Jump to content

Tanrı: Başarısız Hipotez


Recommended Posts

Yok yok,dünyanın yaşı tartışması bitmiştir,yaş tayini sonuçları aksi yorumlara izin vermiyor.Karbon testi en azından 55.000 yıla kadar kesin bilgi verebiliyor.Ama evrimsel benzerlik öyle değil,bu bir kanıt sorunu değil yöntem sorunu,sen bunu bir türlü anlayamıyorsun.Bak bir kez daha yazayım,bu kanıt sorunu değil,yöntem sorunu.Anladınmı biraderim?

Gelelim benim derdime,senin yöntemi umursamıyor olmanı anlayışla karşılarım. (yöntemcileri değil ama) bilim kurumlarını arkana alman sana yeterli gelebilir,bilimsellik ölçün kurumların kabulünden ibaret olabilir, kurumsal kabul seni tatmin edebilir,bu sebeple yöntemi tartışmaya gerek duymayabilirsin.Ama bu benim için geçerli değil.Benim ölçütlerim bilimsel kurumların kabulüne dayanmıyor,bilimsel yöntemin irdelenmesine dayanıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 286
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Mekanizmanın hayali olduğunu söyleyen yok biraderim.Mekanizma için laba girmene gerekde yok,kendinde gözlersin,olmadı belgesel izlemen yeterli.Doğal seçilim yanlızca bilimsel bir gerçek değil universal bir gerçektir.Mekanizmanın varlığını kimse inkar etmez,edemez.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Yok yok,dünyanın yaşı tartışması bitmiştir,yaş tayini sonuçları aksi yorumlara izin vermiyor.Karbon testi en azından 55.000 yıla kadar kesin bilgi verebiliyor

Tarihlendirme metotlarına bile karşı çıkabilirsin oysa

Nerden biliyorsunuz onun öyle oldugunu, bilmediğimiz etkilerden dolayı tarihleri oldugundan daha eski ölçüyoruz falan diyebilirsin.

Hani onda delile rağmen "bütün bunları Tanrı evrim varmış gibi yarattı aslında" diyebileceğin gibi

Link to post
Sitelerde Paylaş
Tanrı fizik kurallarıdır.Enerji ve bilgidir.Daha doğrusu herşeydir.Varlığın sebebidir.

islam kaynaklarına değindin diye söylüyorum : farkında mısın bilmem ama islamın orjinalinden uzaklaşıp ufaktan panteizme kayıyorsun. islamın allahı enerji madde bilgi vs. değildir. zira islamda mahluk kavramı vardır. yaratan ve yaratılmış aynı şey değildir. allahın sadece kendine özgü sıfatları vardır. kısaca islamda katı bir dualizm söz konusudur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Yok yok,dünyanın yaşı tartışması bitmiştir,yaş tayini sonuçları aksi yorumlara izin vermiyor.Karbon testi en azından 55.000 yıla kadar kesin bilgi verebiliyor.Ama evrimsel benzerlik öyle değil,bu bir kanıt sorunu değil yöntem sorunu,sen bunu bir türlü anlayamıyorsun.Bak bir kez daha yazayım,bu kanıt sorunu değil,yöntem sorunu.Anladınmı biraderim?

Gelelim benim derdime,senin yöntemi umursamıyor olmanı anlayışla karşılarım. (yöntemcileri değil ama) bilim kurumlarını arkana alman sana yeterli gelebilir,bilimsellik ölçün kurumların kabulünden ibaret olabilir, kurumsal kabul seni tatmin edebilir,bu sebeple yöntemi tartışmaya gerek duymayabilirsin.Ama bu benim için geçerli değil.Benim ölçütlerim bilimsel kurumların kabulüne dayanmıyor,bilimsel yöntemin irdelenmesine dayanıyor.

1. Old Earth savunucularının argümanlarını inceledin mi? Onlara soracak olursan savundukları şey tamamen bilimsel. Kendilerine göre bunu gayet güzel açıklıyorlar. Onları da biraz incele istersen.

2. Ne kurumundan bahsettiğini bilmiyorum ama benim bilimsellik algımda kurumsal kabul falan yok. Hangi kurumun neyi kabul ettiği beni ilgilendirmez. Ben bilgim elverdiği sürece kendi algıma ve düşünsel süzgecime güvenirim. Bilgimin yeterli olmadığı yerlerde ise elbette konuda uzman bilimcilerin görüşlerini temel alırım ama bunları da yine kendi süzgecimden geçiririm. Evrim olmadığını iddia etmek milyonlarca farklı türün tamamının birbirinden bağımsız ve ayrı olarak özel olarak yaratıldıklarını kabul etmeyi gerektirir. Buna ait herhangi bir delil var mı? En ufak bir delil var mı? Böyle bir görüşün bilimsel olarak gerçeklile uzaktan yakından bir ilgisi olduğunu veya olabileceğini gösteren en ufak bir delil var mı? Varsa söyle de bilelim. Eğer gösteremiyorsan bu tartışma bitmiş demektir. Tartışmanın bitmediğini iddia ediyorsan canlıların ayrı ayrı özel olarak yaratıldığını gösteren delillerin olduğunu düşünüyor olman gerekir. Yoksa tartışma neden devam etsin ki? Birkaç şuursuz kaplumbağanın ağlamalarını ciddiye mi almalıyız yoksa? Ortada hiçbir delil yokken bunu neden yapalım?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 4 weeks later...

Victor Stenger’ın God: The Failed Hypothesis kitabından bölümler aktarmaya devam ediyorum. Bu sefer lafı fazla uzatmadan direk konuya girmek istiyorum. Yazının konusu evrenin başlangıcının olup olmadığı ve varsa bu başlangıcın özel, belirli bir nedeni var mıdır yok mudur…

Başlangıç ve Neden

Büyük patlamanın deneysel gerçekliği bazı teistlerin, bunun bir yaratıcının varlığını kanıtladığını iddia etmelerine neden oldu. 1951′de Papa 12. Pius, Papalık Akademisinde şöyle dedi: “Zaman içinde yaratılış gerçekleşti, bu nedenle bir Yaratıcı vardır, bu yüzden de Tanrı vardır.” Büyük patlama düşüncesini ilk kez ileri süren kişi olan astronom/rahip Georges Henri Lemaître, Papa’ya bu ifadesinin “mutlak” olmaması için tavsiyede bulundu. [burada Papa'nın yanılmazlığı dogmasına atıfta bulunuluyor. -dv]

Hristiyan apolojist William Lane Craig, evrenin başlangıcı olması gerektiğini ve bu başlangıcın da kişisel bir yaratıcıya işaret ettiğini düşündüğü bir dizi sofistike argüman ileri sürmüştür [burada yaratıcı için kullanılan kişisel kelimesi yaratıcının irade, duygu, amaç ve diğer kişisel özellikleri olduğunu ifade etmektedir. -dv]. Bunlardan biri 1916′da Einstein tarafından yayımlanmış ve o günden itibaren birçok zorlayıcı deneysel testten geçmiş olan modern kütle çekim teorisi olan genel göreliliğe dayanmaktadır.

1970 yılında kozmolog Stephen Hawking ve matematikçi Roger Penrose, daha önce Penrose tarafından çıkarsanmış olan bir teoremi kullanarak büyük patlamanın başlangıcında bir tekilliğin varolduğunu “kanıtladılar”. Genel göreliliği ekstrapolasyon ile sıfır zamanına doğru geri çektiğimizde evren devamlı olarak küçülürken evrenin yoğunluğu ve kütle çekimsel alan devamlı artar. Evrenin boyutu sıfıra doğru giderken yoğunluk ve kütle çekim alanı (en azından genel göreliliğin metamatiğine göre) sonsuza gider. Craig, bu noktada zamanın durması gerektiğini ve böylece bu andan daha önceki bir zamanın varolamayacağını iddia eder.

Fakat Hawking daha sonra önceki kanıtını reddetti. Zamanın Kısa Tarihi (A Brief History of Time) adlı kitabında “Evrenin başlangıcında gerçekte bir tekillik yoktu.” demiştir. Penrose’un da hemfikir olduğu bu düzeltilmiş sonuç, Einstein’ın görelilik teorilerinin ortaya çıkmasından sonra geliştirilmiş olan kuantum mekaniğine dayanmaktadır. Şimdiye kadar büyük hassasiyetle doğrlunmış olan kuantum mekaniği bize genel göreliliğin (en azından bugünkü formülasyonuyla) Planck zamanından kısa süreler ve Planck boyundan kısa mesafeler için geçersiz hale geleceğini söylemektedir. Buradan çıkan sonuç şudur: Genel görelilik, Planck zamanından önce tekillik olduğunu göstermek için kullanılamaz ve Craig’in zamanın başlangıcı olduğunu göstermek için tekillik teoremini kullanması geçersizdir.

Craig ve diğer teistler bununla alakalı başka bir iddiada daha bulunuyorlar: Evrenin bir noktada mutlaka başlangıcı olması gerekir çünkü eğer evren sonsuz yaşında olsaydı bugüne ulaşması için sonsuz zamandan geçmiş olması gerekirdi. Fakat filozof Keith Parsons’un işaret ettiği gibi “Evrenin sonsuz yaşında olduğunu söylemek başlangıcı olmadığını söylemek demektir—sonsuz zaman önce bir başlangıca sahip olduğunu değil.”

Yazının devamı ->>

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 11 months later...

Selamlar,

Yaşamış olduğumuz uzay-zaman evreninde, bir yaratıcıya ulaşabilmeyi, varolduğunu düşünmek için kanıtlandırmaya çalışarak, gerekli bulan insan, boyutlar üstü olan Yaratıcıyı bulmakta ne kadar zorlanabilir, bir örnekle anlatmaya gayret edeyim.

"Bir gazete kağıdı gibi, kalınlıksız; yani yükseklik diye bir kavramın bilinmediği iki boyutlu bir uzayda yaşayan iki boyutlu varlıklar olduğunu düşünelim. Bu varlıklar için evrenlerindeki tüm noktalar iki koordinat noktası ile tanımlanabilmektedir. Sadece x ve y eksenlerinde belirlenecek iki değer ve bunların kesişimleri, onların evrenindeki mekan noktalarından bir tanesini rahatlıkla tanımlayabilir. Şimdi, bu iki boyutlu evreni, evimizdeki yemek masasının üzerindeki bir kağıt parçası üzerinde gibi düşünelim (gerçi kağıdın da bir kalınlığı vardır ama, onu şimdilik yok sayıyorum). Biz üç boyutlu yaratıklar olduğumuz için, onların iki boyutlu dünyasını tamamen gözlemleyebilir, hatta "yükseklik" bilgisinden mahrum olmaları karşısında belli bir acıma duygusuna bile kapılabiliriz. Gerçekten de, iki boyutlu ülkenin bazı bilim adamları, bir başka boyutun varlığını tartışmaya açsalar bile, iki boyutun dışını algılayabilecek herhangi bir yöntemleri olmadığından ve daha da kötüsü, tüm evrenleri iki boyutlu olduğundan, ne kendileri, ne öğrencileri ne de iki boyutlu evrende yaşayan diğer insanlar tam olarak "üçüncü bir boyut"un nasıl bir şey olduğunu hayal edemeyeceklerdir. Fakat iki boyutlu evrende yaşayan bu "insanlar" neden bir başka boyutun varlığı gibi kendilerini hiç ilgilendirmeyen bir sorunu kafaya taksınlar ki?

Eğer biz, yemek masamız üzerindeki kalınlıksız düzlemde yaşayan bu iki boyutlu insanlarla ilişkiye geçmeye kalkarsak, onlar için bazı garip durumlar baş gösterir. Sözgelimi bu evrenin katı değil de, bulutsu, gevşek bir yapıda olduğunu düşünelim. Bu tip bir iki boyutlu evrene, üç boyutlu bir cismi dahil ettiğimizde (örneğin ellerimizi yüzeyine dik tutarak, parmaklarımızı daldırdığımızda) bu evrenin insanları için anlaşılmaz bir takım olaylar baş gösterir. Biz elimizi tepeden daldırırken, önce en uzun olan orta parmağımız evreni delip karşıya geçer, sonra bunu diğer daha kısa olan parmaklarımız izleyecektir. En sonunda, parmaklarımızın birleştiği elin gövde kısmı o evrene girer ve kolumuzu geçirerek bu yolculuğa istediğimiz kadar devam edebiliriz (ya da elimizi geri çekebiliriz). Şimdi o zavallı insacıkların görecekleri manzarayı hayal etmeye çalışın: Onların iki boyutlu evreniyle bizim orta parmağımız ilk kez temas ettiğinde, o evrenin sakinleri, evrenle parmağımızın kesişimi (veya parmağımızın izdüşümü) olan bir "nokta" göreceklerdir. Daha sonra bu nokta gittikçe büyüyen bir daire halini alır (parmağımızı ilerletmeye devam ediyoruz) ve maksimum bir büyüklüğe eriştikten sonra büyüklüğü sabit kalır. Fakat bu sabit yapıya yakından (hatta çok yakından, örneğin mikroskopla) bakarsanız aslında onun da hareketsiz olmadını görürsünüz; kenarları sürekli minik değişimler geçirmektedir (parmaklarımız ilerledikçe, üzerindeki izler, deri boğumları vb. sürekli olarak "izdüşümü" değiştirirler). İki boyutlu insanlar bu duruma bir açıklama getirmeye çalışadursunlar, evrenin ayrı ayrı yerlerinde benzer şekillerde yapılar kendiliğinden ortaya çıkmaya başlar (diğer parmaklarımız). Bunlar da benzer değişimler geçirmektedirler. İki boyutlu evrenimizin bilim adamlarından bazıları, bunların aynı "tür" yapılar olduklarını düşünürken, bir kısmı da bunların bağımsız olarak fakat belli fizik kuralları çerçevesinde böyle davrandıklarını öne sürerler. "Henüz açıklayamadık ama sanıyoruz yakında açıklığa kavuşacak" inancına sahiptir bu insanların bir çoğu."

Buna Astrofizikçi Hugh Ross şöyle bir varsayım getiriyor;

"Zaman, olayların meydana geldiği boyut olduğuna göre, eğer madde, Big Bang'la ortaya çıkmışsa, o halde evreni ortaya çıkaran sebebin evrendeki zaman ve mekandan tümüyle bağımsız olması gerekir. Bu da bize Yaratıcı'nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu göstermektedir."

Teşekkürler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Zaman, olayların meydana geldiği boyut olduğuna göre, eğer madde, Big Bang'la ortaya çıkmışsa, o halde evreni ortaya çıkaran sebebin evrendeki zaman ve mekandan tümüyle bağımsız olması gerekir. Bu da bize Yaratıcı'nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu göstermektedir.

İyide, madde big bangla ortaya çıkmadı ki...

Link to post
Sitelerde Paylaş
>>> Zaman, olayların meydana geldiği boyut olduğuna göre, eğer madde, Big Bang'la ortaya çıkmışsa, o halde evreni ortaya çıkaran sebebin evrendeki zaman ve mekandan tümüyle bağımsız olması gerekir. Bu da bize Yaratıcı'nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu göstermektedir.

İyide, madde big bangla ortaya çıkmadı ki...

ne zaman ve ya neyle ortaya çıkmış o zaman?

tarihinde aisto tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> ne zaman ve ya neyle ortaya çıkmış o zaman?

Yok olduğu bir zaman yok ki, ortaya çıkmış olsun.. Anlamaktan kaçındığınız nokta burası zaten.. Madde hep vardı, hiç yok olmadı ki..

Nasıl emin olabiliyoruz: Madde ve enerji yoktan var olmaz, var ikende yok olmaz.. Şu anda madde var, o halde, bunun bir zamanlar yok olmuş olması, termodinaik kanunlarına göre imkansızdır..

Link to post
Sitelerde Paylaş
>>> ne zaman ve ya neyle ortaya çıkmış o zaman?

Yok olduğu bir zaman yok ki, ortaya çıkmış olsun.. Anlamaktan kaçındığınız nokta burası zaten.. Madde hep vardı, hiç yok olmadı ki..

Nasıl emin olabiliyoruz: Madde ve enerji yoktan var olmaz, var ikende yok olmaz.. Şu anda madde var, o halde, bunun bir zamanlar yok olmuş olması, termodinaik kanunlarına göre imkansızdır..

Evrende entropi hep artmaktadır. Evrendeki madde miktarı sonsuz olmadından birgun evren maksimum entropiye ulaşacaktır. Eğer madde hep var olmus olsaydı entropinin maksimum olduğu andan hemen sonra entropi tekrar düsmeye baslayacaktı, buna sebeb ne olaki?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Selamlar,

Yaşamış olduğumuz uzay-zaman evreninde, bir yaratıcıya ulaşabilmeyi, varolduğunu düşünmek için kanıtlandırmaya çalışarak, gerekli bulan insan, boyutlar üstü olan Yaratıcıyı bulmakta ne kadar zorlanabilir, bir örnekle anlatmaya gayret edeyim.

"Bir gazete kağıdı gibi, kalınlıksız; yani yükseklik diye bir kavramın bilinmediği iki boyutlu bir uzayda yaşayan iki boyutlu varlıklar olduğunu düşünelim. Bu varlıklar için evrenlerindeki tüm noktalar iki koordinat noktası ile tanımlanabilmektedir. Sadece x ve y eksenlerinde belirlenecek iki değer ve bunların kesişimleri, onların evrenindeki mekan noktalarından bir tanesini rahatlıkla tanımlayabilir. Şimdi, bu iki boyutlu evreni, evimizdeki yemek masasının üzerindeki bir kağıt parçası üzerinde gibi düşünelim (gerçi kağıdın da bir kalınlığı vardır ama, onu şimdilik yok sayıyorum). Biz üç boyutlu yaratıklar olduğumuz için, onların iki boyutlu dünyasını tamamen gözlemleyebilir, hatta "yükseklik" bilgisinden mahrum olmaları karşısında belli bir acıma duygusuna bile kapılabiliriz. Gerçekten de, iki boyutlu ülkenin bazı bilim adamları, bir başka boyutun varlığını tartışmaya açsalar bile, iki boyutun dışını algılayabilecek herhangi bir yöntemleri olmadığından ve daha da kötüsü, tüm evrenleri iki boyutlu olduğundan, ne kendileri, ne öğrencileri ne de iki boyutlu evrende yaşayan diğer insanlar tam olarak "üçüncü bir boyut"un nasıl bir şey olduğunu hayal edemeyeceklerdir. Fakat iki boyutlu evrende yaşayan bu "insanlar" neden bir başka boyutun varlığı gibi kendilerini hiç ilgilendirmeyen bir sorunu kafaya taksınlar ki?

Eğer biz, yemek masamız üzerindeki kalınlıksız düzlemde yaşayan bu iki boyutlu insanlarla ilişkiye geçmeye kalkarsak, onlar için bazı garip durumlar baş gösterir. Sözgelimi bu evrenin katı değil de, bulutsu, gevşek bir yapıda olduğunu düşünelim. Bu tip bir iki boyutlu evrene, üç boyutlu bir cismi dahil ettiğimizde (örneğin ellerimizi yüzeyine dik tutarak, parmaklarımızı daldırdığımızda) bu evrenin insanları için anlaşılmaz bir takım olaylar baş gösterir. Biz elimizi tepeden daldırırken, önce en uzun olan orta parmağımız evreni delip karşıya geçer, sonra bunu diğer daha kısa olan parmaklarımız izleyecektir. En sonunda, parmaklarımızın birleştiği elin gövde kısmı o evrene girer ve kolumuzu geçirerek bu yolculuğa istediğimiz kadar devam edebiliriz (ya da elimizi geri çekebiliriz). Şimdi o zavallı insacıkların görecekleri manzarayı hayal etmeye çalışın: Onların iki boyutlu evreniyle bizim orta parmağımız ilk kez temas ettiğinde, o evrenin sakinleri, evrenle parmağımızın kesişimi (veya parmağımızın izdüşümü) olan bir "nokta" göreceklerdir. Daha sonra bu nokta gittikçe büyüyen bir daire halini alır (parmağımızı ilerletmeye devam ediyoruz) ve maksimum bir büyüklüğe eriştikten sonra büyüklüğü sabit kalır. Fakat bu sabit yapıya yakından (hatta çok yakından, örneğin mikroskopla) bakarsanız aslında onun da hareketsiz olmadını görürsünüz; kenarları sürekli minik değişimler geçirmektedir (parmaklarımız ilerledikçe, üzerindeki izler, deri boğumları vb. sürekli olarak "izdüşümü" değiştirirler). İki boyutlu insanlar bu duruma bir açıklama getirmeye çalışadursunlar, evrenin ayrı ayrı yerlerinde benzer şekillerde yapılar kendiliğinden ortaya çıkmaya başlar (diğer parmaklarımız). Bunlar da benzer değişimler geçirmektedirler. İki boyutlu evrenimizin bilim adamlarından bazıları, bunların aynı "tür" yapılar olduklarını düşünürken, bir kısmı da bunların bağımsız olarak fakat belli fizik kuralları çerçevesinde böyle davrandıklarını öne sürerler. "Henüz açıklayamadık ama sanıyoruz yakında açıklığa kavuşacak" inancına sahiptir bu insanların bir çoğu."

Buna Astrofizikçi Hugh Ross şöyle bir varsayım getiriyor;

"Zaman, olayların meydana geldiği boyut olduğuna göre, eğer madde, Big Bang'la ortaya çıkmışsa, o halde evreni ortaya çıkaran sebebin evrendeki zaman ve mekandan tümüyle bağımsız olması gerekir. Bu da bize Yaratıcı'nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu göstermektedir."

Teşekkürler.

Üst boyutlar analojisiyle Tanrı'nın varlığını kanıtlamak, sofistike dincilerin sıkça başvurdukları ve ortalama vatandaşı ikna etmede az çok başarılı oldukları bir yöntemdir.

Üst boyutlara dayalı argümanların tüm temel noktalarını içine alan ve oldukça öğretici kabul edilebilecek "flatland" romanı, bu konuyu incelemek için ideal bir örnektir.

Edwin Abbott'un 1884 tarihli Flatland romanı, matemetik üzerine sürrealist bir hikayedir. Bu hikaye iki boyutlu bir dünyada başlar. Bu dünyada yaşayanlar, iki boyutlu geometrik cisimlerdir. Örneğin çizgi, üçgen, kare, daire, beşgen, vs. Sola, sağa, ileriye ve geriye hareket edebilmektedir bu cisimler. Fakat yukarı ve aşağı kavramları, bu dünyada tanımlı değildir.

Bir gün, kendisi bir matematikçi olan kare, flatland'de ilginç bir fenomenle karşılaşır. Bir yabancı ilginç bir biçimde büyüklük değiştirmektedir. Bir noktadan başlayıp, küçük bir daireye, oradan büyük bir daireye dönüşmekte, sonra yine küçük bir daire olup, son olarak da yok olmaktadır. Flatland sakinlerinin normal koşullarda büyüklükleri değişmediğinden, kare bu duruma şaşırmıştır. Yabancı, kendisine durumu açıklar. Der ki ben büyüklük değiştiren bir daire değil, pek çok daireden oluşmuş bir yapıyım. Adım küre. Bir düzlemsel şekil değil, üç boyutlu katı bir cismim. Sen bana daire diyorsun, ama daire olan sadece benim sizin dünyanıza olan izdüşümümdür.

Kare durumu hala anlamadığından, küre analoji kullanarak durumu kendisine açıklamaya çalışır.

Küre: Söyle bana bay matemetikçi kare, bir nokta, kuzey yönünde ilerlese, çizdiği yörüngeye ne ad verirsin?

Kare: Çizgi adını veririm.

Küre: Peki bir çizginin kaç ucu vardır?

Kare: İki.

Küre: Peki, bir nokta kuzey güney doğrultusunda ve doğu batı doğrultusunda birbirine paralel olarak hareket etse ve her doğrultuda eşit mesafe katederek başladığı yere dönse, ortaya ne çıkar?

Kare: Bir kare çıkar.

Küre: Bir karenin kaç kenarı ve kaç açısı vardır?

Kare: Dört kenarı ve dört açısı.

Küre: Şimdi hayal gücünü biraz çalıştır ve flatland'de bir kare düşün, ve bu karenin yukarı doğru hareket ettiğini hayal et.

Fakat problem, yukarı kavramının kare için tanımsız ve anlamsız olmasındadır. Üçüncü boyutu hiçbir zaman algılamamış olan kare için, durum hala anlaşılmaz bir laf salatasıdır. Bu yüzden, küre ona anlayabileceği bir kanıt sunar:

Küre: Eğer bir nokta, 2 ucu olan bir çizgi oluşturuyorsa, bir çizgi 4 ucu olan bir kare oluşturuyorsa, bu durumda bir sonraki sayı 8'dir. Bu üç boyutlu uzayda bir küreye denk düşer. 6 yüzeyi ve 8 köşesiyle. Eğer bir noktanın 0 kenarı varsa, bir çizginin 2 kenarı varsa, bir karenin 4 kenarı varsa, bir sonraki sayı 6'dır. Bir üst şeklin 6 kenarı olacak demektir. Aynı zamanda da 8 ucu, yani köşesi.

Fakat kare hala durumu anlamamıştır. Küreye kendisiyle dalga geçmemesini söyler. Küre ise, bıkkınlık içinde, son çare olarak flatland'e uzanır ve kareyi üç boyutlu uzaya çıkarır. Tabi kare anında bir kübe dönüşüverir. Ve anında durumu anlar.

Bu farkettiği yenilikten öyle bir etkilenir ki, kübün aklına hemen başka bir düşünce gelir. Eğer bir küre, pek çok dairenin bir araya gelmesinden oluşmuşsa, üç boyutlu uzayın da üzerinde, pek çok küreyi içinde barındıran bir üst şekil olmalıdır diye düşünür.

Küp: Ulu küre, beni üç boyutlu uzaya çıkararak, iki boyutlu dünyadaki tüm ülkedaşlarımı iç organlarına kadar kuş bakışı görmemi sağladı. Öyleyse, benim gibi bir kulunu, bir sonraki düzeye, yani 3 boyutlu uzaydan alıp, 4 boyutlu uzaya götürememesi için ne sebep var?

Fakat küre, böyle bir saçmalığı duymak bile istememektedir.

Küre: Öyle bir 4 boyutlu diyar bulunmamaktadır. Bu tür fikir bile tamamen anlaşılmaz ve absürddür.

Fakat küp, üçüncü boyutu kendisine kanıtlamak için kürenin kullandığı argümanı hatırlar. Der ki:

Küp: Aşağıda, flatland'de bir noktadan bir çizgi oluşmasına bakarak, bir çizgiden de bir kare oluşmasına bakarak, kareden bir kübün oluşacağı üçüncü bir boyutun varlığını çıkarsamamı beklememiş miydiniz? Aynı analoji argümanı gereği, 4. bir algılanamaz boyutun olması gerekmez mi?

Küre: Analoji mi? Ne analojisi? Öyle saçmalık olmaz.

Küp: Hareket eden boyutsuz bir nokta, bir boyutlu ve 2 ucu olan bir çizgiyi oluşturmamış mıydı? Daha sonra, iki boyutlu düzlemde hareket eden bir çizgi 4 ucu olan bir kare oluşturmamış mıydı? Aynı zamanda, üçüncü boyutta hareket eden bir kare 8 ucu (köşesi) olan bir şekil (küp) oluşturmamış mıydı? Öyleyse, bana sunduğunuz argüman gereği, bir sonraki sayı 16'dır. Bir kübün, bir üst boyutta, 16 ucu olan bir üst şekil oluşturması gerekir.

Küre, bakar ki kübe laf anlatmasına imkan yok, aldığı gibi onu tekrar iki boyutlu flatland'e gönderir. Böylece orada küp tekrar iki boyutlu bir zavallı kare halini alır. Hikaye karenin hapse girmesiyle biter. Çünkü kendisi tecrübe ettiği üst boyutu flatland sakinlerine anlatmaya çalışmış ve ortalığı karıştırmıştır.

Uzun lafın kısası, tekrar konumuza dönersek, hikayedeki kıssadan hisse şudur:

Tanrı'yı kanıtlamak için kullanılan tüm argümanlar, ondan daha üst bir varlığı kanıtlamak için de aynen kullanılabilir. Bu şekilde, bu akıl yürütme sonsuza gider. Dolayısıyla, sonuçsuzdur. Eğer algılanamaz, tecrübe edilemez bir alemden bahsediliyorsa, kimsenin algılamadığı ve tecrübe etmediği böyle bir alemin varolup olmadığı dahi bilinemez. Eğer varsa ise, ondan daha üst bir benzeri alemin varolup olmadığı bilinemez. Dolayısıyla, algılanamaz dünya hakkında spekülasyon yapmak, ya da "metafizik" yapmak, boş bir çabadır ve kişiyi bir yere götürmez. Bu yüzden böyle bir alem ile ilgili herhangi bir sonuç çıkarmak, ya da bir kabulde bulunmak da tamamen keyfi bir tavırdır ve akıl ve mantık açısından geçerli görülemez. Bilimsel açıdan en tutarlı tavır, algılanamaz ve tecrübe edilemez herhangi birşeyle ilgili bir yargıda bulunmamakdır.

Peki yok kabul etmek, olmadığı anlamına gelir mi diye sorulursa, elbette ki gelmez. Fakat elimizdeki imkanlarla algılamanın ve tecrübe etmenin mümkün olmadığı bir şeyi yok kabul etme hakkımız vardır. Hatta bu en doğal tavırdır. Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir elbette ama varlığın kanıtı hiç değildir. Sonuçta böyle bir durumda verilebilecek herhangi bir yargı bir kabul olmaya mahkumdur ve bilimin tutumluluk ilkesi gereği, en sade açıklamalar kabul edilmeli, açıklamalar gereksiz yere kompleksleştirilmemelidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bilim tanrinin varligina ulasiyor diyen teistler OKUMALI

Gercekten cok guzel bir yazi.... ;)

bunların cevapları zaten var sadece gidip kuran alıp okumak yeterlidir.eğer alabilecek paran yoksa müslüman arkadaşlarından iste , yada camilerde bulunur veya çok zor değil ver bana sana ulaşabileceğim bir adres kendim sana kargoyla göndereyim.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Üst boyutlar analojisiyle Tanrı'nın varlığını kanıtlamak, sofistike dincilerin sıkça başvurdukları ve ortalama vatandaşı ikna etmede az çok başarılı oldukları bir yöntemdir.

Tanrı'yı kanıtlamak için kullanılan tüm argümanlar, ondan daha üst bir varlığı kanıtlamak için de aynen kullanılabilir. Bu şekilde, bu akıl yürütme sonsuza gider. Dolayısıyla, sonuçsuzdur. Eğer algılanamaz, tecrübe edilemez bir alemden bahsediliyorsa, kimsenin algılamadığı ve tecrübe etmediği böyle bir alemin varolup olmadığı dahi bilinemez. Eğer varsa ise, ondan daha üst bir benzeri alemin varolup olmadığı bilinemez. Dolayısıyla, algılanamaz dünya hakkında spekülasyon yapmak, ya da "metafizik" yapmak, boş bir çabadır ve kişiyi bir yere götürmez. Bu yüzden böyle bir alem ile ilgili herhangi bir sonuç çıkarmak, ya da bir kabulde bulunmak da tamamen keyfi bir tavırdır ve akıl ve mantık açısından geçerli görülemez. Bilimsel açıdan en tutarlı tavır, algılanamaz ve tecrübe edilemez herhangi birşeyle ilgili bir yargıda bulunmamakdır.

Peki yok kabul etmek, olmadığı anlamına gelir mi diye sorulursa, elbette ki gelmez. Fakat elimizdeki imkanlarla algılamanın ve tecrübe etmenin mümkün olmadığı bir şeyi yok kabul etme hakkımız vardır. Hatta bu en doğal tavırdır. Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir elbette ama varlığın kanıtı hiç değildir. Sonuçta böyle bir durumda verilebilecek herhangi bir yargı bir kabul olmaya mahkumdur ve bilimin tutumluluk ilkesi gereği, en sade açıklamalar kabul edilmeli, açıklamalar gereksiz yere kompleksleştirilmemelidir.

Paylaşmış olduğunuz hikaye, bahsetmeye çalıştığıma bir başka senaryo ile yaklaşılmış güzel bir örnekti, bu bakımdan teşekkürler.

Anlattıklarınızda, anlatmaya çalıştıklarıma tercüman olmuşsunuz. Sizinde bahsettiğiniz gibi, bir yaratıcı için kullanılablinecek tüm önermeler, bir üst varlığı kanıtlamak içinde kullanılabileceğinden, akıl yürütmemiz sonsuza gider. Aksine bu bir sonuçsuzluk değil, Yaratıcının vasfına tam bir uyumluluktur. Yani "sonsuzluk"! Hemde her bakımdan.

Teşekkürler.

tarihinde lKMl tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Aksine bu bir sonuçsuzluk değil, Yaratıcının vasfına tam bir uyumluluktur. Yani "sonsuzluk"! Hemde her bakımdan.

Biraz karıştırmışsınız.

Bir üst varlıgı kanıtlamak için kullanılacak tüm önermeler daha üst bir varlığı kanıtlamak içinde kullanılabiliyorsa ve bu böyle sonsuza gidiyorsa "Ahanda işte bu sonsuzluk Tanrıdır" diyemezsin. Teolojide sonsuz olan Tanrı'nın gücü ve ilmidir yoksa Tanrı kanıtlamak için kullanılan önermeler kısır bir sonsuz döngüye girince buna Tanrı'nın delili diyemezsin. Tanrı'yı kanıtlamak için kullandıgın akıl yürütmenin tutarsız oldugunu anlarsın o kadar. Ayrıca George Cantor'un gösterdiği üzere bütün sonsuzlukları kapsayacak mutlak anlamda en büyük sonsuzluk matematiksel olarak mümkün değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...