Abdurrahman 0 Oluşturuldu: Temmuz 30, 2008 Raporla Share Oluşturuldu: Temmuz 30, 2008 Bu konuda canlıların oluşumu ve evrimi konusu uzun vadede ve alt başlıklar altında yazılacaktır. Konu tartışma için değil, bilgi kaynağı olması açısından açılmıştır. Hiçbir şekilde bir siteden kopyala yapıştır değildir. 1. Yaşamın ( Hayatın ) Başlangıcı Hakkında Genel Görüşler : Yaşamın başlangıcı konusu, uygarlık tarihinin her çağında düşünen insanları, bilginleri ve filozofları uğraştıran bir problem olmuş ve her çağın bilim ve teknik düzeyine ve felsefe görüşüne göre problem için birçok çözüm yolları önerilmiştir. Konu ile ilgili olarak, çağlar boyu süregelen değişik görüş ve inanışları dört varsayım (hipotez) halinde özetlemek mümkündür. Birinci varsayım, Doğa üstü bir kuvvetin ( Tanrı'nın ) yaratma gücü ile yaşamın ve tüm canlıların varoluşu inancına dayanır. Bütün kutsal kitaplarda yeralan bu düşüncenin bilimsel veya fiziko-kimyasal olarak açıklaması bugün için mümkün görülmemektedir. İkinci varsayıma göre hayat, basit şekli ile cansız maddelerden kısa sürelerde birden ortaya çıkmıştır. Örneğin: " solucanların, kurtların peynirden ve odundan, böceklerin ve sineklerin inek dışkısından, toprak farelerinin Nil nehrinin çamurlarından meydana geldikleri " şeklindeki düşünceler gibi. İnsanlar bu olağan dışı görüşü, bin yıl gibi uzun bir süre benimsemişlerdi. Ancak 17. Yüzyıl ortalarında bu garip düşünceden vazgeçilmiş, buna karşı canlı varlıkların yalnız yumurtalardan oluşabileceğini ileri sürülmüştür. Özellikle William HARLEY ( 1578 - 1657 ), bütün hayvanların yumurtalardan meydana geldiklerini açıklamıştı. Üçüncü hipoteze göre, hayat madde ile birlikte ezelden beri mevcuttur. Bu bakımdan başlangıcı yoktur. Yeryüzünde, Yerin oluşumu ile birlikte veya bu olaydan hemen sonra yaşam başlamıştır. Diğer bir deyimle, bu varsayım hayatın kökeninin ( orjininin ) Dünyamız dışında, Evrende olduğunu kabul eder. Bu görüş, 19. Yüzyılın sonlarına doğru yaygın biçimde bilim çevrelerini etkilemişti. S.A. ARRHENIUS ( 1859-1927 ) gibi bilginler, yeryüzünde hayatın başlamasını uzaydan gelen mikroorgonizmalar ve sporlar ( özel deyimi ile panspermialar ), uzaydaki ışınım ( radyasyon ) basıncı ile bir gezegenden diğer gezegene, Bir Güneş Sisteminden başka bir Güneş Sistemine taşınmışlardır. Fakat, bugünkü bilginlerimize göre, mikroorganizmaların uzaydaki soğuğa, boşluğa ve ışınların öldürücü etkilerine dayanabilmeleri olanağı yoktur. Etkilerine dayanabilme olanağı yoktur. Dördüncü varsayım, yeryüzündeki yaşamın Yer evriminin başlangıç safhalarında sürekli ve aşamalı kimyasal reaksiyonlar sonucu olarak meydana geldiğini kabul eder. Başka bi deyimle, canlı varlıkları oluşturan organik bileşimler, başlangıçta organik veya biyolojik maddelerden meydana gelmişlerdir. T.H. HUXLEY ( 1869 ) ve J. TYNDALL ( 1874 ) hayatın anorganik kimyasal maddelerden oluşabileceğini yüzyıl önce ileri sürmüşler fakat bu olayın nasıl gerçekleşebileceğini açıklayamamışlardı. Oysa 1828'den beri organik moleküller dizi halinde anorganik kimyasal maddelerden üretilmektedir. Bu çeşitli görüş ve düşüncelerden anlaşılacağı üzere, yeryüzünde yaşamın başlaması olayı birçok konuları içerisine alan karmaşık bir problemdir. Problemin günümüzdeki çözümü ise, bir seri konuların bilimsel olarak incelenmesi, araştırılması şeklinde yürütülmektedir. Bu konuların başlıcaları : canlıların organik maddelerinin kimyasal bileşimi ( moleküler biyoloji ); Yerin atmosferinin durumu, serbest oksijenin evrimi; labaratuvar deneyleri ile anorganik - abiyolojik maddelerden organik bileşimlerin elde edilmesi; canlıların ilk fosil izleri ( moleküler fosiller ); meteoritlerde ve Dünya dışındaki gezegenlerde muhtemel hayat izleri, hayat emareleri'dir. Link to post Sitelerde Paylaş
anibal 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi İlginç.. Neden burada, 1950'ler ve sonrası (Urey-Miller deneyinden sonrası yani..) yaşamış birinin adı yok acaba? Huxley'in hipotezlerinin bugün kanıtlanmış olduğu ve bugün hayatın anorganik yapılardan ortaya çıkabileceği kesinleşmiş bir bilgidir.. Ama arada mesela şunlar var: >>> Fakat, bugünkü bilginlerimize göre, mikroorganizmaların uzaydaki soğuğa, boşluğa ve ışınların öldürücü etkilerine dayanabilmeleri olanağı yoktur. Etkilerine dayanabilme olanağı yoktur. Gene ilginç.. Çünkü biz bugünkü bilgilerimizle bunun tam tersini biliyoruz. Hatta, asitli vs. ortamlar gibi, çok daha sert koşullarda yaşayan canlıların varlığını da biliyoruz. Ekstramofil nedir, ne demektir bir öğren derim.. Diğer yandan, mesela şunlar yok: RNA Alemi: Poli-* yoluyla ortaya çıkan RNA ve onunla gelişen hayat.. Iron-sulfur tepkimeleri: Demir ve kükürdün deniz dibi gayzerleri çevresinde girdikleri tepkimeler sonucu metabolizmanın ortaya çıkışı ve etrafında hayatın gelişmesi.. Bu liste pek bir uzundur aslında, ama neden burada yok, bu da ayrı bir soru elbette.. Link to post Sitelerde Paylaş
haci 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi Anibal Bu başlık da tavanaralık... Uygun görüyorsan oraya yolla.. Selamlar. HACI Link to post Sitelerde Paylaş
Pald 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi S.A. ARRHENIUS ( 1859-1927 ) gibi bilginler, yeryüzünde hayatın başlamasını uzaydan gelen mikroorgonizmalar ve sporlar ( özel deyimi ile panspermialar ), uzaydaki ışınım ( radyasyon ) basıncı ile bir gezegenden diğer gezegene, Bir Güneş Sisteminden başka bir Güneş Sistemine taşınmışlardır. Fakat, bugünkü bilginlerimize göre, mikroorganizmaların uzaydaki soğuğa, boşluğa ve ışınların öldürücü etkilerine dayanabilmeleri olanağı yoktur. Etkilerine dayanabilme olanağı yoktur. Mikro organizmalar uzaydan dünyamıza gelemezlermiş ! Bak bakalım gelebilirlermiymiş ! Sekiz milyon yıl yaşayabilmek mümkündür. Ancak, buzulların derinliklerinde korunmuş bir bakteri olmak şartıyla ! New Jersey'deki Rutgers evrenkentinin biyolojistleri, Antartika'daki buzulların derinliklerinden alınan eşantiyon- karot larda hayatını kaybetmek istemeyen bakteriler bulmuşlardır. Astro biyolojistler, bu mikro organizmaları donmuş hallerinden arındırdıktan sonra; mutlu bir sürprizle karşılaşmışlardır. Onların canlı olduklarını tespit etmişlerdir. DNA ları zedelendiğinden, çoğalma prosüdürü uygulandığında; çok yavaş cevap verdikleri görülmüştür. Şimdiye kadar buzullardan çıkarılmış bakterilerin en uzun ömürlüsü, 300.000 seneyi geçmemiştir. 27.09.2007 de elde edilen bilgilere göre bu mikro organizmalar 8 milyon yıl boyunca hayatta kalabilmek için yaşam savaşı verdikleri tespit edilmiştir. Astro biyolojistler, güneş sistemi dışındaki planetlerden gelen kometlerin sırtında seyahat eden bu mikro yolcuların yer yüzüne ulaştıklarını tespit etmişlerdir. Mikro biyolojist Kay Bild, 8 milyon süren bu seyahat esnasında kozmik ışınların bu bakterilerin bir kısımının DNA larını zedelediğini diğerlerininkini de yok ettiğini açıklamıştır. http://www.cybersciences.com/cyber/fr/index.html Link to post Sitelerde Paylaş
cem81 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi İlginç.. Neden burada, 1950'ler ve sonrası (Urey-Miller deneyinden sonrası yani..) yaşamış birinin adı yok acaba? Huxley'in hipotezlerinin bugün kanıtlanmış olduğu ve bugün hayatın anorganik yapılardan ortaya çıkabileceği kesinleşmiş bir bilgidir.. Ama arada mesela şunlar var: >>> Fakat, bugünkü bilginlerimize göre, mikroorganizmaların uzaydaki soğuğa, boşluğa ve ışınların öldürücü etkilerine dayanabilmeleri olanağı yoktur. Etkilerine dayanabilme olanağı yoktur. Gene ilginç.. Çünkü biz bugünkü bilgilerimizle bunun tam tersini biliyoruz. Hatta, asitli vs. ortamlar gibi, çok daha sert koşullarda yaşayan canlıların varlığını da biliyoruz. Ekstramofil nedir, ne demektir bir öğren derim.. Diğer yandan, mesela şunlar yok: RNA Alemi: Poli-* yoluyla ortaya çıkan RNA ve onunla gelişen hayat.. Iron-sulfur tepkimeleri: Demir ve kükürdün deniz dibi gayzerleri çevresinde girdikleri tepkimeler sonucu metabolizmanın ortaya çıkışı ve etrafında hayatın gelişmesi.. Bu liste pek bir uzundur aslında, ama neden burada yok, bu da ayrı bir soru elbette.. anibal cahili yine sallayıp durmuş.. canlılığın ilk olarak nasıl ortaya çıktığına dair kesin bilgiye sahip olduğunu zırvalamış.. hadi anibal bu söylediklerini kanıtla bize.. ne biliyorsun görelim..seni bir kez daha rezil kepaze edyim.. ayrıca iletilerimi zırp pırt silmekten vazgeçin..erkek olun biraz Link to post Sitelerde Paylaş
haci 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi Asıl zırvalayanların ve cahillerin kim olduklarına bakalım.. O kesinlikle Anibal değil.. Yukardaki üç cahil.. Astrobiyoloji denen uyduruk bilim diğer bilimler gibi deneylere, somut gözlemlere değil, fantazilere, kurgu bilimsel çıkarsamalara, mitlere ve esfanelere dayanır. Kozmolojiyi de aynı kategoride inceleyebilirsiniz.. Mikropların uzayda uzun zaman yaşayabileceğine dair en ufak bir delil yoktur. Uzaya kapsül içinde gönderilen bakterilerde virulansın arttığını biliyoruz. Hepsi o kadar. O bakterilerin uzay vakümünde yaşayabileceği bir fantazidir. Birilerinin hayal gücünü kullanmasıdır.. Dünyada mikroplar aşırı koşullarda yaşıyor olabilirler.. Ama o aşırı koşullar uzayın aşırı koşulları ile karşılaştırılınca, lüks bir otel odasından farkları kalmaz.. Mikroplar her koşula dayanabilselerde, dünya çok daha farklı bir yer olurdu. Her canlının bir dayanma ve adaptasyon limiti vardır. Ayrıca evrende yaşamın ezelden beri var olduğu iddiası bir hog wash'dur.. Daha saçması olmayan bir sapkın fantazidir. Yaşamın dünyada bundan yaklaşık 4 veya 3,8 milyar yıl önce başladığını çok iyi biliyoruz. Ondan önce dünyada yaşam var olamazdı. Çünkü hava, denizler ve kara çok sıcaktı. Bakterilerin uzaydan geldiği iddiasının da uyduruk bir fantazi olduğunu belirtmeliyim. Bakteriler uzay boşluğunda yaşayamazlar.. Bakterilerin uzaydan geldiği iddiası stratosferde bakterilerin varlığının gösterilmesidir. Ama o bakteriler karada yaşayan ve rüzgarların etkisi ile havalanan mikroplardır. O mikroplar genel olarak, bir kapsül içinde uzaya gönderilen bakterilerden farklı olarak, virulanslarını ve çoğalma yeteneklerini yitirmiş hücrelerdir. Bunların dışında bir iddiada bulunmak bilimsel değildir. Ayda ve uzayda şimdiye kadar bir bakteri veya canlı hücre ile karşılaşılmamıştır.. Onların varlığını iddia edenin aklından şüphe ederim.. HACI Link to post Sitelerde Paylaş
cem81 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi canlılığın uzaydan geldiğini idia ettiğimi sanmıyorum.. canlılığın hangi boktan geldiği de pek umrumda değil.. ben ilk hücrenin nasıl ortaya çıktığını açıklayacak babayiğit arıyorum.. kıçına güvenen bunu yanıtlasın.. lafı oraya buraya çekmeye çalışmayın Link to post Sitelerde Paylaş
haci 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi İlk hücrenin nasıl ortaya çıktığını ne yapacaksın? Kıçına kına mı yakacaksın! Bilim herşeyi bilmek zorunda mı? Bu önemli sorun sürekli araştırılıyor. Şimdiye kadar bir çok kuram ortaya atıldı ve araştırmalar devam ediyor. İlk hücrenin nasıl ortaya çıktığının heniz aydınlığa kavuşmamış olması sizce ne anlama geliyor? Bu sorumu yanıtlayın, yanıtlayabilirseniz.. Sonra kına gecenizi kutlamaya devam ederiz.. HACI Link to post Sitelerde Paylaş
haci 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi anibal cahili yine sallayıp durmuş.. canlılığın ilk olarak nasıl ortaya çıktığına dair kesin bilgiye sahip olduğunu zırvalamış.. hadi anibal bu söylediklerini kanıtla bize.. ne biliyorsun görelim..seni bir kez daha rezil kepaze edyim.. ayrıca iletilerimi zırp pırt silmekten vazgeçin..erkek olun biraz Tahrik etmeden yazmasını ne zaman öğreneceksin bilmiyorum.. Başkalarından hakaretamiz cevaplar almak istemiyorsan, önce hakaret etmemesini öğrenmelisin. Teizm ve ateizme atıfta bulunan iletilere her zaman tahammül etmek mümkün olmuyor. Yerine göre onların bulunduğu cümleleri makaslama hakkımız var.. Çünkü karşı tarafa hak doğuyor ve sıcak tartışmalar başlıyor.. Başkalarına cahil dersen, sen de cehaletle ve daha fazlası ile suçlanırsın.. Bunu da unutma... Burada kimse seni tolere etmek zorunda değil. Link to post Sitelerde Paylaş
cem81 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi İlk hücrenin nasıl ortaya çıktığını ne yapacaksın? Kıçına kına mı yakacaksın! Bilim herşeyi bilmek zorunda mı? Bu önemli sorun sürekli araştırılıyor. Şimdiye kadar bir çok kuram ortaya atıldı ve araştırmalar devam ediyor. İlk hücrenin nasıl ortaya çıktığının heniz aydınlığa kavuşmamış olması sizce ne anlama geliyor? Bu sorumu yanıtlayın, yanıtlayabilirseniz.. Sonra kına gecenizi kutlamaya devam ederiz.. HACI anibal bilimin bu konuyu kesin bir biçimde hallettiğini zırvalamıştı..ben de ondan açıklama istedim.. sanırım burası bilim forumu.. ve bilim şaklabanlarının ağızlarının paylarnı alması gereken yer.. yanılıyor muyum Link to post Sitelerde Paylaş
haci 0 Temmuz 31, 2008 gönderildi Raporla Share Temmuz 31, 2008 gönderildi Ben Anibal'in bu konunun kesin olarak çözüldüğünü yazan iletisinden haberdar değilim.. O yazıyı görseydim, itiraz ederdim elbette. Çünkü ilk canlının ortaya çıkışı gizemini hala korumaktadır. Bu konuda ancak bazı teoriler ortaya konabilir. Onlardan birine ben RNA dünyasında değinmiştim. Bu teori DeDuval'a aitti.. Tartışmaların adresi aşağıda... http://arsiv.ateizm2.org/ARSIV-VI/html/t9032.html Ortada kesin hiç bir şey yok.. Nobel ödüllü DeDuval bile bu konuda kesin konuşamıyor. Ama canlılığı oluşturmak için izlediği algoritm çok mantıklı.. Doğru olması ise ayrı bir konu.. Link to post Sitelerde Paylaş
CharlesDarwin 0 Ağustos 1, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 1, 2008 gönderildi İlk hücrenin nasıl ortaya çıktığını bilmenin imkanı yoktur. Çünkü ortada hiçbir iz yoktur. 3,5 milyar yıl öncesine ait mikrofosiller bulunmuş olsa bile bu fosiller bize sadece o zamanlar dahi canlılığın varolduğunu gösterir. Ama o hücre yapıları hakkında bilgi vermez. Ayrıca canlılığın ortaya çıkış sürecindeki tüm kimyasal tepkimeleri bilmenin ya da ortaya çıkarmanın imkanı yoktur. Sadece tahmin edebiliriz ve deneylerle hangi tepkimelerin var olduğunu bulmaya çalışabiliriz. Bu bile milyarlarca yıl süren kimyasal tepkimeler sürecinin açığa çıkmasını sağlayamaz. Canlılık için gerekli olan tepkimeleri elde etmek o kadar kolay olsaydı; Dünya, canlılığın ortaya çıkışına kadar milyar yıl beklemezdi. Unutmayalım Dünya 4,6 milyar yaşında ve üstündeki canlılık ise 3,5 milyar yaşındadır. Bir bakterinin uzayda yolculuk yaparak bir yerden bir başka yere taşınması imkansıza yakındır. Uzayda var olan radyasyon son derece ölümcüldür. Ama canlılık söz konusu olduğu zaman imkansız diye birşey demek mümkün değil. Bizler yapay olarak korunduğumuz ortamlarda canlı olarak uzaya çıkabiliyorsak; aynı koşulları doğanın tesadüfen oluşturup bir mikroorganizmayı uzayda belli süre yaşatmasının olanaksız olduğunu kesin bir dille rededemeyiz. Marstan koparak bize ulaşan bir meteorda canlı izlerini bulmak aslında çok şaşırtıcıdır. Bu durum bizim canlılığın kökeni konusunda bir kez daha düşünmemize neden olabilir. Dünya ve Mars'ı etkileyebilecek bir canlılık tek bir yerde mi ortaya çıktı, yoksa ayrı ayrı mı oluştu? Şimdilik Marsta başka bir canlıya ya da canlı izine tekrar rastlanmamıştır. Ancak böyle birşey ortaya çıkarsa bakış açımızı değiştirmek zorunda kalabiliriz. Ya da canlılığın oluşumu son derece evrensel ve olağan bir süreç olarak karşımıza çıkar. Daha yolun başındayız ve keşfedilecek daha çok şey var. Bilimin serüveni bitmemiştir. Link to post Sitelerde Paylaş
anibal 0 Ağustos 1, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 1, 2008 gönderildi >>> canlılığın ilk olarak nasıl ortaya çıktığına dair kesin bilgiye sahip olduğunu zırvalamış.. Kıçına plaj şemsiyesini sokturmak için bu kadar uğraşıyorsun, ondan sonra da vay be neden açılmıyor diye vaveyla ediyorsun sadece.. Benim nerede canlılığın nasıl ortaya çıktığına dair kesin bilgiye sahip olduğumuzu söylediğimi gösteremeyeceksin bak şimdi ve plaj şemsiyesi gibi bu laf kıçına girecek.. Link to post Sitelerde Paylaş
cem81 0 Ağustos 1, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 1, 2008 gönderildi >>> canlılığın ilk olarak nasıl ortaya çıktığına dair kesin bilgiye sahip olduğunu zırvalamış.. Kıçına plaj şemsiyesini sokturmak için bu kadar uğraşıyorsun, ondan sonra da vay be neden açılmıyor diye vaveyla ediyorsun sadece.. Benim nerede canlılığın nasıl ortaya çıktığına dair kesin bilgiye sahip olduğumuzu söylediğimi gösteremeyeceksin bak şimdi ve plaj şemsiyesi gibi bu laf kıçına girecek.. yazılan iletileri silmişsin.. önce o iletileri soktuğun yerden bir çıkar hele.. Link to post Sitelerde Paylaş
Nuh 0 Ağustos 1, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 1, 2008 gönderildi (düzenlendi) Konu devam ediyor. Hemen tartışmaya başlamışsınız bile. Yazdıklarım sabote edilmezse çok faydalı bilgiler yazabilirim ve konuyu tamamlarım. 2. Canlı Organların Kimyasal Yapısı : Tüm canlı varlıkların organizmaları kimyasal olarak altı esas bileşiminden meydana gelmektedir. Bunlar : su, karbonhidratlar, yağlar, adenosoin fosfatlar, proteinler ve nükleik asitlerdir. Bunlar arasında, su, en çok bulunan ve organizma yaşamı için en önemli maddedir. Karbonhidratlar ( şeker, nişasta ) ve yağlar enerji kaynağı olarak görev yaparlar. Adenosoin fosfatlar da bir çeşit yedek enerji kaynağı durumundadırlar, yaşayan hücrelerde enerji transferini sağlarlar. Fakat proteinler ve nükleik asitler canlı varlıklar için çok daha önemli, çok daha esaslı elemanlardır. Hücre çeperlerleri, kaslar, saçlar proteinden meydana gelirler; proteinlerin bir türü olan enzimler ise canlı sistemlerde kimyasal reaksiyonları kolaylaştırırlar, kataliz görevi yaparlar. Proteinler amino-asitlerin çizgisel zincirlerinden oluşan büyük ve karmaşık moleküllerdir. Doğal amino-asitlerin en az 20 çeşidi bilinmektedir. Sayıları yüzleri aşan birey amino-asit molekülleri birbirlerine değişik biçimlerde bağlanarak peptit zincirlerini oluştururlar; bu zincirlerin birleşmeleri ile polipeptitler ( çok büyük protein molekülleri ) meydana gelir; birçok polipeptit zincirinin tekrarlanması ile de çeşitli proteinler ortaya çıkar. Her bir peptit zinciri bir sıra özel aminoasitler içerir. Aminoaistlerin basit formülleri şekildeki gibidir.. burada R, radikal atomlar veya atom gruplarıdır. Protenileri oluşturan amino-asitlerin bazılarının formülleri aşağıdaki şekilde verilmiştir. Nükleik aistlerin ( nucleus acids ) iki tipi vardır; bunlardan biri (DNA) simgesi ile belirlenen deoksi-ribo-nükleikasit ( Deoxyribonucleic), diğeri (RNA) simgeli Ribo-nükleik asit'tir. Bunlardan birincisi hücre çekirdeğinde bulunur, genleri tkiler; diğeri çekirdek dışında hücrenin stoplazmasında yeralır. Bitki virüsleri gibi basit organizmalarda yalnız (RNA) bulunur. Nükleik asitler helezon biçimli iki unuz zincirden oluşur.( çift helezonlu yapı ). Her bir zincir nükleotit ( nucleotides) denilen birbirine benzer daha küçük birimlerden meydana gelir; böylece zincirlerden herbiri bir polinükleotit yapı gösterir. Bir nükleotit'in üç bileşeni vardır. Bunlar: Bir fosforik asit molekülü, bir deoksiribos ( deoxyribose ) denilen 4 adet baz ise, iki purin ( adenin ve guanin ) ve iki pirimidin ( timin ve sitosin ) den meydana gelmiştir. ( Şekil-2 c). DNA ve RNA zincirlerinin yapıları, kısmen olsun, Şekil 2 a ve 2b'de gösterilmiştir. Nükleik aist, hücrenin metabolizma faaliyetini ayarlar, hücrenin kimyasal durumunu kontrol eder. Diğer yönden, canlı varlıkların kimyasal yapısını oluşturan altı çeşit ana madde : hidrojen(H), oksijen (O), karbon © azot (N), fosfor (P) ve kükürt (S) gibi elementlerin değişik şekillerdeki bileşimleridir. Özellikle karbon, organzimaların karmaşık moleküllerinin yapısına katılır, genel anlamda " organik bileşimlerin " meydana gelmesini sağlar. Oksijenin durumu da aynı ölçüde önemlidir. O halde, hayatın başlangıcı için gerekli olan ilk maddeler bu altı element ve bunların bileşimleri olan proteinler, nükleik asitler ve canlı sistemlerin diğer elemanlarıdır. Yer tarihinin ilk çağlarında, yeryüzünde ve atmosferde,bu " anamaddeleri " içeren fiziko-kimyasal bir ortamın mevcut olduğuna çoğunlukla inanılmaktadır... Şakil-1 ( Proteinleri oluşturan amino - aistlerin başlıca örnekleri ) Şakil-2 ( Nükleik asit DNA ve RNA'nın kimyasal yapıları ) Ağustos 1, 2008 tarihinde Nuh tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
anibal 0 Ağustos 1, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 1, 2008 gönderildi >>> yazılan iletileri silmişsin.. önce o iletileri soktuğun yerden bir çıkar hele.. Ben hiç bir şeyi silmedim.. Ben mod.um, iletiyi silersem, çöp tenekesinde bulursun.. Bakıyorum, bu topikten silinmiş hiç bir şey yok.. Adminlere sor.. Ama silinmiş hiç bir şey olmadığını ben gayet iyi biliyorum, silinmesi için, önce benim yazmam gerekirdi. Ben yazmadığıma göre, biri asla silemez.. Ve sen utanmaz adam, birde yüzsüzlüğü ikiye çıkarıp amanda silmişsin diyor, iftira ediyorsun.. Senin kepaze ve rezil birisi olduğun zaten bize malum, şaşırtmadı hiç.. Link to post Sitelerde Paylaş
Nuh 0 Ağustos 1, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 1, 2008 gönderildi Yukarıdaki şekiller iyi olmadığı için tekrar burdan ekledim.. Şekil-1 ( Bazı Proteinler ) Şekil-2 ( Nükleik Asitler ) Link to post Sitelerde Paylaş
haci 0 Ağustos 1, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 1, 2008 gönderildi Fakat proteinler ve nükleik asitler canlı varlıklar için çok daha önemli, çok daha esaslı elemanlardır. Kim söylediyse bunu doğru söylemiyor.. Biyolojide önemli kelimesini kullanırken dikkatli olmak gerekiyor. Daha ve çok daha önemli gibi terimlere ise hemen hiç yer yoktur.. Önemli göreli olarak kullanılabilir.. Daha ve çok ise göreli olarak bile çok az kullanılır. Link to post Sitelerde Paylaş
Nuh 0 Ağustos 2, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 2, 2008 gönderildi (düzenlendi) 3. Yeryuvarın Başlangıç Durumu ve Hayatın Oluşumunu Etkileyen İlk Atmosfer : Yaşam için gerekli olan altı elementin ( H, O, C, N, S, P ) güneş sisteminde çok yaygın olduğu, güneşten ve diğer gezegenlerden yeryüzüne inen ışınların spektorospik analizlerden ve yine yeryüzüne düşen meteoritlerin kimyasal bileşimlerinden anlaşılmaktadır. Güneş sisteminde en çok bulunan element Hidrojen birinci sırada, oksijen üçüncü sırada, karbon dördüncüde, azot beşincide, kükürt dokuzuncu ve fosfor onaltıncı sırada yeralmıştır. Güneş, Dünyamız ve diğer gezegenler az-çok aynı bileşimde büyük bir kosmik tozbulutun yer yer sıkılaşması, yoğunlaşması ( condensation ) ile ve hemen hemen aynı zamanda meydana gelmiştir. Bu nedenle, tüm güneş sisteminde olduğu gibi, yeni oluşan Yerküresinde ve çevresinde sözü edilen 6 element oldukça fazla bulunuyordu. Günümüzde büyük gezegenlerin atmosferlerinin spektrosikopik olarak incelenmesi ile, daha ksin veriler elde edilmektedir; şöyle ki: Uranus ve Neptün atmosferinin büyük ölçüde hidrojen ve helyumdan oluştuğu, ayrıca bir miktar metan gazının bulunduğu; Jüpiter ve Saturn atmosferlerinin ise metan, hidrojen ve helyumdan başka, fazla miktarlarda amonyak gazı ( NH3) içerdiği saptanmış bulunmaktadır. Bu büyük gezegenlerin çekim alanları çok kuvvetli olduğundan, bunların etrafında hafif gazlar atmosfer olarak durabilmektedir. Bu verilere, bu gibi buluşlara dayanılarak, Yer yuvarın ilk atmosferinin de esas itibariyle hidrojen, helyum, metan, amonyak ve su buharından meydana gelmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilk atmosferde oksijenin bulunmayışı, buna karşın hidrojenin çokluğu önemlidir. Yeryüzünde hayatın başlamasında oksijensiz bu ilk atmosferin etkisi büyük olmuştur. Başka bir görüşe göre ( SAHILDLOWSKI, 1971 ), ilk atmosferin bileşimi yanardağlardan çıkan gazların bileşimine benzerdi; şöyle ki; su buharı ( %80 ), CO2 ( %10 ), H2S ( %5-7 ), CO, H2, N2 ( %5-1 ) olduğu halde, CH4, NH3, HCL ve Ar çok az mikatrda bulunmakta idiler. Serbest oksijen ise hem volkanik gazlar arsında, hem de ilk atmosferde yoktu; böylece ilk atmosfer şimdiki gibi oksitleyici değil, aksine redükleyici idi. Diğer yönden H.C. UREY, Yerin ilk atmosferi için bir metan + amonyak karşımı öngörür. Ona göre, H2 ve N2 bu ilk zamanda CH4 veya NH3 şeklinde bulunuyorlardı. Ağustos 2, 2008 tarihinde Nuh tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
drekinci 0 Ağustos 2, 2008 gönderildi Raporla Share Ağustos 2, 2008 gönderildi Zaman birikimdir. Zamanı silindir şeklinde bir havuzu dolduran su gibi düşünelim. Havuzun kapasitesi sonsuzdur. Su musluklardan akmaktadır. Muslukların dizilimi yan yana ve helezoni bir şekildedir. Her musluktan akan suyun, her bir molekülü numaralandırılmıştır. En alttaki musluktan 1 den başlayan sonsuza kadar sürecek su molekülleri havuza dökülmektedir. Bir saniye sonra bitişiğindeki akmaya başlayacak o da birden başlayıp sonsuza kadar su moleküllerini havuza akıtacaktır. Geçen zaman hem havuzdaki su miktarından, hem de akmaya başlayan musluk miktarından hesaplanabilmektedir. Havuza her an bir numaralı molekül aktığı gibi. İlk musluk hangi numaraya gelmiş ise o da akmaktadır. Yani havuzun her anı kendinden bir önceki tüm molekülleri içinde barındırmaktadır. Tek olan, diğerlerinden farklı olan yalnız ilk musluğun molekülleridir. Hangi düzeye gelmiş ise en önde ve tek olan odur. Canlı oluşturmanın yapı taşlarına karşılık gelen moleküller havuza akmaya başlayınca artık havuzda elementleriyle, amino asitleriyle, nücleotitleriyle, genleriyle, hücresel organları bu havuzda yer alacaktır. Bir yandan ilk musluğun geldiği aşama, diğer yandan 1 den başlayan musluklar havuza dolmaktadır. Basite indirgeyerek örneklersek. Dünya kendi ekseni etrafında sürekli dönmektedir. Dönme açısından bir öncekinin, bir sonrakinden farkı yoktur ama geçen sürede dünya üzerinde izler oluştuğu, geçen süreyi üzerinde taşıyacak değişiklikler olduğu için. her bir dönme kendine özgü olmakta ve sayılabilmektedir. Diyelim ki ilk canlıyı oluşturacak ortam hala dünyada var. O halde içinde bulunduğumuz zamanda ilk canlı da oluşmakta, son canlıda yaşamaya devam etmekte ve her geçen zamanı üzerinde ve içinde taşımaktadır. Yani zaman parametreleri iç içe ve yan yana olabilmektedir. Bu işleyiş, canlı cansız ayırımı yapmaz.. Zamanın geçtiğini ortaya koyan tüm değişiklikler iç içe ve yan yanadır. Sosyal yapımıza bakalım. Yeni doğan ile ölümün eşiğinde olan yaşlılar aynı anda aynı mekanda bulunabilmektedir. Döllenen hücreden tutun da ölüm zamanına kadar canlıda geçen zamanın karakteristiklerini hep yan yana hem iç içe bulabilmekteyiz. İçinde bulunduğumuz zamanda, bir canlı yumurtasının döllenmeden geçtiği tek salise yoktur. Pek çoğu üst üste çakışır. Demek ki zaman büyük bir çoğunlukla kendini kopyalar. Daha az olarak yenilik ve yaratıcılık içerir. Elimizde bir hücre veya canlı var. Bunun taşıdığı (zamanı ifade eden) tüm değişiklikleri gözlem altına alarak. Neyin nereden ve nasıl geldiği, hangi zaman içinde geldiği gösterilebilir. Diyelim ki. Bir canlının DNA profilini çıkardık. İşte bu profil Bu canlının tüm geçmişini içerir. Diğer canlılarla akrabalıklarını, hangi özelliklerin hangi zamanlarda kazanıldığını. vs. Diyeceğim o ki. Bir gelişmeyi ve evrimi gösterebilmek için illa ara form diyebileceğimiz canlıların fosillerini aramaya gerek bile yoktur. Çünkü ara form izafi bir şeydir. Her bir ara form aslında bir başka canlıdır. Örneğin; Dinazorlardan kuşların oluşması için gösterilen tüm değişik aşamalardaki canlılar kendine özgüdür.Ara form olarak değerlendirilebilir ama her bir mutasyonun ortaya çıkardığı değişiklikler yeni ve başka bir canlıdır. Her bir canlının DNA profilinin karşılaştırılmalı analizi yapıldığında kimin kimden önce geldiği. hangi özelliğin ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktığı açıkça belli olur. Sevgiler. Link to post Sitelerde Paylaş
Recommended Posts