Jump to content

TÜRKİYE TÜRKÇEİNE NELER OLUYOR?


Recommended Posts

İşte böyleee

                    Evet TÜRKİYE  TÜRKÇESİNE  NELER  yapıyorlar birileri.

Gelin bunları TANIYALIM.

 

 

Bu, biraz da turizm sektörünün ucuz ve taklit malzemeyi ticari antika hâline getirmesinden kaynaklandı galiba. Hatta bazı turistik yörelerde “Eskidjy” gibi tabelalar da görürsünüz. Demek ki 19. yüzyıldan 21. yüzyıla gelinceye kadar bu kelime (eskici) epeyce anlam değiştirmiş. Sözlükler henüz kelimenin 21. yüzyıldaki anlamını tam vermiyor. 

Romandaki anlamını duyduğunuzda çok şaşıracağınız bir kelime de otomobil. Bugünkü dilimizde daha ziyade bir terim olarak kullanıyoruz bunu. Kimse otomobile binmiyor. Kimsede otomobil de yok. Herkesin “araba”sı var ve herkes “araba”ya biniyor. Ancak “Ateş Denizi” romanından anladığımıza göre, o devirde özel araçlara da “taksi”ye de otomobil deniyormuş. Bu arada, sözlüklerimizin çoğu bu anlamı yakalayamamış. Halk arasında yakın zamanlara kadar “taksi” kelimesinin özel araç anlamında kullanıldığını hatırlayanlar vardır. Ama şimdilerde kimse “özel araç”a taksi demiyor. Böyle diyenlere de gülerler her hâlde… 

Romanda bir de bugün artık hayatımızdan çekilen nesnelerin adları veya sözlüklere sıkışmış kelimeler dikkatimi çekti:

alaturka,

buhran,

hacı iskemlesi,

haminne,

havaiyat,

içerlikli,

kıranta,

kupa arabası,

risale,

sofa,

şekerrenk,

yaraşıklı, vb.

-

Bunların anlamını sözlüklerden arama işini sizlere bırakıyorum.

Fakat aşçı dükkânı çok hoşuma gitti ondan biraz bahsedeyim: Bilirsiniz günümüzde “kahvehane / kıraathane”lerin yanında bir de “çay ocakları” var. Bunlar diğerlerine göre daha basit. Oyun oynanmaz buralarda. Sadece çay kahve içilir. Daha ziyade dükkânlara servis edilir çay ocaklarından. Son zamanlarda bu gibi yerlerin önüne birkaç tabure atıp daha fazla müşteriye hitap etmek gibi ticari bir gelişme de var. Her neyse, “Ateş Denizi” romanındaki aşçı dükkânı da lokanta kadar teferruatlı olmayan; ancak birkaç çeşit yemek yapan dükkân anlamında. Bu kelime sözlüklerin bazılarında var bazılarında yok. Bunu almayan sözlüklere çok kızmıyorum, ne de olsa artık böyle yerler kalmadı

Ama benim gibi eski romanları okumaya meraklı olanların gözüne ilişirse o başka… 
-
“Ateş Denizi”ni okuyacak olursanız belki bir kısmınızın güleceği bazı söyleyişlerle de karşılaşabilirsiniz. Mesela 20. yüzyılın ilk yarısında İstanbullular; “şapka tak-” değil şapka giy-, “vapurdan in-” değil vapurdan çık-, “bayram et-” yerine bayram tut-, “nutuk at-/çek-” yerine de nutuk söyle- diyorlarmış. Bu son örneği yalnız Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te ve Orhan Veli’de görebilirsiniz: 

“Neler yapmadık bu vatan için neler; 
Kimimiz öldük,
Kimimiz nutuk söyledik.”

Başlarken de söylemiştim, bu roman vasıtasıyla sizlerle paylaştığımız bütün dil malzemesi zamanın İstanbul ağzını yansıtıyor. Hem, İstanbullular bugün bizim kullandığımız bazı kelimeleri aslına daha yakın bir söyleyişle kullanmışlar. Fakat Latin harflerine geçtikten sonra çıkarılmış imla kılavuzları bu kelimelere yeniden şekil verince okullarda da bu imlayla yazıldıkça bu kelimeler günümüze bugünkü imla ve telaffuzla ulaşmış. İşte o kelimelerden birkaçı:

kitara “gitar”,

papas “papaz”,

âlicengiz oyunu “alicengiz oyunu”,

hurde “hurda” vb. “Hurde” şeklini bugünkü sözlüklerden yalnız Misalli Büyük Türkçe Sözlük madde başı yapıp anlamını vermiş. Doğan Büyük Türkçe Sözlük ise “hurda” maddesine göndermeyle yetinmiş. Aslında, “hurde”nin, diğerine göre daha başka bazı anlamları da var. Sözlükler ikisini bir suda çıkarıp anlam ayrıntılarını gözden ırak etmişler. 

Kalemi elimize almışken biraz da Türkçemizin romandaki fiillerinden söz edelim. Bugün kullandığımız bazı fiillerin, İstanbullularca 30’lu, 40’lı yıllardaki kullanım biçimlerini görmeniz mümkün bu romanda. Mesela, “… Yunus’un daima kaynaşıp taşan deryalar gibi aşkı…” ibaresindeki kaynaş- bizim sözlüklerimizdeki anlamlardan hiçbiriyle uyumlu değil. Uzman diliyle konuşursak bu kaynaş- dönüşlü, oysa sözlüklerdeki “kaynaşmak” işteş çatılı. Ayrıca bugün dilden düşmüş olduğuna rahatça hükmedebileceğimiz suçlandır- da “suçlamak” anlamıyla sıklıkla kullanılıyormuş o devirde.

-

Bir de bugün bizim “sıvazlamak” şeklinde telaffuz ettiğimiz fiili o zamanlar İstanbullular sığazla- biçiminde söylüyorlarmış.

Bu şekil günümüzdeki sözlüklere hiç alınmamış.

Ama Irak Türkmenleri bu fiili bugün de “sıġatla-” biçiminde kullanırlar. 

Romanda ilk defa rastladığım bir de epri- fiili var. Bu fiili bazı sözlükler halk ağzından diye kaydetmiş. Bazıları ise bu kayda da yer vermemiş. Doğan Büyük Türkçe Sözlük ise iki ayrı epri- fiilini madde başı yapmış. Fiilin “bozul-, ekşiyip çürü-, dağıl- ”gibi anlamları var. İnsan düşünüyor, bu kelimeye yazı dilinin ihtiyacı yok muydu ki halk ağızlarına bırakıldı.

-

Oysa yazdığı bir romanda bu kelimeye ihtiyaç duyan Ayşe Kulin, "Piyanonun solmuş ve eprimiş mor kadifeden şamdanlıkları vardı." cümlesinde bu kelimeyi kullanmış. İyi de etmiş. Başka ne kullanabilirdi ki… 

Romandan kelime hazineme kattığım bir başka fiil de belert-. Sözlüklere bakıyorum, fiilin şu anlamını görüyorum: “(insan) gözünü, akı görünecek kadar çok açmak”. Sözlüklerimiz nedense bu fiili de ağızlarla ilgili olarak kaydetmiş ve yazı diline katmaya layık görmemişler.

-

Demek, sözlüklere her zaman güven olmuyor.

Bizim kelimelerimizi bizden esirgeyebiliyorlar.

Ah, şu sözlükler yok mu?..

“Ateş Denizi”ni okudukça Galip Tahiroğlu’nun dadısının, kendisine kuzucağım şeklinde hitap ettiğini görüyoruz. Bugün artık kuzu-cuk, kuzu-cuğ-um diyoruz. Bir de Tahiroğlu’nun bir şiiri var romanda orada da güneş-leyin kelimesi geçiyor. Bu kelimedeki -leyin eki günümüzde “sabah-leyin, akşam-leyin” gibi çok kısıtlı bir kullanımla dilimizde.

Demek o yıllarda daha sık kullanılıyormuş hem de “gibi” anlamında.

Şöyle diyor Tahiroğlu şiirinde sevdiğine: “Sen güneş-leyin gülümseyince / Gök daha bereketli, daha gür”. 

Kitapta lafını edecek daha bir sürü kelime var; ancak sözü burada kesersek iyi olacak. Bu arada, Türkçemize neler olduğunu; okudukça, kitap sayfalarını karıştırdıkça daha iyi görüyorum.

Bunları da sizlerin avuçlarına bir bir sayıyorum.

Bakalım bu işin sonu nereye varacak.

Her hâlde biraz daha sözünü ederiz Türkçemizin ömrümüz oldukça…

Dedeniz:Hadi hadiiiiiiii,başkalarına suç bulma sende SAÇMALADIN benim gibi:--)))

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
3 dakika önce, tolonbey yazdı:

İşte böyleee

                    Evet TÜRKİYE  TÜRKÇESİNE  NELER  yapıyorlar birileri.

Gelin bunları TANIYALIM.

 

 

Bu, biraz da turizm sektörünün ucuz ve taklit malzemeyi ticari antika hâline getirmesinden kaynaklandı galiba. Hatta bazı turistik yörelerde “Eskidjy” gibi tabelalar da görürsünüz. Demek ki 19. yüzyıldan 21. yüzyıla gelinceye kadar bu kelime (eskici) epeyce anlam değiştirmiş. Sözlükler henüz kelimenin 21. yüzyıldaki anlamını tam vermiyor. 

Romandaki anlamını duyduğunuzda çok şaşıracağınız bir kelime de otomobil. Bugünkü dilimizde daha ziyade bir terim olarak kullanıyoruz bunu. Kimse otomobile binmiyor. Kimsede otomobil de yok. Herkesin “araba”sı var ve herkes “araba”ya biniyor. Ancak “Ateş Denizi” romanından anladığımıza göre, o devirde özel araçlara da “taksi”ye de otomobil deniyormuş. Bu arada, sözlüklerimizin çoğu bu anlamı yakalayamamış. Halk arasında yakın zamanlara kadar “taksi” kelimesinin özel araç anlamında kullanıldığını hatırlayanlar vardır. Ama şimdilerde kimse “özel araç”a taksi demiyor. Böyle diyenlere de gülerler her hâlde… 

Romanda bir de bugün artık hayatımızdan çekilen nesnelerin adları veya sözlüklere sıkışmış kelimeler dikkatimi çekti:

alaturka,

buhran,

hacı iskemlesi,

haminne,

havaiyat,

içerlikli,

kıranta,

kupa arabası,

risale,

sofa,

şekerrenk,

yaraşıklı, vb.

-

Bunların anlamını sözlüklerden arama işini sizlere bırakıyorum.

Fakat aşçı dükkânı çok hoşuma gitti ondan biraz bahsedeyim: Bilirsiniz günümüzde “kahvehane / kıraathane”lerin yanında bir de “çay ocakları” var. Bunlar diğerlerine göre daha basit. Oyun oynanmaz buralarda. Sadece çay kahve içilir. Daha ziyade dükkânlara servis edilir çay ocaklarından. Son zamanlarda bu gibi yerlerin önüne birkaç tabure atıp daha fazla müşteriye hitap etmek gibi ticari bir gelişme de var. Her neyse, “Ateş Denizi” romanındaki aşçı dükkânı da lokanta kadar teferruatlı olmayan; ancak birkaç çeşit yemek yapan dükkân anlamında. Bu kelime sözlüklerin bazılarında var bazılarında yok. Bunu almayan sözlüklere çok kızmıyorum, ne de olsa artık böyle yerler kalmadı

Ama benim gibi eski romanları okumaya meraklı olanların gözüne ilişirse o başka… 
-
“Ateş Denizi”ni okuyacak olursanız belki bir kısmınızın güleceği bazı söyleyişlerle de karşılaşabilirsiniz. Mesela 20. yüzyılın ilk yarısında İstanbullular; “şapka tak-” değil şapka giy-, “vapurdan in-” değil vapurdan çık-, “bayram et-” yerine bayram tut-, “nutuk at-/çek-” yerine de nutuk söyle- diyorlarmış. Bu son örneği yalnız Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te ve Orhan Veli’de görebilirsiniz: 

“Neler yapmadık bu vatan için neler; 
Kimimiz öldük,
Kimimiz nutuk söyledik.”

Başlarken de söylemiştim, bu roman vasıtasıyla sizlerle paylaştığımız bütün dil malzemesi zamanın İstanbul ağzını yansıtıyor. Hem, İstanbullular bugün bizim kullandığımız bazı kelimeleri aslına daha yakın bir söyleyişle kullanmışlar. Fakat Latin harflerine geçtikten sonra çıkarılmış imla kılavuzları bu kelimelere yeniden şekil verince okullarda da bu imlayla yazıldıkça bu kelimeler günümüze bugünkü imla ve telaffuzla ulaşmış. İşte o kelimelerden birkaçı:

kitara “gitar”,

papas “papaz”,

âlicengiz oyunu “alicengiz oyunu”,

hurde “hurda” vb. “Hurde” şeklini bugünkü sözlüklerden yalnız Misalli Büyük Türkçe Sözlük madde başı yapıp anlamını vermiş. Doğan Büyük Türkçe Sözlük ise “hurda” maddesine göndermeyle yetinmiş. Aslında, “hurde”nin, diğerine göre daha başka bazı anlamları da var. Sözlükler ikisini bir suda çıkarıp anlam ayrıntılarını gözden ırak etmişler. 

Kalemi elimize almışken biraz da Türkçemizin romandaki fiillerinden söz edelim. Bugün kullandığımız bazı fiillerin, İstanbullularca 30’lu, 40’lı yıllardaki kullanım biçimlerini görmeniz mümkün bu romanda. Mesela, “… Yunus’un daima kaynaşıp taşan deryalar gibi aşkı…” ibaresindeki kaynaş- bizim sözlüklerimizdeki anlamlardan hiçbiriyle uyumlu değil. Uzman diliyle konuşursak bu kaynaş- dönüşlü, oysa sözlüklerdeki “kaynaşmak” işteş çatılı. Ayrıca bugün dilden düşmüş olduğuna rahatça hükmedebileceğimiz suçlandır- da “suçlamak” anlamıyla sıklıkla kullanılıyormuş o devirde.

-

Bir de bugün bizim “sıvazlamak” şeklinde telaffuz ettiğimiz fiili o zamanlar İstanbullular sığazla- biçiminde söylüyorlarmış.

Bu şekil günümüzdeki sözlüklere hiç alınmamış.

Ama Irak Türkmenleri bu fiili bugün de “sıġatla-” biçiminde kullanırlar. 

Romanda ilk defa rastladığım bir de epri- fiili var. Bu fiili bazı sözlükler halk ağzından diye kaydetmiş. Bazıları ise bu kayda da yer vermemiş. Doğan Büyük Türkçe Sözlük ise iki ayrı epri- fiilini madde başı yapmış. Fiilin “bozul-, ekşiyip çürü-, dağıl- ”gibi anlamları var. İnsan düşünüyor, bu kelimeye yazı dilinin ihtiyacı yok muydu ki halk ağızlarına bırakıldı.

-

Oysa yazdığı bir romanda bu kelimeye ihtiyaç duyan Ayşe Kulin, "Piyanonun solmuş ve eprimiş mor kadifeden şamdanlıkları vardı." cümlesinde bu kelimeyi kullanmış. İyi de etmiş. Başka ne kullanabilirdi ki… 

Romandan kelime hazineme kattığım bir başka fiil de belert-. Sözlüklere bakıyorum, fiilin şu anlamını görüyorum: “(insan) gözünü, akı görünecek kadar çok açmak”. Sözlüklerimiz nedense bu fiili de ağızlarla ilgili olarak kaydetmiş ve yazı diline katmaya layık görmemişler.

-

Demek, sözlüklere her zaman güven olmuyor.

Bizim kelimelerimizi bizden esirgeyebiliyorlar.

Ah, şu sözlükler yok mu?..

“Ateş Denizi”ni okudukça Galip Tahiroğlu’nun dadısının, kendisine kuzucağım şeklinde hitap ettiğini görüyoruz. Bugün artık kuzu-cuk, kuzu-cuğ-um diyoruz. Bir de Tahiroğlu’nun bir şiiri var romanda orada da güneş-leyin kelimesi geçiyor. Bu kelimedeki -leyin eki günümüzde “sabah-leyin, akşam-leyin” gibi çok kısıtlı bir kullanımla dilimizde.

Demek o yıllarda daha sık kullanılıyormuş hem de “gibi” anlamında.

Şöyle diyor Tahiroğlu şiirinde sevdiğine: “Sen güneş-leyin gülümseyince / Gök daha bereketli, daha gür”. 

Kitapta lafını edecek daha bir sürü kelime var; ancak sözü burada kesersek iyi olacak. Bu arada, Türkçemize neler olduğunu; okudukça, kitap sayfalarını karıştırdıkça daha iyi görüyorum.

Bunları da sizlerin avuçlarına bir bir sayıyorum.

Bakalım bu işin sonu nereye varacak.

Her hâlde biraz daha sözünü ederiz Türkçemizin ömrümüz oldukça…

Dedeniz:Hadi hadiiiiiiii,başkalarına suç bulma ÖNDER  SAATCI sende SAÇMALADIN benim gibi:--)))

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

hurda hurde nasıl açıklanmış kitabta bilmiyorum
aslı hurde dir  farsça kökenlidir
misal zazacada herfê hurdî :küçük harfler demek 
kürtçe de hurde yine aynı manada
aslı farsçadan gelir
hurde kırıntı döküntü ufalanmış şey demek
aslında farsçada yemek hurde demek yemekten sonra kalan döküntü ufalanmış atık şeyler manasına geldiğini söyleyenlerde var
misal mikroskob osmanlıca da hurde-bin demek diye biliyorum
malum bin eki görme  durr-bin uzağı gören  demek durr uzak demek
hurde-bin ufacık  gözle görülemey küçücük canlıları görmek demek olan microskop bir nevi
micro nun farsçası gibi hurde
hurdebini canlılar mikroskobik canlılar demek
ince dakik şeyleri gören fehmi kuvvetli aklı keskin ferasetli kişilerde hurdebini derler yani en ufak şeyi ayırır görür demek
araba kazada hurde olur yani ufalanır parça parça olur
hile hurda gibi mecazi manada yanlış hile ayıplı  hatalı şey yapma manasında gelir
farsça açıklamada bozuk parayada hurda deniliğini yazar altın gümüş gibi madeni paralar için özellikle
hırdavat ve hatta arapçada küçük şeyleri ifade içi hardal tanesi ki Kur'an da da geçer
hurda dan geldiği söylenir ancak hardal arapça nasıl farsçaya geçti hurda oldu onun açıklaması yok
sadece iddia babında söyleniyor

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...