Jump to content

Din Neden Afyondur?,


Recommended Posts

Diyalektik materyalizm ve metafizik yöntem arasındaki 'yabancılaşma'' teorilerinin farkını iyice anlarsak, dinlerin nasıl birer afyon olduklarını da o kadar berrak anlayabiliriz. Tabi bu sadece dinler değil, metafizik görüşü yansıtan tüm düşünü şekilleri için geçerli. Materyalist filozoflardan özetin özeti yaparak ve mümkün olduğunca kısa ve sade-anlaşılır dille yazarak anlatmaya çalışayım;

Öncelikle 'insani-olan' ve 'insani-olmayan' tanımlarını yapmamız gerekiyor. 'İnsani-olan' şeyler; düşünce, bilgi, akıl, dostluk, doğruculuk gibi duygulardır(kuşkusuz). 'İnsani-olmayan' tanımlaması ise; haksızlık, baskı, katliam, sefalet, şiddet ve acı olarak sıralayabiliriz. İşin zor(ve felsefi) kısmı 'insani-olan' ile 'insani-olmayan' arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı. Zaten metafizik-idealist anlayışla diyalektik maddeciliğin(marksizmin) ayırımı da bu noktada devreye giriyor.

Metafizikçiler, 'insani-olanı' yalnızca akıl ve bilgiyle tanımlarlar ve diğer 'insani-olan' olguları(yaşam, faaliyet, tutku, haz v.b.) 'insani-olmayanın' yanına postalayarak, hepsini birden gözden düşürürler. Sonuç; içe kapanıklık, hayattan zevk almama ve çileciliğin kutsanmasıdır(başına kötü birşey geldiğinde, bunun 'sınav' gereği olduğu ve sabretmesi gerektiği düşüncesi gibi).

Fakat metafizikçiler, 'insani-olan' bazı şeyleri 'insani-olmayana' dahil edip kötülemekle kalmaz, aynı zamanda kendi 'insani-olan' tanımındaki olgularla(dinsel literatürdeki 'iyilik' ile) insani-olmayan tanımındaki olguları(dinsel literatürdeki 'kötülük') birbirinden ayırır. 'İnsani-olmayanı', 'insani-olandan' bir kopuş ve uzaklaşma olarak değerlendirir. 'İnsani-olanlar', olmayanlardan ayrı olduğuna göre, o halde onların kaynağı nedir? Din bu soruya ''tanrı veya saf idea'' diye cevap verir. 'İnsani-olmayanın' kaynağı ise elbetteki tanrıya değil(haşa!), tanrıdan uzaklaşmaya/yabancılaşmaya dayanır. Metafizik ve dinsel yabancılaşma teorisine göre; yaşam, doğa, madde 'insani-olmayana' sebep olan yabancılaşmadır ve saf idea/ruh/tanrı'nın bozulmuş, uzaklaşmış, yabancılaşmış halidir. Yani dinsel ve metafizik düşünüş, örneğin dünyamızda yaşanan mutsuzlukları, maddi dünyanın tanrıdan yabancılaşmış olmasına ve insanında ruhi yöneliş yerine bu 'yabancı' dünyevi isteklere kapılmış olmasına bağlayarak; çözümü dünyanın maddesinden/dünyevi arzulardan sıyrılıp, tanrıya/ruha yönelmekte bulur. Bu anlayışın tabii sonucu, dünyadaki mutsuzluklara karşı mücadele etmemek(çünkü mutsuzluk zaten dünya için mücadele etmekten kaynaklanmaktadır), onun yerine dünyevi zulümlere teslim olup içsel/ruhsal bağlantıyı sağlamaktır. Bu noktada kişinin hem dünyayı hemde tanrıyı sevmesi mümkün değildir çünkü dünya hayatı, tanrıdan yabancılaşmaktır zaten. Kişinin asli unsura yaklaşması için, o unsura olan yabancılaşmaya(yani dünyevi hayata, maddeye) tavır alması gerekir. Burada varolan şey; hayattaki haksızlıklara değil, hayata fazla önem veriyor olmaya karşı çıkmaktır. Tam da bu yüzden ''din kitlelerin afyonudur''!

Diyalektik maddeci yabancılaşma teorisi ise; 'insani-olan' ile 'insani-olmayanın' birbirinden koparılamayacağını ve ikisinin de zemininin maddi gerçeklik olduğunu kabul eder. Bu iki zıt olgunun nesnel tarih zeminine oturtulması materyalizm gereğidir. Bu iki zıt olgu birbiriyle sürekli bir etkileşimdedir ve biri varolduğunda öbürünü çıkarsayabiliriz ancak. Mesela 'insani-olan' bir olgu olan barış sevgisi ancak 'insani-olmayan' bir olgu olan savaş ortaya çıkar ve yaşanırsa mümkün olabilir. Veya sefalete karşı mücadele ancak sefalet yaşandığında ortaya çıkar. Örnekleri bu şekilde sonsuza kadar uzatabiliriz. Neticede bu iki zıt birbiriyle sürekli bir etkileşimdedir ve ikiside maddi zeminden kaynaklandığı için, 'insani-olmayan' olgularla mücadele ancak yine ona sebep olan maddi koşullarla mücadele ederek gerçekleşebilir. Mesela dünyadaki herhangi bir mutsuzluğumuz(insani-olmayan olgu), bizi çözümü (insani-olanı) aramaya iter.

Eğer biz metafizik düşünüyorsak, insani olanı doğa-üstünde tanımladığımız için içe kapanır ve 'ruhsal aleme' dalarız. Bu durum, dünyevi acılara kayıtsız kalmayı gerektirdiği için, acı duyanları bu durumun çözümünün bulutların ardında olduğuna inandırıp onları oyalarken; acı verenlerin çok işine gelir(çünkü kendilerine başkaldıran olmamasını sağlar). Ayrıca burada 'insani-olanın' ölçüsü insan değil, tanrıdır! Dolayısıyla insanın tek iradesi ona yönelip teslim olmak şeklinde gerçekleşir. Fakat diyalektik maddeci isek, bu sefer insani-olanın da bu dünyada olduğunu ve insani-olmayanın kaynak bulduğu nesnellikle mücadele edip onun yerine(onun varlığından çıkarsadığımız insani çözümü) koyabileceğimizi biliriz ve insanlık dışı nesnelliği yok ederek insanlığı kurabiliriz. İnsani-olanın ölçüsünün yine biz insanlar olmamız da bizi özgür kılar.

İşte özetlemeye çalıştığım tüm bu felsefi analizden ötürü Marks ''din kitlelerin afyonudur'' demiştir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

*Din olmasaydı nasıl, dünya üzerinde milyonlarca insan bir doların altında yaşamaya devam edebilirdi?!

*Din olmasaydı, evini sel basan ve herşeyi yitip giden bir adam nasıl, ''önemli değil buda allahtandır'' derdi?!

*Din olmasaydı, kızını kaçak kuran kursu binasının çökmesi sonucu kaybetmiş bir anne nasıl, ''ilahi takdir'' derdi?!

*Din olmasaydı nasıl, iftar çadırlarına mahkum olmuş insanlar haklarını aramak yerine, şükredebilirdi?!

*Din olmasaydı nasıl, gerici geleneklerin kader olarak dayatıldığı kızlar isyan etmek yerine, boyun eğebilirdi?!

*Din olmasaydı, kötülükten uzak durması için illa korkutulmaya ihtiyaç duyan bir insan modeli nasıl meşrulaşabilirdi?!

*Din olmasaydı insanların fıtratları gereği bencil olduğuna insanlar nasıl inandırılabilirdi?!

*Din olmasaydı, bir başka insanın öldürülmesi nasıl meşrulaşabilirdi?!

*Din olmasaydı nasıl, insanlar kendileri tanrı olabilecekken kullukla yetinirlerdi?!

*Din olmasaydı Muhammed 9 yaşındaki sübyanı nasıl alırdı?!

*Din olmasaydı, insanların korku ve özlemleri nasıl bu kadar ustaca sömürülebilirdi?!

*Din olmasaydı nasıl, insanlar iyi veya kötü hakkında vicdanlarına bakmak yerine bindörtyüz yıllık kitaplara bakarlardı?!

*Din olmasaydı vicdanlar nasıl ipotek altına alınırdı?!

*Din olmasaydı nasıl, maddi temelleri bulunan ve değiştirilebilir olan pekçok olumsuzluk, göklere havale edilip dokunulmaz kılınabilirdi?

Din kitlelerin afyonudur!!!

tarihinde Freddie tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Her çeşit düşünce kullanımına bağlı olarak afyondur.Bunu sadece ilahi dinlere mahsus görmek cahilliğin veya kinin birer açığa vurmasından ibaretir.

Örnek verirsek, ekonomik model olarak yalnızca teoride kalmış ve uygulanabilirliği sıfıra yakın olan marksizm bu anlamda afyondur, insanları uyuşturur ve kendi doğrularını mutlak olarak dayatır, bir süre sonra marksizm dinine mensup kişiler artık karl marx'ın ne söylediğini değil söyleyip söylemediğini umursar hale gelir, afyondur yani, üzücüdür.

misal; izmler böyledir. kişi kendi bilgi ve deneyimleri doğrultusunda yalnızca kendine özel bir düşünce sistemi üretmek yerine hazırcı anlayışla daha önce kendisinin yerine düşünmüş olan(!) birilerinini kalıplaştırdığı izm'leri benimser ve artık güdülen bir kişi olmuştur. kendi düşünce sistematiği yoktur, -e göre düşünür.

O halde içeriği genelleştirildiği zaman yukarıdaki söz doğru olmaktadır.

Sizi anlayamıyorum.Bazen budizmi pinti bir din olduğu için översiniz bazen de "din insanıı halinde bırakarak uyuşturur" dersiniz.Eğer budizm iyi ise din afyon değildir.Eğer kötüyse budizm gibi pinti olmayan ve sosyal hayata müdahale eden dinler iyidir.Özellikle de islamı ayrıca değerlenidrmek gerekir.

Ama sizin kastettiğiniz hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanan müslümanların büyük çoğunluğunun haksızlık karşısında sessiz kalması ise, bu din ile ilgili değil o dine inanan insanların tutumu ile ilgilidir. "haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır" sözü kime aittir hiç merak ettiniz mi? O zaman bunları bilmeden karl marx'ın ağzıyla konuşmak bir çobanın sürüsündeki koyundan farksız olduğunuz düşüncesini bende uyarmasın da ne yapsın.

Link to post
Sitelerde Paylaş

ozedonus,

Yazının tamamını okuduysan eğer, burada işin felsefesinden bahsediliyor. Dinsel felsefeye göre(bu tüm dinlerde ortaktır), mevcut dünyamız saf ruhsal yaşamdan bir düşüş veya uzaklaşıştır. Değer verilmesi gereken şeylerin başında ruhsal(zihinsel) olgular gelir. Haksızlıkla karşılaştığında bununla mücadele etmek yerine, haksızlığın da bu dünyaya ait olduğu ve asıl acı verenin dünyevi meseleleri fazlaca önemsemek olduğu düşünülür ve çözüm allaha yönelmekte bulunarak dünyevilikle mücadele edilir. ''Haksızlıkla mücadele''den kasıt, dünyevilikle mücadeledir. Mesela hakkını arayan işçiye hakkını tam olarak vermez. Çünkü bu mücadele dünyevidir, dünya fanidir ve asıl önemli olan öte dünyadır. Bu yüzden işçiye verdiği adalet bile aslında öte dünya göz önünde bulundurularak verilmiştir. Dinlerin adaletten anladığı, eşitlik veya daha iyi bir yaşam değil, tanrının şeriatıdır. Bu şeriata da öte tarafı kazanmakj için uyar ve ''az ile yetinmek'' ile ''tecekkül'' en başta gelen ilkelerdir. Burada madde-dünya ile ruh-tanrısallık arasında bir çeşit ikilik vardır ve insan maddeden kopup ruha yöneldiği oranda huzur bulur dinlere göre. Eğer dünyevi konulara da çok önem verirsen, o zaman dünyevileşirsin! Bu da dine aykırı bir durumdur. Burada işin felsefi temelinden, mantığından bahsediyorum. Muhammed'in bu tarz felsefi sorgulamaları yapamayıp hem dünyaya hem de ruhsal alana önem verilmesini buyuran sözleri, sadece ne kadar çelişik konuştuğunu ve felsefe yoksunu olduğunu gösterir. Bu tarz sözleri bir çeşit propoganda amacıyla da söylemiş olabilir.

Hem dünyevi hem de dindar olunabilir mi??? Olunabilirse nasıl??? Mantıksal ve felsefi değeri olan bir açıklama bekliyorum...

"'haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır' sözü kime aittir hiç merak ettiniz mi?'' diyorsun. Bu haksızlığın haksızlık olduğuna kim karar veriyor? Ruhani bir varlık(tanrı). Niçin haksızlığa tepki vermenizi istiyor? Bu dünyada adalet için değil, öbür taraftaki hesabınız için! Burada dünya hayatı, öte hayat için kurulmuş bir sınav aracından başka birşey değildir ve nelerin haksızlık sayıldığı ve ne tepki gösterilmesi gerektiği de dinlerce sabitlenmiştir. Değişen şartlara göre haksızlığı insan kendi bulup çömzümünü üretmez. Allahın belirlediği bir haksızlık listesi vardır, onun dışında kalanlara ise ses edilmez. Mesela bir adamın şahitliğinin iki kadına denk olması bence bir haksızlıktır ama islama göre değildir! Bunun gibi pekçok örnek verebilirim.

İşin bir de şu boyutu var: Mesela hırsızlık yapan birinin elinin kesilmesini ele alalım. Materyalizm der ki ''hırsızlık 'insani olmayan' bir durumdur ve bundan bunun zıttını(insani olanı) bulup hayata geçirebiliriz. Bunun için 'insani olmayanın' varlık koşulunu ortadan kaldırmak gerekir. Örneğin hiç aç ve muhtaç insan kalmazsa, herkesin işi olursa, o zaman hırsızlıkda -bazı kleptomani hastaları dışında- tarihe karışacaktır''. Burada hırsızlığa karşı gerçek bir mücadele vardır. Peki aynı durumda dinsel anlayış ne yapar? Mevcut nesnel ortamda şekillenen insan karakterini, değişmez bir ''fıtrat'' ile sabitleyip, ''ceza ve metafizik korkular olmazsa insanoğlu çalar, herşeyini bu tarafa endeksleyen her haltı yer'' diye düşünüp, hırsızlığı engellemek için tek çözüm olarak ceza vermeyi ve bu hayata fazla önem vermemeyi öne sürer. Yine ona göre hırsızlık, insanın dünyevi ihtiraslara kapılıp yaptığı birşeydir ve çözüm kişiyi ruha/allaha yöneltmekte, yani din ahlakındadır. Burada dünyevi ihtiraslar toptan kötülenir, çünkü biricik çözüm dünya dışında(ruhsallıkta) bulunur.

Bir taraftan bu hayata da önem verip, diğer taraftan da başka bir hayata daha önem vermek birbiriyle çelişiktir. Dine göre, bu hayatla yalnızca diğer hayatı kazanmak için ilgilenilir. Sırf diğer hayatı kazanmak için konan bir takım kurallar vasıtasyla bu hayatı düzenlemek ile elimizdeki bu biricik hayata önem vermek birbirinden farklı şeylerdir.

Yukarıda ''din olmasaydı...'' diye başlayan bir sürü soru sıraladım ve hiçbirine cevap vermemişsin. Onların hepsi dinin afyonluğuna örnektir(sen de marksizm için buna benzer örnekler verebilir misin???). Dinler, yapıları gereği afyondurlar! Yazıda bunu göstermeye çalıştım. Çünkü yapıları gereği bu dünya yerine başka-ruhsal dünyalar düşlerler ve şimdiki maddi dünya sadece bu düş için düzenlenir, sınırlamalar ve yasaklar getirilir. Bunların hepsi diğer dünya içindir.

Marksizm ise zaten maddenin değişimine vurgu yapan bir öğretidir. Değişimin öğretisinin dogmalaşarak afyon haline gelmesi mümkün müdür? Mümkün değildir. Bunu böyle kavrayanlar marksizmi bilmeyenler olabilir ancak. Ama dinlerde durum tam tersidir, onlar bu dünyayı ikinci plana atan ve kader, şükür, tevekkül, fıtrat gibi kavramlarıyla insanlığın elini kolunu bağlayan müesseselerdir.

Marksizm(yani diyalektik materyalizm) için bir de ''din'' demişsin. :blink: Ben de islam için ''bir çeşit dinsizlik'' desem ne düşünürdün? İşte bana onun bir benzerini düşündürdün bu sözünle... ;)

misal; izmler böyledir. kişi kendi bilgi ve deneyimleri doğrultusunda yalnızca kendine özel bir düşünce sistemi üretmek yerine hazırcı anlayışla daha önce kendisinin yerine düşünmüş olan(!) birilerinini kalıplaştırdığı izm'leri benimser ve artık güdülen bir kişi olmuştur. kendi düşünce sistematiği yoktur, -e göre düşünür.

Hayır yanlış! Herşey için -izm(Türkçesiyle -cılık, -cilik) diyebilirsin ve eğer tüm -izm'lere karşı çıkarsan bu da bir -izm(-cılık) olur: -izm karşıtlıkçılığı

Ayrıca kişinin salt kendi bilgisiyle kendi doğrularını üretmesi de ne demekmiş? Hiçbirşey öğrenmeyecek miyiz yani?! Lafının nereye gittiğini hiç hesap etmiyorsun. Kaldı ki Marks da kendinden öncekilerin düşüncelerini alıp geliştirmiştir. Diyalektiği Hegel'den ve materyalizmi Fouebach'dan almıştır.

Sevgiler...

tarihinde Freddie tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Yanılmıyorsam bu bahsettiğiniz din uzak doğu kökenli budizm ve benzerleridir.İslamın tasavvauf ehline de sızmıştır.İslamda dünyada da haksızlık varsa karşı çıkılır.Nitekim sizin mal ve mevki için yapıldığını sandığınız savaşlar zulmün bu dünyada da karşılıksız bırakılmamması gerektiğine dair örnektirler.Şiddet içerdiğini düşlündüğünüz Kuran ayetleri de zylme karşı olan ayetleri kapsamaktadır.

islam her türlü konuda dengede bulunmayı önemser.İnsanın madde yığını olmasının zararlarını görür ama dünyanın nimetlerinden de olunmamasını ister.İslam hayat dinidir.İnsana rağmen olan din değildir.Allahın belirlediği haksızlıklar listesine yeni bir ismin gimeyeceği konusunda ise sadece boş bir temenniden ibarettir.Hiçbir islam alimi(bir kısım zahiri hariç) zararların statik olduğunu ve haksızlığın değişmeyeceğini söylediği görülmemiştir.Siz hangi islamdan bahsediyorsunuz?

Bu ifadeleriniz sizin islam diye bir dinden haberiniz olmadığını göstermektedir.İslam insanın doğası,tarihi ve gerçekleriyle beraberdir.Kopuk olduğu zaman artık o islam değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
tabi elin ispanylısı da sana araplara haksızlık yapmıştı yada taa orta asyadaki türk araplara haksızlık yapmıştı

islam da zaten güllük gülistanlık yayıldı

İşte anlayamadığım bu..İslam cihad ile sağa sola saldıran bir sosyal din mi yoksa herşeyi ahirete erteleyen bir pinti din mi?O konuda ayrı düşünüyorsunuz.Beni ilgilendiren gerçek anlamda 610-632 yılları arasıdır.Diğer tarihi sorgularım.İslamın hiçbir savaşı saldırı niteliğinde değildir.Hodri meydan da bu konuyu huri adlı üyeyle işlerken detaylıca savaşları yazmıştım.

İslamda cihad kavramının özellikle hz.Muhammed dönemi bizi ilgilendirdiği için oradan başlanmasının daha faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü özellikle bu platformda peygamber döneminin dahi savaşçı, ganimetçi, asıcı ve kesici olduğuna dair görüşler söyleniyor. Bunları bırakıp hemen hz.Muhammed sonrasına geçiş yapmamızın yanlış olacağını düşünüyorum.

O halde bizler hz.Muhammed dönemi için cihadı “kula kul edilmiş ve haksız bir sosyal ve dini hayatı olan bir toplumla her yoldan mücadele etmek için kullanılan bir çaba ve gayretlerin tümü” olarak görürüz.. Cihad kelimesinden savaş anlamı çıkmaz. Bunun kuranda mekkede inen ayetlerde bile cihad kavramının kullandırdığı ayetler var.

Cihadın savaş aşaması olsun veya diğer tüm hukuki yollar olsun salt bir din savaşı olmadığı daha çok zalim mazlum mücadelesi içinde geçtiğini de tekrarlayalım. Hatta hz.Muhammed karşı taraf fiili müdahalede bulunmamış olsa bu islamı tebliğ faaliyetinin hiçbir zaman savaş aşamasına gelmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> O halde bizler hz.Muhammed dönemi için cihadı “kula kul edilmiş ve haksız bir sosyal ve dini hayatı olan bir toplumla her yoldan mücadele etmek için kullanılan bir çaba ve gayretlerin tümü” olarak görürüz..

Nedense, tarih tamamen başka br şey görüyor velakin..

Vahşet, tecavüz, yağma ve benzerleri yani..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Diyalektik materyalizm ve metafizik yöntem arasındaki 'yabancılaşma'' teorilerinin farkını iyice anlarsak, dinlerin nasıl birer afyon olduklarını da o kadar berrak anlayabiliriz. Tabi bu sadece dinler değil, metafizik görüşü yansıtan tüm düşünü şekilleri için geçerli. Materyalist filozoflardan özetin özeti yaparak ve mümkün olduğunca kısa ve sade-anlaşılır dille yazarak anlatmaya çalışayım;

Öncelikle 'insani-olan' ve 'insani-olmayan' tanımlarını yapmamız gerekiyor. 'İnsani-olan' şeyler; düşünce, bilgi, akıl, dostluk, doğruculuk gibi duygulardır(kuşkusuz). 'İnsani-olmayan' tanımlaması ise; haksızlık, baskı, katliam, sefalet, şiddet ve acı olarak sıralayabiliriz. İşin zor(ve felsefi) kısmı 'insani-olan' ile 'insani-olmayan' arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı. Zaten metafizik-idealist

anlayışla diyalektik maddeciliğin(marksizmin) ayırımı da bu noktada devreye giriyor.

Metafizikçiler, 'insani-olanı' yalnızca akıl ve bilgiyle tanımlarlar ve diğer 'insani-olan' olguları(yaşam, faaliyet, tutku, haz v.b.) 'insani-olmayanın' yanına postalayarak, hepsini birden gözden düşürürler. Sonuç; içe kapanıklık, hayattan zevk almama ve çileciliğin kutsanmasıdır(başına kötü birşey geldiğinde, bunun 'sınav' gereği olduğu ve sabretmesi gerektiği düşüncesi gibi).

Fakat metafizikçiler, 'insani-olan' bazı şeyleri 'insani-olmayana' dahil edip kötülemekle kalmaz, aynı zamanda kendi 'insani-olan' tanımındaki olgularla(dinsel literatürdeki 'iyilik' ile) insani-olmayan tanımındaki olguları(dinsel literatürdeki 'kötülük') birbirinden ayırır. 'İnsani-olmayanı', 'insani-olandan' bir kopuş ve uzaklaşma olarak değerlendirir. 'İnsani-olanlar', olmayanlardan ayrı olduğuna göre, o halde onların kaynağı nedir? Din bu soruya ''tanrı veya saf idea'' diye cevap verir. 'İnsani-olmayanın' kaynağı ise elbetteki tanrıya değil(haşa!), tanrıdan uzaklaşmaya/yabancılaşmaya dayanır. Metafizik ve dinsel yabancılaşma teorisine göre; yaşam, doğa, madde 'insani-olmayana' sebep olan yabancılaşmadır ve saf idea/ruh/tanrı'nın bozulmuş, uzaklaşmış, yabancılaşmış halidir. Yani dinsel ve metafizik düşünüş, örneğin dünyamızda yaşanan mutsuzlukları, maddi dünyanın tanrıdan yabancılaşmış olmasına ve insanında ruhi yöneliş yerine bu 'yabancı' dünyevi isteklere kapılmış olmasına bağlayarak; çözümü dünyanın maddesinden/dünyevi arzulardan sıyrılıp, tanrıya/ruha yönelmekte bulur. Bu anlayışın tabii sonucu, dünyadaki mutsuzluklara karşı mücadele etmemek(çünkü mutsuzluk zaten dünya için mücadele etmekten kaynaklanmaktadır), onun yerine dünyevi zulümlere teslim olup içsel/ruhsal bağlantıyı sağlamaktır. Bu noktada kişinin hem dünyayı hemde tanrıyı sevmesi mümkün değildir çünkü dünya hayatı, tanrıdan yabancılaşmaktır zaten. Kişinin asli unsura yaklaşması için, o unsura olan yabancılaşmaya(yani dünyevi hayata, maddeye) tavır alması gerekir. Burada varolan şey; hayattaki haksızlıklara değil, hayata fazla önem veriyor olmaya karşı çıkmaktır. Tam da bu yüzden ''din kitlelerin afyonudur''!

Diyalektik maddeci yabancılaşma teorisi ise; 'insani-olan' ile 'insani-olmayanın' birbirinden koparılamayacağını ve ikisinin de zemininin maddi gerçeklik olduğunu kabul eder. Bu iki zıt olgunun nesnel tarih zeminine oturtulması materyalizm gereğidir. Bu iki zıt olgu birbiriyle sürekli bir etkileşimdedir ve biri varolduğunda öbürünü çıkarsayabiliriz ancak. Mesela 'insani-olan' bir olgu olan barış sevgisi ancak 'insani-olmayan' bir olgu olan savaş ortaya çıkar ve yaşanırsa mümkün olabilir. Veya sefalete karşı mücadele ancak sefalet yaşandığında ortaya çıkar. Örnekleri bu şekilde sonsuza kadar uzatabiliriz. Neticede bu iki zıt birbiriyle sürekli bir etkileşimdedir ve ikiside maddi zeminden kaynaklandığı için, 'insani-olmayan' olgularla mücadele ancak yine ona sebep olan maddi koşullarla mücadele ederek gerçekleşebilir. Mesela dünyadaki herhangi bir mutsuzluğumuz(insani-olmayan olgu), bizi çözümü (insani-olanı) aramaya iter.

Eğer biz metafizik düşünüyorsak, insani olanı doğa-üstünde tanımladığımız için içe kapanır ve 'ruhsal aleme' dalarız. Bu durum, dünyevi acılara kayıtsız kalmayı gerektirdiği için, acı duyanları bu durumun çözümünün bulutların ardında olduğuna inandırıp onları oyalarken; acı verenlerin çok işine gelir(çünkü kendilerine başkaldıran olmamasını sağlar). Ayrıca burada 'insani-olanın' ölçüsü insan değil, tanrıdır! Dolayısıyla insanın tek iradesi ona yönelip teslim olmak şeklinde gerçekleşir. Fakat diyalektik maddeci isek, bu sefer insani-olanın da bu dünyada olduğunu ve insani-olmayanın kaynak bulduğu nesnellikle mücadele edip onun yerine(onun varlığından çıkarsadığımız insani çözümü) koyabileceğimizi biliriz ve insanlık dışı nesnelliği yok ederek insanlığı kurabiliriz. İnsani-olanın ölçüsünün yine biz insanlar olmamız da bizi özgür kılar.

İşte özetlemeye çalıştığım tüm bu felsefi analizden ötürü Marks ''din kitlelerin afyonudur'' demiştir.

Yaptığınız kıyas - Kıyası fasittir/geçersizdir - :

Maeryalist bir yaklaşımla felsefeleri sınıflandırarak İslamiyeti aynı kefeye koymakla akıl yürütmenin hiç bir hakikatı olamaz.

İslamiyet bu katogorilerin tamamen dışındadır ve dşında tutulmalıdır .Çünkü islamiyet ne beşeri düşünceler dediğimiz felsefe ile , nede özünü yitirmiş olan dinler ile kıyas edilemez edilmemeli ..Önce burda anlaşmamız gerekmektedir .marksın kısır düşüncesi onun islamiyeti bilmemeyişindendir..sonuçta felsefeler ile islamiyetin hiç bir şekilde ilgisi olamaz.Çünkü biz biliyoruz ki ,Kuranı hakimde benzersiz sıfat ve isimleriyle tanıtılan Allah ile senin meftun olduğun flozofların sınırlı düşüncelerinin ürünü olanın aynı varlık olmadığı aşikardır.

Çünkü İslamiyetin dünyaya/kainata bakış açısı hiç bir felsefeye kıyaslanamayacak kadar kendine özgün olmasıdır.islamiyet bütün meselelerde olduğu gibi ifrat ve tefriti reddetmekle orta yolu göstermiştir.Ne bütün dünyayı nede dünyayı yok saymakla ahireti murad etmemiştir.zira ahiretin dünyazıs olmamayışınıda göz önünde bulundurmalıyız.bundanda dünyanın ahiretsiz olamayacağını anlarız.varlığın en mükemel neticesi insan olmakla maddiden maneviye doğru yükseldikçe hem derinleşir hemde etkin bir hal alır.işte burda insanın aldandığı ise vasıtayı gaye yerine koymasıdır ne acı ..

Asıl olan insanın hayvandan ayrıldığı noktaları esas alarak nereye varabiliriz sorusudur .Yani insanlık nasıl kazanılır? öz biçimden öncemi yoksa biçim özden evvelmi gelir gibi sorulara yanıt aramamız gerekmektedir. . Bu açıdan bakınca görülecektir ki , islamiyet insan fıtratı ile tam bir bağ teşkil etmektedir. .

Verdiğiniz örnekte olduğu gibi insani olan/olmayanın birbirinden koparılmayacağı diyalektik maddeci felsefeye münhasır değidir .zira insan insani olanı istediği gibi olmayanıda isteyecektir .Zaten böyle olmasaydı varlığın ne anlamı olabilirdiki ? Hal böyle iken iansan felsefesinden çıkan yanlış üremeleri önlemek amacıyla , isalmiyet önüne çıkarak dur bunu yap/yapma bu senin için hayır/zarar ziyandır der o boğuk olan felsefi düşünceyi fıtrata davet eder..İnsan kendi tarihinden bu yana yanılmaktan beri olamamıştır . .Çünkü sınırlı düşüncede sürekli yeniliklerle ancak erdemliğe erişebilinir (hak,hukuk ahlak vs. açısından).Bu ise insan varlığına zarar verir - tarih bu acılarla doludur..

sen önce yaratılış ile ilgili meseleler üstünde dursan diyorum.

Sence Yaratıcıyı tanımayan koyduğu kanunları nasıl bilir ?

.....

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 9 years later...

İnsanın kendini yakın hissettiği izm'ler veya dinler insan kültürleri tarafından kurgulanmışlardır, özellikle siyasi çıkar amacı sağlamak için kurgulanmıştır semavi dinler. Yaratıcı'nın insan içinden, insan seçmesi kadar ve dinler arasından son din seçmesi kadar büyük çelişkilerin insan'i çaba olduğu ortaya çıkıyor. genede müslümanlar, islamı son din olarak kıyamete ulaşacağını iddia ederler. aslında haklılar bir bakıma. Çünkü artık 21 yüzyıl'da yaşıyoruz. biri çıkp gelse, ben size sıfır kilometre din getirdim, hemde kıyamete kadar eskimeyecek dese, kimse ona inanmaz. dini oluşturan toplumsal faktörler yerinde olsa da, dine inanacak olan bireylerin 6 yüzyılda ki gibi ulaşamayacağı kaynak sorunu yok. örneğin internet en kapsamlı bilgi kaynağıdır. Bu saatten sonra gerçek bir paygamber hak bir kitap ile gelse bile kimse onu ciddiye alıp dinlemez 5 dakika.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çünkü din afyondur,biat edilmesini ister,araştırmaya karşıdır.Muhafazar toplumlar en küçük şeye karşı çıkmaz başlarına  kötü bir şey gelse kader derler.Toplum haksız olaylara karşı çıkmaz çünkü öbür dünyada cezasını çeker mantığı ile hareket ederler.Toplumu uyutmanın en önemli silahı dindir.Çünkü bunu politikacılar çok rahat uygularlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çünkü dünya kafamız güzelken gördüğümüz bir rüyaya benzetilebilir , tıpkı bulutların bazı nesnelere benzetilebileceği gibi . Hayat dışından (doğmadan önce ya da öldükten sonra) gelen biri olmadıkça hayatın asıl anlamını kavrayamayız. Din sadece ritüellerden ibaret olan bir yaşam biçimi değildir. Din , hiçbir zaman tam olarak algıyayamayacağımız varoluş sebebimizi bize bildirir ve üç-beş söz , hareket veya düşünce ile dini anlayamaz ya da anlatamazsınız. Dinin dünya tarihi boyunca farklı zaman ve toplumlarda yöneticiler tarafından uyuşturucu olarak kullanılması dinin özünü değiştirmez , 12 milyon kişi tarafından motorsiklete benzetilen bir bulutun hammaddesinin metyale dönüşmesi beklenemez, ama hammaddesinin su olması motora benzediği gerçeğini de değiştirmez. Sonuç olarak din neden afyondur sorusunun cevabı ; "Çünkü insanlar dini afyona benzetmişlerdir".

Link to post
Sitelerde Paylaş
12 minutes ago, 0101001101000100 said:

Çünkü dünya kafamız güzelken gördüğümüz bir rüyaya benzetilebilir , tıpkı bulutların bazı nesnelere benzetilebileceği gibi . Hayat dışından (doğmadan önce ya da öldükten sonra) gelen biri olmadıkça hayatın asıl anlamını kavrayamayız. Din sadece ritüellerden ibaret olan bir yaşam biçimi değildir. Din , hiçbir zaman tam olarak algıyayamayacağımız varoluş sebebimizi bize bildirir ve üç-beş söz , hareket veya düşünce ile dini anlayamaz ya da anlatamazsınız. ........

.........

 

Bunlar da boş, tıpkı diğeri gibi.

Benzet babam benzet. Kale boş nasıl olsa.

 

Hayatın anlamını çoktan kavradık. Belki daha çok anlamsızlığını.

Varoluş sebebimiz vb..aynı şey.

 

Dinin halen varolmasının sebebi, birebir afyon olmasıdır. 

Güzel bağımlılık yapar.

Çakma sebepler verir.

Ha, rehabilite olanlara sökmez.

Link to post
Sitelerde Paylaş
6 dakika önce, teflon yazdı:

 

Bunlar da boş, tıpkı diğeri gibi.

Benzet babam benzet. Kale boş nasıl olsa.

 

Hayatın anlamını çoktan kavradık. Belki daha çok anlamsızlığını.

Varoluş sebebimiz vb..aynı şey.

 

Dinin halen varolmasının sebebi, birebir afyon olmasıdır. 

Güzel bağımlılık yapar.

Çakma sebepler verir.

Ha, rehabilite olanlara sökmez.


İşte sonuçta herşey laf ebeliğinden ibaret

sen bana boş konuşuyorsun derken boş konuşursun

anlamsızlığını anladığın hayatın anlamsızlığına bir anlam vermeye çalışarak dinin neden afyon olduğunu tartışırsın

bütün bunların hepsi boş laftır

Dinde dünya boş der sana , bırak bunları , anlamsızlığa kafanı yorma , anlamsızlıktan anlamlar çıkarmana bak der.

Din neden afyondur?
Çünkü birilerinin afyona ihtiyacı vardır , birilerinin rehabiliteye , birilerinin de varlığın anlamına.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...