Jump to content

Molla Sadra zihni ve hakiki varlık anlayışı ve Allah'ın varlığı


Recommended Posts

Molla Sadra dan önce cevher araz ikilisinde cevher değişmez sabit kalır. Değişen sadece arazdır.
Cevher çekirdektir merkezdir. Araz onun adeta kabuğudur dışıdır.
Cevher kendisi ile kaimdir araz cevhere bağlıdır. Kendi bağımsız varlığı yoktur.


Molla sadra cevherinde değişebildiğini zira arazdaki değişmenin cevherden kaynaklandığını cevherin sabit kalıp arazı değiştirmesi mümkün değil diyerek yerleşik Aristo tercümeleri ile İslam alemine yayılmış genel kabulleri adeta yıkar.


Bu biraz güneş merkezde sabit yani cevher etrafında hareket eden gezegenler  araz gibi veya elektron çekirdek gibidir ki
Sonradan ne çekirdek proton  nede güneşin aslında sabit olmadığı anlaşıldı.


Bu adeta cevher olan hareketi kendinden lokomotifin hareketsiz kalıp vagonlara hareket değişme vermek gibidir ki mantıklı değil vagonlara hareket veren cevher olan lokomotiftir.
Molla sadra zihni ve hakiki varlık noktasında da adeta devrim sayılacak yenilikler getirir:


Bir varlık hariçte ne kadar gerçek ve kuvvetli ise zihinde o kadar zayıftır.
Zihinde ne kadar kuvvetli ise hariçte o kadar zayıftır der.
Yani Hakiki harici varlık ile zihni varlık ters orantılıdır.


Misal tamamen zihin ürünü olan zihni 7 başlı ağızlarından alev fışkıran masal devleri zihinsel varlıklardır. Hariçte hiç bir varlığı yoktur.
Ancak misal ateş hem hariçte hakiki varlığı vardır hem de zihinde bir varlığı var.


Ancak zihinsel ateş hakiki ateşin özellikleri adeta kısılarak kırpılarak soyutlanarak zihne yansır. Yani zihni ateş yakmaz duman çıkarmaz ısıtmaz ışıtmaz. Bu aynen analog sesin dışarda  gerçek ses olup devamlı dalga halinde dijital ortama aktarıldığında kesikli kare dalgalara döner ve kayıplar oluşur.


Bu yüzden eski analog taş plaklar dijital cd albümlerden daha gerçek sesleri kaydeder.


Zihin bu bakımdan adeta analog varlığın dijitalize formu olup kayıpların yaşandığı yerdir.
Sadra Allah'ın insan zihninde bir görüntü resim imaj şeklinde belirmemesini de şu şekilde tarif eder:


Allah saf varlıktır yani Varlığı tam ve hakikidir ve kamildir. Bu yüzden zihne yansımaz.
Nasıl ki tamamen zihin ürünü olan varlıklar hariçte hakiki varlığı yok ise
Varlığı tamamen hakiki ve hariçte olanların da zihne yansıması mümkün değildir.
Zira zihne yansıyan bir Allah tasavvuru ister istemez kayıplar yaşanır eksik hale gelir ki Allah'ın zatı bu eksikliği kabul etmez.
Yani Dışardaki ateş yakarken ısıtırken zihne yansıdığında bu özelliklerini kaybeder.


Allah zihne yansıdığında hakiki özelliklerini kaybeder. Bu da ona eksiklik  meydana getirir ki onun zihinde kavramsallaşması imge imaj olması bu yüzden mümkün değildir.
Latif Allah'ın bir sıfatı. Latif Hava da  görünmez ancak her tarafımızı kuşatan ve ciğerlerimize kanımıza kadar  nüfuz ettiği halde  göremeyiz zihni imaja çeviremeyiz. Biraz da zihne yansımamanın bir nedeni de budur. Yani zihne aktardıklarımız idrak ettiklerimizdir. İdrak edilenlerde sınırlıdır. Allah ise kuşatan ihata edendir.

ışıkta aslında görünmez. Zira ışığı görmek diğer şeyleri görmemek demektir ki kırmızı ışıkta bu yüzden net görmeyiz kırmızılı görürüz.

Beyaz ışık aynen duru su gibi renksiz görünmez şeffaftır. Bu yüzden üzerine düştüğü cismin rengini yansıtır. Işık nasıl ki göstermek için görünmez olur Kainatın nuru Allah da yaratılmamış olduğu için yaratır.


"Gözler O’nu idrak edemez, hâlbuki O gözleri idrak eder".


 

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, nogodbutAllah yazdı:

Molla Sadra dan önce cevher araz ikilisinde cevher değişmez sabit kalır. Değişen sadece arazdır.
Cevher çekirdektir merkezdir. Araz onun adeta kabuğudur dışıdır.
Cevher kendisi ile kaimdir araz cevhere bağlıdır. Kendi bağımsız varlığı yoktur.


Molla sadra cevherinde değişebildiğini zira arazdaki değişmenin cevherden kaynaklandığını cevherin sabit kalıp arazı değiştirmesi mümkün değil diyerek yerleşik Aristo tercümeleri ile İslam alemine yayılmış genel kabulleri adeta yıkar.


Bu biraz güneş merkezde sabit yani cevher etrafında hareket eden gezegenler  araz gibi veya elektron çekirdek gibidir ki
Sonradan ne çekirdek proton  nede güneşin aslında sabit olmadığı anlaşıldı.


Bu adeta cevher olan hareketi kendinden lokomotifin hareketsiz kalıp vagonlara hareket değişme vermek gibidir ki mantıklı değil vagonlara hareket veren cevher olan lokomotiftir.
Molla sadra zihni ve hakiki varlık noktasında da adeta devrim sayılacak yenilikler getirir:


Bir varlık hariçte ne kadar gerçek ve kuvvetli ise zihinde o kadar zayıftır.
Zihinde ne kadar kuvvetli ise hariçte o kadar zayıftır der.
Yani Hakiki harici varlık ile zihni varlık ters orantılıdır.


Misal tamamen zihin ürünü olan zihni 7 başlı ağızlarından alev fışkıran masal devleri zihinsel varlıklardır. Hariçte hiç bir varlığı yoktur.
Ancak misal ateş hem hariçte hakiki varlığı vardır hem de zihinde bir varlığı var.


Ancak zihinsel ateş hakiki ateşin özellikleri adeta kısılarak kırpılarak soyutlanarak zihne yansır. Yani zihni ateş yakmaz duman çıkarmaz ısıtmaz ışıtmaz. Bu aynen analog sesin dışarda  gerçek ses olup devamlı dalga halinde dijital ortama aktarıldığında kesikli kare dalgalara döner ve kayıplar oluşur.


Bu yüzden eski analog taş plaklar dijital cd albümlerden daha gerçek sesleri kaydeder.


Zihin bu bakımdan adeta analog varlığın dijitalize formu olup kayıpların yaşandığı yerdir.
Sadra Allah'ın insan zihninde bir görüntü resim imaj şeklinde belirmemesini de şu şekilde tarif eder:


Allah saf varlıktır yani Varlığı tam ve hakikidir ve kamildir. Bu yüzden zihne yansımaz.
Nasıl ki tamamen zihin ürünü olan varlıklar hariçte hakiki varlığı yok ise
Varlığı tamamen hakiki ve hariçte olanların da zihne yansıması mümkün değildir.
Zira zihne yansıyan bir Allah tasavvuru ister istemez kayıplar yaşanır eksik hale gelir ki Allah'ın zatı bu eksikliği kabul etmez.
Yani Dışardaki ateş yakarken ısıtırken zihne yansıdığında bu özelliklerini kaybeder.


Allah zihne yansıdığında hakiki özelliklerini kaybeder. Bu da ona eksiklik  meydana getirir ki onun zihinde kavramsallaşması imge imaj olması bu yüzden mümkün değildir.
Latif Allah'ın bir sıfatı. Latif Hava da  görünmez ancak her tarafımızı kuşatan ve ciğerlerimize kanımıza kadar  nüfuz ettiği halde  göremeyiz zihni imaja çeviremeyiz. Biraz da zihne yansımamanın bir nedeni de budur. Yani zihne aktardıklarımız idrak ettiklerimizdir. İdrak edilenlerde sınırlıdır. Allah ise kuşatan ihata edendir.

ışıkta aslında görünmez. Zira ışığı görmek diğer şeyleri görmemek demektir ki kırmızı ışıkta bu yüzden net görmeyiz kırmızılı görürüz.

Beyaz ışık aynen duru su gibi renksiz görünmez şeffaftır. Bu yüzden üzerine düştüğü cismin rengini yansıtır. Işık nasıl ki göstermek için görünmez olur Kainatın nuru Allah da yaratılmamış olduğu için yaratır.


"Gözler O’nu idrak edemez, hâlbuki O gözleri idrak eder".


 

Yahu bu kadar lafa ne gerek var

Allahu Ekber

ya da

La ilahe illallah desen yeterdi.

İslamda her hareket her hamle bu anlamı onaylamak içindir.

Çocuk skmenin tevbesi var ama Allah yok demenin tevbesi yok sonsuz eziyet var :) 

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bir saat önce, nogodbutAllah yazdı:

Molla Sadra dan önce cevher araz ikilisinde cevher değişmez sabit kalır. Değişen sadece arazdır.
Cevher çekirdektir merkezdir. Araz onun adeta kabuğudur dışıdır.
Cevher kendisi ile kaimdir araz cevhere bağlıdır. Kendi bağımsız varlığı yoktur.


Molla sadra cevherinde değişebildiğini zira arazdaki değişmenin cevherden kaynaklandığını cevherin sabit kalıp arazı değiştirmesi mümkün değil diyerek yerleşik Aristo tercümeleri ile İslam alemine yayılmış genel kabulleri adeta yıkar.


Bu biraz güneş merkezde sabit yani cevher etrafında hareket eden gezegenler  araz gibi veya elektron çekirdek gibidir ki
Sonradan ne çekirdek proton  nede güneşin aslında sabit olmadığı anlaşıldı.


Bu adeta cevher olan hareketi kendinden lokomotifin hareketsiz kalıp vagonlara hareket değişme vermek gibidir ki mantıklı değil vagonlara hareket veren cevher olan lokomotiftir.
Molla sadra zihni ve hakiki varlık noktasında da adeta devrim sayılacak yenilikler getirir:


Bir varlık hariçte ne kadar gerçek ve kuvvetli ise zihinde o kadar zayıftır.
Zihinde ne kadar kuvvetli ise hariçte o kadar zayıftır der.
Yani Hakiki harici varlık ile zihni varlık ters orantılıdır.


Misal tamamen zihin ürünü olan zihni 7 başlı ağızlarından alev fışkıran masal devleri zihinsel varlıklardır. Hariçte hiç bir varlığı yoktur.
Ancak misal ateş hem hariçte hakiki varlığı vardır hem de zihinde bir varlığı var.


Ancak zihinsel ateş hakiki ateşin özellikleri adeta kısılarak kırpılarak soyutlanarak zihne yansır. Yani zihni ateş yakmaz duman çıkarmaz ısıtmaz ışıtmaz. Bu aynen analog sesin dışarda  gerçek ses olup devamlı dalga halinde dijital ortama aktarıldığında kesikli kare dalgalara döner ve kayıplar oluşur.


Bu yüzden eski analog taş plaklar dijital cd albümlerden daha gerçek sesleri kaydeder.


Zihin bu bakımdan adeta analog varlığın dijitalize formu olup kayıpların yaşandığı yerdir.
Sadra Allah'ın insan zihninde bir görüntü resim imaj şeklinde belirmemesini de şu şekilde tarif eder:


Allah saf varlıktır yani Varlığı tam ve hakikidir ve kamildir. Bu yüzden zihne yansımaz.
Nasıl ki tamamen zihin ürünü olan varlıklar hariçte hakiki varlığı yok ise
Varlığı tamamen hakiki ve hariçte olanların da zihne yansıması mümkün değildir.
Zira zihne yansıyan bir Allah tasavvuru ister istemez kayıplar yaşanır eksik hale gelir ki Allah'ın zatı bu eksikliği kabul etmez.
Yani Dışardaki ateş yakarken ısıtırken zihne yansıdığında bu özelliklerini kaybeder.


Allah zihne yansıdığında hakiki özelliklerini kaybeder. Bu da ona eksiklik  meydana getirir ki onun zihinde kavramsallaşması imge imaj olması bu yüzden mümkün değildir.
Latif Allah'ın bir sıfatı. Latif Hava da  görünmez ancak her tarafımızı kuşatan ve ciğerlerimize kanımıza kadar  nüfuz ettiği halde  göremeyiz zihni imaja çeviremeyiz. Biraz da zihne yansımamanın bir nedeni de budur. Yani zihne aktardıklarımız idrak ettiklerimizdir. İdrak edilenlerde sınırlıdır. Allah ise kuşatan ihata edendir.

ışıkta aslında görünmez. Zira ışığı görmek diğer şeyleri görmemek demektir ki kırmızı ışıkta bu yüzden net görmeyiz kırmızılı görürüz.

Beyaz ışık aynen duru su gibi renksiz görünmez şeffaftır. Bu yüzden üzerine düştüğü cismin rengini yansıtır. Işık nasıl ki göstermek için görünmez olur Kainatın nuru Allah da yaratılmamış olduğu için yaratır.


"Gözler O’nu idrak edemez, hâlbuki O gözleri idrak eder".


 

Yerçekimini göremiyoruz ama ölçebiliyoruz.
Senin Tanrın ise meydanda yok. :)

İletişim kuramıyorsun, ölçemiyorsun.

 

 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
7 saat önce, nogodbutAllah yazdı:

Molla Sadra dan önce cevher araz ikilisinde cevher değişmez sabit kalır. Değişen sadece arazdır.
Cevher çekirdektir merkezdir. Araz onun adeta kabuğudur dışıdır.
Cevher kendisi ile kaimdir araz cevhere bağlıdır. Kendi bağımsız varlığı yoktur.


Molla sadra cevherinde değişebildiğini zira arazdaki değişmenin cevherden kaynaklandığını cevherin sabit kalıp arazı değiştirmesi mümkün değil diyerek yerleşik Aristo tercümeleri ile İslam alemine yayılmış genel kabulleri adeta yıkar.


Bu biraz güneş merkezde sabit yani cevher etrafında hareket eden gezegenler  araz gibi veya elektron çekirdek gibidir ki
Sonradan ne çekirdek proton  nede güneşin aslında sabit olmadığı anlaşıldı.


Bu adeta cevher olan hareketi kendinden lokomotifin hareketsiz kalıp vagonlara hareket değişme vermek gibidir ki mantıklı değil vagonlara hareket veren cevher olan lokomotiftir.
Molla sadra zihni ve hakiki varlık noktasında da adeta devrim sayılacak yenilikler getirir:


Bir varlık hariçte ne kadar gerçek ve kuvvetli ise zihinde o kadar zayıftır.
Zihinde ne kadar kuvvetli ise hariçte o kadar zayıftır der.
Yani Hakiki harici varlık ile zihni varlık ters orantılıdır.


Misal tamamen zihin ürünü olan zihni 7 başlı ağızlarından alev fışkıran masal devleri zihinsel varlıklardır. Hariçte hiç bir varlığı yoktur.
Ancak misal ateş hem hariçte hakiki varlığı vardır hem de zihinde bir varlığı var.


Ancak zihinsel ateş hakiki ateşin özellikleri adeta kısılarak kırpılarak soyutlanarak zihne yansır. Yani zihni ateş yakmaz duman çıkarmaz ısıtmaz ışıtmaz. Bu aynen analog sesin dışarda  gerçek ses olup devamlı dalga halinde dijital ortama aktarıldığında kesikli kare dalgalara döner ve kayıplar oluşur.


Bu yüzden eski analog taş plaklar dijital cd albümlerden daha gerçek sesleri kaydeder.


Zihin bu bakımdan adeta analog varlığın dijitalize formu olup kayıpların yaşandığı yerdir.
Sadra Allah'ın insan zihninde bir görüntü resim imaj şeklinde belirmemesini de şu şekilde tarif eder:


Allah saf varlıktır yani Varlığı tam ve hakikidir ve kamildir. Bu yüzden zihne yansımaz.
Nasıl ki tamamen zihin ürünü olan varlıklar hariçte hakiki varlığı yok ise
Varlığı tamamen hakiki ve hariçte olanların da zihne yansıması mümkün değildir.
Zira zihne yansıyan bir Allah tasavvuru ister istemez kayıplar yaşanır eksik hale gelir ki Allah'ın zatı bu eksikliği kabul etmez.
Yani Dışardaki ateş yakarken ısıtırken zihne yansıdığında bu özelliklerini kaybeder.


Allah zihne yansıdığında hakiki özelliklerini kaybeder. Bu da ona eksiklik  meydana getirir ki onun zihinde kavramsallaşması imge imaj olması bu yüzden mümkün değildir.
Latif Allah'ın bir sıfatı. Latif Hava da  görünmez ancak her tarafımızı kuşatan ve ciğerlerimize kanımıza kadar  nüfuz ettiği halde  göremeyiz zihni imaja çeviremeyiz. Biraz da zihne yansımamanın bir nedeni de budur. Yani zihne aktardıklarımız idrak ettiklerimizdir. İdrak edilenlerde sınırlıdır. Allah ise kuşatan ihata edendir.

ışıkta aslında görünmez. Zira ışığı görmek diğer şeyleri görmemek demektir ki kırmızı ışıkta bu yüzden net görmeyiz kırmızılı görürüz.

Beyaz ışık aynen duru su gibi renksiz görünmez şeffaftır. Bu yüzden üzerine düştüğü cismin rengini yansıtır. Işık nasıl ki göstermek için görünmez olur Kainatın nuru Allah da yaratılmamış olduğu için yaratır.


"Gözler O’nu idrak edemez, hâlbuki O gözleri idrak eder".


 

 

Hălă ikna edemedin beni. Üzgünüm, bu zımbırtılara anca senin gibiler kanar.

Yahu..sittin sene bu forumda "aman da tanrım şöyle, aman da tanrım böyle" diye sayıklasan da bir  bir milim yol alamazsın. Olduğun yerde patinaj yaparsın; yani bir şeyleri değiştirmen gerek. Daha doğrusu senin değişmen gerek.:D

tarihinde kavak tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Arapça klasik mantıkta delil ve medlul anlatılırken delil şöyle tarif edilir:
Kendisinin bilinmesi ile başka bir şeyin bilinmesini gerektiren şey. Delilleri de üçe ayırırlar:
1.Vaz edilmiş delil 2.Akli delil 3. Tabii delil
Bunları da sonra lafzi ve gayri lafzi diye ayırırlar:
lafzi vaaz edilmiş delil: misal Ali  Velinin oğlunun ismi. Velinin yanında biri ali şöyle yaptı dediğinde o isim delaleti ile kendi oğlu olduğunu bilir. Yani sonradan konulan ali ismi onu niteler.
Lafzi vaaz edilmiş delil de üçe ayrılır: mutabakat tazammun  iltizam
Mutabakat: Lafzın tamamı mananın tamamına delalet ediyorsa bu adı alır:
Misal Ali ismi onun başı eli ayağı baştan ayağa hepsini içine alır.
Ali geldi demek gibi.
Allah lafzı Allah'ın bütün özelliklerini barındırır yani lafız ve mana mutabıktır. Allah manası basit manadır yani bölünmez parçalanmaz tektir. Mürekkep bileşik değildir. Çünkü bileşik olan parçalardan meydana gelir. Parçalar da artma azalma yapar buda hadisin delildir ki Allaha isnat edilmez. o yüzden sonuz sıfatlar artama azalmaya izin vermez.
Ancak Rezzak dendiğinde bu sadece onun bir sıfatıdır. Yani mutabakat yerine iltizam vardır.
Misal güneş lafzı güneş için mutabakattır. Yani ısı ışık güneş küresi ısı ışık verme faaliyeti hepsini kapsar.
Ancak güneş ışığı dendiği vakit bu güneştendir ancak güneş değildir. Yani onun bir sıfatıdır . Güneşin sadece ışığı yok ısısı radyasyonu gibi şeylerde var. Bu Güneşten olup güneşin haricinde olan bir şeydir.


Sabah fecir de  güneş görünmediği halde ortalık aydınlanır ışığı önce sağa sola yansır ve görünür. Dolayısı  güneş doğdu demek aslında iltizam içindir yani ışığı göründü kendisi de yakındır.
Veya beyaz ışık prizmadan 7 renge ayrılır. Işık tüm renkleri barındırır. Kırmızı ışık ise sadece ışıktan bir kısımdır iltizam vardır.
Gayri lafzi vaaz edilmiş delil: Misal kırmızı ışık durmayı sembolize eder. Şayet sarı durmak için konulsa idi sarıda dururduk. Yani vaaz edilmiş. Sonradan delil medlul ilişkisi konmuş.

akli lafzi delil: Misal görmediğin halde bir konuşma duysan bunun insana delalet ettiğini bilir. Veya biri kapıyı çalsa yada arı vızıltısı duyulsa bundan görmeden ne olduğu yani medlul anlaşılır.

 

akli gayri lafzi delil: Bu ilim hikmetli evrenin mahlukatın yaratılması Allah'ın varlığına delil olması gibi. Gayri lafzidir zira yaratılan mahlukat konuşarak lafızla bunu demiyor. Sadece Akıl ile düşünce ile bu delil Allaha götürür.

Matematik geometri gibi ilimler zihni ilimlerdir öyle gözlem deney madde ile oluşmuş değil. Mantık felsefe akıl yürütme metotları da böyledir. Ancak tüm maddi bilimlerin temeli de  bu zihni ilimlerdir adeta kantar vazifesi görürler.


Tabii lafzi delil: Misal diken batan birinin ah ah diye inlemesi acıya delalet eder.
Tabii gayri lafzi delil: Misal gözlerde yüzde sarılık oluşması sarılık hastalığına delildir.
Veya utangaç bir kızın yüzünün kızarması utanmasına sıkılmasına delildir. Lafzi değildir .
Doktorların çoğu zaten bu tabii delilden hemen bakar tahlile gerek duymadan teşhisi koyar ilacı yazar.
Zira bazı hastalıkların insanın dışına zahiren açık görülen emare ve deliller vardır.
Misal güneşi görmediğimiz halde bulut arasından sızan bir demek ışık bize güneşten haber verir.
Yani ışık onun sıfatıdır Zira ışık nur ve sıcaklık güneşin zatındandır.
Dolayısı ile bir şeyi bizzat zat olarak tanımak görmek gerekmez sıfat ve tecellileri ona delalet eder.
Mantıkta 4 nisbi durum var:
Bunlardan biri  umum ve husus durumu:
Yani bütün insanlar canlıdır. Fakat bütün canlılar insan değildir.
Yada bazı canlılar insandır demek daha doğru.
İnekte sinekte canlı ama insan değil. Yani canlılık insanı kapsayan ancak insanı da aşan daha şumullu bir haldir.
Ancak akıl  düşünme nutuk mantıkta insan ile eşitlenmiş:
Bütün insanlar akıllıdır.
Bütün akıllılar insandır. gibi.
Bu özellik canlılık gibi umumiyet değil insana has bir hususilik taşır.
Ha akıllılık aynı zamanda canlılık üzerine bina edilmiş bir şey.
Cansız ölü bir insanın düşünmediği gibi. Aslında bu Aristo klasik mantık biraz sakat tam açıklamıyor.
Zira ruha ait kavramları farklı.
Dolayısı ile canlılık hayat Allah için sonsuz bir sıfat.
Ancak insan için sonlu bir sıfat. 
Bir şeyin ilki temeli olan üzerinde taşıdığı şeyden farklı olmak zorunda.
Tren hareketli raylar sabit. Ağaç hareketli kök gövde sabit.
Varlık sonlu var eden sonsuz.

Sonsuz zat olarak sonsuzdur. Sıfat tecelli olarak sonludur. Zira tecellinin olduğu mecra sonlu.
Misal denizde güneş görüntüsü ile bir damla sudaki güneş aksi aynı hacimde değildir.
Her sonlu hacmine göre sıfatı tecelli ettirir.
Hz Musa bir ayette bana görün sana bakayım der.
Çünkü Yahudiler Allah'ı açıkça görmeden inanmayız derler. Aslında Musa birazda bunların zorlaması ile yapar.
Allah dağa tecelli eder ve:
7:143: " وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقًاۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ

Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince[228] onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.*"
Tecelli esasen zat olarak değil sıfat olarak arazi şekilde yansımadır.
Misal güneş bizzat zat olarak dünyaya inip dünyayı ısıtmıyor uzaktan ışık tecellisi ile ısıtır.
Zatı ile güneş dünyaya inse dünya yanar.
Gözün algıladığı ışık dalga boyu bellidir.
Kulağın duyabildiği frekans bellidir.
Akım çoğaldıkça kablo çapı artar yoksa ısınır ve yanar.

 

İdrâk-i me’âlî bu küçük akla gerekmez,
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez.


Bütün kainat ve mahluk işaret parmağı ile ezeli güneşi gösterir.
Delil kendinden çok medlulu gösterir.
Ancak işaret parmağına bakıp takılan güneşi göremez.
Materyalistler parmağa takılı kaldılar. Madde de boğuldular.


Bir kasabaya  giden yolcu tabelalarda max 50 max 40 diye  ifadeler var giderken hızını bu rakama göre belirler.
Yolun sonunda max kasabasına hoş geldiniz diye bir levha görünce oradaki max ın hız değil kasabaya kalan yolu gösterdiğini anlar ancak yol bittiği için artık doğruyu bilmek fayda vermez.


Ayetlerde inanmayanlardan diriltilenler bizi uykumuzdan kim kaldırdı derler. Sonra hakikati anladıklarında yazıklar olsun bize meğer peygamberlerin ve kitapların dediği dirilme gerçekmiş diye pişmanlık duyarlar.
Hakikati yolun başında bilmek işe yarar. Yolun sonunda bilmek işe yaramaz.
Akli delil ile bilinenleri diğer duyu delilleri ile bilmeye çalışmak nafiledir.
Esasen delil burhan hüccet müşterek anlamı da olsa farklı nüanslar içerir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Güneş kendi adına bir varlık ve radyasyona, ışığa ihtiyaç duymadan var olabiliyor, radyasyon, ışık güneşle beraber vücut buluyor bunu anladık. 

Ama yakın zamanda yapılan bir araştırma var. Elektromanyetizma güneşin bulunduğu uzayın bir özelliği ve güneşin varlığı bu özelliği tetikliyor.

Yani ilk örnekteki kabuğu ortaya çıkartan şey burada çekirdek değil, tüm herşeyin içinde bulunduğu uzayın yapısı.

Bu keşfe göre güneş çekirdek örneklemi doğru değil, çünkü dış etkilerden bağımsız kendi kendine var olan birşey değil. 

 

İkinci sorun birinciden daha somut. Güneşin içinde akım var. Akım sabit bir ortamda olamaz, yoğun ortamdan seyreğe ya da güçlü kuvvetten zayıf kuvvete doğru gider. Benim anladığıma göre yoğun ve seyrek Sadra'nın cevherinde aynı anda var olamaz. Yani bu örnek yetersiz. 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
20 saat önce, nogodbutAllah yazdı:

Ayetlerde inanmayanlardan diriltilenler bizi uykumuzdan kim kaldırdı derler. Sonra hakikati anladıklarında yazıklar olsun bize meğer peygamberlerin ve kitapların dediği dirilme gerçekmiş diye pişmanlık duyarlar.

 

ortada ne bir peygamber ne de bir kitap var.

incil'e o papazın bu papazın derlemesi diye gülen müslümanlar, kuran'ın nasıl derlendiğini bilmiyorlar.

ayetlerin nasıl uydurulduğu mevzusu bu forumda çokça anlatıldı.

demo, uzun uzun yazmıştı iletilerinde (bkz. @democrossian).

bu pasajların kitap haline getirilmesi ise halife ömer'in zorlamasıyla olmuştur.

ebu bekir, onun bu fikrine karşıydı. şöyle diyordu:

"hz. peygamberin yapmadığı ve gerekli görmediği şeyi biz niye yapalım?"

fakat ömer haklıydı, ortada bir kitap olmalıydı ki her kafadan bir ses çıkmasın.

uzun tartışmalar sonunda kitaplaştırma işi zeyd bin sabit'e havale edildi.

hangi ayetin sahih olup olmadığı iki şahitle kanıtlanacaktı.

birçok ayet çeşitli gerekçelerle mushafa konmadı, elemine edildi.

iki önemli ayet de tek bir şahit olduğu halde mushafa alındı.

neticede ortaya birbiriyle çelişen ve bazılarının da mükerrer yazıldığı bu ayetler çıktı.

 

tarih, peygamberlik iddiasında bulunmuş kişilerin uydurmalarıyla doludur.

islam tarihinde ise hicret'ten sonra sayısız yalancı peygamber türemiştir.

özellikle müseylime'nin adını anmadan geçmeyelim.

çünkü müseylime, tarihin akışını değiştirmeye çok yaklaşmış, 

ebu bekir'in gönderdiği ilk orduyu darmaduman etmiştir.

öyle ki müslümanlarda panik başlamış, alelacele ikinci ordu hazırlanmıştı.

çok kanlı geçen ikinci savaşta müslümanlar ciddi kayıplar verse de müseylime öldürülebilmiştir.

bu savaşta çok sayıda hafızın hayatını kaybetmesi, ayetlerin derlenip toplanması gereğini de ortaya çıkarmıştır.

 

sonuç:

ortada bir peygamber yoktur. ortada, peygamber olduğunu çevresindekilere kabul ettiren insanlar vardır.

ortada bir kitap yoktur. ortada, kutsal kitap olduğu iddia edilen derleme toplama bir mushaf vardır.

 

not:

eğer müseylime, yemame'deki savaşı kazanmış olsaydı,

bugün nogodbutallah gibi arkadaşlar muhtemelen "hz. müseylime" diyeceklerdi!

nogodbut için çok bir şey değişmiş olmayacaktı.

çünkü müseylime'nin de kuran gibi ayetleri vardı... (namaz, oruç vs. ibadetler de aynıydı)

nogodbut bu defa o ayetlerin hikmetini bizlere anlatıyor olacaktı!

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
30 dakika önce, Geta yazdı:

 

nogodbut bu defa o ayetlerin hikmetini bizlere anlatıyor olacaktı!

 

Benim en çok şaşırdığım nokta, konu sahibi gibilerin bu mălum kitabın her bir kelimesine zibilyon tane anlam yüklemeleri. Tıpkı taptıkları tanrıya zibilyon tane sıfat yüklemeleri gibi. Kitabın sayfa sayısı ve kelime belli ancak içeriğinin açıklaması ise kamyonlar dolusu ve hergün ha bire yeni anlamlar türetiyorlar, daha doğrusu uyduruyorlar. Dipsiz kuyu gibi.:D

 

Efendim, o kelimenin kökeni şuymuş, o kelimenin gerçek anlamı buymuş...elinin körü! Hal böyle ise bu kitabı hiç okumayalım gitsin.

tarihinde kavak tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...