Jump to content

SUFİZM NEDİR


Recommended Posts

  • İleti 68
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Yunus Emre ve Mevlana için panteist yada sufi diyebilir miyiz?

Panteizm sufizme temel oluşturabilir ama panteizm sufizm değildir..Sufiler herşeyden aşırma yaptıklarından panteizmde en çok aşırdıkları felsefedir..

Yunus Emre için değilde mevlana için sufidir denilebilir...

Link to post
Sitelerde Paylaş
İsim olarak belki İslam içinde doğmuş olabilir..Ama felsefe olarak İslam'dan çok önceleri vardı...

Başka bir isimle Hint felsefesi içinde var olmalıdır.

Zaten Hristiyanlıktaki mistisizm de sufizme benzer ama, İslam'dan çok önce de vardı.

Burada benim vurgulamak istediğim şu:

Sufizm İslam'a yabancı kaynaklardan giren bir eğilim değildir.

Sufizm İslam'ın içinden çıkmıştır.

Ama bu demek değildir ki sufizmin başka bir kaynağı yoktur.

Elbette vardır.

Sufizmi ve benzer eğilimleri Müslüman'lar başlatmamışlardır.

Sufiler diğer eğilimlerden esinlenerek, İslam içinde, yalnız İslam için spesifik bir eğilim oluşturmuşlardır.

Aslında sufilerin başlangıçta diğer eğilimlerden nasıl esinlendikleri ve etkilendikleri belli değil.

Daha doğrusu ben bilmiyorum. Bu konuya ışık tutacak bir yazı okumadım.

Bilen varsa bildiklerini bizle paylaşsın lütfen.

Ama sufizm daha sonra onlardan kesin olarak etkilenmiştir.

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş
vaktiyle alternatifforumda bir başlik açarak bunlarla bol bol t..şak geçmiştim,başta ahmed hulusi olmak üzere bir cogu ile nasil girgir geçtiğimi eğer eski kayitlar silinmese idi buraya asardim.

sufiler ile şizofrenler arasinda bana göre bir fark yoktur,ikisi de akil hastasidir.hezeyanli ve gerçekdişi düşünerek küf kokan islami cilalamaya cabalar ve bunu yaparkende rezil olmaktadirlar.kullandiklari şey bilim değil pseudo bilim olarak bilinen sözdebilimdir.yani inanilmaz ölçülerde abarti ve şişirmelere dayanan bir çeşit sürrealizmi ortaokul düzeyindeki bilgilerine ekleyip üstünede islami serpiştirdikten sonra bir şeyler yapmaya calişirlar.

sufizm islamin evrimleşmiş hali felan değildir,islamin protestan mezhepleri zaten vardir,sufizm ne yaptiğini bilmeyen bir iki akil hastasinin kurdugu tarikattir.

seni doğuran anayla senin aranda belirgin bir fark vardır ama...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sayın haci,

Sufizmin Panteizm ile bağlantısı hakkında bir bilginiz varsa ve açıklarsanız çok sevinirim.

Yunus Emre ve Mevlana için panteist yada sufi diyebilir miyiz?

Yukarda kısaca değindim.. Sufizm putperestlikten, hatta ateizmden bile etkilenen bir eğilimdir.

Yunus Emre de Mevlana da bence sufidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sufiler diğer eğilimlerden esinlenerek, İslam içinde, yalnız İslam için spesifik bir eğilim oluşturmuşlardır.

Aslında sufilerin başlangıçta diğer eğilimlerden nasıl esinlendikleri ve etkilendikleri belli değil.

Daha doğrusu ben bilmiyorum. Bu konuya ışık tutacak bir yazı okumadım.

Bilen varsa bildiklerini bizle paylaşsın lütfen.

Ama sufizm daha sonra onlardan kesin olarak etkilenmiştir.

Tasavvuf'ta birlik vahdedi vücut(herşey'in birliği) panteizmden farklı yorumlanarak esinlenmiştir..Panteistte doğanın bütününü tanrıdır der..

Panteist felsefeyi islama uydurmaya tasavvuf denebilir..Ama hiç bir panteist vahy di bilmem neydi gibi dogmaları kabul etmez..

Link to post
Sitelerde Paylaş

SUFIZM HAKKINDA VARDIGIM SONUC..

SUFIZMIN ISLAM TOPLUMUNDAKI YERI, GOREVLERI VE ONEMI

Sufizmin Islam'i bir kanser gibi kemirdigini söyleyebiliriz. Sufizmin ayrıca ilkelerinin Islam'la bagdasmadigina, Islam disi egilimlerin Islam'a penetre oldugu istenmeyen bir kapi olusturdugunu, Kur'ani yanlis veya farklı yorumladiginı, toplumda cokuse neden oldugunu, insanlari fakirlik ve yoksulluga tesvik ettigini ileri sürmek mümkündür... Yine de tasavvuf nerdeyse 1200 yildir varligini surdurmektedir. Turkiye'de tekkelerin kapatilmasi tasavvufu yok etmemistir. Tasavvuf yer altina inmistir. Cesitli hocalar, imamlar, seyhler turemis ve ogretilerini cesitli unvanlar altinda yaymaya devam etmektedirler.

Tek bir tur sufizm olmadigi, her tekkenin ve seyhin farkli ilkeleri, murit yetistirme yontemleri ve diger nitelikleri oldugu icin sufizmi ortadan kaldirmak mumkun degildir. Sorun sufizm degildir. Sufizm bir gercektir.. Sorun sufizmle ne yapilacagidir. Nitekim Turkiye ornegi bu konuda cifte standarda sahiptir. Haci Bektas da sufidir, Yunus Emre de, Mevlana da.. Ama onlarin temsil ettigi tasavvuf yuceltilmektedir. Ozellikle donen dervislerimiz dunyaya iftiharla sundugumuz kulturumuzun onemli bir parcasi olmuslardir.

Tekkeleri kapatmak tasavvufu yok mu etmistir? Retrospektif olarak olaya bakinca, tekkeleri kapatmanin pek yararli olmadigini goruruz. Sufizm su anda Turkiye'de pratik edilmektedir. Sufi inanclari son derece yaygindir.. Turkiye'nin her yerinde cok sayida yatir ve ziyarethaneler mevcuttur. Isin ilginc yani, kimin sufi oldugunu kendisi sufi olan bile bilmemektedir..

Tasavvuf toplumda dine egilimli olanlari bir araya getiren onemli, hatta onları bir araya getirme açısından, mukemmel diyebilecegim bir aractir.. Gunluk yasamda karsilastigimiz maddi sikintilardan bizleri uzaklastiran, duygularimizi kolaylikla desarj edebilecegimiz ve icimizi rahatlatabilecegimiz bir yontemdir.. Bir tur psikoterapidir.. Yalniz inzivaya cekilerek ve meditasyon yaparak degil, bazi sufi seremonilerinde huu cekerek, sarki ve ilahi soyleyerek, muzige eslik ederek, aglayarak arada bir ama, cogu kere buyuk bir heyacanla, hatta gulerek kendi icimize yonelmek ve kendimizle tanismak icin olaganustu bir firsattir.

Oldukca komplike olmasina ragmen sufizmin ilkelerine ve duzenine her toplum kolaylikla adapte olabilir. Bu firsatla surasini da eklemeliyim. Siilikle ve alevilikle, sufizm arasinda entrikali bir iliski vardir. Bu iliskinin dogasi henuz yeterince arastirilmamistir. Turkiye'de aleviligin sufizm uzerine oldukca onemli etkileri oldugu kesindir..

Tasavvuf, ne bazılarının ileri surdugu gibi, ulkeyi tabakalara, siniflara ayirarak toplumlari birbirlerine dusman eden, ne de benim iddia ettigim gibi, toplum icin bir kanserdir... Herkes sufi olmadigi sure tabii. Daha once de degindigim gibi, sufi muritler egitimden gecerler ve sonra kendi memleketlerine, ailelerine ve islerine geri donerler. Yani toplum icin bir asalak degillerdir. Yalniz kisa egitim suresi icinde dilenirler ve kendilerine eziyet ederler. Bu egitim sirasinda ogrendikleri, ilerde onlarin yasamini zenginlestirecek ve belki de onlari topluma daha yararli bir insan ve vatandas yapacaktir.

Sufizm hemen her Musluman toplumunun bugunku durumundan sorumludur... Sufizmin girmedigi Musluman toplumu yoktur diyebiliriz. Tabii bu Musluman toplumlarina ve ulkelerine bakarak, sufiligi gerilik, bagnazlik ve fakirlikle ozdes bulanlar olacaktir. Olmuslardir da.. Ama bu dusunus dogru mudur?

Musluman toplumlar bence sufizm olmadan da geri kalacaklardir. Sufizmin tek başına Musluman ulkelerin geri kalmasindan sorumlu tutmak dogru degildir. Her Musluman sufi olmadigina ve her sufi yalniz dilenmedigine gore, sorunu baska nedenlerde aramak gerekmektedir..

Ortodos Islam'in sufizmle celiskiye dustugu bazi sorunlar vardir. Bunlari soyle siralayabiliri; Evliyalara dua etmek, mezarlari ziyaret etmek, muzikle gosteri yapmak, mucizelere inanmak, Islam oncesi ve Islam olmayan gelenekleri adapte etmek, ve Islam'in ahlak ve insansal etkinliklerle ilgili tarafini monistik olarak yorumlamak.. Yani teklige yonelmek, herseyin bir ve ayni olduguna inanmak..

Ortodoks Musluman'lar ayrica sufi seyhlerinin zamanla asiri bir otorite olup, mevcut politik sistemi etkileri altina almalarindan da cekinirler. Bu bir kuruntu degildir, gercektir. Geri kalmis ulkelerde, ornegin Turkiye'nin bazi yorelerinde, bazi sufi seyhlerinin evliya, aziz, eren rutbesine yukseltildigi gozlemlenmistir.

Yine de sufi ustalarinin bir cogu sosyal adaletsizlige hitabederek, topluma bir duzen getirmeye calisan seyhlerdir. Bu ugurda yasamini kaybeden seyh vardir. Hallac bunlarin en unlulerindendir. Sufilerin misyonerlik etkinlikleri Islam'i dunyanin en ucra koselerine kadar yayabilmistir. Tasavvuf Turkiye, Iran ve diger ulkelerin siirlerine kadar nufus etmistir. Musluman toplumlara narkotik etkisi yapmakla beraber bu siirler, milyonlarca insani hala mutlu etmektedir.

Son yillarda Bati'da sufizm oldukca populer bir egilim olarak temayuz etmistir. Kendini bu egilimin kollarina atacak mumin gercekten sufi olmak arzusunu iyice gozden gecirmeden bu ise tesebbus etmemelidir. Cunku sufizmi begenmek yetmez. Murit yasamini sufizme adamalidir. Bunu yapabilmesi icin de bireyin kendini, Allah aski ile yanmakta olan yuce bir atese atmasi gerekmektedir.

Bunu da herkesin yapamayacagi meydandadir..

NEFES

Severim ben seni candan iceri

Yolum vardir bu erkandan iceri

Beni bende demen bende degilim

Bir ben vardir bende benden iceri

Suleyman kus dilin bilir dediler

Suleyman var Suleyman'dan iceri

Senin askin beni bende aliptir

Ne sirin derd bu dermandan iceri

Miskin Yunus gozu tus oldu sana

Kapinda kuldur sultandan iceri..

YUNUS EMRE..

Turk edebiyatinin en buyuk ozanlarindan biridir Yunus ve siirlerindeki temel konu tasavvuftur.. Tasavvufun temel ilkesini "kendi icine donmeyi ve orada Allah'la yek vucut olmayi" Nefes siiri ne kadar veciz bir sekilde ifade ediyor!

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu ve benzeri akımlarda adamlar birlik birlik diyerek kendilerinden geçmişlerdir. Zamanın şeyhülislamı bunların bazıları için ölüm fermanı bile çıkartmıştır. Ayrıca Hallac-ı Mansur un hikayesi herkesçe bilinir.

Bilinen İslamla bağdaşan felsefeler değildir bunlar. Ama ne varki halk üzerinde etkileri çok büyük olmuştur, halada sürer gider. İnsanlar dinlerini tanımadıkları ve okumadıkları için bunların bir kısım düşüncelerinin İslamın içinde olduğunu sanır. Hikayeleri her yerde anlatılır ve bir kısmı kabülde görüyor maalesef.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı, teşekkür ederim!..

"Müslümanlar Dünya üzerinde niçin geri kalmış toplumlar hâline gelmişlerdir, İslâmiyet en mükemmel 'DİN' anlayışı ise?"

Çokça sorulan bir soru bu bana!..

Ve dahi şu soru gene aydınsı çevrelerden gelen bana:

"Teklik anlayışı ve insanlık anlayışı en mükemmel şekilde Taoizm 'de, Budizm 'de ve hatta Yahudiliğin mistisizmi olan Kabala anlayışında mevcut... Müslümanlık ise kaba, şekilci, zorba ve savaşçı, sevgiden yoksun bir anlayış!., işte yaşananlar ortada! Sen hâlâ bu savaşçı öğretiyi nasıl yüceltmeye çalışıyorsun?"

Öncelikle...

Yüce olanın yüceltilmesi söz konusu olmaz! Bu fark edile... İslâm, yegâne "DİN" anlayışıdır ve fevkinde veya yanı sıra başka bir anlayış da yoktur yeryüzünde! O "DİN" anlayışını bize bildiren yeryüzüne gelmiş en muhteşem İnsan ve sonsuzluğun en muhteşem Ruhu olan Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) da eşi ve benzeri olmayan bir Allah kulu, Rasûlü ve son Nebisi'dir!

Niçin bu böyleye gelince...

İnsanlar asırlar ve asırlar önce tanrılara tapıyorlardı... Tanrılar adına dikilen totemlere tapıyorlardı... Tanrıları sembolleştiren heykellere tapıyorlardı... Kendilerinin ötelerindeki, yerdeki veya gökteki bir varlığa tapıyorlardı!.. Kendilerine ulaşanların ve ulaşacakların o tanrıdan geldiğine inanarak onun adına kendi dışlarındaki bir toteme yöneliyorlardı...

Sorun şu:

Yerde veya gökte yerleşik olup, oradan dünyayı ve üzerindekileri yöneten bir "tanrı" veya Arapçasıyla bir "ilah" olabilir miydi? (Günümüzde bazıları, bu tanrısallığın uzayda yaşayan bir kısım toplumlara ait olduğunu söylüyorlar ki bu, gökte tanrı var yanında da melekleri anlayışının getirdiği bir bakış açısının günümüze uyarlanmış şeklidir!)

Olayı, evrensel boyutlarda sorgulayan beyinler, evrensel gerçeklik içinde böyle bir tanrısallığın asla söz konusu olamayacağını fark ettiler!

Gökte yerleşik bir tanrı olamaz anlayışının, ta asırlar öncesindeki bir açığa çıkış şekli de Çin'deki Taoizm'dir! Varlık, göz denen mekanizmaya göre her ne kadar çokluk halinde olsa da, gerçekte tüm varlık tekil bir yapıdır; bilinç, bu tekil yapının kendine bakan gözüdür! Bilinç kendi hakikatini algılayabildiği ölçüde kendi özünü tanır ve bu tanımanın sonu, hakikati olan "HİÇ"liğe çıkar! Olayın sonu, "HİÇ"likte "hiç" olduğunu hissediştir!

Buda ise, insanlara "NİRVANA"ya ulaşmalarını önerdi son nokta olarak... Kendini et-kemik çuvalı kabullenip, ölümle toprak olup yokluğa karışacağını sananlara, kendilerinin bir bilinç varlık olduklarını; bedenin toprak olmasından sonra yaşamın devam edeceğini; "Tek"ten var olmuş "Tek"ler olduklarını; beden değil kutsal ruhlar olduklarını; ruhlarını arındırırlarsa "Nirvana"ya ulaşarak kutsal ruhlar şeklinde o teklik ruhunda yaşayacaklarını anlattı...

Henüz Türkiye'de bilinmeyen, fakat Dünya üzerinde yüz milyondan fazla müntesibi olduğu söylenen, Amerika'da da yayılan bir inanç türü ise gene Çin kaynaklı Falun Dafa'dır. Derinliklerinde Taoizm, açığa çıkış şeklinde ise Budizm öğretisi görüntüsü veren Falun Dafa'ya göre, bilinç ve madde aynı şeydir. Düşünce her an maddeyi, madde ise her an düşünceyi etkiler. Ana ruh her an beyni etkileyerek kendindeki özellikleri açığa çıkartır. İnsan beyni dalga olmayan bir tür madde yaratır. Dünya üzerindeki var olan her canlı sudan meydana gelmiştir. Su hayat kaynağıdır. Evren dahi sudan meydana gelmiştir, der bu anlayışın 1992'deki kurucusu Shifu Li Hongzhi. Esasen siyasetle hiçbir ilgisi olmadığı söylenen bu hareket, halen Çin'de hükümete karşı en büyük muhalif güçtür ve mensupları Çin'de çok sıkı takip edilerek, yakalandıklarında işkencelerle öldürülmektedir. Olayın kökeninde ise algıladığımız kadarıyla yaşadığımız dünya görünmezlerinin bilgi yönlendirmesi mevcuttur.

Hazreti Musa öğretisi olan "DİN" anlayışının düşünsel derinliğini oluşturan ve Yahudi mistisizmi olan "Kabala" anlayışı ise, zâhirdeki şekilci ve kavimci anlayışın ötesinde; varlığın tekilliğini, insanların ruhunun tek bir ruhtan geldiği anlayışını müntesiplerine yaydı. Esas itibariyle bu tekilliği idrak edip, bundan dolayı ötede bir tanrı kabul etmeyen bu anlayışın, bir yaşam ve dillendiriliş şekliydi Hazreti İSA (aleyhisselâm)'da dillendirilen! "Babam RAB'tır" tanımlaması, gerçekte fiziksel bir tan-rı-oğul ilişkisini anlatmıyor; "Kabala" öğretisindeki Tek RUH'un bireysel ruhlar şeklinde algılanışını ve o "TEK RUH"tan meydana gelişini anlatıyordu. Göklere yönlendirmenin anlamı, bilinç boyutunun derinliklerinde; yaratıcı mertebe hakikatini, ruhunun şuurunun derinliklerinde hissedip yaşamak olayını sembolize ediyordu... Hazreti İsa (aleyhisselâm)'m "Sen insanca düşünüyorsun, Yaratan Rab gibi değil" söyleminin anlamı, "beşerî şartlanma ve değer yargılarına dayalı düşünce şekli yerine evrensel gerçekler doğrultusunda olayları değerlendir" idi. Yahudiliğin özündeki "seçkin kavim" anlayışı, esas itibariyle, tüm Yahudilerden doğmuşları değil, "Kabala öğretisini kabullenip yaşayabilecek düzeyde yüksek anlayışa sahip olanlarını" ifade ediyordu (ki bu anlayışın gelişimi Masonluğun temelini oluşturmuştur)...

Buraya kadar anlattığımız inanç biçimlerinin çıkış noktaları ve bir kısım doğru tespitleri olmasına rağmen, en büyük eksikleri ve yetersizlikleri dünyevi yaşamda yapılması gerekenler ve ölüm ötesi yaşam süreci için verdikleri bilgi konusudur. İnsan yapısının nasıl bir mekanizma olduğunu, beynin işlevini, ölüm ötesi yaşam şartlarına göre insanın beynini nasıl değerlendirip geleceğe dönük neler ortaya koyması gerektiğini bunların hiçbirisi söyleyememektedir. Ölüm ötesi sonsuz yaşamın aşamalarını kimse verememektedir. Oysa insan için en önemli şey, ölüm ötesinde mutlu olması için neler yapması gerektiğidir.

Son NEBİ, dünyanın kıyametinin Güneş'in Dünya'yı kuşatıp yutması sûretinde meydana geleceğini anlatırken; bunun ötesinde, Kurân-ı Kerîm'de yıldızların düşmesi şeklindeki tasvirlerle Galaktik kıyamet dahi açıklanmaktadır 1400 küsur yıl evvel! Biz bugün artık biliyoruz ki, Samanyolu Galaksisi içindeki tüm yıldızlar yörüngelerinden çıkacak ve dünyadan bakışa göre düşüyorlarmış görüntüsü vereceklerdir bir süreç sonra. Bu da, şu anda Samanyolu Galaksisi üzerine hızla gelen Andromeda Galaksisi'nin, galaksimiz ile çarpışması sonucu olacaktır!

Esasen, en önemli ve farkına varılması zorunlu gerçek, çeşitli ölüm=dönüşümlerle sonsuza kadar yaşayacak olan insanın, ancak Dünya'da iken neleri nasıl kazanabileceği hususudur ki; bu konudaki tek açıklamayı da adı "İSLÂM" olan Allah indindeki tek "DİN" ile sadece son NEBİ Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) yapmıştır.

Totemizm ise tüm bu anlattıklarımız yanı sıra süregelmiştir dünyada...

Totemistler yalnızca Afrika veya Amerika yerlileri arasında değil, tüm dinlerin mensupları arasında yer almışlar ve yaşamlarını devam ettirmişlerdir yapıları gereği. İnsansı yaradılışları gereği olarak, totemistler, derin düşünce ve varlıklarının hakikatlerini sorgulama, araştırma, kendi hakikatlerini hissedip yaşama imkânına sahip değillerdir. Kendilerini ve tüm varlığı daima madde olarak düşünürler. Ötede bir yerde; yeryüzünde veya uzayda, aşağıda veya yukarıda bir tanrı düşünüp, ne yapıyorlarsa o tanrı için yaparlar... Yerler, içerler, çoğalırlar, tapınırlar, öldürürler; hep o kendi dışlarında bir yerlerde olan tanrıları uğruna! Ya da hiçbir şeye inanmazlar, totemleri kendi bedenleridir! Etiketlerinde yazılı din veya mensubiyet adını kaldırırsanız, hiç farkı yoktur bakış açılarının birbirlerinden; giysi, görünüş ve lokal şartlanmalar dışında. Onlar tanrıları adına iyi bir şey yapacak, itaatkâr olacak ve sonuçta da tanrılarının vereceği nimetler içinde, yiyip içip seks yaparak ebediyen yaşayacaklardır. Aksi halde tanrıları onları cehennemine hapsederek ebediyen azap çektirecektir.

Bu arada, her birinin "tanrı" tahayyülü, bir diğerinden değişik olduğu için de, birbirlerinin tanrısını sorgulayıp yargılayanlar, beğenmeyip inkâr edenler ve hatta bu yüzden savaş baltalarını çıkartanlar pek çoktur! Çünkü bunlar, Allah Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)'m "LÂ İLAHE = TANRI (dolayısıyla tanrılık kavramı) YOKTUR" mesajının anlamını ya duymamışlar ya da duyup üzerinde düşünmemişlerdir! Çoğunluğu ses kaydeder beyinlidir!.. Ezberler ve tekrar ederler! Söylediklerinin anlamını düşünebilme yetisine sahip değillerdir yaratılışları sonucu!

Totemistlerdir işte bunlar da!.. "Şirk ehli" diye de adlandırılmışlardır... Şirk kalkmadan da "Tevhid" gerçekleşmez!

Sonuçta açık veya örtülü, olay aynıdır!

Kişi ve ÖTESİNDEKİ tanrısı!

Esasen, yukarıda sıraladığımız görüşlerin tümü de eksik, yetersiz ve insanın geleceği açısından işlevsizdir; İslâm adıyla anılan "DİN" öğretisi yanında! Çünkü, "İSLÂM" adı ile işaret edilen "DİN" anlayışında açıklanan "Sünnetullah" vurgulaması ve açıklaması hiçbirinde yoktur! Dolayısıyla "Sünnetullah"a dayalı bir biçimde SON NEBİ'den gelen insanın geleceği açısından çok önemli teklif ve uygulamalar da başka hiçbir anlayışta bulunmaz.

Yeryüzünde yaşamış en muhteşem beyin, kişilik ve sonsuzluğun en muhteşem Ruhu, Allah kulu ve Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)'m bildirdiği adı İslâm olan tek gerçek "DİN" anlayışını kavramış ve benimsemiş olan Müslümanlara gelince...

Onlar ötelerinde, yukarıda, gökte, uzayda bir tanrıya değil; o yüce Rasûl'ün "ALLAH" adıyla işaret ettiğinin, Kurân-ı Kerîm' ile açıklanan özelliklerine iman ederler... Bu konuda yakîne erip ikân sahibi olmaya çalışırlar! Bu konuda elde ettikleri yakîn yanı sıra, "Sünnetullah"ı fark edip, anlayıp, gereğini yaşamaya çalışırlar!..

İŞTE GELDİK BUNDAN ÖNCEKİLERLE EN ÖNEMLİ AYIRIM, FARK NOKTASINA!..

Evet, geldik, Allah Rasûlü ve son Nebisi Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) ile kendisinden öncekilerin en önemli fark ve ayırım noktasına...

İslâm adıyla tanıtılan "DİN" anlayışının düşünsel temellerini fark etmek isteyen kişiler ister istemez "Tasavvuf diye isimlendirilmiş alana girerler. Bu sorgulama ve ötesindekileri idrak yolculuğu, ismi "ALLAH" olanı tanıma ve idrak yolculuğunun birinci bölümüdür.

Tasavvufî tabiriyle "fenâfillah" denilen bu yolculukta, kişi kendisinin ve evrenin "var"lığının gerçekte ismi "Allah" olan indinde "yok"luktan ibaret olduğunu; "Yok"tan yaratılmış olduğunu; gerçekte yalnızca "var" olanın "ALLAH" ismiyle işaret edilen olduğunu fark eder... Bu farkediş, sonuçta kendi "yok"luğunu, "HİÇ"liğini fark etmesi realitesine erer! İdrak veya anlayışının "yok" olduğu noktadır bu! "Vahdet" anlayışından çıkılarak yürünülen "Seyri âfakî"de ise, önce kademe kademe tüm varlığın gerçekte "birimlerden oluşmamış tek bir varlık olduğu" yani "Tekillik-Vahidiyet" fark edilir; sonra kapasite elverirse bu anlayış "Ahadiyet" yani "HİÇ"likte noktalanır! Sonuç, mutlak karanlık yaşantısıdır; "âmâ"dır bilinç açısından! İsmi "ALLAH" olanın, "Ahadiyyet", yani "HİÇ"lik sıfatı dolayısıyla, tefekkürün söz konusu olmadığı bu mertebenin yaşantısından dahi söz edilemez!

Ve bundan sonra nasiplileri için "bakâbillah" kemâlâtı başlar...

"Sünnetullah"ta yaşam!

Algılanan ve algılanamayan tüm yapıyı, ilminde, ilmî sûretler halinde kendi sıfat ve esmâsıyla yaratan, "yok"tan "var" kılan; onların, her an yeni bir şa'n (oluş) ile sonsuza dek kulluklarını ortaya koymalarını dilemiştir.

Bu nedenledir ki, evren içre evrenler, belli bir sistem ve düzen içinde açığa çıkmışlardır; ve dahi varoluş amaç ve sistemlerine göre de varlıklarını oluşturan sıfat ve esmâ var oldukça yaşayacaklardır!

İşte bu "Sünnetullah" kapsamında dünya üzerinde açığa çıkmış insan bilinci, bir yandan varlığın ve varlığının hakikatini anlamaya çalışırken; diğer yandan da, varlığını nasıl ve ne şekilde sürdürmesinin, yarını için nasıl daha hayırlı ve olumlu olacağını sorgulamak durumundadır!

Bu soruya cevap ise, en mükemmel şekliyle Allah Rasûlü ve son Nebisi Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) tarafından gelmiştir.

Vahye dayanan Muhammedî öğreti; tanrısal kökenli olmadığı içindir ki "LÂ İLÂHE=TANRI (tanrısallık kavramı) YOKTUR" ile başlamış; ve "illâ ALLAH" diyerek devam etmiştir! "Tanrısallık kavramı yoktur, yalnızca ismi 'ALLAH' olan vardır; ki bu yüzden de bir dış varlığa tapınma söz konusu olmayıp, 'Sünnetullah' gereği yapılası uygulamalar yani 'ibadet' gereklidir." denmiştir anlam itibariyle.

Evet, geçmişteki bazı tespitlere artı olarak gelen "Sünnetullah" bilgisi, konunun, ismi "ALLAH" olanı fark ettikten sonraki en önemli bölümüdür.

İnsanın yaşamını ve geleceğini cennet edecek olan da, cehennemi yaşatacak olan da; kişinin "Sünnetullah"ı değerlendirip, değerlendirmemesine bağlıdır. Yaratılışı elverenler, "Sünnetullah"ı değerlendirirler ve yaşamları, gelecekleri cennet adıyla tanımlanan mutluluk ve huzur ortamı olur! "Sünnetullah"ı değerlendirmeyenler de yaşadıkları günden başlayarak türlü şekillerde yanma ortamı içinde ömür sürerler.

Yani, tüm öncekilerle adı "İSLÂM" olan yegâne "DİN" arasındaki en önemli fark, ismi "Allah" olanı fark ettikten sonra, "Sünnetullah"ı fark edip, ona göre yaşayıp yaşayamama farkıdır!

Çünkü, ismi "ALLAH" olanı tanımakla, varlığın, kişiliğin, bilincin, suda şekerin eriyip yok olması gibi asla yok olmamaktadır!

Taoizm'in söz ettiği "HİÇ"liğe eren de, Nirvana'ya ulaşan da, Yehova'yı bulan da, ismi "Allah" olanın idrak edilemeyecek bir ahadiyyet, derûnundaki özündeki "hiç"lik mertebesi olduğunu fark edip hisseden de; sonsuza kadar kişilik sahibi bir ruh olarak yaşamak durumundadır dünya yaşamından ayrıldıktan sonra; adı "ölüm" olan dönüşüm ile; gideceği hangi ortamda olursa olsun!

Bu yüzdendir ki kişi, hakikatini ne düzeyde fark ederse etsin, sonuçta, SON NEBİ'nin bildirdiği Sistem ve Düzen gerçeklerine göre yaşantısına ve uygulamalarına yön vermek zorundadır ki, bunun bir adı da "Sünnetullah"ı anlayıp ona göre yaşamaktır!

Yaratış Sistemi gereği, herkes, yalnızca kendisinden açığa çıkanın (elleriyle yaptıklarının) sonuçlarını yaşayacağı ve yaşamakta olduğu içindir ki; SON NEBİ Muhammed Mustafa'nın ne anlatmak istediğini kavramak herkes için en önemli yaşam gerçeğidir!

şimdi geliyoruz bu sohbetimizin başındaki "Niçin pek çok Müslüman toplum bugün yeryüzünün en geri kalmış ülkeleridir" sorusunun cevabına.

Bir kısım toplumlar tanrıya inanmadıkları için, ötelerindeki tanrıdan bir şeyler beklemedikleri için, iş başa kalmış; kendi özlerindeki kuvveleri harekete geçirerek yepyeni atılımlar yapmışlardır.

Diğer bir bölüm toplumlarsa, yetiştikleri ekollerden gelen, "güç senin varlığında, dışarıdan bekleme, kendindekini kullanmasını öğren" düşüncesiyle, bütün gayretleriyle kendilerini geliştirmeye çalışmışlardır...

"Sen varlığındaki Yaratan'ın sıfat ve isimlerinin kuvveleriyle pek çok şeyi başarabilirsin; iş ki o kuvveleri keşfet" tasavvufî öğretisinin geçerli olduğu devirlerde, Müslüman toplumlar pek çok alanda Dünya'nın öncüleri olmuşlardır.

Ne yazık ki, zaman içinde "DİN" anlayışı, yalnızca yukarıdakini memnun edip onun rızasını kazanmak diye kabul edilip; ibadeti, yukarıdakine tapınmak diye değerlendiren anlayış yaygınlaşınca, olay rayından çıkmış ve "her şeyi yukarıdakinden beklemek" düşünsel sapmasını oluşturmuştur. Böylece de bir kısım Müslüman toplumların gerileme devri başlamıştır.

Kendi özündeki Yaratan'ın sıfat ve esmasından kaynaklanan kuvvelerle yarınını inşa etmek anlayışı keşfedilmediği; her şey, gerçekte var olmayan yukarıdakinden beklendiği sürece, bu anlayışın yaşandığı toplumların diğerleri yanında geri kalması doğaldır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

"Sizlerin bilmediklerinizi bilirim." Klasik sufi sözünü desene. :)

Cahilliğin ortaya çıkmasın.

Kendini dev aynasında görmekten vazgeç..

Sen bana diyorsun ki.. "Ay' ı suda görüyorum!.. "

Benim sana cevabım şu olur;

Boynunda çıban yoksa neden başını kaldırıp da onu gökte görmüyorsun? Kendini tedavi ettirmek için bir doktor bulmaya bak. Böylece, neye bakarsan gerçekten bakılmaya değer olanı onda görürsün..

Ne demeyi istediğimi anladın ise sonsuza dek mesaj yazmaman gerekiyor...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...