştuğudur. Oysa Büyük Patlama (Big Bang) teorisi Evren’in ve zamanın bir başlangıcı olduğunu ortaya koyarak ateizmin bu en temel iddiasını yıkmaktadır.  Evren’in başlangıcı olduğunu ortaya koyarak, inkârcılığın maddenin sonsuzdan beri var olduğu iddiasını yıkmakta ve inkârcıların tezlerini çürütmektedir. Penzias ve Wilson 1965’teki keşifleriyle Nobel’i aldıktan sonra, 1989 yılında daha da gelişen teknolojinin yardımıyla COBE uydusu bir roketle uzaya gönderildi. COBE uydusundan gelen veriler Penzias ve Wilson’un buluşunu destekledi. Birçok kişi COBE’nin verilerine kesin kanıt dedi. Böylece 1927’de Lemaitre ile başlayan süreç 1990’larda yeni kanıtlarla çok sağlam bir zemine oturdu. Big-Bang’i kanıtlayan delillerden biri de Evren’deki hidrojen-helyum oranıdır. 1930’lu yıllarda her gök cisminin yapısına göre özel bir ışık saçtığı olgusundan yola çıkan astronomlar, yıldızların ve galaksilerin bileşimini analiz etmek için özellikle tayfölçerlerden yararlandılar. Tayfölçer ve matematik sayesinde, Evren’in, ortalama olarak %73 hidrojen, %25 helyum ve az oranda da öteki elementleri içerdiğini hesapladılar. Oysa yıldızlar bu kadar hidrojen ve helyum üretmiyorlardı. Değişik bilim adamları tarafından yapılan hesaplar %20-%30 miktarında helyumun yıldızlardan önce meydana gelmiş olması gerektiğini ortaya koydular. Yalnızca Big Bang’in ilk anlarında var olan ateş topu bu miktardaki hafif gaz sentezini gerçekleştirebilirdi. Big Bang ile oluşan bir Evren’de beklenen ile Uzay’daki hidrojen ve helyum miktarının uyumu, teoriyi destekleyen delillerden bazılarıdır.

 

Big-Bang’i kanıtlayan deliller yeterli olmakla beraber, 2000 yılına girildiğinde bile bu delillerin sürekli arttığını görüyoruz. İsviçre’nin Cenevre kentinde dünyanın en ünlü fizik merkezlerinden CERN’de çok yüksek maliyetlerle Big Bang ortamı oluşturulmuştur. Buradaki deneylerin bulguları da Big Bang’i destekler özelliktedir. Araştırmaya liderlik eden Londra’daki Imperial Koleji öğretim üyelerinden Fizikçi Prof. Peter Dornan’a göre bu deneyin bulguları 21. yüzyılın en önemli buluşlarındandır.

 

Evren’in bir başlangıcı olması gerektiğini Termodinamiğin İkinci Kanunu (entropi) da desteklemektedir. Entropi kendi haline bırakılan sistemlerin düzensizliğe doğru değiştiklerini, enerjinin daha az kullanılabilir hale doğru gittiğini ve sonuçta tam bir işe yaramazlık durumuna erişileceğini ifade eder. Buna göre  Evren sonsuzdan beri var olsaydı sonsuz zamanda hareket tamamen durmuş olacaktı. (Gerçi “sonsuz zaman vardır” demek, sonsuzu geçip buraya geldik demektir. Oysa sonsuz geçmez, eğer geçiyorsa sonsuz değildir. Kısacası zaman olarak şu noktadaki varlığımız bile bir başlangıcın varlığını ispat eder.

Big Bang teorisinin ortaya konduğu zaman dilimi, Marksist ateizmin yükselişte olduğu,

pozitivizmin birçok bilim adamınca tek geçerli felsefi sistem olarak kabul edildiği yıllardı. Böyle

bir zaman diliminde, ateizmin temel görüş olarak kabul ettiği ve Tanrı’yı devre dışı bıraktığı için

pozitivizmin de çok memnun olduğu “sonsuzdan beri var olan evren” fikri yıkılıyordu. Evrenin

başlangıcı olduğu fikri ateist bilim adamlarınca “iğrenç” olarak nitelendiriliyordu. Örneğin Sir

Arthur Eddington hislerini açık bir dille şöyle ortaya koyuyordu: “ Evrenin başlangıcı olduğu fikrini

felsefi açıdan iğrenç buluyorum...” Böyle bir ortamda, Big Bang’e karşı durma çabalarının

kökeninde bilimsel kaygılardan çok ideolojik yaklaşımların ve ateizmin psikolojisinin rol

oynadığını görüyoruz.

Fred Hoyle, bir radyo programında, evrenin bir bütün iken ayrılıp genişlediğini savunan

görüşten “Big Bang” diye alaycı bir şekilde söz etti. Bundan sonra Big Bang (Büyük Patlama) ismi

meşhur oldu ve kendisiyle alay edilmek için bu teoriye takılan ad, onun gerçek adına dönüşüverdi.

Fred Hoyle Big Bang’e karşı “Durağan Durum” (Steady State) modelini savunuyordu.

 

DÖTERYUMUN VE LİTYUMUN MİKTARINDAKİ DELİL

 

Evrende var olan bütün döteryum (hidrojen atomunun bir nötron fazlalı izotopu) ve lityum, Big Bang’in ilk dakikalarında oluşmuştur. Yıldızların içindeki süreçler bu atomları oluşturamaz, tam tersine bu atomları parçalar. Oysa Big Bang, döteryumun ve lityumun varlığını açıklamaktadır.

 

Keck teleskobuyla ve Hubble teleskobuyla gerçekleştirilen gözlemler, Big Bang’in, döteryumun ve lityumun miktarlarıyla ilgili öngörüsüyle tamamen uyuşmaktadır. Örneğin Vanioni Flam, Coc ve Casse’nin 2000 yılında yayımladıkları araştırmaları ve daha evvelki bir çok araştırma bunu onaylamaktadır.

 

1994 yılına kadar evrendeki döteryum ve lityum miktarına dair tespitler nispeten yakın yıldızlarda yapılmıştı. Oysa 1994 yılından itibaren 12 milyar ışık yılı kadar mesafedeki (yani milyarlarca yıl geçmişteki) gaz kütleleri incelendi. Bunlarda da döteryuma ve lityuma rastlandı. Aynen Big Bang’te öngörüldüğü gibi, evrenin ilk zamanlarından beri bu elementlerin var olduğu böylece bir kez daha ispatlandı.

 

Bu delilde vardığımız sonuçları kısaca şöyle özetleyebiliriz:

 

1- Evrenin dörtte üçü kadarı Big Bang’in öngördüğü gibi hidrojen atomundan oluşur.

 

2- Evrenin dörtte biri kadarı Big Bang’in öngördüğü gibi helyum atomundan oluşur.

3- Big Bang’in öngördüğü gibi bu oranlar evrenin her yönünde tespit edilmektedir.

 

4- Hidrojen atomunun oluşması için gerekli çok yüksek sıcaklıktaki ortamı ancak Big Bang sağlar.

 

5- Helyum yıldızlarda oluşabilir, ama evrendeki yüzde 25’lik helyum oranı ancak Big Bang ile açıklanabilir.

 

6- Yıldızlar döteryum, lityum gibi elementleri parçalar, bu elementlerin oluşumu ancak Big Bang ile mümkündür.

 

7- Son yıllarda en uzak (en eski) galaksilerin ve gaz bulutlarının gözlemlenmesiyle bunlarda tespit edilen hidrojen, helyum, döteryum, lityum, elemenlerinin miktarı da; evrenin en eski zamanlarından beri bu elementlerin var olduğunu ispatlamaktadır. Aynen Big Bang’de öngörüldüğü gibi.

 

ATOM-ALTI DÜNYADAN YILDIZLARIN AŞAMALI GELİŞİMİNE DELİLLER

 

MİLYARLARCA DOLARLIK HIZLANDIRICILAR

 

Atom-altı dünyanın daha iyi tanınabilmesi için atom-altı parçacıkları hızlandırmaya yarayan, çok yüksek sıcaklık ortamlarını taklit eden hızlandırıcı tüneller inşa edilmiştir. Dünyanın en gözde fizikçilerinin çalştığı bu deney ortamları milyarlarca dolarlık bütçeyle imal edilmiş teknoloji harikalarıdır. Bu hızlandırıcıların en güçlüleri İsviçre’de Cenevre şehrindeki CERN, Amerika’da Chicago şehrindeki Fermilab ve yine Amerika’da San Francisco şehrindeki SLAC’tır. Bu tünellerde yapılan deneyler, Big Bang’in tüm delilleriyle uyumludur ve yaşadığımız evreni oluşturan Big Bang’in matematiksel modelini onaylamaktadır.

 

Big Bang, başlangıç sıcaklığında sadece enerjinin var olabileceğini, enerjinin soğuma aşamalarına bağlı olarak tüm atom-altı parçacıklarının oluştuğunu, sonra aşamalı gelişmeci bir süreçle gaz bulutlarının ve dönem dönem yıldızların oluştuğunu söylemektedir. Atom-altı dünyanın oluşumunun tüm safhaları; sıcaklığın bu düşüşüne, genişlemeye ve yoğunlaşmanın azalmasına bağlı olarak açıklanır. Maddenin ve anti-maddenin ortaya çıkışı; elektronların ve pozitronun (elektronun anti-maddesi), protonun ve anti-protonun, kuvarkların ve karşı kuvarkların ortaya çıkışı ve birbirlerini yok edişleri, hep Big Bang modeline göre açıklanmaktadır. Kısacası atom-altı dünyadaki tüm aşamalar ve evrenimizin bugünkü atom-altı dünyası, Big Bang’in evren modeline göre açıklanmakta ve başta bahsettiğimiz hızlandırıcı tünellerde olmak üzere yapılan deneyler, bu açıklamaları onaylamaktadır.

 

İLK ÜÇ DAKİKA

 

Evrenin başlangıcından yaklaşık bir saniye sonra evrenin her yerinde sıcaklığın yaklaşık on milyar derece olduğu matematiksel yöntemlerle hesaplanabilmektedir. Bu, matematiğin en yüksek uygulamalarıyla mümkün olmaktadır. Fizikle ve matematikle fazla ilgilenmeyenler evrenin ilk saniyesi hakkında insanların hangi cüretle konuştuklarını pek anlayamamaktadırlar. Fakat atom-altı dünyanın en meşhur kitapları bu oluşumları saniyeden daha küçük dilimlerden başlayarak aktarmaktadır.

 

İyi bir teoriden beklenen öngörülerde bulunma gücü Big Bang’de en mükemmel şekilde vardır. Evrendeki maddenin aşamalı gelişimini anlatan “İlk Üç Dakika” kitabının (bu konunun belki de en ünlü kitabı) yazarı Steven Weinberg anlatımlarına şöyle bir giriş yapmaktadır: “Artık evrimin ilk üç dakika içerisindeki kozmik akışını izlemeye hazırız. Olaylar önceleri, sonraya göre çok daha hızlı aktığı için olağan bir filmdeki gibi, resimleri eşit zaman aralıklarına dizilmiş göstermek yararlı olmayabilir. Bunun yerine filmimizin hızını evrenin sıcaklığının düşmesine uyacak şekilde ayarlayacağız; her seferinde sıcaklığın üçe bölümü kadar düşüş oldukça kamerayı durdurup bir resim çekeceğiz.” Weinberg altı film karesiyle bu aşamaları anlatır. Big Bang’in matematiksel modelinin bir sonucu olan öngörüde bulunma gücünü gösterebilmek için bu altı kareyi kısaca özetleyerek aktaracağım:

 

Birinci Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 100 milyar Kelvin’dir. Evren, madde ve ışınımdan oluşmuş ayrılmaz bir çorba gibidir. Bu çorba içinde her bir parçacık diğer parçacıklarla çok hızlı bir şekilde çarpışır. Birinci film karesinde çok az sayıda çekirdek parçacığı vardır. Yaklaşık olarak her bir milyar fotona ya da elektrona, ya da nötrinoya karşılık bir proton, ya da bir nötron. Bu film karesinin alındığı zaman ölçüsünün, saniyenin yüzde biri kadar olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.

 

İkinci Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 30 milyar Kelvin’e düşer. Birinci film karesinden beri 0.11 saniye geçmiştir. Az sayıdaki çekirdek parçacıkları hala çekirdekleri oluşturmak üzere bağlanmamışlardır. Çekirdek parçacıklarının dengesi yüzde 38 nötron ve yüzde 62 proton şeklinde bir kayma göstermiştir.

 

Üçüncü Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 10 milyar Kelvin’e düşer. Birinci kareden beri 1.09 saniye geçmiştir. Evren hala nötronların atom çekirdeklerini oluşturmak üzere bağlanmalarına meydan vermeyecek kadar çok sıcaktır. Azalan sıcaklık nedeniyle, proton ve nötron dengesinden yüzde 24 nötron ve yüzde 76 proton olmak üzere bir kayma olmuştur.

 

Dördüncü Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 3 milyar Kelvin’e düşer. İlk kareden beri 13.82 saniye geçmiştir. Nötronlar öncesinden çok daha yavaş olmakla birlikte hala protonlara dönüşmektedirler, şimdi denge yüzde 17 nötron ve yüzde 83 protondur. Evren, artık helyum gibi çeşitli kararlı çekirdeklerin oluşmasına yetecek kadar soğuktur, fakat bu hemen gerçekleşmez.

 

Beşinci Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 1 milyar Kelvin’e düşer. Beşinci kareden kısa bir zaman sonra çarpıcı bir olay olur. Sıcaklık, döteryum (hidrojen elementinin izotopu) çekirdeklerinin artık parçalanmadığı bir noktaya düşer. Ne var ki, helyumdan daha ağır çekirdekler sezilir sayıda oluşamazlar. İlk kareden bu yana 3 dakika 46 saniye geçer (Bu noktada Weinberg, 46 saniye için okuyucudan özür diler. Kitabın ismini 3 dakika 46 saniye koysaydı kulağa hoş gelmeyeceğini vurgular).

 

Altıncı Film Karesi: Beşinci karede arzulanan noktaya ulaşılmıştır, temel elementler artık oluşmuştur. Fakat ne olacağını göstermek için Weinberg filmi bir kare ileriye götürür. Bu karede sıcaklık 300 milyon Kelvin’dir. İlk kareden beri 34 dakika 40 saniye geçmiştir. Çekirdek parçacıkları artık helyum veya hidrojen şeklinde bağlıdır (bir önceki bölümde bu konuya değindik). Fakat evren hala o kadar sıcaktır ki henüz kararlı atomlar oluşamamaktadır.

 

PLANCK ZAMANI

 

Görüldüğü gibi matematiğin yüksek uygulamaları ve parçacık hızlandırıcılarda yapılan deneyler sayesinde, Big Bang ile açıklanan evrenin, ilk saniyesinde olanlar anlaşılmaya çalışılmaktadır. Ancak evrenin 10-43 saniyelik(1 saniyenin, 1’in arkasına 43 tane sıfır yazacağımız sayıya bölünmüş kısmı) bölümü için konuşulamamaktadır. Bu zamana Planck zamanı denmektedir, bu zaman diliminde çekim kanunu gibi fizik kanunları işlemediği için, bu zaman dilimi tarif edilememektedir. 1032 Kelvin derece (Planck çağı) üzerine konuşulamaz, bu Planck zamanındaki evrenin sıcaklığıdır.

 

Planck zamanından sonra sıcaklığın ve yoğunluğun düşüşü ve evrenin genişlemesi çerçevesinde atom-altı dünyadan galaksilere evrenin oluşumunun bu kadar detaylı anlatılabilmesi, Big Bang’in bilgimizi ne kadar arttırdığını gösterir. Bir saniyeden çok çok daha kısa olan Planck zamanı, artık tartışma konusudur. Oysa binlerce yıl bilim dünyası, bilimsel anlamda bir kozmogoniden (evrenin oluşumunun açıklamasından) yoksundu.

 

Atom-altı dünya ile ilgili tüm deneyler ve hesaplar Big Bang’i desteklemektedir. Kuvarklardan glüonların oluşumuna, protonlardan, nötronlardan ve elektronlardan nötrinolara kadar tüm parçacıklar, Big Bang’in modelinde yerini bulmaktadır. Bu parçacıklar kadar bunların karşı parçacıklarının oluşumu ve birbirleriyle etkileşimleri ve bugünkü duruma aşamalı bir süreç sonunda gelinmesi de Big Bang’in anlatımlarında yerini bulmaktadır.

 

YILDIZLARIN AŞAMALI GELİŞİMİ

 

Big Bang’in atom-altı dünyanın oluşumunu aşamalı-gelişmeci bir süreçte anlatması gözlemle ve deneyle desteklendiği gibi, yıldız kümeleri hakkındaki aşamalı-gelişmeci anlatımları da gözlemle desteklenmektedir. Astronomlar yıldızları 1.Popülasyon, 2.Popülasyon ve 3.Popülasyon yıldızlar olarak üçe ayırırlar. Bunlardan ilk ortaya çıkan yıldızlar 1.Popülasyon yıldızlardır (Bazıları yıldızların keşfine dayanarak numaralandırma yaptıkları için, popülasyon numaralandırmaya, yaptığımızın tersinden başlarlar). 1. Popülasyon yıldızlar evrenin maddesinin daha yoğun olduğu dönemde ortaya çıktıkları için, bu yıldızlar “süperdev yıldızlar” olarak adlandırılır. Bu yıldızların ömrü kısadır ve büyük bir patlamayla bütün maddelerini uzaya saçarlar. Teorisyenler, bu yıldızların ancak çok az bir kısmının gözlemlenebileceği kanaatindedirler. 2. Popülasyon yıldızlar ise, Big Bang’in aşamalı-gelişmeci süreçlerine dayanılarak şöyle tarif edilmişlerdir:

 

a) En büyük yıldız grubu bunlardır.

 

b) Belli bölgelerde daha yoğundurlar (genç yıldızların oluşma bölgeleri gibi).

 

c) Her kütlede büyük ve küçük yıldızları beraberce barındırırlar.

 

Bu üç öngörü de astonomların son yıllarda yaptıkları gözlemlerle uyumludur. 3. Popülasyon yıldızlar ise (Güneş’imiz dahil), 2. Popülasyon yıldızların dağılmış tozlarından oluşmuştur. Vücudumuzdaki karbon, kalsiyum gibi elementlerden altın ve demir gibi elementlere kadar birçok element, 2.Popülasyon yıldızlarda üretilmiştir. Bu bilgi, canlıların, evrenin yaratılışından neden 15 milyar yıl sonra yaratıldığının da bir sebebini göstermektedir. Çünkü canlılık için mutlaka gerekli olan karbon atomu gibi atomlar, 2. Popülasyon yıldızlarda üretilmiştir. Bizim içinde bulunduğumuz bölge, bu yıldızların dağılmış tozlarındaki bu atomlar sayesinde canlılık için gerekli ham maddelere kavuşmuştur.

 

Yıldızların aşamalı-gelişmeci süreci gözlemlerle doğrulanmış, bu da Big Bang’i destekleyen ek bir delil olmuştur. Big Bang, atom-altı dünyadan, ayrı yıldız popülasyonlarına kadar tüm evreni aşamalı-gelişmeci bir süreçle açıklamaktadır; bu, evreni, binlerce yıldır statik modellerle açıklayan görüşlere tamamen ters, dinamik bir anlatımdır. Gözlem ve deney, bu anlatımlarda matematiksel hesaplarla birleşmiş ve evrenin, bilim tarihinde hiç olmadığı kadar anlaşılır olması mümkün olmuştur.

 

Kozmik fon radyasyonu ve bu radyasyonun incelenmesiyle Big Bang’e dair elde edilen

deliller; önce teorik temelde, matematiksel hesaplamalarla ortaya konmuştur. Daha sonra yapılan

gözlemler teoriyi desteklemiştir. Böylece evrenin bir tekilliğin parçalanmasıyla genişlediği nasıl

önce teorik temelde ortaya konup matematiksel olarak ispatlandıysa ve daha sonra gözlemsel

verilerle desteklendiyse, aynı şekilde kozmik fon radyasyonunda da matematiksel teori gözlemle

kucaklaşmıştır. Bu kucaklaşmayı şöyle özetleyebiliriz:

1- Teorik bazda: Gamow ve arkadaşları, evrenin, çok sıcak ve çok yoğun bir durumdan,

daha az sıcak ve daha az yoğun bir duruma geçtiğini ve evrenin bu sıcak ve ışımalı

ilk halinin hala radyasyon olarak kalıntısının olduğunu ortaya koydular.

Gözlemsel bazda: Penzias ve Wilson kozmik fon radyasyonunu buldular.

2- Teorik bazda: Gamow ve arkadaşları bu radyasyonun evrenin her tarafına yayılmış

olması gerektiğini ortaya koydular ve sıcaklığını yaklaşık olarak hesapladılar.

Gözlemsel bazda: Penzias ve Wilson’un bulduğu, daha sonra da farklı gözlemlerle

doğrulandığı üzere bu radyasyon, evrenin her tarafına yayılmıştır ve Gamow’un

arkadaşlarının hesabı, radyasyonunun sıcaklığına çok yaklaşmıştır.

3- Teorik bazda: Var olan galaksilerin oluşabilmesi için evrenin ilk sıcaklığında

dalgalanmaların olması gerektiği ortaya kondu.

Gözlemsel bazda: 1992’de COBE uydusu evrenin ilk haline ait sıcaklık

dalgalanmalarını tespit etti. Bu dalgalanmanın fotoğrafı bilgisayarın yardımıyla çizildi.

4- Teorik bazda: Evrenin geçmişi daha sıcak olduğu için, geçmişteki kozmik fon

radyasyonunun sıcaklığı da daha yüksek olmalıdır.

Gözlemsel bazda: 1994 yılında uzak galaksilerden gelen ışık incelenerek geçmişteki

kozmik fon radyasyonunun daha yüksek olduğu doğrulandı. Daha sonra yapılan

gözlemler de bu sonucu destekledi.

 

ELEMENTLERİN MİKTARINDAKİ DELİL

HİDROJENİN MİKTARINDAKİ DELİL

Uzaydaki maddelerin oranını Fraunhofer’in bulduğu “Fraunhofer çizgileri” sayesinde

saptamaktayız. Işığın kırılarak renk spektrumunda ayrıştırılması Newton’dan beri bilinir.

Fraunhofer, renk spektrumundaki gökkuşağının içinde çok sayıda çizgi gördü; bunların bir kısmı

koyu renkli çizgiler, bir kısmıysa açık renkli çizgilerdi. Bunlara neyin sebep olduğunu çözemedi,

fakat her elementin çıkardığı çizgilerin farklı olduğunu gördü. Fraunhofer, 1816 yılındaki

çalışmalarında bu bulguların önemini kavrayamasa da; ondan sonra 1880 yılında William Huggins

bu çizgilerin, elementlerin adeta parmak izi olduğunu keşfetti.

Işıkla gelen bu parmak izini inceleyerek ışığın kaynağında ne olduğunu anlayabiliriz.

Böylelikle Güneş’in ve yıldızların birbirlerinden farklı yapıda olmadıkları anlaşıldı. Hepsi de

temelde hidrojenden ve helyumdan oluşuyordu; Güneş, evrendeki yıldızlar kümesinin bir alt

kümesiydi. Evren yer çekimi kanunlarıyla işleyen, içindeki yıldızların ve gezegenlerin hepsinin

hareket ettiği, aynı ham maddelerden oluşmuş bir yerdi.

Fraunhofer çizgileri sayesinde evrenin yüzde 73’ünün hidrojen ve yüzde 25’inin helyum

olduğu saptanmıştır. Bu sonuç ise Big Bang’i destekleyen bir delildir. Atom-altı araştırmalarına

göre atomu oluşturan parçacıklardan hidrojen atomunun oluşması için yüksek sıcaklıkta bir ortam

gerekmektedir. Bu konudaki ilk detaylı öngörü Gamow ve arkadaşlarının çalışmalarıyla 1948

yılında ortaya konmuştur. Gamow’un öngördüğü gibi evrenin çok yüksek bir sıcaklıktan hızla

soğuması; proton ve nötronların beraberce elementleri oluşturmasının ve evrendeki yüzde 73

oranındaki hidrojenin açıklamasıdır. Yıldızların içinde oluşan süreçlerde hidrojen oluşamaz, oysa

Big Bang hem hidrojen atomunun nasıl oluştuğunu, hem de miktarını açıklamıştır.

HELYUMUN MİKTARINDAKİ DELİL

Big Bang ile evrenin oluşumunun ilk anlarında helyumun meydana geldiği anlaşılmıştır.

Evrenin başlangıcı protonlardan, nötronlardan ve elektronlardan oluşan sıcak bir karışımdır. Bu

karışım soğudukça nükleer tepkimeler gerçekleşebilmiştir. Özellikle nötronların ve protonların

çiftler halinde birleştiği; bu çiftlerin de birleşerek helyum elementinin çekirdeğini oluşturduğu

hesaplanmıştır. Kuramsal hesaplamalarda evrende yüzde 25 oranında helyum olduğu ortaya

konmuştur. Yıldızların içindeki tepkimelerde de helyum oluşabilmektedir. Fakat yıldızların içindeki

bu oluşumlar yüzde 25 oranındaki helyumu açıklayamaz.

Yapılan tüm gözlemler bu verileri doğrulamıştır. Örneğin 1999 yılında Amerikalı ve

Ukraynalı astronomlar, Multiple Mirror ve Keck teleskoplarıyla yaptıkları gözlemlerde, yıldızların

oluşturduğu helyum oranını çıkarttıktan sonra yüzde 24.52 helyum oranını elde ettiler. Bu oranı

uzaktaki en yaşlı galaksileri gözleyerek elde eden astronomlar, Big Bang’in öngörüsünü bir kez

daha doğruladılar. Daha sonra 2000 yılında “Astrophysical Journal” da çalışmalarını yayınlayan

Kanadalı astronomlar da çok yakın sonuçlar elde ettiler. Bu çalışmalar da, en eski cisimlerin var

olduğu zamandan beri, yani evrenin daha ilk başlarından itibaren helyumun var olduğunu ortaya

koymuştur.

 

Big Bang’in yan delilleri, doğrudan Big Bang’i ispatlamadan, evrenin bir başlangıcı

olduğunu; yani ezeli olmadığını ortaya koyarak, teoriyi dolaylı yoldan desteklemektedir. Big Bang

teorisinin en temel, en önemli felsefi sonucu evrenin bir başlangıcı olduğunu ortaya koymasıdır. Bu

yüzden evrenin başlangıcı olduğunu ortaya koyan her delil, Big Bang teorisini dolaylı yoldan

desteklemektedir. Bu bölümün başında bu delillerin fizik bilimine ait olanlarına değineceğim.

Bölümün sonunda ise, evrenin bir başlangıcı olduğu görüşünün, daha önceden felsefi olarak nasıl

www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

 46

temellendirildiğini kısaca göstereceğim. Böylece Big Bang’le ilgili delillerin, diğer fiziki ve felsefi

delillerle, evrenin başlangıcı olduğu noktasında nasıl birleştiğine tanıklık edeceğiz.

1-ENTROPİ DELİLİ

ENTROPİ YASASI NE DİYOR

 Entropi kavramının temelini ilk olarak Benjamin Thompson 1854’de attı. Fakat Entropi

Yasası’nı ilk olarak Hermann Von Helmhotz 1856’da keşfetti. Entropi Yasası, termodinamiğin

ikinci yasası olarak da anılır.

 Bu yasa, bize, evrenin sonunun her an yaklaştığını ve fizik kuralları açısından bu sonucun

kaçınılmaz olduğunu söyler. Buna sebep olan; ısının tek yönlü, geri çevrilmesi mümkün olmayan

akışıdır. Örneğin bir odanın içinde sıcak su dolu bir kova bıraktığımızı düşünelim. Sıcak su

kütlesindeki ısı enerjisi odaya yayılır, fakat hiçbir zaman için bu ısı akışı aksi yönde olmaz; bir kere

ısı enerjisi odaya yayıldıktan sonra, bu ısı enerjisi dönüp de kovadaki suyu eski sıcaklığına

getirmez. Kapalı bir sistemdeki enerji akışı tek yönlüdür ve bu akış tam bir denge noktasına

ulaşıncaya kadar devam eder. Bu denge noktasına “termodinamik denge” denir ve bu durumda

entropi en yüksek değerine kavuşur. Tersine çevrilmesi mümkün olmayan bu fiziki sürecin varlığı,

evrenin de, tıpkı insanlarda olduğu gibi, asla geri dönüşü olmayan bir yaşlanma sürecine sahip

olduğunu gösterir.

 Gerek bizim Güneş’imizde, gerekse evrendeki diğer yıldızlarda, ısının bu tek yönlü hareketine

dayalı termodinamik yasa hüküm sürmektedir. Güneş, soğuk uzaya ısı yayarak entropiyi sürekli

arttırır. Fakat uzaydaki bu ısı toplanıp da Güneş’e geri dönmez. Termodinamik yasa, entropinin

sürekli arttığını ve bu sürecin kesinlikle tek taraflı olduğunu söyler.

ENTROPİ YASASI’NIN FELSEFİ SONUÇLARI

 Entropi ile ilgili bilgileri birçok kişi salt fiziksel bir konu olarak algılamakta ve ele almaktadır.

Oysa Entropi Yasası, bizi çok önemli felsefi sonuçlara da ulaştırmaktadır. Bu, maddelenerek şöyle

gösterilebilir:

1- Evrendeki ısı akışı tek yönlüdür ve bu akış geri çevrilemez (Termodinamiğin ikinci

kanunu).

2- Buna göre evrende bir gün termodinamik denge oluşacak ve “ısı ölümü” yaşanacaktır.

Kısacası evren ebedi değildir, evrenin bir sonu vardır.

3- Eğer evren sonsuzdan beri var olsaydı, aradan geçen zamanda evren çoktan termodinamik

dengeye gelip “ısı ölümü”nü yaşıyor olacaktı. Ölümlü bir evren, sonsuzdan beri var

olamaz.

4- Evren sonsuzdan beri var olamıyorsa demek ki evrenin bir başlangıcı vardır. Bu başlangıç

durumundaki (t=0) evren, düşük entropili bir halden yüksek entropili duruma doğru

gitmektedir. Entropinin sürekli olarak artıp hiç azalmaması, evrenin başlangıcının çok

düşük entropili olduğunu gösterir.

 

Yıldızlarla dolu evren, birçok insanda sabit ve değişmez bir evren hissi uyandırmaktadır.

Aristo gibi bir felsefeci, yıldızların ezeli ve ebedi olduğuna kanaat getirmiş, yıldızların hiç

tükenmeyen bir yakıta sahip olduklarını ileri sürmüştür. Geceleyin, gökyüzüne çıplak gözle bakan

birçok kişi durağan evren fikrine kapılmış, evrendeki dinamizmi, sürekli var oluş ve yok oluş

sürecini gözden kaçırmıştır.

 Yıldızların yapısı keşfedilmeden önce, yıldızların sonsuzdan beri var olduğunu, sonsuza dek

var olacağını, yıldızların tükenmez bir kaynak olarak sonsuza dek ışık vereceğini, aşağı yukarı tüm

materyalistler savunuyordu. Oysa yıldızların belirli bir ömrü olduğunu, yıldızların (Güneş dahil

hepsinin) hidrojeni helyuma çevirerek varlıklarını sürdürdüğünü, yakıtları bitince ise varlıklarının

sona erdiğini öğrendik. Bu anlaşıldıktan sonra ölen yıldızların yerine yeni yıldızların oluştuğunu,

bunun sonsuza dek böyle gideceğini zannedenler oldu. Fakat bunun da yanlış olduğu artık

bilinmektedir. Bir gün gelecek uzayda hiçbir yıldız kalmayacak, hiçbir ışık var olmayacaktır.

 Var olan yıldızların ölümünü yeni oluşan yıldızlar takip etmektedir. Bu süreç yıldızları

oluşturacak kadar gaz olduğu sürece devam edecektir. Bu gazların kaynağı, evrenin başlangıç süreci

olduğu gibi, süpernovalardaki ve diğer yıldızlardaki patlamalar ve püskürmeler de evrendeki gaz

oluşumunun kaynağıdır. Bu gazlar kütle çekimi kuvvetinin etkisi ile sıkışır, çöker ve yıldızların

oluşumuna sebebiyet verir. Bu yıldızlar belirli bir ömür yaşadıktan sonra kara deliklere, nötron

yıldızlarına, beyaz cücelere, kırmızı devlere dönüşüp ölürler. Yeni yıldızların oluşumu için yeterli

ham madde (gazlar) gittikçe azalmaktadır. Bu ham madde tükenince, artık hiç yıldız oluşmamaya

başlayacaktır. Yaşayan son yıldızların ölümüyle ise evren sürekli bir karanlığa gömülecektir (Eğer

evrenin sonunu getiren başka bir olay daha önce yaşanmazsa).

 

Astronomi ve fizik alanında incelediğimiz gelişmelerin yaşanmadığı dönemde; kozmik fon

radyasyonun bilinmediği, evrenin genişlemesinin gözlenmediği, entropiden ve radyoaktif

elementlerden insanların haberinin olmadığı zamanda evrenin bir başlangıcı olduğu akılcı

argümantasyonlarla savunulmuştur. Yahudi filozof Sadia, Hristiyan filozof Bonaventure, Müslüman

filozof Kindi ve daha birçok filozof bunun örneklerini vermişlerdir. Geniş bir kitap olabilecek bu

konuya çok kısaca değinmeye çalışacağım. Bu argümantasyonlar kurulurken özellikle evrenin,

evrendeki hareketin ve evrendeki zamanın sonsuz olamayacağının üzerinde durulmuştur. Evrenin

başlangıcının sebepsiz olamayacağı vurgulanmış ve evrenin kendi dışında bir Sebep’e ihtiyacı

olduğu gösterilmiştir. Bunu özetle şöyle gösterebiliriz:

1- Her var olmaya başlayan, başlangıcı için bir sebebe muhtaçtır.

2- Evrenin bir başlangıcı vardır.

3- O halde evrenin var olmaya başlamasının bir sebebi vardır.

İkinci madde argümantasyonun kalbini oluşturmaktadır. Bu argümantasyona itiraz edenler de

bu maddeye itiraz etmişlerdir. Big Bang’in temel delilleri ve yan delilleri bu maddenin bilimsel

yönden ispatını oluşturmaktadır. Fakat bilimsel deliller olmadan sırf felsefi açıdan da bu

argümantasyon savunulabilir. Buna göre evrendeki hareket ve evrendeki zaman sonsuz olamaz,

zaman kavramının başlangıcı evrenin de başlangıcıdır. Evrendeki zaman, evrendeki hareketin

ölçüsüdür, hareket eden evrenin parçaları, yani evrenin kendisidir. Hareketin olmadığı bir evren

düşünülemez. Öyleyse evrenin zamanının başı varsa, bu başlangıç evrendeki hareketin ve evrenin

kendisinin de başlangıcıdır. Bu başlangıç, evrenin kendi dışında bir Sebep’e olan ihtiyacını doğurur.

 

Big Bang teorisi ile evrenin bir başlangıcı olduğu, bu başlangıçta maddenin çok yoğun,

sıcaklığın ise çok yüksek bir seviyede bulunduğu, evrenin genişlemesi ile yoğunluğun ve sıcaklığın

düştüğü ve düşmeye devam ettiği; anlatılan bu süreç içinde atom-altı parçacıklardan galaksilere

kadar tüm evrensel oluşumların gerçekleştiği söylenir. Big Bang teorisinin bu temel ortak

noktalarının dışında yapılan kozmolojik birçok tartışma da vardır. Örneğin evrenin artışı sabit olan

bir hızla mı genişlediği, yoksa belli bir dönemde şişerek(enflasyonist bir şekilde) mi genişlediği,

evrenin genişleme hızını ifade eden Hubble sabitinin tam değerinin ne olduğu, sicim kuramlarının

kütle çekimi kuvvetini açıklamakta ne kadar başarılı olduğu, bu tartışmalar arasında sayılabilir. Bizi

amacımızın dışına çıkartacak bu tartışmalara bu kitapta girmeyeceğim. Evrenin sabit bir hızla

genişlemesi veya genişlemenin belli dönemlerde sıçramalar yapması, Hubble sabitinin beklenenden

küçük veya büyük çıkması, bu kitapta üzerinde odaklandığımız sonuçlar bakımından önemli

değildir. Bu bölümde özellikle evrenin bir başlangıcı olduğu fikrine karşı, evrenin ezeli olduğunu

bilimsel bir şekilde savunmaya çalışmış olan modelleri ele alacağım ve onları bilimsel açıdan

inceleyeceğim. Gerçi Big Bang teorisinin temel ve yan delilleri Big Bang’i ispat ederken karşıt tüm

modelleri geçersiz de kılmaktadır. Fakat yine de öneminden dolayı bu modelleri ele alıp incelemek

yararlı olacaktır. Bölümün sonunda ise, hiçbir delile dayanmadan, hayali bir kurgudan öteye

geçemeyen modellere Ockhamlı’nın usturasının uygulanması önerilecektir.

1- DURAĞAN DURUM (STEADY STATE) MODELİ

EVRENİN GENİŞLEMESİ İLE MATERYALİZMİ UZLAŞTIRMA

 1918’de William MacMillan’ın ve 1920’lerde James Jeans’in çalışmaları Durağan Durum

modelini ortaya atanlara ilham kaynağı olmuştur. Fakat Durağan Durum modeli 1940’lı yıllarda

Hermann Bondi, Thomas Gold ve Fred Hoyle’un çalışmalarıyla ortaya konmuştur. Bu yıllarda artık

hiçbir bilim adamı, Hubble’ın evrenin sürekli genişlediğine dair gözlemlerine direnememektedir.

Maddeyi ve evreni, ezeli ve değişmez kabul eden ateistler bu sonucu kabullenemediler. Genişleyen

evren değişmez olamazdı. Değişen sonsuzdan beri var olamazdı, eğer sonsuzdan beri var olamazsa

başlangıcı olmalıydı. Devamını ise düşünmek bile istemiyorlardı.

Bir tarafta evrenin genişlediğine dair gözlemsel ve teorik deliller, diğer tarafta maddeyi

evrenin biricik unsuru kabul eden materyalistlerin, evrenin değişimini kabullenemeyişleri vardı.

Durağan Durum modeli bu tarz bir ruh haliyle, evrenin genişlemesine rağmen değişmediğini ortaya

koymak için geliştirildi.

Bu modelin mimarlarının en ünlüsü Fred Hoyle idi; O, Big Bang ismini teoriyle alay etmek

için kullanmıştı, fakat sonra teori bu isimle meşhur oldu. Hoyle’un, Big Bang’in felsefi

sonuçlarından rahatsız oluşu bir sır değildir. O, Big Bang’in bir başlangıcı gerektirdiğini ve bu

başlangıç fikrinin evrenin, evren dışındaki Tanrı ile açıklanmasına sebep olacağını söylüyor ve

bundan memnuniyetsizliğini ifade ediyordu. Durağan Durum modeli böylece yeni bir bilimsel

bulguya dayanmadan, ateist endişelerle oluşturuldu. Fred Hoyle gibi çok iyi bir fizikçinin buna

sahip çıkışı, Big Bang teorisi için iyi bir sınav oldu. Big Bang’in karşısında, her ne olursa olsun bu

teoriyi yalanlamak için çalışan ünlü bilim adamları vardı. Fakat gücünü gerçekliğinden alan bir teori

tüm bunlara direnebilmeliydi.

BAŞLANGIÇTAN KAÇIŞ İÇİN SÜREKLİ YARATILIŞ FİKRİ

Big Bang teorisinde ortaya konduğu gibi, evren genişledikçe madde yoğunluğu

azalmaktadır. Eğer evren ezeli olsaydı, azalan madde miktarı yüzünden hiçbir yıldız, hiçbir gezegen

oluşamazdı. Hoyle, bu sorunu çözmek için ortaya beklenmedik bir iddia attı. Genişlemeyle ortaya

çıkan madde yoğunluğunun azalması sorunu, sürekli madde yaratılışı ile halledilebilirdi. Hoyle’u

tanımayanlar ve bu iddiayı ortaya atışındaki arka planı bilmeyenler, O’nun, Tanrı’nın sürekli

yaratışını temellendirmek için böyle bir iddia ortaya attığını sanabilirler. Fiziğin en temel

ilkelerinden biri madde ve enerjinin korunmasıdır. Bu iddia, bu en temel yasaya uymamaktadır.

Fakat genişleyen bir evrenin değişmediğini, böylece ezeli olduğunu iddia etmek için başka bir yol

yoktur. Hoyle “yoktan ve sürekli madde yaratılışı” fikrini muhakkak ki çok isteyerek ortaya

atmamıştır. Fakat genişleyen evrenin onu götürdüğü çaresizlik, bu fikri iddia etmesine sebep

olmuştur.

Hoyle, bu iddiasını ortaya atarken, gözlemsel ve deneysel hiçbir veriye sahip olmamıştır,

hiçbir zaman hiç kimse de bu konuda bir delil ortaya atmış değildir. Hoyle, bu metafizik iddiasını,

fiziksel bir iddia olarak sunmaya çalıştı. Fakat yeni maddenin veya yeni enerjinin ( 2 E = M c ye

göre madde enerjinin bir formudur. Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşebilir) nereden

geldiğini hiçbir zaman gösteremedi. Bunun yerine yapılan hesaplarda, her 10 milyar yılda, evrenin

her metreküpünde iki hidrojen atomunun yaratılması gerektiği söylendi. Bu miktar çok küçüktür,

ama nereden ve nasıl bu atomların yaratılacağı sorusunun cevabı yoktur.

YARATILAN MADDENİN MİKTARI SORUNU

Hoyle’un iddiasının geçersizliğini açıklayan yazıların hemen hepsinde Durağan Durum

modelinin bu açmazı ortaya koyulur. Dikkat çekmek istediğim gözden kaçan bir açmaz daha vardır.

Eğer böyle bir madde yaratılıyor olabilseydi, bir de bu maddenin gerekli oranda nasıl yaratıldığı

sorunu ortaya çıkacaktı. Evrenin genişleme hızına göre gerekenden az madde yaratılıyor olsaydı,

uzay, atomlar arası mesafelerin galaksiler arası mesafelere eşit olacağı bir mekan olurdu. Yaratılan

madde miktarı gerekenden çok fazla olsaydı, uzay, her noktası bir yıldız çekirdeği kadar yoğun

durumda da olabilirdi.

Öyleyse, Durağan Durum modeli, “yoktan sürekli yaratılan maddeyi” açıklayamadığı gibi, bu

yaratılışın durağan durumun sabitliğini nasıl koruduğunu açıklamakta da çıkmaz içindedir. Bilinçsiz

olan fiziki süreçler, adeta bilinçliymişçesine nasıl sabit bir durumu korumak için düzenli ve sürekli

bir yaratılışı gerçekleştirebilirler? Durağan Durum modelinin savunucuları bu noktada da açmaz

içindedirler.

Ünlü fizikçiler Alpher ve Herman’a göre 1950’li ve 1960’lı yıllarda Durağan Durum

modelinin ilgi görmesinin iki sebebi vardır. Bunlardan birincisi, Big Bang’i savunanların, o yıllarda

evrenin genişleme oranını ve evrendeki madde yoğunluğunu iyi hesaplayamamaları neticesinde

evrenin yaşının olduğundan genç olduğunu savunmalarıydı. Bu ise yıldızların hesaplanan yaşıyla

uyumsuzluk kaydetmişti. Daha sonraki yıllarda gelişen teleskoplar ve yeni ilerlemeler ile bu sorun

çözüldü (Evrenin yaşının değişik yöntemlerle hesaplanmasını daha önce işledik).

İkinci neden ise Big Bang teorisinin evrenin bir başı olmasını gerektirmesiydi ve bunun

felsefi sonuçları kabul edilemiyordu. Bu sorun hiçbir zaman aşılamazdı, çünkü bu sorun bilimsel

değil psikolojikti. Ünlü fizikçi Arthur Eddington şu satırlarında bu psikolojik yapıyı ortaya

koymuştur. “Bu konuyu (evrenin genişlemesi) ele alıştaki zorluk, bunun, her şeyin ani ve özel bir

başlangıcı olduğunu gerektirmesindendir. Evrenin başlangıcı olduğu fikrini, felsefi açıdan iğrenç

buluyorum...”

GENİŞLEMENİN MEKANİZMASI SORUNU

Durağan Durum modeli, genişleyen fakat değişmeyen bir evren sunuyordu. Peki evreni

genişleten mekanizma neydi? Neden bütün galaksiler tek bir merkezden fırlatılmışçasına, bir

balonun şişmesi gibi genişliyorlardı? Durağan Durum modelini ortaya koyanlar bunu hiçbir zaman

izah edememişlerdir. Oysa Big Bang, genişlemeyi sağlayan mekanizmayı mükemmel bir şekilde

açıklıyordu.

Durağan Durum modelinde genişlemenin sonsuzdan beri devam ettiği iddiasını düşünün.

Böyle bir evren hem zaman açısından, hem hacim açısından sonsuz olacaktır. Bu ise karşımıza

birçok paradoks çıkaracaktır. Örneğin karşımıza daha evvel bahsettiğimiz Olber paradoksu çıkar.

Sonsuz madde ile dolu sonsuz evrenden gelen ışıklar geceyi de gündüz kadar aydınlatmalıdır.

Aradaki toz bulutlarının ışığı emmesi bir şey değiştirmez, bir süre sonra bu tozlar da ısınıp,

soğurduğu ışınımla aynı yoğunlukta parlayacaktır. Fakat hepimiz görüyoruz ki gece karanlıktır ve

bu gözlemimiz, sonsuz büyüklükte ve galaksilerle dolu olan Durağan Durum modelinin evrenine

aykırıdır.

HOYLE’UN BIG BANG’E KATKILARI

Hoyle ve arkadaşları, hidrojen atomlarının, çekim gücünün etkisiyle birleşerek, büyük

kürelere dönüşüp, yıldızları oluşturduklarını ortaya koydular. Yuvarlanan kartopunun büyümesi gibi

büyüyen kürelerde, kütle çekiminin içe doğru basıncı da sürekli artmaktaydı. Bu basınç çoğaldıkça

hidrojen atomlarını birbirinin içine geçirerek, bir sonraki ağır atom olan helyumu oluşturdu.

Buradan açığa çıkan enerji, yıldızların içindeki çekim gücünü dengeler ve dışarı doğru patlayıcı

basınç yapar. Bu süreç yıldızların milyarlarca yıllık ömrünü sağlar. Anlaşıldı ki yıldızlar,

Aristo’nun sandığı gibi sonsuz bir yakıtla yanmamaktadır; fakat hidrojenin helyuma dönüşmesinden

oluşan bu yakıt, milyarlarca yıl bir yıldızı yaşatabilmektedir.

Hoyle ve arkadaşları, yıldızların içinde oluşan süreçte elementlerin birçoğunun oluştuğunu

gösterebildiler. Peki yıldızları yapacak hidrojen nasıl oluşmuştu? Atom-altı kuram, hidrojenin

meydana gelmesi için çok yüksek sıcaklıkta bir ortam gerektirmektedir. Big Bang, evrenin, çok

yoğun ve çok sıcak başlangıcı olduğunu söylemektedir. Hoyle’un “Bana fosilini bulun” dediği bu

sıcak başlangıcın 1965 yılında fosilinin bulunmasıyla Durağan Durum taraftarları önemli ölçüde pes

ettiler. Kozmik fon radyasyonunun anlatıldığı bölümde bu konu detaylıca işlenmiştir.

1990’lı yıllarda Durağan Durum modelini geçersiz kılan birçok yeni delil ortaya kondu.

Artık evrenin genişlemesiyle madde yoğunluğunun azaldığı, yıldızların ve ışığın günün birinde yok

olacağı biliniyordu. Hele bir de bu yıllarda COBE uydusundan, kozmik fon radyasyonu ile ilgili

ilave deliller gelince, zaten savunulamaz durumda olan Durağan Durum modelinin geçersizliği ek

deliller kazandı. Uzaktaki cisimlerin kozmik fon radyasyonunun, daha sıcak olduğunun ölçülmesi

de 1990’lı yıllarda bulunan ve Durağan Durum modelini geçersiz kılan delillerdendir. Uzak

cisimlere bakarken aslında evrenin geçmişine bakıyoruz, çünkü ışık hızı çok hızlı olsa da sonlu bir

hızdır. Evrenin geçmişinin daha sıcak olduğunun tespiti tek başına Durağan Durum modelini

geçersiz kılacak niteliktedir. Sonuç olarak Ivan King’in kelimeleriyle: “Durağan Durum modeli

uzayda her şeyin zamanla nasıl değiştiğinin kesin gözlemlerle ispatlanması sonucunda istirahate

çekildi.”

Big Bang, evrenin, aşamalı gelişmeli bir süreçle oluştuğunu ortaya koyar. Yıldızların

içindeki elementlerin oluşumu bu sürecin bir parçasıdır. Hoyle ve ekibinin bu konudaki katkıları ve

Big Bang’e yaptıkları muhalefetin yeni delillerin bulunmasına sebebiyet vermesi çok önemlidir. Bu

yüzden O ve ekibi, Big Bang teorisinin detaylı bir şekilde ortaya konmasına emekleri olan

Lemaitre, Friedmann, Hubble ve Gamow ile birlikte anılmaktadırlar.

DURAĞAN DURUM MODELİ’Nİ GEÇERSİZ KILAN DELİLLERİN

ÖZETİ

Durağan Durum modeli, Big Bang teorisine karşı en uzun süre direnen teoridir. Bu yüzden

Big Bang teorisinin tarihi, Durağan Durum modelinin anlatımını da içerir. Bu modelin, uzayın

genişlemesini kabul etmesine rağmen, evrende değişimin ve başlangıcın olmadığına direnmesi de

önemlidir. Bu model, materyalizmin ezeli evren fikrini savunmak için ortaya atılmış, ünlü bilim

adamlarınca savunulmuş ve materyalistlerin en iddialı bilimsel çabası olmuştur. Bu modeli geçersiz

kılan delillerin bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

1- Durağan Durum modeli, fiziksel bir süreçle sürekli olarak maddenin yoktan

yaratıldığını söyler, fakat fiziksel olduğu söylenen bu süreç, fizik yasalarına aykırıdır.

2- Eğer Durağan Durum modelinin ileri sürdüğü gibi madde sürekli olarak yoktan

yaratılsaydı, bu yoktan yaratılış sürekli belli bir oranı tutturmak zorundaydı. Sadece

fizik yasalarına dayanarak oluştuğu söylenen bu dengenin açıklaması yapılamaz.

3- Enerjiden her madde oluşmasında madde miktarı ile tamamen aynı miktarda anti-madde

oluşur. Eğer evrende sürekli olarak enerjinin maddeye dönüşümü ile madde yaratılsaydı,

madde ile tamamen aynı miktarda anti-madde olacaktı. Bu gözlenen evrene aykırıdır

(Big Bang’in sıcaklığı maddenin anti-maddeden fazla çıkışını açıklayabilir).

4- Evrenin genişlemesini açıklayacak bir mekanizma (Big Bang gibi), Durağan Durum

modeli ile ortaya konamaz.

5- Durağan Durum modeli evrendeki çok büyük orandaki entropiyi açıklayamaz.

6- Gözlenen kozmik fon radyasyonu, Durağan Durum modelini geçersiz kılar.

7- Çok uzaktaki yıldızlardan elde edilen bilgiler ile evrenin eski dönemindeki kozmik fon

radyasyonunun, mevcut kozmik fon radyasyonundan daha sıcak çıkması, Big Bang’i

ispat ederken Durağan Durum modelini geçersiz kılar.

8- Evrende belli bir noktadan sonra kırmızıya kaymaların gözlenmemesi, Durağan Durum

modelinin, sonsuz büyük evren iddiasını geçersiz kılmaktadır.

9- Durağan Durum modeli sonsuz evren tasarımıyla Olber paradoksunun oluşmasına sebep

olmaktadır.

10- Durağan Durum modelinde, kendi kendine oluşan madde, hidrojene nispetle belli bir

helyum oranında olmalıdır. Bu oranın mevcut modelde nasıl oluşacağı belirsizdir. Oysa

bu konuda, Big Bang’e dayanarak yapılan öngörü kusursuzdur.

11- Evrendeki döteryum, lityum gibi hafif elementlerin Durağan Durum modelinde hiçbir

açıklaması yoktur (Big Bang teorisi ile bunlar çok düzgün bir şekilde tahmin edilmiştir).

12- Galaksilerin ve kuasarların geçmişteki ışığını algılıyoruz. Onların galaksimize yakın

bölgelerden maddesel karakter ve dağılım itibariyle farklılıkları Durağan Durum

modelini makul olmayan bir duruma getirmiştir.

13- Hugh Ross’un dediği gibi, galaksimizin çevresinde çok yaşlı galaksilerin olmaması

Durağan Durum modelinin, evrenin sonsuz yaşı olduğu iddiasını; galaksimizin

çevresinde çok genç galaksilerin olmaması ise Durağan Durum modelinin sürekli

yaratılış fikrini geçersiz kılmaktadır.

14- Evrendeki gaz bulutlarının sonsuza dek yıldız oluşumuna izin vermeyeceğinin

anlaşılması Durağan Durum modelinin sabit, değişmez evren fikrini yıkmıştır.

 

Durağan Durum modeli uzun yıllar Big Bang teorisinin en ciddi rakibi olarak görüldü. Fakat

gözlemsel astronominin buluşları, Durağan Durum modelini saf dışı bırakırken, Big Bang’in

delilleri gittikçe daha da arttı. Evrenin bir başlangıcı olduğu fikrinin felsefi sonucundan rahatsız

olanlar, bunun üzerine Açılıp Kapanan (Oscillating) Evren modelini ortaya attılar. Bu model de

bilimsel bulgular sonucunda değil, felsefi endişelerin sonucunda ortaya atıldı. Bunu John Gribbin’in

şu sözlerinden anlayabiliriz: “Evrenin ortaya çıkışını anlatan Big Bang Teorisi ile ilgili en büyük

problem felsefidir, hatta teolojiktir(ilahiyatla alakalıdır) diyebiliriz. O zaman patlamadan önce ne

vardı? Bu problem tek başına Durağan Durum modeline başlangıçtaki hızını vermeye yeterliydi;

fakat bu teori ne yazık ki gözlemlerle çatışmaktadır, bu güçlükten kurtulmanın en iyi yolu, evrenin

bir tekillikten açılıp, geriye kapandığını, tekrar açılıp, tekrar kapandığını ve bu süreçlerin belirsiz

sayıda olduğunu söyleyen modelle ortaya konulmuştur.”

Hiçbir gözlemsel delil ve teorik sebep yokken, Açılıp Kapanan Evren modelinin ortaya

konması, sadece ve sadece evrenin başlangıcı olduğu sonucunun bizi evren dışı bir Sebep’e ve

Güç’e götürmesi yüzündendir. Fakat bu çaba bir şeyi ispatlamaktadır: Big Bang’in delilleri o kadar

güçlüdür ki, bu teorinin götürdüğü felsefi sonuçlardan kaçınmak isteyenler bile, sonuçta bu modeli

tekrarlatarak, bu teorinin bir başlangıcı gerektiren felsefi sonucundan kaçınma yoluna sapmışlardır.

 

Açılıp Kapanan Evren modelinin sadece fiziksel olarak işlediğini ve hiçbir evren dışı

Güç’ün bunda etkisi olmadığını söyleyenleri, bekleyen çok önemli bir sorun daha vardır. Eğer Big

Bang çok hızlı bir patlama olsaydı, evrendeki madde çok hızlı bir şekilde uzaya dağılacaktı ve hem

yıldızlar hem de galaksiler oluşamayacaktı. Eğer Big Bang daha yavaş bir patlama olsaydı, bu sefer

kütle çekiminin etkisiyle madde hemen kapanacaktı ve hem galaksiler hem de yıldızlar yine var

olamayacaktı. Açılıp Kapanan Evren modelinde bütün patlamaların simetrik olması gerekmesinin

bir sebebi budur. Çünkü öbür türlü madde bir daha toplanmayacak şekilde dağılıp sona gelinecektir

veya hiçbir zaman açılamayacak bir şekilde kapanma yaşanacaktır. Entropi Yasası ve Tolman’ın

çalışmaları, Açılıp Kapanan Evren modeli mümkün olsaydı bile bu sondan kurtulmanın

imkansızlığını göstermektedir.

Bir an için Entopi Yasası’nı ve Tolman’ın çalışmalarını bilmediğimizi düşünelim. Evrenin

hemen çökmemesi ve maddenin gök cisimlerini oluşturmadan dağılmaması için Big Bang patlaması

kritik bir hızda olmalıdır. Bu hızın oluşmasının olasılığı, bazı bilim adamlarının benzetmesine göre

bir kurşun kalemin havaya atıldığında ucunun üstünde durmasının olasılığı kadar bile değildir. Bu

olasılığın deneme yanılmayla bulunması mümkün değildir. Çünkü yanılmaların bir yönü maddeyi

kaçırır, bir yönü ise açılamayacak bir tekillik oluşturur. Öyleyse Açılıp Kapanan Evren modelini

oluşturanlar, bir defa havaya atılan bir kurşun kalemin, ucunun üzerinde tesadüfen durduğunu kabul

etmek zorundadırlar; ayrıca bu kalemin havaya her atılışında bu olayın tekrar tekrar gerçekleştiğini

de kabul etmek zorundadırlar. Evreni düzenleyici dış bir Güç kabul etmeyenler ne yapabilirler ki?

 

Bu modeli Hindu reenkarnasyon inancının bilimsel karşılığı olarak görenler olmuştur. Hindu

inancında evren ezelidir ve ruhlar, evrenin içinde döngüsel bir gelip gitme yaşarlar. Hindu

“reenkarnasyon” inancı da köklerinde ezeli evren fikrini taşımaktadır. Açılıp Kapanan Evren modeli

ezelilik ile döngüselliği bir arada taşıdığı için, Hint reenkarnasyonuna benzetilmiştir.

Açılıp Kapanan Evren modelinin tek bir delili bile yoktur. Üstelik bilimsel deliller, Açılıp

Kapanan Evren modelini geçersiz kılmıştır. Bu modeli geçersiz kılan bilimsel verilerin bir kısmını

şöyle özetleyebiliriz:

1- Kapanan bir evrenin yeniden açılması, yer çekimi gibi fiziksel yasalara aykırıdır.

2- İzafiyet teorisinin formülleri üzerine çalışmalar Big Bang’in, uzayın ve zamanın

başlangıcı olduğunu ortaya koymuştur.

3- Evrendeki maddenin homojen yapısı Açılıp Kapanan Evren modeli ile uyuşmaz.

4- Termodinamiğin ikinci kanunu (Entropi Yasası) bütün verilerden bağımsız

olarak ezeli Açılıp Kapanan Evren modelini geçersiz kılmıştır.

5- Tolman’ın çalışması, eğer evren kapandıktan sonra yeniden açılabilseydi, her

açılmanın ilkinden daha hızlı olması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu ise bir

noktada, tüm maddenin bir daha toplanamayacak şekilde dağılması demektir.

Sonuçta evren ebedi olamıyorsa başlangıcı olmalıdır.

6- Açılıp Kapanan Evren modeli evrenin “kritik hızda” genişlemesini gerektirir.

Fakat ayarlayıcı üstün bir Güç olmadan, bu kritik hızın nasıl gerçekleştiğini tarif

edemez.

7- Açılıp Kapanan Evren modeli bu “kritik hızın” sürekli korunmasını da gerektirir.

Bu ise tesadüfen ucu üstünde durmuş olan kaleme her tekme atılışında bu

kalemin yine ucu üstünde durmayı başarması gibidir.

 

Sonsuz evren modelleri termodinamiğin ikinci kanunundan kaçamazlar. Bu kanunun bizi

götürdüğü sonuç, entropinin sürekli arttığı ve sonunda sistemleri termodinamik dengeye getirdiği,

bu yüzden tüm fiziki sistemlerin bir başlangıcı olduğudur. Ayrıca sonsuzun aşılamayacağına dair

daha evvelden incelediğimiz felsefi deliller de bu modellerin hepsini geçersiz kılar.

Bu bölümün en başından itibaren incelenen hiçbir model, Big Bang’in sahip olduğu delillere

sahip değildir. Hatta tek bir delile bile sahip değildir. Big Bang’in temel delillerini incelerken Big

Bang’i doğrulayan gözlemsel ve teorik delilleri inceledik. Ayrıca Big Bang ile bizi aynı sonuçlara

götüren yıldız incelemeleri, radyoaktif elementlerin incelenmesi, termodinamik kanunlar ve felsefi

deliller de bu teorinin gücüne güç katmaktadır. Alternatif olarak ortaya atılan teoriler ise hem

bilimsel dayanağa sahip değildir, hem de gözlemsel ve teorik deliller ile geçersiz olmaktadır.

Evrenin genişlediği anlaşıldıktan sonra, bir daha evrenin ezeli olduğunu bilimsel açıdan

makul olacak bir şekilde izah etmek mümkün olmamıştır. Bundan sonraki bölümde görüleceği gibi,

evrenin ezeli olduğunu savunan materyalistler, tarih boyunca; evrenin, maddenin, hatta yıldızların

değişmez yapıda olduklarını savunmuşlardır. Big Bang’in ve modern fiziğin bulguları

keşfedilmeden önceki bu materyalist inanç, evren ezeli ise bilimsel beklentinin nasıl olması

gerektiğini göstermektedir. Bilimsel deliller ortaya konmadan önceki bu süreç samimi fikirlerin

anlaşılmasına daha müsaittir, çünkü bu durumda, psikolojik durumun sonucu olarak bilimsel olanın

çekiştirilmesi mümkün değildir. Yeni bulguları ve Big Bang’in verilerini materyalist yorumlarla

birleştirmeye çalışmak, sadece tek Tanrılı dinlerin tarih boyunca savunduğu sonuçlardan kaçışın

psikolojik bir göstergesidir. Materyalizmin biricik unsur (cevher) olarak gördüğü evrenin, ezeli

değişmezliğine ihtiyacı çok açıktır; fakat Big Bang’in, bir başlangıçtan itibaren hiç durmayan bir

değişimi gösterdiği de çok açıktır.

 

BIG BANG’İN IŞIĞINDA TANRI’NIN

VARLIĞINI İNKAR EDEN VE MADDENİN

EZELİLİĞİNİ KABUL EDEN GÖRÜŞ

HAMLET’İ TAKLİT EDEN MATERYALİST NE DER

Bu görüş ateistlerin, materyalistlerin görüşüdür. Bu görüşe göre madde yaratılmamıştır, yok

edilemez, kendiliğinden varlığını sürdürür, evrenin tek yapı taşıdır, onun dışında hiçbir şey yoktur.

Eğer Hamlet’in “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” sözünü Hamlet’i taklit eden bir

materyalist felsefenin ideoloğu söylemeye kalksaydı, herhalde şöyle derdi: “Maddenin ezeli olup

olmaması, işte bütün mesele bu”. Materyalistlere göre var olan her şey madde sayesinde var olur ve

maddidir. Dinlerin savunduğu; maddeyi yaratan, maddeye şekil veren, maddenin varlığının bağımlı

olduğu, madde dışı bir Tanrı var olamaz. Bu maddi evren yaratılmamış ve yok edilemez olduğuna

göre onun bir başlangıcı da, bir sonu da yoktur. İşte bunlar ateistlerin tarih boyunca en temel

iddiaları olmuştur.

Bu bölümde görüleceği gibi, tarih boyunca materyalizm bu şekilde savunulmuştur.

Günümüzde zorlama ve tutarsız izahlarla materyalizmin mevcut bilimle uyuştuğunu söyleyenler

olmaktadır. Bu izahların bilimsel olmaktan çok, psikolojik olduğu görünmektedir. Bunun

anlaşılması için materyalistlerin tarih boyunca savundukları temel iddialarının incelenmesi faydalı

olacaktır. Çünkü bilimsel delillerin ortaya konmadığı dönemde açıklanan bu fikirler, eğer gerçekten

materyalizm doğru ise, neyin nasıl olması gerektiğini göstermektedir. Bu yüzden, bu kitapta,

incelenen görüşler, tarihi geçmişleriyle ele alınmaktadır. Böylece binlerce yıllık tartışmanın

değerlendirmesi yapılacak, Big Bang’in ışığında kimin haklı, kimin haksız olduğu irdelenecektir.

İki sorunun cevabı açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır:

1- Ne dediler?

2- Ne oldu?

HİNT FELSEFESİ VE BUDİZM

Hint felsefesinin içinde hem tek Tanrıcı (teist), hem çok tanrıcı (politeist), hem de ateist

unsurlar bulunmaktadır. M.Ö. 2000’lere kadar uzanan Hint felsefesinin önemli bir bölümünün

evreni ezeli kabul ettiği ve Tanrı’ya yer vermediği görülmektedir. Bu yüzden Hint felsefesine

inananların önemli bir kısmı da, maddeyi ezeli kabul edip Tanrı’yı yok sayan materyalistlerle

beraber değerlendirilmelidir. Hint felsefesinin önemli kollarından Ceyna’ların bir şairi, inancındaki

ezeli evren görüşünü şu şekilde dile getirmektedir:

Hiçbir varlık bu evreni oluşturamaz.

Nasıl maddi olmayan bir Tanrı maddi bir evren yaratabilir?

Eğer ilk önce bunu, sonra evreni yaptı dersen sonsuz geriye gidişle karşılaşırsın.

Eğer bu madde doğal olarak oluştu dersen başka bir safsataya düşersin.

Bütün evren kendi yaratıcısı olmalıdır...

Taoizm’de her şeyin kendiliğinden oluştuğu ve evrenin ezeli olduğu fikrine rastlanmaktadır.

Fakat Taoizm hakkında yapılan yorumlarda buna tamamen zıt görüşler de ileri sürülmektedir.

Marksizm’deki veya tek Tanrılı bir dindeki açık ifadeleri Taoizm’de (aslında Uzakdoğu dinlerinin

bir çoğunda) bulamayız.

Budizm’de, Tanrı’nın hiçbir müdahalesi olmadan, var olan her şeyin mekanik yasalara

uygun olarak maddeden meydana geldiği söylenir. Budizm’in bazı kollarında Tanrı’nın varlığı

kabul ediliyor olabilir, fakat temel metinlerde Tanrı’dan hiç bahsedilmediği ve evren ezeli kabul

edildiği için; Budizm’i, Tanrı’yı yok sayan ve maddeyi ezeli kabul eden başlığın altında

inceleyebiliriz.

DEMOKRİTOS, EPİKUROS VE LUCRETİUS

Görüldüğü gibi, Uzakdoğu’da da materyalist felsefeye benzer görüşleri savunanlar olmuştur.

Yazılan kitapların birçoğu materyalizmin tarihini Eski Yunan’dan başlatır. Bu konuda öne çıkan ilk

isim Demokritos’tur. O’na göre bütün madde ezeli ve ebedi olan atomlardan oluşur, bu atomlar yok

edilemez ve değişmez. Bu fikirlerinden dolayı Demokritos, günümüz materyalistlerinin fikir babası

sayılır. Maddenin varlığı ezeli kabul edilip, her şey sadece maddeyle açıklanınca; Tanrı’ya ihtiyaç

kalmamakta, böylece de ateist fikirler temellendirilmeye çalışılmaktadır. Maddenin devamlılığı fikri

daha önce Anaksimandros ve Herakleitos’un fikirlerinde de ima edilmiştir, ama vurgu ve açıklık

Demokritos’taki gibi değildir.

Epikuros, Demokritos’un önemli takipçilerindendir. O’na göre her şey birbiri ardından

doğum ve ölümü meydana getiren ezeli bir düzene göre işlemektedir. Tarihin en etkin materyalisti

Karl Marks da doktora derecesini “Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri” teziyle,

materyalizmin fikir babalarını inceleyerek almıştır.

Günümüz materyalistlerine çok daha yakın olan antik dönemin ismi ise Lucretius’tu. O,

sadece maddenin ezeliliğini savunmakla kalmamış, günümüz materyalist ateistleri gibi Tanrı’nın

yokluğunu da ısrarla vurgulamıştır. O, fikirlerini şiir dizeleri şeklinde aktarmıştır:

İlkemiz şu olacak konuyu girerken:

Hiçten hiçbir şey yaratılamaz Tanrısal güçle.

Ölümlülerin bunca korkuya kapılmaları,

Yerde ve gökte tanık oldukları olaylara

Gözle görülür bir neden bulamamalarındandır.

Kolaydır Tanrı’nın istemiyle açıklamak bunları

www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

 86

Hiçten hiçbir şey yaratılamayacağını kavrayınca

Daha açık seçik göreceğiz önümüzdeki yolu.

...

Öyleyse iki türdür bütün nesneler:

Atomlar ve onlardan oluşan bileşikler.

Çünkü hiçbir güç yıkamaz atomları

Mutlak son oluşları sonsuza dek korur onları.

MARKSİZM

Felsefe tarihindeki d’Alembert, Turgot, Condorcet, Baron d’Holbach da materyalist

felsefenin temsilcileridir. Fakat materyalist felsefenin en ünlü ve en etkili olmuş isimleri Marksist

felsefenin kurucuları Karl Marks ve Friedrich Engels’tir.

Marksist teorisyenler, felsefenin en önemli sorununun, evrenin ve maddenin ezeli olup

olmadığı meselesi olduğunu ve materyalistleri kendileri dışındaki felsefelerden ayıran en önemli

özelliğin evrenin ezeliyetini savunmaları olduğunu söylerler. Friedrich Engels, Karl Marks ile

beraber yazdığı “Felsefe İncelemeleri” adlı kitabında bunu şöyle belirtmektedir: “Ortaçağın

skolastiğinde büyük bir rol oynamış olan düşüncenin varlığa göre durumu sorunu; tinin(ruhun) mi,

yoksa doğanın mı, hangisinin esas öğe olduğu sorunu, bu sorun, kilise bakımından, şu keskin biçimi

aldı: Evren Tanrı tarafından mı yaratılmıştır, yoksa bütün öncesizlik boyunca var mı idi? Bu soruyu

yanıtlayışlarına göre filozoflar iki büyük kampa ayrılıyorlardı. Tinin doğaya göre önce gelme

özelliğini ileri sürenler ve buna göre de, son aşamada, ne cinsten olursa olsun evren için bir

yaratılmayı kabul edenler. Bunlar idealizm kampını oluşturuyorlardı. Ötekiler, doğayı esas öğe

sayanlar ise materyalizmin değişik okullarında yer alıyorlardı. Başlangıçta, iki deyim, idealizm ve

materyalizm, bundan başka bir anlama gelmiyordu, biz de burada, onları başka bir anlamda

kullanmayacağız.”

Materyalist felsefenin ünlü savunucularından yazar Georges Politzer de bu ayrıma dikkat

çekmiştir: “Felsefenin temel sorunu işte budur. Hangi tarzda ortaya konursa konsun, bu sorunun

mümkün iki cevabı olabilir ancak. Ya madde (varlık, tabiat) ebedi, sonsuz aslidir ve ruh (düşünce,

bilinç) türemedir. Ya da ruh (düşünce, bilinç) ebedi, sonsuz, aslidir ve madde (varlık, tabiat)

türemedir.”

Dünya’da ateizmin geniş bir şekilde yayılmasına sebep olan Karl Marks’ın, Friedrich

Engels’in ve onların Lenin, Mao gibi takipçilerinin hepsi maddenin ezeliliğini savunmaktadırlar. Bu

onların sisteminin kaçınılmaz temel şartıdır. Çünkü her türlü idealizmden kaçınmak ve ateist olmak,

komünist materyalizmin temel felsefesini oluşturur. Bu noktada komünist materyalistlerle diğer

ateist materyalistler de tamamen aynı şekilde düşünür. Maddenin ezeliliği, tüm materyalistlerin

ortak ve tartışılmaz paydasıdır. Komünizm, Marks’ın ölümünden 70 yıl sonra, kendilerine Marksçı

adını veren toplulukların, dünyanın üçte birini yönetimleri altına almalarıyla, tüm materyalist

görüşler arasında en etkin olanı olmuştur. Ateist materyalistlerin ortak izahlarına dayanarak şu

ayrım yapılabilir:

1- Ya Tanrı evrene göre öncedir. Evren Tanrı’nın eseridir. Materyalist felsefeler

hatalıdır.

2- Ya da madde öncedir ve ezelidir. Tanrı yoktur. Her şey madde ile açıklanır.

Tek Tanrılı dinler hatalıdır.

GÜNEŞE TAPANLARLA MATERYALİSTLERİN FARKI

 Bilimsel bulguların felsefeler ve dinler için sonuçlar doğurduğunu daha önce gördük. Örneğin

Güneş’i tanrı olarak kabul eden bir dini ele alalım. Güneş’in yapısı bilimsel olarak anlaşıldıktan

sonra, Güneş’in başlangıcının ve sonunun olduğu anlaşılır ve bu bilgiler Güneş’i tanrılaştırmanın

hatalı olduğunu bilimsel açıdan ortaya koyar. Aynı şekilde Big Bang teorisi, evrenin belli bir

zamanda başlangıcının olduğunu ve de sonunun geleceğini ortaya koymaktadır. Bu sonuç kesinlikle

materyalist felsefelerin iflası demektir. Güneş’e tapan kişiler bilimsel bulgulara rağmen uzun

zamanlar boyunca savunulmuş bu fikirlerinden vazgeçmeyebilirler, nitekim çok az da olsalar hala

bu inanca sahip kişiler vardır. Big Bang teorisine rağmen materyalizmin devamı, Güneş’in yapısı

bilimsel olarak anlaşıldıktan sonra, Güneş’e tapmaya devam edenlerle aynıdır. Evrenin ezeliliği ve

ebediliği temeli üzerine sistemlerini kuranlar, evrenin bir başlangıcı olduğu bilimsel olarak ortaya

çıktıktan sonra buna devam ettikleri için; Güneş’e tapanlarla aynı sınıfa girmişlerdir. Bu tavra sahip

materyalizmi, bilimsel materyalizm olarak değil de bilim-dışı materyalizm veya materyalist fideizm

(imancılık) olarak adlandırmak daha doğru olacaktır.

 Bilimi ve aklı reddeden bir Hindu, kendi felsefesinin (veya dininin), sonsuz döngüleri içinde

barındıran ezeli evren tasarımını, bilimsel bulguları hiç dikkate almadığı için devam ettirebilir.

Fakat bir Marksist-ateist için bu o kadar kolay değildir. Çünkü Marksizm bilimi kutsamıştır ve

Marksist teorisyenler hem dinlere, hem de şüpheci felsefelere karşı olmuşlardır. Örneğin Engels, bir

yandan bilimin başarılarına atıf yaparken, bir yandan da Kant’ı bu başarılara dayanarak şöyle

eleştirmektedir: “Kant’ın çağında, doğal nesneler konusundaki bilgimiz gerçekten öylesine bölük

pörçüktü ki, onların herbiri üzerinde bildiğimiz az bir şeyin ötesinde sırlarla dolu bir kendinde-şey

bulunduğu pekala sanılabilirdi. Ama bu kavranamaz şeyler, bilimin dev adımlarıyla ilerlemesi

sırasında kavrandılar, çözümlendiler, üstelik yeniden üretildiler; üretebildiğimiz şeyin bilinemez

olduğunu elbette düşünemeyiz. Bu yüzyılın (19. yüzyıl) ilk yarısında, organik maddeler kimya için

sırlarla dolu nesnelerdi; bugün, onları birbiri ardına, organik süreçlerin yardımı olmaksızın

kimyasal öğelerini kullanarak yapmayı öğreniyoruz.”

BİLİMSEL GELİŞMEYLE DEĞİŞİM

 Bilimi kutsamış olan materyalist anlayışlar, bilimdeki değişikliklerin felsefeyi yeniden

yapılandırması gerektiğini söylemişlerdir. Örneğin Lenin, Engels’ten alıntılar yaparak şöyle

demektedir: “Doğa bilimleri alanında çığır açan her buluşla materyalizm biçimini değiştirmelidir.”

Marksist-materyalistler bilime verdikleri önemi ısrarla vurgulamışlar ve “bilimsel sosyalizm”,

“bilimsel tarih anlayışı” gibi deyimlerle sürekli bilimsel yanlarını ön plana çıkarmışlar, kendileri

gibi düşünmeyenleri bilim dışı olmakla suçlamışlardır.

 19. yüzyıl ve sonrasının materyalistleri, bilimin başarılarını, hem Berkeley idealizmine, hem

de Kant şüpheciliğine karşı kullanmışlardır. Bu yüzden, bu felsefenin fizikteki bilimsel gelişmelerin

yargıçlığını kabul etmemesi büyük bir çelişki olur. Nasıl Engels, kimya bilimindeki gelişmelerle,

Kant’ın “kendinde-şeye” dair şüpheci yaklaşımlarını mahkum ediyorsa, kimya bilimine Kant

şüpheciliğini yargılatıyorsa; Big Bang teorisine, materyalist felsefeyi yargılatmak, benzer bir

tavırdır. Materyalist felsefenin teorisyenlerinin felsefenin en temel sorunu olarak Tanrı’nın mı,

maddenin mi önce olduğu sorununu gösterdikleri noktada; astro-fizik bilimindeki gelişmeler,

materyalizmi yargılamakta ve mahkum etmektedir. Felsefeyi bilime yargılatma, bu sefer

materyalizmi en temelinden- maddenin ezeli olmadığı sonucundan- geçersiz kılmaktadır. Bu sadece

yüzeysel bir revizyon değildir, materyalizmin tamamen iptalidir.

MATERYALİST AHLAKIN DA İPTALİ

Maddeyi ezeli kabul eden tüm felsefeler, en temel noktalarından geçersiz olunca, bütün

sistemlerinin değişmesi gerekmektedir. Çünkü tüm bu felsefeler, bu temel kabullerin üzerinde

yükselmiştir. Örneğin ahlak konusunu ele alalım, maddeyi ezeli kabul eden tüm sistemlerin ahlak

görüşleri baştan ele alınmalıdır. Çünkü bu sistemler maddeyi asli tek unsur görmüşler, Tanrı’yı yok

saymışlar, sistemlerinin ahlaki yapılarını bu kabullerle oluşturmuşlardır. Bu sistemlerin asli unsuru

yanlış çıkınca, bu unsura dayanan ahlaki sistemleri de geçersiz olacaktır.

 Maddeyi ezeli kabul eden her felsefi veya dini sistem aynı ahlaki yapıyı savunmaz, hatta bu

sistemlerin ahlaki kurgularında büyük farklar vardır. Epikuros’un dünyevi zevklerden faydalanmayı

öğütleyen hedonist ahlakını, Budistler’in ihtiraslardan vazgeçmeyi söyleyen ahlakını ve

Marksistler’in ideolojilerine göre biçimlendirilmiş eylemci ahlakını aynı kefeye koyamayız. Fakat

tüm bu ayrı ahlaki yaklaşımlarda, maddeyi ezeli kabul etmek ve Tanrı’nın varlığını dışlamak gibi

ortak temel noktalar vardır. Madde ezeli kabul edilince, maddenin sahip olmadığı bilince sahip

“insan” veya “insanlık” ahlak kavramının merkezine yerleşmektedir. Budizm’in kurtuluş için

ihtiraslardan arınmayı öğütlemesi de, Epikuros’un mutluluğu amaç olarak tavsiye etmesi de hep salt

“insan” merkezli bir bakış açısıyla oluşmuştur.

 Fakat insanın sınırlı gücü, ölüm gibi hayatın çok önemli bir gerçeğiyle baş etmesine olanak

tanımaz. Hayatı, kısa ve ölümle noktalanan bir süreç olarak gören insanların, bencil duygulardan

hangi rasyonel temellerle vazgeçeceğini, materyalist felsefeler açıklayamaz. Materyalist felsefelere

inanan bazı kişilerde, iyi ahlaklı davranışlara tanıklık edebiliriz. Bu anlatılana aykırı değildir, çünkü

denmek istenen materyalistlerin ahlaki davranış sergileyemeyeceği değil, materyalist felsefenin

ahlaki davranışları rasyonel olarak temellendiremeyeceğidir. Tanrı’yı evrenin yaratıcısı olarak kabul

eden görüşlerde; Tanrı’nın üstünlüğü, iradesi, gücü asli unsur olduğu için, ahlakın belirlenmesi de

“Tanrı” merkeze konarak gerçekleşir. Tanrı’nın varlığının anlaşılmasıyla, insanlar, kendi baş

edemedikleri ölüm sorunuyla baş etmelerini sağlayacak ve bencil duygulardan kurtulmalarının

gerekçesi olacak rasyonel bir temele kavuşurlar. Buradan da görüyoruz ki Big Bang teorisinin

“ahlak felsefesi” açısından da sonuçları vardır. Çünkü Tanrı’nın varlığını tespit etmek ve maddenin

asli ve biricik unsur olmadığını anlamak, bizi, ahlaki belirlemelerin, Tanrı’nın merkeze konulması

suretiyle gerçekleşeceği sonucuna götürecektir.

 Materyalistlerin de kabul ettiği gibi ancak iki şık savunulabilir. Ya madde ezeli ve asli

unsurdur, ya da Tanrı ezelidir ve maddeyi yaratmıştır. Big Bang bu şıklardan birincisini tamamen

geçersiz kılmıştır, böylece ikinci şıkkın doğruluğu anlaşılmıştır. Materyalistler, felsefelerinin en

temelinden çöktüğünü görmeliler ve ahlak ile hayat alanını, Tanrı’nın varlığını göz önüne alarak,

yeniden biçimlendirmelidirler.

TASARIM DELİLİ

 

Bertrand Russell bir konuşmasında “İşte evren karşımızda duruyor ve hepsi budur” demiştir.

Bu yaklaşımıyla, ezeli evrenin her şeyin açıklaması olduğunu söylemek istemiştir. Oysa Big Bang,

evrenin, Russell’ın sandığı gibi her şeyin açıklaması olmadığını, evrenin kendi dışında bir Sebep’e

muhtaç olduğunu ve binlerce yıldır savunulan tüm materyalist ateist felsefelerin yanlış olduğunu

göstermiştir.

 Gerek Lucretius, gerek Marks, gerekse Russell gibi ateistler, evrenin ezeli oluşuyla beraber

bilinçli bir tasarımın ürünü olmadığını da savunmuşlardır. Bu onların felsefesinin doğal sonucudur,

çünkü Tanrı’nın varlığını inkar eden kişiler, evrenin, tesadüflerin arka arkaya gelmesiyle

oluştuğunu kabul etmek zorundadırlar. Oysa Big Bang sürecindeki oluşumlar, evrenin bilinçli bir

Güç tarafından tasarlandığını gösterir. Big Bang başlangıcındaki patlama daha şiddetli veya daha

yavaş olsaydı evrenin oluşamayacağından, evrenin başındaki madde-antimadde oranından, evrenin

başlangıcındaki entropinin ayarına kadar bütün değerler, evrendeki bilinçli tasarımı göstermektedir.

Bu kritik değerlerin hepsi maddenin içindeki özelliklerle oluşturulmaktadır. Bu ise hem maddenin

yaratıldığını, hem de evrendeki tüm süreçlerin bilinçli bir şekilde oluşturulduğunu gösterir.

EVRENİN SONU VE ÖZET

Daha önce gördüğümüz gibi evren sürekli genişlemektedir. Buna göre iki senaryonun birinin

gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Ya evren geriye kapanmadan sürekli genişleyecek ve ısı ölümüyle

Büyük Donma (Big Chill) süreci yaşanacaktır, ya da genişleme belli bir seviyeye geldikten sonra

çekim gücü geriye kapanmayı başlatacak ve Büyük Çöküş (Big Crunch) yaşanacaktır. Eğer böyle

bir çöküş yaşanırsa, evrenin olmadığı noktada zamanın da önemi kalmadığı için, evren-zamanının

da sonu gelecektir. Big Bang’in felsefi sonuçlarına daha önce değinenler, Big Bang’in, evrenin

başlangıcı olduğunu göstermesinin felsefi sonucu üzerinde durmuşlar, evrenin sonunu

göstermesinin felsefi sonucunu yüzeysel geçmişlerdir. Bu kitapta yapmaya çalıştığım şeylerden biri

de bu önemli felsefi sonuca da dikkatleri çekebilmektedir.

Bilimsel verilerle evrenin sonsuza dek var olamayacağı anlaşılmadan önceki binlerce yıllık

zaman zarfında ateistler, hep evrenin sonsuza dek var olacağını savunmuşlardır. Anlaşılıyor ki

materyalistlerin en azından bir kısmı, kendi varlıklarının ölümle son bulmasına karşın evrenin ebedi

var oluşunda kısmen de olsa teselli aramışlardır. Fakat hepsi, her şeyin açıklamasının içinde

olduğunu ileri sürdükleri maddi evrenin sonsuzluğunu ısrarla savunmuşlar ve evrenin bir kıyamet

sureciyle yok olacağını savunan dinlere karşı çıkmışlardır. Big Bang, felsefe tarihini yargılarken,

ateistlerin binlerce yıldır savundukları bu tezi de mahkum etmiştir.

Kısacası Big Bang beş önemli noktada, materyalist felsefelerin her şeklini geçersiz

kılmaktadır. Bu felsefelere dayanarak inanç, eylem ve ahlak sistemlerini oluşturanlar; hem inanç,

hem eylem, hem de ahlak sistemlerini baştan ele almalıdırlar. Bu beş madde şunlardır:

1- Evren ezeli değildir. Böylece evreni, maddeyi tek ve asli unsur kabul eden

materyalist felsefeler en temellerinden geçersiz olmuşlardır.

2- İzafiyet teorisinin formülleri evreni ve zamanı birbirine bağladı. Böylece

evrenin başlangıcının ispatı, zamanın başlangıcının ispatı anlamına da

gelmektedir. Zamanı sonsuza dek geriye giden bir süreç olarak tasarlayan

materyalist düşünürler yanılmışlardır.

3- Big Bang ile oluşan süreçler evrende bilinçli bir tasarımın var olduğunu

gösterir. Evreni sırf kendiyle açıklayan, bilinçli bir Yaratıcı’nın müdahalesini

kabul etmeyen materyalist felsefeler bu açıdan da geçersiz olmuşlardır.

(İlerideki bir bölümde “tasarım delili”ni detaylıca işleyeceğiz.)

4- Materyalizm doğası gereği, değişmeyen ve bozulmayan, zamanın geçmesiyle

aşınmayan bir evren ve madde tasarımı yapmıştır. Evrendeki aşamalı süreçler

bunun tam tersini ispatlamıştır. Evrenin genişlemesi, entropi, yıldızların ve

ışığın son bulacak olmasının anlaşılması; değişmeyen tek şeyin sürekli ve

kesintisiz değişim olduğunu göstermektedir.

5- Evren ezeli olmadığı gibi ebedi de değildir. İnsanlar gibi evrenimiz de bir gün

ölüm sürecini yaşayacaktır. Materyalizm bu en temel tezinde de geçersiz

olmuştur.

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir iddian varsa çarşaf çarşaf kopyala yapıştır yapma

önce kendin oku ve ne anladığını kısaca özetle, kimse senin ne idüğü belirsiz alıntılarını okumaz. Gerekirse kaynak verirsin ama verdiğin kaynağın bir itibarı olsun.

 

Bigbang nihai bir teori değildir, önemli eksikleri mevcut ve geliştirilmeye devam ediliyor, tıpkı Newton'un yerçekimi teorisi gibi ileride revize edilmesi gerekebilir.

Bigbang dışında da evren'in oluşumunu açıklayan ve geliştirilmeye devam eden teoriler var. Bigbang şu anda elimizdekilerden en iyisi sadece.

Bununla beraber bigbang teorisi evrenin hiçlikten çıktığını söylemez, bigbang anından öncesi belirsizdir, belki daha önceki evren içine çökmüştü veya farklı evrenler çarpışıp bigbang'ı oluşturdu vb. ihtimaller mevcut ama bigbang öncesi için şu anki fizik bilgimizle kesin konuşamıyoruz. Yoğun bir enerji olduğu kesin, Termodinamik kanunları bize enerjinin yoktan var edilemeyeceğini ve varken yok edilemeyeceğini söylüyor. Yani bu enerji zaten mevcuttu. 

Kaldı ki bigbang siz dincileri kesin olarak yalanlamaktadır, kurana göre evren oluşmadan önce dünya zaten mevcuttu, dincilere göre dünyanın geçmişi sadece 7000 yıl geriye gidiyor, vs.

Bigbang'e sarılmanız değil bence topuklarınız kıçınıza vura vura bigbang teorisinden kaçmanız sizin için en hayırlısı.

Link to post
Sitelerde Paylaş
2 saat önce, KuranMumini2698 yazdı:

Ateistlerin en temel iddiası maddenin sonsuzdan beri var olduğu ve tüm canlı-cansız varlıkların bu maddi yapıdaki özellikler sonucunda tesadüfen oluştuğudur. Oysa Büyük Patlama (Big Bang) teorisi Evren’in ve zamanın bir başlangıcı olduğunu ortaya koyarak ateizmin bu en temel iddiasını yıkmaktadır.  Evren’in başlangıcı olduğunu ortaya koyarak, inkârcılığın maddenin sonsuzdan beri var olduğu iddiasını yıkmakta ve inkârcıların tezlerini çürütmektedir.

Nasil en temel iddia bu oluyor????

Ben bir ateist olarak sisme kuramina cok sicak bakmaktayim. Evrenin bir baslangici oldugunu düsünmek/emin olmak beni neden dindar olmaya zorlasin??

Bak yunan mitolojisinde de diyorki yer(toprak) ve atmosfer(hava-olmadi uzay) birbirine büyük bir ask ile simsiki sariliymis, sonra ayrilmislar.

http://www.girgin.org/yunan-mitolojisinde-dunyanin-olusumu/

 

Yani senin dinin , baskasinin dini bu evren yoktan yaratildi desede benim onlardan birini secmeme gerekce degil. Dinlerden hic bir haberi olmayan biride buna benzer bir aciklamayi yapabilir. Yani hersey yoktan var oldu cümlesini kurmak hicte güc degil. Hayal gücü yeterli.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Şimdi, deadanddark yazdı:

Nasil en temel iddia bu oluyor????

Ben bir ateist olarak sisme kuramina cok sicak bakmaktayim. Evrenin bir baslangici oldugunu düsünmek/emin olmak beni neden dindar olmaya zorlasin??

Bak yunan mitolojisinde de diyorki yer(toprak) ve atmosfer(hava-olmadi uzay) birbirine büyük bir ask ile simsiki sariliymis, sonra ayrilmislar.

http://www.girgin.org/yunan-mitolojisinde-dunyanin-olusumu/

 

Yani senin dinin , baskasinin dini bu evren yoktan yaratildi desede benim onlardan birini secmeme gerekce degil. Dinlerden hic bir haberi olmayan biride buna benzer bir aciklamayi yapabilir. Yani hersey yoktan var oldu cümlesini kurmak hicte güc degil. Hayal gücü yeterli.

Ben dinlerden bahsetmedim. Evrenin başlangıcı olması insanların dine inanmasını gerektirmez. Yazdığım yazıda "evrenin başlangıcı var dindar olun" diye bir şey söylemedim. Ateizm ile Bilimin çeliştiğini ortaya koydum. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
4 dakika önce, KuranMumini2698 yazdı:

Ben dinlerden bahsetmedim. Evrenin başlangıcı olması insanların dine inanmasını gerektirmez. Yazdığım yazıda "evrenin başlangıcı var dindar olun" diye bir şey söylemedim. Ateizm ile Bilimin çeliştiğini ortaya koydum. 

Ateizm ile bilim celismiyor.Kisiler ile teoriler anlasamiyor hepsi bu.

Asil dinler kendini bilim ile ayakta tutmaya calisiyor. Yani dinler bir chameleon gibi renkten renge giriyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
32 dakika önce, Ebu Kafir yazdı:

Bir iddian varsa çarşaf çarşaf kopyala yapıştır yapma

önce kendin oku ve ne anladığını kısaca özetle, kimse senin ne idüğü belirsiz alıntılarını okumaz. Gerekirse kaynak verirsin ama verdiğin kaynağın bir itibarı olsun.

 

Bigbang nihai bir teori değildir, önemli eksikleri mevcut ve geliştirilmeye devam ediliyor, tıpkı Newton'un yerçekimi teorisi gibi ileride revize edilmesi gerekebilir.

Bigbang dışında da evren'in oluşumunu açıklayan ve geliştirilmeye devam eden teoriler var. Bigbang şu anda elimizdekilerden en iyisi sadece.

Bununla beraber bigbang teorisi evrenin hiçlikten çıktığını söylemez, bigbang anından öncesi belirsizdir, belki daha önceki evren içine çökmüştü veya farklı evrenler çarpışıp bigbang'ı oluşturdu vb. ihtimaller mevcut ama bigbang öncesi için şu anki fizik bilgimizle kesin konuşamıyoruz. Yoğun bir enerji olduğu kesin, Termodinamik kanunları bize enerjinin yoktan var edilemeyeceğini ve varken yok edilemeyeceğini söylüyor. Yani bu enerji zaten mevcuttu. 

Kaldı ki bigbang siz dincileri kesin olarak yalanlamaktadır, kurana göre evren oluşmadan önce dünya zaten mevcuttu, dincilere göre dünyanın geçmişi sadece 7000 yıl geriye gidiyor, vs.

Bigbang'e sarılmanız değil bence topuklarınız kıçınıza vura vura bigbang teorisinden kaçmanız sizin için en hayırlısı.

Kur'an'da Dünya'nın geçmişi 7000 yıldır ayeti nerede geçiyor ? Kur'an'ın hangi ayetinde "evren oluşmadan önce Dünya mevcuttu" ?

Link to post
Sitelerde Paylaş
4 dakika önce, deadanddark yazdı:

Ateizm ile bilim celismiyor.Kisiler ile teoriler anlasamiyor hepsi bu.

Asil dinler kendini bilim ile ayakta tutmaya calisiyor. Yani dinler bir chameleon gibi renkten renge giriyor.

 

Aynen öyle ki bukalemuna saygım daha fazladır.

Bu hayvan en azından gayet dürüst, eskiden ne yapıysa şimdi de aynısını yapıyor.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
3 dakika önce, kavak yazdı:

Aynen öyle ki bukalemuna saygım daha fazladır.

Bu hayvan en azından gayet dürüst, eskiden ne yapıysa şimdi de aynısını yapıyor.

Birisi yazmisti, "eger bir gün büyük sisme teorisi cökerse iste o zaman ne yaparsiniz siz dindarlar" demisti.

Iste aynen böyle yapacaklar hemen renk degistirip yeni renge uyum saglayacaklar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tüm tanrıları ve inançları reddeden kişiye Ateist denir. Evreninin oluşumu konusunda her Ateistin farklı bir görüşü veya fikri olabilir. Yani senin böyle bir konu açıp(konunun %99'u da copy paste bu arada oda ayrı mesele) sanki tüm ateistler aynı fikirdeymiş gibi ''Ateistlerin en temel iddiası'' diye konuya girmen zaten yanlış olmuş. Burada kimimiz dinleri reddederken, kimimizde herhangi bir yaratıcının varlığını reddediyor. Hani demişsin ya ''Ateistlerin en temel iddiası'' diye, Ateistlerin en temel iddası veya ortak görüşleri ''herhangi bir yaratıcının varlığını'' reddediyor olmaları zaten.

 

Bizim yanlış bir fikirde olduğumuzu göstermek istiyorsan da, önce şu Kuran'da ''evrenin yaratılışı'' nasıl anlatılmış veya Kuran'da ''evrenin yaratılışı'' ile ilgili bir ayet var mı önce onları göster. Bizde bu ayetlerin doğru mu, yanlış mı olduğunu bilimsel veriler ışığında tartışalım.

 

Yani böyle sadece copy paste yaparak sadece  konu açmak için konu açmış olmak benim için görüntü kirliliğinde başka bir şey değil.

tarihinde 322 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
On 15.06.2019 at 18:46, Ebu Kafir said:

Bir iddian varsa çarşaf çarşaf kopyala yapıştır yapma

önce kendin oku ve ne anladığını kısaca özetle, kimse senin ne idüğü belirsiz alıntılarını okumaz. Gerekirse kaynak verirsin ama verdiğin kaynağın bir itibarı olsun.

 

 

Bu gerçekten beni rahatsız eden bir konu. Içerigin doğruluğu, yanlışlığı, saçmalığı bir yana; kaynak belirtmeden sağdan soldan buraya taşıma yapmak, intihal ve hatta hırsızlıktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 15.06.2019 at 16:46, KuranMumini2698 said:

Ateistlerin en temel iddiası maddenin sonsuzdan beri var olduğu ve tüm canlı-cansız varlıkların bu maddi yapıdaki özellikler sonucunda tesadüfen oluştuğudur. Oysa Büyük P

4- Termodinamiğin ikinci kanunu (Entropi Yasası) bütün verilerden bağımsız

olarak ezeli Açılıp Kapanan Evren modelini geçersiz kılmıştır.

5- Tolman’ın çalışması, eğer evren kapandıktan sonra yeniden açılabilseydi, her

açılmanın ilkinden daha hızlı olması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu ise bir

noktada, tüm maddenin bir daha toplanamayacak şekilde dağılması demektir.

Sonuçta evren ebedi olamıyorsa başlangıcı olmalıdır.

 

Bu saygısız ve içerisinde bir çok yanlış bulunan copy-paste ile ilgili söylenecek çok şey var, ama ben ilk etapta dahi dikkat çeken bir iki yere değinip geçeyim..

 

4- Termodinamiğin ikinci kanunu döngüsel modelleri geçersiz falan kılmamıştır. Birinci husus termodinamiğin 2. kanununun diğer iki kanun kadar temel teşkil etmeyeceği üzerinden olup, ayrıca entropi zehirlenmesinin aşılmasının mümkün olduğu bir çok modelde teorik olarak gayet güzel gösterilmiştir. Bu modeller sadece test edilmeyi beklemektedir.

5- Tolman denen kişinin biyografisine baktım..1881-1948...Daha güncel veriler bekleriz bu hususla ilgili Yaratılışçılar genelde böyle oyunlara başvurmayı severler. 1800'ler hatta 1700'Lerdeki adamlardan falan alıntı yaparlar...

 

Maddenin sonsuzdan beri var olduğu ile ilgili ise, termodinamiğin 1. kanununa atıfta bulunduklarını nedense(!) hiç göremezsiniz.. :) Büyük patlama der ama, büyük patlamada "neyin" patladığı hep hasır altı edilir. Nedense(!)

 

Bu adamların bütün sermayesi bilinmeyendir. Bilgi eksikliğidir. Bilinmeyenin gölgesinden foto-sentez yaparak yaşarlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş
On 15.06.2019 at 19:19, KuranMumini2698 yazdı:

Kur'an'da Dünya'nın geçmişi 7000 yıldır ayeti nerede geçiyor ? Kur'an'ın hangi ayetinde "evren oluşmadan önce Dünya mevcuttu" ?

 

Fussilet suresine bakınca önce yerin ardından göğün yaratıldığını görüyoruz, (ayet bükücüler hariç) 

Kitab-ı Mukaddes’ten dünyanın ve insanlığın yaşı çıkarılabiliyor.

Nuh’a kadar olan sıralama verilmiş. Nuh’tan Adem’e kadar olan süre de kuşaklardan tahmini olarak ortaya çıkarılabiliyor.

Tevrat’ta yazılı olan bu tarihlere Kur’an’da itiraz edilmediğine göre, Tevrat tasdik edildiğine göre Kur’an’da bu süreci kabul ediyor demektir.

Adem’den kıyamete kadar dünyanın ve insanlığın ömrü 7000 yıldır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
16 saat önce, Ebu Kafir yazdı:

 

Fussilet suresine bakınca önce yerin ardından göğün yaratıldığını görüyoruz, (ayet bükücüler hariç) 

Kitab-ı Mukaddes’ten dünyanın ve insanlığın yaşı çıkarılabiliyor.

Nuh’a kadar olan sıralama verilmiş. Nuh’tan Adem’e kadar olan süre de kuşaklardan tahmini olarak ortaya çıkarılabiliyor.

Tevrat’ta yazılı olan bu tarihlere Kur’an’da itiraz edilmediğine göre, Tevrat tasdik edildiğine göre Kur’an’da bu süreci kabul ediyor demektir.

Adem’den kıyamete kadar dünyanın ve insanlığın ömrü 7000 yıldır.

Fussilet Suresi'nde geçen kelime "sümme" kelimesidir. Arapça dilinde "sümme" kelimesinin birçok anlamı mevcuttur. Fussilet Suresi'nde geçen ayetlerde "sümme" kelimesini "bir de,dahası" kelimeleri kullandığımız zaman sorun oluşmaz. Çünkü "sümme" kelimesinde "bir de,dahası" anlamlarda vardır. Meal çevirenler bu detaya bakmıyorlar. Genellikle ilk anlamı veriyorlar. Kur'an'ın bütününe göre anlam vermemektedirler. 

Link to post
Sitelerde Paylaş

o değilde, teist! arkadaş islami big bangle özdeşleştirmiş ama, ayetler yerine  atheist bilimcilerin argümanlarını, kullanmış

,kuran ve ayetleri yaz bakalım, gülelim biraz, bilimsel verilerle  sahtekarlık yapmayın.. 

 

akıl ve mantık işimi?

 

1 :peygamberlerin çoğu 1000 yıl yaşamış, toplam 9 peygamber 9000 yıl yapar.

 

ademle havva 20.000 yıl önce yaşadı 20.000 yıl önce dünya yaratıldıysa, binlerce peygamber 80 yıl yaşasa

sadece 1000 peygamber yaşasa toplam   ilk yaşam 80.000 yıl yapar çürüttük işte 20. 000 yılı hemde anında.

ayrıca 124.000 peygamber yaşamış ise düşünün artık, bu sahtekarlıgının gerçek boyutunu .. 

 

akıl ve mantık işimi?

 

şeytanın sınavı yok, yaşam hakkı yok, ama ademe secde etmesi için zorlanıyor, etmeyincede, cinler alemine

 gönderiliyor. 

 bir kere.

 1: şeytan insan değil. sadece kötü  yaratılmış bir mahlukat. 

2: şeytanın iradesi yok yani iyi olmadıgı için sadece kötülüğe programlandıgı için allahın iradesini kullanıyor.

 

eğer anladıysanız sözün bitti yer..

 

3: insanlarda öyle, islama göre her insan allahın iradesini kullanıyor, insan iradesi diye bir  irade şekli yoktur.

 çünkü yaratılan herşey irade değil kopyadır tıpkı bu arkadaşın yaptıgı gibi,  iradeyi kopy paste yapmaktır. 

 

4: yaratılışta irade olmaz,

 irade denilen kavram, aynı zamanda yaratmaktır.. iradesiz bir yaratılış  mantıksız! imkansızdır. 

 

 

 

tarihinde karamsarhuman tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
5 dakika önce, karamsarhuman yazdı:

o değilde, teist! arkadaş islami big bangle özdeşleştirmiş ama, ayetler yerine  atheist bilimcilerin argümanlarını, kullanmış

,kuran ve ayetleri yaz bakalım, gülelim biraz, bilimsel verilerle  sahtekarlık yapmayın.. 

 

akıl ve mantık işimi?

 

1 :peygamberlerin çoğu 1000 yıl yaşamış, toplam 9 peygamber 9000 yıl yapar.

 

ademle havva 20.000 yıl önce yaşadı 20.000 yıl önce dünya yaratıldıysa, binlerce peygamber 80 yıl yaşasa

sadece 1000 peygamber yaşasa toplam   ilk yaşam 80.000 yıl yapar çürüttük işte 20. 000 yılı hemde anında.

ayrıca 124.000 peygamber yaşamış ise düşünün artık, bu sahtekarlıgının gerçek boyutunu .. 

ilk  peygamberle  dünya  aynı  zamanda  yaratılmak  zorunda  değil  ki?

Link to post
Sitelerde Paylaş
5 dakika önce, akılsızşuursuzatom yazdı:

ilk  peygamberle  dünya  aynı  zamanda  yaratılmak  zorunda  değil  ki?

nasıl değil? gene ne içtiniz? arkadaşım, havvayı şeytan kandırmasaydı, allah dünyayı yaratmazdı değilmi? zaten cennetteler.

 demekki, adem ve havva için dünya yaratılmış. madem dünya daha önce yaratılmış o zaman ademle havvanın ne işi var? cennette dünyada olmaları gerekmezmi? ayrıca  islam kaynaklarında ademle havvanın cennette yaratıldıgını anlatıyor, henüz dünya yaratılmamış ödönemlerde..

 nerden tutsak iddialarınız patlıyor.. doğal olarak.

sana tavsiyem ne biliyormusun? iyi bak.

 

Related image

 

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
55 dakika önce, karamsarhuman yazdı:

nasıl değil? gene ne içtiniz? arkadaşım, havvayı şeytan kandırmasaydı, allah dünyayı yaratmazdı değilmi? zaten cennetteler.

 demekki, adem ve havva için dünya yaratılmış. madem dünya daha önce yaratılmış o zaman ademle havvanın ne işi var? cennette dünyada olmaları gerekmezmi? ayrıca  islam kaynaklarında ademle havvanın cennette yaratıldıgını anlatıyor, henüz dünya yaratılmamış ödönemlerde..

 nerden tutsak iddialarınız patlıyor.. doğal olarak.

sana tavsiyem ne biliyormusun? iyi bak.

 

Related image

 

 

 

 

adem  cennette  olunca  dünya  henüz  yaratılmamış  mı  oluyor.Dunyaya  gönderilmesine  vesile  oluyor  şeytanın  kandirmasi  meselesi 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...