Jump to content

BİZLER TANRIYIZ....


Recommended Posts

6 saat önce, tolonbey yazdı:

Iste böyleee,

                     Eger kurana inaniyorsaniz,o Zaman TANRIYA inanmiyorsunuz demek.Nedenini genekuran ayatlariyla aciklaycam.--------------------------------------------Ibrahim suresi 4:ayetin kisalastirmasi söyle derBiz bu kitabi ARAPLARA gönderdik……Nasil siz kalkarda bu kuran bütün insanliga inmistir deye bilirsiniz.------------------------------------------------------------------------------------------------------Hakka suresi 40:O yani kuran cokmuhterem bir nebinin sözüdür,diyür.iki ayat sonra yani HAKKA suresi 43 dede söyle diyor birisisi, O yani kuran Allahin sözüdür.Simdi hankisine inanalim ayet 40 ami yoksa 43 emi.Sonra bu ayati Allah söylemis olsaydi cümle söyle olmasi gerekirdi.O yani kuran  BENIM  sözümdür demesi gerekirdi.Ama nasil söylüyor,O ALLAHIN sözüsür dendimi bunu söyleyen Allah degil vallah araptir.

 

Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir:(arap kültürüişleri güçleri İT,KÖPEK,MAYMUN,DOMUZ der dururlar en başları.Başı öyle olunca …

  1. Bunlar 700 kadar sayılmıştır. Bunların hemen hepsi Hazreti Abdullah İbni Abbas'tan rivayet olunmuştur. O canlı bir lügattir: "Şiir Arap divanıdır, Kur'an'da bir kelimenin mânası kapalı kalırsa şiire müracaat eder, divanlardan onun mânasını anlamaya çalışırız.'' derdi.

     

    Dedeniz

 

Mükemmel yakaladınız, tebrik ederim... 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 83
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

20 saat önce, mirasyedi yazdı:

Notable kami

https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Japanese_deities

 

 

 

:0_80cbc_37a71a73_L:

Link to post
Sitelerde Paylaş
7 saat önce, tolonbey yazdı:

Iste böyleee,

 

                   

kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=14&ayet=4

Arapça metinde istediğiniz kelimeyi çift tıklayarak o kelimenin Kur'an'da başka nerelerde geçtiğini görebilirsiniz. Bu tarz arama, kelimelerin "harekeleri" dikkate alınarak yapılmaktadı

 

Gördüğün üzere her topluma kendi dilinde gönderdiklerini söylüyor. Fransızca gönderilmesini istemiyordun sanırım?

 

Ve yine ayet cımbızlama tekniğine devam etmişsin. Tüm kitaba bakınca tabloyu görebilirsin, Kuran tüm insanlığa gönderildi:

 

Şura 7İşte böyle! Biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, tüm şehirleri ve çevresindekileri uyarasın. Ve toplama günü konusunda da uyarıda bulunasın. Hiç kuşku yok o günde. Bir bölük cennettedir, bir bölük ateşte.

 

Sebe 28. Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil. Ama insanların çokları bilmiyorlar.

 

 

Ve diğer konuya cevabı da tekrar verelim:

 

https://kurandaceliskiolmaz.com/kuran-islam-oncesi-yazilmis-siirlerden-etkilendi-iddiasina-cevap/

 

Kısacası, öyle bir ifade yoktur eski şiirlerde. Tamamen iftira...

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ibrahim suresi 4 üncü ayet:

Ali Bulaç Meali

Biz hiç bir elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. --------Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidi.

Emre Köse:sen bu ayata inanmiyormusun?Aslinda hicbirinin inanilacak durumu yok.Biir seye bir ayatta kara ötekinde AK diyene inanilmaz.Kuran buu tip ayatlarla dolu.Sen ister Dogru de istersende yanlis.USUNU  LAGIMA birakmamislar.Kuranin kimlarin yazisi oldugu apacikortadadir..Tanrinin kitabi ZEBUR,TEVRAT,INCIL,KURAN  degil  KAFAMIZA  koydugu  BEYINDIR..--------------------------------------------------------------------------------------Sairin kitabindaki siirlerle kurandaki ayetlerin bir kismi tipatip ayni,bir kismindada biraz degisikli yapmis muhammedin ögretmenleri, siirleri kurana ayet olarak alinan sair.islam cikmadan 30 yil önce bu siirleri yazmistir.----------------------------------------------------------------------------------------Hatta sizin muhammet adamin siirleri icin söyle demistir,siirleri iman etmisde kendi etmemistir.Cahalliga bakin hele.Siirleri yazan iman etmemiste siirler iman etmis.Sizde bu adamin pesinde dört nalasiniz,Bu adamin koydugu kuralda söyle diyor.DiN , AKIL  isi degil,NAKILL isidir.Nakilsa arabin dedigidir.----------------------------------------------------------------------------------------Alin size bu kurala tam ters bir ayat.AKLINI  KULLANMAYANIN  BASINA  PISLIK  YAGDIRIRIM. Demekki müslümanlarin basina yagan pislik bu pisliktir.Gelde bu kitaba inan.Kendi kuralini kendi ibtal ediyor. Bu nedenledir ortadoguda 520 milyon müslümani(türkiye dahil)daha dün kurulan 8 milyonluk Isreiil müslümanlarin agzini burnunu kirip,gözlerini sisiriyürler.Nedeni ise Allahin AKLINI  degil FELLAHIN  NAKLINI  kullaniliyorlar.Dedeniz

Link to post
Sitelerde Paylaş

iste böyleee,

                     Erzincanda adamin biri tarlasini sularken ayaklarinin altindan birr gürültü Duyar korkupp trladan Kacar.Az sonra tarlada bir  80 metre capinda bir parca toprak daye seklinde batar.Derinlik 100metre kadardi.Duyunca olay yarine gittik ki ne görelim cöken tarlaya 500 metre Kadar uzakta yillar yili önce cökmüs bir toprak parcasi daha gördük ama tabi zamanla yaridan fazlasi doolmus.Birkac yüz metre daha daga Dogru gidince bir kuyu daha gördük ama bu kuyu nerdeyse tamamen dolmus cok önceleri öldugu icin.Yer bilimcilerin arastirmasinda su gercek cikar ortaya erzincanin toprak altinin bir cok kesimi KiRECLE kapli oldugundan,yagan yagmurlardan sulamalardan eriyip gittiginden toprak alti bosaldigindan yer cökmekttedir.-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Müslümanlarin iddalariysa tamamen yanlis.Efendim onlari cezalandirmak icin böyle yapiyor deye düsünmeleri.Bilimden uzak ilkelliklerdir.Bilinmeyen gücün kurdugu sistemin bu olaylar bu sistemin olagan hareketleridir.bu muazzam güc herneise sistemi milyarlarca yillar önce kurmus ,o sistemlerde olagan degisikliklardir bunlar.Yoksa bu gücün kizipda sunlar bei tanimadilar,sunlari batiriyimda akillari baslarina gelsin deye kesinlikle olan birseyler degildir.-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Nasilki dünya küresinin icindeki kaynamadan ttazyiki yükselen gazin biryerrleri yarip ordan gazi disari atmmasindan biliyorsunuz depremler meydana geliyor.Bu tabii bir olay ama müslümanlar bunu Allahin bir uyarisi ,cezasi olarak görüyür,Hala bu cagda.

 

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Aklını iptal edersen bu hale gelirsin sevgili bol kepçe bey.

 

Ayette hiçbir çelişki yok, her kavme kendi dilinde indirdik evrensel ayetleri diyor. Ugandaca dilinde indirilcek değildi herhalde...

 

Ve hayır Kuran öncesi o  sözler hiçbir şiirde geçmiyor. 

 

Caner de diğer arkadaşlar da bütün ilgili şiirleri inceledi, Kuran öncesi o sözler asla hiçbir şiirde geçmiyor.

 

Ortaya atılan yalanları böyle güzel yuttunuz işte. Sanki Kuran öncesinde öyle bir sözün varlığına tanık olmuşsunuz gibi kanıverdiniz.

 

http://www.canertaslaman.com/2019/09/12/cahiliye-siiri-ve-kuran/

 

ve diğer ilk verdiğim sitede yazanlardan bir bölüm:

 

"İmrü’l-Kays’ın 81 beytlik Muallakatında “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.”   manasına gelen hiçbir ifade yoktur. Biz söz konusu kasideyi baştan sona okuyup inceledik, öyle bir ifadeye rastlayamadık.[1] Öyle anlaşılıyor ki bu iddia, açıkça bir iftiradır.

Mevcut olmayan bir beyit anlaşıldığı üzere Kuran karşıtları tarafından sonradan üretilmiştir (!)

Aslında herhangi bir yazılı metinde bu Arapça deyim mevcut olsaydı bile , zaten Arapça konuşan insanlar arasında tekraren kullanılmasının bu şekilde yalan bilgilendirmeyi hak etmediği açıkken, yalan kaynak üretmek ve bu durumu bilerek yaymak en yumuşak deyimle iftiradır.

Not: (Bu gerçeği öğrendikten sonra sitesinde düzeltme yapan dinsizdeist adlı blog sitesi yöneticisine teşekkür ediyorum. Fakat birçok İslam karşıtı gibi Arif Tekin’in de kaynak belirtmeden böylesi asılsız bir iddiayı “Bilinmeyen Yönleriyle Kuran: Kuran’ın Kökeni 2” adlı kitabında hala bulunduruyor olması, büyük bir akıl zafiyetidir. )

Kaynak 1: http://www.onlinearabic.net/forum/forum_posts.asp?TID=11141"

 

 

 

 

tarihinde Emre Karaköse tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Iste böyleee,

 

                     Erzincan depremiinde yikila sehir kütüp hanasindan babam cok kitap getirmisti eve.Ben o kitaplara marah salip dece Gündüz kitap Okur oldum.daha ilkokula giderken bir gün Imam olan babama dedimki baba hadi dini anladik deyelim bu mezhepler ,mezhep imanlarida noluyor,herisi dine degisik kurallar koyuyor deince baban biraz düsündu ve dediki usagum sen taha cocuksun anlamayursun.Babana dedimki bak baba Burda Allah ne diyor falan mezhepse Allahinkinin tersini söylüyor.Bir ötekiside tamamen baska telden caliyor deyince babam sabsalladi.Kurani yazanlarin mühammedin bes ögretmenidir.Biri iranli biri Yunanli ikisi Yemenli falan,-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Kuran daha toplanmadan sayfalari korusunlar deye birkac kisiye verirler.Bunlardan bir tanesi verilen derilerin bir bölümünü yakar.Bir kisminida aysenin kecileri yemis.Meshur arabin biri söyle demis,tüm kuran ayatlari elimizde demeyin,yalniz elimizde olanlar geriye kalanlardir.Gördügünüz gibi Allah kurani korumamis diger din kitaplari gibi.Öyle diyorsunuzya.Kuran haric hepisi degistirildi deye.Su anda bile dünyada birbirini tutmayan kuranlar var.Bir magarada bulunan cok eski kuran bugümkülerden cok degisikmis.Bu kitap hakkinda nedense fazla bilgi verilmiyor nedense.-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Dörtmunda arkadasla bir camiya gittik.Caminin bayagi büyükce kütüphanasi vardi,Elime aldim bir kurani fatihayi bir okudumki o zamana Kadar hicbir kitapda fatina böyle cevrildigini görmemistim.Görevliyi cagirdim bu ne yahu dedim.Dediki abi ben cevirilerden anlamam onu bizim yetkiliye sor.sordum yetkiliye Adam dediki benimde dikkatimi cekti.bu kitabin fatihasi gibi hicbir kitabin fatihasi cevrilmemis.haklisin bunu diger arkadaslarla konusupda senin dedigin gibide kaldirmak gerek.Dedimki cevirilerde bazilari biraz Allahlik tasliyorda bu Adam kendini tamamen Allahin yerine komus deyince haklisin demisti görevli.-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Bir ayatin cevirisinde Adam ARAP diyor.Ayni ayatin cevirisinde baska biri FELLAH diyor,Arap kelimesi tüm araplari gösterir.Fellah kelimesiyse köylü araplari kast ederki  yanlistir.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

iste böyleee,

 

                     Fellahin kitabini ALLAHIN diyerek,ALLAHA iFTiRA  ediyorsun.Sen nasil müslümansin.---------------BAK   ALLAH   ne   diyor.---------ilahi DiN  kurallarini benim koydugum dindir.Sen gidiyorsun peygamberin kirro Safiinin-Tüürk Hanifinnin bilmem daha kimselerin koydugu kurrallara Allah kelami deye yirtiyorsun orani burani.Yahu sen nasil müslümansin? Senin gibi müslümana  Allahh söyle diyor,onlar müslüman oldular ama iMMAN  etmediler.Sende iman etmeyenlerdensin emice.

 

Oku su alinti yazziyi:

BİLİMDIŞI AYETLER…

BİLİMDIŞI AYETLER…

Kur’an’daki Çelişkiler-4

 

Kur’an’daki en önemli çelişki ve yanlışlar, bilimdışı ayetlerdir. 14 yüzyıl önce yazılmış bir kitapta bu tür hataların olması gayet doğaldır. Ancak bir kitabın Allah tarafından gönderildiği iddia edildiğinde, içindeki bilimsel çelişkiler normal karşılanamaz. Böyle bir iddiaya karşın bilimsel konularda tüm yazılanların doğru olması gerekir. Aşağıda örneklerini sunacağımız ayetler, o dönemin toplumlarında yeterince bilinmediği için tepki görmeyen, ancak günümüz bilim dünyasında kabul edilemeyecek derecede akıldışı, bilimdışı iddialar içermektedir.

A- Canlıların ve organların özelliklerinin bilinmemesinden doğan çelişkiler:

1- Spermin testislerde üretildiğinin bilinmemesi:

Tıp biliminde dişi üreme hücresi olan “oocyte” nin yumurtalıkta, erkek üreme hücresi olan “sperm”in ise testiste üretildiği bilinmektedir. Ancak Tarık suresinde şöyle yazar:

Tarık/ 5-8. İnsan neyden yaratıldığına bir baksın. Bel kemiği ile kaburgalar arasından gelip atılan bir sudan yaratıldı. Şüphesiz (Allah), onu yeniden döndürmeye kudretlidir.

Bilime ters olan bu ayetin ikna edici bir izahı yoktur. Kimi İslamcılar, bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkanın sperm değil, insan olduğunu iddia eder. Kimi İslamcılar, bu ayeti testislerin başlangıçta yukarıda olmasıyla izah etmeye çalışır. Kimileri ise sperm ve oocyte ile kemik iliği arasında bağlantı kurmaya çabalar. Ama hiçbiri ayetin bilime uygunluğunu ortaya koyamamıştır.

2- Kalbin beyin fonksiyonlarına sahip bilinmesi:

Kur’an’da insan beyninden hiç söz edilmemiştir, çünkü bilinmez. Halbuki beyin, insanı insan yapan organdır. Beyin bilinmediği için duygular, düşünceler kalbin fonksiyonları olarak belirtilmiştir.
Örneğin Bakara suresi 97. ayetinde; Cebrail’in Kur’an’ı peygamberin kalbine indirdiği yazılmıştır. Bilim ise, bilgilerin ve hafızanın beyinde saklandığı kanıtlamıştır.
Yine Bakara suresi 260. ayetinde İbrahim’in kalbinin tatmin olması için Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istediği yazılıdır. Halbuki tatmin olan, ikna olan kalp değil, beyindir.
Birçok ayette de kalbin mühürlenmesinden söz edilir.

Şura-24. Yoksa onlar, senin hakkında: “Allah’a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. (…)

Tegabun-11. Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa,Allah onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

Hidayet verilecek olsa, verileceği organ kalp değil, beyin olmalıdır. İslamcılar bunu, bugün de sevginin, merhametin kalple ifade edilmesiyle açıklar. Tersine bu ifade şekli, dini inançlardan kaynaklanarak oluşmuştur. Bazı İslamcılar ise kalbin de beyinsel fonksiyonlara sahip olduğunu iddia eder. Bu iddianın hiçbir bilimsel yanı yoktur. Kalp, sadece kan pompalayan bir organdır ve beyin işlevlerinin hiçbirine sahip değildir. Bu yanlış, müteşabihlikle de izah edilemez. Kalple ilgili birkaç ayetin müteşabihliği olsa da, Kur’an’ın tamamında ve onlarca ayette bu şekilde geçmesi, böyle bilindiğinin göstergesidir.

3- Her canlının çift yaratıldığı:

Zariyat-49. Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

Her canlı çift değildir. Bakteriler, tüm canlılardan kat kat fazla sayıda ve etkinliğe sahip varlıklardır. Eşleri olmayıp bölünerek çoğalırlar. Ama görülüyor ki Kur’an’ın yazarı, ya bakterileri, virüsleri bilmiyor ya da onları canlıdan saymıyor.

4- İnsanlar için 8 çift hayvan yaratıldığı:

Zümer-6. Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini var etmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir. (…)

İnsanların faydalandığı hayvan sayısı sekizden çok daha fazladır. Bazı İslamcılar, ayetin çiftlik hayvanlarını kastettiğini öne sürerse de 8 çift hayvan yine çok azdır. Enam suresinde bu 8 çift hayvanın hangileri olduğu da belirtilir:

Enam-143. Sekiz çift yarattı: Bir çift koyun, bir çift keçi. (…)
Enam-144. Deveden bir çift sığırdan da. (…)

İnsanlar bu sayılan hayvanların dışında at, eşek, tavuk, ördek, hindi, tavşan, balık, lama, kanguru, geyik, fil ve daha birçok hayvandan yararlanırken sadece 4 çeşit hayvan sayılması ve 8 çift olarak ifade edilmesi ilginçtir.

5- Tatlı suda inci ve mercan yetiştiği:

Rahman suresi 19-22 ayetleri ile Furkan suresi 53. ayetinde geçen iki denizin birbirine salındığı-karıştırıldığı ama aralarında bir engel olduğunu yazan ayetlerde denizlerden birinin suyunun içilebilen tatlı su olduğu, diğerinin acı ve tuzlu su olduğu yazılıdır. Rahman-22′de her ikisinde de inci ve mercan yetiştirildiğini yazar. Halbuki tatlı suda inci ve mercan yetişmez. Suni olarak inci yetiştirilse bile mercan hiç yetişmez. Bu ayetlerin müteşabih olduğu söylenebilir. Ancak mucize uydurmacıları, ayetteki mercan ve inciyi görmezden gelip, iki denizin karışmamasını mucize diye sunmaya çabalarlar.

6- Ortadoğu dışında yetişenlerden hiç bahsedilmemesi:

Kur’an’da adı geçen bütün bitki, hayvan ve diğer doğa varlıkları Ortadoğu’ya özgüdür. Diğer bölgelere ait olan canlı-cansız varlıklardan söz edilmez. Örneğin çölden bahsedilir ama gölden, ormandan bahsedilmez. Kar, buz, dolu, sis gibi bölgede görülmeyen doğa olayları Kur’an’da geçmez. Portakal, mandalina, karpuz, kavun, ceviz, fındık, patates gibi bölge dışı bitkisel ürünlerden, kanguru, lama, pelikan, fok gibi bölge dışı hayvanlardan bahsedilmez.

B- Dünyanın ve Evrenin bilinmemesinden doğan çelişkiler:

1- Güneşin kara bir balçığa batması:

Eski toplumlar, dünyanın da güneş, ay ve yıldızlar gibi bir gök cismi olduğunu bilmezlerdi.
Yere göre güneşin hareket ettiğini sanır, doğuda bir yerden doğup batıda bir yerde battığını düşünürlerdi. Bazı filozoflar, asıl dönenin güneş değil dünya olduğunu keşfetmiş olsalar da, insanların çoğu bu bilgiden habersizdi. Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn hikayesinde de güneşin dünyada bir çamur gözesine battığı yazılır.

Kehf-86. Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, kara bir balçıkta batıyor buldu. (…)

Ayetten; dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız bir yer olarak gören ve göz yanılmasından dolayı güneşin dünyanın batısında bir çamur gözesine battığını sanan bir yanlış bilgiye sahip olunduğu anlaşılmaktadır. Bu ayet, İslamcılar tarafından güneşin sanki okyanusta batıyormuş gibi görünmesi olarak açıklanmaya çalışılır. Öyle olsa, ayette “sanki” sözcüğü olurdu ama yoktur ve bazı mealciler bu kelimeyi parantez içinde ayete ekler.

2- Dünyanın tüm evrenden daha uzun zamanda ve daha önce yaratılması:

Evrende milyarlarca galaksi olduğu ve her galaksinin milyarlarca güneş sistemine sahip olduğu ve dolayısıyla dünyamız gibi sayısız gezegenin olduğu artık biliniyor. Bu bilgilerden yoksun olan eski toplumların yaratılış mitlerinde ise sadece yer-gök geçiyor. Altta uçsuz bucaksız bir yer ve üstte gök kubbe. Füssilet suresinde de yer ve göğün yaratılışı bu bakış açısıyla anlatılıyor.

9. De ki: “Siz gerçekten yeri iki günde yaratanı inkar edip duracak mısınız? Birde O’na eşler mi koşuyorsunuz? O, bütün alemlerin Rabbidir.

10. O, dört gün içinde, yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.

11. Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: “İkiniz de ister istemez gelin!” dedi. İkisi de: “isteye isteye geldik.” dediler.

12. Böylece onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu ve her gökte (bulunan meleklere) işlerine ait emrini vahyetti. Dünya gökyüzünü kandillerle donattık ve koruduk, işte bu, hep o çok güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir.

Ayetlerde dünyanın dört günde ama 7 göğün yani evrenin iki günde yaratıldığı öne sürülüyor. Evrenle kıyaslandığında; okyanusta bir çakıl tanesi gibi olan dünyanın yaratılışının hem evrenden önce, hem de evrenin iki misli zamanda yaratıldığı iddiası bilimsel olabilir mi?

3- Yıldızların şeytanlar için atış tanesi olduğu:

Mülk-5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.

Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları çok küçük sanılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın 30-40 misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor.

4- Göğün yere düşmemesi için tutulduğu:

Hacc-65. Görmedin mi ki, Allah bütün yerdekileri sizin hizmetinize sundu. Ve emriyle denizde seyredip giden gemileri de. Göğü de izni olmaksızın yere düşmekten o tutuyor. Gerçekten Allah insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir.

Göğün tutulmadığı takdirde dünya üzerine düşeceğini hangi bilim adamı söyleyebilir?
Milyarlarca galaksi, katrilyonlarca yıldız ve gezegenlerin dünyaya düşebileceği düşünülebilir mi? Ama dünya gökte bir cisim değil de, gök dünyanın üstünde sanılırsa; göktekilerin yere düşeceği zannına kapılınılabilir ki Kur’an’ın yazarı da bu yanılgıya düşmüştür.

5- Cennetin genişliği göklerle yer kadar mı?

Ali İmran-133. Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete(kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.

Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre; dünya da, uzayda diğer gök cisimlerinden biri olduğuna göre; “gök ile yer kadar” demek saçma bir ifadedir. Bu da, önceki örneklerde olduğu gibi göğün dünya üzerinde bir kubbe olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.

6- Ayın bir nur, bir ışık kaynağı olduğu:

Yunus-5. O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.

Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor. Ama gündüz ay’ı göremeyen ve gece aydınlık verdiğini görenler onu nur sanıyor.

C- Matematiğin bilinmemesinden doğan çelişkiler:

Kur’an’da Nisa suresi 11 ve 12. ayetlerinde miras paylaşımına dair verilen oranlara göre hesap yapıldığında matematik hatası olduğu görülür. Oranlar hatalıdır ve hesap tutmaz.
Oran hatalarını giderebilmek için avliye ve reddiye yöntemine başvurulur.
İlköğretim seviyesindeki bir oran hesabında hata yapılmış olması, Kur’an’ın insan ürünü olduğunun en önemli kanıtıdır. Aşağıdaki linkden daha detaylı açıklama görülebilir:
http://www.ateizmvedin.org/kurandaki-celiskiler-4/

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bunların hepsinin cevabı verildi bol kepçe bey.

 

Kuran tamamen bilimli  ayetleri içeren tek kitap olduğu gibi, bahsettiğin konulardaki ayetler bile birçok bilimsel mucize içermektedir.

 

Benim yazılarımda da bunun örneklerini görebilirsin.

 

Örneğin yıldızların atış yerleri olması mucizesi:

 

Şöyle yazmıştım:

 

  • Burada şuna dikkat edilmelidir; yıldızların üzerindeki bu ateş ve ışınların, içinde bulunduğumuz imtihan dünyasında bile şeytanlara azap edici ve engelleyici olduğu açıklanmaktadır. Yani bazı kimselerin iddia ettiği gibi yıldızlar taşa falan benzetilmiyor veya meteorlardan bahsedilmiyor, yıldızların üzerlerindeki ateşten, sıcaklıktan ve ışıktan bahsedilmektedir. Ayrıca yıldızların üzerindeki bu ateş ortamının Cehennemi andırdığına da vurgu var . Zaten konuyla bağlantılı diğer ayetlerde olay açıklığa kavuşmakta:

    CİN SURESİ

    8. "Biz göğe gerçekten dokunduk da onu titiz ve güçlü bekçilerle ve kayıp giden ışınlarla/alevlerle doldurulmuş bulduk."

    9. "Biz eskiden, onun, dinlemek için oturulan yerlerinde otururduk. Ama şu anda kim dinlemeye kalksa kendisini gözetleyen bir alev/ışık bulur."

    Saffat Suresi

    6. Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık.

    7. Ve her türlü inatçı-âsi şeytandan koruduk.

    8. Onlar ne kadar çırpınsalar da o yüce konseyi dinleyemezler. Ve her taraftan atışa tutulurlar;

    9. Kovulurlar. Ve onlar için, yakalarını bırakmayan bir azap vardır.

    10.Bir söz kapan olursa, onu, delici bir ışın izler.

    Görüldüğü üzere atıştan kastedilen ışık/alevdir.
     
    ***
     
    Yazımda bahsettiğim ayetlerde anlatılan; yıldızların ışıktan/alevden atışlar yapması olayı artık keşfedilmiş/görüntülenmiş olabilir:
     
     
    ............
     
    Güneşin batması ise tıpkı güneşin doğması gibi halk deyimidir. Nasıl ki güneşin doğması deyince anne karnından doğmasını da değil de gündüz olmasını anlıyorsan batması da bunun tam tersinedir. Ben hergün denizin içine battığını görüyorum güneşi.
     
    -...............
     
    Hayır, evren ve diğer evrenler daha önce yaratıldı diyor ayetler. Son 2 günde ise dünya yaratılırken yine son 2 günde var olan evrenler de düzenlendi diyor.
     
    Şöyle yazmıştım:
     
    Yemin olsun, biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri altı günde/evrede yarattık. Ve bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.(Kaf Suresi 38. ayet)
     
     
    De ki: "Siz, yerküreyi iki günde/evrede yaratana gerçekten nankörlük edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? Âlemlerin Rabbi'dir O."(Fussilet Suresi 9. ayet)
     
     
    Ayetler evrenlerin ve  evrenimizin 6 günde/evrede, dünyamızın ise 2 günde/evrede yaratıldığını söylüyor.
     
     
    Yani evrenin yaşı veya yaratılış evresi, dünyamızın yaşından veya yaratılış evresinden 3 kat fazla demektir.
     
     
    Günümüzde bilim de benzer bir bilgi veriyor: evrenimiz 13,5 milyar yaşında iken dünyamız 4,5 milyar yaşında diyor....
     
     
    Diğer bir deyişle bilim de evrenimizin yaşının dünyamızın yaşının 3 katı olduğunu belirtiyor (4,5 X 3 = 13,5 eder).
     
     
    Bana "ama bu oran sadece günümüzde geçerli" diyerek itiraz edenlere cevabım: Evrenimiz/evrenler 6 günlük evredeyken, dünya 2 günlük evredeymiş, Kuran'ın indiği dönemde evrenin yaşı dünyanınkinin 3 katı.

    Ve bilimin de aynı şeyi söylemesi yeni bir mucizeyle tanıştırıyor bizi.
     
    .....
     

    Tarık Suresi’nde Meninin Bel ile Kaburgalar Arasından Çıktığı Mı Söylenmektedir?

     

    tar%C4%B1k-suresi.jpg
     

    Bazı ateistler, Tarık Suresi 7. ayette, meninin “bel ile kaburgalar arasından çıktığı”nın ifade edildiğini dile getirmekte; bunun ise meninin testislerde üretildiği bilgisi ile çelişmekte olduğunu söyleyerek, Kuran ve modern bilimin birbiriyle ters düştüğü iddialarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar.  Söz konusu iddiayı analiz etmeden önce Tarık Suresi 5-8’e göz atalım:

     

    5. İnsan, neden yaratılmış olduğuna bir baksın.
    6. Atılan bir sıvıdan yaratıldı.
    7. Bel ile kaburgalar arasından çıkar.
    8. Kuşkusuz O, onu yeniden döndürmeye gücü yetendir. (Tarık 5-8)

     

    Ayetlere dikkatli bakarsak; 5, 6 ve 8. ayetlerde insandan bahsedildiğini göreceğiz. 5. ayette “neden yaratılmış olduğuna bir baksın” denilen insandır. 6. ayette “atılan bir sıvıdan yaratılan” da insandır.  8. ayette “yeniden döndürülme”sinden bahsedilen insandır.  Pek, o zaman 7. ayette “bel ile kaburgalar arasından çıkar” denilenin insan olduğunu düşünmüyoruz? Bizce önceki iki ayette ve sonraki ayette “insan”a atıf yapıldığı için bu ayette de atıf yapılanın “insan” olduğunu düşünmek daha uygundur. Dolayısı ile 7 ayette meniden ziyade, bel ile kaburgalar arasından çıkan şey insandır. Her ne kadar bazı tefsirler bunu bu şekilde anlamış olsa da, bize göre bu anlayışlar hatalıdır. Ayetin hem öncesinde hem de sonrasında “insan”a atıf yapılması, bu dediğimizi desteklemektedir. Ayrıca 7. ayette geçen “çıkar” fiilinin Arapçası  “yahrucu”dur; bu fiilin aynısı 40. sure Mumin Suresi’nin 67. ayetinde “Sonra sizi bebek olarak çıkardı” ifadesinde geçmektedir. Görüldüğü gibi buradaki “çıkmak” ifadesi insanın doğumu için kullanılan fiildir ve insan bebekken bulunduğu bölge herkesin gördüğü gibi “bel ile kaburgaların arası”dır. Bu da “çıkmak” ile insanın doğumunun kastedildiği görüşünü desteklemektedir.

     

    Bizim görüşümüz yukarıdaki gibidir. Fakat ayetten “meni”nin çıkışını anlayanların bir görüşünü de aktararak, siz okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz:  “Meni bildiğimiz gibi testislerde oluşur. Testisler ise Mesonephrosdan gelişirler. Mesonephros’lar anne karnındayken bebeğin sağ ve sol tarafında bel kemiği ile kaburga kemikleri arasında yer alırlar. Bebek doğmadan önce Mesonephroslar testislere dönüşürler ve inguinal kanal denen kanaldan testis torbasına inerler. Hatta nadir durumlarda bazı çocuklar testisleri aşağı inmeden doğabilirler. Özetlersek, meniyi üreten testisler, ilk aşamada, bel kemiği ile kaburga arasında oluşmakta, sonra aşağıya inmektedirler.”

     

    (Kuran temelli dini cevaplar sitesinden)

     

    ..........................

     

    Çiftler halinde yaratlıştan kasıt kadınlı erkekli yaratılış değil, herşeyin birden fazla sayıda yani eşli yaratılştır. Örneğin evren bile tek başına yaratılmamış birden fazla evrenler yaratılmıştır yani evrenin bile eşleri vardır.

     

    Tek ve eşsiz olan sadece yüce Allah'dır.

     

    ..........

     

    Kuran düşünme organının beyin olduğunu söylüyor. Şöyle yazmıştım:

     

    Ayetlerde Beynimizden Bahsediliyor 
     
    Kutsal Kitabımızda beyin organından bahsedilmediği iddiası dile getirilir, ama gerçekte ise Kuran'da beyin organından açıkça bahsedilmektedir:
     
    Alak Suresi

    15 İş, sandığı gibi değil! eğer vazgeçmezse yemin olsun, o alnı mutlaka tutup sürteceğiz!

    16. Oyalancı, günahkâr alından (perçemden),


    Ayetlerde "günahkar alın" denilmekte. Yani günahı işleyen/planlayan organın baş kısmında, alın hizasında olduğu vurgulanmakta. Bu yüzden "alın", günahkar ilan edilmiş...

    Düşünce ve sorumluluğun beyin organında (alın hizasında/kafada) olduğu net bir şekilde anlatılmakta Kuran'da. Bunun yanı sıra; günümüzde biliminsanları, yalan söyleme olayından beynin ön kısmının sorumlu olduğunu belirtiyorlar. Bu bilgi de ayetlerdeki ifadelerin kusursuzluğunu bir kez daha gözler önüne sermekte.
     
    .................
     
     

    Bir diğer çelişki iddiası da Rahman Suresi 19. Ayetinde iki ayrı denizin özelliklerinin anlatıldığı duruma aittir.

     

    Bu ayetin orijinalinde asla olmayan ( SULARI ACI VE TATLI ) kelimesi başta Diyanet’in mealinde olmak üzere birçok meal çalışmasında parantez içinde verilmiş , böylece madem bu iki denizden biri tatlı suya sahip ise , nasıl olur da ardışık ayette anlatıldığı gibi bu suda inci ve mercan yetiştiği söyleniyor. Bilimsel bir gerçektir ki, suni olarak inci yetiştirilse de tatlı suda asla mercan yetişmez, demek ki HAŞA Kuran’da iki ayet arasında ve bilimsel bir çelişki var diye düşünülmesine yol açılmıştır.

     

    Oysa , ayetin orijinalinde olmayan bu parantez içi bilgi, Kuran’ın Furkan suresi 53. ayetinde başka bir olayı anlatan durumla karıştırılmaktadır…

    Bu tarz meal hataları, son yıllarda hızla düzeltilmeye çalışılsa da özellikle Diyanet çevirilerinde sıkça karşılaşılmaktadır..
    Bu çok net çevirim hatasını ayetin orijinalini inceleyerek görelim….

     

    Rahman Suresi 19

    Merecel bahreyni yeltekıyân(yeltekıyâni).

     

    1. merece : akıttı
    2. el bahreyni : iki deniz
    3. yeltekıyâni : ikisi karşılaşacak, birbirine kavuşacak

    Rahman suresinin ilgili ayetlerine diyanet mealinden bakalım:
    19. (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.
    20. (Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.
    21. O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
    22. O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar.
    23. O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
    Parantezle anlamı bozulmamış doğru meal ise ;
    19. İki denizi salmıştır; birbirlerine kavuşuyorlar.
    20. Aralarında bir engel vardır; birbirinin sınırını aşıp karışmazlar.
    21. Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
    22. İkisinden de inci ve mercan çıkar.
    23. Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

     

    İki denizin karışmaması gibi son yıllarda bilimsel olarak, sıvılardaki yüzey gerilimi bilgisine işaret eden bu ayette asla çelişki yoktur. Hatta bu ayet böyle bir bilgiye o dönemde ulaşılamaması gerçeği düşünüldüğünde tam bir Kuran mucizesidir…..


    Karıştırılan Furkan Suresi 53.ayeti ise başka bir durumu anlatır. Ve ayette tatlı suda inci mercan yetiştiğiyle ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Olması da düşünülemez.Çünkü Allah’ın kelamı Kuran’da çelişki olmaz…..
    Furkan Suresi 53.ayet
    O, iki denizi salmıştır; bu taze ve tatlıdır, şu tuzlu ve acıdır. Her ikisinin arasına, karışmalarını engelleyen sağlam bir engel koymuştur.

     

    (Kuranda Çelişki Olmaz sitesinden)

     

    ..............................................

     

    Miras ayetlerinin kusursuz biçimde paylaştırdığını ispatıyla şu yazımda göstermiştim:

     

     

    Miras Ayetlerinin Çözümü

     
    Miras ayetleri olan Nisa 11, 12 ve 176'nın her biri, gerçekte ayrı ayrı ayrı durumlar için ayrı formüller sunuyor. Hatta bu ayetlerdeki her cümle de kendi içinde ayrı durum ve formülden bahsetmekte...
     
    İnternette araştırırken, bu 3 ayetin kendi içinde ayrı formül verdiğini farkedip söyleyenlerin olduğunu gördüm. Fakat dediğim gibi sadece ayet değil, ayetlerdeki her cümle de ayrıca kendi içinde farklı bir durum ve paylaşımdan bahsetmekte. Her cümle ayrı bir mirasçılar listesi ve alacakları oranları vermekte.
     
    Cümlede kimlerden bahsediliyorsa, sadece onlar mirasçı demektir.Yani ya sırf onlar varlar hayatta, ya da başkaları da olsa da yine de sırf onlar miras almaya hak kazanıyor durumdalar.

    Bundan dolayı da, aslında mezheplerin uyguladığı gibi birbirlerine karşı oran , ortak formül, avliye falan yok. Mesela Nisa 11'de " İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. " ifadesi tek başına ayrı bir formül (sadece kız çocukları varis ise ve ikiden fazla kız iseler bu oran geçerli, yoksa diğer şık ve şartlarda sözkonusu değil).

    Ve böylece taşlar yerine oturuyor. Her durumda miras yetiyor. Sadece bazı durumlarda artan miras sözkonusu, ama yine ayetler ışığında bu artan miktarın kimlere verileceği de bulunur. (Mesela Nisa 8. ayet...)
     
    Şimdi bu bahsettiğimiz miras paylaşımını anlatan Nisa 11, 12 ve 176. ayetleri yazıp sonra da bir tanesi üzerinden çözümleme örneği sunalım:

    Nisa

    11. Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır. Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir. Babalarınız var, oğullarınız var. Siz bunlardan hangisinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah'tan bir buyruğu önemseyin. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir.

    12. Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısı sizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyet ettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden herbirine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Alîm'dir, Halîm'dir.

    176. Fetva istiyorlar senden. De ki: "Allah size, ana-babasız ve çocuksuz kişi hakkında şöyle fetva veriyor: 'Çocuğu olmayan, bir kız kardeşi bulunan kişi öldüğünde, onun terekesinin yarısı kız kardeşindir. Böyle bir kişi, çocuğu olmayan kız kardeşi öldüğünde, onun terekesinin tamamına mirasçı olur. Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa terekenin üçte ikisi onlarındır. Eğer mirasçılar, kadın-erkek, birçok kardeşlerse bu durumda erkek kardeşe, iki kız kardeşin payı kadar verilir.' Allah size açık-seçik bildiriyor ki sapmayasınız. Allah, her şeyi gereğince bilmektedir.
     
    ***
     
    Örnek olarak mesela 11. ayetin verdiği bilgileri açalım.
     
    Bu ayetlerin her birinin, hatta onu da bırakın içlerindeki her cümlelerinin de ayrı ayrı durumlar içinde ayrı formüller sunduğunu söylemiştim. Çözümlemesini sunalım:
     
    Nisa
     
    11. "Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar."
     
    Yani eğer mirasçılar sadece çocuklardan oluşuyorsa ve hem dişi hem de erkek çocuklar varsa , erkek çocuklar 2 birim alırken dişi olanlar ise 1 birim alacaklar.
     
    Kısaca bir örnekle 300 L. miras varsa ve bir erkekle bir kadın çocukları sözkonusu ise, erkek 200 L. alırken kadın 100 L. alacak.
     
    “İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır.”
     
    Yani eğer mirasçı olarak sadece kız çocukları varsa, ve sayıları da ikiden fazla ise mirasın üçte ikisi onlarınmış. Burada dikkatinizi tekrar çekmek isterim ki; burada istenen, kızların üçte iki alması sadece ve de sadece bu durumda geçerlidir. Yoksa diğer şart ve durumlarda böyle bir pay sözkonusu değil.
    (Bu arada 176. ayetteki ifadeyi de gözönünde bulundurunca, eğer varisler 2 kız çocuksa da yine üçte ikiye ortaktır bu 2 kişi).
     
     
    Yine 300 L. örneğinden devam edecek olursak, sadece kız çocukları var ve sayıları ikiden fazla ise 200 lirasını aralarında paylaşırlar.
     
    “Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur.”
     
    Ayetin içindeki bu devam cümlesinde belirtildiği üzere eğer ölen geriye sadece tek bir kız çocuğu bıraktıysa (ya da başkaları olsa da mirasçı durumunda olan sadece o ise ), mirasın yarısını alabiliyormuş.
     
    Yine 300 Lira üzerinden gidersek 150 Lirası bu tek kız çocuğunun demektir.
     
    “Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır.”
     
    Bu ifadeden anlıyoruz ki bu sefer mirasçının çocuklarının yanında anne ve babasını da geride bırakmış ve bu yüzden onlara da pay var ( her biri için altıda bir...).
     
    300 Liranın 50 Lirası annenin, 50 Lirası babanın, geriye kalan ise çocuklarındır.
     
    “Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer.”
     
    Nisa 11 ayeti içinde geçen bu cümlede ise “sadece anne ve babanın mirasçı olduğu” durumdan bahsediliyor. Yani bu sefer çocuklar falan yok, sadece vefat edenin anne ve babası mirasçıdır(eğer geride kardeşler falan kaldıysa bile onlar mirasçı durumunda değiller).
     
    Bu durumda anne üçte bir alıyormuş. Babadan cümle içinde bahsedildiği halde pay oranı verilmediğine göre geriye kalan yani üçte iki de babanın demektir.
     
    Bu vaziyette anne 300 Liranın 100 Lirasını alırken baba ise 200 Lira alır.
     
    Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir.”
     
    Vefat edenin annesi var ama babası yoksa, ayrıca da kardeşleri varsa annenin payı altıda bire iniyor. Geriye kalanı kardeşler paylaşıyor. Ama tekrarlayalım, eğer baba da olsaydı , sadece anne ve baba terekeyi alacak, kardeşlere pay düşmeyecekti...(Ve ayetlerden anlaşıldığı üzere, eğer ölenin çocuğu varsa yine kardeşler pay alamaz).
     
    Aynı şekilde 12 ve 176. ayetlerde de cümle cümle ayrı özel durum ve formüllerden bahsedilmekte . Mesela 12. ayette ölen geriye eş bıraktıysa , 176. ayet ise geride sadece kardeş/kardeşler bıraktıysa taksimin nasıl olacağını anlatmakta ve dediğim gibi yine bu ayetlerin içindeki her cümle kendi başına birer mirasçı listesi ve de formül içermekte.
     
    Dilerseniz Nisa 176. ayeti de bu bağlamda kısaca inceleyelim:

    176 Fetva istiyorlar senden. De ki: "Allah size, ana-babasız ve çocuksuz kişi hakkında şöyle fetva veriyor: 'Çocuğu olmayan, bir kız kardeşi bulunan kişi öldüğünde, onun terekesinin yarısı kız kardeşindir. Böyle bir kişi, çocuğu olmayan kız kardeşi öldüğünde, onun terekesinin tamamına mirasçı olur. Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa terekenin üçte ikisi onlarındır. Eğer mirasçılar, kadın-erkek, birçok kardeşlerse bu durumda erkek kardeşe, iki kız kardeşin payı kadar verilir.' Allah size açık-seçik bildiriyor ki sapmayasınız. Allah, her şeyi gereğince bilmektedir.

    Burada da "sadece kardeşler mirasçı ise" oranların ne olduğu anlatılıyor ve tabii ki yine her cümle ayrı bir liste ve ayrı bir formül sunuyor :

    Eğer mirasçı sadece 1 kızkardeş ise mirasın yarısını,
    Eğer mirasçı 1 erkek kardeş ise mirasın hepsini alıyor,
    Eğer 2 kızkardeş mirasçı ise üçte ikisini almakta,
    Eğer yine sadece kardeşler mirasçı ise ve bunlar kadınlı erkekli yani her iki cinsiyetten ise terekenin tamamını bire(kadın) iki (erkek) şeklinde paylaşırlar.
     
    Bu arada geride kalan sadece birçok erkek kardeş varsa bu kardeşlerin mirasın tamamını alacağını, veya sırf ikiden fazla kız kardeş varsa (11. ayetten de işaret alarak) bu kızkardeşlerin mirasın üçte ikisini alacağını (kendi aralarında eşit bölüşerek) da dolaylı olarak anlamaktayız bu ayetlerden.

    Zaten Nisa 11 ve 176. ayetleri alt alta okursanız, 11. ayette sırf çocuklar mirasçı olduğunda erkek ve kız çocuklara verilen oranlarla, 176. ayette sırf kardeşler mirasçı olduğunda erkek ve kız kardeşlere verilen oranların birebir aynı olduğunu göreceksiniz.
     
    (Yeri gelmişken belirtelim; Nisa 12. ayetin bir cümlesinde bahsedilen kardeşlerle birlikte ölenin eşi de mirasçıdır. Ama bu 176. ayette ise “sadece kardeşler” mirasçıdır.)

    Özetle: 11. ayette eş yok, 12. ayette eş varken, 176. ayette ise yalnızca kardeşler varken taksimin nasıl yapılacağı anlatılmakta…
     
    ***
     
    Ve bilindiği üzere, ayetlere göre esas olan vasiyettir ve bu oranlar vasiyet yerine getirildikten ve eğer varsa borçlar ödendikten sonra geriye kalan malın paylaşımı içindir.
     
    Görüldüğü üzere mirasın yetmemesi , avliye gibi sorunların hiçbiri yok gerçekte. Ayetler kusursuz bir şekilde miras paylaşımını anlatıyor. Buradaki önemli nokta, her cümlenin ayrı bir mirasçılar listesine göre ayrı bir formül verdiğini görebilmektir. Yani ayetlerin içindeki her bir cümle, özgün bir mirasçı listesi vermekte ve bu durumda mirasçıların ne alacağını anlatmakta.
     
    Miras paylaşımıyla ilgili problemler çözülürken, kalan mirasçıların kim olduğuna bakılır ve bu tablonun mirasla ilgili ayetlerin hangi cümlesine denk geldiği belirlenerek miras taksimi yapılır.
     
    Bir örnek olarak şu meşhur 3 kız mirasçı içeren soruyu çözelim.
     
    “Bir adam ölür ve geride bir anne, bir baba, üç kız evlat ve bir de eş bırakır. Miras nasıl paylaşılacak?”.
     
    Burada hem eş hem de çocuklar miraçı olduğuna göre Nisa 12. ayetin dördüncü cümlesi ilgili taksimi anlatmaktadır (zaten bu ayetin her cümlesi, geride kalan eş varsa yapılması gerekenleri anlatmaktadır) :
     
    “Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir.”
     
    Adam geride eşini bırakıyorsa ve de çocukları da varsa sadece bu kişiler mirasçı olabiliyor bu cümleye göre. Eşi terekenin sekizde birini alır ve geriye kalan sekizde yedi de çocukların olur. Vefat edenin anne, babası veya kardeşleri varsa bile bu durumda pay alamaz.
     
     
    ***
     
    Dediğim gibi her cümle ayrı bir mirasçı listesi ve formül veriyor, ve her zaman miras yetiyor görüldüğü üzere.
     
    Sadece bazı durumlarda artan miras sözkonusu, yine yazımın başlarında belirttiğim üzere bu artan mirasın kimlere verilebileceğini gösteren işaretler içeren ayetler var... Örneğin:
     
    Nisa 8: Mirasın paylaştırılmasında hısım-akraba, yetimler, yoksul ve çaresizler de hazır bulunurlarsa, ondan onları da rızıklandırın ve onlara güzel ve hoş bir söz de söyleyin.
     
    ...........................
     
    Göğün düşmemesi ise Big Crunch'ın yani evrenin içine çökmesinin kıyamete kadar gerçekleşmeyeceği bilgisidir. Evrenimiz içine kapanırken dünyamız da her noktasından göğün üstüne kapanması olayını yaşayacak ve tabii ki gök cisimleri birbirine girecektir..
     
    şöyle demiştim:
     
    EVRENLER "BÜYÜK ÇATIRTI/BİG CRUNCH" İLE SONLANACAK

    Evrenimizin ve diğer evrenlerin (Ahiret Evreni/Evrenleri hariç, çünkü o daima var olacaktır) sonlanışı aynı anda yani birlikte gerçekleşecektir. Daha önce de söylediğimiz üzere, Kutsal Kitabımızda belirtildiğine göre içe çökerek, "Big Crunch" ile meydana gelecektir bu durum:

    Enbiya 104. O gün Evren’i kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz.Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz.

    Zümer

    67. Allah'
    ı, kadrine/şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar. Oysaki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O'nun avucudur/avucundadır; gökler de O'nun sağ elinde/kudretinde dürülmüş haldedir. Şanı yücedir O'nun; arınmıştır onların ortak koştuklarından.

    Kasas Suresi 88: Allah'
    ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında herşey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.

    Enbiya 104. ayette bizim evrenimizin çöküşü/preslenmesi anlatılırken, Zümer 67. ayette ise başka göklerin/evrenlerin de aynı akıbeti yaşayacağı belirtilmekte.

    Buna karşılık Kasas Suresi 88. ayette ise bizim evrenimizdeki her şeyin (evrenin kendisiyle birlikte) mutlaka yok olacağı vurgulanmakta.

    Hac 65: Görmedin mi, Allah yeryüzündekileri ve denizde O'nun emriyle akıp giden gemileri sizin hizmetinize verdi. O'nun izni olmaksızın yerkürenin üstüne düşmemesi için göğü O tutuyor. Allah, insanlara karşı elbette Raûf, Rahîm'dir,

    Fat
    ır 41. Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye tutuyor. Yemin olsun, eğer çöküp giderlerse, O'ndan başka hiç kimse onları tutamaz. Halîm'dir O, Gafûr'dur.

    Hac 65. ayette evrenimizin, Fatır 41. ayette ise tüm evrenlerin Big Crunch'a, yani içe çökerek yok olmaya karşı Allah tarafından korunduğu belirtilmekle birlikte, dilediğinde bu içe kapanmayı gerçekleştirebileceği de hatırlatılmakta.
     
     
    ........................................................................
     
    Cennetin genişliği konusuna gelirsek;
     
    Kuran'a göre cennet Rabbin katı adı verilen Ahiret Evrenindedir ve kendi fizik yasalarına sahiptir.
     
    Yani Ahiret Evreni başlı başına evrendir.
     
    Ayetlerde gökler ifadesinin evrenler olduğunu ispatlarıyla göstermiştim:
     
     
    Evet bir cennet en az bizim evrenimiz kadar geniştir. O evrenin de gezegenleri vardır ve ona da yer demektedir ayetler. Yine yazımı okursan bunları ayrıntısıyla gösteriyorum.
     
    .................................
     
    Güneşi ışık/kandil yaptık yani güneşi ısı ve ışık kaynağı yaptık diyor ayetler. Buna karşılık ayın ise sadece nur olduğunu belirtiyor. Yani güneş gibi ısı ve ışık kaynağı olmadığını belirtiyor. 
     
    Sahte İncil ve Tevratta ay ışık kaynağı olarak anlatılırken, Kuran ise doğrusunu gösteriyor ve sadece yıldızların/Güneşin ısı ışık kaynağı olduğunu söylüyor. Burada bile bir Kuran mucizesi var :
     
     
     
     
     

     

     

Link to post
Sitelerde Paylaş

daha önceden dediğim gibi bigbange var olabildiysek   neden ikinci bir anlayadığımız farklı bir bang la var olamayalım ki  daha önceden big bang oldu ama bu bigbang de var oldu evren yok olduktan sonra yeni gelişmiş benliklerde var olacağımız kesin evrim gibi

Link to post
Sitelerde Paylaş

Iste böyleee,

 

                   Islamin muazzam bir din oldugu cok acikGelin bakalim bu YOL insanlari nereye getirmis.

Afganistanda ayni dinden olanlar birbirlerini pisirmeden yiyorlar yarim asirdir.Irak öyle,Suriye öyle,Filistin öyle,Sudan öyle ,Yemen öyle,Libya öyle ,Misirda,Pakistanda öyle diger müslüman ülkelerdede böyle olmaya cok isteklilar.Pekiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii bunlari böyle yapan kim,birbirine düsman eden kim?

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
37 dakika önce, tolonbey yazdı:

Iste böyleee,

 

                   Islamin muazzam bir din oldugu cok acikGelin bakalim bu YOL insanlari nereye getirmis.

Afganistanda ayni dinden olanlar birbirlerini pisirmeden yiyorlar yarim asirdir.Irak öyle,Suriye öyle,Filistin öyle,Sudan öyle ,Yemen öyle,Libya öyle ,Misirda,Pakistanda öyle diger müslüman ülkelerdede böyle olmaya cok isteklilar.Pekiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii bunlari böyle yapan kim,birbirine düsman eden kim?

 

 

                          Gelin su TARiHI  belgeye bakalim.

www.dinvemitoloji.com/2017/08/ibrahim-peygamberin-karisini-firavuna.html

Sümer, Tekvin Bab ve Ebu Hureyre'nin Muhammet'ten aktarışıyla: İbrahim peygamberin karısını firavuna sunması, yalan söyleyerek suç işleyen İbrahim olmasına rağmen Tanrının onun yerine Firavunu

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kendilerine Müslüman diyenlerin yaptıkları dini bağlamaz Tolonbey ve sen de bunu gayet iyi biliyorsun. Dinin kaynağı sadece Kuran'dır.

 

İbrahim Peygambere gelince, Kuran'da öyle bir olay yok. Ancak sahte Tevrat ve sahte İncil gibi din dışı , insan yazımı kaynaklarda bulabilirsin öyle hikayeleri.

 

Şu an elimizdeki tek gerçek Kutsal kitap Kuran'dır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

iste böyleee,

 

                    Nerdeymis o gercek kitap

Tanrinin kitabikafamiza koydugu BEYiNDiR.

Arabin Allahinin yarattigi BEYINDEN  habari yoktur.Kan pompalayan yürege vermistir Beynin görevlerini.SALLAHSALLAH  MASALLAH  nazar deymez insallah.Bukadar USLU  Allahda evrenlerde bulunamaz,VALLAHIDA,Billahada,TALTALTALLAHADA.Tanriya iftiradan carpiliyorsunuzda habariniz yok.

Gelelim esas konuya:

 


 

Gönderen: Unknown 
 
ogretmen.jpg
Muhammed hazretleri, henüz kendisini peygamber ilan etmeden, Mekke’nin tahsil görmüş en bilgili insanlarıyla oturup kalkardı. Peygamber olduktan sonra, muhalifler ona karşı, “Hayır, bu bilgileri daha önce kendileriyle irtibat olduğu şahıslardan almıştır, bu işin Allah’la ilgisi yoktur” gibi eleştirilerde bulunmaya başlayınca, Nahl Suresi’nin 103.ayeti ortaya çıkıyor.
 
Nahl-103. Muhakkak biliyoruz ki kâfirler: “Kur’ân’ı Muhammed’e bir insan öğretiyor” diyorlar. Peygambere öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’ân ise apaçık bir Arapçadır.
Şimdi bu ayetle ilgili olarak çeşitli tefsircilerin yorumlarına bakalım:
1. Ubeydullah bin Müslüm anlatıyor:
“Mekke’de çok bilgili iki Hristiyan köle vardı. Bunlar aslen Iraklı idiler. Adları Yesar ile Hayr idi. Bunların birçok kitapları vardı. Fırsat buldukça bu kitapları okurlardı. Muhammed de çoğu kez onlara uğrar, kendilerini dinlerdi. Günün birinde, peygamberlik iddiası ile ortaya çıkınca, muhalif olanlar, “Hayır, Muhammed bu bilgileri Allah’tan değil de adı geçen kölelerden almıştır. Allah’ı ise işini sağlama almak için kullanıyor” demeye başladılar. Bu yüzden, nahl Suresi’nin 103.ayeti cevap olarak indi.”
2. Carullah Zamahşeri’nin “el-Keşşaf….” adlı tefsirinde ve Muhammed bin Cerir Taberi’nin ünlü Camiu’l Beyan adlı tefsirinde Nahl Suresi’nin 103.ayeti için şöyle deniyor:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen Cebr-i Rumi veya Aiş ya da Yaiş adında bir demirci vardı. Kimileri de adı Yesar-i Rumi idi diyorlar. Ayrıca onun yanında bir kardeşi de vardı, Muhammed sık sık bunlara gidip kendilerinden bilgi alırdı. Muhammed, peygamberlikle görevlendirilince, ona muhalif olanlar, “Muhammed bu bilgileri Allah’tan değil de, adı geçen demirci köleden almış” demeye başladılar. Bunun üzerine Nahl Suresi’nin 103.ayeti indi.
3- İmam Suyuti, Lübabü’n-Nükul adlı eserinde, Nahl Suresi’nin 103.ayeti için şöyle diyor:
“Mekke’de Bel’am adında birisi vardı. Muhammed, sık sık ona gider, kendisinden bilgi alırdı. Kimileri de, o dönemde Mekke’de Yesar ve Cebr adlarında iki yabancının bulunduğunu, bunların çok kitapları olduğunu ve Muhammed’in genellikle onlara uğrayıp kendilerinden yararlandığını kaydediyorlar. Daha sonra, Muhammed peygamberlikle görevlendirilince, muhalifler, “Hayır, yalan konuşuyor. Bu bilgileri Allah’tan değil; adı geçen kişi veya kişilerden alıyor” demeye başladılar. Bu ağır itham üzerine Nahl Suresi 103.ayeti indi.”
4- Kadı Beydavi, Envarü’t Tenzil adlı tefisirinde şöyle diyor:
“Mekke’de Amr bin Hadremi’nin bir kölesi vardı. Adı Cebr-i Rumi idi. Kimileri, bununla birlikte Yaser adında bir kölenin daha olduğunu söylüyorlar. Kimileri de bu şahsın, Huveytıb’ın kölesi Aiş olduğunu belirtiyorlar. Muhammed, peygamberlik iddiasında bulununca, muhalif gruplar, “Muhammed, Kuran bilgilerini bu kölelerden alıyor, Allah’ı ise toplumu etkilemek için kullanıyor” şeklinde eleştiriler yöneltmeye başladılar. Bunun üzerine, Nahl Sures’nin 103.ayeti indi.”
5- Nesefi, “Medark …” adlı tefsirinde şöyle diyor:
“Huveytıb’ın Aiş ya da Yaiş adında bir kölesi vardı. Bazıları da bunun isminin Cebr-i Rum-i olup Amr bin Hademi’nin kölesi olduğunu ileri sürmüşler. Bu köleler, Tevrat ve İncil’i çok iyi bilirlerdi. Muhammed, daima onlara uğrar ve kendilerinden bilgi edinirdi. Peygamberlik davası ortaya çıkınca, inanmayanlar dedikodu yapmaya başladılar ve Kuran’ın dayanağının Allah değil de bu şahıslar olduğunu, Muhammed’in aktardıklarının ise, sadece adı geçen kişilerden öğrendiği bilgiler olduğunu söylemeye başladılar. Bu yüzden ilgili ayet indi.”
6- Fahrettin-i er-Razi, Tefsiri Kebir adlı yapıtında şöyle diyor:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen ve bolca da kitapları olan bir köle vardı. Onun adı çok ihtilaflıdır. Kimisi Yeiş, kimisi Addas, kimisi Cebr, kimisi Cebra, kimisi Bel’am diyor. Muhammed, sık sık uğrar, ondan bilgi alırdı. Kuran olayı ortaya çıkınca, inanmayanlar zaman içinde ‘Bu işin arka planında Allah değil de, adı geçen kişiler vardır’ demeye başladılar. Kimileri de, ‘Aslında Kuran’ı, çok açıkgöz olan Hatice Muhammed’e öğretiyor; fakat kendisi kadın olduğu için öne çıkamıyor, bu nedenle Muhammed’i öne çıkarıyor, yani Kuran’ın baş aktörü Hatice’dir’ diyorlardı. İşte, bütün bu itirazlara cevap mahiyetinde adı geçen ayet inmiştir.
7- Bazı kaynaklar da, “Nahl Suresi’nin 103.ayetinde kendisinden söz edilen ve Muhammed’i etkileyen kişinin aslında Selman-ı Farisi olduğunu, ayetin de bu iddiaları reddetmek için indiğini” yazıyorlar.
Acaba, iddia edildiği gibi, Selman-ı Farisi olsun, diğerleri olsun- gerçekten adı geçen şahıslarda Kuran’ı ortaya çıkarabilecek bilgi birikimi var mıydı ya da Muhammed’e aktardıkları bilgiler Muhammed’in bildikleri, ürettikleriyle birlikte mi Kur’an’ı oluşturmuştu? Yoksa bu görüş muhalefet tarafından ortaya atılan bir iftira mıydı? Selman-ı Farisi hakkında bildiklerimiz şunlar:
Selman-ı farisi, aslen Iranlı idi. Başta Zerdüştilik olmak üzere, bütün dinler konusunda fevkalade kendisini yetiştirmiş bir insandı. Kendisi aynı zamanda, hem çok zengin bir ailenin çocuğuydu, hem de onun ailesi Iran’da Zerdüştilik’te zirveye ulaşmış bir aileydi, din işlerine bakardı. Ticaret için Şam tarafına gelmiş, dinler konusunda araştırma yapmak amacıyla da bir daha memleketine dönmemişti. Yıllarca birçok papazdan İncil hakkında ders almış, daha sonra Irak’a geçmişti. Bu süreç içerisinde en az on Hristiyan ve Yahudi din alimleri yanında kalıp, onlardan ders alarak kendisini “din”ler konusunda son derece iyi yetiştirmişti. Daha sonra Muhammed ile buluşup ilişkilerini derinleştirerek nihayet Islamiyet’e geçmişti.
Öylesine akıllı bir insandı ki, Hicri 5.yılında Müslümanlar ile Mekke müşrikleri arasında Medine’de meydana gelen Hendek savaşı’nda ;
“Medine’nin etrafına hendek kazıp savunma yapalım” fikrini ortaya atarak, müslümanların
savaşı kazanmalarını sağlamıştı. Hz.Ali, onun hakkında “Selman tüm ilimlerde uzman bir kişiydi, onun ilmi bitmeyen bir denizdi” demiştir. Selman’ın arkadaşları da kendisi için, “Selman lokman hekim gibiydi” diyorlardı. Ebu Hüreyre, “Selman, hem Kuran’da hem de İncil’de uzman bir insandı” demiş. Selman-ı Farisi, başarılarından dolayı, Medayın’a vali olarak tayin edilmişti. İmam Zehebi, onun hakkında, “Selman’ın kavradığı bilgiler için en az ikiyüzelli yıllık bir zamana ihtiyaç vardır, halbuki Selman 70-80 yıl yaşamıştır” diyor. Muhammed de onun hakkında, “Selman-ı Farisi, bizim ailenin ferdidir. Selman, eğer ilim Süreyya yıldızında olsa gidip oradan alır” demiştir.
Muhammed’in sık sık Selman’la geceleri uzun saatler bir arada kaldığı ve Selman’ın engin bilgisinden yararlandığı rivayet edilmektedir.
Turan Dursun’un “Din Bu” adlı kitap serisinin dördüncü cildinde, Bel’am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr ve Iranlı Selman (Farisi) ve İman adındaki yardımcılarından söz edilir. Bunlardan Bel’am, Yunanlı bir köleydi. Yaiş ve Cebr (Yemenli) de birer köle idiler.
Ilhan Arsel’in Şeriat’tan Kıssalar adlı kitabının önsözünde de Muhammed’in diğer öğreticileri/yardımcıları olarak Bahîra, Verkâ ve Abdullah Ibn-i Selâm’ın adları geçer.
Muhammed, katiplerini genellikle Yahudilikten ya da Hristiyanlıktan dönme ya da İbranice ve Süryanice bilen kişilerden seçerdi. Bu dillere vakıf değil iseler, öğrenmelerini isterdi. Örneğin, Hicret’in dördüncü yılında katiplerinden Zeyd bin Sabit’e Yahudi yazısını öğrenmesini söylemiştir.
Söylendiğine göre, en ziyade yararlandığı kimselerin başında, Hristiyanlıktan dönme Selman-ı Farisî ile, Yahudilikten dönme Abdullah İbn-i Selam gelirdi. Siyer’in yazarları İbn-i İshak, İbn Hişâm ve Tabakat yazarı İbn-i Sa’s gibi kaynakların bildirmesine göre, Selman-ı Farisî, Iranlı bir “Mecusî” iken çok genç yaşta Hristiyanlığı kabul ederek Suriye’ye gelmiş, daha sonra Bedevîler tarafından esir alınıp bir Yahudi’ye satılmış ve onun tarafından Medine’ye getirilmiştir. Kölelikten kurtulmak için Muhammed’e başvurup da onun tarafından satın alınmasıyla İslam’a girmiş ve azad olmuştur. Hristiyan ve Yahudi dinlerini en iyi bilen birisi olarak Farisi, Muhammed’e sadece din konusunda değil, yönetim ve savaş konusunda da Muhammed’e yardımcı olmuştur. Hendek Savaşı olarak bilinen savaşta, Muhammede’e hendek kazılmasını öneren kişinin Farisi olduğu söylenir.
Abdullah İbn-i Selam’a gelince, Tevrat’ı en iyi bilen yahudi’lerden birisiydi. Hz. Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra Islamiyete girmiştir. Tevrat konusunda, Hz. Muhammed’e en fazla bilgi verenlerden biri olduğu kabul edilir. O kadar ki, Hz. Muhammed onu, muhtemelen bu yardımlarından dolayı, “Cennetlik olan on kişinin onuncusu” olarak tanımlamıştır. (Bkz. Sahih-i Buhari … c.IX, s.81, ve c.X, s.25 vd.)
Muhammed bu kaynaklardan aldığı bilgileri, kendi günlük siyasetine uyduracak şekilde değişikliklere sokmuştur. Ancak, bunu yaparken, “kıssa”ları (masal ve hikayeleri) bir teviye ya da belli bir sıra ve silsile esasına göre değil, fakat Kuran’ın çeşitli surelerine ve bu surelerin ayetlerine dağıtmıştır. Bazılarını da hadis olarak ifade etmiştir.
Bu yolla Tevrat’tan aktarılan bilgilerde zaman zaman hata yapmış, Yahudilerin ve Hristiyanların itirazlarıyla karşılaşmıştır. Örneğin İsa’nın annesi Meryem’le, Musa’nın kızkardeşi Meryem’i karıştırmış, İbrahim’in babasının adını Terah yerine Azer yazmıştır. Buna benzer birçok konuda yaptığı hatalar nedeniyle Yahudi ve Hristiyanlar başta olmak üzere bölge halklarının büyük çoğunluğu peygamber olduğuna inanmamıştır.
Muhammed’in peygamberliğini ilan etmezden önceki döneminde bir hazırlık safhasından geçtiği bilinmektedir. Bu hazırlık öncesi, çocukluk döneminde daha 12 yaşlarında iken Rahip Bahira ile yaptığı görüşmeden kaynaklanan bir şartlanmayı belirtmekte fayda var. Ardından ekonomik sıkıntılar yaşaması, çobanlık yapmak zorunda kalması, amcasının kızıyla evlenme isteğinin reddedilmesi gibi olaylar onu kamçılamış ve düzene karşı bir pozisyona getirmiştir.Bu dönemde Mekke’de putperestlerden sonra güçlü olarak hanifler bulunmaktaydı.
Hanifler, putlara karşı çıkıyor ve tek Tanrıya ve İbrahim peygambere inanıyorlardı.
Muhammed de haniflerin etkisi altında kalmış ve onlarla birlikte olmuştu.
O dönemde bizzat hanif olarak zikredilen pek çok kişinin isimleri geçmektedir. Bunlardan bazıları, Kus b. Saide el-İyadi , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl , Umeyye b. Ebi’s-Salt, Erbab b. Riab, Süveyd b. Amr el-Müstalaki, Ebu Kerb Es’ad el-Himyeri, Veki’ b. Seleme el-İyadi, Umeyr b. Cündeb el-Cüheni, Adi b. Zeyd el İbadi, Ebu Kays Sırme b. Ebu Enes, Seyf b. Züyezen, Varaka b. Nevfel el-Kureşi, Amir b. Zarb el-Udvani, Abdüttabiha b. Sa’leb, İlaf b. Şihab et-Temimi, Mütelemmis b. Umeyye el-Kenani, Züheyr b. Ebi Sülma, Halid b. Sinan el-Absi, Abdullah el-Kudai, Abid b. Ebras el-Esedi, Ka’b b. Lüey gibi zatlardır.
Cahiliye döneminin kayda değer hanif şahsiyetlerden ve Kureyşin hanifliği yaşatanlarından Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş bilhassa zikredilmesi gerekenlerdendir. O günün içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından önem arz etmektedir. Varaka b. Nevfel eski kitapları okuyan alim bir kimseydi .
Bu dönem haniflerinin ortak özelliklerini şöylece özetlemek mümkündür:
Putları ve her türlü şirki reddetmek, mensubu bulundukları kavmin yanlış adet ve inanışlarına karşı çıkmak, cehaletin ortadan kaldırılması için faaliyette bulunmak, kavimlerinin baskılarından kurtarmak için onlardan uzaklaşarak inzivaya çekilmek ve yaratıcıyı düşünmektir. Tarihçiler, haniflerin bazılarının kutsal kitapları, sayfaları ve Zebur’u okuduklarını, bir çoğunun İbrahim’in dini üzere yaşadığını, bir kısmının da onun kelimelerini aradıklarını, bu uğurda çeşitli sıkıntılara katlandıklarını, yolculuklara çıktıklarını, rahip ve hahamlarla görüşüp onlara sorular sorduklarını, ancak aradıklarını bulamadıkları için Yahudilik ve Hıristiyanlığa girmediklerini, İbrahim’ın dinine inanmış olarak öldüklerini bildirmektedir.
Hanif kelimesi en eski kullanımı itibariyle Sami dil ailesine giren dillerde görülmekteydi. Ancak Kur’an’da kast edilen mananın dışında bir anlam taşımaktaydı. Kur’an’da müspet bir anlam yüklenen Hanif kelimesi, söz konusu dillerde menfi anlamda kullanılmakta olup, İslam literatüründe cahiliye tanımlamasına hemen hemen denk düşmektedir. Mesela; ahlaksız, dinden dönen, müşrik, kaba ve yalancı vs…anlamları da verilmiştir. Diğer taraftan Hanif kelimesi, ahlaksız, dinsiz; Süryanice de ise murdar anlamlarında kullanılmıştır. Hanif kelimesine yalancı, iki yüzlü ve müşrik manaları da verilmiştir. Hristiyan Süryaniler, “hanif” kelimesini ayrılıkçı Hristiyan mezheplerini nitelemek için de söylemişlerdir. Arapça da ise sapıklıktan doğru yolu bulmak anlamında olan “hanefe” den türediği söylenmektedir. Açıkçası putlardan uzaklaşarak tek İlaha inanan kimse demektir.
( Şemseddin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Ankara 1997- Sa.99, dipnot 31)
Arapların putperestliği zayıflamaya yüz tutmuş, hristiyanlık bir birine karşı fırkalara bölünmüş, Yahudilik ise dindeki hakimiyetlerini muhafaza için, Arapları kendi içlerine almayan seçilmiş bir topluluğun dini durumuna gelmiştir. Diğer taraftan tevhid anlayışı Mecusilikten alınma zıt unsurlar sebebiyle zayıflamaya yüz tutmuştur. Kaynakların ifadesinden de anlaşılacağına göre aynı bölgelerde beraber yaşamış olan Sâbîîlik ve onun istihalesi durumunda olan putperestlik, Haniflikle karşı karşıya gelmiştir.
Araplar çoğunlukla ifrat derecesine varan bir hayat yaşamışlardır. Özellikle yol kesmek, yağma ve çapulculuk, mağlup olan kabilelerin hürriyet hakkı ile beraber kişisel haklarının da galibin eline geçmesi, savaşta yenilen kabile hakkında her türlü haksızlığın serbest olması gibi anlayışlar, ataların geleneği sayılmıştır. Hatta aynı ırktan olan kabileler, sürekli birbirlerini boğazlamaktan geri kalmamışlar ve bundan zevk alır hale gelmişlerdir. Bütün Arap yarımadası cehalet ve anarşi kabusları altında eziliyordu. Şiir, edebiyat ve diğer teşkilatlar bakımından nispeten ileri olan Araplar, iman, fikir ve ahlak bakımından çok geri kalmışlarıdır. Hatta bu şiirlerden bir tanesi de Kuss b. Sâide tarafından Ukkaz Panayırında söylenmiştir.
“Ey insanlar!
“Allah’a yemin ederim ki bunda ne bir hata var ne de yanlış,
Allah katında bizim bu dinimizden daha hayırlı olan bir din var.
Onun gelmesi yaklaşan bir elçisi var, gölgesi başımızın üstüne düştü.
Ona ulaşan ve kendisine uyana müjdeler olsun.
Ona muhalefet edene yazıklar olsun.
Geçen çağlara ve hayatlarını gaflet içinde geçiren milletlere yazıklar olsun.”
diyerek tabiri caizse İsa’ya yol açan Yahya rolü üstlenmiştir.. Kuss b. Sâide bu şiirini okurken Muhammed’in onu dinlemesi de ayrı bir anlam taşımaktadır. Arap Yarımadasına komşu olan devletlerin Hristiyan, Yahudi ve Ateşperest olmaları, yöneticilerin zalimane hareketleri, bu halkların başka bir din aramalarına sebep olmuştur. Hristiyanlar, Yahudiler ve Farisilerin dini görüş, fikir ve inançları beklenen ıslah edici bir peygamberin gelişi için zemin hazırlamıştır. Bundan sonra Arapların o zeminde karşılaşacakları peygamber Muhammed ve din de İslamiyet olacaktır.
Hilful-Fudul ve Muhammed Üzerindeki Etkileri:Muhammed’in gençlik dönemindeki Kureyş’de düzen çok bozulmuş, başıbozuk bir kaos ortamı oluşmuştu. Haram aylar denilen savaşılması günah kabul edilen Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarında dahi kabileler arasında savaşlar oluyordu. Bu kuralı çiğneyenlerden biri de Muhammed’in amcası Kureyş-Kinane ittifakının komutanı Zübeyir bin Abdülmuttalip idi ve 18-20 yaşlarında iken Muhammed’de bu savaşa katılmıştı. Son 4 Ficar savaşı ile birlikte Mekke’de karışıklık iyice arttı. Haksızlıklar, hırsızlıklar, gasp, despotluk, güçsüz olanların ezilmesi, hukuksuzluk had safhaya varmıştı.
Öyle ki Mekke’ye hacca veye ticarete gelenler dahi soyuluyor, taciz ve tecavüze uğruyordu.
Bunların hakkı, hukuku gözetilmiyordu. Son olarak Yemen’li bir tacirin mallarının parası ödenmeyince, tacir Hilful Ahlaf denilen oluşuma müracaat etti ama yardım alamadı. Bunun üzerine feryat edip Mekke’de mağduriyetini dile getiren şiir okuyarak sesini duyurmaya çalıştı.
Bu durumdan etkilenenler Mekke’li zenginlerden Abdullah b. Cudan’ın evinde biraraya gelerek toplandılar ve Hilful-Fudul adlı sivil örgütü kurdular. Bu oluşumun içinde yer alanlar arasında Ebu Bekir ve Muhammed de vardı.
Hılfılfudul adıyla anılmasının nedeniyse; araplar arasında bu isimle anılan bir çok antlaşmanın daha önce yapılmasıydı. bunlardan en meşhuru; curhum kabilesinin kureyş’ten önce böyle bir antlaşma ve dayanışma yapmasıydı. Bunlar; fadıl b. fudale, fadıl b. vedea ve fadıl b. haris isimli curhum kabilesinin ileri gelen kişileridir. Bu kişilerin isimleri fadıl olduğundan bu harekete de fadılların ittifakı anlamında hılfılfudul adı verilmiştir.
Toplantıda ettikleri yemin ise şöyleydi:
“Allah’a yemin olsun ki, Mekke şehrinde birine haksızlık ve zulüm yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz. Denizlerin bir kıl parçasını ısıtacak suyu bulundukça, Hira ve Sebir dağları yerinde kaldıkça ve üzerinde dağ tekeleri otladıkça bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize maddi yardımda bulunacağız.” (İbn Sa’d, Tabakat, I, 129)
Bu oluşuma katılanların ilk işi, As b. Vail’e giderek Yemenli’nin malını ondan almak ve Yemenli’ye teslim etmek oldu. O günlerde, Has’am kabilesinden Yemenli bir tacir, kızı ile birlikte hac için Mekke’ye gelmişti. Şehrin despot kişilerinden Nübeyh b. Haccac’ın, kızını zorla elinden alması üzerine tacir, Hilfu’l Fudul’a gitti. Hilf mensupları hemen Nubeyh’in evini kuşattılar ve kızı alıp babasına teslim ettiler.
Eraş kabilesine mensup birinden mal satın alan Ebu Cehil, parasını ödemedi. Muhammed’le birlikte Ebu Cehil’e gidildi ve hiç bir itiraz olmadan parası alındı.
Sümale kabilesine mensup bir tacir Mekke’nin ileri gelenlerinden Übey b. Halef’e mal satmış, fakat parasını alamamıştı. Çaresiz kalan tacir Hilfu’l-Fudûl’a başvurdu. Teşkilat mensupları ona Übeyy’e gidip parasını tekrar istemesini, vermediği takdirde kendilerinin bizzat alacaklarını bildirmesini söylediler. Bunun üzerine Übey, parayı hemen ödedi.
Bu sivil insiyatifin olumlu girişimleri Mekkeliler arasında takdirle karşılandı, örgüt mensuplarına karşı güven ve saygı oluşturdu.
Bu örgütün, Muhammed’in kişiliğinin oluşturmasında, çevresiyle ilişkilerinin geliştirmesinde, itibar oluşturmasında etkisi büyük olmuştur.
Peygamberliği ilan ettikten sonraki dönemde dahi Hilful Fudul’dan övgüyle söz etmiş ve “Yine çağrılsam gider katılırım.” demiştir. (Müsned, I, 190, 317)
Hatice ve Varaka:
Hatice binti Huveylid b. Abdul Uzza’nın doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Milâdi 555. yılında olabileceği söylenmektedir.
O, Arapların Kureyş kavminin Hâşimiler boyundan olup babası Huveylid, annesi Fâtıma’dır.
Muhammed ile evlenmeden önce üç evlilik yapmıştır. Hatice ilk önce Varaka ibn-i Nevfel’e nişanlanmış ancak nikah yapılmamıştır. İkinci kez künyesi Ebu Hale olan İbn-i Nebbaş ile nikahlanır. Ebu Hale’nin vefatından sonra Atik ibn-i Abid ile evlenir. Atik’in de vefatından sonra amca oğlu Sayfi ibn-i Umeyye ile evlenir. O’nunda ölümü üzerine dul kalır. Bu evliliklerinden aşağıdaki çocukları doğmuştu:
1. Ebu Hale’den Hind isimli oğlan çocuğu.
2. Atik’den yine Hind isimli kız çocuğu
3. Sayfi’den Muhammed isimli oğlan çocuğu.
Hatice’nin iki çocuğunun isminin de Hind olmasına binaen künyeside Ümm-i Hind olmuştur.
Hatice çok zengindi ve ticaretle uğraşmaktaydı. Ücretle tuttuğu adamlarla Şam’a ticaret kervanları düzenlerdi. Muhammed’le tanıştı ve ondan hoşlandı, ona ticaret ortaklığı önerdi ve onun başkanlığında bir ticaret kervanını Şam’a gönderdi. Aynı zamanda hizmetkârı Meysere’yi de onunla beraber gönderdi. Hatice bu ticaret kervanından çok memnun oldu. Daha önce gönderdiği ticaret kervanlarına nazaran, bu sefer daha fazla kâr elde etti.
Hatice, Muhammed hakkında Meysere’yi de dinleyince, ona olan itimadı ve sevgisi daha da arttı. Ona anlaştıkları ücretten fazlasını verdi ve Muhammed ‘e evlenme teklifinde bulundu.
Hatice, Hz.Muhammed ile 4.evliliğini yaptığında 40 yaşlarında, Muhammed ise 25 yaşlarında idi.
Evliliklerinden 4 oğlu oldu; Kasım, Tayyip, Tahir, Abdullah dördu de vefat ettiler. 4 de kızı oldu; Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Zeyneb, Fatima. 40 yaştan sonra 8 çocuk. :shock:
(Bazı kaynaklara göre Tayyip ve Tahir, Abdullah adlı oğlunun lakabları olarak belirtilir.)
Hatice, Hz.Muhammed’i amcazadesi Varaka Bin Nevfel ile tanıştırdı. Varaka Hıristiyandı ve bilimle ilgiliydi. Aynı zamanda Nasturi rahibi olan Varaka Mekkenin de rahibi ve vaiziydi. Tevrat ile İncil’ide iyiden iyiye incelemiş ve arapçaya tercüme etmişti.Çok bilgili ve Filozof bir adamdı. Dinler tarihini çok iyi biliyordu. O araştırmaları sonucunda puta tapıcılığı bırakıp hıristiyanlığı kabul etmişti.
Varaka Bin Nevfel Muhammed’i sevdi. Onun dini konulara olan ilgisi hoşuna gitmiş ve yakınlık duymuştu. Bilgili olduğu için Hz.Muhammed’de ona saygı ve ilgi gösteriyordu. Varaka’yı her zaman ziyaret ediyordu. O da Ona Tevrat’ı baştan başa okudu. Adem’den İsmail’e kadar bütün Peygamberlerin menkıbelerini anlattı. Musa’nın dinini nasıl kurduğunu, İsa’nın Hıristiyanlığını da izah etti. Vahdaniyet-i ilahiye’yi derinden derine anlattı, fikir ve halvet yollarını gösterdi.
Türk tarihçisi Enver Behnan Şapolyo’ya göre, Muhammed 15 sene boyunca Varaka bin Nevfel tarafından eğitilmiş ve Tevrat ve İncil’de yer alan bilgiler ona öğretilmiş ve yetiştirilmiştir.
Kaynak: İbni Hişam, Sîre: 1/254; İbni Kesîr, Sîre: 1/404
Yemen’li Rahman- Müseylimetül Kezzab
Muhammed zamanında Yemen’de çok önemli bir kabile reisi vardir ve peygamberliğe soyunmuştur. Adı Yemame Rahman’idir.
Bu Yemame Rahman’i oldukça kültürlü, zeki ve saygın bir kişidir. Araplar arasında oldukça nüfuzludur. Muhammed’in bu kişiyle diyalogları olmuş, ona büyük saygı duymuştur. Hatta onunla ilişkisi öyle bir dereceye gelmişti ki, Mekkeli inanmayanlar,
“Bize ulaşan bilgiye göre,Yemame’deki şu adam, Rahman denen kişi öğretiyor sana müslumanlığı. Kuşkun olmasın ve yemin ederiz ki, biz hiçbir zaman Rahman’a inanmayız.” demişlerdir. (Siratu Ibn Ishak,Muhammed Hamidullah 180/254)
Rahman insanlar arasında kullanılan bir isimdi. Ve ilginçtir ki, Arab dilindeki birçok kelime Sankstritcedir, çok tanrılı Hint bolgesi diline aittir.
Mekkeli Araplar, Muhammed’in islam kelimesini bile Bu Rahman denen kişiden aldığını iddia ediyorlardı.
Bu Yemameli Rahman, peygamberlik savında bulunduğu zamanlar bir diğer adı da “Müslim” di. Yani, İslam oluşturulmadan önce adamın bir adı da Muslim! Tabii, daha sonra peygamberlik savında Muhammed başarılı olunca, müslumanlar alay etmek için “Müseylime” ve “çok yalancı” anlamında “Kezzab” ismini de eklerler. Daha sonra da İslamın tarihi derlenirken, bu Rahman ile ilgili bilgilerin büyük çoğunluğu imha edilmiştir, ilerde sorun çıkmasın diye. Yine de elde kalabilen bu kadar bilgi bile durumu gayet iyi açıklayabilmektedir.
Yemen, o zamanlarda Mısır dahil ortadoğu ve Hindistan’a kadar ki uygarlıklar için önemli ticaret noktalarından biriydi. Aynı zamanda din olarak da musevilik, hristiyanlik ve müslumanlığın temeli olan sabiilik vardı. Bunun yanında musevilik ve hristiyanlık da sonradan yerleşmişti, tıpkı Medine’de yahudiliğin yerleşmiş olması gibi. Yemen bu yüzden ticari olduğu gibi bir dinsel merkezdi de aynı zamanda.
Rahman denen kişi Yemen’in Ezd kabilesinden, bilgelik ve nüfuzuyla saygı gören bir başkandı.
Muhammed, peygamberliğini ilan etmeden önce, karısı Hatice tarafindan ticari amaçlı olarak Yemen’e de gonderilmişti. Yemen’de o zamanlar çok önemli olan Hubase fuarına katılmıştı. Zaten Rahman’la da burada tanışmıştı. (Kaynak: Muhammed Hamidullah, Islam Peygamberi 1/61)
Muhammed’in içinden çıktığı Evs ve hazrec kabileleri de, o zaman ki Arap kabileler topluluğundan bir çoğunu içine alan Ve Rahman isimli kişinin de içinden çıktığı Ezd kabilesinden ayrılmaydı.
Yani kısacası, Muhammed ve Rahman uzak ta olsalar sonuçta akrabaydılar.
Yemen kokenli bu Ezd kabilesi Muhammed için çok önemliydi. Buna örnek olarak çok sağlam iki hadis aktaralım:
“Emanet Ezd’dedir.” -Tirmizi,Sunen,no 3936-
“Ezd kabilesinden olanlar, allah’ın yeryüzündeki arslanlarıdırlar.İnsanlar onları alçaltmak isterlerken, Allah onları yükseltir. öyle bir zaman gelecektir ki, kişi hep ‘keşke babam bir Ezd’li olsaydı, keşke anam bir Ezd’li olsaydı’diyecek” -Tirmizi,no:3937-
İşte bu yüzden, bu Yemen ve Ezd kabilesi sevgisinden Muhammed, “iman Yemenlidir, hikmet de Yemen’lidir” demiştir. Sadece sevgisinden değil tabii, Yemen’in o zamanlar bir dinsel merkez olması, bütün dinlerin kaynağı olan sabiiliğin orada merkezi din olmasıdır. Muhammed’e göre iman dolayısıyla dini oluşturan herşey, ibadetlere kadar Yemenlidir, Sabiilik kökenlidir. Bu nedenle Rahman hiç de önemsiz bir insan değildir Muhammed için.
Nitekim, peygamberliği Muhammed’e kaptırmak istemeyecek, kendisi de peygamberliğini ilan edecek, başarılı olamayınca 148 yaşında olmasına rağmen Muhammed’e peygamberlikte ortaklık dahi teklif edecektir.
Evet, bazı bilgiler gerçekten şaşırtıyor insanı. Ama olmayacak birşey de değil.
Üstelik bazı kaynaklara göre, Muhammed’den 20 yıl önce peygamberliğini ilan etmiş.
Hicret’in 10. yılında Muhammed’e şu satırlarla ortaklık teklif ettiği rivayet edilir;
“Tanrı elçisi Müseylime’den,Tanrı elçisi Muhammed’e mektuptur. Sana esenlikler dilerim.
Ben Peygamberlikte sana ortak edildim.Yeryüzünün yarısı bize,yarısı Kureyşlilere aittir,fakat Kureyşliler adaletle hareket etmezler.”
Peygamber’in,Yemame halkına öğretmen olarak gönderdiği Reccal bin Unfuva, Müseylime ile çok iyi arkadaş olmuştu. Ve Tanrı’nın Müseylimeyi, Muhammed’e ortak ettiğine tanıklık ediyordu. Margoliuth’a göre ise Muhammed peygamberlikte Yemenli Rahman’ı taklit etmişti.
Rahman’dan Örnek Ayetler:
“Allah yüklü deveye in’am etti. Ondan koşan bir yavru çıkardı. Sifak (alt deri) ile hasa (barsak) arasindan.”
“Salih insanlar gecelerini uyumadan, ibadetle geçirirler, gündüzleri de gökteki bulutlarin ve yağmurların kuvvetli tanrısı için oruç tutarlar.”
“Tanrıyı her eksikten tenzih ederim ki, O dirilme zamanı geldiğinde, acayip bir biçimde diriltir. Sizi göğün katına yükseltir. O sizin hardal tanesi kadar da olsa işlerinizi ve gönlünüzden geçeni bilir. Insanlar bu yuzden ziyana uğrar ve lanete katlanırlar.”
“Renkleri kara olduğu halde sutleri beyaz olan koyunlar uzerine and içerim ki.”
“Ektiğiniz yerleri koruyunuz; yoksul olanları yurdunuza kondurunuz, azgınları yurdunuzdan uzaklaştırınız.”
(Bahriye Üçok’un “Dinden Dönenler ve Yalancı Peygamberler” kitabından)
Yemameli Rahman Müslim’den birkaç ayet daha;
Tohum ekerek,
Ekin yetiştirenlere,
Ekinleri biçenlere,
Buğdayları savuranlara,
Sonra öğütenlere,
Onlardan ekmek yapanlara,
Bu ekmekleri ufak ufak doğrayarak,
Et suyunda ıslatanlara,
Ve bunların üzerine,
Sade yağ dökerek yiyenlere,
Şerefine and içerek temin ederim ki;
Siz hayvan besleyerek, çadırda yaşayanlardan,
Daha meziyetlisiniz.
Binalarda yaşayanlar da size üstün gelmedi.
Karanlıkları basan gece,
Siyah Kurt,
Ve yaşına basan,
Çatal tırnaklı hayvan adına andolsun ki;
Üsseyid’lerin,
Harem’in hürmetini çiğnememiş
Olduklarını teyit ederim.
Aşağıdakiler de Kur’an’dan:
Naziat/1-5:
o daldırıp çıkaranlara,
usulcacık çekenlere

 

KAYNAK: MUHAMMED’İN HOCALARI

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ayetlerle ilgili sorularına cevap vermiştim. Sanırım iyice robota bağladığından yine tekrarlamışsın )

 

Diğerleri ise kitap dışı yani din dışı kaynaklarla ilgili muhabbetler. Yani dinimizle ilgili bir durum değil. Bunu sen de gayet iyi biliyorsun zaten.

 

Umarım takılmış plağı değiştirebilirsin :)

Link to post
Sitelerde Paylaş
9 saat önce, tolonbey yazdı:

Iste böyleee,

 

.                   Islamin muazzam bir din oldugu cok acik.Gelin bakalim bu YOL insanlari nereye getirmis.

Afganistanda ayni dinden olanlar birbirlerini pisirmeden yiyorlar yarim asirdir.Irak öyle,Suriye öyle,Filistin öyle,Sudan öyle ,Yemen öyle,Libya öyle ,Misirda,Pakistanda öyle diger müslüman ülkelerdede böyle olmaya cok isteklilar.Pekiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii bunlari böyle yapan kim,birbirine düsman eden kim?Tabiki arabin kitabi,

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

 

10 saat önce, tolonbey yazdı:

 iste böyleee,

 

                       Emmioglu sen benim yazdiklarimin hicbirine yanit verebilmis degilsin.Babam köyün imamiydi,dedimkii baba,Amerikalilar AYA cikmiislar.Ay toprakmis,televizyonlarda gösteriyür.BBabamin verrdigi yanit aynan seninkiler gibi.USSAGUM,olar kominustur,kitmisler Libya cöllerindee filim cekmisler bunuda televizyonlarda gösteriyorlar sizda inaniyorsunuz.OGLUM  AY  NURDUR NURA  CIKILAMAZ.

Masal okuyup durma.HATALAR  ortada,Allah hata yapmiycagina göre kitabi yazan Allah degil Fellahdir.Ister Kabul et istersede etme.Senin itirazin birseyi degistirmez.

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...