Jump to content

Haydi Bir Benzerini Yazında Görelim?


Recommended Posts

Atesitler Kur'an'ın Allah kelamı olmadığını ve Hz.Muhammed (S.A.V.) 'in Kur'an'ı yazdığını iddia ediyorlar. İnsan sözü olan bir kitap taklit edilebilir ama Allah sözü olan bir kitap taklit edilemez. Madem öyle hadi Kur'an'ın bir benzerini yazın da görelim. Yazamayacağınıza ve Kur'an'ın taklit edilemez olduğunu bildiğinize göre o halde nefsinize uymaktan vazgeçin. Çünkü dünyadaki herkesin malumudur insanlık için Kur'an'dan daha faydalı bir kitap yoktur ve benzeri yazılmaz....

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 361
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Atesitler Kur'an'ın Allah kelamı olmadığını ve Hz.Muhammed (S.A.V.) 'in Kur'an'ı yazdığını iddia ediyorlar. İnsan sözü olan bir kitap taklit edilebilir ama Allah sözü olan bir kitap taklit edilemez. Madem öyle hadi Kur'an'ın bir benzerini yazın da görelim. Yazamayacağınıza ve Kur'an'ın taklit edilemez olduğunu bildiğinize göre o halde nefsinize uymaktan vazgeçin. Çünkü dünyadaki herkesin malumudur insanlık için Kur'an'dan daha faydalı bir kitap yoktur ve benzeri yazılmaz....

hiç true furqan diye bi kitap okudunmu adamlar yazmış :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hangi yönden benzeri yazılamazmış?

Zaten % 60 Tevrattan araklama..

İçerik olarak demek ki % 60 masallardan oluşuyor..

Geri kalan içeriğinin % 10 Muhammed in karı kız işlerini düzenlemek..

% 30 ise cehennemle korkutmak, yemin etmeki lanet etmek, cennette Hurileri peşkeş çekmek, ganimet paylaşımı, gasp ve savaşa teşvik etmekle dolu..

Eğer edebi yönden diyorsan Muhammed zamanında ve öncesinde bir çok benzeri yazılmıştır..

Eğer kastın edebi yönden seci ve uyaklarsa:

Günümüzde ise True Furkan edebi olarak Kurana 5 basar..

Gör bakalım cahiliye döneminde Arap şiiri nasılmış...

http://arsiv.ateizm2.org/ARSIV-VI/html/t7816.html

Link to post
Sitelerde Paylaş
Atesitler Kur'an'ın Allah kelamı olmadığını ve Hz.Muhammed (S.A.V.) 'in Kur'an'ı yazdığını iddia ediyorlar. İnsan sözü olan bir kitap taklit edilebilir ama Allah sözü olan bir kitap taklit edilemez. Madem öyle hadi Kur'an'ın bir benzerini yazın da görelim. Yazamayacağınıza ve Kur'an'ın taklit edilemez olduğunu bildiğinize göre o halde nefsinize uymaktan vazgeçin. Çünkü dünyadaki herkesin malumudur insanlık için Kur'an'dan daha faydalı bir kitap yoktur ve benzeri yazılmaz....

kardeş kuran gibi bi kitabı hiç bi beşer yazamaz vede taklit edemez.bu mümkün değildir.kuranı kerim güçlü bir kitaptır.inkarcılar neden sürekli eleştirirler hiç düşündünmü?

çünkü meyve veren ağaç muakkak taşlanır..güçlü nin düşmanı çok olur.bu nedenle biz güçlüyüz üzülme sen.

inkarcılarda bu inkar bataklığının içinde boğulmaya devam edeceklerdir.tabi kurtulmak için çaba sarfetmedikleri sürece.önemli olan at gözlüklerini çıkarmaları..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hangi yönden benzeri yazılamazmış?

Zaten % 60 Tevrattan araklama..

İçerik olarak demek ki % 60 masallardan oluşuyor..

Geri kalan içeriğinin % 10 Muhammed in karı kız işlerini düzenlemek..

% 30 ise cehennemle korkutmak, yemin etmeki lanet etmek, cennette Hurileri peşkeş çekmek, ganimet paylaşımı, gasp ve savaşa teşvik etmekle dolu..

Eğer edebi yönden diyorsan Muhammed zamanında ve öncesinde bir çok benzeri yazılmıştır..

Eğer kastın edebi yönden seci ve uyaklarsa:

Günümüzde ise True Furkan edebi olarak Kurana 5 basar..

Gör bakalım cahiliye döneminde Arap şiiri nasılmış...

http://arsiv.ateizm2.org/ARSIV-VI/html/t7816.html

Mohammed boşver hikayeyi bırak bu olmaz işleri..Bir unutulmuşla bir unutulmaz arasında benzerlik bulmaya çalışma..

Senden önce ve senin zamanında toplam 20 milyarı aşkın insan salaktıda bir senmisin akıllı?

Eğer bir tek benim oluyorsa cevabın bende sana derim ki Allah ne akıllılar yaratıyor dünyada maşaallah..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu arada bu lafı yumurtlayanın kastı Kuranın tek bir harfinin bile değiştirilemeyeceği olmasın sakın?

Cahil Müslümanda bunu Kuran ın benzeri yazılamaz diye algılamasın!!!

Olayı gerisinden anlayan geri zekalıların yapmaya çalıştıkları salaklık kısaca şu şekildedir:

Kur'an'da bir benzeri yazılamaz değil "tek bir harfini bile değiştiremezsin" denilir.

Yani neymiş? sen o yazılanları değiştiremez yani bir harfi çıkartıp yerine başka bir harf koyamazsın, ama yazılanı çeşitli motiflerle yazabilirsin.

Bu cümleyi okuyup "Allah ım sen büyüksün" çeken adamların bilgisizliğine mi yanayım, yoksa hakikaten bu kadar cahil olup sorgulayamamıza mı yanayım?

Link to post
Sitelerde Paylaş
:

Günümüzde ise True Furkan edebi olarak Kurana 5 basar..

true furkan dediğin olay kesinlikle taklittir.sadece bikaç bölüm değiştirme ve kelime oyunlarından ibarettir.

taklit edilemez dedim yukarda.şimdi diyiceksinki kıvırıyorsun vs.

evet gene diyorum..taklit edilemez..bunun anlamı ne biliyormusun?

asla thrue kuran ve benzeri yazılan kitaplar yüce kitabımız kuranı kerimin yerini asla alamicaktır..

Allah tan gelen kitap kuranı kerimdir.peygamber efendimiz e inen vahiy dir yani...

truee kuran gibi taklitler asla kuranı kerim in kutsallığını ele geçiremez.

bilmem anlatabildimmi..

Link to post
Sitelerde Paylaş

“Kur'ân’da Gramer Hataları” [8]

Müslümanlar Allah’ın İbrâhîm’e, Mûsâ’ya, Dâvûd’a ve Îsâ’ya birer kitap vahyettiğine inanırlar. “Ne var ki İbrâhîm’e vahyedilen kitap kaybolmuş; Dâvûd (Zebur), Mûsâ (Tevrat) ve Îsâ (İncil)’ya gönderilen kitaplar ise tahrif edilmiştir.”[9]

Sadece Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed’e vahyedilen Kur’ân korun­muş, “Tek bir âyeti dahi değişmemiş ve kaybolmamıştır. Bugün, kesin olarak, Hz. Muhammed’e vahyedildiği şekliyle mevcuttur.”[10] Bu durum Hz. Muham­med’in kişisel bir başarısından ziyade, ilahî bir mucizedir. Her peygamberin nübüvveti ilahî mucizelerle doğrulanmıştır. Kur’ân’ın da Hz. Muhammed’in peygamberliğini destekleyen, Allah’ın mucizesi olduğuna inanılmaktadır.

“Hz. Muhammed’in iddia ettiği yegâne mucize Kur’ân’dı…Ve bu Kitap peygambere indirildiği şekliyle bizlere bozulmadan ulaşan tek vahyedilmiş metindir. Metne herhangi bir müdahale olmamış ve dilin sâfiyeti bozulmamıştır.”[11]

Müslümanlar, Kur’ân’ın edebî bir mucize olduğuna, yani onun diğer edebî eserler içinde eşsiz bir konuma sahip olduğuna katiyen inanırlar. O, bir insan şaheseri değil, ilahî bir mucizedir. Her harfi ve noktası semâdan vahyedilmiştir. İndirildiği zamanki hâli ile bugün elimizde bulunan nüshası ara­sında hiçbir fark yoktur.

Şaheserler insan yapısı iken, mucizeler Allah tarafından ortaya konur. Sıra­dan, herhangi bir mucize şaheserlerin en güzelinden daha üstündür. Ay­rıca mucizeler insan gayretiyle “tekâmül ettirilemezler”. Çünkü bu tıpkı muci­zenin, yani Allah yapısının, kusurlu olduğunu itiraf etmek gibi bir şey­dir.

Bir şaheser diğer çalışmalara özel bir alanda üstünlük sağlar. Örneğin, bir mühendislik şaheseri estetik cazibeye sahip olmak zorunda değildir. Veya bir sanat şaheserinin mühendislik standartlarına uyması zorunlu değildir. Yahut bir çiçek düzenleme şaheserinin güzel kokması da zorunlu değildir.

Müslümanlar, Kur’ân’ın sadece beşerî ve edebî bir şaheser değil aynı za­manda ilâhî menşeli edebî bir mucize olduğunu iddia etmektedirler. Fakat bu iddia gerçeklerle uyuşmamaktadır. Zira bugün elimizde bulunan Kur’ân, Arapça bilen herkesin açıkça görebileceği sarih gramer hataları içermektedir.

Birinci Hata:

Mâide (5), 69. âyet:

“Muhakkak ki inananlar, Yahudiler, Sâbi’îler ve Hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Arberry)[12]

" إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَى مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ. "

Yukarıdaki âyette gramer hatası bulunmaktadır. “es-Sâbi’ûne” sözcüğü yanlış bir şekilde i‘râb edilmiştir.

Aynı kelime, diğer iki âyette, aynı gramer ortamında doğru şekilde i‘râb edilmiştir.

Bakara (2), 62; " إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ …"

Hacc (22), 17; " إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ …"

Mâide 69. âyette kelimenin “es-Sâbi’ûne”, Bakara 62. ve Hacc 17. âyetlerinde ise “es-Sâbi’îne” olarak yazıldığını müşahede ediyoruz. Son iki âyette “es-Sâbi’ûne” kelimesi doğru bir şekilde i‘râb edilmiştir. Çünkü cümlenin başında bulunan “İnne” lafzı “nasb” adı verilen bir harekeleme şeklini gerekli kılar ve “ya” da “nasb alâmeti” dir. Fakat Mâide 69. âyette “es-Sâbi’ûne”’ye “ref‘” alameti olan vav verilmiştir. Bu sebeple burada sarih bir gramer hatası vardır[13].

İkinci Hata:

Nisâ (4), 162. âyet:

“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekâtı veren, Allah'a ve âhiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Arberry)

" لَكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا "

“el-Mukîmîne” kelimesi “el-Mukîmûne” şeklinde, cümledeki diğer isimler gibi merfu olmalıydı. Ondan önceki iki isim (الراسخون veالمؤمنون ) ile sonraki isim (والمؤتون) doğru şekilde i‘râb edilmiştir. Bazıları bu kelimenin namazı önemsemek ve methetmek için bu şekilde i‘râb edildiğini iddia etmişlerdir[14]. Fakat İbnu’l-Hatîb bunun yanlış bir çıkarım olduğunu zikretmektedir[15]. Bu gibi çıkarımlar mantığa meydan okumak sayılır. Bir kimse dinin esası ve kökü olan imanı değil de; fer’î bir meselesi olan namazı neden önemsesin? Ayrıca bu mantık bir önceki âyetteki i‘râb hatasına uygulanabilir mi? Sâbi’îler’in, inananlardan ve Ehl-i Kitaptan daha önemli olduklarına hükmedebilir miyiz? Ayrıca Sâbi’îler neden diğer âyetlerde değil de sadece bir âyette önemsendiler? Allah bu illetli mantıktan çok yücedir. Bu yüzden bu da sarih bir nahiv hatasıdır[16].

Üçüncü Hata:

Tâhâ (20), 63. âyet:

“Onlar gizlice dediler ki: ‘Bu ikisi sihirbazdırlar’…” (Arberry)

" قَالُوا إِنْ هَذَانِ لَسَاحِرَانِ … "

“Hâzâni” kelimesi “hâzeyni” şeklinde olması gerekirdi.

“Hâzâni” kelimesi yanlış bir şekilde i‘râb edilmiştir. Çünkü isim cümlesinin başında bulunan “inne” sözcüğü, ref‘ durumunda bulunan ismi “nasb” eder ve “nasb alameti” de “ya” dır. Bu da üçüncü bir gramer hatasıdır[17].

Dördüncü Hata:

Bakara (2), 177. âyet:

“İyilik (takva/hayır), yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. Fakat iyilik şudur; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman etmek, mal sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve kölelerin kurtuluşuna vermek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermektir. Onlar antlaştıkları zaman sözlerini yerine getirirler ve zorluklar karşısında, darda kaldıklarında ve savaş esnasında sabırlıdırlar…” (Arberry)

" لَيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء … "

Yukarıdaki âyette beş gramer hatası mevcuttur. Bunlardan dördünde fiilin yanlış sığası kullanılmıştır. Zira cümle “Tuvellû/تولوا” geniş zaman sığası ile başlarken diğer dört fiil geçmiş zaman sığası ile yazılmıştır:

‘Âmana/آمن fiili tu’minû /تؤمنوا ;

‘Âtâ / آتى fiili tu’tû / تؤتوا ;

‘Akâma / أقام fiili tukîmû / تقيموا ;

‘Âtâ / آتى fiili tu’tû / تؤتوا şeklinde olmalıdır.

Yukarıdaki âyet, kelimesi kelimesine tercüme edildiğinde şu şekilde olmalıdır: “İyilik yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir: fakat iyilik; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman etmiş (believed) kişidir; ve malını vermiş (gave), …ve namazı kılmış (performed) ve zekatı vermiş (paid) kişidir.” Fakat İngiliz mütercimler sığayı dikkate almışlar ve iman etmiş (believed), vermiş (gave), kılmış (performed) ve vermiş (paid) fillerini düzelterek geniş zamanda yazmışlardır. (Örnek için Arberry, Pickthall, Yusuf Ali ve Rodwell’in tercümelerine bakınız.)

Beşinci hata ise “es-Sâbirîne/الصابرين” kelimesinin yanlış i‘râb edilmesidir. Kendinden önceki “el-Mûfûne/الموفون” kelimesi gibi “es-Sâbirûne/ الصابرون” şeklinde i‘râb edilmesi gerekirdi.

Beşinci Hata:

Âl-i İmrân (3), 59. âyet:

“Îsâ’nın durumu, Allah katında, Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona ‘ol’ dedi, o da hemen oluverdi.” (Arberry)

" إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ "

Yukarıdaki âyet, kelimesi kelimesine tercüme edildiğinde şu şekilde olmalıdır: “İsâ’nın durumu, Allah katında, Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi, o da hemen olur (and he is).” Bu tercüme Pickthall’e aittir. Dikkat edildiğinde “Yekûn/يكون (is)” lafzını Arapçada olduğu şekliyle, geniş zaman sığası ile tercüme etmiştir.

“Yekûn/يكون” lafzı (İngilizce’de “is” dir), bir önceki “dedi/قال” fiilinin sığası olan geçmiş zaman sığası ile uyum sağlayabilmesi için “Kâne/كان (was)” olmalıdır. Arberry, Yusuf Ali ve Rodwell Bu durumu tercümelerinde düzeltmişlerdir.

Altıncı Hata:

Enbiyâ (21), 3. âyet:

“Kalpleri boş şeylerle doludur. O zalimler gizliden gizliye fısıldaşarak derler ki:…”

" لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُوا … "

Âyetteki “Eserrû/أسرّوا” kelimesi “Eserra/أسرّ” şeklinde olmalıdır. Yukarıdaki cümle bir fiil cümlesidir ve böyle bir cümlede uygulanan kaideye göre; eğer fiil (müzekker) failden önce gelir ve bu fail cümle içerisinde zikredilirse bu fiil mufred (müzekker) gaib sığasında olmalıdır. (Aynı kaide iki mezkûr “müzekker” in yerine “müennes” in geçeceğini ifade etmektedir.) Fakat yukarıdaki âyette fiil çoğul sığasında gelmiştir[18]. Yukarıdaki kaidenin diğer âyetlerde nasıl uygulandığını görmek için şu örneklere bakınız: Âl-i İmrân (3), 52[19]; Yûnus (10), 2[20]; Nahl (16), 27[21]; Nahl (16), 35[22]; Âl-i İmrân (3), 42[23]; Hucurât (49), 14[24].

Yedinci Hata:

Hacc (22), 19. âyet:

“İşte şu iki hasım Rableri hakkında çekişmeye girmişler.”

" هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ … "

Arapçada kelimeler, İngilizce’de olduğu gibi kemmiyete göre çekimlenmiş ya da i‘râb edilmişlerdir. İngilizce’de iki çekimleme şekli vardır: tekil ve çoğul. Bu yüzden İngilizce’de iki adam çoğul olarak kabul edilmiştir. Fakat Arapçada üç şekil söz konusudur: mufred, tesniye ve cemi. Bu yüzden fiiller ve isimler; mufred, tesniye ve cemi hallerine göre i‘râb edilirler. Bu âyetteki fiil, sanki fail iki kişiden fazlaymış gibi i‘râb edilmiştir. Fakat âyet sadece iki kişiden bahsetmektedir. Bu yüzden tesniye kaidesi gereğince “İhtesamû/اختصموا” fiili “İhtesamâ/اختصما” şeklinde olmalıdır.

Sekizinci Hata:

Hucurât (49), 9. âyet:

“Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşurlarsa onların aralarını bulun.” (Arberry)

" وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا "

Bu âyetteki hata bir önceki âyette geçen hatanın benzeridir. Sayı yine tesniye/ikil olmasına rağmen fiil, fail çoğulmuş gibi i‘râb edilmiştir. Bu yüzden “İktetelû/اقتتلوا” fiili “İktetelâ/اقتتلا” şeklinde olmalıdır[25].

Dokuzuncu Hata:

Munâfikûn (63), 10. âyet:

“Ey Rabbim, ne olurdu bana biraz mühlet verseydin de malımın sadakasını verip iyilerden olsaydım.” (Arberry)

" … رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُن مِّنَ الصَّالِحِينَ "

“Ekun/أكن” fiili yanlış bir şekilde i‘râb edilmiştir. Halbuki “Ekûne/أكون” şeklinde olmalıydı. Son sessiz harf harekesiz olmak yerine “e”/üstün ile harekelenmeliydi. Çünkü “Ekun/أكن” fiili mansûbtur. Bir önceki fiil olan “Essaddaka/أصدق” doğru biçimde i‘râb edilmiş ve fiil nasb halindedir. Bunun sebebi ise şudur: Arapçada muzari bir fiilin önüne nasb eden harflerden biri gelirse fiil nasbedilir. Bu harflerden biri de “fâ-i sebebiyye” dir.

Onuncu Hata:

Şems (91), 5. âyet:

“Gökyüzüne ve onu bina edene” (Arberry)

" وَالسَّمَاء وَمَا بَنَاهَا "

Arapçada “Mâ/ما (that which)” sözcüğü insan dışı varlıklar için kullanılmaktadır. Fakat yukarıdaki âyette özne (fail) Allah’tır. Bu yüzden burada kullanılması gereken sözcük Arapça “Men/من (him who)” dir. Arberry bu âyeti şu şekilde tercüme etmiştir: “Gökyüzüne ve onu bina edene (that which)” Allah’ı kastederek. Bununla birlikte Pickthall insan dışı varlıklar için kullanılan “Mâ/ما (that which)” sözcüğünü düzelterek şu şekilde tercüme etmiştir: “Gökyüzüne ve onu bina edene (Him Who)”.

Doğrusu Pickthall şu iki âyeti de düzelterek tercüme etmiştir:

“Yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene/Him Who”. Şems (91), 6. âyet

“Her bir nefse ve onu düzenleyene/Him Who”. Şems (91), 7. âyet

Yusuf Ali problemden kaçınmak için âyeti şu şekilde tercüme etmiştir: “Gök kubbeye ve onun mükemmel yapısına”. Bu sayede fail olan “Allah” âyetin tercümesinde yer almamaktadır. Âyeti bu şekilde tercüme etmesinin sebebini dipnotta şu şekilde açıklamaktadır: “Bu ve sonraki cümlelerde geçen mâ-i masdariyye’nin, İngilizce’ye isim olarak tercüme edilmesi çok uygundur. Fakat “Benâhâ/بناها” deki “بنى” isim olmayıp, Arberry ve Pickthall’in tercümelerinde olduğu üzere geçmiş zaman fiilidir. “Mâ/ما” sözcüğü “Men/من” (‘who’ anlamında) şeklinde olmalıydı ve buradan hareketle “Who” nun başharfi büyük ‘W’ olmalıdır.”

On Birinci Hata:

Fussılet (41), 11. âyet:

“Sonra iradesi, bir gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyurdu: ‘İsteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin’. Onlar da: ‘Gönüllü olarak geldik’ dediler.”

" ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ "

Gökyüzü ve yeryüzü Arapçada müennes isimlerdir. Baştaki “Dediler/"قالتا fiili, buna uygun olarak, hem müennes hem de tesniye gelmiştir. Fakat âyetin sonundaki “Gönüllü olarak/طائعين” kelimesi; “sıfatlar kendinden önceki isimlere sayı ve cinsiyet yönüyle uyarlar” kuralına aykırı olarak hem müzekker hem de çoğul olarak gelmiştir. Bu yüzden çoğul için kullanılan “طائعين” kelimesi yerine, müennes ve tesniye için kullanılan “طائعتين” sözcüğü gelmeliydi.

On İkinci Hata:

A‘râf (7), 56. âyet:

“Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır.”

" إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ "

Yukarıdaki âyet bir isim cümlesidir. Böyle bir cümlede haber/yüklem ile mubteda/özne arasında tezkîr-te’nîs yönünden uygunluk olmalıdır. “Yakın” anlamındaki “قريب” sözcüğü, “Allah’ın rahmeti” anlamındaki “رحمة الله” kelimesinin haberidir ve bu iki sözcük müzekkerlik-müenneslik yönünden birbirine uyum sağlamalıdır. Fakat Arapça metinde durum böyle olmamıştır. “Rahmete/رحمة” kelimesi müennestir ve bu sebeple müzekker olan “قريب” sözcüğünün yerine müennes şekli olan “قريبة” kelimesi gelmelidir[26].

Bu kaide diğer âyetlerde, doğru bir biçimde, şu şekilde geçmektedir:

Tevbe (9), 40. âyette: “كَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا ” Burada hem “Kelimetu/كلمة” hem de “Hiye/هي” lafızları müennestir. Bunun yerine “كلمة الله هو الأعلى” söylemek kesinlikle doğru değildir. Aksi halde bu da “إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ … ” âyeti gibi yanlış olacaktır.

On Üçüncü Hata:

A‘râf (7), 160. âyet:

“Biz onları on iki kabileye ayırdık.”

" وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا …"

“Esbâtan/أسباطا” kelimesi yerine “Sibtan/سبطا” gelmeliydi.

Arapçada kelimesi kelimesine “twelve tribes/اثنتي عشرة أسباطا/on iki kabile” olarak geçmektedir. Bu İngilizce’de doğru olabilir ama Arapçada değil. Arapçada “twelve tribe/اثنتي عشرة سبطا/on iki kabile” şeklinde olmalıdır. Zira on sayısının üzerindeki ma‘dûd isimler mufred olmalıdır. Bu kural şu Kur’ân âyetlerinde doğru bir şekilde uygulanmıştır: A‘râf (7), 142[27]; Bakara (2), 60[28]; Mâ’ide (5), 12[29]; Tevbe (9), 36[30]; Yûsuf (12), 4[31].

Kur’ân, bitmemiş ve yorumlanmadan tamamen anlaşılamayan cümleler içermektedir. Ayrıca yabancı kelimeler, garip Arapça sözcükler ve kendi anlamının dışında kullanılan kelimeler; sayı ve cinsiyet uyumu dikkate alınmadan i‘râb edilmiş fiiller ve sıfatlar; bazen hiçbir mercii olmadan, mantıksız ve dilbilgisi kurallarına uymayan atfedilmiş zamirler; çoğunlukla öznelerinden uzak yüklemler vb. unsurlar içermektedir. Özetlemek gerekirse Kur’ân’da, yüzden fazla genel kaide ve yapılardan sapmalar tespit edilmiştir…[32]

Bu itibarla, yukarıda zikrettiklerimiz bu hataların sadece bir numunesi konumundadır ve daha fazlası ileride gelecektir.

Yukarıdaki hataların bir kısmı sadece modern eleştirmenler tarafından tespit edilmiş değildir. Bunlar, İslam’ın ilk asrında, Hz. Muhammed’e en yakın kişiler tarafından da bilinmekteydi. Osman’ın, Kur’ân’ın ilk standart nüshasını gördükten sonra şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Onda (Kur’ân’da) gramer hataları görüyorum ve Araplar onları dilleriyle düzelteceklerdir.”[33] Yukarıdaki rivâyeti el-Furkân adlı eserinde zikreden Müslüman âlim İbnu’l-Hatîb, Hz. Muhammed’in hanımlarından Âişe’ye nispet edilen başka bir rivâyet zikreder ve şöyle der: “Allah’ın Kitabı’nda üç gramer hatası vardır, bunlar kâtip hatalarıdır:

Tâhâ (20), 63. âyette; " قَالُوا إِنْ هَذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم …"

Mâide (5), 69. âyette;

" إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَى مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ "

Nisâ (4), 162. âyette;

" لَكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا "[34]

Burada şu iki açıklamayı yapmak gerekir:

Birincisi:

Müslümanlar, bugün elimizde olan Kur’ân’ın Hz. Muhammed’e vahyedildiği şekliyle var olduğunu, hatta tek bir harfinde bile değişiklik olmadığını iddia etmektedirler. Ne var ki Kur’ân’da gramer hataları bulunmaktadır. Bu hatalar karşısında iki seçenekten birini tercih etmek zorundayız. Ya Kur’ân bu hatalarla birlikte vahyedildi ya da bu hatalar, Kur’ân’ın istinsahı sırasında kâtiplerin dikkatsizlikleri sonucu ortaya çıkmıştır. Başka bir ihtimal söz konusu olamaz. Birinci seçenek düşünülemeyeceğine göre, ikincisi tek mantıklı açıklamadır. Fakat bu (ikinci seçenek), mevcut Kur’ân’ın “Peygambere indirildiği şekliyle bozulmadan bizlere ulaşan vahyedilmiş yegane metin” olmadığını da ifade etmektedir. Zira daha sonraları metinde herhangi bir değişiklik yapılmamış ve dilin orijinal saflığı bozulmamıştır.

İkincisi:

Yukarıdaki hatalar bir makalede yayınlandığında bunlar (reddiyelerle) düzeltilecektir. Fakat makale bu hatalarla var olduğu sürece Kur'ân’ın bir şaheser olduğu kabul edilemez.

Kur’ân, bu hatalar sebebiyle, bir şaheser olmaktan çok uzaktır. Eğer, beşerî söylemle, Kur’ân’ın bir şaheser olduğu söylenemiyorsa onun ilâhî menşeli edebî bir mucize olduğunu kim dürüstçe söyleyebilir?

Link to post
Sitelerde Paylaş
true furkan dediğin olay kesinlikle taklittir.sadece bikaç bölüm değiştirme ve kelime oyunlarından ibarettir.

taklit edilemez dedim yukarda.şimdi diyiceksinki kıvırıyorsun vs.

evet gene diyorum..taklit edilemez..bunun anlamı ne biliyormusun?

asla thrue kuran ve benzeri yazılan kitaplar yüce kitabımız kuranı kerimin yerini asla alamicaktır..

Allah tan gelen kitap kuranı kerimdir.peygamber efendimiz e inen vahiy dir yani...

truee kuran gibi taklitler asla kuranı kerim in kutsallığını ele geçiremez.

bilmem anlatabildimmi..

Aynı düşüncede olsamda bu biraz kısır olmuş arkadaşım..Bir tatışma platfomunda üstelik Mohammed e karşı bu hiçte kasacak bir cevap değil özür..

Değil mi Mohammed?

tarihinde keleyt tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Aynı düşüncede olsamda bu biraz kısır olmuş arkadaşım..Bir tatışma platfomunda üstelik Mohammed e karşı bu hiçte kasacak bir cevap değil özür..

Değil mi Mohammed?

kısır olmuş veya olmamış kendi fikrimi sundum..eğer arapça bilgin varsa dök buraya.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Nahiv âlimlari ile Arap dilinin diğer bütün dilbilimcileri, istisnasız bir şekilde Kur’ân-ı Kerim’i, nahvin ve Arap dilinin diğer bilimlerinin kaynağı olarak kabul etmişlerdir

Bu cümleden olarak; Sîbeveyh (ö.170/796), Zemahşerî (ö.538/1144), İbn Hişâm (ö.761/1360), İbn Mâlik (ö.672/1274), Ahfeş (ö.215/830), Kisâ’î (ö.189/805), Ferazdak (ö.110/728), Ferrâ’ (ö.207/822), Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî (ö.175/791) ve diğer pek çok meşhur nahivci ve dilbilimci, nahve veya dile ait herhangi bir kaideyi tespit ederken, mümkün olan her yerde, iddialarını desteklemek için delil olarak sadece şiir beyitlerini değil aynı zamanda Kur’ân âyetlerini de zikretmişlerdir. Arap gramerinin kurucuları olan bu insanlar için Kur’ân’ın, kendi çalışmalarında her zaman, en güvenilir kaynak olduğunu söylemek doğru olacaktır. Bu insanların Kur’ân’a verdikleri önemi takdir edebilmek için, onların eserlerine kısa bir göz atmayı gerekli kılmaktadır.

Evvela, Kur’ân’da gramer hatası aramak çok anlamsızdır. Kur’ân’ın bu konumu, Arap dili ve Edebiyatının en kabul görmüş sahipleri veya otoriteleri; nahivciler, lügatçiler vs. tarafından tamamen anlaşılmış ve takdir edilmiştir. Çünkü Kuran’ı Kerim Arap dilinin ve gramerinin bir bilim disiplini olarak oluşmasına da kaynaklık etmiştir. Dolayısıyla Kuran’ı Kerim’i, kendisinin kaynaklık ettiği bu disiplinlerin altında değerlendirmek ve onlara uygun olup olmadığını ölçmek makul değildir. Çünkü bizzat Kuran tarihsel önceliği nedeniyle Arap dilinin kullanım sınırlarının ve kuralarının anlaşılması için başvurulan kaynaktır.

Nahivcilerin çalışmalarında en temel kaynak materyal olan Kur’ân, nahivcilerin eserleri esas alınarak tenkit edilemez. Böyle bir şeyi yapmaya çalışmak, tamamen, astronomlar tarafından yazılan eserlere dayanarak kainatta hata bulmaya çalışmak gibidir.

Mantıkî olarak, eğer fizyolog ve astronomların çalışmalarında temel malzeme olan “insan vücudu” ve “kainat”ın konumu herkesçe kesin bir şekilde biliniyorsa, birilerinin çıkıp, bu fizyolog ve astronomların çalışmalarının doğruluğunu ve şümullü olmalarını tartışması daha uygun ve anlaşılabilir olacaktır. Aynı şekilde, derlenmiş Arap dilinin temel malzemesi olan Kur’ân’ın konumu kesin bir şekilde bilinirken, birilerinin, Kur’ân’da izah edilemez gibi görünen bir kullanım bulduğunda Kur’ân’ın güvenirliliğini tartışmaktan ziyade, nahivcilerin eserlerinin doğruluğunu ve şümullü olmalarını/Arap diline ait bütün kuralları kapsayıp kapsamadığını tartışması daha uygun olacaktır.

Bilindiği üzere Kur’ân, genellikle, klâsik, İslam-öncesi Araplarca; duruluğu, fesahatı ve belağatı açısından eşsiz bir edebiyat numûnesi olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden daha sonraki insanlar tarafından da aynı şekilde kabul edilmek zorundadır.. Açık bir gerçektir ki, beliğ ve dilleriyle gurur duyan Araplar, Kur’ân vesilesiyle İslam’a girmeye başladılar. Hz Peygamber, nübüvvetinin ilk on üç yılı boyunca, sadece Kur’ân’ı insanlara sunmuştur. Ve hiç kimse Kur’ân’ın diline veya üslubuna itiraz etmemiştir. Aksine, Müslüman olmayı reddeden Araplar bile Kur’ân’ın dili ve üslubu hususunda hiç bir şey söylememişlerdir. Onlar, açık bir şekilde, Kur’ân’ın tesirini ve her gün yeni yeni insanların kalplerini kazandığını görüyor ve onun beşer kelamı olmadığını biliyorlardı… Fakat Kur’ân’ın ilahî olduğunu da kabul etmek istemiyorlardı. Bu durumda, Kur'ân’ın, Allah’ın vahyedilmiş kelamı olduğunu kabul etmemek için geçerli bir mazerete ihtiyaçları vardı. Bu şartlar altında bile onlar –olanca hatipliklerine ve dildeki övünçlerine rağmen- Kur'ân-ı Kerîm’de tek bir hatanın bile varlığını gösterememişlerdir. Yapabildikleri tek şey “onun ‘sihir’ ve ‘büyü’den başka bir şey olmadığı” iddiasını ortaya atmak oldu.

Kur’an’da varolduğu iddia edilen gramer hatalarına bir örnek olarak sunulan Maide Suresi 69. âyette yer alan kelimenin farklı kullanımına yapılan itiraza gelince:

Cümlenin normal akışına göre, merfu/örteli/vavlı olarak kullanılan “es-Sâbi’ûne” kelimesinin, mansup, üstünlü/yâlı olarak “es-Sâbi’îne” şeklinde olması gerekirdi.

Nitekim, aynı kelime, diğer iki âyette, aynı gramer ortamında “es-Sâbi’îne” şeklinde i‘râb edilmiştir.

Mâide 69. âyette kelimenin “es-Sâbi’ûne”, Bakara 62. ve Hacc 17. âyetlerinde ise “es-Sâbi’îne” olarak yazıldığını müşahede ediyoruz. Son iki âyette “es-Sâbi’ûne” kelimesi normal kurallar çerçevesinde i‘râb edilmiştir. Çünkü cümlenin başında bulunan “inne” lafzı “nasb” adı verilen bir harekeleme şeklini gerekli kılar ve “ya” da “nasb alâmeti” dir. Fakat Mâide 69. âyette “es-Sâbi’ûne”’ye “ref‘” alameti olan vav verilmiştir. Bu sebeple burada kural dışı bir irab söz konusudur.

En meşhur ve muteber Arap dili nahivcileri ve gramerciler, Maide 69. âyeti de görmüş ve üzerinde kafa yormuşlardır. Arap dili uzmanlarına göre;

-Genel kaideden farklı olmasının adı “hata” değil, şazz/istisnadır.

-Kur’ân gibi önemli bir kitapta böylesine basit gramer hatalarının yapılamayacağı kesindir.

-Bu gibi inhiraflar/şazlar/istisnalar Arap dili ve gramerinin diğer kaynaklarında da vardır. Ve bunlara hata olarak bakılmaz.

-Nitekim Zemahşerî, Kur’ân tefsirinde, adı geçen âyetin hemen devamında İslam öncesi şairlerden birine ait bir beyti zikretmiştir. Beytin “ennâ ve entum” kısmı, “ennâ ve iyyâkum” şeklinde olmalıydı. Fakat biz burada genel kaideden bir inhirafın/istisnanın olduğunu görüyoruz. Bu beyit bu çeşit inhirafların “Gramer Hatası” olarak adlandırılamayacağına yeterli bir delildir.

Buna benzer şâzların, en azından câhiliye dönemi şiirlerinde mevcut olduğunu ve bilindiğini doğrulamaktadır. Nitekim bu tür şâzlar, Arap dili ve edebiyatı hakkında bilgi sahibi hiç kimse tarafından hata olarak isimlendirilmemiş ve isimlendirilmemektedir.

-Bu ve benzeri ayetlerin farklı konumları, hemen bütün tefsirlerde söz konusu edilmiş ve farklı yorumlarla bunun bir gramer hatası olmadığı sonucuna varmışlardır.(misal olarak bk. Taberî, Razî, Kurtubî, Alusî, ilgili ayetlerin tefsiri).

- Muhammed Hamidullah’ın da işaret ettiği gibi, Kur’ân zaman zaman gramere uymayabilir. Bu durum Kur’ân’ın kendi dilini yine kendisinin oluşturmasından kaynaklanmaktadır.

-Ünlü dil bilgini Sîbeveyhi’nin ifade ettiği gibi, gramer Arapların konuşma dilindeki en işlek yapılardan oluşturulmuş hiyerarşik bir yapıdır. Kur’ân, şiir, darb-ı meseller, deyimler, kalıplaşmış ifâdeler, duâ ve bedduâ sîgaları belirlenmiş gramer kurallarına bire bir uymayabilir. Bu durum onların yanlış olduğu anlamına gelmez. Zira gramerin oluşturulmasında ana malzeme Arapların konuşma dilidir. Kelâm/konuşma dili merkez dildir. Diğerleri yan dili temsil eder.

- Kur’ân’daki gramere uymayan yapıları işte bu çerçevede görmek gerekir. Şiirlerde gramere uymayan yapılar nasıl gramatik açıdan hatalı kabul edilemiyor, bunlar ‘zarûret’ terimi ile; gramere uymayan mesel ve deyimler ‘hüccet’ terimi ile; hatta konuşma dilindeki galat-ı meşhûrlar yerleşik ifâdeler olduklarına bakılarak ‘ihmâl’ terimi ile makbûl sayılıyorsa, Kur’ân’daki gramere uymayan yapılar da ‘sünnet’ terimi ile makbûl sayılmıştır. Zira Kur’ân-ı Kerîm sadece edebî lehçeden beslenmez, onun dil yapısında eşit derecede olmasa da 64 Arap lehçesinin payı vardır. Hâlbuki gramer edebî lehçeye dayanılarak oluşturulmuş bir yapıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Zaten Kosovalının ve diğerinin yazdıkları duygusal mantıkla ortaya çıkmaktadır..

Benim tam olarak ne dediğimi bile anlayabilmiş değil...

Seci nin ne olduğunu bile bilmiyor..

Kuran hangi yönden taklit edilemez diye sordum?

Cevap YOK..

Bu taklit edilemezliği edebi yönden derler..

Ama hem cahiliye dönemi uyak ve seci bakımından, hem de günümüzde yazılan True Furkan Kuranın bu edebi özelliğini 2 ye katlar..

İçerik yönünden :

Kuran zaten içerin yönünden Tevratı taklit etmiştir..

Kurandan Tevrattan alınan bölümleri çıkartırsanız geriye:

Allahın lanetleri, yeminleri, cennette Huri peşkeşleri, cehennem korkutmaları, ganimet paylaşımı, Muhammed in karılarıyla olan ilişkilerinin düzeni, Müslümanların savaşması için dolduruluşa getirilişi gibi bölümler kalır..

Kosovalı bak başlıkta ne deniyor?

Taklit edilemez deniliyor..

Adam taklit ediyor hemde edebi olarak daha iyisini yazıyor..

Sende kalkıp bu taklittir diyorsun..

İddia ne taklit edilemez.. Yani hadi taklit ette görelim demek bu...

Gerçekleşen ne ?

Taklit edilirliği.

İtirazın ne?

Ama bu taklit!!!

Güldürme insanları..

Link to post
Sitelerde Paylaş

tamam arkadaşlar.. o halde true furkanı konuşalım.neden sürekli kuranı kerim konuşuluyor.

tevrattan araklama dediğiniz kuranı kerim hakkında bu kadar duygusal olmanız garip değilmi?

ilginç.çok ilginçç..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ben öyle yazılır falan anlamam. Oturup bir benzerini yazacaksın bana burda yayınlayacaksın bende diyeceğim ki benzeri yazılabiliyormuş. ki yapamacağınıza göre demek ki yazılamaz...

Hazır yazılmışı var al oku; insanlar senin oyuncağım değil herkesin işi var gücü var...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hazır yazılmışı var al oku; insanlar senin oyuncağım değil herkesin işi var gücü var...

Yazamam de..Ne var bunda?

Bırak maval okumayı hazır yazılmışı var diye Cem Yılmaz misali espri yaptığını sanıyorsun..

Bir şeyin VAR olduğunu anlatmak onu göstermekle biter .

Sende o şeyin YOK luğunu bize göster işte bilelim..

Yalnız bu biraz zamanını alır..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Kur'an diyelimki gerçekten bir sözel mucize (ne demekse artık) olsun... Ben Arap değilim ve bu mucizeyi görmüyorum, bu haksızlık değil mi? İnsanlar anadillerini ancak 3 yaşına kadar öğrenebilirler...

olay şu abi..

kuranda belirtilen taklit edilemez olayı mecazidir

yoksa diğer türlü tabiki taklit edilebilir.ama adı üstünde taklit..orjinalinin yerini tutabilirmi?

orjinal kuran kadar kutsal kabül edilebilirmi? mümkün değil..

o taklit edilemez sözü geçen ayeti iyi anlamak lazım.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...