Jump to content

Aynı ayet farklı inançlara sebebiyet veriyorsa inancın değeri nedir?


Recommended Posts

19 minutes ago, Yeni Üye said:

 

Bunun tüm nedenlerini ben bilemem ama bence olaya bir de şu açıdan bak.

 

Yahu zaten masalda neden olmaz da sen gerçek sandığın için nasıl bir mantığa oturtuyorsun, onu soruyorum.

 

Bırak insanlar şunu yaptı, bunu yaptı demeyi. Ben Allah açısından soruyorum. Her şeyi o yapmış, insanı bizzat kendi tasarlamış, sonra da bizzat kendi tasarladığı insan kendi tasarladığı şekilde çalıştı diye kızıp köpürüyor, kendi tasarladığı insanı yakmakla tehdit ediyor. Bunun neresinde nasıl bir mantık var?

 

Sen bizzat kendi tasarladığın, kendi yaptığın bir şeye senin tasarladığın şekilde çalıştı diye kızıp köpürür müsün?

tarihinde sağduyu tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
2 hours ago, Yeni Üye said:

 

Teknik olarak din başka bir şeydir, inanç başka bir şeydir. İnanç, ayetlerin ya da tarihsel olayların anlaşılması, yorumlanması, ya da uygulanmasıyla alakalı bir durum değildir. 

İnanç ya da iman kalp ile alakalı bir tasdiktir ve inanılacak şey bellidir: Yaratanın varlığına ve birliğine inanmak. Bu, bütün alemlerde(evrenlerde) değişmez olan biricik hakikattir.

 

Bundan sonra Onu nasıl bilebiliriz, Onu nasıl anlayabiliriz, ya da Ona nasıl yaklaşabiliriz vb. soruları gündeme gelince, farklı dinler, farklı mezhepler, farklı disiplinler beliriyor. Burada farklılıklar  söz konusu olabilir ki zaten inanan birisi için bu da İlahi iradenin taktiridir. Ama nerede durursa dursun niyetini düzelten ve dengeli bir kişilik ortaya koymaya çalışan kişiyi Tanrı muhakkak  yollarından birisine ulaştırır. Akıl, mantık, rivayet, amel, sezgi, duygu, vicdan... İnsan olarak neye sahipsek, kendimizi hangi yönümüzle tanımlıyorsak hayatta ya da dinde o yönümüze ağırlık verdiğimiz bir pozisyon alıyoruz. Aslında çok büyük oranda da insanların niyetleri iyi oluyor. Doğruluk ideası ortak ama bu ideanın nerede, hangi pozisyonda ya da görüşte tecelli ettiği kişiden kişiye değişiyor. Buna da kişisel kader diyoruz.   

 

Peki sıkıntı nereden doğuyor? Amacımız bir noktada Tanrıya yaklaşmak ya da kendimizi düzeltmek değil de, sanki üzerimize vazifeymiş gibi Tanrıyı ya da Kutsal kitapları açıklamak ya da aklamak, kendi anlayışımızı başkalarına dayatmak, inancımızı insanların ve Tanrının başına kakmak,  herkese yargı dağıtmak, milleti istediğimiz şekilde yontup düzeltmek oluveriyor ve sonra da din diye nefsimizin beklentilerinin peşinden koşuyoruz.

 

Hem tartışayım hem de anlayışlı bir arkadaşa biraz içimi dökeyim. 

 

İnancı din belirler. Din de gelip geçici bir modadır. Sadece modanın geçmesi insan hayat süresini geçtiği için bir kalıcılık var sanıyoruz. İnsanlık tarihi bilindiği kadarıyla 200,000 yıllık. Bildiğimiz anlamda medeniyet ve yerleşik hayat 6,000 yıllık. Tek tanrıcılık bilindiği kadarıyla 4,000 yıllık, fakat dünyaya yayılmaya başlaması 1000-1500 yıl öncesine rastgeliyor. Daha modern deistik inanç sistemleri var, evrensel birlikçilik var, bunlar monoteizm değil. Değişen din modalarının içindeyiz. İşte sen o evrensel sandığın gelip geçici din modalarından nemalanıyorsun. 

 

Din sadece inançları belirlemez, davranış biçimlerini de belirler.

 

Dinler ve dinciler malesef dediğin gibi her türlü duyguyu ve düşünceyi, özellikle de aklı tekellerine aldıklarını sanarlar. Kendi hatalarını başkalarında, hatta hatta var olmayan şeylerde ararlar. Böyle diyalog olmaz, kimse birbirinin ne dediğini anlayamaz. 


Özellikle arap kültür emperyalizmini benimseyen dincilerinin yaptıkları en büyük dangalaklık şudur:

 

Senin kalp gözün kör, inanmak için kendini yeterince zorlamıyorsun. Çevirisi: Kendini kandırmaya çalışmadığın için kendini özürlü hissetmelisin. Bu durumda kuran'ın da yapay olarak bakara suresinden başlatıldığına şaşırmamak lâzım.

 

Avrupa kültür emperyalistleri ise hristiyanlığı şu dangalaklıkla yaymaya çalışır:

 

Sen adem ve havva'dan gelen ilk günahın varisisin ve suçlu doğuyorsun. Tek kurtuluş ise çarmıha gerilmiş isa'nın tanrı olduğuna inanmaktır. Bu da gospel'deki "iyi havadis" olarak satışa çıkartılmıştır. 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
31 dakika önce, sağduyu yazdı:

Yahu zaten masalda neden olmaz da sen gerçek sandığın için nasıl bir mantığa oturtuyorsun, onu soruyorum.

 

Bırak insanlar şunu yaptı, bunu yaptı demeyi. Ben Allah açısından soruyorum. Her şeyi o yapmış, insanı bizzat kendi tasarlamış, sonra da bizzat kendi tasarladığı insan kendi tasarladığı şekilde çalıştı diye kızıp köpürüyor, kendi tasarladığı insanı yakmakla tehdit ediyor. Bunun neresinde nasıl bir mantık var?

 

Sen bizzat kendi tasarladığın, kendi yaptığın bir şeye senin tasarladığın şekilde çalıştı diye kızıp köpürür müsün?

 

Tanrının insanı korkutması ya da kızması ona bir şeyler talim etmek ve öğretmek içindir. Tanrı insana konuştuğunda bu hitabı her zaman insan açısından anlamamız lazımdır. Çünkü sınırsız bir varlık sınırlı bir varlıkla muhatap olduğunda onun sınırlarında ve mizacınca muhatap olur.

 

Bunu bir örnekle açıklayalım. Mesela Onun teşekküre ihtiyacı yok ama bana şükredin diyor. Bize bunu söylemese, bir iyilik karşısında teşekkür etmemiz gerektiğini bilemezdik. Ya da şükrettiğimizde hayatta daha mutlu ve pozitif olabileceğimizi keşfedemezdik. Bu şuna benzer senin çocuğun olsa ve ona bir hediye versen. Çocuk sana teşekkür etmese. Bu belki senin açından önemli bir şey değildir. Bunu gündeme bile getirmesen hiç bir şeyin eksilmez. Ama sen o çocuğa teşekkür etmeyi öğretmek istiyorsan küçükten itibaren teşekkür etmeyi öğretmeli, teşekkür etmediği her seferinde teşekkür etmesi gerektiğini hatırlatmalısın. Sen bunu yaptığında o çocuk sana, "amma egon varmış be baba, iyi ki ufacık bir şey verdin, hemen de teşekkür bekliyorsun" derse, ne düşünürsün? O çocuğun seni ve senin amacını ve mesajını anlamaktan çok uzak olduğunu düşünürsün muhtemelen. İşte Tanrı nın hitabını anlarken o emirle ve o ayetle bize öğretmek istediği şeyleri ya da bizim için gözettiği maslahatları hesaba katmadan anlarsak, anladığımızla da Tanrı nın zatını yargılarsak o çocuğun düştüğü absürt duruma düşeriz. 

 

Kızıp köpürmesi bize öğretmek ve talim için. Gerçekten zatında böyle olduğu için değil. İncil, Tevrat ya da Kuran herhangi bir kutsal metni okurken bu bakış açısını korumalıyız. Zaten hem ibranice hem arapça bol mecazın ve benzetmenin bulunduğu, edebi yönü kuvvetli diller. Bu kitapları yunan aklıyla ya da düz mantıkla okursak hataya düşeriz. 

 

 Bu yazdıklarım bilinen şeyler. Bir sonraki iletide yazacaklarım ise dinin açık haberlerinde geçmiyor ama içime doğan ve gizli bilgiler olduğunu düşündüğüm ruhani şeyler.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kuran'da ahiret ile ilgili tasvirlerde geçen bir durum var. Örneğin şu ayetlere dikkat edelim:

 

Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. 

 

Her nefis ölümü tadacaktır. Biz sizi kötülük ve iyilik ile deneyerek ne olduğunuzu ortaya çıkartırız. Ve en son Bize döneceksiniz.

 

Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir. (Bununla) sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz bizedir. (Biz de) bütün yaptıklarınızı size haber vereceğiz.

 

Şimdi biz hayatı doğumla başlayıp ölümle biten bir ileri gidiş olarak görüyoruz ama aslında durum daha farklı. Hayat aynı anda hem bir ilerleme hem de bir flashback (geriye dönüş) aslında. Yani herkesin ezelde ilahi huzurda ve düzende bir yeri, bir konumu var. Bizim yaşadığımız hayat ve alem zaten önceden belirli olan bu mertebelerin ortaya çıkması, gizliyken açıklığa kavuşmasına hizmet ediyor. Rüyadan uyandığımızda, "a ben buradaymışım aslında, bütün o gördüklerim görüntülerden ibaretmiş" deriz ya, öldükten sonra da öyle olacak işte. Bir derecemiz var zaten. Tanrı tarafından belirlenmiş, bize gizli olan... Hayat bitince aa demek ki benim ilahi huzurdaki mertebemin açıklaması ve tafsilatı yaşadığım dünya hayatında tecelli etmiş diyeceğiz. Tanrıya malum olan dünyada bize ilam ediliyor.

 

Bu fikir biraz ürkütücü olsa da esas olan Tanrı ve Onun iradesi ise, kimse Onun kime ne verdiğinin ve yaptığının hesabını soramaz ise, sebepler, insani beklentiler ve kısıtlar falan hepsi hikaye. Nefse ağır gelse de gerçek kulluk ta işte Onun mutlak iradesine itiraz etmemektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tanrının bizim yapacaklarimizi önceden bilip yazması anlamındaki kader bence düşünsel bir bug...

 

Böyle bir şeye niye ihtiyaç duyar ki Tanrı yada insan...

 

Neye yarar ne amaçla böyle bir şey yapar ki Tanrı...

 

Olduk diyelim şimdi kader kitabimizda aynen yazdığı gibi yaşadığımız ortaya çıkmış olsun....

 

Baak gördünüz mü önceden neler yapacağınızı hep bilmisim deyip bize hava mi atacak....

 

Çok saçma...

 

Bilmemesi çok daha makul mantıklı...

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
3 dakika önce, kirec yazdı:

Baak gördünüz mü önceden neler yapacağınızı hep bilmisim deyip bize hava mi atacak....

 

Çok saçma...

 

Bilmemesi çok daha makul mantıklı...

 

 

Varoluşun anlamına insan açısından bakınca bu size saçma gelebilir ama varoluşun Tanrı merkezli bir anlamı ve açıklaması olduğu için saçma değil. 

Ortada aktör olarak bir Tanrı ve bir de insanlar yok.

Sadece Tanrı var. Hepimiz Onun varlığının, birliğinin ve bütünlüğünün parçaları ve görüntüleriyiz.

Onun kendi aynasında kendisini seyretmesiyle varoluş ve onun detayları ortaya çıkıyor. 

Gizli bir hazine alemlerde farklı görüntülerle görünüyor. Kimde ne şekilde, ne oranda, hangi yönüyle görüneceği tamamen Onun iradesi. 

Umarın bu durumun eşitlik, demokrasi, çoğulculuk vb. fikirlerine aykırı olması dolayısıyla itiraz etmiyorsunuzdur :) Tanrının yarattıklarına bir şeyler sormadığında ya da eşitlik vb. fikirlerin etkisinde karar vermediğinde hemfikiriz sanırım. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
1 hour ago, Yeni Üye said:

 

Tanrının insanı korkutması ya da kızması ona bir şeyler talim etmek ve öğretmek içindir. Tanrı insana konuştuğunda bu hitabı her zaman insan açısından anlamamız lazımdır. Çünkü sınırsız bir varlık sınırlı bir varlıkla muhatap olduğunda onun sınırlarında ve mizacınca muhatap olur.

 

Bunu bir örnekle açıklayalım. Mesela Onun teşekküre ihtiyacı yok ama bana şükredin diyor. Bize bunu söylemese, bir iyilik karşısında teşekkür etmemiz gerektiğini bilemezdik. Ya da şükrettiğimizde hayatta daha mutlu ve pozitif olabileceğimizi keşfedemezdik. Bu şuna benzer senin çocuğun olsa ve ona bir hediye versen. Çocuk sana teşekkür etmese. Bu belki senin açından önemli bir şey değildir. Bunu gündeme bile getirmesen hiç bir şeyin eksilmez. Ama sen o çocuğa teşekkür etmeyi öğretmek istiyorsan küçükten itibaren teşekkür etmeyi öğretmeli, teşekkür etmediği her seferinde teşekkür etmesi gerektiğini hatırlatmalısın. Sen bunu yaptığında o çocuk sana, "amma egon varmış be baba, iyi ki ufacık bir şey verdin, hemen de teşekkür bekliyorsun" derse, ne düşünürsün? O çocuğun seni ve senin amacını ve mesajını anlamaktan çok uzak olduğunu düşünürsün muhtemelen. İşte Tanrı nın hitabını anlarken o emirle ve o ayetle bize öğretmek istediği şeyleri ya da bizim için gözettiği maslahatları hesaba katmadan anlarsak, anladığımızla da Tanrı nın zatını yargılarsak o çocuğun düştüğü absürt duruma düşeriz. 

 

Kızıp köpürmesi bize öğretmek ve talim için. Gerçekten zatında böyle olduğu için değil. İncil, Tevrat ya da Kuran herhangi bir kutsal metni okurken bu bakış açısını korumalıyız. Zaten hem ibranice hem arapça bol mecazın ve benzetmenin bulunduğu, edebi yönü kuvvetli diller. Bu kitapları yunan aklıyla ya da düz mantıkla okursak hataya düşeriz. 

 

 Bu yazdıklarım bilinen şeyler. Bir sonraki iletide yazacaklarım ise dinin açık haberlerinde geçmiyor ama içime doğan ve gizli bilgiler olduğunu düşündüğüm ruhani şeyler.

 

 

İncil, Tevrat ve Kuran dediğin zırvalar bir takım insanların kıçından salladığı zırvalardan başka bir şey değil. Bunu fark edemediğin sürece çarpık düşünmekten kurtulamazsın. Yani bir tanrı Bir arap bedevisine diyecek ki, "Git şu insanlara söyle, sana inanmazlarsa onları cehenneme atıp yakarım." Böyle saçmalık mı olur? Bu tanrı insanların büyük bir kısmının böyle deli saçması bir iddiayla ortaya çıkan bir insana inanmayacağını bilemeyecek kadar mal mı?

 

Madem bu tanrının teşekküre ihtiyacı yok, ne diye devamlı kendini övüp yüceltecek iradesiz, robot gibi sürüyle melek yaratmış? Bu kadar zavallı, devamlı kendisinin övülmesine ihtiyaç duyan aşağılık duygusuna sahip tanrı mı olur?

 

Daha da komiği bu tanrının kendi tasarladığı insana kendi tasarladığı şekilde çalışıyor diye kızıp köpürmesi.

 

1 hour ago, Yeni Üye said:

Kuran'da ahiret ile ilgili tasvirlerde geçen bir durum var. Örneğin şu ayetlere dikkat edelim:

 

Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. 

 

Her nefis ölümü tadacaktır. Biz sizi kötülük ve iyilik ile deneyerek ne olduğunuzu ortaya çıkartırız. Ve en son Bize döneceksiniz.

 

Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir. (Bununla) sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz bizedir. (Biz de) bütün yaptıklarınızı size haber vereceğiz.

 

Şimdi biz hayatı doğumla başlayıp ölümle biten bir ileri gidiş olarak görüyoruz ama aslında durum daha farklı. Hayat aynı anda hem bir ilerleme hem de bir flashback (geriye dönüş) aslında. Yani herkesin ezelde ilahi huzurda ve düzende bir yeri, bir konumu var. Bizim yaşadığımız hayat ve alem zaten önceden belirli olan bu mertebelerin ortaya çıkması, gizliyken açıklığa kavuşmasına hizmet ediyor. Rüyadan uyandığımızda, "a ben buradaymışım aslında, bütün o gördüklerim görüntülerden ibaretmiş" deriz ya, öldükten sonra da öyle olacak işte. Bir derecemiz var zaten. Tanrı tarafından belirlenmiş, bize gizli olan... Hayat bitince aa demek ki benim ilahi huzurdaki mertebemin açıklaması ve tafsilatı yaşadığım dünya hayatında tecelli etmiş diyeceğiz. Tanrıya malum olan dünyada bize ilam ediliyor.

 

Bu fikir biraz ürkütücü olsa da esas olan Tanrı ve Onun iradesi ise, kimse Onun kime ne verdiğinin ve yaptığının hesabını soramaz ise, sebepler, insani beklentiler ve kısıtlar falan hepsi hikaye. Nefse ağır gelse de gerçek kulluk ta işte Onun mutlak iradesine itiraz etmemektir.

 

 

Ben de şu ayetlere dikkati çekeyim:

 

Secde 13. Eğer dileseydik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, “Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım” sözüm gerçekleşecektir.

 

Araf 179. Andolsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onunla gerçeği anlamazlar, gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidirler, hatta daha şaşkındırlar. İşte o gafiller ancak bunlardır.

 

Ayetlere göre Allah insanların çoğunu cehennem için yaratmış, bir de işi sağlama almak için kendi kendine söz vermiş. Hiç bir şeye muhtaç olmayan, kudreti sınırsız Allah yakmak için insan ve cin yaratıyor. Neden? Trilyonlarca yıl yalnız takılmaktan, boş boş oturmaktan canı mı sıkılmış?

 

Ayetin içeriğini geç, bu nasıl bir dildir, nasıl bir usluptur? Kendi tasarladığı insanı aşağılamak nasıl bir mantıktır? Bu mal tanrı insanı aşağılamakla aslında kendi salaklığını ortaya koymuş oluyor mu?

Link to post
Sitelerde Paylaş
18 minutes ago, Yeni Üye said:

 

Varoluşun anlamına insan açısından bakınca bu size saçma gelebilir ama varoluşun Tanrı merkezli bir anlamı ve açıklaması olduğu için saçma değil. 

Ortada aktör olarak bir Tanrı ve bir de insanlar yok.

Sadece Tanrı var. Hepimiz Onun varlığının, birliğinin ve bütünlüğünün parçaları ve görüntüleriyiz.

Onun kendi aynasında kendisini seyretmesiyle varoluş ve onun detayları ortaya çıkıyor. 

Gizli bir hazine alemlerde farklı görüntülerle görünüyor. Kimde ne şekilde, ne oranda, hangi yönüyle görüneceği tamamen Onun iradesi. 

Umarın bu durumun eşitlik, demokrasi, çoğulculuk vb. fikirlerine aykırı olması dolayısıyla itiraz etmiyorsunuzdur :) Tanrının yarattıklarına bir şeyler sormadığında ya da eşitlik vb. fikirlerin etkisinde karar vermediğinde hemfikiriz sanırım. 

Hayır olan olaylara bakar değerlendirir buna ne diyebilirim....

 

Ama olacak her şeyi belirlemesi falan bunların hiç gereği yok...

 

Boşuna zaman kaybı boşuna emek ...

Link to post
Sitelerde Paylaş
20 minutes ago, Yeni Üye said:

 

Varoluşun anlamına insan açısından bakınca bu size saçma gelebilir ama varoluşun Tanrı merkezli bir anlamı ve açıklaması olduğu için saçma değil. 

Ortada aktör olarak bir Tanrı ve bir de insanlar yok.

Sadece Tanrı var. Hepimiz Onun varlığının, birliğinin ve bütünlüğünün parçaları ve görüntüleriyiz.

Onun kendi aynasında kendisini seyretmesiyle varoluş ve onun detayları ortaya çıkıyor. 

Gizli bir hazine alemlerde farklı görüntülerle görünüyor. Kimde ne şekilde, ne oranda, hangi yönüyle görüneceği tamamen Onun iradesi. 

Umarın bu durumun eşitlik, demokrasi, çoğulculuk vb. fikirlerine aykırı olması dolayısıyla itiraz etmiyorsunuzdur :) Tanrının yarattıklarına bir şeyler sormadığında ya da eşitlik vb. fikirlerin etkisinde karar vermediğinde hemfikiriz sanırım. 

 

Yani diyorsun ki, küçük çocuklara tecavüz edip eziyet ederek, işkence ile öldüren pedofil sapıklar da Allah'ın bir yansıması. İşte buna inanılır, böyle sapık bir tanrıdan da böyle eserler beklenir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
10 minutes ago, sağduyu said:

 

Yani diyorsun ki, küçük çocuklara tecavüz edip eziyet ederek, işkence ile öldüren pedofil sapıklar da Allah'ın bir yansıması. İşte buna inanılır, böyle sapık bir tanrıdan da böyle eserler beklenir.

 

Kötü tanrının kıvırtması "e nasıl olsa ezilenler sonsuz cennete gidecek, zalimler de sonsuz cehenneme!"

Nereden biliyorsun? Ayet diyor.

Hani gayb bilinmezdi? Evet bilinmez.

E nereden biliyorsun?!? Öyle inanıyorum.

Öyle inanmayı seçiyorsun. Kuran'da ne yazarsa yazsın senin inancın değişmeyecek. 

 

Ben de şuna inanıyorum:

Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında, ne sen farkındasın ne de polis farkında. 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...