Jump to content

DIŞ DÜNYA


Recommended Posts

Zihnimizde modellenen gerçekliğin dışında -algıya bağlı olmayan- nesnel gerçeklik olarak tanımladığımız ''dış dünya''nın mahiyeti bir de bilimsel olarak ele alalım?

Bir ağacın; gördüğüm gibi ''rengarenk'' yaprakları, ''şekilli'' dalları, dokunduğum gibi ''semsert'' gövdesi, nihayetinde kokusu ve tadıyla dış dünyada bir gerçekliği var mıdır?

Yani dış dünya algıladığımız gibi midir? Bilimsel olarak dış dünya ''nasıl bir yer''dir? Zihnimizde birebir canlandırabilir miyiz?! vsvs...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 44
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Zihnimizde modellenen gerçekliğin dışında -algıya bağlı olmayan- nesnel gerçeklik olarak tanımladığımız ''dış dünya''nın mahiyeti bir de bilimsel olarak ele alalım?

Bir ağacın; gördüğüm gibi ''rengarenk'' yaprakları, ''şekilli'' dalları, dokunduğum gibi ''semsert'' gövdesi, nihayetinde kokusu ve tadıyla dış dünyada bir gerçekliği var mıdır?

Yani dış dünya algıladığımız gibi midir? Bilimsel olarak dış dünya ''nasıl bir yer''dir? Zihnimizde birebir canlandırabilir miyiz?! vsvs...

Dış dünya algıladığımız gibidir. Başka türlü olması mümkün değildir.

Neden mi?

Çok basit bir nedenden dolay, dış dünya algıladığız gibi olmak zorundadır.

Bu dünyada yaşayan tek canlı biz olsaydık, dış dünyanın algıladığımız gibi olmayabileceğini dikkate alırdık.

Ama biz dünyayı başka canlılarla paylaşıyoruz.

Diğer canlılarla farklı gerçekleri görüyor olsaydık, onlarla aramızdaki ilişkiler çok farklı bir düzeyde gerçekleşirdi.

Biz onları, onlar da bizi, olduğumuz gibi algılamasaydık, aramızda ilişki kuramazdık veya kuracağımız ilişkiler kaotik olurdu.

Bu dünyadaki düzen, doğayı herkesle birlikte ve doğru olarak algılamamızı gerektirmektedir.

Sağlıklı herkes aynı rengi ve şekli görür. Arada önemsiz algılama nüansları olabilir. Onlar ayrıntılarla ilgili farklar olup çok azdırlar.

Akıl hastalıklarının birçoğunda hasta dünyayı çok farklı olarak algılayabilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dış dünya algıladığımız gibidir. Başka türlü olması mümkün değildir.

Bu kadar kesin bir yargıda bulunabileceğinizi tahmin etmemiştim. Çok ilginç bir topik olacağı kesin(:

Bu dünyada yaşayan tek canlı biz olsaydık, dış dünyanın algıladığımız gibi olmayabileceğini dikkate alırdık.

Ama biz dünyayı başka canlılarla paylaşıyoruz.

Diğer canlılarla farklı gerçekleri görüyor olsaydık, onlarla aramızdaki ilişkiler çok farklı bir düzeyde gerçekleşirdi.

Biz onları, onlar da bizi, olduğumuz gibi algılamasaydık, aramızda ilişki kuramazdık veya kuracağımız ilişkiler kaotik olurdu.

Başka canlılar derken, dış dünyadan gelen verileri yorumlamamızı sağlayan genetik kodumuz tamamen farklı mı onlarla?

Onlarla aramızda gerçekleşen ilişkilerin, ortak bir ''gerçeklik''ten kaynaklanmak zorunda olduğunu nasıl savlıyorsunuz?

Örneğin bir kedi size baktığında, aynada kendinizi gördüğünüz şekilde mi görüyor? Yada onun tüylerini okşama nedeninizle, size sürtünme nedeni aynı mı?

Onun gerçekliğine nüfuz etmediğiniz sürece -onun davranışlarını kendi gerçekliğinize yorarak- farklı gerçeklikleri yaşayan canlıların ilişkilerinde bir tutarsızlık olması neden gereksin?

Bu dünyadaki düzen, doğayı herkesle birlikte ve doğru olarak algılamamızı gerektirmektedir.

Sağlıklı herkes aynı rengi ve şekli görür. Arada önemsiz algılama nüansları olabilir. Onlar ayrıntılarla ilgili farklar olup çok azdırlar.

Çoğunluğun gördüğünün aksine farklı rankler şekiller görenler ''hasta'' oluyorlar değil mi?

Yani sizin iddianız dış dünyada ''sağlıklı'' olarak tabir ettiğimiz bir insanın algıladığı gibi rengin,aydınlığın,sertliğin,üç boyutlu şekilliğin falan olduğu mu?

Bunların zihnimizden bağımsız olarak varolan mutlak gerçeklik olduğunu, evrim mekanizmasının farklı işlemesiyle oluşacak farklı bir genetik kodla programlanan bir canlı için bile aynı şeyi algılayacağını mı iddia ediyorsunuz?

tarihinde TylerDurdenn tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Dis dünya algilari hayvanlarda daha degisik oluyor ve fark gösteriyor.Mesala bir kedi sesleri insanin 5 kati daha fazla sesli duyuyor,görmeden cok 2 milyon kokuyu ayirt edebiliyor ve gece görüsü termal kameralar gibi.Kisacasi dünya gördügümüz gibi degil.Birde nesneleri atomlarini görecek sekilde görebilseydik manzara nasil olurdu...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bilim, tüm önsezilerimize karşın, kristaller ve kayalar gibi katı cisimlerin dahi neredeyse tamamen boşluklardan ibaret olduğunu öğretti.

Ve bildik bir örnek de bir atomun çekirdeğinin bir stadyumun ortasındaki sinek olduğu, sonraki atomun ise bir diğer stadyum olduğu.

Dolayısıyla en sert, en aralıksız, en yoğun kaya bile gerçekten de neredeyse tamamen birbirinden uzak küçük parçacıklar tarafından bozulan bir boşluktan ibaret.

Öyleyse kayalar neden sert ve içinden geçilemez görünüyor ve hissediliyor?

Bir evrim biyoloğu olarak şöyle derdim: beyinlerimiz, vücutlarımızın iş gördüğü büyüklük ve hız koşullarında hayatta kalmamızı sağlayacak şekilde evrildi.

Hiçbir zaman atomların dünyasında hareket edecek şekilde evrilmedik.

Öyle olmuş olsaydı muhtemelen beyinlerimiz kayaları boşluk ile dolu olarak algılardı.

Kayalar ellerimiz tarafından sert ve içine girilemez hissediliyor, çünkü kayalar ve eller gibi cisimler birbirlerinin içlerine giremezler.

Dolayısıyla beyinlerimizin "sertlik" ve "nüfuz edilemezlik" gibi kavramlar inşa etmiş olması faydalı,

çünkü içinde hareket etmemiz gereken orta boy dünyada, vücutlarımızı hareket ettirebilmemize bu gibi kavramlar yardım ediyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili psinge duyu organlarımızın duyarlılık düzeyindeki farklılık canlıya özel bir şeydir.

Dış ortam duyu organlarımızdan bağımsız olarak vardır.

Bu bağımsız varlığı, değişik canlıların değişik şekilde algılaması, dış ortamın farklı olduğu anlamına gelmez.

Bazı canlılar, dış ortam özelliklerini diğer canlılardan daha derinlemesine algılayabilir. Ama bu algılama canlıya ait bir özelliktir, dış ortama ait değil.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ölçeğin diğer ucuna gittiğimizde, atalarımız hiçbir zaman kainat içerisinde ışık hızına yakın hızlarla hareket etmek zorunda kalmadı.

Kalmış olsalardı, beyinlerimiz Einstein'ı anlamakta çok daha iyi olurlardı.

İçinde hareket etme becerisine sahip olacak şekilde evrildiğimiz orta ölçekli ortama "Ortanca Dünya" adını vermek istiyorum.

Ortanca Dünya'nın sakinleri olarak evrildik ve bu da ne hayal edebileceğimizi kısıtlıyor.

Bir tavşanın, diğer Ortanca Dünya tavşanları ve objeleri gibi ortalama bir hızla hareket edişini, bir diğer Ortanca Dünya objesine, mesela bir kayaya çarpışını kolayca kavrayabilir, hayal edebilirsiniz.

Ortanca Dünya'da yetişmiş ham insan sezgisi, Galileo, havanın sürtünmesi yok sayıldığında ağır ve hafif bir obje yere aynı anda düşer dediğinde, buna inanamaz.

Çünkü Ortanca Dünya'da havanın sürtünmesi hep oradadır.

Eğer boşluk içerisinde evrilmiş olsaydık, yere aynı anda çarpmalarını beklerdik.

Eğer bakteri olsaydık, ve sürekli moleküllerin termal hareketleri ile boğuşsaydık durum farklı olurdu, fakat biz Ortanca Dünyalılar Brownian hareketini fark etmek için çok büyüğüz.

Aynı şekilde hayatlarımız yer çekiminin tahakkümünde, fakat yüzey geriliminden neredeyse habersiziz.

Küçük bir böcek bu öncelikleri tersine çevirirdi.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Steve Grand, "Creation: Life and How to Make It" isimli kitabında maddenin kendisi ile ilgili meşguliyetimizi emin bir şekilde yaralıyor.

Yalnızca katı, maddi şeyleri gerçek şeylerden saymaya dair bir eğilimimiz var.

Bir boşluk içerisindeki elektromanyetik dalgalar bize gerçek dışı görünüyor.

Muhafazakarlar dalgaların bir şekilde maddesel bir ortam içinde olmak zorunda olduğunu düşündüler -- eter (beşinci element).

Fakat biz gerçek maddeyi sadece, maddenin faydalı bir kurgu olduğu Ortanca Dünyada evrildiğimiz için konforlu buluyoruz.

Grand'e göre bir anafor, bir kayanın sahip olduğu kadar gerçekliğe sahiptir.

Dolayısıyla "gerçekten", yalın bir güven ile kullanabileceğimiz bir kelime değil.

Eğer nötrinonun, nötrino-boy atalarından evrilmiş bir beyni olsaydı, kayaların gerçekten boşluktan ibaret olduğunu söylerdi.

Bizim, taşların içinden yürüyemeyen, orta-boy atalarımızdan evrilmiş beyinlerimiz var.

Bir hayvan için "gerçekten", beynin hayvanın hayatta kalması için ihtiyacı neyse odur, farklı türler farklı dünyalarda yaşadıkları için de, rahatsız edecek kadar çeşitli "gerçekten"ler ortaya çıkar.

Gerçek dünya olarak gördüğümüz şey yalın dünya değil, dünyanın, algının sağladığı verilerle düzenlenen ve ayarlanan bir modelidir, fakat gerçek dünyayla başa çıkmakta faydalı olacak şekilde inşa edilmiştir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Modelin doğası nasıl bir hayvan olduğumuza bağlıdır. Uçan bir hayvan, yürüyen, tırmanan ya da yüzen bir hayvandan farklı bir modele ihtiyaç duyar. Bir maymunun beyni yazılımsal olarak ağaç gövdeleri ve dalların üç boyutlu simülasyonunu yapabilir olmalıdır. Bir köstebeğin dünyayı modelleyen yazılımı, yeraltı kullanımı için uyarlanmış olur. Bir su sineğinin beyninin üç boyutlu modellemeye ihtiyacı yoktur, çünkü Edwin Abbott'un yaylasındaki bir göletin yüzeyinde yaşar. Yarasaların renkleri kulakları ile görebileceğini ortaya atmıştım. Yarasaların üçüncü boyutta hareket etmek ve böcek yakalamak için ihtiyaç duyduğu dünya modeli, kırlangıç gibi gündüz uçan bir kuşun benzer işleri gerçekleştirmek için oluşturduğu modele epeyce benzer olmalıdır. Serçe modelinin girdileri olarak ışığı kullanırken, yarasanın zifiri karanlıkta ekoları kullanıyor olması tesadüfidir. Yarasaların, ekoları kullanışlı şekilde etiketlemek için, algıladıkları renk tonlarını kullanıyor olduklarını da ortaya atmıştım, -- bunlar belki yüzeylerin akustik dokuları; tüylü, pürüzsüz gibi -- aynen kırlangıçların ve tabi bizim algıladığımız renk tonlarını -- kırmızılık ve mavilik gibi -- ışığın uzun ve kısa dalga boylarını etiketlemekte kullanışımız gibi. Kırmızının doğasında, onu uzun dalgaboylu yapan hiç bir şey yok.
Link to post
Sitelerde Paylaş
Ortanca Dünya, -- sezgisel olarak rahat hissedecek şekilde evrildiğimiz büyüklükler ve hızlar -- elektromanyetik tayfın, ışığı çeşitli renkler olarak gördüğümüz dar aralığı gibidir.

Bir takım araçlardan yardım almadığımız sürece, bu aralığın dışında kalan frekanslara körüz.

Ortanca Dünya, gerçekliğin, çok küçük, çok büyük ve çok hızlı olanın tuhaflığı aksine "normal" kabul ettiğimiz dar bir aralığı.

Olasılıksızlıkların benzer bir ölçeklendirmesini yapabilirdik; hiçbir şey tamamen imkansız değil.

Mucizeler, muazzam düşük olasılıklardan başka bir şey değiller.

Mermer bir heykel bize el sallayabilirdi; kristal yapıyı meydana getiren atomlar, zaten hali hazırda ileri geri titreşiyorlar.

Çok fazla oldukları için ve tercih ettikleri hareket yönüne dair bir anlaşmaları olmadığı için, Ortanca Dünya'da gördüğümüz mermer, kaya gibi hareketsiz. Fakat eli oluşturan atomlar aynı anda aynı yöne tekrar tekrar hareket etselerdi, Ortanca Dünya'da elin hareket ettiğini ve bize el salladığını görürdük.

Elbette bunun olma ihtimali çok çok düşük, öyle ki, virgülden sonraki sıfırları yan yana yazmaya evren oluştuğu anda başlamış olsaydınız, bu gün, halâ yazıyor olurdunuz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu kadar kesin bir yargıda bulunabileceğinizi tahmin etmemiştim. Çok ilginç bir topik olacağı kesin(:

Başka canlılar derken, dış dünyadan gelen verileri yorumlamamızı sağlayan genetik kodumuz tamamen farklı mı onlarla?

Onlarla aramızda gerçekleşen ilişkilerin, ortak bir ''gerçeklik''ten kaynaklanmak zorunda olduğunu nasıl savlıyorsunuz?

Örneğin bir kedi size baktığında, aynada kendinizi gördüğünüz şekilde mi görüyor? Yada onun tüylerini okşama nedeninizle, size sürtünme nedeni aynı mı?

Onun gerçekliğine nüfuz etmediğiniz sürece -onun davranışlarını kendi gerçekliğinize yorarak- farklı gerçeklikleri yaşayan canlıların ilişkilerinde bir tutarsızlık olması neden gereksin?

Çoğunluğun gördüğünün aksine farklı rankler şekiller görenler ''hasta'' oluyorlar değil mi?

Yani sizin iddianız dış dünyada ''sağlıklı'' olarak tabir ettiğimiz bir insanın algıladığı gibi rengin,aydınlığın,sertliğin,üç boyutlu şekilliğin falan olduğu mu?

Bunların zihnimizden bağımsız olarak varolan mutlak gerçeklik olduğunu, evrim mekanizmasının farklı işlemesiyle oluşacak farklı bir genetik kodla programlanan bir canlı için bile aynı şeyi algılayacağını mı iddia ediyorsunuz?

Yazılanları yanlış yorumluyorsunuz....

Yaşam diyalektik bir fenomendir.

Canlılar arasındaki ilişkiler ve onların çözümleri ile sürer gider.

Eğer canlılar birbirlerini yanlış algılarlarsa, yaşam oyununu iyi oynayamazlar ve bunu beceremeyen yok olur gider.

Evet bu evrimsel bir süreçtir.

Ortamın gerçeklerin farklı algılayan bir arslan avlanamaz ve yok olur.

Zebra siyah-beyaz şeritleri ile arslanı yanıltır ve varlığını sürdürür.

Bazı hayvanlar kamuflajla da kendilerini avlayanları yanıltırlar.

Bu hayvanlar arasında ilginç bir stratejidir.

Hayvan olduğu gibi görünmemeye çalışır.

Renk konusunda da canlılar hep aynı renkleri görürler. Bazıları diğerlerinin göremediği renkleri de görebilirler. Arılar ve böcekler örneğin.

Canlılar renkleri aynı algıladıkları için, baş vurdukları yanıltma yöntemleri işe yarar.

Her canlı her şeyi algılamayabilir. Yalnız kendisi için önemli olan şeyleri algılayabilir.

Ama algıları yalnız kendilerine has değildir. Diğer canlılar da aynı şeyleri algılayabilirler ve o zaman aynı şekilde algılarlar.

Yoksa canlılar arasında düzen kurulamaz. Avcı avını görmeden yanından geçer.. Kamuflaja gerek kalmaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Canlıların hepsi ortak atadan gelme, bazı canlılar arasında genetik olarak çok küçük farklar, bazıları arasında çok büyük farklar var.

Bütün canlılar dünyadaki nesneleri aynı şekilde yorumlamıyor. Ortak atadan geldiğimiz canlılarla genetik farklılıklarımız, nesneleri farklı yorumlamamıza neden oluyorsa veya bir canlının algıladığını, başka canlı algıyamıyorsa gerçeklik bizim kafamızda oluşturduğumuz gerçekliktir.

Örneğin renk körleri genetik bir hatadan dolayı kırmızı ve yeşili ayırt edemiyor. Küçük bir hata, algıda önemli bir değişikliğe yol açıyor.

Atomlar boşluklu yapıdadır fakat demir atomlarından oluşmuş bir demir parçasını, boşluksuz şekilde algılarız, sert algılarız.

Beynimiz dış dünyada hayatta kalabileceğimiz şekilde dış dünyayı yorumluyor diyebilir miyiz ?

Diyebilirsek dış dünya algımız beynimizin bir yorumudur. Sonuç olarak öznel olmaz mı ?

tarihinde Nightwish tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Beynimiz dış dünyada hayatta kalabileceğimiz şekilde dış dünyayı yorumluyor diyebilir miyiz ?

Diyebilirsek dış dünya algımız beynimizin bir yorumudur. Sonuç olarak öznel olmaz mı ?

Sevgili Nightwish, Dış dünya objektif bir gerçekliktir. Bizim beynimizin ve algılarımızın dışında olan varlıklar da olabilir. Örneğin Elektromanyetik dalgalar. Bizim beynimize ve algılarımıza hitap etmeyen veya hitap eder hale getirilmemiş varlıklar hakkında hiçbirşey söyleyemeyiz. Çünkü ortada onları tanıyacak bir bulgu yoktur.

Evet biz dış dünyayı algılarımız ve beynimiz ile değerlendiriyoruz. Ama bu değerlendirmeyi dış dünyanın yerine koyamayız. Yani biz değerlendirdiğimiz için dış dünya vardır diyemeyiz. Bu tür değerlendirmelere felsefe literatüründe idealizm denir. İdealizmin iki türü vardır. Birincisinde merkez insandır. İnsan algısı ve değerlendirmesi temeldir. İkincisinde ise objektif dünyanın varlığı kabul edilir ancak bu, mutlak ruh veya mutlak bir düşüncenin eseridir. Birincisinden tanrı benim sonucu, ikincisinde ise tanrı evrenin dışındadır sonucu çıkar.

Sevgiler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dehri Ve Bilgehan, yazdıklarınıza katılmakla birlikte aşk ve sevgi konusunun yeterince anlaşılabildiğini ya da çözüldüğünü düşünmüyorum. Şöyle diyeyim ya da, bunu sadece hormonlarla ifade etmek eksik bir açıklama gibi görünüyor bana. Zeka denilen şey ilk başlangıçta hayatta kalabilmek adına gelişmiş olsa da zamanla insanla ilgili başka alanlarda da kendini göstermiş bana kalırsa.

Link to post
Sitelerde Paylaş

diş dünya diye bir şey yoktur, dünya vardir bir de bunu algilayip yorumlayan duyu organlari ve beyine sahip canlilar vardir,

5 duyu, şekli tadi kokuyu basinci ve ses dalgasini algilar, ama bunun yani sira elektromanyetik dalgalari algilayamayan canlilardan farkli olarak cep telefonu anten vs. gibi algilayici cansizlarda vardir.

bu sorunun mantiksizliği, sorunun kendisinin bile iç dünyada elde edilmiş verilerden kurulmasina dayanir. biz dünyayi algiladiğimiz şekilde kabul edeceğiz, gerisi bizi alakadar etmez.

Elektromanyetik dalgaları kontrollü üretebilen ve bunları algılayabilen bir organımız gelişmiş olsaydı, telefon, radyo ve tv gibi araçlara ihtiyaç duymazdık.

bu cansizlar için, elektriksel devreler için sözkonusudur.

canlilar protein yapili oluşumlardir,

organik temelli bir kitlenin elektromanyetizmayi algilamasi bence olanaksiz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu konuda ortada iki seçenek var. Ya algıladığımız nesnel bir gerçeklik var, ya da Matrix filmindeki gibi, tüm insanları ve canlıları kapsayan dev bir simülasyon söz konusu. Bu simülasyonu yapacak varlık ya da varlıklar olması da doğasıyla gerekli. Tabii daha sonra bu varlıkların içinde bulundukları nesnel bir gerçeklik var mı sorusu gibi sorular da gündeme gelebilir, şimdilik bunları görmezden gelelim. Başta bahsettiğim iki seçenekten hangisini terich edeceğiniz konusunda kararsızsanız size Occam'ın Usturası'nı öneriyorum. Şey'leri gereğinden fazla çoğaltmayın! :)

Ayrıca, şu başlıkta mantık'ın yazılarına göz atmakta fayda var:

http://forum.ateizm2.org/index.php?showtopic=21159&hl=omphalos&st=20

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...