Jump to content

VAROLUŞCULUK-EXISTENTIALISM...


Recommended Posts

 

 

Daha çok Avrupa'da tutunabilmiş, nisbeten dağınık felsefi bir eğilimdir. Nedense Amerika'da pek rağbet görmemiş ve yeterince anlaşılmamıştır. Bir yazar varoluşculuğun Amerika'ya girişini, "karanlık odaya giren bir file" benzetmiştir. Kimi hortumuna dokunmuş, kimi gövdesine, kuyruğuna veya dişine. Kimse varoluşculuğun gerçek doğasının nasıl bir felsefi eğilim olduğunu anlayamamıştır. Varoluçuluk her şeyi ile bir bütün olarak algılanmadığı ve anlaşılmadığı için  Amerika'da tutunamamıştır.

 

 

Varoluşculuğun karakteristik niteliklerinden bazılarının "varoluşcu olmayan "Nietzsche ve Kirkegaard" tarafından tanımlandığı bilinir. Sartre'ın Türkiye'de çok iyi tanınmış olmasına rağmen, varoluşculuğun Türkiye'de yeterince anlaşılıp, anlaşılmadığından emin değilim.

 

 

Varoluşculuk her ne kadar İkinci Dünya Savaşı'dan sonra tutunmaya başlayan, 20nci yüzyıla ait bir fenomen ise de, başlangıcının 19'uncu yüzyıla kadar gittiği söylenebilir. 


 

Her ne kadar varoluşculuğu klasik geleneksel felsefeye karşı bir başkaldırma olarak görenler varsa da, sanıldığından daha iyi organize olmuş, uyumlu ve ahenkli bir eğilimdir.

 

Varoluşculuk tek ve homojen bir felsefi görüş değildir. Çeşitli felsefi görüşleri oldukca gevşek bir şekilde bünyesinde barındıran bir eğilimdir. Bütün amacı insanın dünyadaki varlık nedenini yorumlamak ve  anlamlandırmaya çalısmaktır.  Bunu başarmaya uğraşırken de, insanı insan yapan değerleri, insanın özünü, sorunlu karakter ve doğasını kendine konu edinir.

 

Varoluşculuğun temel koşullarını şöyle sıralayabiliriz;

 

 

1. Varoluşculuk bireyseldir. Her zaman "benim varlığım", "senin varlığın", "onun varlığı" şeklinde belirtilir.

 

 

2. Varoluş, mevcut olma, var olma ile, yani varlığın şekli ile, ilgili bir sorundur. Bu nedenden dolayı aynı zamanda insan olmanın anlamını da araştırmaktır.

 

3. Bu araştırma sırasında çok farklı ve paradoksik olasalıklarla karşılaşılır. Varolan (insan) bu olasalıklardan birini seçmeli ve ona kendini adamalıdır.

 

 

4. Bu olasalıkları insanın madde ve diğer insanlarla olan ilişkiler oluşturduğundan, varolan herzaman dünyadaki bir insandır. Belirli bir durumda seçenekler sınırlıdır.Bu yüzden insan "Das ein" "there being" (orada duran, orada var olan, oradaki) olarak isimlendirilir. Çünkü o varolma gerçeği (veya dünyada olması gerçeği) tarafindan tanımlanmıştır.

Bu koşulları teker teker incelersek;

 

İlk koşula göre, varoluşculuk insanı saf ve sonsuz bir maddenin gösterisi olarak kabul eden doktrinlere itiraz eder. Bu nedenden dolayi, bilinç, ruh, düşün gibi konulara önem veren idealizme karşı çıkar.

 

İkinci olarak, objektiviteye ve bilimselliğe de karşı gelir. Çünkü onlar daha çok delillerin kaba gerçeğine önem verirler.

 

Üçüncü olarak varoluşculuk, "gerekliliğe" karşıdır. Çünkü bu durumda insan onların arasından kendi için gerekli gördüklerini seçebilir ve kendini tasarımlayabilir. Varoluşcu, olanaklardan yalnız birini seçmeli ve ona angaje olmalıdır.

 

Dördüncü olarak da varoluşculuk, solipsizme (tekbenciliğe) ve bilimsel idealizme karşı gelir. Çünkü varoluşculuğa göre, diğer varolanlarla olan ilişki her zaman kendinin ötesine uzanır, "transend" olur.


 

Görüldüğü gibi varoluşculuk, çeşitli ve çelişkili eğilimlerin bir araya geldiği bir felsefe ekoludur. Bir yandan var olanın üstünlüğünde israr edip, bu üstünlüğü  varoluşun temeli olarak kabul ederek, "dinsel" bir ton kazanırken, öte yandan kendine sonsuz özgürlüğü layık görüp, kendindeki sorunları ortaya koyarak ve kendi kendini yaratıp, Tanrı'nın görevlerini üstlenerek, radikal bir "ateist" olarak da karşımıza çıkabilen varoluşculuk, bazı durumlarda mevcut insansal seçeneklere limit koyarak insanın varlığını sınırladığı için "hümanistik" bir çehreye de bürünebilmektedir.

 

Amacının insanın dünyadaki varlık nedenini yorumlamak olan varoluşculuk  bazında, insanı insan yapan değerler nelerdir? İnsanın özü her zaman iyi ve güzel midir? İnsan her zaman rasyonel, anlayışlı, mantıklı bir varlık mıdır?  İnsan sorunlardan yoksun mudur? İdeal bir karaktere mi sahiptir?

Varolşculuk sağ duyuyu tümden reddeden bir eğilim değildir. İnsan mantık ve aklının bir sınırı olduğu inancı etrafında bir araya gelen düşünür ve filozofların  oluşturduğu bir ekoldür. 

Rönesans'dan beri süregelmekte olan rasyonal gelenek, Hegel'in "kozmik rasyonalizminde" idealize edilmiştir. Hegel, "Son Gerçek" ile, "İdeal Mantığı",  onlardaki olumsuz ve karşıt eğilimleri yücelterek birleştirmiştir.  Bu müthiş çabasi ile Hegel, günümüzü hala etkisi altinda tutan bir filozoftur. İnsana atfedilen bu üstünlük, bu yüce ve ulu eğilimlerin onun gerçek doğasını yansıtmadığı ilk defa Kierkegaard tarafindan dile getirimiştir. Bazı insansal eğilimlerde, örneğin ağrı, neşe ve sevinçte, üzüntü ve endişede, umut ve umutsuzlukta, sağduyu ve sezgide mantık olmayabilir ve bunlar rasyonel bir şekilde açıklanamaz. İnsanın yapısında bütün rasyonel, olumlu ve iyimser hayalleri yok eden güçler vardır. Bunları anlamadan insanı anlamak mümkün değildir. Rasyonalite insan doğasının öğelerinden biridir. Ancak, çoğu kere insan rasyonel değildir.


 

 

DOĞDUĞU YERE DÖNMEK.........

Hegel, bireysel bilinci ideal aklın kapsamında gizlemiştir. Hegel, genel olarak anlaması zor, dolayısıyla yeterince bilinmeyen ve anlaşılmayan az çok  meçhul bir yazardır. Hegelizm tarihin ve  kitlelerin felsefesidir, bireylerin değil!

Varolşcular için bu eğilim kabul edilemez.

Çünkü varoluşcuya göre gerçek yalnız kendi bildiği ve deneyimlediğidir. Hegel'in savunduğu "ideal akıl birliği" hem anlamsızdır, hem de insanlığa karşı yapılan kaba bir zorlamadır.

Varoluşcular için kendi bilinçleri hiç bir yere gizlenmemiştir. Şu anda mevcuttur ve cefa çekmektedir. 

Kierkegaard'da göre, kalabalık gerçekleri yansıtmaz. Gerçeğin dramı kişinin benliğinde saklıdır. Gerçeği arayan varoluşcu, kendi içine döner ve onu yakından inceler.

Orada ne görür?

 

Hiçbirşey

Doğmadan önce yoktu, öldükten sonra da yok olacaktır. İçindeki bütün bilgi, anı ve duygularından kendini arındırır ve bu keresinde orada şekilsiz, biçimsiz, çirkin ve anlamsız egosunu görür.

 

O zaman filozofların asırlardır sorduğu soruyu sorar.

Herşey neden var? Hersey neden yok?... Dünya, Güneş, Evren neden var? Ben neden varım?

Düşüncelerini içinde, özünde gözlemlediği hiçbirşey üzerinde yoğunlaştırır ve hiçbirşeyi zamanla, insan duyarlığının en önemli başarılarından biri olan "Hiçbirşeylik" kavramına dönüştürür. 

Varolşcu için temel hiçbirşeylik'tir. Hiçbirşeylik güçtür ve gerçeğin ta kendisidir.

 

Hiçbirşeylik insanin hem umutsuzluk ve kederinin, hem de varoluş cesaret ve dürüstlüğünün kaynağıdır. Onun hem başlangıcıdır, hem de sonu.

 

Hiçbirşeylik güzeldir.

 

Uykudan uyanır ve Hiçbirşeylik'de ölümsüzlüğü arar.....

 

 

 

 

TWILIGHT ZONE

Kaç zamandır,
Uyuyordum...
Kimbilir........
Ter içinde uyandım.
Sersem gibiydim..
Nedenini bilmeden,
Acele edip duruyordum.
Sanki hemen,
Bir şeyler yapmalıydım..

Etrafıma bakındım,
Güneşi göremedim,
Ay da yoktu ortalıklarda,
Yıldızlar da...


Şafak mı atiyordu?
Yoksa gurup muydu uyandığım?
Anlayamadım...

Gündüz ve gece,
Aydınlık ve karanlık,
İyilik ve kötülük,
Güzellik ve çirkinlik,
Sevgi ve sevgisizlik,
Aşk ve aşksızlık,
Yaşam ve ölüm,
Arasındaydım.


Doğuyor muydum?
Yoksa ölüyor muydum?
Bilmiyordum!

Bir umutla doğruldum,
Belki şafaktı uyandığım,
Şafak idi ise uyandığım,
Kendime hemen,
Bir sevgili bulacaktım..

Aşksız, sevgisiz yaşamaktan,
Bıkmış, usanmıştım.
İyi ve güzel olacaktım.
Sevecektim bütün kalbimle,
Söz verdim bütün varlığımla,
Artık kimseyi üzmeyecektim.

Düş kırıklığı ile,
Sarsıldım.
Şafak atmıyordu,
Doğan gün değildi,
Gecenin zifiri karanlığı,
Üstüme çöküyordu,
Ölüyordum!

Yoksulluğum aklıma geldi,
Kimsesizliğim..
Ne kötü bir son,
Diye söylendim...
Aşksız, sevgisiz,
Yapa yalnız yaşamak,
Ve öyle ölmek.......

Yııdızlara döndüm.
Bir yıldız tozu değil miydim.
Geldiğim yere dönecektim.


Bu düşünce beni,
Biraz olsun teselli etti,
Sonunda ateist ruhum,
Mutluluğa erişecekti,

Ölerek, ölümsüzlüğe kavuşacaktım....

HACI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Aslında oldukça kaliteli ,bir konu başlığı bu,  özetle,tüm mesele varmıyım? yokmuyum? Nihilistler

 bu konuda oldukça temkinli olsada, bana göre, varlık boyutu yokluğuna göre, bir ispat sayılır.

(evren)

tarihinde Doğuştan işşiz tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bütün canlılar, 

Maddeyi bir formdan başka forma sokar. 

Bütün bunlara dil ile küme oluştururuz.

Örneğin arılar bal yapar. Köstebekler tünel kazar. 

Ancak arıda köstebekte kendi kümesinde ki işi yapabilir. Arılar aynı zamanda tünel kazamazlar. 

İnsan tüm tarihi geçmişiyle herşeyi yapabilen tek canlıdır. 

İnsan hem tahta oyar hem yemek yapar. 

Bütün bu nesneleri değiştirdiğimiz özellikler aslında üretim dedeğimiz şeydir. 

 

Bir insanı arının bal yapması gibi "meslek" sahibi yapmak: ona tek ve ilkel bir sıfat yüklemektir. Bu tıpkı bu toprak atalarımdan bana kaldı ve bu benim demek kadar ahmakçadır. Aynı işi yapmak zorunda kalan işçi ve aynı işi devam ettirmek zorunda kalan patron. İşte bu aynı bağnazlığın kölesidir. 

 

Bir insanın iç dünyası, ve beyin ekzersizi bu varoluşçuluk felsefesi, nesleri değiştirdiği sürece katkısızdır. Hegel, insanın anlamını toplumdaki varlığında görür. Ki bireylerin kendi kendilerine ne olduğu sayı doğrusunda bile ölçüsüzdür.

 

Bu bir tercih meselesi:

 

Ya varoluşçulukla beyninin platesini yaparsın.

Dinde ateizmde işte tam bu noktada sana yapışır. 

Çünkü hem Tanrı varlığının (veya yokluğunun) seni ilgilendirdiği kısmı aslında: toplumun içinde ne olduğundan kaçmanın antidepresanı dır. Bu uyuşturucu ilaç ile ömür boyu yatıp kalktıkça: neleri değiştirip değiştirmediğinin önemini yitirirsin. 

 

Yada nesneleri değiştirirsin. 

 

Nesleri değiştirdiğinde, meslek kelimesinin de var olmadığını kandırıldığımızı anlarsın. 

 

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...