Jump to content

Evrimin amacı var mıdır?


Recommended Posts

Bu başlıkta aşağıdaki konulara değinilecektir:

- Evrim kör işliyorsa ve arkasında bir zeka yoksa, gittikçe daha karmaşık ve ileri canlılar neden ortaya çıkıyor?

- Evrimde eğilimler var mıdır, eğer öyle ise, bunları hangi süreçler ortaya çıkarır?

- Evrimin bir amacının olmadığını subjektif olmayan veriler ile gösterebilirmisiniz, ispatlarmısınız? (WerderBremen'in sorusu)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrim kör işliyorsa ve arkasında bir zeka yoksa, gittikçe daha karmaşık ve ileri canlılar neden ortaya çıkıyor?

Evrimin neden sürekli daha ileri ve daha karmaşık canlılar ortaya çıkardığını incelemeden önce, doğadaki karmaşıklığı ve sebebini anlamamız gerek.

Doğadaki karmaşıklık

Doğada sürekli kompleks (karmaşık) yapılar görürüz. Atmosferik olaylar, bulutlar, dağların yüzeyleri, kar kristalleri, vücuttaki kan damarlarının ve doğada nehirler ve kollarının oluşturduğu ağlar, deniz sahilleri, vs.

Bu yapıların bazıları günümüzde fraktaller denen geometrik şekillerle yaklaşık olarak modellenebilmektedir.

Fraktal, çok sayıda parçadan oluşan ve pek çok parçanın bütünün küçük bir kopyası olduğu karmaşık gemetrik şekillere verilen isimdir.

Matematikte geliştirilmiş ünlü bazı fraktal şekillere örnekler:

post-3-1234407170_thumb.jpg post-3-1234408014_thumb.jpg

Fraktaller kullanılarak kar kristaline benzer bir şeklin nasıl oluşturulabileceği aşağıdaki animasyonlu resimde görülebilir:

post-3-1234408035_thumb.jpg

Aşağıda ise bir dağ yüzeyini modelleyen animasyonlu bir fraktal görülebilir:

post-3-1234408053_thumb.jpg

Not: Bu resimlerdeki animasyonu görebilmek için, resimleri ayrı bir browser penceresinde açınız.

Bu örneklerin tümünde prensip, bir başlangıç şekline aynı basit kuralların sürekli, çok sayıda iterasyonla uygulanmasıdır. Örneğin bir üçgenden başlayan ve kar kristalini oluşturan model, üçgenin her kenarının üç parçaya ayrılması, bu üç parçadan ortadakinin birbiriyle kesişen iki çizgi ile değiştirilerek başlangıçtaki üçgenin küçük bir benzerinin kenarda oluşturulması, sonra da aynı işlemin ortaya çıkan tüm yeni kenarlar için tekrarlanması ve bu işlemin sayısız defa tekrarlanmasının bir sonucu.

Bu tür basit kuralların, bir başlangıç durumuna sayısız defa uygulanması türünde oluşumlar, herşeyin çeşitli basit doğa kurallarına göre körce işlediği doğada çok karşılaşılan bir durumdur.

Dolayısıyla doğa, işleyiş biçimi sebebiyle kompleks yapılar ortaya çıkarmaya meyillidir.

Evrim ve komplekslik

Peki bütün bunların bizimle ve yukarıda sorulan soruyla ne ilgisi var?

Yukarıda fraktallerle anlatmaya çalıştığımız şey, sadece bir prensibin analoji yoluyla açıklanmasıdır. Bu prensip ise, her şeyin körce işlediği doğada pek çok yapının basit kuralların çok uzun bir zaman dilimi içinde sürekli üstüste binip birikerek kompleks yapılar oluşturmasıdır.

Tabi evrimin işleyiş biçimini bu fraktallerle açıkladığım falan düşünülmesin sakın. Burada anlatmaya çalıştığım şey, sadece doğanın neden komplekslik oluşturduğudur.

Bu komplekslik, her adımın, bir önceki adımın bittiği noktadan başlaması sebebiyledir. Bu sayede çok basit kurallar bile sayısız defa üst üste uygulanmak ve her seferinde bir önceki durumda ortaya çıkan sonuç üzerine uygulanmak suretiyle çok kompleks yapılar ortaya çıkarabilmektedir.

Canlılıkta da en basit canlılardan başlamak üzere, her nesil yukarıda bahsettiğimiz yeni iterasyonlara benzetilebilir. Bu şekillerde, bütünün küçük parçalarda kopyalanması gibi, canlılar da bilindiği gibi genetik yapılarını sürekli kopyalamaktadırlar.

Bu sürece bir de değişen çevre koşullarını ekleyin (volkanik patlama ve sel gibi doğal felaketler, göçler, coğrafi izolasyon, canlılar arasındaki av-avcı ilişlileri, vs) ve aynı zamanda mutasyon, eşeyli üremede genlerin rastgele birleşmesi, vs gibi faktörleri hesaba katın, milyarlarca süre işlemeye bırakılan bu sistem elbette ki dünyada gördüğümüz düzeyde bir çeşitliliği ve kompleksliği yaratmaya muktedirdir.

Yani sürekli daha kompleks yapıların ortaya çıkması, her adımın, bir önceki adımın bittiği noktadan başlaması ve tüm bu küçük değişikliklerin sürekli birikmesindendir.

Evrim ve zeka

Zeka ve bilincin gelişmesi ise, evrimin ne amacı ne de nihai hedefidir. Soyun devamı için, evrimsel süreç açısından zeka gerekli bile değildir. Bugün insandan çok daha az gelişmiş fakat evrimsel süreçte son derece başarılı pek çok canlı türü bulunmaktadır. Örneğin hamamböcekleri dinazorlar çağında da yaşıyordu, hala da yaşamaktadır.

Bu yüzden zekanın ve bilincin gelişimi aslında bir bakıma bir kazadır. Sürekli artan kompleksliğin, belli bir noktada belli bir eşiği geçmesindendir. Bu yüzden bu tür özelliklerin ortaya çıkışı evrim sürecinde bu kadar çok zaman almıştır.

Bu özellikler, belli bir eşik düzeyinin üzerinde komplekslik gerektirir. İnsanın ve diğer üst primatların beyin yapısı tüm canlılar arasında rastlanabilecek en karmaşık nöron ağlarına sahiptir. (Belki balinalar ve yunuslarla birlikte). Diğer pek çok üst memelide de karmaşık nöron yapıları bulunur ve onların da önemli bölümünde bizdeki kadar değilse de küçük bir miktar zeka bulunmaktadır.

Evrimin bir amacı var mıdır?

Evrimin hiçbir mekanizmasında bilinç bulunmadığından (hücre bölünmesi, dna'nın kendini kopyalaması, eşeyli üreme, mutasyonlar, vs), evrimin de bir amacı olduğunu düşünmek için bir sebep yoktur.

Evrimde amaç olduğu illüzyonunu yaratan faktör, doğada uzun süre değişmeden kalan doğa koşulları ve çevre faktörleridir. Tabi bir de canlıları bu faktörlere göre seçen doğal seçilim prensibi. (Doğada çok yavaş değişen pek çok faktör vardır, örneğin iklim, toprağın ve yaşanan coğrafi bölgenin yapısı, kayaların yapısı, vs). Dolayısıyla, doğal seçilim, belli bölge için yaşamaya uygun canlıları seçtiğinden, ortaya çıkan sonuç sanki o canlıların o çevrede yaşamak için özel olarak o şekilde yaratılmış olduğu illüzyonudur.

Fakat bu gözlemden bu sonucu çıkarmak, insan gözünün gözlük takmak için yaratılmış olduğunu söylemeye benzer. Yani meseleyi tersinden görmektir. Canlılar çevrelerine uygun şekilde yaratıldıkları için yaşadıkları çevreyle uyum halinde değildir. Doğal seçilim yoluyla, çevreye daha uygun olanların sürekli seçilmesi sonucu yaşadıkları çevreye uyumlu hale gelmişlerdir.

Evrimde eğilimler var mıdır, eğer öyle ise, bunları hangi süreçler ortaya çıkarır?

Belki evrimin belli bir amacı yoktur ama yukarıda bahsettiğimiz, doğadaki değişmeyen ya da yavaş değişen bazı faktörler ve bunların doğal seçilim sürecindeki belirleyicilikleri yüzünden, belli ekosistemler ve orada yaşayan popülasyonlar için belli eğilimlerden bahsedilebilir.

Ağaç kabuklarını gagasıyla delip, altına saklanan böceklerle beslenen bir kuş için daha sağlam ve daha uzun bir gaga kendi işine yarayan bir avantajdır. Dolayısıyla, doğal seçilim sürecinin bu kuşun sürekli daha sağlam ve daha uzun gagalı olanlarını genetik olarak seçmesi, bu sebeple de yeteri kadar nesilden sonra bu kuşun yaşayan örneklerinin gagasının milyonlarca önce yaşamış aynı kuşun gaga örneklerine göre daha sağlam ve daha uzun olması normaldir.

Dolayısıyla, evrimsel süreçte bazı eğilimlerden bahsedilebilir. Ama bunlar kararlaştırılmış ve baştan belirlenmiş eğilimler değil, doğanın hızlı ve yavaş değişen faktörleri arasında ortaya çıkan bir dengeden dolayıdır.

Evrimin bir amacının olmadığını subjektif olmayan veriler ile gösterebilirmisiniz, ispatlarmısınız?

Bu noktada, bu sorunun cevabı da okur için açık olmalıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, evrimsel süreçteki hiçbir mekanizmada belli bir somut amaç göze çarpmadığından, hatta tam tersi gen çeşitliliği yaratan faktörler olsun, mutasyonlar olsun, pek çok mekanizma rastgele işlediğinden, evrimin bir amacı olduğunu düşünmek için ortada bir sebep yoktur.

Evrimin amacı olmadığı sonucuna, evrimsel sürecin altında yatan faktörlerin gözlenmesi ve kavranması sonucu ulaşılmaktadır. Soruyu soranın ne tür bir ispat beklediği meçhul olmakla birlikte (ki doğa bilimlerinde ispattan değil, teorilerin ampirik bir doğrulaması veya yanlışlanmasından bahsedilebilir sadece, ispat daha çok mantık ve matematik gibi dallar için tanımlı ve anlamlı bir kavramdır), evrim süreciyle ilgili bahsettiğimiz gözlemler ve incelemeler, doğa bilimlerinde mümkün olan düzeyde bir kanıt teşkil etmektedir.

Peki bu mekanizmayı ve onu işleten kuralları, belli bir süre önce, şu anda ortaya çıkan sonuçları üretsin diye oluşturmuş ve kurmuş bir üst zihnin varolmadığı söylenebilir mi diye sorulursa, böyle birşey, sadece bu verilere bakarak söylenemez.

Bu verilere bakarak söylenebilecek tek şey, bunların altında bir amacın gözükmediğidir. Fakat amaçsız gözüken bu mekanizmanın ortaya çıkışına yol açan doğa kanunlarının belli bir niyetle o şekilde belirlenip, sonra da uygulamaya koyulup koyulmadığı ayrı bir konudur.

Aslında doğa kanunu deyince ne anlamamız gerektiği ve doğa kanunlarının kökeni incelendiğinde, onların da evrenin yapısına işlemiş basitlik ve homojenliklerin ifadesi olduğu ve altlarında bir amaç gözükmediği ortaya çıkmaktadır.

Fakat olay bu noktada metafizik inançlar konusuna geldiğinden, kimsenin kimseye bu konuda birşey dikte etmesi mümkün değildir. Sadece daha olası olan ve mevcut gözlemlerin işaret ettiği sonuçlardan bahsedilebilir. Evrendeki işleyişin arkasında belli bir niyet ve amaç görmek, açıklamanın içine kendisine ihtiyaç duyulmayan fazlalık bir faktör katmaktır. Felsefede occam'ın bıçağı denen prensip gereği, fazlalık olan ve açıklamaya yeni birşey katmayan bir faktörün açıklamadan çıkarılması daha tutarlı bir bakış açısıdır. Fakat, elbette ki yetişme tarzları ve toplumdan aldıkları önyargılar sebebiyle insanların bu konulardaki bakış açılarını etkileyen çeşitli eğilimler olacaktır.

Bilimsel açıdan elden gelecek tek şey, gözlemlerin neye işaret ettiğini açıklamaktır ki bunu da şu ana kadar yaptık. Evrenin işleyiş sürecinin incelenmesi, hiçbir ayrıntıda işin içinde bir zeka ya da amacın olduğunu düşünmeyi gerektirmemektedir.

Fakat bilim, evrenin ardında bir zeka olmadığını kanıtlamış değildir. Bilimin gösterdiği, böyle bir zekanın varolduğunu düşünmeyi gerektiren bir sebebin olmadığıdır. Herşey bu tür bir zeka farzedilmeden de açıklanabilir.

Doğa kanunlarının varlığı, evrenin altında bir amacın ya da akıllı bir tasarımın olduğunun bir işareti olabilir mi?

Bunu anlamak için önce "doğa kanunu" teriminin kaynağındaki önyargıyı anlamamız gerekiyor. Newton mekanik ve yerçekimini geliştirdiğinde "Tanrı tarafından doğaya yerleştirilmiş kanun" fikri Newton'un tüm düşünce biçimine yerleşmişti (içinde yetiştiği kültür tarafından empoze edilmişti). Bugün bile medyada, popüler kültürde ve hatta bazı bilim adamlarının zihninde bilim bir bakıma "Tanrı'nın düşüncelerini anlamak" biçiminde yorumlanmaktadır. Dolayısıyla "kanun" sözcüğünün içinde barındırdığı "bilinçli biri tarafından icat edilen kural" kavramı, bilimi ve doğa kanunlarını algılayışımızda insanların zihnine yerleşmiştir.

Halbuki doğa kanunlarının koyulan kurallarla ilgisi yoktur. Doğa kanunları dediğimiz şeyler duyularımız ve cihazlarımızla yaptığımız gözlemleri basit ve ekonomik olarak tasvir etme girişimimizden başka bir şey değildir. Fakat dikkat ediniz, bu dünyanın nasıl işlediğini biz belirliyoruz anlamına gelmediği gibi, doğada hiçbir düzen yoktur anlamına da gelmez.

Fakat bu düzen ve doğa kanunu adını verdiğimiz kuralların pek çoğunun aslında doğada gözlediğimiz ve normalde sözünü dahi etmediğimiz basitlik ve homojenlikleri ifade ettiğini bugün yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz. Örneğin, enerji, momentum ve açısal momentumun korunumu yasalarının aslında uzay ve zamanın homojenliğinin birer ifadesi olduğu anlaşılmıştır. Termodinamiğin birinci yasası (enerji korunumu), zamanda kendine has ve diğerlerinden farklı bir özel anın bulunmadığının ifadesinden başka bir şey değildir. Momentum korunumu, uzayda diğerlerine tercih edilen özel bir noktanın veya mekanın bulunmadığının bir ifadesidir. Diğer korunum kanunlarının her biri de basitlik ve homojenliğin ifadeleridir.

Homojen bir evren, ki akla gelebilecek evrenlerin en basitidir, kaza sonucu oluşması en muhtemel türde bir evrendir. Ki bu tür bir evrende pek çok "korunum" yasaları otomatik olarak oluşacaktır.

Diğer daha karmaşık ve evrenselliği daha az olan doğa yasaları ise rasgele bozulmuş simetrilerden kaynaklanmaktadır. Evrende korunmayan bir nicelik gözlediğimizde, işin içine uzaysal simetriyi bozan bir "kuvvet" kavramı girmektedir. Bu yolla, doğadaki kuvvetlere ilişkin olan ve evrene yapı ve şekil kazandıran kanunlar, evrende big bang'dan sonraki ilk zamanlarında, kendiliğinden, rasgele ve rastlantısal olarak bozulan simetrilerin ürünüdür. Bunu su buharından kar taneciklerinin oluşumuna, ya da curie sıcaklığından daha soğuk bir değere kadar soğutulan bir demir parçasının manyetize oluşuna benzetmek mümkündür.

Kısacası doğa kanunları fikrine yakından bir bakış da evren için "zeki tasarım" iddialarını destekleyecek bir argüman ortaya koyamıyor. Hatta eğer bir şeye işaret ediyorsa, daha çok evrendeki homojenlik, basitlik, kendiliğindenlik ve rastlantısallığa vurgu yapıyor. "Zeki tasarım" gibi bir ihtimalin gerçek olmasının olası oluşu yeterli değildir. Eğer böyle bir tezde ısrar edilecekse, durumun bu olduğuna dair somut göstergeler de gerekmektedir ki bunlar mevcut değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Mantık'ın oldukça tatmin edici, üzerinde emek harcanmış yazısına teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Ben de bu konu hakkında bilgilerimi ve fikirlerimi sentezleyerek birkaç şey söylemek isterim. Soru sayısız varyantın etkidiği bir olguya dair çok genel bir soru olduğundan, bilimsel yaklaşım gereği ise indirgemeci davranmam gerektiğinden mümkün mertebe konuyu ufak alt-başlıklar halinde inceleyerek sunmaya çalışacağım. Kusurlarım için şimdiden özür dilerim.

DOĞAYI ANLAMAK

Pek çoğunuzun bildiği gibi insanlık binyıllarca kendi etrafında saatte bin beşyüz kilometreden daha hızlı dönen bir gezegenin üzerinde bulunduğunu bilmeden yaşadı. Çok yakın bir tarihe kadar üzerinde oturduğumuz koca kıtaların bile hareket edebildiğini bilmiyorduk.

Şu an ortalama insan ömrünün dünya çapında belki de en uzun olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Diğer yandan iletişim çağındayız. Önümüzde sayısız bilgi var. Yüzyıllar önce ise elli yıllık hayat beklentisiyle, köyünden başka bir coğrafya tanımadan, ömrünü kendisinden önce belirlenmiş bir sosyal statü içerisinde sıkışıp kalarak tamamlayan insanlar vardı.

Tüm bu koşulları değerlendirdiğimizde insanın küçük penceresinden dünyaya bakması ile makro evreni kavraması arasındaki derin uçurumu rahatlıkla görebiliriz.

Fakat ilerleyen yıllar içerisinde insanlardaki arayış yeni bir boyut kazandı. Doğayı anlamak için kendini adadığı yolda, o güne kadarki kimliğinin oluşmasını sağlayan tüm sosyal faktörleri, disiplinleri ve inançları terbiye etmeyi başardı. Kendisi için belli başlı ilkeler seçti ve bugün Bilimsel Metod dediğimiz şeyin ortaya çıkmasını sağladı.

-Bilimsel metod ile ilgili daha geniş bilgiyi bulabileceğiniz bir başlık, çalışmayı tamamladığımda link olarak eklenecektir-

DOĞADA OLGULAR-SÜREÇ-NEDENSELLİK İLİŞKİSİ

Yukarıda anlatılanları da göz önünde bulundurduğumuzda evvela bazı önyargılarımızdan kurtulmamız gerektiğini görürüz. "Amaç", "karmaşıklık", "başlangıçlar", "sonuçlar" gibi bir takım kavramlara biz adını koymadığımız sürece doğada rastlamak mümkün değildir. Çünkü doğada öznelerden söz edilemez. Bir bütün olarak ele aldığımızda doğada; madde, enerji, olgular birbirlerine neden teşkil etmek sureti ile ortak bir sürecin parçasıdır. Her etken unsur bir başka etkiyenin edilgenidir.

Gerek kinematikte, gerek dinamikte, gerekse termodinamikte saptadığımız bir takım yasalar da buna delildir. Örneğin, eylemsizlik prensibini ele aldığımızda, bir başka kuvvetin etkisine maruz kalmadığı sürece duran bir cismin hareket etmemesi, hareket halindeki bir cismin hızını, yönünü ve doğrultusunu değiştirmeden hareketine devam etmesi, bize doğada başlangıçların ya da bitişlerin olduğunu değil ?süregelişin? olduğunu gösterir. Kütlenin korunumu, momentumun korunumu, enerjinin korunumu gibi diğer tespitlerimiz de bunu destekler.

Yani daha net bir ifade ile, doğadaki süreç ele alındığında; enerjinin, maddenin, momentumun toplam değerinin sabit oluşu, bize bu sistemlere müdahale edilmediğini, bir bütün olarak evrenin dışarıdan bir etkiye maruz kalmadığını, bütün olguların sürecin birer parçası olduğunu gösterir. Doğanın bu özelliği de bizim ?tasarım?, ?müdahale?, ?yaratım? gibi kavramları dışarıda bırakmamızı gerektirir.

DOĞAL SÜREÇTE CANLILIK

Canlılığı bir tür kimyasal olaylar bütünü olarak ele almak yanlış olmaz. Bu şekilde ele aldığımızda canlı bir yapıyı meydana getiren maddelerin birbirleri ile ilişkisini tahlil etmek işimizi kolaylaştıracaktır.

Canlılığın evrimine uzaktan baktığımızda bir tür varoluş mücadelesi görürüz. Peki canlılığı varlığını sürdürmeye zorlayan, gerektiğinde farklı şartlara adapte olup evrilmesine neden olan şey nedir?

Az önce de söylediğim gibi canlılığı kimyasal boyutta ele aldığımızda bu sorunun cevabı çok da zor değil. Tıpkı eylemsizlik prensibinde gördüğümüz gibi kimyasal reaksiyonlar da ortamda kendisine yetecek miktarda madde ve aktivatör enerji bulduğunda kendini sürdürme eğilimi gösterir. Yani sıradışı koşullarla karşılaşmadığımız takdirde, 3 mol hidrojenin 1 mol oksijenle, oksijen tükenip de 1 mol hidrojen tepkimeye girecek başka oksijen bulamayıncaya kadar tepkimeyi sürdürmesini bekleriz. Diğer bir örnek olarak, bir kibriti yaktığımızda, oksijen ile temasını kesmediğimiz sürece kibrit çöpünün bitene kadar yanmasını bekleriz.

Öyleyse canlılığı meydana getiren kimyasal reaksiyonlar neden farklı olsun?

Şimdi kafamızda bir düzenek canlandıralım. 1 metre boyunca talaşları ince uzun bir şerit halinde döküyoruz. Sonra bir Y oluşturacak biçimde sol tarafa doğru demir tozu, sağ tarafa doğru ise baruttan ince uzun şeritler oluşturuyoruz. Talaşların başında çakmağımızı yakıp, talaşları tutuşturuyoruz. Talaşlar yanıp da demirtozu ve barutlarla kavuşum noktasına gelindiğinde ateşin barutu yakarak ilerlemeye devam etmesinin arkasında bir "amaç" ya da "tercih" olabilir mi?

Bu şekilde düşündüğümüzde kimyasal reaksiyonların, kendini bir tek hücreli canlıda sürdürebildiği koşullarda devam etmesi; koşullar değiştiğinde ise bir başka enerji dönüşümünün ürünlerini tüketecek bir reaksiyonla entegre olarak daha komplike bir sistemin parçası olmasını, bir amacın değil, doğal bir sürecin parçası olarak kabul edebiliriz.

Özetle; canlılık ve canlılığın evrimi, doğal süreçlerin gözlemlendiği sistemlerdir. Doğaüstü bir etkiyenin olduğunu savlayabilmemiz için canlılığın doğada gözlemleyemeyeceğimiz bir takım özelliklerini tespit etmemiz gerekir.

tarihinde thecrow tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 years later...

Burada niş kavramından da bahsetmek uygun olur diye düşünüyorum

Niş, bir canlının ekosistemde üstlendiği role verilen isimdir

Niş kavramı çevresel koşullara ve diğer canlılara bağlıdır, ve özellikle diğer canlılar ile birlikte değişir

Evrimde canlılar ya varolan bir nişi doldurmaya veya (daha nadir olarak) yeni bir niş yaratmaya yönelir

Uçan canılar yeni bir niş yaratmıştır diyebiliriz

Çok yüksek sıcaklıklarda yaşayan termofil bakteriler de yeni bir niş yaratmıştır

Örneğin bir avcı türün neslinin tükenmesi sonucunda orada yeni bir niş açılacaktır - diyelim ki aslan olsun bu canlı, korkunç bir hastalık ile soyu tüketilmiş olsun

Aslanın avlandığı canlı antilop olsun - ortamdaki diğer tek avcı ise tilki olsun (burada işi basitleştirmek için hayali bir ekosistem yarattım, aslında aslanın yerini dolduracak başka büyük kedi avcılar vardır)

Tilki normalde antilopları avlayabilir mi? Hayır uzaktan yakından alakası olmaz!

Aslanın nesli tükenince antiloplar coşacaklar çünkü tilkiler onları avlayamıyor bu kısa vadede olan ilk olay, bu popülasyondaki patlama yüzünden çevredeki yiyecek kaynaklarını tüketecekler bu da ikinci olay.

Uzun vadede ise antiloplar açlıktan ölmeye başlayacaklar, bu durumda azla yetinebilen antiloplara bir eğilim ortaya çıkacaktır. Azla yetinebilen antiloplar nasıl olur?

- Boyca küçük

- Kasları daha zayıf, daha yavaş metabolizmalı

- Beyinleri daha küçük yavruyken yürümeyi pek beceremeyen

vs. vs. vs. Eğer aslanlar olsa idi bu antilopların hiçbir şansı olmazdı ama aslanlar yokken bunlar avantajlı konuma girerler

Antiloplar zayıfladıkça tilkilerin bazen antilop yavrularını öldürebileceğini ve bu bağlamda tilkiler için yeni bir eğilim oluşacağını düşünebiliriz ama henüz antiloplar hala iri ve güçlü canlılar oldukları için tilkiler bunu sadece uygun fırsatlarda yapabilirler.

Milyonlarca yıl geçtikten sonra antiloplar

a) yavrulama alışkanlıklarını değiştirecekler ve çevreleri ile farklı bir denge sağlayacaklar

B) çiftleşme için rekabet amacıyla kullandıkları yapıları gelişecek (boynuz vs.) ama onun dışında küçülecekler ve buna ek olarak biyoenerjilerini tüketen avcıdan korunma özelliklerini kaybedecekler (avcı olmayan ortamda yaşayan dodoları buna örnek verebiliriz, aslında dodolar büyümüştür çünkü onlar uçmak gibi korkunç enerji harcayan bir faaliyeti bırakmışlardır ve bolluk ortamı olan bir adada evrilmişlerdir, yine de boyca çok büyük canlılar değildirler)

Bizim durumuzda ise b şıkkındaki canlıların baskın geldiğini varsayalım

Bu sefer antiloplar o kadar küçülmüştür ki antilop yavrularını avlamak tilkiler için gayet olağan bir durum haline gelmiştir. Hatta aç kalan tilkilerin (aslanların fillere yaptığı gibi) bazen toplaşıp yetişkin antilopları bile avlaması mümkün olmuştur

Bu durumda ise tilkilerin avcılıktan ettikleri kazanç onlara daha iyi avcı olma eğilimi verecektir. Milyonlarca yıl geçtikçe tilkiler avcı rolünü üstlenmeye ve antiloplar av hayvanı olarak avcılara karşı kullandıkları özellikleri tekrar kazanmaya ve yeni tikliden evrilen canlıların kullandıkları av yöntemlerine karşı kendileri yeni avcıdan kaçış yönetemleri üretmeye başlayacaklardır.

Bunu ne için anlattım bu kadar? Eğer koşullar uygun olursa antiloplar bir çeşit ters evrim geçirip tıytırık canlılara dönüşebilirler, sonra yeniden görkemli av hayvanları olabilirler, yani evrimin amacı yoktur

Eğer ortamda yiyecek bol ise canlılar boyutça büyürler çünkü büyük olmak onlara kendi türleri içerisinde (çiftleşme vb.) avantaj sağlayacaktır...

Harem sistemi olan canlılarda erkekler her zaman büyük olurlar, yiyecek sıkıntısı olsa bile büyüyebilirler - ama bu durumda dişiler erkeğe oranla küçük kalacaktır.

Kıtlık var ise canlılar küçülürler.

Avcılar ise büyük av peşinde iseler o avı avlayabilecek kadar büyük ama onu avlayarak doyabilecek kadar da küçük olurlar

Küçük ve çoklu av peşinde iseler (karıncayiyen, balina) avlarına göre çok daha büyük olabilirler.

Çok bolluk olmamasına rağmen eğer bolluk olan ortamda evrilip de kazandıkları büyük boyut onları bolluk olmayan ortamda avcılardan koruyarak avantaj sağlıyor ise (timsahlarla beraber yaşayan su aygırları, filler, gergedanlar, balinalar) boyutlarını korurlar. Ama dikkat ederseniz filler, gergedanlar, balinalar hep nesli tükenmeye meyilli canlılardır (insan katkısı ile bile olsa)

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...